|
|
MUSTAFA ERDEN (MUYO MURİC) YOLDAŞI YİTİRDİK...
Yüreği hep özgürlük, insanca yaşam ve sosyalizm için çarpan, her anında mücadele için birşeyler yapma kaygısı taşıyan ve emek veren, insan ve halk sevgisiyle dolu Muyo yoldaşı bugün sabah kalp krizi sonucu yitirdik...
Acımız çok büyük...
Anısını ve mücadelesini sonsuza dek yaşatacağız...
MUYO YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR!
ANISI VE MÜCADELESİ HEP YAŞAYACAK!
EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ
(Cenaze töreni önümüzdeki günlerde netleşecek.)
FAŞİZME KARŞI HEP BİRLİKTE!
Halklarımız 31 Mart seçimlerinde AKP faşizmine güçlü bir tokat attı. AKP faşizmi büyük kentlerin çoğunluğunda yenilgiye uğradı. İşçiler, emekçiler, yoksullar, tüm ezilenler AKP faşizminin yarattığı yoksullaşma, yıkım ve özgürlükten yoksunluk çemberine karşı direnişini giderek daha güçlü biçimde ifade edeceğini gösterdi.
AKP faşizminin bu durumu hazmetmesi elbette mümkün değil. Çünkü o, devleti ABD emperyalizminin "ılımlı islam", BOP projeleri temelinde yeniden inşa ederek iktidarlaşmayı, devletleşmeyi hedefliyor. Böylesi büyük bir hedefle yola çıkan her burjuva partisi gibi, AKP'nin durması, yenilgiyi kabullenmesi mümkün değildir. Durmak veya yenilgiyi kabullenmek, üstelik de kendisinin koyduğu kurallara göre işleyen bir seçim oyununda bile mümkün değildir. Çünkü burjuva devleti yeniden inşaya girişen her Parti gibi o da katliam, yolsuzluk, hırsızlık vb. pek çok suçun failidir, pek çok kesimin düşmanlığını kazanmıştır. Durmak veya yenilgiyi kabullenmek böylesi faşist partiler açısından yokoluş demektir.
Yargılanmak ve ağır sonuçlarla karşı karşıya gelmek demektir.
İşte İstanbul seçimleri bu nedenle AKP için hayatidir. İstanbul, Türkiyenin siyaseten de, kültürel ve sosyal olarak da, ekonomik olarak da kalbidir. İstanbul, Türkiye siyasetinde kazanmanın başlangıç noktası olduğu gibi, kaybetmenin de başlangıç noktasıdır. AKP faşizmi İstanbulu ne pahasına olursa olsun kazanarak yaşadığı gerilemeyi, çözülmeyi bir nebze olsun durdurmak, yeni hamleleri için zaman kazanmak istiyor. İstanbul'da yerel seçimlerin iptalinin temel nedeni budur;
Türkiyedeki kentsel rantın büyük bir bölümü İstanbulda üretilmektedir. İstanbul'da belediye tarafından kontrol edilen kent rantı AKP faşizminin destekçisi büyük burjuva kesimlerin, oligarşi bileşenlerinin, yandaş kesimlerinin, dahası en başta RTE ve çevresinin en önemli finans kaynağıdır. Bu kaynağı yitirmek, etkisi dalga dalga Anadoluya yayılacak büyük bir siyasal ve ekonomik kayıp olarak ortaya çıkacaktır. AKP faşizmi böylesi bir kaybı kabullenememektedir.
İkincisi, yerel seçimden önce de zaten apaçık olan merkez sağda, özellikle eski AKP'liler eliyle yeni Parti arayışları, 31 mart seçimleri sonrasında alenen ifade edildi. AKP faşizmi bunun yaratacağı, nereye varacağı belli olmayan irili ufaklı çözülmeleri, tehlikeleri en azından bir süreliğine ötelemek için de İstanbul seçimine ihtiyaç duymuştur. Seçim süreciyle birlikte bu tür arayışlar en azından sonbahara kadar ötelenmiştir. RTE bu süreçte hem partisini yeniden konsolide etmeyi, hem de iç çözülmelere karşı tebdirler geliştirmeyi ummaktadır.
Üçüncüsü, AKP faşizmi İstanbul seçimleri yoluyla, MHP ve Avrasyacı asker-sivil faşistlerle yürüttüğü koalisyonun geleceğini belirlemek ve gücünü sınamak istemektedir. Seçimin kazandıracağı zamanla yeni ittifak stratejileri ve arayışları geliştirmek istemektedir.
AKP'nin İstanbul seçim sonuçlarını çalması halk muhalefeti açısından da öğreticidir.
Herşeyden önce, hür seçimlerin, seçmenin özgür iradesi vb. söylemlerin kapitalist sistemde, onun faşist rejimlerinde tam bir palavra olduğu ortaya çıkmıştır. 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından, İstanbul yerel seçimleri de iptal edilmiştir. Sadece seçim iptalleri de değil, muhalif milletvekilleri hapse atılmış, yüze yakın belediyeye kayyum atanmıştır. Halk muhalefeti söz konusu olduğunda yasa ve seçim, adalet ve özgürlük kesinlikle yoktur.
İkinci olarak, bugün muhalefetin en etkin partisi olarak öne çıkan burjuva partisi CHP bırakalım temel hak ve özgürlükleri, kendi siyasal haklarını korumayacak ölçüde sinik ve teslimiyetçi bir parti konumundadır. İstanbul yerel seçimleri iptal edildiğinde İstanbulun pek çok bölgesinde halk sokaklara dökülürken, CHP yönetiminden deyim yerindeyse çıt çıkmamıştır. Artık AKP'nin yönettiği kapitalist sistemin, faşist devlet yapısının zarar görmemesi, oligarşinin çıkarlarının korunması, Yenikapıda AKP ile yapılan ittifakın korunması onların başlıca derdi durumunda. CHP yönetimi, CHP'nin ilerici, yurtsever tabanının mücadeleci, anti-faşist, anti-AKP direnişini dizginlemek için sokak mücadelesinden, hakların mücadeleyle korunmasından adeta vebadan korkar gibi korkmaktadır. Tüm burjuva partileri gibi, CHP yönetimi de halklarımızın ve CHP tabanının gücüne ve iradesine güvenmemektedir.
Herşeye karşın, CHP'nin sol demokratik tabanının HDP ve diğer tüm demokratik, sol, devrimci güçlerin mücadele içinde oluşan anti-faşist birliğini korumak hayati önemdedir. Büyük Haziran-Gezi direnişi, 6-8 Ekim direnişi bu birliğin mührüdür, bu birliğin içinde doğduğu büyük halk ateşidir. Ancak bu birliği, AKP faşizminin oyunları içinde kalarak, sinik tutumlar alarak büyütemeyiz, koruyamayız. Bu birliği büyütmenin yolu, onu gerçekten demokratik, gerçekten mücadeleci, gerçekten özgürlükçü ve anti-şöven doğrultuya çekmemizle mümkündür.
Birliğimizi koruyalım! Fakat bunun yolunun sokaktaki mücadelede, kazanımlarımızı sinmeden korumakta olduğunu görelim. Büyük Gezi direnişi bize sinmeyi değil, isyanı, başkaldırmayı ve diktatörü halkın gücüyle yıkabileceğimizi gösterdi. Devrimin, isyanın hayal değil, halkın mücadelesiyle gerçek olabileceğini gösterdi. Bizler Denizlerin, Mahirlerin, İboların izindeyiz. Devrim istiyoruz! Halkın demokratik iktidarını kurarak kesintisiz sosyalizme yürümeyi hedefliyoruz. Düzen içi her kazanımı da bu yolda atılan küçük bir adım olarak görüyoruz. Ancak halkın kazanımlarını koruma iradesi göstermek koşuluyla...
Biz devrimci sosyalistler olarak muhalefetin tutarlı rotaya girmesinin tek yolunun haksızlığa, adaletsizliğe, baskıya itilen, yoksulluğa mahkum edilen herkesin yanında olmak olduğunu biliyoruz. AKP faşizminin oyunlarını hepimiz biliyoruz. CHP yönetiminin sinik ve düzeni koruma gayretlerinin de farkındayız. Fakat her iki düzen tavrının panzehiri tutarlı bir biçimde tabanda halkın demokratik birliğini korumak ve her türlü haksızlığa, adaletsizliğe karşı durmaktır. Bu bilinçle, İstanbul'da halkın iradesini gasp edenlere, tüm demokratik halk güçleriyle birlikte karşı duracağız.
İstanbulda yenilenen yerel seçimlerde gaspçı, hırsız, yağmacı faşizme karşı, hak gaspına uğrayan muhalefetin adayını destekleyelim.
Muhalefetin demokratik kesimlerinin gelişmekte olan duygudaşlığını, birlikte davranma tutumunu büyüterek tüm halkı kucaklayan güçlü ve tutarlı bir demokratik muhalefet yaratmak, bu yoldan devrimci savaşımı geliştirmek bugünün görevidir.
FAŞİZM YENİLECEK HALK KAZANACAK!
ÖZGÜRLÜK VE İNSANCA YAŞAM MÜCADELE SAFLARINA!
YAŞASIN TÜM HALK GÜÇLERİNİN DEMOKRATİK BİRLİĞİ!
EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ
FAŞİZMİ YENME İRADESİYLE 1 MAYISTA ALANLARA!
Emekçi Ezilen Halklarımız!
1 Mayıs'ı, AKP faşizmine attığımız 31 Mart tokatı ile karşılıyoruz. Coğrafyamızı ağır bir felakete sürüklemiş olan AKP faşizminin tüm saldırılarına, baskılarına rağmen, işçiler, köylüler, emekçiler, gençler, kadınlar ve tüm ezilen halklar olarak özgürlük ve insanca yaşam irademizi ve tavrımızı güçlü biçimde koruduğumuzu bir kez daha ortaya koyduk. Direnen halkın yenilmeyeceği bir kez daha net biçimde ortaya çıktı.
Ekonomik krizin derinleşeceği açıktır. Ve bu krizin yükünün emekçi halka yüklenmeye çalışılacağı da açıktır. Sadece bu da değil, AKP faşizminin dış politikası da iflas etmiştir. Dış politika dedikleri şey; Suriye'deki suçlarını örtbas etme ve Kürt düşmanlığı kapanına kadar daralmıştır. İçeride ve dışarıdaki hareket ve rant alanlarının daralması süreci, büyük belediyeleri kaybetmeleriyle birlikte artık tam bir çözülme sürecine dönüşecektir. Kısacası, rant, yalan ve saldırganlık üzerinden yüzen AKP gemisi ve inşa etmek istedikleri yeni devlet aygıtı artık batmaya başlamıştır.
Kardeşler!
Önümüzde büyük ve karmaşık bir mücadele süreci durmaktadır.
Bilmemiz gereken en temel şey; AKP faşizminin kendiliğinden yıkılmayacağı, bir seçim yoluyla da gitmeyeceğidir.
AKP, ABD emperyalizminin eliyle bir proje partisi olarak kurulmuştur. 2013'den itibaren ABD emperyalizminin desteği giderek azalmış olsa da, AKP, devleti yeniden dizayn etmede ciddi yol kat etmiştir. Buna bağlı olarak, büyük rant kapıları açmış, büyük suçlar işlemiştir. Bu nedenle, AKP açısından iktidarı kaybetmek, herşeyi kaybetmektir. Evet, seçimle iktidar yapıldılar, ama seçimle veya başka bir yoldan gitmemek için her şeyi yapacak, her suçu işleyeceklerdir. Bunu, 2015 Haziran seçimlerini kaybettiklerinde gördük. Seçim sonuçlarını kabul etmediler, Türkiye tarihinin en büyük katliamlarını (Suruç, Ankara, Antep) yaparak, zorla, hile ile seçim "kazandı"lar. Yaptıkları tüm hilelere rağmen kaybettikleri 31 Mart seçimlerinin ardından, CHP lideri Kılıçdaroğlu'na yapılan saldırı, İstanbul seçimlerini yenileme çabaları ve faşist MHP'nin lideri Bahçeli'nin seçimi kaybetseler de iktidarı vermeyeceklerini açıklaması, seçimle yönetim değişikliğini kabul etmeyeceklerinin açık göstergeleridir.
Diğer yandan, artık koşullar 2015'deki gibi değildir. Çözülüyorlar ve azimle direnen halklarımızı sindirmelerinin koşulları çok daha zayıftır.
Ancak direnen halk güçlerinin kazanması da kendiliğinden olamaz. Direnen halk güçleri parçalıdır. CHP yönetimi tabanındaki güçlü sol, demokratik yönelime karşın, sağcı ve milliyetçi politikalara angajedir. HDP, özgürlük ve insanca yaşam isteyen tüm kesimleri demokratik bir cephede toparlayacak konumdan uzaktır. Devrimciler, sosyalistler, komünistler ise oldukça zayıf ve dağınıktır. Bu zayıflıklarımıza rağmen, AKP faşizmine güçlü bir tokat attık.
Onu yenebiliriz de!
Sınıfsal, ulusal, dinsel, mezhepsel, cinsel vb farklılıklarımızı biliyoruz. Fakat esas olarak ortak paydamız olan özgürlük ve insanca yaşam isteklerimizin bizleri birleştirdiğini de görmeliyiz. Tabanda ve tavanda AKP faşizmini alt edecek bir halk hareketi yaratmak için birleşmemiz gerekiyor.
Birleşik halk hareketini değişik biçimlerde, en sertinden, en esnek biçimlerine değin hayatın içinde örmeliyiz. Bunu sadece çağrılarla yapamayacağımızı bugüne kadar yaşananlar gösterdi. Parola basittir; mahallende, işyerinde, fabrikanda, okulunda her yerde inisiyatif al, tüm anti-faşistleri, özgürlük ve insanca yaşam isteyenleri gizli yada açık, öz savunma yada başka mücadele biçimleri etrafında, koşullar hangisine uygunsa mücadele birlikleri içinde birleştir!
31 Mart seçimlerinin yarattığı moral ancak bir halk hareketi yaratırsak, sokaklarda, meydanlarda bir mücadele süreci yaratırsak gerçek bir güce dönüşür. Bunun için gerekli olan kazanma azmimiz büyüyor, mücadele zeminleri büyüyor, özgürlük ve insanca yaşam talebi büyüyor. Her yerde, her kesimde mücadele isteği mayalanıyor.
İşçi sınıfının ve tüm emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs, tam 130 yıldır tüm özgürlük ve insanca yaşam taleplerinin, mücadelelerinin en güçlü biçimde söze ve eyleme dönüştüğü gündür. 1 Mayıs'ı yoksullaşmaya, işsizliğe, zamlara, çocuklara dönük her türlü saldırıya, doğamızın tahrip edilmesine, kadınlara yönelik artan saldırganlığa, gençliğin işsizliğe ve yoksulluğa mahkum edilmesine ve hapishanelerdeki tecride karşı özgürlük, demokrasi ve insanca yaşam için sokaklarda, meydanlarda büyük bir direniş gününe dönüştürelim.
1 Mayısta bu mücadele ruhuyla ve bilinciyle alanları dolduralım. AKP faşizmine, soyguncu kapitalizme ve emperyalizme karşı devrim ve sosyalizm bayrağını yükseltelim.
1 MAYISTA ALANLARA!
DİRENECEĞİZ, BİRLEŞECEĞİZ, KAZANACAĞIZ!
FAŞİZM YENİLECEK HALK KAZANACAK!
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ
DEMOKRATİK KAMUOYUNA!
Kardeşler!
AKP faşizminin devletleştiği ve her türlü demokratik muhalefeti ağır baskı altında aldığı koşullarda yerel seçimlere gidiyoruz.
Onbinlerce devrimci, demokrat, yurtsever ve muhalif tümüyle legal ve meşru siyasal, sosyal ve kültürel faaliyetlerinden ötürü hapishanelerde. Söz, ifade ve örgütlenme özgürlüğü ağır baskı altında. Onbinlerce soruşturma dosyası işleme konulmak üzere bekletiliyor. İşkence, katliam vb. normalleştirilmiş durumda. Türkiye adaletin ve özgürlüğün olmadığı ülkeler kategorisinde...
Bu faşist baskı politikalarının ve AKP devletini inşa etme sürecinin bir uzantısı olarak seçimlere dönük hileler artık abartı boyutunu aşıp, absürd bir noktaya varmış halde. Sahte seçmenler, sahte oy pusulaları, sayım hileleri, merkezi düzeydeki bilgisayar oyunları vb... artık rejimin seçim oyunlarının temel unsurları durumunda.
Dahası, AKP faşizmi devrimci, demokrat, yurtsever ve muhalif belediye başkanlarına yönelik kayyum atama politikasıyla yerel seçimleri fiilen işlevsiz hale getirmektedir. Bunun anlamı seçilecek hiçbir muhalif yerel yöneticinin bir gram garantisi olmadığıdır. İkincisi, AKP faşizmi yerel yönetimlerin başta mali kaynakları olmak üzere tüm faaliyetlerini merkezi yönetimin idaresi altına sokarak, onları adeta kötürüm haline getirecek önlemleri daha şimdiden almıştır.
Bu koşullarda altında meşru ve adil seçimler yapılabileceği asla söylenemez. Muhalefetin alacağı her oy olağanüstü baskı ve teröre, hile ve dalevereye rağmen alınmış oylar oluyor, olacak. Kazanılan yerel yönetimlerin ise ne kadar yönetimde kalacağı ve ne yapacağı ise tümüyle AKP faşizminin keyfiyetine bağlı olacaktır.
Herşeye rağmen, seçimler ve somut olarak yerel seçimler mevcut koşullarda demokratik, devrimci mücadelenin geniş halk kesimleriyle buluştuğu demokratik mücadele zeminleridir. Ve hiçbir demokratik mevziyi, emekçilere ulaşmada ve onları toplumsal mücadelelerin birer öznesi yapmada rol oynayan hiç bir imkanı asla AKP faşizmine bırakmayacağız.
Yerel seçimlerde, belediye başkanlığı, il ve ilçe belediye meclisleri ve muhtarlık seçimlerinde, devrimci, sosyalist, demokrat, yurtsever, sol, halktan yana, emekten yana, AKP faşizmini geriletmede işlevi olan parti ve/veya adayları destekleyeceğiz. Onlarla omuz omuza mücadeleyi büyüteceğiz.
Daha somut olarak;
- Hangi parti ve adayların destekleneceği konusunda devrimci, demokrat ve yurtsever kesimler arasında ciddi tartışmalara neden olan Dersimden başlayarak ifade edecek olursak; Dersim'de devrimci, demokrat ve yurtsever kesimlerin ortak adaylar çıkarması elbette istenen ve tüm halk güçlerinin en çok gereksindiği şeydir. Ancak bu başarılamamıştır.
Gelinen noktada, Dersim Demokratik Halk Dayanışması'nın Dersim merkez ve ilçelerinde gösterdiği adayları destekleyeceğiz. Dersim Demokratik Halk Dayanışmasının bir bileşeni olarak hareket edeceğiz.
EÖC olarak Ovacık belediyesinde sınırlı düzeyde de olsa yürütülen halkçı demokratik belediyecilik anlayış ve pratiğinin desteklenmesi ve büyütülmesi gerektiğine inanıyoruz.
Türkiye devrimci ve sol hareketi her alanda olduğu gibi, legal çalışma alanında da büyük bir gerileme yaşamaktadır. Tam da bu nokta da, son yıllarda legal faaliyetlerde en önemli ve geniş kamuoyu tarafından destek ve değer görmüş başlıca çalışmalardan biri Ovacık belediyesinin pratiğidir. Bu çalışma salt çalışmayı yürüten SMF'ye değil, tüm ülke çapında genel olarak Türkiye sol ve devrimci siyasetine değer ve prestij kazanmıştır. Aynı zamanda attığı sınırlı adımlarla bile olsa halkçı demokratik belediyecilik konusunda tüm kamuoyunda prestijli bir örnek yaratmıştır. Türkiye devrimci ve sol hareketleri bu çalışmaya sahip çıkmalı ve hep birlikte bu çalışmayı daha da büyütmelidir.
İkinci olarak, Dersim açısından yukarıda belirttiğimiz istisnai durum haricinde tüm Kürt kentlerinde HDP'yi ve adaylarını destekliyoruz.
HDP halkçı demokratik bir hareket ve Kürt halkının demokratik bir sözcüsü olarak faşizme karşı direnişte en önemli bileşenlerden biridir. HDP ile omuz omuza olmayı devrimci, demokratik mücadelenin büyütülmesinin zorunlu bir adımı olarak görüyoruz.
Türkiye genelinde ise AKP faşizminin geriletilmesi ve demokratik, halkçı mevzilerin kazanılması için devrimci, sosyalist, sol, demokrat, ilerici, halkçı adayları parti farkı gözetmeden destekliyoruz.
Yerel seçimlerin sonuçları salt yerel yöneticilerin seçilmesi ile sınırlı olmayacaktır. Yerel seçimler AKP faşizmine karşı direnişin sürdüğünü, diz çökülmediğini, halkın kazanma umudunun büyütüldüğünü göstermenin de araçlarından biri olacaktır. Salt bu da değil. Seçim hilelerine, hırsızlığa, her türden halk düşmanlığına karşı direniş süreci olacaktır.
Bütün bu boyutları ve hedefleriyle yerel seçimleri devrimci, demokratik, anti-faşist direnişin bir mevzisine dönüştüreceğiz.
Yaşanan ağır ekonomik krizle birlikte çözülmeye başlayan AKP kitlesini, gericiliğin etkisi altındaki tüm kitleleri kazanmak, demokratik, sosyalist fikirlere yaklaştırmak için yerel seçimler zeminini kullanacağız.
CHP dahil tüm kendini sol olarak tanımlayan tüm kesimleri devrimci, demokratik güçlerle birliğe yaklaştırmak için yerel seçimler zeminini kullanacağız.
Anti-faşist, demokratik güçlerle, devrimci güçlerle somut mücadele içinde birleşip ortak mücadeleler yürütmek için yerel seçimler zeminini kullanacağız.
Yerel seçimlerde devrim, sosyalizm ve demokrasi güçlerinin kazanması için bir kez daha;
BİRLİK, MÜCADELE, ZAFER!
AKP FAŞİZMİNE KARŞI DEVRİM VE DEMOKRASİ GÜÇLERİNİN BİRLİĞİYLE KAZANACAĞIZ!
ÖZGÜR ÜLKE, İNSANCA YAŞAM İÇİN MÜCADELE SAFLARINA!
TEK YOL DEVRİM!
14 Şubat 2019
EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ
|
Devrimciler var,
devrimcilik yok;
fakat çıkışsız değiliz!
F. Kızılırmak
A- Yaşadığımız devrimcilik krizdir; devrimcilik yok...
Türkiyeli tüm devrimci ve sol hareketler ve kişiler belki de tarihlerinde ilk kez bir konuda anlaşıyorlar; milli kriz derinleşiyor, mücadele dinamikleri ve potansiyeli artıyor ama devrimci öncülük yok. Yani Türkçe’de zaman zaman kullandığımız bir ifadeyle; "Herşey var ama hiçbir şey yok". Nasıl ifade edersek edelim; olağanüstü acayip, olağanüstü absürd bir tabloyla karşı karşıyayız.
Daha baştan meramımızı açık biçimde ifade edelim; Türkiyede devrimciler var, devrimci örgütler var ama devrimcilik yok... Burada bir söz oyunu yok.
1990'lardan bu yana sınıflar mücadelesinde yaşanan oldukça büyük altüst oluşun devrimcilikte yarattığı ağır yıkımın ve çarpılmanın vardığı noktadır, devrimciler ve devrimci örgütler varken, devrimciliğin olmayışı. Yaşanan durumun adı tam olarak devrimcilik krizidir. Açalım...
B- Devrim ve devrimciliğe ilişkin kısa hatırlatmalar.
"Devrim, halkın devrimci girişimiyle -aşağıdan yukarıya- mevcut devlet cihazının parçalanarak, politik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracılığıyla -yukarıdan aşağıya- daha ileri bir üretim düzeninin örgütlenmesidir." (M. Çayan)1
Devrimcilik devrimin gerçekleştirilmesini aktüel bir sorun olarak görerek, bütün bir devrim sürecinin kesintisiz ve sürekli biçimde üretilmesini sağlayan, öncü faaliyetler eksenindeki tüm faaliyetlerin/pratiğin toplamıdır. Devrimci örgüt/parti/ hareket ise bu öncü çalışmaları örgütleyen, koordine eden, doğrudan gerçekleştiren, öncü kadroların çekirdeğini oluşturduğu devrimin ve devrimciliğin kalbi, beyni ve ruhu olan organizasyondur. Devrim, devrimcilik ve devrimci örgüt (ki buna devrimci
kadro da eklenebilir) birbirinden ayrılamaz. Biri olmadan diğerinin pratik değerini
yitirdiği yada yok denecek ölçüde azaldığı kavramlar ve dinamik olgular, hareketler bütünüdürler.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt dünyanın ve ülkenin nesnel gerçekliğine, devrimin temel sorunlarına, devrimin ve sosyalizmin içeriğine ilişkin içinden geçilen tarihsel döneme ve konjonktürel sürece uygun güçlü bir teorik ve politik kavrayış, güçlü bir ideolojik çizgi gerektirir. Başka bir ifadeyle, devrimin toplumsal güçlerinin en ileri kesimlerinde "evet, kurtuluş işte bu fikirlerde", "evet, işte bu fikirler tartışmaya değer" dedirtecek ışıklı ve güçlü bir paradigma/kavramsal çerçeve gerekir.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt devrimci siyasetin stratejik temelini oluşturacak bir stratejik plan gerektirir. Bu stratejik planının sacayakları olarak devrimin stratejik hedefini (sosyalist devrim, demokratik devrim vb.) ve devrimin stratejik çizgisini (uzun süreli halk savaşı, ayaklanma yada farklı bir kombinasyon) ve devrimde sınıfların stratejik mevzilenmesini (temel ve tali güçler ve ittifaklar) belirlemek gerekir. Devrimin stratejik planı devrimci teorinin yaşamla bağının pratik üzerinden sürekli biçimde kurulmasının yolunu ortaya koyar. Dinamik bir plandır;
sınıflar mücadelesinin temel unsurlarında değişime yol açan her faktörden etkilenir ve yeniden yeniden biçimlenir.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt ideolojik çizgi ve devrimin stratejik planı temelinde ülkedeki temel ve tali büyük siyasal ve toplumsal çelişki alanlarını tespit etmeyi gerektirir. Kapitalist toplumun temel çelişkisi olarak emek ve sermaye
çelişkisi belirli bir tarihsel süreçte ve konjonktürde ülkede ve dünyada oldukça farklı biçimler altında kendini gösterir. Yoksulluk ve yoksunluk, özgürlükler ve faşist terör, emperyalist baskı ve işgaller, ulusal sorunlar ve sömürgecilik, ekolojik sistemin kapitalizm tarafından ağır tahribi ve varoluş sorununa dönüşmesi, cinsler arası eşitsizlik ve baskı, ağır kültürel çürüme ve birey ve toplumun yaşadığı çok yönlü yıkım, vb.; emek ve sermaye çelişkisinin başlıca temel görünümleridir. Devrimcilik bu çelişkilerin içinden devrimci güç çıkarmaya, işçi sınıfı ve emekçileri devrim için örgütlemeye dönük politika üretmeyi ve bu temelde politik (daha doğru bir ifadeyle politik-askeri) pratik geliştirmeyi gerektirir. Devrimin stratejik planı bu toplumsal
çelişkilere dönük politikalar ve pratikler içinde oluşur, gelişir, derinleşir. İçinden geçilen her bir süreçte bu çelişkilerden hangisinin hemen veya yakın gelecekte keskinleşip
sınıf çatışmalarının asıl alanı olacağı ve hangi devrimci politikayla buna müdahale edileceği, devrimci pratiğin hangi araçlarla yürütülmesi gerektiği vb. sorular temelinde belirlenecek günlük ve dönemsel devrimci politika devrimciliğin olmazsa olmazıdır.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt devrimin stratejik planını ve dönemsel olarak öne çıkan çelişki alan/lar/ına dönük politikaları, içinden geçilen her dönemde güç ilişkilerine bağlı olarak hayata geçirmek için dönemsel (süre ve hedef temelli) pratik planlamalar olarak somutlaştırmayı gerektirir. Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt devrimci ideolojik çizgiyi, stratejik planı ve stratejik pratik planlamları hayata geçirecek örgütü, kurucu ve yürütücü kadroyu, pratik altyapıyı, kitle bağlarını her süreçte asgari düzeyde yaratabilmektir. Stratejik pratik planlamaya bağlı olarak mücadelenin her cephesinde stratejik ve taktik altyapıları hazırlamak, yani her stratejik alanda ve taktik adımda hazırlık aşamasını uzun vadeli yani stratejik bakıştan kopmadan gerçekleştirmektir. Devrimcilik; devrimci bilinç ve devrimci enerjinin en
ileri planlama temelinde devrimci pratik olarak bireşimidir. Stratejik bir devrimci plandan, taktik plandan, hazırlıktan ve çalışma için gerekli birikimden yoksun, yarı
planlı, kendiliğindenci, işi şansa bırakan, olayların ardından sürüklenen bir pratik devrimci pratik olmaz. 6 ay, 1 yıl, 2 yıl veya daha uzun bir süre için somut bir pratik
hedefe, bu hedeflere ulaşmak için bir bütünlüklü bir stratejik ve taktik plana sahip olmayan bir faaliyetçilik sadece kısır bir direnişçilik yaratabilir.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt dünyanın her yerinde en asgarisinden bir devrimci öz savunma gücü, Türkiye bağlamında ise politik-askeri bir güç olmayı gerektirir. Emperyalizm çağında, devrimler çağında, devrimin aktüel bir sorun olduğu bir tarihsel süreçte kılıcı olmayanın hiç birşeyi yoktur, olamaz. Kendini savunamayan,
düşmanın terörünü devrimci savaşla karşılayamayan bir devrimciliğin halkı savunması/halkla birlikte bir savunma hattı yaratması, halkta, işçi sınıfında, gençlikte kurtuluş umudu, azmi ve cüreti yaratması mümkün olmadığı gibi, varlığını
da sürdüremez. Ya yok olur ya da öz savunma ve devrimci savaş çizgisini terk ederek düzen içileşir. Bu bağlamda, öz savunma ve faşist teröre, gizli ve açık işgale, sömürgeciliğe ve yeni-sömürgeciliğe karşı devrimci savaş devrimciliğin, devrimci örgüt olmanın ve devrimci kalmanın en merkezi unsurlarından biridir.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt kadrolarda, kadroların pratiğinde, yarattıkları örgütlerde, hayatı örgütleme tarzlarında, kendi aralarında ve işçi ve emekçilerle
kurdukları ilişkilerde somutlaşır. Her devrim süreci ve fikri, her devrimcilik iddiası ve pratiği, her devrimci örgüt, her devrimcilik dönemi kendi kadrosunu yaratır/ yaratmak zorundadır. Kurucu ve taşıyıcı kadrolar... Kendi kadrosunu yaratamayan bir devrim süreci/fikri, bir devrimcilik pratiği/iddiası ve bir devrimci örgüt yenilmeye mahkumdur. Sıradanlık, bütünlüklü bir devrimci pratik ve örgütsel faaliyetten kopukluk devrimci kadro yaratmaz, olanı da öldürür. Bir devrimci kadro devrimci pratik, devrimci eğitim, devrimci ilişkiler, örgütlü kolektif yaşam, kitleler
içinde mücadeleyi üretme ve örgüt yaratma süreçlerinin toplamının ürünü olarak gelişir ve somutlaşır. Sistematik, örgütlü ve hedefli bir kadrolaşma süreci devrimin
kadrolarını yaratır.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin devrim için devrimci saflarda örgütlenmesi ve mücadelenin öznesi haline getirilmesi demektir.
Sadece işçi ve emekçi kitlelerinin devrimci mücadeleye kazanılmalarına hizmet eden bir faaliyet, bir pratik, bir süreç devrimcilik üretebilir, tutarlı bir devrimci
çalışma olarak tanımlanabilir. Doğrudan buna hizmet etmeyen hiç bir süreç, hiç bir faaliyet, hiç bir pratik güçlü ve uzun erimli bir devrimcilik üretemez. Bunun anlamı,
devrimciliğin işçi ve emekçi kitleleriyle yani halkla doğrudan, kesintisiz bir mücadele bağı olduğudur. Halkın her haklı talebinde, her mücadelesinde kendi rengimizle
ve onları devrimci mücadeleye kazanma perspektifiyle yer almak, devrimci eylemimizle en ileri kesimlerin dikkatini faaliyetlerimize çekmek, kazanmak, birlikte mücadelenin her türlü kanalını kullanmak, asla ukalaca önden öncülük taslamamak, sıra neferi olarak işe girişerek öncülüğü kazanmak... Ve her ne olursa olsun, tüm devrim
fikrinin merkezi unsurunun işçi ve emekçileri devrimin öznesi haline getirmek olduğunu unutmadan, her türlü faaliyetimizi bu temelde geliştirmek...
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıf ve tabakaları ve onların devrimci, demokratik, sol örgüt ve temsilcilerini, sendikal ve diğer toplumsal örgütlerini her bir dönemde sürecin ihtiyaçlarına ve bu örgütlenmelerin
niteliklerine uygun biçimde farklı biçim ve düzeylerde birleştirmeyi gerektirir. Eylem birlikleri, cepheler, platformlar, bloklar, parti birlikleri vb. pek çok biçim altında
kapsamlı bir birlik ve ittifak politikası geliştirerek tüm devrim güçlerinin mücadele birliğini sağlamak devrimciliğin olmazsa olmazıdır.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt yukarıda bir kısmını sıraladığımız noktaların en elemanter düzeyde çekirdek unsurlarını oluşturduğu, ancak daha da ötesinde yeni komünist uygarlığı yaratmaya dönük herşeyi içeren bilinç ve eylem bütünlüğüdür.
İşte devrimcilik yok derken, kastettiğimiz şey esas devrimciliğin olmazsa olmazı olan bu bilinç ve eylem bütünlüğünün, en elemanter düzeyde yokluğudur.
C- Devrimcilik 25 yılda adım adım eriyerek yok noktasına gelmiştir...
Türkiyede bugünkü devrimciliğin son büyük ayağa kalkışı, yükselişi 12 Eylül sonrasının ağır yenilgisinin ardından gelen 1987-92 yükselişidir. Bu dönemde, 1986-87 yıllarından itibaren devrimci ve demokratik öğrenci hareketinin yükselişe geçişi, 1989'da Bahar eylemleriyle ayağa kalkan Zonguldak Madenci greviyle büyük bir ivme yakalayan işçi hareketi, Kürdistan'da gerillanın kitlesel mücadele dinamiği
yakaladığını gösteren 1989'la birlikte başlayan köylü eylemleri ve arkasından gelen kent serhildanları ve bu zeminlerde yeniden toparlanan Türkiyeli devrimci örgütlerin
faaliyetlerinin ciddi bir büyüme yaşamasıyla somutlaşan önemli bir yükseliş yaşamıştır.
1987-1992/3 arası dönemde yaşanan bu yükseliş, 1965-72 atılımı ve 1975-80 büyük yükselişine nazaran oldukça zayıf olmasına karşın, Türkiye devrimciliğinin son yükselişi olmuştur.
Türkiye devrimci hareketi açısından 1995-6'dan bu yana gelişen süreç tüm devrimci pratiğin, yani bütünen devrimciliğin adım adım zayıflaması törpülenmesi,
düşmanın tolere edebileceği sınırlar içine çekilmesidir. Yaklaşık 2010'dan bu yana ise yok denilecek noktaya değin gerilemiştir.
Hemen belirtelim; faşizmin 1990'lardan bu yana uyguladığı ağır terör kampanyaları bu gerilemeyi ortaya çıkaran unsurlardan biri olmasına karşın, asli birunsur değildir. Karşı-devrimin işi her dönem, her koşulda her türlü aracı kullanarak
devrimci güçlerin bastırılmasıdır. Bir devrimci faaliyet düşmanın olası ve yada mevcut saldırıları hesaba katılarak örgütlenir ve başarı bu temelde hedeflenir. Düşmanın
saldırıları adeta hesap dışı, sürece sonradan dahil olan bir unsurmuş gibi ele alınamaz ve yenilgilerin asli nedeni olarak gösterilemez. “Ringe çıkacağım ve maçı alacağım” diyorsanız, bir boksörle kavga edeceğinizi, onun size acımasızca saldıracağını biliyor ve kabul ediyorsunuz demektir. “Yenildik, çünkü düşman şöyle saldırdı,
şu kadar yoldaşımızı hapse attı, şöyle işkence yaptı, şu kadar yoldaşımızı katletti” diyemezsiniz. Düşmanın bunları yapacağını bilerek ve buna rağmen düşmanı
alt edeceğinizi iddia ederek mücadele arenasını çıkıyorsunuz. Bu nedenle, devrimci hareketin yaşadığı yenilgi durumunu düşmanın saldırılarıyla açıklamak, yada bunu
en temel nedenlerden biri olarak göstermek gerçek dışı bir tutumdur. Gerçeklik bilincini yitirmekten ve/veya toplumu bu temelde aldatma çabasından başka bir anlam
taşımamaktadır.
Devrimci hareketin yaşadığı ağır yenilgi esas olarak hareketin kendini devrimci tarzda üretememesinden kaynaklıdır. Halk deyişiyle "her elmanın kurdu kendindedir",
ya da diyalektiğin ifadesiyle "çelişki içtedir".
Türkiye Devrimci Hareketi 12 eylül faşizminin saldırılarıyla politik, örgütsel, kadrosal, kitle bağları vb. her alanda ağır bir yıkım yaşamış, iç çelişkiler ve bölünmelerle dağınıklaşmış, teorik gelişmeyle ve dünyadaki büyük değişim süreciyle
bağı zayıflamıştır. 1987-92 arasında yaşadığı zayıf yükselişin etkisiyle bütünlüklü bir yenilenme perspektif geliştirmek yerine, bu zayıf yükselişin üzerine binerek yol alabileceğini düşünmüştür.
Bu mümkün değildi.
Birincisi ve herşeyden önemlisi, dünyadaki ve Türkiye'deki tüm stratejik güç ilişkileri hem emperyalist-kapitalist sistem bağlamında, hem de dünya sosyalist hareketi açısından bütünlüklü ve köklü biçimde değişmişti. Dünyadaki toplumsal, sistemsel ilişkiler 1-2 yıl gibi çok kısa bir süre içinde niteliksel ve niceliksel olarak kökten değişime uğramıştı. Daha önceki denklemler, tüm dengeler tamamen
değişmişti. Dünya artık birkaç küçük istisna hariç emperyalist-kapitalist sistemin egemenlik alanı içine girmişti. Dünya emperyalist kapitalist sisteminde 1980'lerde
başlayan restorasyon süreci kaçınılmaz olarak eski reel sosyalist ülkeleri de kapsayarak çok daha büyük bir genişlik ve içerik olarak da derinlik kazanarak yeni bir boyuta sıçradı. 1917 Ekim Devrimi ile başlayan bir sosyalizm deneyimi çökmüştü.
Sosyalizme ve sınıflar mücadelesine ilişkin ön kabullerin büyük çoğunluğu tarumar olmuş, sol ve devrimci güçler saflarında dünya ölçeğinde derin bir varoluşsal kriz
başlamıştı. Yeni-sömürge bağımlı çarpık Türkiye kapitalizmi de 12 eylül sonrasında, dünya kapitalizminin 1980'lerde başlayan restorasyon programına bağlı olarak siyasal, askeri, kültürel, sosyal vb. her alanda kapsamlı bir değişim, Özal'ın deyişle "transformasyon" yaşamaktaydı. 1990'larda ortaya çıkan yeni dünya durumuyla birlikte bu değişim, Türkiye'nin Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ilişkileri ve Kürt sorununun kazandığı boyutlarla bağlantılı olarak oldukça sarsıcı krizli bir yapı kazanmıştı.
Bu yeni koşullarda 1987-92/3 döneminin zayıf yükselişinin rüzgarını arkaya
alarak bir çıkış mümkün olamazdı. Hem 12 Eylül sonrasının, hem de 1990 sonrası
gelişen dünya ölçeğindeki yeni bir tarihsel dönemin ortaya çıkardığı nesnel ve öznel
koşullara ancak mücadelenin bütün alan ve cephelerinde bütünlüklü bir devrimci
yenilenme perspektifiyle cevap oluşturulabilirdi. Yeni bir stratejik bakış; yeni bir
mücadele düzeyi için iyi örgütlenmiş ve sabırlı bir devrimci yenilenme gerekiyordu.
Fakat 12 Eylül sonrası hem kadro yapısı, hem örgütsel ve toplumsal ilişkileri
zayıflamış olan devrimci güçler 1987-92/3'ün zayıf yükseliş rüzgarları içinde binbir
sorunla boğuşurken yaşanan değişim sürecinin çapını, anlamını, kısa, orta ve uzun
vadede bizi karşı karşıya bıraktığı karmaşık ve zorlu tabloyu ve görevleri anlamaktan
uzaktı. Bir yandan, sorunların yarattığı bin bir yük altında büyük zorlanmalar,
bir yandan zayıf yükseliş rüzgarlarıyla şaha kalkmış subjektivizm, yakın devrim hayalleri...
Bir yandan dar askeri bakış açısı, şişirilmiş bir iyimserlik ve gerici tasfiyeci
dalgaya karşı genel teorik ve politik muhafazakarlık, diğer yandan 12 Eylül terbiyesini almış ve devrimcilikten uzak duran reformizm... Zaten zayıf olan devrimci
birikim bu kıskaç içinde adım adım öğütülmeye başladı.
Bu tablo özellikle 1992'de oligarşinin başlattığı "topyekün savaş konsepti"
ile birlikte ağır bir yıkıma dönüşmüştür. 1995'e gelindiğinde devrimci hareketlerin
militan çizgide olanlarının tümünün yönetici kadrolarının ve militanlarının büyük
bölümü tutsak düşmüş yada katledilmiş, devrimci hareketin büyükçe bir bölümü
ise reformist hat'a girmişti. Aslında Türkiye'de devrimciliğin pratik olarak bitişinde
büyük kırılma için bir tarih vermek gerekirse 1995-6 tarihlerini vermek mümkündür.
2010-12 ise artık bir dip eşiğine varıştır.
Bu yıkım sürecini mücadelenin her cephesinde somut olarak görebilmek
mümkün.
D- Her cephede çöküş somuttur!
Teori ve politikada, devrimcilik için düşünsel temel oluşturacak güçlü ve bütünlüklü
bir çizgi yaratılamamıştır. İdeolojinin devrimci yenilenme temelinde yeni
tarihsel koşullarda yeniden kurulması, inşa edilmesi perspektifiyle bütünlüklü kimi
çalışmalar olsa da bunlar pratik sonuçlarına ulaşmamıştır. Teorik çalışmada genel
olarak egemen olan durum ise kimi konu ve alanlara ilişkin parça ilerlemelerdir.
Toplamda devrimin toplumsal güçlerinin; işçilerin, küçük burjuvazinin, öğrencilerin,
gençlerin en ileri kesimlerinde "evet, işte kurtuluşun çizgisi budur", "bu fikirler
kurtuluş çizgisini yaratmak için tartışılmaya değer" duygusu ve bilinci yaratan bir
ideolojik düzey, bir paradigma/kavramsal çerçeve yaratılamamıştır. Daha da kötüsü
son on yıldır devrimci güçler cephesinde herhangi bir konuda ciddi bir tek teorik-politik
tartışma alanı açılmış değildir. Çoğu durumda gündelik ilişkilerde muhafazakar
bir dar pratikçiliğe oynama, "İnsanlar devrimci örgüte gelirken fikirlerine mi
bakıyor? Sosyalizmi mi tartışıyor?" gibi absürd izahatlar geliştirme egemen yaklaşım
haline gelmiştir. Bununla bağlantılı olarak devrimci saflardaki kadro, militan ve
taraftarlarda teorik-politik düzey ve eğitim de yerlerde sürünen bir noktaya genel
olarak gerilemiştir. Bugün milyonlarca genç sol ve demokratik düşüncelere ve faaliyetlere
ilgi duymasına ve Haziran direnişi ve sonrası mücadelelerde gördüğümüz
üzere bunlara katılmasına karşın, devrimci güçlerin fikirleriyle, ideolojik-politik çizgileriyle
ilişkilenme (kabul etme vb. değil, salt ilişkilenme) düzeyleri yok denecek
kadar azdır. Devrimcilik teorik-politik üretim ve etki bağlamında yok noktasındadır.
Devrimin stratejik planı bağlamında 1970'lerde belirlenen stratejik planları
1990'ların yeni dünya koşullarında yeniden üretme yaklaşımı olmadığı gibi, eskileri
kısmen de olsa koşullara uyarlama yaklaşımı da yoktur. Ne devrimin stratejik
hedefi ve sosyalizm perspektifini, ne derimin stratejik çizgisi ve mücadele biçimleri
perspektifini, ne de devrimde sınıflar mevzilenmesi bağlamında yaşanan değişimleri
bütünlüklü bir yenilenme perspektifi ele alan bir devrimci çizgi üretilmiştir. Dahada vahimi devrimci faaliyetler önemli ölçüde devrimin stratejik planı bağlamından
kopmuş, bunun yerine önemli ölçüde parça başı politik gelişmelere tepki niteliğinde
sıradan protestocu ve düzen içi pratikler ikame edilmiştir.
Devrimcilik temel pratik politika eksenleri alanında da yok noktasına değin
gerilemiştir. Türkiyede siyaset alanı kimi zaman yoksulluk, yoksunluk eksenli insanca yaşam talepleriyle, kimi zaman anti-faşist özgürlük talepleriyle, kimi zaman sahte yada gerçek emperyalizm karşıtı politik süreçlerle, kimi zaman Kürdistan’daki anti-sömürgeci savaşın etkileriyle, kimi zaman ekolojik mücadelelerle, kimi zaman
özellikle kadınların eşitlik ve yaşam mücadeleleriyle, kimi zaman kültürel çürümeye karşı dayanışma ve insanca yaşam için mücadeleleriyle biçimleniyor. Bu başlıca
çelişki eksenlerinin belirlediği hiç bir toplumsal süreçte devrimcilerin son 25 yılda belirleyici bir rol oynaması ve büyük kitleleri saflarına toplaması söz konusu olmamıştır. Bazı örnekler özellikle çarpıcıdır. 2001'de Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizi yaşanır ve kitleler kendiliğinden sokağa dökülüp polisle çatışırken, ölümler yaşanırken, Türkiye Devrimci Hareketi bu büyük altüst oluşun tümüyle dışındadır. O, ölüm oruçları üzerinden kendi derdini gündeme yapmaya çalışmaktadır. 2013'de bu kez Türkiye tarihinin en büyük isyanı ülkenin 81 kentinin 80'inde aynı anda yaşanarken (bu isyan bu boyutuyla dünyada belki de eşi olmayan bir isyandır) Türkiye devrimci hareketi on milyonu aşkın kitlenin içinde sıradan bir unsur düzeyini aşamayan bir yerde durmaktadır. En fazlasından kitlenin en militan, ama milyonlara öncülük yapmaktan, onları daha ileri mücadelelere taşımaktan uzak bir bileşeni durumundadır. 2014 6-8 Ekiminde Kürdistan'da yaşanan en büyük isyan patladığında Türkiye Devrimci Hareketi bu isyanın önemli bir parçası olmaktan uzaktır. Son 4 yıldır milyonların eylemli olarak katıldığı önemli seçim mücadeleleri ve toplumsal
mücadeleler, gösteriler vb. durmaksızın devam etmektedir. Barış mücadeleleri, kadın mücadeleleri, ekolojik mücadeleler, adalet ve özgürlük eylemleri ülkenin dört bir
yanında gerçekleşmiş ve milyonlarca insanımız bu eylemlere katılmıştır. Devrimci güçlerin bütün bu mücadeleler bağlamında ne geliştirdiği ve toplumsallaştırdığı tek
bir politika ne de gelişen mücadelelerde öncü bir rol oynama durumu söz konusudur. Devrimci siyasetin güçlü biçimde üretilmesi için devasa nesnel imkanlar ve büyük
kitlesel mücadeleler neredeyse her yıl ortaya çıkmaktadır. Bırakalım bunlara güçlü biçimde müdahale etmeyi, bırakalım belirli bir politik tespit temelinde bu çelişki alanlarından birine veya birkaçına odaklanarak etkili bir çalışma yürütmeyi, sıradan katılımın ötesinde ortada devrimcilik yoktur.
Devrimci güçlerin pratik çalışmaları da toplamda esasen belirli bir stratejik ve taktik pratik planlamanın eseri olarak görünmüyor. Devrimci yazında 6 ay, 1 yıl veya daha fazlası için somut bir hedef ve hazırlık perspektifi bulunmuyor. Devrimci hareketlerin yürüttüğü etkili ya da etkisiz orta vadeli tek bir bütünlüklü politik pratik mücadele kampanyası neredeyse yoktur. Başlıca toplumsal çelişki eksenleri üzerinden bütünlüklü kampanyalar yürütme perspektifi artık neredeyse yoktur. En meşru toplumsal mücadele pratiklerinde bile devrimciler ya yoktur ya da dikkate alınmayacak ölçüde zayıf bir varlık göstermektedirler. Somut bir örnek olarak Flormar fabrikasında sendikalaşma nedeniyle işten atılan yüzü aşkın çoğu kadın işçi aylardır
bir direniş sürdürüyor. Bu kadın işçilerin çoğunluğu da devrimcilerin ve solun bir türlü ulaşamadığı dindar yoksul kesimden... Onlarla küçük bir noktadan da olsa bağ
kurmak, anlamak ve kendimizi anlatmak için önemli bir fırsat... Flormar kamuoyu tavrına ürettiği kozmetik ürünleri nedeniyle oldukça hassas olarak bir işletme. Kitlelere
tehşirden hızla etkilenecek bir firma. Flormar işçileriyle dayanışmanın onlarca farklı biçimi yaratılabilir, bu küçük mücadele büyük bir direniş zeminine dönüştürülebilir.
Üstelik direniş büyük meşruiyet zeminine sahip. Ancak devrimci güçlerde bu direnişe bulunulan alanlarda katılmak, dayanışma faaliyetleri örgütlemek, bunu büyük bir kampanyaya dönüştürmek yönünde tek bir adım yok. Direniş alanı pek çok işçi, sendika, aydın, sanatçı, çeşitli sol liberal kurumlar tarafından sık sık ziyaret edilirken, devrimci güçlerin ziyaretleri dahi yok denecek düzeyde.
Kısacası, ne stratejik ve taktik pratik planlama bağlamında, ne de gündelik, spontan, protestocu, parça başı pratikçilik bağlamında sınıf mücadelesinde az yada çok etki yaratan bir pratik devrimcilik kalmamıştır. Tekil ve protestocu faaliyetçilik bile olabilecek en az noktasına çekilmiştir. Bir dönem çok eleştirilen basın açıklamacılığı pratiği bile artık nadiren görülüyor. Parça başı politik-askeri nitelikteki
eylemler ise çok daha nadir görülen bir pratiktir. Yaygın pratik kimi protesto eylemlerine ve kendi dışındaki burjuva yada sol liberal muhalif faaliyetlere günlük olarak
katılmanın ötesine geçmiyor. Yapılan pek çok pratik artık işçi ve emekçi kitleleriyle buluşma kaygısının ötesinde, daralan örgüt ve kitle ilişkilerini ayakta tutmak, örgütün
varlığını sürdürebildiğini göstermek için yapılıyor. Yani halka ve hayata bir müdahale olarak değil, esasta içe dönük bir faaliyet olarak gelişiyor.
Devrimcilik halkın öz savunması ve devrimci politik-askeri güç ve pratik yaratma bağlamında da olabilecek en asgari düzeye gerilemiştir. Başarılı öz savunma
eylemi yada politik-askeri eylem ancak bir kaç yılda bir, yani istisnai olarak gerçekleşebilmektedir. Sokak mücadelesinde devrimcilerin öncülük ettiği barikatlar
ve sokak savaşlarıyla biçimlenen süreçler artık tarih olmuştur. Yada çok istisnai durumlara dönüşmüştür. Devrimci mahalleler olarak bilinen semtlerde bile devlet
destekli mafyacılar devrimcilere kafa tutmakta, hatta devrimcileri katlederek, kurumlara sürekli silahlı saldırılar düzenleyerek sindirip egemenlik kurabilmektedir.
Bu saldırıların hesabı dahi sorulamamaktadır. Devrimci hareketler kendilerini mafyacı çetelerden koruyabilecek bir öz savunma gücü ve pratiğine dahi sahip değiller.
Kırlarda özellikle Dersim sıkışan ve son yıllarda alınan darbelerle ağır bir tasfiye durumu yaşayan kır gerillası pratikleri ise son on yılda neredeyse hiç bir anlamlı
pratik üretememiş, tersine kadro ve olanak tüketen bir zemine dönüşmüştür. Üstelik bu vahim tablo, Türkiye devrimci hareketinin Rojava devrimine katıldığı, orada
ve medya savunma alanlarında askeri üsler ve karargahlar oluşturdukları, her türlü askeri eğitim ve tekniğe kavuştukları, kendilerini politik ve askeri olarak her açıdan eğitip, yenileyebilecekleri, hazırlayabilecekleri imkanlara tümüyle sahip oldukları koşullarda ortaya çıkmaktadır. Bu alanlarda varolan muazzam imkanlar ülkeye taşırılamadığı
gibi, çok sınırlı ölçülerde ülkeye taşırıldığında ise düşman tarafından kısa sürede tasfiye edilmektedir. Dahası, bu imkanlar günümüz koşullarına uygun bir politik-
askeri perspektif ve pratiğin yaratılması için değil, politik süreçlere denk güçlü vuruşlar için değil, sıradan bir askeri çalışmanın sürdürülmesi için kullanılmaktadır.
Yani Rojava ve medya savunma alanlarının sunduğu büyük askeri ve politik imkanlar bütünlüklü bir devrimci yenilenme perspektifi ile ele alınamadığında sadece sınırlı moral bir değere dönüşmekte, anlamlı bir politik-askeri güç yada öz savunma zemini yaratılmasına vesile olmamaktadır. Özellikle son beş yılın devrimci askeri pratiği bunun oldukça açık ifadesidir.
Öz savunma ve devrimci savaşın yürütülmesine ilişkin son on yıllarda ortaya çıkan teknolojik zorluklardan hareketle yapılan ve "hayatta kalmak için silahlı mücadeleyi ret teorileri" olarak tanımlayabileceğimiz teoriler ise aslında devrim fikrinden yüzgeri etmenin kılıflarıdır. Eğer "kılıcınız yoksa hiç birşeyiniz yoktur" tespiti doğruysa, zorluklar teferuattan ibarettir. Her silahın, her aracın anti'si vardır ve insan tarafından yaratılmış her engel başka insanlar tarafından aşılabilir. Yeter ki, devrimci politik çizgi-devrimci askeri strateji-örgüt-kadro-yaratıcı taktik-teknik-kitle bağları zincirini doğru bir tarzda oluşturalım. Devrimciliği bu alanda daha önce de ürettik, bugün de üretebiliriz. Yeter ki, doğru bir yoğunlaşma ve yaratıcı bir çizgiyle önümüzdeki engellere bakalım, kendimizi daha önceki mücadele deneyimlerimizden çıkmış kalıplarla bağlamayalım.
Devrimcilik kadrolaşma bağlamında da bitmiştir. 1992-3 sonrasında, Türkiye'de yeni dönemin devrimci tarzını yaratan, büyük devrimci sonuçlar ortaya çıkaran
kadrolar, önderler, militanlar kuşağı ne yazık ki çıkmamıştır. Bütünlüklü bir devrimci yenilenmenin olmadığı koşullarda, dönemin kadrolarının ortaya çıkmasını beklemek
sadece boş hayalcilik olabilir. Türkiye devrimci hareketinin son 25 yıldaki bini aşkın şehidine rağmen, büyük çıkışları örgütleyebilen kadro zemini yoktur. Devrimin
toplumsal tabanının en ileri kesimleriyle buluşacak bütünlüklü bir paradigması ve pratiği olmayan bir devrimci hareketin kadro bağlamında da adeta kuruması kaçınılmazdır.
Nihayetinde böyle de olmuştur. Devrimci hareket 2001 krizinde sokağa dökülen milyonların, 2013 büyük Haziran direnişinin on milyonlarının, 2014 6-8 Ekim isyanının milyonlarının, sonrasında sokaklara çıkmış on milyonların çok küçük bir bölümüyle dahi örgütsel olarak ilişkilenememiştir. Bırakalım örgütsel ilişkilenmeyi ve kadrolaşmayı, milyonların sokağa döküldüğü son beş yılda devrimci hareketlerin
bayrakları altında sokağa çıkanların sayısı bile her yıl daha da azalmıştır. Bu noktada, son 2 yılın İstanbul 1 Mayıs'larına devrimci hareketlerin katılımına bakmak yeterlidir. Diğer yandan, geçmiş dönemlerden gelen kadro birikiminin önemli bir bölümü de şu veya bu biçimde tasfiye olmuştur. Devrimci hareketlerin içinde oluşan her türlü geriliği ve çürümüş statükoları benimsemiş ve bu temelde kendini yaşatan,
hareketleri ise adım adım tasfiyeye götüren bir "kadro" tipi de küçümsenemeyecek bir yaygınlığa ve etkiye sahip olmuştur.
Devrimcilik işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin mücadelenin öznesi haline getirilmesi ve örgütlenmesi bağlamında da bitmiştir. Bu durum herkesin en kolay biçimde gözlemleyebildiği olgulardan biridir. Bu yönlü, günden güne eriyen mevcut
ilişkileri koruma çabasının ötesinde, yeni ve ileri zeminler yaratmaya dönük sistematik, çok yönlü, uzun erimli ve somut sonuçları gözlemlenebilen tek bir devrimci güç bulunmuyor. Somut olarak ele aldığımızda, ne işçi sınıfı mücadelelerinde ne öğrenci gençlik mücadelelerinde ne kadın mücadelelerinde ne ekolojik mücadelelerde
ne ulusal demokratik mücadelelerde ne kültürel mücadelelerde anlamlı bir devrimci etki yaratan bir pratik, bir örgütsel ve kadrosal birikim yoktur. Kitlelerle güçlü ve etkili bir ilişkilenme yoktur.
Flormar direnişi örneği üzerinden devam edecek olursak, hem sendikalaşma hem de ekonomik, sosyal ve demokratik haklar bağlamında içinde geçmekte olduğumuz
kriz sürecinde pek çok işyerinde işçi sınıfının direnişleri hızla mayalanmaya devam ediyor. İnşaat işçilerinin direnişleri, atanmayan yüzbinlerce öğretmenin direnişi, KHK'larla işten atılan akademisyenler, kamu emekçileri, işten atılmalara
karşı direnişler vb... Bütün bu direnişler gelişirken işçi sınıfını devrimci çalışmaya kazanmaya dönük bir devrimci faaliyet yoktur. Sendikalardaki sınırlı devrimci etki dışında sahnede devrimcilik yoktur. Mahallelerin, öğrencilerin, işçilerin karşılıklı dayanışmasını örgütlemeye, bu mücadeleler içinde devrimci çalışmayı örgütlemeye dönük belirgin bir iz emare görülmüyor. Flormar direnişinde olduğu üzere, ziyaret
bile örgütlenmiyor. Bu noktada yaklaşık 30 yıl önce, 1987 ve 1989'da Flormarla kimi yanlarıyla benzeşen Migros grevlerini ve ayrıca 1986 Netaş grevini anmadan geçmemek gerekir. Devrimci hareketin henüz yeni toparlandığı süreçte yüzlerce genç devrimci bu direnişlerle dayanışma mücadeleleri içinde ilk sınıf mücadelesi deneyimlerini kazandılar. Devrimci örgütler tüm zayıflıklarına rağmen binlerce öğrenciyi, esnafı, mahalle halkını vb. grev alanlarına taşıdı. Daha büyük mücadeleler pek çok şeyin yanı sıra bu mücadeleler içinde mayalandı. Devrimci hareketi 1980'lerin
ikinci yarısından, 1990'ların sert mücadelelerine bu mücadeleler, direnişler içinde yetişen genç kadro kuşağı taşıdı. Sınıf devrimciliği ve kitle mücadelesinin hayati rolüne
ilişkin edebiyat sürekli biçimde tekrarlanmasına rağmen, devrimcilik bu alanda da pratik olarak bitmiştir.
Devrimcilik, devrimin güçlerini çeşitli birlik ve ittifak ilişkileri zemininde birleştirmek, birleşik devrimci güçler yaratmak bağlamında da önemli ölçüde bitmiştir. Devrimci güçler kendi aralarında pratik olarak işleyen devrimci birlikler yaratamıyorlar. HBDH bunun son örneğidir. Oldukça olumlu bir zeminde geliştirilen HBDH ülkede somut bir karşılık üretememiştir. Açık ki, ülkede kendi varlığını sürdürmenin
derdine düşmüş, asgari düzeyde bile devrimcilik üretemeyen örgütlerin, HBDH gibi ileri bir birlik düzeyini ülkede geliştirmesi mümkün olmadı. Şu anda en geniş demokratik, anti-faşist, anti-emperyalist birlik zemini olan HDP ve HDK'de bütün potansiyeli kucaklamaktan uzaktır ve giderek çatırdamaktadır. Daha da ötesi devrimcilik üretemeyen devrimci hareketler giderek daralmakta, etkisizleşmekte ve çıkış yolu üretemediği her durumda bölünmeler yaşamaktadır. Son birkaç yıl içinde
çoğu devrimci hareket, yurtsever yapılar, sol parti ve çevreler ya bölünme yaşamış ya da küçümsenmeyecek kopuşlar nedeniyle zaten zayıf olan yapıları daha da
zayıflamıştır. Devrimin nesnel imkanları büyürken devrimci örgütler küçülmekte, devrimciler azalmakta ve parçalanmaktadır. Birliği ve ittifak ilişkilerini yani devrimciliğin çok önemli bir boyutunu üretmenin giderek daha da uzağına düşülmüştür.
***
Yukarıda çok kabaca, genel hatlarıyla ortaya koyduğumuz gerçeklik aslında
deyim yerindeyse buz dağının görünür kısmıdır. Ayrıntılara inildiğinde durum daha
da vahimdir.
Hatırlatmakta fayda var; biten salt öncü devrimcilik değildir. Devrimciliğin
daha alt biçim ve düzeyleri de bitmiştir yada kayda değer düzeyde değildir.
Ve yine bir kez daha hatırlatmakta fayda var; bu yeni bir durum değildir.
Devrimci hareketlerimizin içinden çıktığı 1945-90 arası dönemin devrimciliği Türkiye
özgülünde 1995-6'ya gelindiğinde bitmişti. Bugün varılan nokta, geride kalan
devrimcilik çabalarınında önemli ölçüde tasfiye olmasıdır.
E- Devrimciliğin bittiği iddiası aslında devrimcilerin büyük bir bölümünün
iddiasıdır
Devrimci hareketlerin kendi gerçeklerinin negatif yanları vurgulandığında, yaygın klasik refleks bunu kaba savunmacılıkla karşılama, kimi zaman bunu bir saldırı
yada hakaret olarak görmedir. Eleştiride kimi yanlışlar, hatalar, abartılar olması ya da eleştirenin de aynı hatalarla malul olması hemen eleştirileri boşa düşürecek
bir karşı saldırının zemini haline getirilir. Hele ki, devrimcilik bitti dediğimizde bu tespite şehitler üzerinden duygusal yaklaşanlardan tutalım, akla gelebilecek her türlü boşa düşürücü politik ve psikolojik vb. temalı saldırıları beklemek gerekir. Hiç kuşkusuz bunlar üzerinde duracak değiliz. Sadece tespitlerimizi açmakla ve bunlarla
ilgili olası kimi sorulara yanıt oluşturmakla yetineceğiz.
Öncelikle "devrimciler ve devrimci örgütler var, devrimcilik yok" tespitinin vurguladığı oldukça absürd olan gerçeklik durumunun ilk elde akla getirebileceği soruları yanıtlamakla başlayalım. Devrimciler ve devrimci örgütler olmasına rağmen devrimcilik nasıl olmaz? Yada devrimcilik yoksa devrimciler ve devrimci örgütlerin devrimciliğinden nasıl söz edilebilir?
- "Devrimci öncülük yok", devrimcilik yok demektir...
Her fırsatta devrimciler ve devrimci örgütler tarafından şu veya bu söylemle tekrarlanan; "devrimci öncülük yok" tespiti aslında devrimciliğin olmadığının en açık biçimde ifade edilmesidir. Çünkü devrimcilik esas olarak bir devrimci öncülük sorunudur. (Hiç kuşkusuz, devrimcilik, salt öncülük yapabilmeye daraltılamaz.
Fakat devrimcilik esas olarak bir öncülük pratiğidir. Devrimcilik ve öncülük kavramları birbirinden ayrı düşünülemez. Öncü nitelik taşımayan pratikler, ancak öncü
devrimci pratikleri tamamladıkları, onlarla bütünleştikleri ölçüde devrimci nitelik taşıyabilirler. Genel devrimci faaliyet açısından böyle bir katmanlaşmadan söz edilebilir.)
Yapılan tespitlerde öncülükten söz edilmesi, sanki öncü nitelik taşımasa da bir devrimcilik yapıldığı imasını taşımakta ve bu devrimcilik "ortalama solculuk/ devrimcilik", "sıradan devrimcilik" vb. gibi ne anlama geldiği pek belli olmayan
ifadelerle tanımlanmaktadır. Ayrıca kimse bu sıradan/ortalama solculuk ya da devrimcilik niteliğini üzerine alınmak da istememektedir. Çünkü yapıldığı söylenen bu
devrimcilik türü esas olarak imalı biçimde devrimcilik olarak görülmemektedir. Bir tür devrimcilikten kaçışın, devrimcilik iddiasını yitirişin dışa vurumu olarak ele alınmaktadır.
Bu tespitleri yapan devrimci hareketlerin her biri en az yirmi beş, otuz, kırk, hatta elli yıldır varolan ve hepsi en ateşlisinden öncülük iddiasına sahip olan hareketlerdir.
Stratejik belgelerinde hepsi kendini "proletaryanın öncü partisi/örgütü" olarak tanımlayan bu hareketler, ülkedeki toplumsal mücadeleler söz konusu olduğunda on yıllardır bu iddialarını unutarak, adeta örgütsüz ve çaresiz halk yığınları gibi "devrimci öncülük yok" tespitini yıllardır yapabiliyorlar. Onlarca yıllık devrimci hareketler veya kişiler açısından "devrimci öncülük yok" tespiti yapıyor olmak, hem de
yıllardır yapıyor olmak, "biz öncü değiliz, öncülük yapacak duruşa sahip değiliz, devrimciliğin hakkını veremiyoruz" demektir. İşin tuhaf tarafı; hala herkes "proletaryanın
öncü partisi/örgütü" olmaya devam ediyor.
Sonuç olarak, devrimci öncülük yok tespiti, utangaç ya da üstü örtük biçimde devrimcilik yapılmadığının, devrimciliğin olmadığının genel olarak kabulü anlamına gelmektedir. Biz burada devrimcilik yok derken, sadece bu genel kabulü açık
ve net biçimde ifade etmiş oluyoruz. Bir başka deyişle aslında "kral çıplak" diyoruz.
- Devrim ve sosyalizm için mücadele iradesi ve direnişçilik devrimcilerin
ve örgütlerinin varlığını ortaya koyuyor!
Eğer devrimcilik yoksa, devrimcilik üretilemiyorsa devrimcilerin ve devrimci örgütlerin varlığından nasıl söz edebiliriz sorusuna gelelim.
Türkiye'de devrimcilerin ve devrimci örgütlerin varlığı, küçümsenemeyecek bir bölümü sahici bir devrimcilikle biçimlenmiş en az 50 yıllık bir tarihe dayanıyor.
(50 yılı yakın tarih açısından ifade ediyoruz. Yoksa bu tarih TKP'nin 1920'deki kuruluşuna
ve hatta daha öncesine kadar uzanır.) Devrimciler ve devrimci örgütler her ne kadar oldukça azalmış olsalar da (hiç kuşkusuz içlerindeki küçümsenemeyecek
miktardaki tasfiyeci, çürütücü unsurlara rağmen) 50 yıldır kendi devrim ve sosyalizm paradigmalarına bağlılıklarını sürdürüyorlar. (Bu paradigmaların bugün önemli
ölçüde işlevsizleşmiş olması, onların çekirdek düzeyinde devrimci karaktere sahip oldukları ve en azından geride bıraktığımız tarihsel süreçte önemli bir devrimci rol
oynadıkları gerçeğini ortadan kaldırmaz.) Samimiyet ve bu noktalardaki irade kendini hala sürmekte olan direnişçilikle, mücadele azmiyle ortaya koymaktadır. Sadece İstanbul, Dersim ve Rojava'da son bir yıl içinde verilen onlarca şehidimiz, yüzlerce gözaltı ve tutuklama ve bunlara rağmen ısrarla yürütülen çalışma bunun açık ifadesidir.
Bu faaliyetler, nicelik olarak sürekli zayıflamaktadır. Nitelik olarak ise toplumsal mücadelede devrimci bir rol oynamaktan uzak kendi varoluşunu korumaya dönük
bir direnişçiliğe dönüşmüştür. Buna rağmen devrimci savaşçılık iradesinin ve devrimci bir rol oynamaya dönük güçlü bir arzu ve çabanın ifadeleridirler. Devrimcilik
üretmeye dönük ısrar ve direnişçilik, Türkiye devrimci hareketinin en temel tarihsel özellikleri olarak varlığını sürdürüyor. Bu noktadan hareketle, Türkiye'de devrimcilerin
ve devrimci örgütlerin varlığından söz etmek mümkündür ve doğrudur.
F- Çıkışsız değiliz; devrimciliği yeniden var edeceğiz!
Bugün yaşadığımız devrimcilik krizi esas olarak hala sürdürmeye çalıştığımız ama sürmesi mümkün olmayan, yada sürdürmek istemesek de aşamadığımız 1945-90 dönemi devrimciliğinin krizidir. 1945-90 devrimciliği kendi tarihsel sahnesinde büyük devrimci roller oynamıştır. Ve büyük yetmezliklerde göstermiştir. Fakat o tarihsel sahne artık ortadan kalkmıştır.
O dönemin devrimciliği günümüzün yeni koşullarında devrimcilik üretemez. Yaşanan tüm pratik bunun apaçık ifadesidir.
"Hiç bir sorun onu yaratan bilinç sevyesiyle çözülemez." Bütün sorunlara ve çözüm yollarına bakışta temel hareket noktalarımızdan biri bu tespit olmak zorundadır.
Çıkış noktası; yeni bir bilinç ve pratik seviyesi yaratmaktır.
Birincisi, 1990 sonrası dünyada ve ülkede yeni bir tarihsel sürecin, insanlık durumunun ortaya çıktığını bütün boyutlarıyla görmek ve devrimci eleştiri temelinde ortaya koymaktır.
İkincisi, devrimin örgütlenmesini aktüel bir sorun olarak gören bir perspektifle ideolojik, politik, örgütsel, askeri, kültürel, sosyal vd. bütün alanlarda bütünlüklü bir devrimci yenilenme, bir yeniden kuruluş süreci geliştirmektir.
Bugün tüm devrimci güçler açısından devrimcilik krizi hangi kavramlarla ifade edilirse edilsin çok açık bir olgudur. Öte yandan, bütünlüklü bir devrimci yenilenme
perspektifinin tüm devrimci saflarda az yada çok karşılık bulmasının zemini her zamankinden daha fazla vardır. Türkiye devrimci hareketinin bugünkü tablosunun
farkında olan ve bunun acısını yaşayan tüm devrimciler, (ister devrimci hareketlerin saflarında bulunsunlar, ister örgütsüz olsunlar) artık tutuk davranmamalı, oluşmuş statükolar karşısında daha cesur adımlar atmalıdırlar. Bu tablodan menmun olan, yada menmun olmasa bile adeta bir kadermişcesine kabullenen bir devrimci, devrimci niteliğinin de uzun süre devam edemeyeceği daha vahim koşulların hızla geliştiğini artık anlamalıdır.
Hiç kuşkusuz bu hiç kolay değildir. Her bir devrimci örgütün bir yandan kendi kanalından devrimci yenilenmeyi üretmesi, diğer yandan yanı başında duran diğer devrimci güçlerle bu çabasını ortaklaştırması hızlı ve büyük bir devrimci yenilme
sürecinin ve büyük bir devrimciliğin çok güçlü üretilmesini sağlayacaktır.
Bunun için gerekli olan bilinç, cüret ve irade Türkiye devrimci hareketimizde hala var olan devrimci ateşin alevlerinde, korlarında mevcuttur.
|
6 Haziran 1981
HAZİRAN ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!
DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!
HAZİRAN ŞEHİTLERİMİZ KUTUP YILDIZLARIMIZ OLARAK YOL GÖSTERİYOR!
Devrim ve sosyalizm mücadelemiz insanlığın kurtuluşunun nihai aşamasıdır. Ve büyük kurtuluş mücadeleleri büyük bedeller gerektirir. Bu mücadelenin en büyük bedelleri şehitlerimizdir.
Şehitlerimiz yürüdüğümüz devrimci kurtuluş yolunda baş koymuşluğumuzun, dava insanı olmanın, sonuna kadar yürümenin en yalın, en açık ve en parlak ifadeleridirler.
Bu nedenledir ki, şehitleri bir an için bile olsa unutmamak, tüm mücadeleyi onların pratiğiyle, onların duruşuyla ve bilinciyle yürütmek ve ileriye taşımak temel düsturlarımızdan biri olmak zorundadır.
Özgürlük ve insanca yaşam isteyenlerin, demokratların, yurtseverlerin, ilericilerin, solcuların, anti-faşistlerin, devrimci sosyalistlerin önünde büyük ve zorlu mücadeleler duruyor. 21. yüzyıl Türkiye ve Kürdistan halkları için, tüm Ortadoğu ve dünya halkları için özgürlük ve sosyalizm uğruna büyük ve kanlı isyanların, mücadelelerin yüzyılı olacaktır.
Ufukta özgürlük ve insanca yaşam var... Sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız, eşitlik, özgürlük, dayanışma, paylaşımın dünyası var... Ufka giden yolda ise büyük mücadeleler ve bedeller var... Şehitler var, zulümle, faşizmle, emperyalizmle dişe diş kanlı mücadeleler var.
Şehitlerimiz bu ufuk ve bu yoldaki mücadelede kazanmak için yaşam pahasına mücadele edeceğimizi gösteriyorlar. Korkmadan, yılmadan, geri adım atmadan... Cüretle, azimle, bilinçle, coşkuyla...
Haziran ayı, 1 Haziran 1971'de şehit düşen Partimizin önderlerinden Hüseyin Cevahir yoldaştan başlayarak, 6 Haziran 1981'de şehit düşen Tamer Arda, Doğan Özzümrüt, Atilla Ermutlu, Ercan Yurtbilir'e, 25 Haziran 1981'de idam sephalarında şehit düşen Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan'a, 1988'de şehit düşen Gökhan'a, 2012 5 Haziranında şehit düşen Talip Karasansar'a, 2 Haziran 2015'de şehit düşen Mahir Arpaçay'a, 27 haziran 2015'de şehit düşen Alper Çakas'a uzanan şehitlerimizle örülmüştür. Hareketimizin 50 yıla yakın bir zamandır sürdürdüğü savaşda Haziran ayı şehitler ayına dönüşmüştür.
Sadece Parti şehitlerimiz değil, 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişinin şehitleri, 2013 büyük Haziran isyanının şehitleri, daha başka binlerce devrimci ve yurtsever şehitin kanlarıyla sulandı Haziran... Direnişin, isyanının, devrimci eylemin ve şehitlerin ayı oldu.
Bu noktada, kahraman şehit yoldaşlarımızı, tüm devrim şehitlerini anarken onları anmanın gerçek anlamının yürüttükleri devrimci savaşımı zafere ulaştırmak için aynı cüret ve bilinçle mücadele etmekten geçtiğini biliyoruz.
<
Türkiye, Kürdistan ve bölgemiz Ortadoğu'nun büyük gerici savaşların, direnişlerin, halk isyanlarının ve savaşlarının arenasına döndüğü açıktır. Günümüzde devrim ile karşı-devrim arasındaki savaşımın düğüm noktası bölgemizdir. Bölgemiz 21. yüzyılın büyük devrimci dalgasının başlangıç noktası olmak için tüm nesnel zeminlere sahiptir.
Eksik olan bu büyük devrimci dalganın devrimci öncülüğüdür. Birkaç silahın patlaması da değildir eksik olan... 21. yüzyılın nesnel koşullarına, devrime, sosyalizme, enternasyonalizme, hayata ilişkin bütünlüklü bilgi ve bilinç, bunu özümsemiş ve savaş için hazırlanıp bilenmiş bir kadro, tüm halkı kucaklayıp örgütleme perspektifiyle ve organize olmuş bir örgüt, kolektif bir önderlik ve bunların toplamı olarak bir devrimci öncülüktür ihtiyacımız olan!
Ve bu herşeyden önce, şehitlerimizin cüretini, baş koymuşluğunu, bilincini ve pratik dinamizmini gerektirir. Buna sahip olan başlangıç kadrolarını gerektirir.
Hareketimiz son 10 yıldır düşmanın saldırılarını üzerine çekmemek için adım adım Hareketin tüm örgütlerini ve kadrolarını tasfiye eden, gizli ve açık tüm pratiğini ortadan kaldıran, adeta ölü takliti yaparak düşmanla uzlaşmayı ve böylece düzen içileşmiş varlığını sürdürmeyi esas almış sağ tasfiyeci bir anlayış tarafından önemli ölçüde tasfiye edilmiştir.
Sağ tasfiyeciliğin yarattığı tahribatı ortadan kaldırmak şehitlerimizin yürüdüğü Devrimci Kurtuluş yolunu açmak için olmazsa olmaz ilk adımlardan biridir. Sağ tasfiyeciliği her alanda ve biçimde mahkum ederek, Parti çizgisini yeniden güçlü bir ideolojik, politik, örgütsel ve pratik ifadeye kavuşturmak günün görevidir. Tasfiyecilik gerçeğini gören ve Hareketimizi ayağa kaldırma iradesi taşıyan herkesi bu göreve sahip çıkmaya çağırıyoruz.
Ancak burada durmayacağız, durmuyoruz! Şehitlerimiz devrimci savaşın öncüleriydiler. Türkiye devriminin öncü devrimci güçlerini yaratmak için her yönlü ve her cephede çabalarımızı arttırarak sürdüreceğiz. Zorlu bir dönemden geçiyoruz. Ve oldukça sınırlı bir zemine sahibiz. Fakat biliyoruz ki, devrim küçük güçlerden büyük kuvvetler yaratma işidir. Şehitlerimiz bu bilinçle yürüdü... Onların izindeyiz.
Emekle, çabayla, bilinçle, şehitlerin cüreti ve iradesiyle Devrimci Kurtuluş yolunu açacağız.
Bu bilinç ve iradeyle tüm şehitlerimizin izinde yürüyeceğiz.
Onların eyleminde ve duruşunda cisimleşen değerleri ve çizgiyi daha da büyüteceğiz.
HAZİRAN ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!
DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
6 Haziran 2018
|
1
Mayıs'taydık
İşçi sınıfının
birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs'ta
Emek ve Özgürlük Cephesi olarak İstanbul,
Maltepe miting alanındaydık. Artan faşist
saldırıların gölgesinde geçen bu yılki miting,
kitleselliğine rağmen siyasal gidişatın izlerini
yansıtırcasına kitleselliği oranında bir coşku
taşımıyordu.
Miting
için belirlenen üç yürüyüş güzergahından İdealtepe
yönünü tercih eden Emek ve Özgürlük Cepheliler
1 Mayıs günü saat 11:00'de kortejlerini oluşturarak
yürüyüşlerine başladılar. "Faşizme Karşı
Tek Yumruk Tek Barikat" sloganının yazılı
olduğu Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı pankartla
yürüyüşe geçen kitle "Yaşasın 1 Mayıs,
Biji Yek Gulan!", "Mahir Hüseyin
Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş!", "Yaşasın
Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz!", "Yaşasın
Devrim ve Sosyalizm!", "Faşizme
Karşı Tek Yumruk, Tek Barikat!" sloganlarını
haykırdı.
Kortejlerin alana
girmesinin ardından saygı duşuruyla miting
başladı. Emek örgütlerinin temsilcilerinin
yaptığı konuşmaları, şiir, marş ve şarkılar
izledi. Alandan ayrılmalar yaşanırken hala
yeni yeni alana giren gruplar da vardı.
Yıllardır kronikleşen, adeta sendikal bürokrasinin
kürsüdeki yansımasına örnek gösterebilecek
bir anlayışla kitlenin ilgisini ve heyecanını
belirli bir tempoda tutabilecek bir performans
ortaya konamadığı için toplanan kitlenin dağılması
da olağandı. Ülkenin sınıfsal eksende olmasa
da bu denli yoğun polika konuştuğu, tartıştığı
bir süreçte bile bunu başaramayan bir anlayışın
ciddi bir sorgulamayı hak ettiği ortada.
Bu atmosferin
ortaya çıkmasında Taksim'den uzaklaşmanın
da payı büyük elbette. Bu arada Taksim diye
yola çıkıp, önlerini polis kestiğinde yine
polisin gösterdiği yer olan Saraçhane Parkında
basın açıklaması yapıp, Maltepe'de toplananları
itham etmek de bu 1 Mayıs'ın not edilmesi
gereken ilginçlikleri arasındaki yerini aldı.
Sürecin köşeye
sıkıştırması sonucu erken seçime gitmek zorunda
kalan AKP'nin, tüm olanaklar ellerindeyken
içine düştüğü yönetememe tablosunu derinleştirmek
için iyi bir fırsat olan bu yılki 1 Mayıs,
deyim yerindeyse böyle bir işlevi görmekten
uzak, sıradan bir tablo ortaya koydu. Ama
alana topladığı kitle ile de egemenlere korkutucu
bir mesaj gönderdi. Tüm bunlara bakarak daha
yapacak çok işimiz var demek gerekiyor..
|
SEÇİMLER: TÜM ANTİ-FAŞİST DEMOKRATİK GÜÇLER BİRLİĞE...
"Türkiye kasım 2019'a dayanamaz."
Mırın kırın etmeden, sağından solun dolanmadan, çok açık ve net biçimde yapılan bir Türkiye değerlendirmesi gördük. Hani solcular, devrimciler söylediğinde, "tipik solcu felaket telallığı" olarak nitelendirilecek türden bir değerlendirmeydi bu. Hem de ülkenin baş faşistlerinden birinden, Devlet Bahçeli'den... Türkiye'nin yeni-sömürge çarpık kapitalist sisteminin güncel durumuna ilişkin değerlendirmelere "Türkiye kasım 2019'a kadar dayanamaz" diyerek Devlet Bahçeli son noktayı koydu. Bundan daha açık, daha doğru, daha net bir tanım yapılamazdı. Ve Bahçeli bir adım daha gitti ve "erken seçim" istedi. Aslında bu sözler kendisine değil, Tayyip'e aitti. Arkadaki süflör Tayyip'ti. Erken seçimler konusunda daha önce yaptığı sert karşıt açıklamalardan dolayı tükürdüğünü yalamak durumunda kalmamak için öne Bahçeli'yi itti. Bunun kadar önemli bir diğer neden, erken seçim isteyerek bir zayıflık durumu algılamasına neden olmamaktı. Ama Bahçeli açıklamasıyla zayıflık ötesi bir durumla karşı karşıya olunduğunu itiraf etmiş oldu.
Türkiye kasım 2019'a kadar dayanır mı? Türkiye dayanır, neden dayanmasın? Alınteriyle üreten işçiler, köylüler, esnaflar, emekçi halk her türlü zorluğa dayanır, yeter ki, hakça bir düzen olsun, çarklar insanca yaşam için dönsün, yada buna ilişkin bir umut olsun... Dayanamayacak durumda olan Türkiye'nin emperyalizme bağımlı kapitalist sistemidir. Dayanamayacak durumda olanlar hırsızlıkla, yolsuzlukla, tüm muhalefeti faşist terörle ezmeye çalışarak, ülkeyi nefessiz bırakarak, başkalarının ülkelerine işgalci barbar bir anlayışla göz dikerek ülkeyi tam bir bataklığa çeviren AKP faşizmi ve onun yardakçısı MHP vb.'leridir.
Kapitalist sistem gemisi, onu yöneten faşist devlet yapısı ve başındaki AKP ve yardakçıları batıyor. Ve acilen durumu hafifletecek, batıştan önceki son hamleyi yapmaya çalışıyorlar.
Batıyorlar, çünkü ekonomi tepeden tırnağa krizde ve çöküyor... Her hangi bir ekonomi bilgisi olmayan biri bile görüyor ekonominin battığını. Ülkenin içine düşürüldüğü borç batağını çevirecek yeni borçlar bulunamıyor artık. Halk bankasına ABD emperyalizmi tarafından kesilecek cezadan sonra bankacılık sisteminin ağır bir darbe alacağını herkes görüyor. Döviz artıyor, işsizlik artıyor, borçlar büyüyor. Emlak balonu patlamaya gerek kalmadan söndü bile... Türkiye oligarşisinin ağır topları Doğan Grubu, Şahenkler, Ülker/Yıldız holding vb. teker teker gemiyi terk etmeye çalışıyorlar. Tıpkı gemiyi ilk farelerin terk etmesi gibi... Bunlar semirmiş fareler ve artık en azından bir süre için geminin boşaldığının farkındalar. Daha bugünler iyi günler. Herşey hızla daha da kötüye gidecek...
Batıyorlar, çünkü tüm baskılara rağmen toplumsal muhalefeti bastıramıyorlar, ülkeyi yönetemiyorlar... OHAL ile onbinlerce devrimci, demokrat, ilerici, yurtsever insanımız hapse atılmasına, yüzbinlerce insanımız işinden gücünden edilmesine, ülkenin üçüncü partisi konumundaki HDP'nin parti örgütü adeta tümden hapse alınmasına rağmen AKP faşizmi kendisini güvende hissedemiyor. Halkın kendini ifade edebildiği adeta tek mecra haline gelmiş olan sosyal medya paylaşımları nedeniyle binlerce insanımız gözaltına alınmasına ve tutuklanmasına rağmen direniş hem sosyal medya da hem de toplumsal yaşamda sürüyor. Belki büyük patlamalar şimdilik yaşanmıyor ama halkın yaklaşık yüzde 60'a yaklaşan bir bölümü AKP faşizmine teslim olmuyor. İşçi ve emekçilerin örgütlü kesimleri teslim olmuyor, devrimciler teslim olmuyor. Kürtler teslim olmuyor. Aleviler teslim olmuyor. değişik ulusal topluluklardan ve dinsel inançlardan halk kesimleri teslim olmuyor. Laikler teslim olmuyor. Kadınlar, eşitlik ve yaşam hakkı mücadelesini yükselterek teslim olmuyorlar. Ekolojik hareket her yerde boy vererek teslim olmuyor. Anti-faşistler, anti-emperyalistler teslim olmuyor... "Sessizlik" bir teslim olmuşluğu değil, büyük patlamalar için inatla ayak direnilen ve öfke biriktirilen, teslim olunmayan bir duruşu ifade ediyor. AKP karşıtlığı nüfusun yaklaşık 60'ı için artık ortak bir duygu, ortak bir duruş ve kimliği ifade ediyor. Ve bu kesimler her türlü faşist baskı ve teröre rağmen bu duruştan geri adım atmıyor. AKP faşizmi ve yardakçıları toplumsal bir kabarmanın yaşandığını ve büyük patlamalara gebe olduğunu fark ediyorlar. Hele ki, ekonomik çöküşün derinleşmesiyle birlikte bu büyük patlamaların kaçınılmazlığı çok daha net belirginleşiyor.
Batıyorlar, çünkü Kürt halkına karşı saldırıları istenen sonucu vermiyor, tersine kendilerinin Kürt tabanı giderek zayıflıyor... Kürt halkına karşı giriştikleri saldırılar istedikleri nihai sonuçlara ulaşmadığı gibi, iki ağızlı bıçak gibi, bir yanıyla Kürt halkına ve Kürt ulusal özgürlük hareketine zarar verirken, diğer yandan Kürtler arasındaki taraftar kitlelerini zayıflatarak kendi zeminlerini daraltıyor. Efrine yapılan işgal saldırısıyla "büyük zafer" yaratma çabası, saldırının yaklaşık 60 gün sürmesiyle sönük bir işgal hareketine dönüştü. Buradan devşirilmek istenen "büyük fatih" havası ve yeni milliyetçi oylar istenenin çok ama çok gerisinde kaldı. Yaz aylarında savaşın şiddetlenmesi ve "şehit" sayısının hızla artmasıyla birlikte bu sönük "zafer"inde berhava olması olasılığı da söz konusu...
Batıyorlar, çünkü dış politika aslında çoktan battı. Ortadoğu'da hakim bölgesel güç olma hesapları çoktan hayal oldu. Bu hayalin yerini alan Kürt ulusal özgürlük hareketini durdurma ve fırsat olursa özellikle Suriye ve Irak'da küçük parsalar koparma planları da tam bir çıkmaza girmiş durumda. "Ümmetin lideri" Tayyip, Putin'in kolpasına dönüştü. İsrail'in önünde diz çöktü, Mavi Marmara gemisinde İsrail'in katlettiği insanlar ise günah keçisi haline geldi. Efrin'den sonra, Şehba, oradan Minbic, sonra... söylemleri şimdiden hikaye oldu. ABD, Fransa ve İngiliz emperyalistleri Suriye rejimine saldırınca, Putin'in kolpası, sözde sıkı Amerikan karşıtı Tayyip, birden ABD emperyalizminin kolpasına dönüştü. Füzeler esasen Tayyip'in Rusya ve İranla kurduğu ittifakı vurdu. Fırıldak dış politika o kadar baş döndürücü hızdaki, artık tüm medya tarafından sürekli manipüle edilen AKP tabanı açısından bile inandırıcılığı iyice aşındı. Dış politik süreçleri iç politikada çok güçlü biçimde kullanan AKP faşizmi açısından bu durum önemli toplumsal manipülasyon aracından yoksun kalmak anlamına geliyor.
Batıyorlar, çünkü eğitim çöküyor, ahlaki çöküntü büyüyor... Resmi devlet okullarındaki eğitim tümüyle çökmüş durumda. Herkes bu okullara devam eden öğrencilerin çok azının bir üniversite geleceği olabileceğinin farkında. Dahası bu eğitim sisteminin öğrencileri cahil ve ruhsal açıdan paramparça hale getirdiğinin farkında. İnsanların gözbebeği olan çocukları her yıl keyfi olarak değişen eğitim ve sınav sistemlerinin baskısı altında ciddi psikolojik ve eğitsel gerilimler yaşıyorlar. Bunlar birebir ailelere yansıyor. Eğitime biraz olsun önem veren tüm ailelerdeki tepki ve gerilim büyüyor. Ahlaki çöküntü de benzer etki yaratıyor. Öncelikle gençliği etkiliyor ve onlar üzerinden aileleri vuruyor. Hırsızlığın, rüşvetçiliğin, uyuşturucunun, fuhuşun, her türden sahtekarlığın olağanüstü artışı toplumun geniş kesimlerinde ahlaki ve kültürel yarılmalara yol açıyor. Tek tek bireyler, aileler, toplumsal kesimler parçalanıyor. Bu durumun yarattığı yarılmalar büyüyor.
Batıyorlar, çünkü milliyetçi taban parçalandı ve daha da önemlisi dindar tabanda giderek parçalanıyor... MHP'nin parçalanması bizzat Tayyip'in işiydi. Fakat bir yıl içinde Bahçeli tam bir paçavraya dönüştü. MHP, AKP faşizminin eklentisi haline geldi. Bu durum, MHP'nin tabanını önemli ölçüde parçaladı. Çünkü, MHP'den ayrılan Akşener ve ekibi, Tayyip ve Bahçeli'nin beklediği gibi zamanla sönümlenecek yeni ve daha küçük bir MHP kurmak yoluna gitmediler. ABD mamulatı projelendirme temelinde milliyetçi ve liberal söylemi içiçe geçiren merkez sağ bir parti kurmaya yöneldiler. Böylece hem MHP, hem de AKP'ye, hatta kısmen de CHP'ye alternatif bir parti kurma yoluna girdiler. Ve yıldızları parlatıldı, kurdukları İYİ parti, MHP'den daha büyük bir partiye dönüştü. Bu durum MHP'den daha büyük parçaları koparması için fırsat yaratıyor. Hiç kuşkusuz bundan çok daha önemli olan, AKP'nin tabanında yaşanan çözülmedir. Herşeyden önce, AKP'nin dindar tabanında AKP faşizminin yolsuzluklarına, ahlaksızlığına, nobranlığına, din tüccarı tutumuna karşı giderek artan belirgin bir kopuş yaşanıyor. AKP ile tabanının büyük bir bölümü arasındaki ilişki bildik anlamda dinsel bir ideolojik bağ olmaktan çıkıyor. Çok açık bir kötücül çıkar ilişkisine, yani açıkça yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, her türden ahlaksızlık temelinde bir yararlanma ilişkisine dönüşüyor. Bu iğrenç ilişki yeni Osmanlı söylemleriyle, milliyetçi yalanlarla, dinin en iğrenç biçimde kullanımıyla süslenmeye çalışılsa da artık her AKP'li bu ilişkinin esasta kötücül temelde somut veya gelecekte olabilecek bir çıkar ilişkisi temeline dayandığını biliyor. İşte tam da bu noktada, samimi dindar kesimler, ki bunlar çok büyük bir kitleyi oluşturmuyor, AKP ile ilişkilerini sorguluyorlar. Bu sorgulamanın derinleştiği, büyük kesimleri kapsadığı belki söylenemez. Ama dinsellikle örülen "biz dindarız, biz iyiyiz" büyüsü çoktan bozuldu. Ve samimi dindarların kopuş süreci başladı. Son bir ay içinde yapılan "deizim" tartışması aslında bu kopuş sürecinin bir başka boyutu. "Gençlik deizme yöneliyor" tespiti, aslında AKP taraftarı gençliğin önemli ölçüde AKP'nin (tabii aynı zamanda AKP'nin partnerleri IŞİD, El Kaide vb.'nin de) kirlettiği İslam'dan kopuşu anlamına geliyor. Çünkü AKP'nin İslam olarak topluma sunduğu uygulamaların, yarattığı dinsel ortamın ne denli büyük bir ahlaksızlık, adaletsizlik ve çürüme olduğunu görüyor genç insanlar. Ve "islam buysa, müslüman değilim" tutumu gelişiyor. Gençliğin refleksi buyken, orta yaş ve üstü dindarlar da ise AKP ile olan islami temeldeki gönül bağının koptuğuna dair veriler çoğalıyor. Bunu açıktan ifade etmenin yaratacağı ağır baskı nedeniyle belki açıkça ifade edilmiyor ama gelişmeler bu yönde... Bu durum, AKP açısından en kemik tabanında bir çöküş sürecinin ilk emarelerinin dışa vurması demek oluyor. Fakat AKP tabanındaki dağılma sadece dindar tabanda söz konusu değil. Daha liberal olan AKP tabanında da ekonomik krizin derinleşmesine bağlı olarak tereddütler artıyor, AKP'ye mesafe koyma tutumu gelişiyor... Bunun bir kopuşa dönüşmesi tümüyle ekonomik krizin seyrine bağlı...
Batış esaslıdır, batan emperyalizme bağımlı Türkiye kapitalizmini ve devletini BOP eksenli ılımlı islam temelinde kurma projesidir. AKP, ABD emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) temelinde kurduğu stratejik bir proje partisidir. Türkiye ılımlı islamın örnek, proje ülkesi, AKP'de örnek proje partisi olacaktı. AKP herhangi bir parti olarak değil, TC devletini BOP temelinde yeniden organize edecek, yeniden kuracak kurucu parti olarak tasarlandı. Devletin en derin noktalarına kadar nüfuz etmesi için önü açıldı. 2013'e gelindiğinde BOP battı... AKP yoluna devam etmeye çalışıyor. Çünkü kurucu parti olarak geliştirilen AKP ya devlet olmaya, yada paramparça olmaya mahkum bir partidir. Pek çok suçun failidir. Hükümet olmadığı anda paramparça olur ve yargılanır. Kaybederse sadece hükümeti kaybetmez, herşeyini kaybeder. Batan bir bütün olarak AKP ve kurmak istediği devlettir, bir bütün olarak sistemin tüm dinamikleridir. Kriz bu denli ağırdır...
Sonuçta, apaçık olan gerçek; AKP faşizminin dinci-milliyetçi temelde kurmak istediği devletin-sistemin freni patlamış vaziyette eğik düzleme girdiği ve kontrolsüz biçimde aşağı doğru yuvarlanmaya başladığıdır. AKP'nin bu süreci bütünlüklü olarak kontrol etme şansı bulunmamaktadır. Bu süreç, 2013'de AKP'nin varlık nedeni olan BOP'un Ortadoğu'da işlevsiz hale gelmesiyle başlamış, Büyük Haziran İsyanıyla apaçık belirginleşmiştir. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları, Kobane direnişi, 6-8 Ekim Kürt halk isyanı ve son olarak 7 Haziran 2015 seçimleriyle AKP'yi net biçimde azınlık ve hükümet olamaz hale getirmiştir. 7 Haziran 2015 seçiminden bu yana, AKP faşizminin tüm hamleleri faşist terör yoluyla ve bölgesel süreçlerdeki boşluklara ve çatışan büyük aktörlere oynayarak durumu idare etme üzerine kuruludur. Darbe girişimi başarısızlığı AKP'ye iç dengeleri ağır bir faşist terörle düzenleme olanağı vermiş olsa da, diğer karşıt dinamikler işlemeye devam etti. Gelinen noktada, AKP faşiziminin kendisine karşı işleyen hiç bir dinamiği tam olarak etkisiz hale getirmediği, tam tersine kendi iç çözülmesi ve ağır ekonomik kriz de dahil olmak üzere kendisini kesin biçimde yıkacak karşıt güçlerle karşı karşıya olduğunu göstermektedir.
< Yıkıcı ağır bir toplumsal kriz artık Türkiye'nin kaçınılmaz kaderi haline gelmiştir.
Erken Seçim Neyi Kurtaracak?
Hemen belirtmek gerekiyor; seçimler konusunda AKP faşizminin kasım 2019'u bekleme gibi bir derdi yoktu. Erken seçime karşı çıkışlar muhalefetten geldiği için söz konusu oluyordu. 2017 Nisanındaki başkanlık sistemi referandumu aslında AKP'ye çok net biçimde bir gerçeği göstermişti; AKP, MHP, BBP vb. güçlerin desteğine rağmen net biçimde azınlıktı. Yavru kurt/ların desteği çoğunluk olmaya yetmemişti. Ve daha o andan itibaren erken seçim hesabı vardı; en uygun zamanda, daha doğrusu çoğunluk olmaya en yakın zamanda seçim yapılacaktı. (Net bir çoğunluk sağlanamasa bile yüzde 45-50 arası bir aralıkta oy alınması ihtimalinde, yüzde 5-10 arası bir çalıntı oy katkısı ile seçim garanti altına alınabilirdi.) AKP'nin beklentisi 2019'a kadar böylesi uygun bir konjonktürün oluşacağı, işlerin kısmen toparlanabileceğiydi.
Peki şimdi çoğunluk olmaya en yakın zamandalar mı? Elbette ki, hayır! Öyleyse neden erken seçim? Sorunun cevabı yukarıda özetlediğimiz tablodadır. Yani çoğunluk olmaya değil, batmaya en yakın noktaya doğru dolu dizgin gidiyorlar. İşte o yüzden erken seçime gidiyorlar.
Burada yeni ve en önemli katalizör unsur ekonomik krizin artık davul çala çala, ekonomi bakanından sokaktaki esnafa kadar herkes tarafından bilinen, itiraf edilen, söylenen gelişidir. Ekonomik krizlerin siyasal sonuçları 1994 Nisan ve 2001 krizlerinin Çiller ve Ecevit'i yerle bir edişlerinden çok iyi biliniyor. Erken seçim kararı bu sondan kaçış çabasıdır. AKP faşizmi ve yardakçıları şunu apaçık görüyorlar; yakın ve orta vadede durum hiç bir biçimde onlar için iyi olmayacak. Kriz ve sert bir batış kaçınılmaz. Sürekli bir kötüye gidiş dibe vuruncaya kadar sürecek... Zaman 2019'a doğru aktıkça dibe vuruşa daha da yaklaşılacak ve seçim kazanma ihtimali artık sıfırlanacak. Öyleyse erken seçim, hem de en-en erken seçim onlar için bir zorunluluk haline gelmiştir. Seçime bir gün bile geç gitmek, daha kötü koşullarda seçime girmek anlamına geleceği için 2 ay gibi inanılmaz kısa bir süre içinde erken seçime gidiyorlar.
Tayyip ve avanesi hala net biçimde azınlıktır. Güvendiği üç şey, faşist terör, yasallaştırdığı sandıkta hırsızlık imkanları ve muhalefetin dağınıklığıdır. Muhalif güçlere yönelik hem polis eliyle, hem de örgütlenmiş sivil faşist çeteler eliyle sokak terörü ve tutuklamalar yoluyla yaygın bir sindirme faaliyeti yürütüleceği açıktır. Daha şimdiden seçimle ilgili bildiri dağıtan sosyalist güçlere yönelik sokak operasyonlarıyla işe girişmişlerdir. Sandıkta hırsızlık ise artık yasallaşmıştır. 2017 referandumunda yasadışı olan ne varsa, şu anda yasal hale getirilmiştir. En azından sonuçları itibariyle meşru bir seçim yapılması imkanları daha baştan ortadan kaldırılmıştır. En az yüzde 5 ile 10 arası bir hırsızlığın garanti altına alındığına kesin gözüyle bakmak gerekiyor. Dahası AKP karşıtı büyük blok dağınıktır. AKP, tüm faşist terörüne ve hırsızlığına rağmen başkanlık seçimlerini kazanamaması durumunda, ikinci turda muhalefetin dağınıklığı nedeniyle kazanacağını ummaktadır.
Peki erken seçim gelmekte olan büyük ekonomik krizi, siyasal ve toplumsal krizi engelleyecek mi? Elbette hayır... AKP'nin de böyle bir beklentisi yok. Peki, AKP erken seçimde kazanmasının kriz karşısında kendisine ne tür avantajlar sağlayacağını düşünüyor olabilir?
Öncelikle Tayyip, ne yapıp edip her türlü hırsızlık ve terör yöntemiyle de olsa bu seçimi kazanıp, iktidarını sağlamlaştırmak, garanti altına almak istiyor. 4 yıllık zaman kazanmak istiyor. Seçimi aldıktan sonra, patlayacak bir krizi bir biçimde yönetebileceklerini düşünüyorlar. Seçim henüz yeni yapılmış olacağı için, krizin patladığı koşullarda gündeme gelecek yeniden seçim taleplerinin zayıf kalacağını hesap ediyorlar. Gelişecek olası isyan dalgalarını sivil ve resmi faşist güçler yoluyla sert biçimde ve kısa sürede bastırarak krizin toplumsal dayanaklarını tıpkı Fetö darbesinde olduğu gibi uzun vadeli biçimde bastırabilecekleri hesabını yapıyorlar. Dahası, seçimi kazanarak özellikle ekonomik krizi üreten önemli faktörlerden biri olan emperyalist tekellere ve devletlere en az 5 yıl bizimle çalışmak zorundasınız, bunu hesap edin, krizi sürecini durdurun yada yavaşlatın mesajını verebileceklerini düşünüyorlar.
Kısacası, erken seçim, iktidarı 5 yıl için almanın yanı sıra, asıl olarak seçim sonrasındaki büyük çatışmalara hazırlığın temel bir bileşeni olarak ele alınıyor. Asıl büyük kapışma seçim sonrası gündeme gelecek büyük ekonomik ve toplumsal krizle birlikte ortaya çıkacak olası büyük isyan dalgalarıyla olacak. Erken seçimle kazanmayı umdukları 5 yıllık iktidar süreci de bu isyan dinamikleriyle çatışarak biçimlenecek.
Kim Kazanacak?
Öncelikle bir noktayı bir kez daha vurgulamak gerekiyor: çok net biçimde AKP ve yardakçıları azınlıktır! Ekonomik, siyasal, askeri, polisiye, kültürel, medya vb. tüm alanlarda gücü ellerinde toplamalarına rağmen, tüm yalanlarına, manipülasyonlarına, faşist terörlerine, saldırganlıklarına rağmen toplumun çoğunluğunu yanlarına çekemediler. Seçimler, anketler azınlık olduklarını apaçık ortaya koyuyor. Ama onlar hırsızlıkla, yalan ve manipülasyonla çoğunluk oldukları yanılsamasını yaratmaya çalışıyorlar.
AKP karşıtı halk kesimleri yüzde 55-60 civarındaki bir kitle olarak net çoğunluktur. Dolayısıyla AKP'nin ve yardakçılarının olağan koşullarda kazanma şansı sıfırdır. AKP'nin seçimi kazanacağına, çoğunluk desteği olduğuna dair tüm söylemler tümüyle manipülatiftir, yalandır. Adil olmayan seçim koşullarını ve hırsızlıkların üstünü şimdiden örtmeye dönük çabalardır.
Normal bir seçim zemininin oluşması durumunda AKP'nin seçimi kaybetmesi, muhalefetin belirli bir kombinasyonunun kazanması kesindir.
Ne Olacak?
Ne olacak sorusunun yanıtı çok parçalı ve uzundur. Ve seçime kadar olan 2 aylık sürede olacakları tümüyle kestirmek adeta imkansızdır. Ama ilk elde söylenmesi gereken, normal, burjuva demokratik normlara uygun bir seçimin kesinlikle olmayacağıdır. AKP faşizminin doludizgin faşist terörüyle, dayak, işkence, gösterilere saldırılarla, binlerce gözaltı ve tutuklamayla, yetmezse mitinglere saldırılarla biçimlenecek bir seçim süreci olacak. Dahası AKP faşizmi ve yardakçıları muhalefet oylarının en az yüzde 5 ile 10 arasında bir bölümünü çalmak zorunda. Bunları çalmak için her türlü yolsuzluk ve hırsızlık için hazırlık yapılacak ve oylar çalınmaya çalışılacak. Sol ve devrimci muhalefet sert biçimde ezilmeye çalışılırken, diğer muhalif kesimlerin ise biraraya gelişini engelleyecek, muhalif kesimler arasındaki farklılıkları öne çıkaracak bir yol izlenmeye çalışılacak.
AKP'nin çok büyük hırsızlıklara başvurması (yüzde 10'u da aşan büyük bir hırsızlık vakası) halinde ilk turda kazanması mümkündür. Bunun dışında, ilk turda kazanması asla mümkün değildir. Tüm çalma çırpmaya rağmen, Tayyip'in ilk turda başkanlığı kazanamaması durumunda, ikinci turda da kazanma umudu olmaması halinde seçimlerin iptali için her türlü provakasyon yapılacaktır. (Bir anda seçim meydanlarında çok sayıda IŞİD vb. bombasının patlaması, ya da Yunanistan'la ısıtılan ortamın zoraki bir çatışmaya dönüştürülmesi ve ardından seçimlerin iptal edilmesi ve belki de sıkıyönetim vb. ilan edilmesi hiç de süpriz olmayacaktır.) Bu durumda tümüyle çıplak zora dayanan ve tümüyle gayrı meşru bir iktidar olarak yola devam etmeye çalışacaklardır. Seçimlerin gerçekleşmesinin yegane yolu AKP faşizminin kazanmasıdır. Başka bir olasılıkta seçimler bir biçimde sabote edilecektir.
Kısacası, AKP faşizminin seçimler yoluyla iktidarı terk etmesi olasılığı yoktur.
CHP'nin İyi Parti ve Saadet Partisi ile bir ittifak kurmaya çalıştığı açık. İyi partiyle MHP tabanına, Saadet Partisi ile AKP tabanına mesaj verilecek ve adres gösterilecek. Temel mesaj şudur; "AKP'nin kaybetmesi durumunda kazandığınız konumlara/haklara dokunulmayacak, batan gemiyi terk edin, bize gelin" İlk turda her partinin kendi adayları ile seçime girmesi ve mümkün olduğunca çok oy toplaması ve Tayyip'in ilk turda seçilmesinin engellenmesinin hedeflenmesi olasılığı yüksektir. İkinci turda ise HDP'nin ya biz, ya da AKP ikilemi ile baskı altına alınması olasılığı yüksektir. İlk turda sonucun belli olmaması durumunda kilit parti kesinlikle HDP olacaktır.
Ve bu aşamada oldukça süpriz politik gelişmelerin olması olasılığı çok yüksektir. HDP ve sol güçler, CHP-İyi parti- Saadet Partisinin oluşturacağı sağcı ve burjuva demokratik bir programdan dahi yoksun olan koalisyonu desteklemeye zorlanacaktır. HDP'nin CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi ile birlikte hareket etmeyi seçmesi durumunda, AKP-MHP ittifakı kesinlikle kaybeder. Bu durumda AKP seçimin yapılmasını engelleyecektir.
Ne Yapmalı?
Devrimci sosyalistler açısından seçimlerin kurtuluş yolu olmadığı açıktır. Seçimler, devrimci sosyalistler açısından oluşan siyasallaşma atmosferiyle devrimci ve sol çalışmalara daha büyük bir zemin hazırladığı ve emekçi halk yığınlarıyla buluşma kanallarını daha güçlü yarattığı için önemlidir.
Devrimci sosyalistlerin ve devrimci ve sol güçlerin ciddi ve mücadeleci bir toplumsal tabana sahip olmalarına rağmen, esasen pratik devrimci mücadeleden düştükleri açıktır. Tek tek örgüt ve hareketler olarak devrimci ve sol güçlerin ciddi hiç bir faaliyeti örgütleyecek dinamizme sahip olmadıkları toplumsal mücadele pratiğinden apaçık görülüyor. Tabanda ise AKP faşizminin tüm baskısına karşın, pratik öncülükten yoksunluğa karşın direniş eğilimi sürüyor. Taban, AKP faşizmine teslim olmuyor. Sosyal medyadan, ekonomik demokratik mücadelelere, ekolojik ve kadın mücadelelerine değin uzanan geniş bir yelpazede düşük profilli gibi görünsede oldukça öfkeli ve dirençli bir halk mücadelesi sürüyor. Sorun öncülük iddiasında olanların adeta mücadele sahnesinden çekilmesidir.
Önümüzdeki seçimlerin her zamankinden çok daha büyük bir siyasallaşma dalgası yaratacağı açıktır. Sol ve muhalif cephede; umut, karamsarlık, karmaşa, öfke, halk militanlığı, büyük emekçi kitlelerin sokağa akması, vb. her türden duygu ve eylem biçimi zincirlerinden boşanarak sökün edecektir.
Olgu şudur; AKP karşıtı yüzde 55-60'lık blokun ezici çoğunluğu kendini sol olarak tanımlayan kitleden oluşmaktadır. Temel soru ise şudur; ağırlığını solun oluşturduğu bu büyük kitle sağcı, hatta gerici bir program ve kadronun peşinde mi saflaşacaktır, yoksa devrimci, demokratik, sol değerlerin ve adayların peşinde mi saflaşacaktır? En asgarisinden temel burjuva demokratik hak ve özgürlükleri esas alan bir programın arkasında mı saflaşacaktır?
Şu anda, başta CHP yönetimi olmak üzere, İyi parti ve Saadet partisinin planı, daha doğrusu başta ABD emperyalizmi olmak üzere batılı emperyalist güçlerin planı muhalif büyük kitleyi eski kontrgerilla devletini yeniden inşa edecek sağcı, gerici bir programın ve adayların arkasında saflaştırmaktır.
Devrimci, demokratik güçler bu planı kesinlikle ret etmelidirler. Halkın sol damarının, en ağır bedelleri ödeyen damarının sağcı, gerici, kontrgerillacı programların arkasında saflaştırılmasına kesin bir kararlılıkla karşı durmalıyız. Devrimci sosyalistler, tüm devrim güçleri, bir yandan devrim ve sosyalizm eksenli politikaları esas alırken, diğer yandan tüm muhalif odakların toparlanması bağlamında asgari olarak tüm burjuva demokratik hakları eksiksiz olarak teminat altına alan bir programı birleşik bir muhalefetin olmazsa olmazı olarak ele almalıdırlar.
İşçi sınıfının, yoksul köylülerin, küçük ve orta esnafın, kadınların, gençlerin, öğrencilerin tüm temel ekonomik ve demokratik talepleri esas alınmalıdır. Böyle olmayan bir birleşik hareketin gericiliğin ve faşizmin restorasyonunun farklı bir versiyonu olması kaçınılmazdır. Tayyip'in başını çektiği 2000'lerin din tüccar-milliyetçi faşizm mi, yoksa Meral Akşener'in de baş aktörlerinden biri olduğu 1990'ların onbinlerce insanımızın yaşamına mal olan milliyetçi-ırkçı faşizminin yeni bir versiyonu mu? ikilemine bizi mahkum etmeye çalışacak her türlü yaklaşımı ret etmeliyiz.
Kaldı ki, Tayyip'in seçim yoluyla iktidarı bırakması olasılığı sıfıra yakındır. Dolayısıyla, Tayyip'ten kurtulalım derken, milliyetçi faşist cephenin arkasında saflaşmak, Tayyip'ten kurtulmayı sağlamayacağı gibi, geride sadece faşistlerin arkasında saflaşmak gibi bir utancı bırakır.
CHP, İyi parti ve Saadet eğer Tayyip'ten kurtulmak istiyorlarsa, başta HDP ve diğer tüm devrimci, demokratik ve sol güçlerin demokrasi taleplerini kabul etmelidirler. Bir halk demokrasisi talebini kabul etmelerini beklemiyoruz. Asgarisinden temel burjuva demokratik hak ve talepleri kabul etmelidirler. Böylesi bir demokratik ekseninin gelişmesi, herşeyden önce devrimci sosyalistlerin, tüm devrimci ve demokratik güçlerin, tüm yurtsever güçlerin, HDP, HDK, DTK, Haziran Hareketi, Memleket Biziz, TİP, vb. gibi sol güçlerin, hatta CHP'nin tabanda gelişen sol kanadının güçlü bir ittifakını gerektirir. Tüm devrimci, demokrat, yurtsever ve sol güçlerin bu süreçteki acil görevi bu ittifakı gerçekleştirmektir.
Böylesi bir ittifak sadece seçim bağlamında gelişse bile, tüm demokratik ve sol dinamiklere muazzam bir moral verecektir. Bu ittifak yaratacağı sinerjiyle kısa sürede başlangıçtaki gücünün birkaç misli etki yaratacaktır. Daha da önemlisi, AKP faşizminin kaybedeceğini anladığında girişeceği seçimi erteleme provakasyonlarına, yada büyük çaplı hırsızlık operasyonlarına karşı tüm halkın isyanına ve mücadelesine öncülük edecek olan zemin yaratılmış olacaktır. Bir adım daha ilerlersek, bu ittifak AKP faşizmine karşı sonraki süreçte ekonomik kriz ve benzeri faktörlerle ortaya çıkacak isyan dinamiklerini büyük bir devrimci demokratik harekete dönüştürmek için de muazzam bir imkan olacaktır. İttifak sadece seçimle sınırlı olsun veya sonrasında devam etsin farketmez, böylesi bir ittifakın bir kez kurulmuş olması bile sol ve demokratik halk potansiyelinin bundan sonraki tüm süreçlerde büyük bir mücadele gücüne dönüşmesinde büyük bir başlangıç adımı olacaktır.
Devrimci sosyalistler, devrimciler, sol ve yurtsever güçler birlik, mücadele ve zafer şiarında ifadesini bulan yaklaşımı pratikleştirmeye her zamankinden çok daha fazla gereksinim duymaktadırlar ve başarabilirler. Kimi kesimlerin bu ittifaktan uzak durmaları bahane olmamalıdır. Birleşebilen tüm halk güçleri birleşmeli ve umut yeniden güçlü biçimde büyütülmelidir.
Devrimci sosyalistler olarak bu temelde rolümüzü oynamalıyız...
BİRLİK, MÜCADELE, ZAFER!
TEK YOL DEVRİM!
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
23.4.2018
EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ
|
Afrin
İşgaline Hayır!
Sömürgeci oligarşi,
Kürt ulusunun kendi kendini yönetmesini, özyönetim
eksenli demokratik bir statüye kavuşmasını
engellemek için, Rojova devrimine saldırıyor,
Afrin’i işgal ediyor.
Ortadoğu bir uçtan
diğer uca, emperyalist saldırı, kışkırtma,
işgal, savaş içinde. Birinci emperyalist paylaşım
savaşı sonrası emperyalist ve yerel gerici
güçler tarafından çizilen sınırlar, 1990 sonrası
yeni bir hegemonya ve nüfuz alanı savaşı içinde
yeniden çiziliyor. Bu temelde halklar düşmanlaştırılıyor,
mezhep çatışmaları kışkırtılıyor, sadece ekonomik
sömürü değil, işgal ve savaşlar halklara dayatılıyor.
Bu hegemonya savaşı içinde sadece emperyalist
güçler değil, onların işbirlikçisi güçler
de bu kan denizinden rant toplamaya çalışıyor,
“bölgesel güç” olma, bu paylaşımdan pay kapma
savaşı veriyor. Bunun için yeni yeni çeteler
kuruluyor, akıl almaz para ve kaynaklar seferber
ediliyor, bir dizi kirli ittifak kuruluyor,
diplomasi hegemonya kavgasının bir unsuru
oluyor, halkların iradesi yok sayılıyor. Tüm
bunların karşısında, örgütlü bir halk olarak
Kürt halkı, bu çok yönlü saldırıya karşı direniyor,
Rojava’da kendi toprağını savunuyor, kendi
kendini yönetiyor.
Afrin, Rojava
devriminin bir parçası olarak, sadece Kürt
halkının değil, bölgedeki tüm halk ve inanç
sahiplerinin özyönetiminin somutlaştığı bir
yerdir.
AKP, emperyalist
güçlerden destek alarak, kriz içinde iktidara
geldi; “özgürlük ve demokrasi” söylemini kullandı,
ancak adım adım iktidar odaklarını ele geçirdi,
sadece “yukarıdan” değil, aynı zamanda “aşağıdan”
yani kitlelerden destek alarak, her fırsatı
iktidarlaşma için kullandı. Artık saray etrafında
kurumsallaşan açık faşizm söz konusudur. Emperyalist-
kapitalist sistem son on yıldır yeni bir kriz
sarmalı içindedir, bu kriz sarmalı ülkemize
yansımakta, dahası içsel dinamiklerle yeni
biçimler almaktadır. Kriz içinde, neo-liberal
sömürü tüm sınırlarını zorlamakta, açık, vahşi
sömürü işçi ve emekçilere dayatılmakta, sermaye
kaba ve vahşi yöntemlerle el değiştirmekte
ve yoğunlaşmaktadır. Demokratik hak ve özgürlükler
özellikle 7 Haziran seçimleri sonrası bir
çırpıda yok sayılmakta, burjuva anlamda bile
“hak-hukuk” tasfiye edilmekte, eğitimden sağlığa,
spordan çevreye her alan hem sömürü ve rantın
hem de baskı ve dayatmanın birer alanı olmaktadır.
Artık tüm düzen partileri, parlamento vb kurumlar
sadece birer ayrıntıdır, hiçbir işlevi yoktur.
12 Eylül açık faşizminin bir ifadesi olan
anayasa artık işlevsizdir, anayasa ve yasalar
bir kenara atılıp saray ve onun çıkardığı
KHK'ler ile ülke yönetilmektedir. Yüz binler
işinden atılmakta, demokratik hakları savunmak
“hainlik” olarak saldırı odağına dönüşmekte,
sadece açık askeri zor aygıtları değil, sivil
ve yarı-sivil yan aygıtlar devreye sokulmakta,
tüm medya teslim alınıp sarayın hizmetine
sokulmaktadır.
İçte bunlar olurken,
devlet yeniden açık faşizm ekseninde kurumlaşırken;
dışta, tüm kirli unsurlar, ittifaklar kullanılarak,
özellikle Kürt halkına karşı açık bir savaş
ve işgal dayatılmaktadır. Artık, oligarşi
için, Kürt ulusunun özgürlük sorunu sadece
sınırlar içinde bir sorun olmaktan çoktan
çıktı, aynı zamanda ortadoğu sorununa dönüştü.
Bundan dolayı, sadece dağları bombalayıp on
binlerce yurtseveri tutuklamakla kalmıyor,
yeniden “Kürt yoktur”a dönüyor, Güney Kürdistandaki
bağımsızlık referandumuna saldırıyor, Rojava
devrimine savaş açıyor.
Türk burjuvazisi,
doğuşundan bu yana ırkçı ve şövenistir. Doğuşu
emperyalizmin kucağında olmuştur ve onun “milliliği”
daha küçük halklara, Kürt, Ermeni ve diğer
halklara karşıdır. Güçlü karşısında el pençe
divandır; Kürt, Ermeni ve diğer ezilen halklara
karşı ise üstendir, ırkçıdır, sövenistir.
İnkarcıdır, yalan ve demogoji genlerinde vardır,
pervasız ve saygısızdır; dün Dersim, Koçgiri,
Şeh Sait başkaldırılarında olduğu gibi bugün
de aynı yöntemleri, daha gelişmiş biçimde
devreye sokmaktadır.
Başka bir ulusu
ezen ulus özgür olamaz. Kürt halkına karşı
on yıllar boyu kirli bir savaş yürüten oligarşi,
en büyük kötülüğü Türkiye halklarına yapmaktadır.
“Hey Amerika” söylemiyle karışık Kürt halkına
karşı açık bir kin, nefret ve saldırı, sadece
sahte bir anti-emperyalizm değil, aynı zamanda
Türkiye halkının anti-emperyalist bilincini
dumura uğratmaktır. Türkiye halkı, işçi ve
yoksullar milliyetçilik zehiriyle zehirleniyor;
böylece sadece sömürü gizlenmiyor, aynı zamanda
halklar arasındaki ortak bağlar yıkılıyor,
rüşvet ve rant üzerine oturmuş bir iktidar
gizlenmeye çalışılıyor. Bir başka ifade ile
Kürt halkının özgürlüğünün yok sayılması aynı
zamanda Türkiye halkının köleleşmesi anlamına
geliyor.
Bu düzen böyle
sürüp gidemez; bu saldırılara karşı direnmek
meşrudur, haktır.
Örgütlü Kürt halkı
tüm bu saldırı, işgale karşı direniyor. İçte
direniyor, dağda, şehirde direniyor; şimdi
de Afrin'de direniyor. Afrin işgaline karşı
olmak, sömürgeci oligarşin bu kirli savaşına
karşı çıkmak demokrat olmanın birinci koşuludur.
Afrin işgaline karşı çıkmak, eşitlik ve özgürlük
taleplerimize sahip çıkmaktır. Afrin işgaline
karşı çıkmak, sarayın iktidarına, pervasızlık
ve yalanlarına karşı çıkmaktır. Afrin işgaline
karşı çıkmak, Kürt halkıyla, ortadoğu halklarıyla
kardeşleşmektir.
Faşizme, sarayın
iktidarına karşı direnenlere selam olsun;
direneceğiz, faşizmi yıkıp halkın iktidar
olduğu özgür bir ülke kuracağız.
AFRİN İŞGALİNE
SON
KÜRT HALKI YALNIZ
DEĞİLDİR
KURTULUŞA KADAR
SAVAŞ
|
Ekim
Devrimi 100 Yaşında
Mahircan
Karasansar
Ekim Devrimi, insanlık
tarihini değiştiren en önemli gelişmelerden
biridir. Ekim Devrimiyle birlikte ilk defa
geniş yığınlar, kendi kaderlerini çizmek için
tarih sahnesine çıktılar. Elbette daha önce
de ayaklanmalar, isyanlar yaşanmıştı. Ama
bu defa gelip geçici bir durum yoktu ortada.
Bundan sonra sömürü yok demişti işçi sınıfı.
Bundan sonra patron yok, ağa yok, padişah,
kral vb. yok. Olmayacak da.
Tarih boyunca
hep başkalarının belirlediği yazgıyı yaşamış
olan en alttakiler, çalışmaktan başka bir
hayat bilmeyenler almıştı bu defa ipleri eline.
Önceleri alışılageldiği üzere küçümsendiler.
Fazla yaşamaz dendi bu hiç görülmedik iktidar
biçimi için. Ama çok dirençli çıktı. Fazla
yaşamaz diye küçümseyenler hesaplarını değiştirmek
zorunda kaldılar. Bundan sonra ondan kurtulmanın
imkansızlığı üzerine yaptılar gelecek hesaplarını.
İnsanlığın önünde
ise yepyeni bir ufuk açılmıştı. Yeterince
iyi örgütlendiklerinde en güçlü, en zalim
egemen sınıf iktidarını bile devirebileceklerini
gördüler. Çarlık Rusyası Avrupa'da karşı devrimin
en büyük gücüydü. Yıkıldı. O halde neden biz
de yapmayalım, yapabiliriz, yapmalıyız...
Sosyalizm, bir
düş, bir proje, bir avuntu, bir düşünce olmaktan
çıkmıştı artık. Ete kemiğe bürünmüştü. Somut
bir olgu haline gelmişti. Üstelik bunu yapanlar
belki de Avrupa'nın en cahil işçi sınıfıydı.
Herşeyi Avrupa ölçüsüne vurmaya alışkın olanlar,
cehaleti okuma yazma oranı olarak hesapladıkları
için burada yanıldılar. Rus köylüsünün sırtındaki
kamçı izleri olarak, Rus proletaryasının her
direnişinde çarlık ordularının kurşunlarıyla
toprağa düşen bedenleri olarak, Sibirya sürgünleri,
işkenceler, cezaevlerindeki açlık grevleri...
ve burada daha fazla uzatmaya gerek olmayan
diğer şeyler olarak Rus emekçilerinin "birikimini"
hesaplayamadılar.
Bugüne kadar neredeyse
her yıldönümünde Ekim Devrimi ile ilgili birçok
yazı yazıldı. Bunların birçoğunda devrim birçok
yönüyle ele alındı, tarihsel bilgiler anımsatıldı.
Bu nedenle bu defa işin bu kısmına fazla değinme
gereği bulmuyoruz.
Bunun yerine bu
devrimin insanlığa armağan ettiği, kendi kaderini
yapma pratiği üzerinde duracağız. Tanrı, ya
da ona benzer başka bir güç tarafından değil
de kendi kaderini kendi belirlemek. Kelimenin
gerçek anlamında kölelikten kurtulmak. Geniş
emekçi yığınlarına herbiri birer bilinçli
ya da bilinçlenebilir insan değil de güdülmesi
gereken koyun sürüleri gözüyle bakan egemenler
açısından bu durum, en tehlikeli olguydu.
Bu bulaşıcı hastalık yayılmaya başlarsa artık
kimse, hiçbir güç, hiçbir silah bununla başa
çıkamazdı. Hemen işe koyuldular.
Parti diktatörlüğü
dediler. Toplum mühendisliği dediler. Milleti
gaza getiren propagandacılar dediler. Ana
bacı tanımayan allahsız kitapsızlar dediler.
Bunların hiç birini tutturamadılar. Çünkü
kendi pislikleri ortadayken bunların etkisi
kısa zamanda yok oluyordu. Çünkü insanlık,
artık kendi kaderini kendi eline alabilecek
olgunluk düzeyine gelmişti. O halde en büyük
enerji, insanlığı bu düzeyin gerisine çekmek
için harcanmalıydı.
Görev zor, ama
hayatiydi. Öncelikli olarak tarihin akışının
zorunlu bir sonucu olan devrim düşüncesi bertaraf
edilmeliydi. Bilmem neredeki telgraf telleri
kesilmese asla gerçekleşemeyecek bir Bolşevik
Devrimi masalı uydurdular. Bunu kendileri
söylediğinde kimsenin inanmayacağını bildiklerinden
solcu gibi görünen ağızlardan yaydılar ortalığa.
Yani aslında herşey kötü bir tesadüftü. O
kadar.
Evet, zaten sağcı
olanların etki alanı sınırlı olduğundan "sol"dan
darbelenmeliydi bu umut, bu potansiyel. "İktidar"ın
kötü birşey olduğu masalı da bunlardan biriydi.
Anarşizm bunu uzun zamandır yayıyordu. Ama
sosyalizm adına hareket ettiği iddiasında
olan "aydın"ların ağzında bu sefalet,
daha fazla etki gücü buluyordu. Reel sosyalizm
deneyiminin çeşitli hatalarını abartan, çarpıtan
ve bunlardan beslenen bu yaklaşım hemen egemen
sınıflardan desteğini buldu ve hızla pompalandı
emekçilerin düşünce dünyasına.
Bizleri sömürenlerin
iktidarı kötüydü. İktidar olup biz de onlar
gibi kötü mü olalım? İyisi mi biz yine sömürülen
olarak kalalım demenin, bu aptalca pasifizmin
teorik söylemle parlatılmış halinden ibaret
bu yaklaşımın özellikle emperyalist ülkelerin
proletaryasında etki bulması doğaldı. Çünkü
bu kesimlerde oluşan işçi sınıfı aristokrasisinin
halkaları genişledikçe, zincirlerinden başka
kaybedecek şeyleri olanların sayısı da artıyordu.
Bunun beraberinde getirdiği konformizm, iktidar
savaşı gibi zorlu ve tehlikeli süreçlere yelken
açmayı giderek çok uzak bir tercih haline
getiriyordu işçi sınıfı için.
Burada sosyalist
siyasal hareketin ortaya çıkan bu yeni duruma
uyum sağlamada gösterdiği başarısızlık da
önemliydi. "Ekonomik altyapı belirleyicidir"
önermesinden hareketle, ekonomik ajitasyonu
temel alan bu yaklaşım tarzının zaten ciddi
bir ekonomik sorun yaşamayan sınıfa vaad edebileceği
bir şey yoktu. Zaten arabası olan birine daha
iyi bir araba vaad etmek gibi bir şeydi bu.
Oysa kapitalizm sadece ekonomik anlamda değil,
kültürel, insani, ekolojik, cinsel vb... kısacası
yaşamın tüm alanlarında sömürü ve çürüme demekti.
Reel sosyalizmin etkisinde olsun ya da olmasın
emperyalist metropollerdeki sosyalist hareketin
bu potansiyelleri ıskalaması egemen sınıflara
yeni çatlaklar yaratmak için büyük fırsatlar
verdi. İnsanı/toplumu tüm ihtiyaçları ve özlemleriyle
bir bütün olarak kavramaktan uzak sosyalizm
anlayışı, 68'e seyirci kaldı. Daha sonrasında
da hep seyirci oldu. Oysa sosyalizm seyircilerin
değil, sahnedeki oyuncuların ideolojisidir.
Sözkonusu yanılgıya, tekyanlılığa düşmemiş
olan sosyalizm anlayışları ise 68'den güç
alarak köklerini toplumun derinliklerine yayabildiler.
Ülkemiz de dahil olmak üzere dünyanın birçok
yerinde hala sosyalizm bayrağını dalgalandıranlar
ya da şu veya bu biçimde soldan yana bir değer
üretebilenler, bu anlayışın doğrudan veya
dolaylı uzantılarıdır. Ve bu anlayışın en
güçlü akımları, emperyalist metropollerden
oldukça uzak coğrafyalarda ortaya çıkıp gelişmişlerdir.
İnsanlığın gelişimini
temsil edenler yine hor görülenler oldu. Dünyanın
kırları da denilen sömürge ulusların halkları,
emperyalizme karşı geliştirdikleri ulusal
kurtuluş savaşları ile sosyalizme yeni bir
soluk borusu açtılar. Ama ekonomik indirgemeci
sosyalizm anlayışının etkisiyle bu soluk borusundan
gelen oksijeni ciğerlerine doldurup kendine
gelmek yerine kendi hastalıklarını bu dipdiri
devrimlere ihraç etmeye çalışan reel sosyalist
hareket, bu dinamiğin de sönümlenmesinde önemli
etkilere sahip oldu.
Nasıl ki burjuvazi
sosyalist iktidarın ilk halini küçümseyip,
hor gördüyse, emperyalizme karşı ulusal kurtuluş
savaşlarının muzaffer halkları da reel sosyalist
anlayış tarafından "bizim nükleer silahlarımız
olmasa emperyalizm sizi bir günde dümdüz eder"
anlayışıyla küçümsendi. Daha sonra nükleer
silahların uluslararası sözleşmelerle sınırlanması
bu yaklaşımı demode hale getirince bu kez
de "bizim ekonomik yardımlarımız olmaksızın
bir gün bile ayakta duramazsınız" küçümsemesi
icad edildi. Her ne hikmetse yaşadığı tüm
krizlere rağmen Küba sosyalizmi bir gün değil,
16 yıldır hiçbir yardım almadan ayakta durmayı
başarabiliyor. Daha çok uzun süre de ayakta
duracak gibi duruyor.
Bu ve bunun gibi
daha bir çok hesap hatası, reel sosyalizmin
sicilinin sadece küçük bir parçası. Burada
detaylarına girme gereği görmediğimiz reel
sosyalizmin kendi iç hastalıkları, ve en önemlisi
politik yanılgıları, oluşturduğu devletler
sisteminin çözülmesini beraberinde getirdiğinde
emperyalist kapitalist sistem, kendini hükmen
galip saydı. Tüm dünya bir şaşkınlık içindeydi.
Dünyanın üçte birine hakim durumdaki sosyalist
blok, sıcak bir savaş yaşanmaksızın, hatta
soğuk savaş bile sona ermişken kendi içine
çökmüştü. Emekçi yığınların bilincindeki kurtuluş
umuduna dair en büyük kırılma, işte bu anda
yaşandı. O güne değin tüm hatalarına rağmen
emperyalist kapitalist sisteme alternatif
olan, işçi sınıfının iktidarını, sosyalizmi
temsil eden, yeryüzündeki tüm işçilerin, emekçilerin,
ezilen halklarının umutlarının, özlemlerinin
varlığında somutlandığı sosyalist blok, artık
yoktu. Küba ve Kuzey Kore haricinde tamamı
teslim bayrağını çekmişti. Kuzey Kore'deki
sistemi ise sosyalizmle ilişkilendirmek oldukça
sorunluydu.
İnsanlığın kendi
kaderini kendi eline alma umudunun aldığı
en büyük darbe buydu. O güne kadar yaptıkları
tüm çalışmalara rağmen emperyalist kapitalist
kampın hiçbir saldırısı, böylesine büyük bir
yıkım yaratamamıştı. Kendini sosyalizmle hiç
ilişkilendirmemiş, gerici düşüncelerin etkisinde,
beş vakit namazındaki bir emekçi bile devletin
ya da patronların bir zulmüyle karşılaştığında
aklından şu düşünceyi geçiriyordu eskiden:
"Sizin de it gibi korktuğunuz birileri
var elbet bu dünyada. Bir gün gelir hesap
sorarlar sizden de...". Komünizme dair
kafasına doldurulan tüm senaryolara inansa
bile şunu geçiriyordu içinden "ha bunlar
sömürmüş, ha onlar; benim için ne fark eder
ki?". İşte bu umutlarla yaşama tutunanların
yüreklerindeki o dal, kırılmıştı.
Yaşanan kırılmanın
daha vahim boyutu ise o güne kadar işçi olmayı,
emekçi olmayı hiç olmazsa çıkarları gereği
sol ile birlikte olmakta gören genel toplumsal
kanı ortadan kalkmıştı. Çünkü solcu olmanın
hiçbir avantajı, getirisi yoktu artık. Eskiden
siyasal görüşü sağcı olsa bile çıkarları gereği
solcu sendikalarda örgütlenen işçilerin nesli
tükeniverdi birden. Zaten solcu sendikalarda
solculuk yapamaz hale getirilmişti. Geçmişte
Sovyetler Birliğinin uzantısı olarak ele alınıp
yok edilmesi gereken düşman olarak görülen
sendikalar ya sistemin içine çekildiler ya
da birer tabeladan ibaret hale getirildiler.
Bu defa işi zor
olan sosyalizmdi. Bu denli yaygın ve yerleşik
bir inancı, umudu yeniden diriltebilmek, gerçekten
çok güçtü. Ekim devrimiyle açılan gedik kapanmamıştı
elbet. Ama düşman çok güçlü bir biçimde onarmıştı
surların o kısmını. Doğal olarak nerede hata
yaptık tartışmaları da başladı.
Bu soruya her cepheden farklı yanıtlar verilse
de, asıl önemli olan bundan sonra ne yapılacağı
idi. Yaşanan sosyalizm pratiklerine bakarak
ne yapmayacağını söyleyebilen çoktu ama reel
sosyalizmin kendi içine çökmesinin yarattığı
fırsatla ciddi bir hamle yapan emperyalist
kapitalist sistem hızla evriliyordu. Bu durum,
dünyanın verili durumunun da hızla evrilmesi
anlamına geliyordu. Çünkü artık dünya neredeyse
tamamen onların elindeydi. Dolayısıyla geçmişe
dair olan "ne yapmayacağız" yanıtları
da artık tatmin edici olmaktan uzaklaşıyordu.
Ya da pratikte anlamsızlaşıyordu.
İnsanlık tarihi
açısından çok kısa bir süre sonra emperyalist
sistemin zafer sarhoşluğu sona erdi. Dünyanın
her yerinden emperyalizmin "yeni dünya
düzeni" dedikleri sınırsız sömürü düzenine
karşı muhalif sesler yükseliyordu. Bazısı
sokak hareketi görünümlü bu gücün bazıları
ise gerilla hareketi formundaydı. Emperyalizmin
gömdüğünü sandığı hayalet yine sokaklarda
dolaşmaya devam ediyordu. Bu defa adını geçmişte
olduğu gibi her yerde açıkça "komünizm"
olarak koymayan bu hayalet, aynı korkuyu salmaya
devam ediyordu.
İnsanlığın bu
berbat sistemden kurtuluş umudu ve mücadelesi
bitmiyordu. Bunun bitmesi, insanlığın bitmesi
anlamına gelir.
"İnsanlar
kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama
kendi keyflerine göre, kendi seçtikleri koşullar
içinde yapmazlar, doğrudan veri olan ve geçmişten
kalan koşullar içinde yaparlar. Bütün ölmüş
kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla,
yaşayanların beyinleri üzerine çöker. Ve,
onlar kendilerini ve şeyleri, bir başka biçime
dönüştürmekle, tamamıyla yepyeni bir şey yaratmakla
uğraşır göründüklerinde bile, özellikle bu
devrimci bunalım çağlarında, korku ile geçmişteki
ruhları kafalarında canlandırırlar, tarihin
yeni sahnesinde o saygıdeğer eğreti kılıkla
ve başkasından alınma ağızla ortaya çıkmak
üzere, onların adlarını, sloganlarını, kılıklarını
alırlar. ... İşte böyle, yeni bir dili öğrenmeye
başlayan kişi, onu hep kendi anadiline çevirir
durur, ama ancak kendi anadilini anımsamadan
bu yeni dili kullanmayı başardığı ve hatta
kendi dilini tümden unutabildiği zaman o yeni
dilin özünü, ruhunu özümleyebilir." (Marx,
Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i, ilk sayfalar)
Bugün dünya sosyalist
hareketi, henüz kendini geçmişin ruhlarından
arındırabilecek bir silkinmeyi gerçekleştiremedi.
Bunu başarabilecek olan yeni bir devrimdir
ancak. Bu devrimsel kopuşma gerçekleşmediği
için hala geçmişin ruhları ortalıkta cirit
atıyor. Geçmiş dediğimizde, bunun içinde Ekim
Devrimi gibi, Vietnam Savaşı gibi görkemli
zaferler de var, Berlin Duvarının yıkılışında
sembolize olan dağılma gibi çok büyük yenilgiler
de. Ancak geçmiş ruhların ortalıkta oldukça
az görüldüğü durumlar da yaşanmıyor değil.
Kendi coğrafyamız açısından bunun iki örneği
var: Gezi ve Rojova.
Gezi pratiği bize
yukarıdaki alıntının özellikle son cümlesini
çok iyi öğretti. Tarihin bu yeni sayfası,
yeni bir dil öğrenmeyi gerektiyor. Bunu başaramayanların
gelecek kuşaklarla konuşabileceği çok az ortak
şey olacak. Ekim Devrimi de böyle bir etki
yapmıştı. O güne kadarki marksist akımın kavrayışında
böyle bir devrim olanaksızdı. Dolayısıyla
bu devrim, o güne kadarki bütün düşünme biçimlerinin
alt üst olmasını marksistler açısından da
bir zorunluluk haline getirmişti. Gezi, kendi
dilini oluşturamasa da önemli adımlar attı.
Dünyayı ve toplumu algılamakta kullanılan
yöntem araç ve ekollerin ciddi biçimde gözden
geçirilmesi gerektiğini ve kendini bu yeni
dile göre yeniden dizayn etmesi gerektiğini
çarpıcı biçimde gösterdi. Reel sosyalizmin
ekonomik ajitasyona dayalı söylemi nasıl ki
68'de sürece seyirci kaldıysa, günümüzü sol-sosyalist
hareketi de Gezi sırasında seyirci kalmasa
bile öncü olabilmenin oldukça uzağında kaldı.
En az devlet kadar şaşkındı, çünkü hergün
yeni birşeyler öğreniyordu. Üstelik bunlar
çok şey bildiğini zannettiği konulara dairdi.
Yeni hiçbir şey öğrenmedikleri, zaten her
şeyi (!) bildikleri iddiasında olanlar için
bizim söyleyebileceğimiz bir şey yok elbette.
Öğrenmek deyince de duvarlara bakıp bundan
sonra küfür edelim/espri yapalım diye "ders
çıkarmış" olanlara da diyecek bir sözümüz
yok elbette.
Rojova ise çok
daha farklı bir olgu. Çok örgütlü, disiplinli,
üzerine uzun yıllar kafa yorulmuş bir projenin
hayata geçmesi. Uluslararası konjonktürün
yarattığı fırsatlar üzerinden hayata geçmiş
olması onun değerini bir gram olsun eksiltmiyor.
Ekim Devrimini kötü bir tesadüf gibi açıklayan
şarlatanların benzerleri bugün de Suriye'deki
iç savaş olmasa Rojova devrimi falan olmazdı
diyebilirler. Ama aynı koşulları sen elde
etsen ne yaparsın sorusuna da verecek yanıtları
yoktur, çünkü onlar sadece eleştirmeyi bilirler.
Zamanında Lenin için de "fırsatı değerlendiren
uyanık" yorumları yapanlar çoktu ama
tarih onların tezlerine gereken değeri verdi.
Kimilerince devrim
olup olmadığı bile tartışılan Rojova Devrimi'nin
de beğenmeyeni, küçümseyeni çok. Bugüne kadar
karşılaştığı tüm saldırılara rağmen kendini
var edebilmesi, koruyabilmesi bile dikkate
değer bir başarıyken neden böyle bir muameleye
layık görüldüğü başka bir yazının konusu.
Bugün bizim için önemli olan tarafı şu: Ezilen
emekçi yığınların kendi kaderlerini eline
alma mücadelesinde Rojova ne anlam ifade ediyor.
Kendi kaderini eline alma mücadelesi diye
ifadelendirmek sorunlu olabilir. Eğer geniş
kitleler kendi kurtuluş umutlarını sosyalizmde
(bizim anladığımız anlamdaki sosyalizmde)
bulmuyorlarsa bu bizim sorunumuzdur. Ayrıca
yeni tarihsel süreçte sosyalizmin nasıl şekilleneceğini
de pratiğin kendisi gösterecektir. Tüm bu
tartışmalar bir yana Rojova Devrimi, kendi
yolunu, kendince çizmeye çalışarak gerek geçmiş
ruhların gölgesinden uzak durdu, gerekse de
bir ışık olarak gölgelerle uğraşmanın anlamsızlığını
bir kez daha anımsattı.
Çok şey bilen
eleştirmenlerinin tüm yazı çizilerine rağmen
Rojova Devrimi, her şeyden önce bir pratik
olgu olarak karşımıza çıkıyor.
Elbette tüm bunlar
insanlığın sömürü ve zulümden kurtuluş umudunu
yeniden yeşermesinde Ekim Devriminin oynadığı
rolü oynayabilmekten oldukça uzaklar. Ama
"hiç umut yok mu?" sorusunun yanıtı
artık eskisi kadar soyut değil. Bu yanıtların
az önce bahsettiğimiz sıradan emekçinin bilincine
yansıdığını söyleyemeyiz elbette. Henüz o
güce ulaşmış bir pratik yanıt ortada yok.
Ama Ekim Devrimi de bu gücü tek başına kendi
pratiğiyle oluşturmadı, oluşturamazdı. Dünya
çapında devrim için, sosyalizm için çarpan
milyonlarca yüreğin emeği ile birlikte ele
alınmaksızın bu güç açıklanamaz. 1991 yılındaki
yıkımda, yüreğindeki o saklı umudu kırılan
emekçi, güvendiği o dağın çok da uzakta olmadığını
biliyordu. Mahallesindeki yazılama kadar yakındı
o dağ. Ama dağın kendisi yıkılınca, duvardaki
yazı da gücünü/etkisini yitiriverdi.
Yazının genel
ekseninden hareketle görevimiz bir psikoloji,
bir duygu yaratmakmış gibi anlaşılmasın. Görevimiz
elbette ki bu psikolojiyi, duyguyu yaratacak
olan somut durumu: Devrimi yapmak. Ama devrim
yapmak, devrim olmaktan geçer. Bu umudu kendi
ruhunda ve pratiğinde üretemeyenler bizden
uzak dursun.
Ekim Devriminin
hayaleti dünyanın her yerinde dolaşmaya devam
ediyor. Emekçi mahallelerinden, ıssız tarlalara,
okul sıralarından atölyelere kadar bu düzene
dair hiçbir umudu olmayanların, aksine öfkesi,
hıncı olanların yüreğine değmeye devam ediyor.
İnsan umutsuz yaşayamaz. Bu düzenden umudu
olmayanın da elbet umudunu bağlayacağı yeni
dağlar inşa edeceğiz.
|
Alp
Ata Akçayöz Yoldaşımızı Andık
19 Aralık 2000
Cezaevleri Katliamında, Ümraniye Cezaevinde
yitirdiğimiz Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı mezarı
başında andık. 17 Aralık 2017 günü saat 13:00'te
başlayan anmamıza Alp Ata Akçayöz şahsında
tüm devrim şehitleri için yaptığımız bir dakikalık
saygı duruşuyla başladı. Ardından şu metin
okundu:
"Dostlar,
Yoldaşlar,
"19 Aralık,
bu ülkenin katliamlar tarihine eklenirken
Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı da aramızdan kopardı.
Alp Ata Akçayöz Yoldaş, devrimciliği varoluşunun
bir parçası haline getirmeyi başarabilmiş
emekçi bir insandı. Onun için devrimcilik
nefes almak kadar doğaldı. Devrimciliğini
hiçbir zaman diğer insanlar karşısında bir
üstünlük, bir farklılık olarak görmez, göstermezdi.
Kendini devrimciymiş gibi pazarlayan insanların
sahtekarlığını, ikiyüzlülüğünü yüzlerine vuracağı
zaman bile kendini örnek göstermek yerine
devrimciliğin, sosyalizmin genel doğruları
üzerinden hareket ederdi. Bu mütevazilik onun
devrimci kimliğinin bir parçasıydı. Hiç kendini
göstermeden, hissettirmeden o kadar çok şeyi
kotarırdı ki bütün bunları bir kişinin yapabildiğine
insan inanamazdı.
"Aynı mütevazilik
birikim konusunda da karşımıza çıkardı. Çünkü
birikimi de başkalarına üstünlük taslamak
için değil düşün dünyasını özgürleştirmek,
ufkunu daha da genişletmek için oburca okumalarının
sonucu olarak oluşmuştu. Hayallerini anlattığı
zaman daha iyi fark ederdik bunu. Çünkü belirli
bir çerçevenin çok daha ötesini biliyor ve
bunlara dair tasarımlar geliştirebiliyordu.
"19 Aralığın
katilleri kapımıza dayandığında aynı mütevazilikle
direnişteki yerini aldı Alp Ata Akçayöz Yoldaş.
Kahramanlık rolüne soyunmadan, yine birçok
iş yapıyordu. Barikat başındakilere sadece
çay değil,
kendilerini koruma yöntemleri de sunuyordu.
Onun için yaşamak, devrim için bir şeyler
üretmek, bir şeyler yapmak demekti. Katiller
sanki bunu fark etmişçesine hedef seçtiler
Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı.
"28 devrimci
tutsağın yaşamdan koparıldığı bu katliama
büyük bir utanmazlıkla “Hayata Dönüş” adını
verenler, hala aynı şeyleri yapmaya devam
ediyorlar. Ülkeyi hak, hukuk tanımadan tamamen
keyiflerine göre yönetmeye doğru giderken
“demokrasi”den bahsediyorlar. Yaptıkları tüm
hilelere rağmen seçilebilmiş belediye başkanları,
milletvekilleri hapislere tıkılırken “milli
irade” sözcüğü ağızlarından düşmüyor… Kısacası
yaptığının tam tersini söylemeye 19 Aralıkta
başladılar ve bu geleneği sürdürüyorlar. Tıpkı
katliamların da sürdüğü gibi.
"Ama bu topraklarda
sömürüye karşı isyan, özgürlük için savaşım,
kısacası insanca yaşamak talebi ve mücadelesi
hiç bitmeyecek. Ve bu mücadele her zaman yanımızda
olacaksın Alp Ata Yoldaş. Senin gülüşünü,
enerjini, sıcaklığını kısacası yoldaşlığını
yaşadığımız her anda yanımızda hissediyoruz.
Her zaman bizimlesin. Her zaman bizimle olacaksın."
EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ
Metnin okunmasının
ardından "Alp Ata Akçayöz Ölümsüzdür!",
"Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!",
"Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz!"
sloganları atıldı. Daha sonra söz alan Mahircan
Arpaçay Yoldaşımızın babası bir konuşma yaptı.
Duygu yüklü bu konuşmanın ardından Cephe Marşı
okundu. Ardından da "Yiğidim Aslanım"
türküsünü okuduk yoldaşımız için. Mezar başındaki
anmanın ardından Maltepe Sahil'de bulunan
Nazım Kültür'de Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızın
Ailesinin her yıl yoldaşımızın anısına verdiği
yemeğe katıldık. Anmamız böylece sona erdi.
|
Güney
Kürdistan Referandumu ve "Sol"
Güney Kürdistan'da
25 Eylül günü bir bağımsızlık referandumu
yapılacak. Barzani son dakikada çarketmezse
bunun önünde hiçbir engel yok. Üstelik bu
referandum neredeyse Barzani haricinde bölgedeki
ve dünyadaki tüm güçlerin karşı çıkmasına
rağmen yapılacak. Bugüne kadar Güney Kürdistan'da
diktatörce bir yönetim tarzı benimseyen, parlamentoyu
silah zoruyla kapatan, ülke kaynaklarını yağmalayan,
başta AKP olmak üzere bölge gericiliği ile
çok sıkı ittifaklar geliştiren PDK lideri
Barzani, bu yaptıklarıyla savunulacak bir
siyasi aktör değil. Ancak tüm bunlara rağmen
temsil ettiği ulusal değerler adına yapmış
olduğu çıkış, asırlardır bağımsızlık düşü
gören bir ulusun özlemlerini de ifade etmektedir.
Ve bu referandumun ardından ortaya çıkacak
olan ulus-devlet, kapitalist de olsa (şu an
da sosyalist değil zaten), emperyalist gericiliğin
basit bir parçası da olsa (kaldı ki şu andaki
halleriyle de emperyalizmin bir dediğini iki
etmiyorlar) ileriye doğru atılmış bir adımdır.
Ulusal sorunun tek çözümü elbette ki ayrılma
değildir. Ama bir ulus bu yönde irade beyan
etmişse, bunun önünde de hiçbir güç duramaz,
durmamalıdır. Ulusal sorununu çözüme kavuşturamamış
herhangi bir ulusun, diğer demokratik sorunlarda
ciddi bir adım atabilmesi olanak dışıdır.
Bundan dolayı çözümüyle ortaya çıkacak tablo
ne olursa olsun, ulusal sorunun çözümü ileriye
doğru atılmış bir adımdır. Haklıdır, meşrudur
ve savunulmalıdır.
Bu anlamıyla günahımız
kadar sevmediğimiz, bölge gericiliğinin ve
emperyalizmin esaslı uşaklarından Barzani'nin
referandum adımı da haklıdır, meşrudur, savunulmalıdır.
Aksi yöndeki tüm tutumlar, gerekçesi ne olursa
olsun Kürt düşmanlığının, şovenizmin, gericiliğin
farklı görünümlerinden ibaret olacaklardır.
Halihazırda devletin
tüm partileri (AKP, MHP ve CHP) bir ağızdan
bu referanduma ateş püskürtürken ilk adımı
savaş tezkeresini meclisten geçirerek atmış
bulunuyorlar. Böylelikle savaş kışkırtıcılığı
ve şovenizm kampanyaları egemen medya üzerinden
toplumun üzerine pompalanmaya başlandı bile.
Kürt düşmanlığı üzerine kurgulanan AKP-MHP
koalisyonunun, CHP'nin de desteği ile aldığı
bu tavır sürpriz değildir. Emekçi halklarımızın
kanını akıtmak için her fırsatı değerlendiren
bu savaş meraklılarının IŞİD katliamdan geçirirken
sahip çıkmadıkları Türkmenleri birden bire
hatırlamak bir yana, "onlar için ölmeye
hazırız" diye hava yapmaları "poz"dan
başka bir şey değildir. Yeni bir Kürt düşmanlığı/şovenizm
kampanyası karşısında Kürt ulusunun yanında
yer almak, ulusların kendi kaderlerini tayin
hakkını savunmak, ezilen, sömürülen, tehdit
edilen ve geçtiğimiz günlerde Türk savaş uçaklarının
Güney Kürdistan'ı bombalaması sonucunda katledilenler
örneğinde olduğu gibi katliamlara uğrayan
Kürt Halkının yanında yer almak tüm devrimcilerin,
sosyalistlerin, demokratların temel görevidir.
Çeşitli bahanelerin ardına sığınarak "sol"
adına bu referanduma karşı çıkmak, TC devletine
"sol"dan destek vermek demektir.
Ve ne yazık ki
ülkemiz "sol" hareketinde böylelerine
rastlanmaktadır. Elinden gelse Burkina Faso'nun
bölünmez bütünlüğünü kendine dert edecek derecede
kendini dünya sol hareketinin trafik polisliğine
adamış bir anlayış, yıllardır "sol"
adına kafaları bulandırmaya devam ediyor.
Ne Lenin zamanında Finlandiya'nın referandumla
ayrılması akıllara getirilir ne de başka örnekler.
Bayılırlar Kürt'lere akıl vermeye. Nedense
onların yeterince "akıllı" olmadıkları
konusunda çok emindirler. Katalonya referandumunu
savunmak için basın açıklaması bile yapabilirler
ama sözkonusu olan Kürt'ler olunca durum hemen
değişir. Böylesi bir anlayışın "sol"
ile hiçbir ilgisi yoktur. Mevcut Irak ya da
Suriye devletleri sanki emperyalizmden bağımsızmış
gibi bir hayal dünyasında yaşayanlara söyleyecek
sözümüz olamaz. Ama kendi tarihimizde bu kadar
çok yaşanmış örnek varken Kürt düşmanlığına,
şovenizme bu kadar kolayca kapılıvermenin
de affedilir, hoşgörülebilir bir yanı da yoktur.
|
Didar
Şensoy Ölümsüzdür!
12 Eylül 1980
darbesi, bu toprakların gördüğü en karanlık
dönemlerden birinin de başlangıcıydı. Darbeyle
birlikte ülkede demokrasiyi andıran ne varsa
ortadan kaldırılırken topluma yöneltilen bütünsel
şiddetin doruk noktası devrimci mücadelenin
ezilmesi çabalarında kendini gösteriyordu.
Katliamlar, işkenceler ve infazlar alıp başını
gitmişken cezaevleri de tutsaklara yöneltilen
baskı ve işkencelere karşı insanlık onurunu
koruma mücadelesinin en kitlesel mevzilerinden
biri olarak öne çıkıyordu.
Cezaevlerindeki
devrimci tutsakları bir savaş esiri gibi gören
cuntanın hesaplamadığı bir şey vardı: Bu insanları
sadece yoldaşları değil, aileleri, akrabaları
da sahipleniyordu. Yoldaşlarının yapabilecekleri
illegal kanal ve yöntemlerle sınırlıyken tutsak
yakınlarının mücadelesini engelleyemiyorlardı.
Ama örgütsüz ve ne yapacağını bilemeyen devrimci
tutsak yakınlarının çabaları tekil kaldığından
ne bir sonuç alabiliyor ne de kendini duyurabiliyordu.
Bu durum fazla
sürmedi. Cezaevlerinin kapılarında tanışan,
dertleri, tasaları, endişeleri ve öfkeleri
ortak olan tutsak yakınları, kısa sürede bir
örgütlülük ihtiyacını yakıcı bir biçimde hissettiler.
Ama tarihin böyle dönemleri, ilk adımı atacak
birilerini gereksinir. İşte bunlardan biri
de Didar Şensoy'du. İnsan Hakları Derneği'nin
kurucuları arasında yer alan Didar Şensoy,
tüm devrimci tutsak yakınlarının mücadelesinin
örgütlenmesinde öncü oldu. Devrimci tutsakların
dışarıdaki sesi soluğu oldu.
Birçoklarının
devrimcilere, hatta devrimcilerin yakınlarına
selam vermekten bile korktuğu, çekindiği o
karanlık günlerde cezaevlerindeki devrimci
tutsakları gür sesiyle sahiplenen, "direnin
aslanlarım, direnin yiğitlerim" diye
haykıran Didar Ablamız, öncülük ettiği bu
mücadelesiyle 12 Eylül karanlığının yırtılmasında
önemli rollerden birini üslendi. Grevdeki
işçiler, devrimci öğrenciler yanlarında onun
gür sesini, kararlı duruşunu ve meydan okuyan
tavrını buldular. Artık sadece devrimci tutsakların
sesi soluğu değil, 12 Eylül cuntasına karşı
duran herkesin yoldaşıydı Didar ablamız.
Yine devrimci
tutsakların direnişlerinin sokaktaki yansıması
olmak için Ankara'daydılar. 1987 yılıydı.
Tam da 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde saldırdılar.
Meclis'e dilekçe vermek için toplanan 60 tutsak
yakını dövülerek gözaltına alınırken Didar
Ablamızı kaybettik.
Bugün, içerde
ve dışarıda işkencenin ve baskının alıp başını
gittiği, 12 Eylülü aratmayan bir baskı ve
zorbalık döneminden geçiyoruz. Böylesi dönemlerde
ne yapacağımızı bize Didar ablamız öğretti.
Kuşanacağımız cüret ve cesareti, alacağımız
tavrı ondan öğrendik. Arjantin'li kayıp yakınlarından
devraldığın beyaz eşarbın cumartesileri galatasarayda
boy göstermeye devam ediyor. Hep yanımızdasın,
hep yanımızda olacaksın.
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEPHESİ
Not: Didar Ablamızı anmak için 1 Eylül 2017
günü saat 12:00'de Feriköy'deki mezarı başında
kurucusu olduğu İHD'nin İstanbul Şubesi'nin
düzenleyeceği anmada olacağız.
|
Herkes
İçin Adalet
CHP milletvekili
Enis Berberoğlu'nun tutuklanması üzerine CHP
Ankara'dan İstanbul'a doğru, temel talebi
"adalet" olan bir yürüyüş başlattı.
Peki tüm bu gelişmeler yaşanmadan önce nasıl
bir ülkede yaşıyorduk? Kısaca özetlemeye çalışalım.
Kanun Hükmünde
Kararnamelerle binlerce emekçi işinden edildi.
En yakıcı örneği Nuriye Gülmez ve Semih Özakça'nın
işlerini geri isteme talepleriyle başlattıkları
açlık grevi bu iki eğitim emekçisinin tutuklanmasıyla
başka bir boyuta gelmişken 100 günü çoktan
geride bıraktı. İntihar edenlerin toplam sayısı
bilinmiyor.
Kadın katliamı
hiç hız kesmiyor. Katledilen ve şiddete uğrayan
kadınların cangüvenlikleri için adım atılacağına
onlara yönelik saldırılar yasalarla destekleniyor.
Erkek egemen hukuk sorgulanacağına "Özgecan
için idam" propagandaları ile farklı
bir barbarlık pompalanıyor.
İşçi katliamı
hiçbir dönemde böylesine boyutlanmamıştı.
Soma'nın, Torunlar'ın, Ermenek'in ardı arkası
kesilmiyor. Ne hesap veren var, ne de bu cinayetleri
durdurabilecek önlemler alan.
Çocuklar. En çok
da onların başlarına gelenler yürek yakıyor.
Devlet yönlendirmesiyle tıkıldıkları cemaat
yurtlarında diri diri yananlar mı dersiniz,
devlet destekli dini vakıfların kurslarında,
yurtlarında taciz edilenler mi dersiniz… Cezaevlerinde,
okullarda; her yerde saldırıya uğrayan o küçücük
bedenlere göz dikenler hiçbir dönemde bu kadar
çoğalmamıştı. Hiçbir zaman Karaman'da olduğu
gibi bunu yapanları "kurtarmak"
için birileri para dökmemişti. Enes Ata'nın,
Nihat Kazanhan'ın, Uğur Kaymaz'ın, Berkin
Elvan'ın katilleri hiç bu kadar rahat olmamıştı.
Ve yıllardır kanla,
ateşle yıkanan Kürdistan topraklarında hiçbir
zaman Cizre'deki bodrumlarda olduğu gibi canlı
yayında katliamlar yapılmadı. Tüm dünyanın
gözleri önünde işlenen cinayetlerin delilleri
de yine göstere göstere yok edildi. Benzerleri
Sur'da, Nusaybin'de, Yüksekova'da yinelendi.
Kürt halkının oylarıyla seçilen belediye başkanları,
milletvekilleri cezaevlerine dolduruldu. HDP'nin
politika yapamaz hale getirilmesi için her
türlü hukuksuzluğa başvuruldu.
Kendi meşruiyetini
yeniden üretmek gibi bir derdi olan Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, Maraş Katliamı, Sivas
Katliamı gibi olaylar için göstermelik de
olsa davalar açıp birilerini yargılarken,
Suruç, Ankara, Diyarbakır, Antep katliamlarının
katilleri hala pis pis sırıtarak aramızda
dolaşıyorlar, yeni katliamlar için fırsat
kolluyorlar.
İnsan doğada yaşar.
İnsana düşman olan, elbette ki doğaya da düşmandır.
Yediden yetmişe tüm ahalisiyle Hayır diye
haykıran yörelere hala jandarma zoruyla kapkara
asfalttan "yeşil" yol döşeme, HES'ler,
RES'ler inşa etme, altın madenleri açma, Nükleer
santraller dikme, zeytinlikleri sökmeyle bu
düşmanlığını her fırsatta sergileyen başka
bir hükümet, bu güne kadar görülmemişti.
Yazarların, aydınların,
bilim insanlarının, milletvekillerinin zindanlara
tıkıldığı, "oluk oluk kan akıtma"yı
vaat edenlerin el üstünde tutulduğu, ödüllere
boğulduğu, gençliğin atölyelerdeki, stajlardaki
sömürüden arta kalan zamanlarının tarikatlarca
kapılamadığında üzerlerine tiner, bonzai boca
edilerek çürütüldüğü, basınından müfredatına,
ekranlarından sokaklarına kadar her alanda
çürümenin pompalandığı kapkaranlık bir süreçten
geçiyoruz.
Toplumun artan
faşist baskılarla cendereye alındığı bu süreçte
belirli bir toplumsal tabana sahip olan CHP'nin
başlattığı bu yürüyüş, yaratılan faşist ablukayı
parçalayabilmek için iyi bir zemin olabilir.
Elbette ki işler CHP yönetiminin insafına
bırakıldığında bunun asla gerçekleşemeyeceğini
söylemek mümkündür. Ancak yürüyüşün kendisi,
şimdiden CHP sınırlarını aşmıştır. 15 yıllık
AKP iktidarıyla bir biçimiyle derdi olan her
kesim, kendini bu eylemin bir parçası olarak
görmektedir. Bu anlamda yıllardır sokaklarda
sürdürdüğümüz mücadelenin taleplerinden biri
olan "Adalet" talebini, bugün daha
geniş bir zeminde yürütebilmemizin olanakları
ortaya çıkmıştır. Yürüyüş üzerinden gelişen
toplumsal muhalefet dalgasını sistem dışı
bir mecraya taşıyabilecek yegane güç olan
devrimcilerin çabalarıyla bu yürüyüş anlamlı
sonuçlara ulaşabilecektir. Bu başarılamadığında
varolan umutsuzluk havasının daha da ağırlaşması
gibi sonuç, devrimcilerin hareket alanını
çok daha fazla daraltacaktır.
Tüm bunlar hesaba
katılarak Gezi'de birlikte direndiğimiz ve
bu yürüyüşe destek eylemleri için yeniden
sokağa çıkmış olan kitleyle bir araya gelmenin
tüm olanakları zorlanmalı ve birlikte üretme,
birlikte direnme pratikleri üzerinden 15 Temmuz'dan
bu yana fiilen elimizden alınmış olan sokak
insiyatifi yeniden ele geçirilmelidir. Elbette
bu ne tek, ne de son fırsattır. Ama bizim
irademiz dışında, CHP gibi bir partinin eylemiyle
ortaya çıktı diye böyle bir olanağa sırt çevirme
lüksümüz de kesinlikle yoktur. İrademizi CHP'ye
teslim etmeden, kendi duruşumuz ve politikalarımızla
sokak hareketine kendi rengimizi vermek yerine
birilerine "dur", birilerine "geç"
diyen bir trafik polisi pozisyonunu tercih
etmek ise tarihi yazacak olanların rolü olamaz.
|
Haziran
Şehitleri ve Birleşik Özgürlük Güçleri (BÖG)
Kurucu Önderi Komutan Ulaş Bayraktaroğlu Almanya'nın
Münih Şehrinde Anıldı
Anma Haziranda
düşen Yoldaşlarımız ve komutan Ulaş Bayraktaroğlu
şahsında, Türkiye, Kürdistan ve tüm dünya devrim
ve sosyalizm şehitleri adına 1 dakikalık saygı
duruşuyla başladı. Saygı duruşunun ardından
komutan Ulaş Bayraktaroğlu için hazırlanmış
sinevizyon gösterimi gösterildi. Sinevizyon
gösteriminin akabinde Birleşik Devrimci Parti
temsilcisi, Komutan Ulaş Bayraktaroğlu şahsında
tüm dünya devrim ve sosyalizm şehitlerine atfen
konuşma yaptı. Konuşmasında 'tarihin hiç bir
sayfası yoktur ki devrim ve sosyalizm mücadelesinde
şehadetlerin olmadığı, hiç bir tek gün yoktur
ki bedel ödenmedigi, düşenlerimizin olmadığı.
Mücadelede yitirdiğimiz tüm yoldaşlarımız özel
ve anlamlıdır. Düşen hiç bir yoldaşımız diğerinden
daha yüce ve degerli değildir.
Onlar bizlerin, bizde olanların somutlaşmış,
cisimleşmiş halleridir. Ulaş yoldaş bu anlamda
ayrı bir yere sahiptir. Ulaş yoldaş tüm devrimci
kesimler tarafındanda bilinirki sıçrama yaratmış
Devrimci Komünarlar Parti'sinin ve Birleşik
Özgürlük Güçleri'nin kuruluşunda aktiv görev
almış ve her alanda buna öncülük ederek en önde
tüm mücadelelerde göğüs göğüse, siper sipere
carpışmıştır. Ve yine dediği gibi birkez doğmuş
ve birkez ölmüş, ikisinide bir devrimciye bir
öndere yakışır şekilde layıkıyla yaşamış bizlere
örnek olmuş, yürüdüğümüz yolda son nefesinde
dahi bizlere öncü ve rehber olmuştur.
Ulaş yoldaş bire bir pratiğiyle yarattığı devrimci
değerlerle, öncülüğün ve önderliğin ne olduğunu
yeniden hepimize anımsatmış, önderliğin ve öncülüğün
en önde olmakla var olabileceğini kanıtlamış
ve bunun canlı kanıtı olmuştur.' diyerek komutan
Ulaş Bayraktaroğlu'nu, tüm devrim ve sosyalizm
mücadelesinde yitirdiklerimizi andı. Birleşik
Devrimci Parti temsilcisinin konuşmasının ardından
anma şehidlerimiz Hazirancılar için hazırlanan
sinevizyon gösterimi ile devam etti.
Sinevizyon gösteriminin ardından Emek ve Özgürlük
Cephesi temsilcisi Hazirancılara, sürece ve
yitirdiklerimize ilişkin konuşma yaptı.
Emek ve Özgürlük
Cephesi temsilcisi konuşmasında, Haziran ayının
büyük direnişlerin, mücadelelerin ayı olduğu,
newrozla başlangıcını bulan, baharda filizlenen
mücadele dinamiklerinin Haziran ayında patladığını
bunun en somut ifadelerinin yitirdiğimiz yoldaşlarımızın
ve 1970 15-16 Haziran direnişi ile 2013 Büyük
Haziran Direnişinin olduğunu ifade etti. Emek
ve Özgürlük Cephesi temsilcisi konuşmasının
devamında Haziran'da yitirdiğimiz yoldaşlarımızı
anarak şu noktaları vurguladı: "Bölgemiz bir
devrim coğrafyasıdır. Ödediğimiz bedellerin
tümünün büyük bir devrim hareketi olarak ileriye
sıçratılmasının koşulları mevcuttur. Devlet
yarattığı büyük terör dalgasıyla güçlü olduğu
ve her türlü muhalefeti ezebileceği imajını
yaratmaya çalışıyor. Azgınca saldırıyorlar.
Tam tersine en zayıf dönemlerinden geçiyorlar.
Uluslararası alanda, kendi cephelerinde ve halk
muhalefeti karşısında aslında en zayıf dönemlerini
yaşıyorlar. Bu anlamda kazanmak için tüm nesnel
koşullar vardır.
Asıl mesele devrimci hareketteki sağ tasfiyeci
anlayışlar ve her türlü taktik ve stratejik
yetersizliklerimizdir. Her cephede mücadelemizi
bu sorunlarımız üzerinde yoğunlaştırdığımızda
kazanmamız kesindir."
Emek ve Özgürlük Cephesi temsilcisinin konuşmasının
ardından Partiya Yekîtiya Demokrat (PYD) temsilcisi
konuşmasını gerçekleştirdi. Konuşmasında, şehidlerimize,
enternasyonalizme ve Ortadoğu devrimine sıklıkla
değindi. Konuşmaların ardından sohbet eşliğinde
anmamız bir süre daha devam etti. Sohbet kısmında
anmaya katılan dostlardan birisi, Ulaş Bayraktaroğlu
ve ailesiyle olan bağınada değinerek Ulaş yoldaşla
ilgili bazı aneknotlar anlatarak anmamıza katkıda
bulundu. Anma acılarımızda, anmalarımızda ortaklaştığımız
kadar mücadelede de ortaklaşmanın gerekliliği
vurgulanarak sona erdirildi.
Emek ve Özgürlük Cephesi Avrupa İnsiyatifi |
Mahir Arpaçay
Yoldaşımızı Mezarı Başında Andık
2 Haziran
2015'te Rojova Kürdistan'ında IŞİD'e Karşı yürütülen
savaşta yitirdiğimiz Mahircan Arpaçay Yoldaşımızı
anmak için 4 Haziran 2017 günü saat 16:00'da
Kayabaşı Mezarlığında buluştuk. Anmaya Devrimci
Parti ve HDP'nin yanı sıra aynı süreçte yitirdiğimiz
Alper Çakas'ın ve Aziz Güler'in ailesi de katıldı.
Mezarlık girişinde buluşan kitle, sloganlarıyla
mezar başına kadar kısa bir yürüyüş gerçekleştirdi.
"Tamer Arda Ölümsüzdür", "Devrim
Şehitleri Ölümsüzdür", "Mahir Arpaçay
Ölümsüzdür", "Ulaş Bayraktaroğlu Ölümsüzdür",
"Yaşasın Devrimci Dayanışma", "Mahir
Hüseyin Ulaş, Kurtuluşa Kadar Savaş", "Rojova'da
Düşene, Dövüşene Bin Selam" sloganlarının
atıldığı yürüyüşün ardından anma, Mahircan Arpaçay
şahsında tüm devrim şehitleri için yapılan bir
dakikalık saygı duruşuyla başladı. "Devrim
Şehitleri Ölümsüzdür" sloganıyla son bulan
saygı duruşundan sonra ilk olarak Emek ve Özgürlük
Cephesi adına bir konuşma yapıldı. Konuşmanın
tam metni şöyleydi:
"Dostlar, Yoldaşlar,
"Haziran. Sıradan
bir insan için bir ay adından öte bir anlam
ifade etmeyen bu kelime, bizler için ise bir
inancın, öfkenin, kavganın, direnişin… kısacası
devrimciliğin bir başka adı. Haziran, bizler
için sadece birçok önder kadromuzu devrimci
savaşta yitirdiğimiz bir ayın değil, direnişin,
mücadelenin ve savaşmanın da adı. Ve artık bu
topraklarda sadece bizler için değil, yüreği
özgür bir ülkede insanca yaşamak için atan her
insanın yüreğindeki kıvılcımın da adı; Haziran.
"1 Haziran 1971'de
İstanbul Maltepe'de çarpışan iki adalı, daha
bir gün önce radyodan Nurhak Dağlarındaki yoldaşlarının
katledildiği haberini marşlarıyla karşılamışlardı.
Ertesi gün Hüseyin Cevahir faşist katillerin
kurşunlarıyla şehit edildi. Devrimci önder olmanın,
Nurhak'ta devrim için savaşıp düşenlere yoldaş
olmanın hakkını veren Hüseyin Cevahir, böylece
bizler için Haziran'ın anlamını farklılaştıran
ilk şehidimiz oldu. Ardından 19 Haziran 1980'de
faşistler tarafından Erzurum'da bıçaklanarak
katledilen Mithat Koçulu geldi.
"Tarihler 6 Haziran
1981'i gösterdiğinde bu defa adres İstanbul'du.
Yine Maltepe'de kuşatılan bir evden Doğan Özzümrüt
ve Ercan Yurtbilir'in marş sesleri yükseliyordu.
Sefaköy'de ise Tamer Arda ve Mete Atilla Ermutlu
için ayrı ayrı pusular kurulmuştu. Katillerin
sağ yakalamak gibi bir derdi yoktu. Yerde yaralı
yatan Tamer Arda'ya bizzat dönemin İstanbul
Emniyet Müdürü bir şarjör mermi boşalttı.
"Tarihler 25 Haziran 1981'i
gösterdiğinde Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan,
cuntanın kendi hukukunu dahi çiğnemesiyle ABD
emperyalizminin emriyle darağacına gönderildiler.
Marşları ve sloganlarıyla karşıladılar cellatlarını.
Öyle bir yürüdüler ki ölümün üzerine, o anda
bile katillerine korku salmayı ve onların saygısını
kazanmayı bildiler.
Oligarşi, korkulu rüyası Tamer'den kurtulduğunu
sanıyordu. Ama Tamer'lerin yoldaşları, onun
yolundan yürümeye devam ettiler. 20 Haziran
1991'de Gürkan Özdemir'di bu defa Haziran'ı
kızıllaştıran. 5 Haziran 2012'de ise Talip Karasansar
yürüdü Hazirancıların açtığı yoldan.
"Bir yıl sonra bütün
bir ülkede değişmişti Haziranın anlamı. Direniş
her yerdeydi. Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük,
Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni Yıldırım,
Berkin Elvan, Ahmet Atakan, Hasan Ferit Gedik
yıllar boyunca toplumda faşizme karşı biriken
öfkenin sokakları, meydanları zaptetmesi sırasında
yitirdiğimiz yoldaşlarımız oldular.
"Haziran direnişiyle
kitleselleşen direniş hiç bitmedi. O direnişin
ateşi Rojava'da, Kobani'de yanıyordu şimdi.
Ortadoğu'nun gerici faşist iktidarlarının kuşatması
kırılmıştı. Rojava Kürdistan'ındaki isyan, bir
umut ateşi yakmıştı. Bu umudu söndürmek için
kendi beslemeleri IŞİD eliyle azgınca saldıran
faşizmin karşısında direnişin adı Kobane olmuştu.
Yüreği devrim için atanları hiçbir güç durduramazdı.
"Mahircan Arpaçay
Yoldaşımızı da hiçbir güç durduramadı. 2014
yılında Rojava Devrimini savunmaya, Ortadoğu
devrimini büyütmeye, devrimci savaşa neredeyse
koşarak gitti. Birleşik Özgürlük Güçleri savaşçısı
olarak 2 Haziran 2015 günü girdiği çatışmada
yaşamını yitirdi.
"Mahircan Arpaçay,
22 yıllık kısacık ömrüne Kobane zaferini sığdırdığı
gibi, Tamer Arda kod adıyla katıldığı savaşta
ölümsüzleşirken, onun şehadetinin ardından şehit
düştüğü tepeye Tamer Arda adı verildi. Enternasyonalist
dayanışmanın sözcüklerle, yazılarla değil, eylemle,
savaşla yapılabileceğini dosta düşmana gösterdi.
Mahircan Arpaçay Yoldaşımızın ölümsüzleştiği
savaş sürüyor hala. Çünkü dünyanın başına bela
kesilen IŞİD barbarlığı hala sokaklarımızda
gezmeye devam ediyor. Bu savaşta Paramaz Kızılbaş'ı,
Aziz Güler'i, Alper Çakas'ı, Ulaş Bayraktaroğlu'nu
ve son olarak da 29 Mayıs günü Tufan Eroğluer'i
ve Ayşe Deniz Karacagil'i yitirdik.
"Bugün, devrim ve karşı-devrim
arasındaki mücadelenin her geçen gün daha da
boyutlandığı zamanlardan geçiyoruz. Artık her
cephede Mahir olmanın zamanıdır. Bu cesareti
ve cüreti kuşanmadan ne bir adım atılabilir
ne de soluk alınabilir. Hazirancıların açtığı
yoldan yürüyen Mahircan Arpaçay yoldaş, bize
bir yol gösterdi. Girdiği bu yola bizleri de
çağırıyor. Diğer haziran şehitlerimiz gibi,
devrim için, sosyalizm için toprağa düşen tüm
şehitlerimiz gibi.
"Kavganız kavgamızdır!
"Şavaşımızda Yaşanacaksınız!
"Şavaşımızda Yaşayacaksınız!
"DEVRİM ŞEHİTLERİ
ÖLÜMSÜZDÜR
"MAHİRCAN ARPAÇAY
YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR"
Bu konuşmanın ardından
Mahircan Arpaçay Yoldaşımızın babası söz aldı
ve kimi zaman oğlu ile dertleşerek, kimi zaman
mücadele çağrısı yaparak duygusal bir konuşma
yaptı. Daha sonra söz alan Devrimci Parti Genel
Başkanı Mahir'lerin açtığı yoldan yürüyenlerin
mücadelesinin sürdüğünü ve özellikle son süreçte
birçok şehit haberinin geldiğini vurgulayarak,
mücadelenin bunları göze almaksızın yürütülemeyeceğine
vurgu yaptı. Daha sonra söz alan Devrimci Güç
adına konuşan arkadaş gençliğin duygularını
çok iyi yansıtan bir konuşmayla Mahircan Arpaçay
ve tüm devrim şehitlerini selamladı. Onlara
mücadele sözü verdi. Diğer konuşmalar sırasında
yürüyüşte atılan sloganlar tekrarlanırken, Devrimci
Güç'ten arkadaşın konuşmasının ardından "Mahir'in
Namlusu IŞİD'in Korkusu" sloganı atıldı.
HDP adına yapılan kısa bir konuşmanın ardından
mezar başındaki anma sona erdi ve Mahircan Arpaçay
Yoldaşımızın ailesinin verdiği yemek için oturdukları
mahalleye geçildi. Burada yapılan sohbetlerle
anılar tazelendi. Herbir anı, şehitlerin bilinmedik
yönlerini ortaya çıkarıyordu. |
Haziran
Şehitleri İçin
Şimdi uzak
bir geçmiş gibi duruyor ama daha dün gibi canlı
anıları… 6 Haziran 1981 sabahını Türkiye siyasi
tarihinin kara bir sayfası haline getiren o
büyük kıyımdan bugüne 36 yıl geçti ama ne ihanet,
ne de Haziran'ın o destansı direnişi unutulmadı.
Haziran hep ağır geldi
devrim güçlerine; ağır bir havayla onurlu ve
umutlu bir tavır hep yanyana oldu Haziran'da.
Nurhak dağlarında Sinan'ları daha Haziran'ın
arifesinde kaybettik. Türkiye devriminin kutup
yıldızlarından Hüseyin Cevahir Maltepe kuşatmasında
şehit düştüğünde ise Haziran daha yeni başlamıştı.
Yıllar sonra, onların efsaneleriyle
büyüyüp, onların yolundan uzun bir yürüyüşe
çıkan dört yiğit devrimci, cuntanın kiralık
katilleri tarafından katledildiğinde, bu kez
6 Haziran 1981 sabahındaydık. O sabah, 12 Eylül
cuntasına ve emperyalizme karşı bir devrimci
eylem için hazırlık yapan MLSPB kadroları, uğradıkları
ihanet sonucu üç ayrı yerde katledildiler.
Kocamustafapaşa ve Şehremini'den
yolculuğuna başlayıp, birçok devrimci eylemden
sonra tutuklandığı cezaevinden firar ederek
yeniden saflara katılan Ercan Yurtbilir, Maltepe'de
bir evdeydi. Yoldaşı, Doğan Özzümrüt de oradaydı.
İzmir'den İstanbul'a, İDOD'dan MLSPB'ye yürüyen
Özzümrüt ve Yurtbilir kaldıkları evde, Cevahir
gibi yine Maltepe'de kuşatıldılar ve yine teslim
olmayı değil, savaşmayı seçtiler.
Bir emekçi çocuğu olarak
MLSPB ile genç yaşta buluşan ve İstanbul'un
neredeyse her köşesinde bıkıp usanmadan çalışan
Tamer Arda ise o sabah, yine aynı ihanet sonucu
Sefaköy'de pusuya düşürüldü ve yaralı olarak
ele geçirildi. Ama bu kadarı yetmedi onlara,
Yerde yatarken dönemin Emniyet müdürü Şükrü
Balcı tarafından üzerine çok sayıda kurşun sıkılarak
katledildi.
Kars'tan üniversite eğitimi
için geldiği İstanbul'da devrimci çevrelerle
tanışan ve gençlikten başlayarak devrimci çalışmanın
her türüne katılan, MLSPB'nin kuruluşundan sonra
bütün varlığıyla örgüte katılan Atilla Ermutlu
ise aynı sabah, arabasıyla buluşma yerine doğru
giderken ehliyet kontrolü bahanesiyle durduruldu.
Atilla, sol şakağından sıkılan kurşunlarla sabah
saat 8 sularında katledildi.
Böylece o kanlı sabah 4
canımızı aramızdan almıştı ama Haziran o kadarla
yetinmedi.
Daha 6 Haziran şehitlerinin
anısı capcanlıyken, bu kez cunta şefleri, Amerikalı
efendilerine iki genç devrimcinin kellelerini
armağan etmeye karar vermişlerdi. 16 Nisan 1980'de
Amerikan subaylarını cezalandırma eylemine katılan
Kadir Tandoğan, Ahmet Saner ve Hakkı Kolgu,
uzun süren bir çatışmanın ardından yakalanmışlar,
çatışma sırasında ağır yaralanan Kolgu, pis
bir hastane odasına atılmıştı. Kolgu daha sonra
orada şehit düşerken, Tandoğan ve Saner işkencelerden
geçirilip cunta mahkemelerinin önüne çıkarılmışlardı.
İdam cezasına çarptırılan iki devrimci, 25 Haziran
1981 sabahında, tam da üst düzey bir ABD heyeti
havaalanında karşılanırken idam sehpasına çıkarıldılar.
İkisi de ölüm karşısında küçülmedi, geri adım
atmadı. Son anlarında bile devrimci sloganları
haykırmaktan geri durmadılar.
Ama o kanlı Haziran'dan
geriye sadece acı ve hüzün kalmadı. Aynı zamanda
yoldaşlık ve devrime bağlılık konusunda unutulmaz
dersler de kaldı geriye.
İşte bu bağlılığın sonucunda,
yine bir haziran sabahında Gürkan Özdemir yoldaş
şehit düştü kendisinden öncekileri anmak için.
İşte bu bağlılığın sonucunda,
yine bir haziran günü Talip Karasansar yoldaş
şehit düştü kendinden öncekilerin anısını yaşatmak
için.
İşte bu bağlılığın sonucunda,
Rojava'da IŞİD barbarlarına karşı Tamer Arda
adıyla savaşırken Mahir Arpaçay yoldaş şehit
düştü.
Bugün onların cüretini,
onların devrime ve yoldaşlarına bağlılığını
kuşanıp daha ileriye taşımak görevi ve sorumluluğu
hepimizin omuzlarındadır. Bunun yolu ise anıları
tazelemekten değil, onların mücadelesini kaldığı
yerden sürdürmekten, daha da ileriye taşımaktan
geçer.
Anıları önünde saygıyla
eğiliyoruz. |
HAZİRANCILAR
BRÜKSELDE ANILDI
Haziran şehitleri 3 Haziran günü
Brüksel'de yapılan bir anma etkinliği ile anıldı.
Anma tüm devrim ve sosyalizm
şehitleri için yapılan bir dakikalık saygı duruşu
ile başladı.
Saygı duruşunun ardından Emek
ve Özgürlük Cephesi adına günümüz mücadelesi
bağlamında Haziran şehitlerinin mücadelesini
anlatan bir konuşma yapıldı.
Konuşmada Haziran ayının büyük
direnişlerin, mücadelelerin ayı olduğu, baharda
filizlenen mücadele dinamiklerinin Haziran ayında
patladığı, 1970 15-16 Haziran ve 2013 Büyük
Haziran Direnişinin bunun somut ifadeleri olduğu
belirlendi.
Devamla şu noktalar vurgulandı;
"Ve büyük direnişler, büyük
mücadeleler kaçınılmaz olarak büyük kayıplar
demek. Bu nedenledir ki, Haziran büyük şehadetlerin
ayı...
15-16 Haziran 1970 büyük işçi
isyanında verilen 3 şehit, yüzlerce yaralımız
vardı. 2013 büyük Haziran isyanında on'u aşkın
şehit ve onbinlerce yaralımız vardı. Büyüyen
mücadele, büyüyen kayıplar, şehitler ve fakat
aynı zamanda büyüyen devrim, büyüyen onur, büyüyen
öfke anlamına geliyor...
Değerli yoldaşlar, dostlar,
Şehitlerimiz bağlamında Haziran
ayının Hareketimiz açısından daha özgün bir
anlamı da...
1 Haziran 1971'de Partimiz Türkiye
Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'nin Genel Komite
üyesi değerli bir savaşçıyı Hüseyin Cevahir
yoldaşı İstanbul'da Mahir Çayan yoldaşla birlikte
çatıştığı Maltepe'de şehit verdik. Dersimli
Cevahir yoldaş Partimizin devrimci savaşının
ilk şehidi oldu...
10 yıl sonra, yıl 1981, aylardan
Haziran 12 eylül faşizminin en karanlık günlerinde
sokaklarda, meydanlarda direnişi ilmek ilmek
dokuyan Parti-Cepheli, MLSPB'li gerillalar büyük
bir eylemin öngünlerinde direnişin kenti İstanbul'un
değişik semtlerinde çatışmaların, pusuların
içinden geçerler... Emperyalizme ve oligarşiye
korku salmış, ABD emperyalizmi ve siyonizmin
hedef tahtasına çaktığı dört gerilla 6 Haziran
günü şehit düşer. Atilla Ermutlu, Tamer Arda,
Ercan Yurtbilir, Doğan Özzümrüt devrimci savaşçılığın,
devrimci şehir gerillacılığının dört kahraman
yıldızı Haziran da ölümsüzleşir. 25 Haziran
1981'de CIA ajanlarını cezalandıran Ahmet Saner
ve Kadir Tandoğan yoldaşlar, ABD dışişleri bakanının
geldiği gün idam edilir. Oligarşinin idam sehpasında
devrim ve sosyalizm sloganlarını haykırırlar.
Yıl 1989 aylardan yine Haziran...
Bu kez yine bir genç bir şehir gerillası Gürkan
Özdemir bir devrimci savaş eylemi sırasında
şehit düşer...
Yıl 2012, 5 Haziran... Talip
Karasansar yürür ölümsüzlüğe... 6 Haziran şehitlerini
anmaya dönük bir devrimci savaş eyleminin hazırlığında
şehit düşer Talip yoldaş...
2 Haziran 2015 Mahir'lerin, Cevahirlerin
izinde yürüyen 21 yaşında genç bir fidan, genç
bir savaşçı adını Mahir Çayan'dan alan Mahir
Arpaçay yoldaşdadır devrimi ve devrimci değerleri
ölümüne koruma ve geliştirme sırası... Azeri
halkının yiğit evladı, önce büyük Kobane direnişinde
ardından Rojava devriminin bütün hamlelerinde
yer alır. Gire Spi hamlesinde şehit düşer...
2015 Haziranın sonlarında Mahir
Arpaçay yoldaşın şehit düşmesinin ardından Alper
Çakas yoldaş düşer devrim toprağı Rojava'da.
DAİŞ çeteleriyle savaşta son an'a değin ön cephede
ve tereddütsüz savaşır.
Sadece Hareketimiz şehitleri
değil elbette, değişik devrimci örgütler içinde
yer alan Türkiye ve Kürdistan'ın pek çok değerli
yiğit savaşçısı da ölümsüzleşti Haziran'da...
Geride bıraktığımız Mayıs ayında yitirdiğimiz
iki simge savaşçıyı burada mutlaka vurgulamak
gerekiyor.
Bunlardan biri birkaç gün yitirdiğimiz
kırmızısını devrimin kızıllığından alan fularıyla
kamuoyuna mal olan MLKP savaşçısı Deniz Karacalgil
yoldaştır. Güleç ve aydınlık yüzüyle Deniz yoldaş
bir kuşağın, içinde bulunduğumuz dönemin devrimci
savaşçılığının önemli simgelerinden biridir.
Büyük Haziran isyanının çocuğudur Deniz... Büyük
isyanların sönmeyen ateşidir onlar...
Ve DKP kurucusu, BÖG Başkomutanı
Ulaş Bayraktaroğlu yoldaş... 1990 ve 2000'li
yılların yüz akı, devrimciliğin, kurucu kadro
ve önder olmanın simgesidir Ulaş yoldaş...
Örgütünü sağ tasfiyeciliğin girdabından
çekip çıkarıp devrimci savaşçılığın en ön mevzilerine
taşıyan, devrimci güçlerin birliği için yılmaz
bir çaba gösteren ve önemli başarılar gösteren
bir devrim savaşçısıdır Ulaş yoldaş...
Ve önderler en önde olur tanımıyla,
günümüz devrimciliğini, 71 devrimciliğinin önderlik
tarzına bağlayan en önemli halkalardan biridir.
O, Denizler gibi, Mahirler gibi, İbrahimler
gibi en önde yürüdü, önderliği en önde yürüyerek
pratikleştirdi. Unutulanı pratiğiyle hatırlattı,
dahası '71 devrimcilğinin tarzını günümüzde
yeniden enternasyonalist savaşçılıkla ayağa
kaldırdı. Karadenizin çocuğu, Rojava'da enternasyonalizmin,
devrimci savaşçılığın ve devrimci önderliğin
nasıl olacağını yeniden devrim tarihimize silinmez
tarzda yazdı...
Onların izindeyiz... Onlarla
yürüyoruz, yürüyeceğiz. 60'lar, 70'ler, 80'ler,
90'lar, 2000'ler, 2010'lar, tam 6 kuşaktır,
Hareketimiz ve Türkiye devrimci hareketinin
ve Kürdistanın devrimci savaşçı güçleri devrim
ve sosyalizm davasını yeni genç kuşaklarla kan
ve ateş denizinin içinde ileriye taşıyorlar...
Mücadelemizde her kazanımı büyük
bedeller ödeyerek elde ediyoruz. Biliyoruz devrimlerin
yasası bu! Savaşan ve bedel ödemeyi göze alanlar
kazanabilir ancak!
Son 6 yıldan bu yana, birbirine
eklenerek büyüyen ve Türkiye ve Kürdistan toplumlarında
büyük değişimlerin önünü açan emekçi halk mücadeleleri,
özgürlüğün ve devrimin kazanılması için büyük
alanlar açmıştır.
Tüm Türkiye halklarının özgürlük
ve insanca yaşam özlemlerinin ifadesi olan Büyük
Haziran Gezi isyanı, Türkiye'deki faşist oligarşik
devleti, onun partisi AKP'yi milyonların başkaldırısıyla
derinden sarsarak halk uyanışının Türkiye cephesinde
on yıllardan sonra ilk halkası oldu. Ali İsmail
Korkmaz, Berkin Elvan, Ahmet Atakan ve diğer
şehitlerimiz ve onbini aşkın yaralıyla, yani
büyük bedellerle yaşandı bu büyük uyanış.
Bu halkaya Rojava devriminin,
sadece Rojavayla sınırlı kalmayan, tüm Kürdistan
ve Türkiye'yi ve bölgemiz Ortadoğu'yu, giderek
dünyayı sarsan büyük direnişi eklendi. Kobane'den
yükselen büyük direniş, dinci gericiliğin ve
vahşetin merkezi olarak gösterilen Ortadoğu'da
kadınıyla erkeğiyle genci yaşlısıyla 7'den 70'e
direnen onurlu bir halkın olduğunu ve direnişin,
insanlık onurunun, özgürlük ve insanca yaşam
iradesinin kazanacağını tüm dünyaya, herkese
gösterdi...
Fas'ın Atlantik kıyılarından
Afganistan dağlarına kadar olan büyük Ortadoğu'yu
dinci faşist ajan çeteleri ve faşist dikta rejimleriyle
cehenneme çevirenlerin karşısında, Büyük Gezi
İsyanıyla uyanışı yaşayan Türkiye halklarımız
ve Rojava devrimiyle, bir bütün olarak Kürdistan
devrimiyle yeni bir yaşamı örmeye girişen Kürdistan
halkı özgürlüğün bütün ışıltısıyla duruyor.
(...)
Devrimci güçlerimiz bir yandan
büyük direnişlere, büyük savaşımlara öncülük
yaparken, bir yandan da büyük sorunlarla boğuşuyor...
Sağ tasfiyecilik hala etkili
ve devrimci ve sol cepheyi kemiriyor. Tüm devrimci
saflara şu veya bu düzeyde sızıyor, etkiliyor...
Öte yandan, devrimci hareketin
savaşçı bölükleri süreci ileriye taşıyacak,
büyük devrimci çıkışlara ulaştıracak taktik
ve stratejik adımları atmakta zorlanıyor.
Bir yandan biriken büyük devrimci
dinamikler, büyük direnişçilik söz konusuyken,
bir yandan sağ tasfiyecilik ve kendi taktik
ve stratejik açmazlarımız söz konusu...
Birleşik ve büyük bir devrim
hareketi yaratmakta zorlanıyoruz. Öncülerin
zorlandığı noktada, özgürlük ve insanca yaşam
arayışı içindeki kitleler tıkanıyor...
Bu bağlamda önümüzdeki dönem,
devrimci savaş güçlerinin sistemle savaş içinde
birleşik bir devrim hareketi yaratma süreci
olarak biçimlenmek zorundadır... Politik-askeri,
pratik alandan başlayarak, her cepheden içinden
geçtiğimiz karmaşık döneme güçlü, esnek karşılıklar
üreten bir devrim hareketi yaratmak zorundayız.
Herşeyden önce, Türkiye, Kürdistan
ve bölgemiz Ortadoğu tartışmasız bir devrim
coğrafyasıdır.
Emperyalistlerin bölgeye ilişkin
bütün planları yerle bir olmuştur. BOP yerle
bir olmuştur. Bölgemizi sözde radikal siyasi
islamla savaş, ılımlı islamla düzenleme planları
ve hayalleri yerle bir olmuştur. Kaos ve yıkım
planları temelinde belirsizliklerle dolu bir
savaş içinde bölgemizi yıkıma uğratma ve bu
yıkım içinde sonuçlar elde stratejisi devrededir.
BOP'un kirli çocuğu AKP faşizmi,
BOP'un tarihin çöp sepetine yuvarlanmasıyla
birlikte çaresizdir. Devleti yeniden BOP konsepti
temelinde restore etme planları hem bölgemizin
gerçeklerine, hem de demokratik halk muhalefeti
ve devrimci gelişmeye çarpmıştır. Bu süreç kaçınılmaz
olarak büyük çatışmalarla ilerleyecektir.
Bütün bunların anlamı, halklarımız
için büyük acılar ve aynı ölçüde umutlu süreçlerin
devrede olduğudur.
Bu anlamada Rojava devrimi, bir
bütün olarak Kürdistan devrimi ve Türkiyenin
devrimci dinamikleri bölgemiz açısından büyük
devrimci çıkışlar için büyük devrimci dinamikleri
bağrında taşımaktadır...
(...)
Türkiye devrimci hareketi Kürdistan
devrimiyle birleşik bir devrim süreci yaratarak
hem kendi açmazlarını aşma, hem de Türkiye cephesinde
büyük devrimci atılımları geliştirmenin koşullarına
sahiptir.
En geniş halk muhalefetini, en
esnek temelde cephesel bir örgütlülüğe kavuşturmak
birincil önceliklerden biridir.
On yılların özlemi olan Türkiye
gerillasını geliştirme imkanı orta yerdedir.
Buna yüklenmek temel görevdir.
Devrimci güçlerin zayıflığı ile
halkın savunmasının acilliği arasındaki gerilime
çözümler üretmek sürecin bir diğer öncelikli
görevdir. Bu bağlamda, örgütlü yada örgütsüz
tüm halk gençliğinin esnek, geniş bir halk savunması
örgütlülüğü temelinde silahlı-silahsız direnişini
örgütlemek bir diğer öncelikli görev olarak
önümüzde durumundadır.
Bir diğer öncelikli görevimiz,
yeni dünya, bölge ve ülke koşullarında yeniden
saflaşan devrimci hareketin savaşçı bölüklerinin
ideolojik ve örgütsel birliği için mücadele
etmektir. Birliğin koşulları mevcuttur...
(...)
Haziran ve tüm şehitlerimiz için
izinde yürümek bizim açımızdan bu hedeflerin
izinde yürümektir. Yürüyeceğiz ve mücadeleyi
büyüteceğiz!
Tarihsel olarak kazanmak için
tüm koşullar mevcuttur. Devrim öncüsünü aramaktadır.
Az önce ifade ettiğimiz hedefler doğrultusunda
yürüyerek öncüyü yaratacağız!
Bu bilinç ve kararlılıkla, bir
kez daha
Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!
Şehit Namırın!
Kurtuluşa Kadar Savaş!
Biz Kazanacağız!"
EÖC adına yapılan konuşmanın
ardından etkinliğe katılanlara söz verildi.
Söz alan ESP Avrupa Temsilcisi
Ziya Ulusoy esas olarak Haziranda şehit düşen
çeşitli devrimci hareketlerden devrimcilere
ilişkin anıları temelinde devrim şehitleri üzerine
bir konuşma yaptı. Konuşmasında Selimiye hapishanesinde
kısa bir süre bir arada bulunduğu Ahmet Saner
ve Kadir Tandoğan yoldaşlara da vurgu yapan,
Haziran'da şehit düşmüş pek çok devrimciye ilişkin
anılarını anlatan Ulusoy sözlerini, şehitlere
sahip çıkmanın esas olarak işçiler, emekçiler,
ezilenler arasında örgütlülüğü büyütmekle mümkün
olacağını ifade ederek bitirdi.
Etkinlikte Aydın Parıltı'nın
Kadife Zamanlara şiiri okundu.
Geniş katılımla salonu dolduran
kitle etkinliğin tamamlanmasının ardından yaklaşık
2 saat daha salonda kalarak güncel konulara
ilişkin sohbet etti... |
Ulaş
Bayraktaroğlu Ölümsüzdür!
Birleşik Özgürlük Güçleri
komutanı Ulaş Bayraktaroğlu şehit düştü. Politik
ve askeri liderliğin birliği ilkesini sözde
değil, yaşamıyla, pratiğiyle savunan ve bunun
hakkını veren Ulaş Bayraktaroğlu, zor zamanlarda
"yeni bir yol açma" cesaretine,
cüretine sahip bir önder olarak Türkiye Devrimci
Hareketinin tarihindeki özgün yerini şimdiden
aldı. İçinde bulunduğu hareketin kaderini
değiştiren bu yeteneğin adı önderliktir, önder
olmaktır. Önderlik sayfalar dolusu yazılar
yazılarak, daha fazla taraftar toplayarak
değil, düşmana karşı daha çok savaşarak, daha
çok dövüşerek hak edilir. Ulaş Bayraktaroğlu
bunun en yakın örneklerinden biridir. Tıpkı
70'lerin başlarında olduğu gibi devrimci savaş
üzerine, gerilla üzerine sayfalar dolusu yazan/yazabilen/konuşabilen
birçokları yerine tarih Mahir'i, Deniz'i,
İbrahim'i yazdıysa, gelecek kuşaklar da bugünlere
baktığında onun adını görecekler. O, yazmakla,
konuşmakla yetinmeyip, inandıklarını, savunduklarını
pratiğe geçirerek ve bunun bedelini ödeyerek
bunu hak etti. Şimdi de onun gibi yapıp, sözü
fazla uzatmadan onunla ilgili açıklamamızı
paylaşıyoruz.
ULAŞ BAYRAKTAROĞLU
ÖLÜMSÜZDÜR!
Devrim mücadelesinin tarihinde
her dönem yaşandığı gibi, en karanlık ve ağır
dönemler kendi spartaküslerini yaratır...
Her kriz kendi çıkış yolunuda içinde barındırır
ve komutan Ulaş Bayraktaroğlu o Spartaküslerden
biridir, devrimci çıkış için irade ve eylemin
adıdır, özetidir. O tıpkı adını aldığı Ulaş
Bardakçı gibi devrimci kopuşun, devrimci yenilenmenin,
devrimci görevlere sahip çıkmanın, Türkiye,
Kürdistan proletaryasına ve devrimcilere karşı
sorumluluğun bilincinde olmanın ve devrim
icin iradenin ve eylemin özetidir. Devrimcilğin
özetidir Ulaş Bayraktaroğlu yoldaş. Sana devrimci
görevlerimize kesin bir şekilde sahip çıkıp
devrimle taçlandıracağımızın sözünü veriyoruz
Ulaş yoldaş! Hiçbir şey yarım kalmayacak,
bilrikte zafere yürüyeceğiz! Dövüşenler konuşacak
demiştik. Ulaş yoldaş konuştu... Şimdi sıra
bütün devrimcilerde...
Ulaş Bayraktaroğlu Yoldaş Ölümsüzdür!
Kurtuluşa Kadar
Savaş!
EÖC - EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ
Komünarlar ve Özgürlük Güçlerinin
Komutan Ulaş Bayraktaroğlu için yapmış olduğu
açıklamanın tümünü sizlerle paylaşıyoruz:
“‘İnsan bir kez yaşar, bir kez
ölür. Devrimci ikisini de doğru yapandır.’
-Başkomutan Ulaş Bayraktaroğlu
Türkiye Devrimci Hareketi’nin
en zorlu dönemlerinde doğan, mücadele içerisinde
yetişen ve bu hareketi zaferle buluşturmak
için her barikatta her mevzide canını ortaya
koyan Ulaş Bayraktaroğlu Rakka hamlesinde,
en ön cephede ölümsüzlüğe erişti. Devrimci
Komünarlar Partisi’nin kurucu önderi, Birleşik
Özgürlük Güçleri’nin başkomutanı, Gezi ayaklanmasının
tartışmasız önderi devrim için ölümsüzleşenlerin
saflarına vardı.
Ulaş Bayraktaroğlu tüm yaşamı
boyunca hiç durmadan ve yılmadan barikatlarda
ve mevzilerde bir kez olsun gözünü kırpmadan
bir kez olsun geriye bakmadan, soluksuz bir
savaş sürdürdü. Hem insanın insan olma mücadelesinde
hem emperyalist-kapitalist, faşizme karşı
sürdürmüş olduğu mücadelesinde yalnızca zaferi
hedefledi. Eşi benzeri bulunmayan, kendisinin
tabiriyle ‘mayasında devrimcilik olan’, yalnızca
Türkiye ve Ortadoğu devrimleri için değil
tüm dünya devrimleri için hayatını adamış
olan bir komutandır.
Devrimci hareket içerisinde yılgınlıkların
ve umutsuzluk çığlıklarının yayıldığı dönemlerde
yalnızca pratik olarak değil teorik olarak
da vermiş olduğu emekler kendisinin zafere
olan inancının bir ürünüdür. Onun bitmek tükenmek
bilmeyen büyük inancı dokunduğu her alanı
eylem alanına, dokunduğu her insanı eylemciye
dönüştürdü. İnsanlığa ait bütün değerleri
sahiplendi ve mücadelesini bu insanlıkla birleştirdi.
Büyük bir cesaret ve cüretle
devrimin tüm değerlerine sahip çıktı. Statükoya
saplanmadan eski olan ne varsa kararlılıkla
savaştı. İnsanı ve insanın gerçekliğini buldu,
karanlığı yıktı geçti. O, adını almış olduğu
Ulaş Bardakçı gibi kendi döneminin devrimci
kopuşunu örgütleyendir.
Önderlik, teoriden pratiğe ve
pratikten teorinin yeniden genişletilmiş üretimine
doğru bir yolculuksa eğer, ölümsüz Komutan
Ulaş Bayraktaroğlu bu yolculuğa çıkandır.
Onu Türkiye devriminin kurucu önderlerinden
biri haline getiren tam da bu duruşudur.
Fazla söze gerek yok; herkes
sussun artık, “dövüşen anlatsın”. Ulaş Bayraktaroğlu
anlatsın! Türkiye’nin sokakları, meydanları,
üniverisiteleri, fabrikaları nasıl kavga ve
özgürlük alanları haline getirilirmiş, anlatsın.
Gezi’de soluğuna özgürlük rüzgarını katarak
barikat barikat nasıl dövüşülürmüş, anlatsın.
Faşist devletin işkencehanelerinde, hapishanelerinde,
mahkeme salonlarında devrim ve sosyalizm davası
nasıl savunulurmuş, anlatsın. NATO’ya karşı,
iki gün boyunca İstanbul’u savaş mevzisi olarak
kurgulayıp kitlelerin en önünde nasıl çatışılırmış,
anlatsın. Rojava’da DAİŞ çetelerine karşı
nasıl pusu eylemi koyulur, eylem örgütlenir,
mevzi mevzi nasıl savaşılır, anlatsın. “Hiçbir
yerdeyken her yerdeyiz” şiarıyla bir devrimci
savaş örgütü, Birleşik Özgürlük Güçleri, nasıl
inşa edilir ve savaştırılır, anlatsın. Evet
dövüşen anlatsın, Ulaş Bayraktaroğlu anlatsın!
Özgürlük Gücünün, Komün Gücünün,
Komünarların bütün savaşçılarının özünde,
yapılarının temelinde Komutan Ulaş vardır.
Hepimiz Ulaş Bayraktaroğlu’yuz!
Komünarlar ve Özgürlük Güçleri!
Hiçbir yerdeyken, her yerde olanlar! Nasıl
yaşanır, nasıl ölünür; bizlere yolumuzu yine
önderimiz, komutanımız gösterdi. Kuşkusuz
ki onun yolu nettir, apaçıktır, dönüşsüzdür.
Zafer onsuz olacaksa, ne kadar
ağır ve şanlı bir zafere yürüdüğümüzü düşmana
anlatın!
Başkomutan, önderimiz Ulaş Bayraktaroğlu,
halkımızın vicdanıdır, yüreğidir, öfkesidir,
önderidir. Düşman bilsin, aldığımız suyu unutmayacağız,
her birimizi kendisinden de öte devrimcileştirmek
için ömrü boyunca savaşan Komutan Mehmet’i,
Başkomutan Ulaş’ı, yaşatacağız.
Bir gider bin gelir değil,
Bir gittiyse bin
hazırdır!
Başkomutan Ulaş
Bayraktaroğlu ölümsüzdür!
AKP-IŞİD Faşizmini
Ezeceğiz!”
|
Elimize
e-posta Yoluyla Ulaşan Aşağıdaki Metni, Haber
Değeri Taşıdığı Düşüncesiyle Sizlerle Paylaşıyoruz
30 MART KIZILDERE DİRENİŞİ SÖMÜRÜ VE ZULÜM
DÜZENİNE KARŞI DEVRİM MANİFESTOSUDUR!
İşçiler, Emekçiler, Gençler, Kadınlar, Tüm
Ezilen Halklarımız!
Bundan tam 45
yıl önce, 30 Mart 1972'de Türkiye Halk Kurtuluş
Partisi-Cephesi (THKP-C) önderi Mahir Çayan
ve dokuz THKP-C ve THKO'lu yoldaş Tokat Niksar'da
Kızıldere köyünde emperyalizm ve işbirlikçisi
oligarşinin ordusuna, polisine ve tüm kontrgerilla
güçlerine karşı Türkiye ve Kürdistan halkları
için devrimci bir milat olan büyük bir direniş
destanı yazdılar.
ON yiğit devrimci, on can yoldaşı
özgürlük ve insanca yaşam için bir an bile
tereddüt etmeden sömürü ve zulüm düzeninin
baskı güçlerine karşı ölüm pahasına direniş
bayrağı açtılar. Mahir yoldaşın Kızıldere'de
direniş esnasında haykırdığı gibi onlar teslim
olarak "dönmeye değil", direnişi
"ölüm" pahasına büyütme hedefiyle
oraya gelmişlerdi.
Eylemleri büyük devrimci önderler
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan yoldaşların
idamını engellemeye, tutsak devrimcileri,
aydınları, demokratları özgürleştirmeye yönelikti.
Devrimcilerin sömürü ve zulüm düzeni önünde
asla diz çökmeyeceğini, her koşulda direnişi
ve devrim mücadelesini büyütmek için savaşın
sürdürüleceğini göstermek içindi.
ON'lar binlerce asker, polis
ve kontrgerilla gücü karşısında büyük bir
direniş savaşı yürüterek şehit düştüler. Fakat
zaferi kazanan katliamcı faşist ordu ve polis
çeteleri değil, ON'lar oldu. ON'ların görüşlerin,
idealleri ve eylemleri milyonların rehberi
oldu. İsimleri yüzbinlerce, milyonlarca çocuğun
ismi ve haksızlığa, sömürü ve zulme karşı
direnenlerin bayrağı oldu.
ON'lar Kızıldere direnişiyle,
Türkiye ve Kürdistan halklarının tarihinde
yeni bir sayfa açtılar, bir milat yarattılar.
Sömürüye, zulme, faşist baskılara boyun eğme,
diz çökme, uzlaşma sayfasını kesin biçimde
kapatarak, onurla, kararlılıkla direniş ve
devrim sayfasını, devrimci savaş dönemini
açtılar.
O günden bu yana, Türkiye ve
Kürdistanlı milyonlarca genç, milyonlarca
işçi, emekçi, kadın tüm faşist teröre, işkence
ve katliamlara karşı, ON'ların yükselttiği
özgürlük ve insanca yaşam şiarıyla, onların
izinde, onların bayrağıyla yürüdüler.
Tamer Arda'lar, Necdet Erdoğan
Bozkurt'lar, Selçuk Küçükçiftçi'ler ve daha
binlerce devrim şehidi bu bayrağın yere düşmeyeceğini
gösterdiler. 2015'de Rojava'da şehit düşen
ve Mahir Çayan yoldaşın ismini taşıyan Mahir
Arpaçay yoldaş ismiyle ve direnişiyle Kızıldere
direnişinin her an ve her dönem ne denli canlı
olduğunu gösterdi.
Kürdistan ulusal özgürlük hareketi
de Kızıldere de açılan büyük devrim yolundan
geçerek, ON'ların izinde yürüyerek ortaya
çıktı ve gelişti. 28 Mart 1986'da şehit düşen
Kürdistan halkının yiğit evladı, 15 Ağustos
1984 Atılımının komutanı Mahsum Korkmaz yoldaş,
Kızıldere de açılan yolun büyük önderlerinden
biri oldu.
Kardeşler!
Türkiye ve Kürdistan ve dahası
bölgemiz Ortadoğu'nun tümü bugün sömürü ve
zulümle egemenliklerini sürdürmek isteyen
emperyalistler ve yerli işbirlikçileriyle,
özgürlük ve insanca yaşam mücadelesi yürüten
ezilen halkların büyük savaş arenası haline
gelmiştir.
Emperyalizme bağımlı çarpık
Türkiye kapitalizminin adeta lağım çukuru
olan Tayyip-AKP faşizmi bugün Türkiye ve Kürdistanın
ezilen halklarına diz çöktürmek, sistemi,
kendi kişisel ve sınıfsal çıkarlarını sağlama
almak için büyük ve çok yönlü bir saldırı
yürütüyor. Gündemde olan referandum da bu
saldırı dalgasının bir parçasıdır. Önümüzde
iki seçenek bulunuyor; ya diz çökmek, Tayyip-AKP
ve MHP faşistlerinin mutlak egemenliğini kabul
etmek, yada direnişi ve özgür ve insanca yaşam
mücadelesini yükseltmek!
Onurlu, bugününe ve geleceğine
sahip çıkan her emekçinin, işçinin, köylünün,
gencin, kadının seçeceği tek yol, 30 Mart
1972'de Kızıldere'de açılan diz çökmeme, direnme
ve devrimci savaş yoludur. Referandumdan ne
sonuç çıkarsa çıksın önümüzde duran faşizme
karşı şiddetli mücadelelerle dolu bir dönemdir.
Bu dönemi ancak Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin,
Mahsum'ların cüretiyle, savaşma iradesi ve
pratiğiyle göğüsleyebiliriz. Zalimlerin, sömürücülerin,
hırsızların, katillerin, mafyacıların faşist
şiddetini ancak direnişçi halk savunmasıyla,
halkın şiddetiyle ve devrimci gerilla savaşıyla
yenebiliriz.
İşçiler, Köylüler, Gençler,
Kadınlar!
Özgürlük ve insanca yaşam halkın
direnişi ve devrimci savaşıyla mümkündür.
İktidar için, güç için, sömürüden daha fazla
pay almak için, daha büyük hırsızlıklar için
birbirleriyle it dalaşına girmiş olan faşist
devletin içindeki çeteler; Tayyip-AKP çetesi,
MHP çetesi, tüm kontrgerillacılar güçlü değildir.
Tam tersine tarihlerinin en zayıf dönemindeler.
Bu çeteleri yenebiliriz. Mahirlerin izinde
halk savunmasını örgütleyelim! Tayyip-AKP,
MHP ve onların devletinin şiddetine karşı
devrimci gerilla savaşına katılalım!
KIZILDERE SON DEĞİL, SAVAŞ SÜRÜYOR,
SÜRECEK!
FAŞİZMİ YENECEĞİZ!
YAŞASIN ÖZGÜRLÜK VE İNSANCA
YAŞAM MÜCADELEMİZ!
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
30 Mart 2017
.THKP-C/MLSPB
|
Dün,
Bugün ve Geleceğin Prizmasında
SÜREÇ
SİYASAL DİNAMİKLER VE
DEVRİMCİ ÇİZGİ
Elimize e posta yoluyla geçen
uzunca bir değerlendirme yazısının ilk bölümünü
15 Mart'ta sizinle paylaşmıştık. Önümüzdeki
referandum sürecine ilişkin bölümlerinden
dolayı güncelliğini yitirmemesi için hemen
size sunduğumuz bu yazıdaki düzeltme fırsatını
bulamadığımız kimi yazım hataları için şimdiden
özür dileriz. Yazarı tarafından gözden geçirilmiş
ve kimi düzeltmeleri yapılmış halini, 18 Mart
2017, saat 23:30 itibariyle yeniden okurlarımıza
sunuyoruz. Yazının hazırlandığı süreçte henüz
IŞİD'in El Bab'dan çekilmediğini de okurlarımıza
anımsatırız.
Sosyalist Barikat
GİRİŞ
Türkiye ve Kürdistan
büyük bir alt-üst oluş sürecinden geçiyor
ve daha büyüklerine de gebe. Milli krizin/devrimci
durumu en olgunlaşmış biçimleriyle yaşıyoruz.
Halk iktidarının, sosyalizmin ülkesinin doğumu
için, devrim için bütün koşullar olgunlaşıyor!..
Zaman sıkışıyor!.. Ve sürecin bütün özneleri
için, devrim ve karşı-devrim güçleri için
büyük hesaplaşmaların zamanı yaklaşıyor. Bir
kez daha büyük kazananlar ve büyük kaybedenler
olacak. Kürdistan kim ne derse desin, beğensin
ya da beğenmesin bu büyük süreci öncüsüyle,
öncüsünün saflarında örgütlenmiş halkıyla
karşılıyor. Türkiye cephesinde ise belirsizlik
ve kaos hükmünü yürütüyor.
(Yazının
Devamını Okumak İçin Burayı Tıklayın) |
Özgür
Bir Ülke, İnsanca Yaşam İçin
'HAYIR!' BARİKATINDAYIZ!
Yıllardır
ülkeyi kan ve gözyaşı içinde bırakan AKP iktidarı,
bugüne kadar kurmuş olduğu fiili diktatörlük
düzenini "başkanlık" yasal görünümüyle
"meşrulaştırmak", 12 Eylül'den beri
egemen sınıfların hep hayalini kurduğu açık
faşist sistemi kurumsallaştırmak istiyor. Bunu
da ırkçı faşist cephe yaratarak gerçekleştirmek
istiyor.
Kutsallığına toz kondurulmayan
Meclis'ten tekme tokat geçirdikleri "Anayasa
değişikliği" adı altındaki "diktatöre
biat et" emrini, OHAL koşullarında bir
oldu bitti referandumuyla dayatıyorlar.
Ya bunu
kabul edersiniz ya da memleketi daha fazla kana
boyarım tehdidiyle sokaktaki yurttaşı korkutan
AKP iktidarı, muhtemelen referandum günleri
yaklaştıkça devlet terörünü en üst seviyeye
çıkaracak, devrimcilere, Kürtlere ve bütün muhalif
kesimlere şimdiye kadar olduğundan daha da azgınca
saldıracak, bizi yok etmeye, sokakları da korkutmaya
çalışacak. Bunu bir yandan Kürt hareketine büyük
bir operasyon, diğer yandan da Ortadoğu bataklığına
daha da gömülerek yapması, böylece şovenist
dalgaları körüklemesi çok mümkün.
Bu saldırı
ve zulüm dalgası bizleri korkutmuyor, yılgınlığa
düşürmüyor! Hızla ve inatla toplumun her kesiminden
AKP ve sistem karşıtı "Hayır!" tepkileri
yükseliyor. Çeşitli halk kesimlerinin içinde
yer aldığı güçlü bir "Hayır Barikatı"
kuruluyor.
Giderek
yayılan 'hayır' tepkileri, sıradan bir 'hayır'
kampanyası sonucu değildir ve bundan çok daha
fazla şeyleri, tıpkı Gezi'de olduğu gibi haklı
demokratik toplumsal tepki ve birikimleri içermektedir.
İşte şimdi
baskılara, zulme, karanlığa ve geleceksizliğe
karşı daha sıkı örgütlenmek ve mücadeleyi yükseltmek
için çalışmalıyız. Mahallede, fabrikada, okulda,
sokakta gelişen ilerici ve demokratik muhalif
halk dalgasının kalıcı kazanımlara ulaşması
için güç vermeliyiz.
Elleri Berkin'in,
Ali İsmail'in, Taybet Ana'nın, Miray bebeğin
kanına bulaşmış olanlar, şimdi bundan daha fazlasını
yapabilmek için sandığı önümüze koyuyorlar.
Osmanlı
hayalleriyle Suriye maceralarına atılıp tokat
üstüne tokat yiyenler, bir sonraki aşamada Rojava'nın
varlığına yönelmek için yeni tezgâhlara niyetleniyorlar.
AKP ile
Gülen Cemaati çetesinin iktidar ortaklığının
sona ermesiyle gündeme gelen iktidar kavgaları
15 Temmuz darbe girişimiyle yeni bir sürece
evrildi. Hemen ardından gelen OHAL düzenlemeleri
ile her türlü muhalif ses bastırılmaya başlandı.
KHK'larla devlet yapılanması yeniden düzenlenerek
faşist kurumsallaşmalar ve uygulamalar artırıldı.
Gazeteciler, akademisyenler, HDP milletvekilleri
ve yöneticileri, devrimciler, sosyalistler,
sendikacılar ve sendika üyeleri gözaltına alınıyor
ve tutuklanıyor.
İşçi sınıfının
sendikal örgütlerine, direniş ve grevlerine,
en küçük hak arama mücadelesine saldırılar giderek
artıyor. İş cinayetleri, işsizlik, yoksulluk
yaşamımızda daha fazla yer tutarken emekçilerin
susturulduğu ve daha fazla sömürüldüğü kölelik
düzeni dayatılıyor.
Başta eğitim
alanı olmak üzere yaşamın bütün alanlarını yobazlıkla
kuşatıp yıllardır çocuklarımızın geleceğini
ipotek altına almaya çalışanlar, şimdi Ortaçağ'dan
beter bir gericiliği toplumun yaşam biçimi yapmak
istiyorlar. Üniversiteleri gericiliğin kaleleri
haline getiriyorlar, ticarileştiriyorlar, bilimsel
bilgi üretimini ve namuslu bilim insanlarını
üniversitelerden kovuyorlar.
Her fırsatta
kadınları köleleştirmek isteyen DAİŞ kafalı
tecavüzcüler, istismarcılar, şimdi kimsenin
kendilerinden hesap soramayacağı bir padişahlık
düzeni inşa etmek istiyorlar.
İşte faşizmin
kurumsallaşmasının derinleştirildiği OHAL koşulları
sürecinde devlet yapılanması ve toplumsal yönetim
biçimi 'başkanlık' adı altında değiştirilmek
istenmektedir.
Tüm bu
saldırılar adına 'Türk tipi başkanlık' denen
bir kılıfla topluma dayatılmak isteniyor.
Hayır,
bin kere hayır!
Buna izin vermeyeceğiz!
Güçlü bir 'hayır' çığlığıyla
üstümüze üstümüze gelen bu kör karanlığı püskürteceğiz!
Güçlüyüz, çok güçlüyüz;
gücümüze ne kadar inanıyorsak o kadar güçlüyüz
ve istersek onlara unutamayacakları bir ders
verebiliriz.
Derslerini
aldıklarında da azgınlaşacaklardır; olsun! Bu
hengâmeden biz de güçlü çıkacağız ama; daha
büyük bir moralle yeniden yola düşeceğiz o zaman!
Yapabiliriz!
Yapmalıyız! Yapacağız!
Biz sadece
hayır demiyoruz; bizim kendimize özgü 'evet'lerimiz
de var!
Biz bütün
yetkileri ve hayatın kontrolünü tek bir adamın
elinde toplayan bir yasaya 'hayır' diyoruz.
Çünkü biz ülkenin yönetiminde en alttan en üste
kadar halkın söz, karar ve yetki sahibi olduğu,
bütün ezilen toplumsal kesimlerin doğrudan yönetime
katıldığı bir düzen istiyoruz.
Biz, en sıradan demokratik
temsiliyetleri bile ortadan kaldıran keyfi yönetime
"hayır!" diyoruz; ama biz, 4 yılda
bir sandığa gittikten sonra aptal yerine konularak
hiç dikkate bile alınmadığımız bugünkü parlamenter
düzeni de istemiyoruz.
Biz bütün
ezilen toplumsal kesimlerin doğrudan yönetime
katıldığı bir düzen istiyoruz. Biz, halkın her
alanda örgütlenerek demokratik meclisler biçiminde
kendi yönetim ve denetim mekanizmalarını yarattığı
bir halk demokrasisi istiyoruz.
Biz, yalnızca kendisini
yönetmeye muktedir olduğunu zannederek bütün
emekçileri ve toplumsal kesimleri defalarca
"ayak takımı", "çapulcu"
olarak niteleyen bir diktatörün tebası olmak
istemiyoruz. Biz, bu ülkenin emekçi, üreten
insanlarının memleketi bugünkü hırsızlardan
çok daha dürüstçe ve akıllıca yönetebileceğine
inanıyoruz.
Biz, ülkemizi
Ortadoğu'nun çöllerinde kör maceralara sürükleyen
Kürde düşman DAİŞ'e dost 'başkomutan'lar filan
istemiyoruz. Biz bütün Ortadoğu halklarının
omuz omuza emperyalizme ve soytarı diktatörlere,
şeyhlere karşı ayağa kalktığı büyük bir halklar
demokrasisi istiyoruz.
Biz çocuk
istismarcılarının, din tüccarlarının kör karanlığını
istemiyoruz. Biz, bilime ve aydınlığa dayalı,
parasız, eşit, anadilde, bilimsel eğitim istiyoruz.
Biz herkesi susturan ve
kendi sesinle her gün kulaklarımızı kirleten
bir diktatörün nutuklarını istemiyoruz. Biz
gerçeği istiyoruz, gerçeği yazanları ve söyleyenleri
cezaevinde değil yeniden omuz başımızda görmek
istiyoruz.
Bütün bunlar
için ayaktayız!
Sadece sandığa
gidip oy kullanmak için değil; hayatın her alanında,
her yerde ve her zaman zulme, sömürüye, ahlaksızlığa,
yalanlara HAYIR diyoruz.
Emekçilerin,
işçilerin, ezilenlerin, ötekileştirilenlerin
geleceğini karartanlara karşı başkanlık adı
altında bize dayatılan referandumda faşizme,
diktatörlüğe, halkın iradesini hiçe sayan tek
adam yönetimine HAYIR! diyoruz. HAYIR! Barikatını
güçlendiriyoruz.
Yapabiliriz!
Yapmalıyız! Yapmaya mahkumuz! Yapacağız!
Yarın başlayalım, hemen
şimdi başlayalım!
Onlara unutamayacakları
bir ders vermek boynumuzun borcu olsun!
Özgür bir ülke, insanca
yaşam için!
Umutlarımız
ve geleceğimiz için!
"HAYIR!" BARİKATINDAYIZ!
EMEK
VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ |
TC'de
Olağan Hal Devam Ediyor!
Faşizmin gece yarısı operasyonlarına
bir tanesini daha ekledi… Kapılar kırıldı, eş
başkanlar başta olmak üzere HDP miletvekilleri
(şu ana kadar ki bilgilere göre 13 kişi) yer
yer zor kullanılarak REHİN alındılar… Bu esasta
OHAL değil ya da OHAL'in sonucu değil, bilakis
TC'nin Olağan Halidir! Sömürge Tipi Faşizmin
bu gün için Erdoğan ve AKP eliyle uygulanan
halidir...
Evet bu bir rehine
operasyonudur!
Osmanlı artığı TC
Devleti, Suriye ve Irak'ta masada olmayı ve
pastadan kırıntı düzeyinde de olsa pay almak
için her türlü kirli komplo, katliam ve korsanlığı
yapmayı göze almış durumda. Uluslararası arenada
Rusya-ABD çelişkisinden faydalanmak, AB'ye karşı
göçmen kozunu kullanmak, Irak ve Suriye hükümetlerini
yıllardır IŞİD gibi İslamcı faşist çetelerle
yıpratmak ve işgal hareketiyle tehdit etmek
suretiyle kurtlar sofrasında kendisine yer açılmasını
dayatmaktadır. Ve çoğu zamanda bu dayatmalarında
kısmi başarılar elde edebilmektedir. Rojava'nın
bazı bölgelerinin işgalinin uluslararası camiada
kısmen kabul edilmesi TC devletinin Irak'a dair
umutlarını arttırmıştı. Ama bu sefer Rojava'daki
gibi kolay olmayacağa benziyor. Irak hükümetinin
karşı çıkmasının yanında esas olarakta Kürt
özgürlük hareketinin bölgedeki gücü ve tavrı
TC'nin Musul, Kerkük rüyasının önündeki en büyük
engel olarak duruyor.
Musul, Kerkük ve
Halep rüyalarının gerçekleşebilmesi için cephe
gerisinin de dizayn edilmesi gerekir. Lozan
tartışma konusu yapılıp ve Lozan sisteminin
militan savunucuları CHP ve Kemalistlere çeki
düzen verilmelidir. CHP başkan yardımcısı kurşunlanır…
Lozan'ın basın ayağı Cumhuriyet hizaya çekilir
böylece de bu cenahın kendi derdine düşmesi
sağlanmış olur...
Irak ve Suriye'deki
hedef bölge Kürdistan'dır… Parçalanmış büyük
Kürdistan'ın parçalarıdır… Oraya gitmenin ve
orada kalabilmenin yolları Kürdistan'ın büyük
parçasından, iç sömürge Kuzey Kürdistan'dan
ve Kürdistan'ın başkenti Amed'den geçmektedir.
Amed (Diyarbakır) belediye eş başkanlarının
ve Kürt özgürlük hareketinin daha yüzlerce aktivistinin,
son olarak da HDP'li milletvekillerinin rehin
alınmasıyla, onların Kürt özgürlük hareketine
karşı pazarlık unsuru olarak kullanılması amaçlanmaktadır.
Rehinelerin Musul, Kerkük ve Halep ile takası
pazarlığı yapılacaktır. Bunda başarılı olunmazsa
eldeki rehinelerin yıllarca zındanlara atılarak
imha edilmeleri ve dışarıdaki direniş hareketinin
de her türlü vahşetle imhası amaçlanmaktadır.
Musul, Kerkük ve Halep rüyasının önündeki en
büyük engel olarak gördüğü Kürt özgürlük hareketi
ve onunla birlikte mücadele eden dost halklardan
devrimcileri dize getirmek istenmektedir.
O yüzden diyoruz
ki; bugün hukuktan, demokrasiden, halkın iradesinden
insan haklarından söz etmek ve bu operasyonları
bu çerçevede değerlendirmek doğru değildir,
bu devleti tanımamaktır.
Bu bir rehin almadır!
Rehinelerimizi kurtarmak
devrimcilerin tarihsel görevi ve sorumluluğudur…
Onların özgürlüğü bizlerin mücadelesiyle olacaktır…
Kürdistan'ın diğer parçalarının işgali, var
olan savaşın bölgedeki diğer halkları da içine
alarak daha da büyümesi demektir… Bu savaş haksız
bir savaştır… Bu savaşta başta Türkiye halkları
olmak üzere, işçiler, emekçiler, yoksullar,
yaşlı-genç, bölgedeki bütün halklar yıllardır
kaybetmektedirler. Sömürgeci devletlerin egemenleri
ve onların emperyalist efendileri bu savaşlardan
her yönden kârlı çıkanlardır. O yüzden başta
devrimciler olmak üzere herkesin bu savaşın
engellenmesi için, engellenemediği durumda da
TC faşizminin yenilgisine dönüştürülmesi için
elinden geleni, barışçıl, barışçıl olmayan her
türlü eylemi yapması gerekmektedir.
Emperyalist merkezlerden
medet ummak, onların müdahalelerine bel bağlamak
Afganistan'dan, Irak'tan, Libya'dan ve Suriye'den
ders çıkarmadığımız anlamına gelmektedir. Bu
savaşlar, halkların boğazlanmaları, onların
daha çok silah satması anlamına gelir, onların
emperyalist sisteminin sonucu ve kışkırttığı
savaşlardır. Aynı şekilde, sömürge tipi faşizmin
günümüzdeki uygulayıcısı Erdoğan ve AKP rejiminden
demokrasi ve adalet beklemek gaflet olacaktır.
Faşizme karşı birlikte
uzun süreli devrimci savaş için hazırlanmak
ve bütün planların buna göre yapılması önümüzdeki
ana görevdir.
Daha fazla örgütlenme!
Daha fazla emek! Daha fazla Mücadele! Ve Faşizme
Karşı Zafer!
Kahrolsun
Faşizm!
Zafer Direnen Halkların
Olacak!
Kurtuluşa Kadar Savaş!
04.11.2016
EÖC - Emek
ve Özgürlük Cephesi |
Susturamayacaksınız!
16 Ağustos
akşamı olgarşinin kolluk kuvvetleri Özgür Gündem
Gazetesindeydi. Özgür Gündem Gazetesi bir kez
daha kapatıldı, basıldı, çalışanları dövülerek
gözaltına alındı.
Kendine yönelik darbe girişimine
bir karşı-darbeyle yanıt veren AKP, böylece
sıranın sola geldiğini de duyurmuş oldu. Aslında
"Bu suça ortak olmayacağız" bildirisine
imza atan akademisyenlerden, sol sendikalara
üye olan memurlara varana kadar bir dizi emekçinin
işten atılmasıyla çoktan başlamış olan saldırı
dalgası, deyim yerindeyse bayrak açtı. Tüm seçilmiş
belediye başkanlarını görevden alma gibisinden
12 Eylül'den anımsadığımız uygulamalarla her
geçen gün kapsamını genişleten darbe, elbette
ki basına el atmakta da gecikmeyecekti.
Mınbiç zaferinin kuyruk
acısını Özgür Gündem'i kapatarak, çalışanlarına
işkence yaparak dindirmeye çalışan oligarşi
ve yardakçılarının bu yaptıkları hiçbir işe
yaramayacak. Ne halklarımızın özgürlük yürüyüşünü
durdurabilecekler, ne de bu yürüyüşün adımlarını
duymamızı engelleyebilecekler.
Özgür Gündem susmayacak!
Yıllardır baskınlarla, kapatmalarla, cinayetlerle,
bombalamalarla, işkencelerle ve her türden baskılarla
susmadığı gibi yine susmayacak. Gerçekleri engelleyemeyeceksiniz.
Gerçekler inatçıdır. Üzerine dökülen beton ne
kadar kalın olursa olsun, onu çatlatmanın, filizlenip
çiçek açmanın bir yolunu mutlaka bulur. Bunu
ne 12 Eylül generalleri engelleyebildi ne de
siz engelleyebileceksiniz. Gerçekleri saklamaya
çalışanların sonu, 12 Eylül generallerinden
de kötü olacak.
Darbe mağdurluğunun arkasına
sığınıp, darbecileri aratanların saldırıları
daha da artacaktır. Buna karşı sesimizi yükseltmek,
dayanışmayı büyütmek, yalanlarını boşa çıkarmak
için tüm gücümüzle Özgür Gündem'in yanında olmalıyız.
Sadece basın alanında değil, tüm alanlarda yaşanan
ve yaşanacak olan saldırılara karşı daha örgütlü,
daha birleşik bir dayanışmanın ve direnişin
örgütlenmesi için de çabalar büyütülmelidir.
EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ |
Ne AKP
Faşizmi Ne Darbeci Faşistler!
Özgür Ülke, İnsanca Yaşam İçin
TEK YOL DEVRİM!
Emekçi Türkiye
ve Kürdistan Halkları!
Sömürü ve zulüm düzeninin
yağmacı, hırsız, faşist sahipleri arasında uzun
süredir devam eden it dalaşı 15 Temmuz akşamı
itibariyle kanlı bir darbe girişimiyle yeni
bir boyut kazanmıştır.
Halklarımızın iki kanlı
düşmanı AKP faşizmi ile darbeci faşist ordu
kliği arasındaki çatışma demokrasi güçleriyle
darbeciler arasındaki çatışma değildir. Yada
laikler ile din tüccarları arasındaki bir çatışma
da değildir. Özgürlük ve adalet isteyenlerle
karanlık güçler arasındaki bir çatışma hiç değildir.
Halen sürmekte olan çatışma bu halk düşmanı
düzenin iki faşist kesimi arasındaki güç ve
iktidar dalaşıdır, kavgasıdır. Kimin bu sömürü
ve zulüm düzenini yöneteceği, gücün, iktidarın,
sömürü ve yağma olanaklarının başında kimin
olacağı kavgasıdır.
AKP faşizminin de, darbeci
faşistlerinde bu sömürü ve zulüm düzenine karşı
tek sözleri yoktur. Tam tersine onun bekçisidirler.
AKP faşizmide, darbeci faşistlerde dünya çapında
halklara saldırılar düzenleyen NATO'nun sadık
kullarıdır. Her ikiside NATO'ya bağlılık ilan
etmektedir.
AKP faşizmi de, darbeci
faşistlerde İsrail siyonizmini dost ilan eden
güçlerdir. Her ikisi de siyonist faşizmle ortaktır.
AKP faşizmi de, darbeci
faşistlerde ABD emperyalizminin sadık uşaklarıdır.
Her ikisinin de ABD emperyalizmine ve onun dünya
çapındaki saldırganlığına karşı tek bir sözleri
ve tutumları yoktur.
AKP faşizmi bu sömürü ve
zulüm düzenini sürdürmek, NATO'ya, ABD'ye, Siyonizme
hizmet etmek için, coğrafyamızı yağmalamak için
halkı düzene bağlamada esas olarak iğrenç bir
din tüccarlığını kullanıyor.
Darbeci faşistler ise aynı
şeyi yapmak için gücün, iktidarın kendisinde
olmasını istiyor. Ve bunun için iğrenç bir laiklik,
sosyal devlet vb. tüccarlığını kullanıyor. Darbeci
faşist generallerin icraatlarını 12 martlardan,
12 eylüllerden biliyoruz. Burjuva hükümetleri
devirerek iktidar oldular. Fakat milyonlarca
devrimciye, demokrata, emekçiye saldırdılar.
AKP faşizminin icraatlarıda
ortadadır. Her türlü demokratik hak tümden ortadan
kaldırılmaktadır. Din tüccarlığı yaparak, azgın
bir faşist saldırganlıkla haklarını arayan herkese
saldırıyorlar. Hırsızlık, cinayet, yolsuzluk,
adam kayırma vb. her türlü yozlaşma AKP faşizminin
ve onun kuyruğuna takılanların normali haline
gelmiştir.
Kardeşler!
AKP faşizminin ve darbeci
generallerin halka özgürlük ve insanca bir yaşam
ve gelecek vermesi mümkün değildir. Onların
it dalaşında halkın yeri ve geleceği yoktur.
Silahlar konuştuğunda onların bir avuç olduğu
da ortaya çıkmıştır. Faşist darbeci generaller
kliğinin bir avuç olduğu, emir kulu durumundaki
askerlerini bile ikna etmekten uzak oldukları
ortaya çıkmıştır. Faşist AKP kliği için de aynı
şey geçerlidir. AKP faşizminin çağrısıyla sokağa
çıkanlarda milyonlar değil, AKP faşizminin örgütlediği
faşist milis grupları ve çok sınırlı sayıda
halktan insan olmuştur.
Faşist darbeci klik yenilmiştir.
Onca tankına, topuna, uçağına rağmen, kendi
inançsızlığına, korkaklığına yenilmiştir. Sabaha
karşı yaptığı açıklamalarda korkudan dili dolaşan,
gözünün feri kaçmış, korkak kediye dönmüş olan
Tayyip ise darbecilerin yenildiği anladığı anda
sahte bir kaplan rolüne geçmiştir. Tayyip ve
AKP faşizmi, darbecilerin yenilgisini, kurmak
istedikleri din tüccarı AKP diktatörlüğü için
bir fırsata dönüştürmek istemektedir. Ölen insanlar
için başsağlığı dilemeden, bu darbenin orduda
ve toplumda yapılacak tasfiye hareketleri için
bir fırsat olduğunu söyleme iğrençliğini göstermiştir.
Kardeşler
Türkiye ve Kürdistanın
ihtiyacı özgür bir ülke ve insanca yaşamdır.
Düzenin bütün çivileri çıkmıştır. Düzenin hiç
bir kurumunun; ordusunun, yargısının, meclisinin,
bürokrasisinin halka vereceği hiçbir şey yoktur.
Yağmacılık, sömürü, hırsızlık, cinayet, katliam,
cinsenl, dinsel ve ulusal ayrımcılık ve ezme,
çevrenin yok edilmesi, özgürlüklerin ortadan
kaldırılması onların temel işidir. Açıkça ortaya
çıkmıştır ki; bu pislik düzeninde iş gören güçler
arasındaki güç ve iktidar çatışmasında artık
silahlarda devrededir. Ve bu silahlar bugüne
kadar olduğu gibi, bundan sonra misliyle daha
fazla halka, halkın haklarına, özgürlüklerine,
taleplerine de karşı dönecektir. AKP faşizmininde,
faşist darbe kliklerinin de hiçbir meşruiyeti
yoktur.
İşçiler, Emekçiler, Kadınlar,
Gençler, Kürtler, tüm ulusal topluluklardan
halkımız, Aleviler, Ekoloji Mücadelesi Yürütenler,
Tüm Emek, Özgürlük ve Demokrasi Güçleri!
Kardeşler!
Güçlü değiller! İt dalaşındalar!
Paylaşamıyorlar! Halka saldırdılar, şimdi daha
yoğun saldıracaklar! Haklarımız için, insanca
yaşam için, özgürlükler için, adalet için ayağa
kalkmak, sokaklara çıkmak, devrimci ve demokratik
mücadeleye katılmak dışında başka bir yol yoktur.
Açığa çıkmıştır ki, AKP faşizmi başta olmak
üzere tüm faşistlere, gericilere karşı savaşan,
savaşacak olan yegane güçler devrimcilerdir.
Tek seçenek, tek yol devrim ve devrimcilerdir.
Devrimci parti ve örgütlerdir. Ne darbeciler,
ne de başka bir güce bel bağlanamaz! AKP faşizminin
darbecilerin yenilmesinden güç alarak halka
saldırmasına, demokratik haklarımıza saldırmasına
izin vermemeliyiz. Devrimciler ve halkın gücünü
birleştirerek AKP faşizmine karşı mücadeleyi
silahlı, silahsız her yoldan ve esas olarak
eylemli biçimde sokaklara taşırarak yürütmek
bugünün görevidir.
Tereddütsüz biçimde, bir
an bile düşünmeden saflarımızı sıklaştırırak
bulunduğumuz her alanda yüzümüzü devrimcilere
dönerek mücadeleyi büyütme günüdür!
NE DARBE NE AKP! TEK YOL
DEVRİM! KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
16.07.2016
Türkiye Halk Kurtuluş
Partisi-Cephesi/Marksist Leninist Silahlı Propaganda
Birliği (THKP-C/MLSPB) |
Neriman
Deniz Yaşamını Yitirdi
İnsan Hakları Derneği İstanbul
Şubesi'nin aktivistlerinden Neriman Deniz, 29
Aralık günü sabaha karşı 05.00 cıvarında yaşamını
yitirdi. Bir süredir kanser tedavisi gören Neriman
Ablamızın henüz bilinci yerindeyken ağzından
çıkan son sözleri "Barış oldu mu?"
sorusuydu. Son olarak 14 Kasım 2012'de başbakanlık
çalışma ofisi önünde, cezaevlerinde sürmekte
olan açlık grevlerine dikkat çekmek için diğer
İHD İstanbul Şubesi yöneticileriyle birlikte
yaptıkları eylemde gözaltına alınan Neriman
Abla hiçbir zaman devrimci kimliğinden taviz
vermedi. Cenazesi 30 Aralık 2015 günü Haznedar
Mehmet Ülker Camiisinden öğlen vakti kaldırılarak
Kanarya Mezarlığına götürülecektir. Tüm devrimcileri
cenazesine bekliyoruz. |
MLKP
Rojova Savaşçısı
İsmet Şahin (Pirsus Armanc)
Şehit Düştü
Rojova Devrimini savunmak
için devrimci enternasyonalizm bilinciyle Batı
Kürdistan topraklarına savaşmaya giden bir devrimci
daha ölümsüzleşti. MLKP savaşçısı İsmet Şahin
(Pirsus Armanc) 24 Aralık 2015 perşembe günü
sabah saatlerinde, Rojova'nın güneyini IŞİD'den
temizleyerek özgürleştirme hamlesi sırasında
şehit düştü. Demokratik Suriye Güçlerine ait
bir aracın isabet almasıyla İsmet Şahin'in şehit
düştüğü yerde 5 savaşçı da yaralandı. 1991 doğumlu
olan İsmet Şahin'in ardından MLKP Rojova örgütünün
yaptığı açıklama şu ifadelere yer verildi:
"Pirsus yoldaşımız,
AKP/DAİŞ faşizminin karanlık güçlerine karşı
İstanbul'da, son mermilerine kadar dövüşerk
ölümsüzleşen Berçem Renas ve Ekin Su (Yeliz
Erbay-Şirin Öter) komutanlarımıza atfederek
katıldığımız bu operasyonda, büyük bir istek
ve kararlılıkla yerini almış, şehitlerin hesabını
sorma isteğiyle dolu bir heyecanla cepheye koşmuştu.
Pirsus yoldaşımız,
Kürdistan'ın özgürlüğüne sevdalı bir sosyalist
yurtsever olarak, Rojava'ya gelmiş, kendini
şehitlerin hesabını sormaya adamıştı. Aslen
Urfa/Suruç'lu olan ancak Antep'te yaşayan Pirsus
yoldaşımız, işçilikten gelen disiplini v emekçiliği
ile öne çıkmış, öğrenme isteğini ve savaş kararlılığını
günlük yaşamda da ortaya koymuştu. Olası bir
hamlede yerini alabilmek için, sabah sporlarına
BKC ve mühimmatlarıyla çıkarak, kendini hazırlamış,
böylece operasyon grubumuzda yerini almıştı."
Çetecilerin saldırılarına
rağmen Demokratik Suriye Güçlerinin ilerlemesi
devam ediyor. Şehitler pahasına.
DEVRİM ŞEHİTLERİ
ÖLÜMSÜZDÜR!
İSMET ŞAHİN ÖLÜMSÜZDÜR!
YAŞASIN ROJOVA DEVRİMİ! |
Alp Ata
Akçayöz Yoldaşımızı Mezarı Başında Andık
19 Aralık 2000'de gerçekleştirilen
cezaevleri katliamı sırasında Ümraniye Cezaevinde
katledilen Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı mezarı
başında andık. Anma için 20 Aralık 2016 günü
saat 13.00'te mezar başında buluştuk. Anmaya
yoldaşımızın ailesi de katıldı. Saygı duruşu
ile başlayan anmada "Alp Ata Akçayöz Ölümsüzdür",
"Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Yaşasın
Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz" sloganları
atıldı. Daha sonra Emek ve Özgürlü Cephesi adına
şu metin okundu:
"Dostlar, Yoldaşlar
"19 Aralık 2000, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin katliamlar tarihinin
belki de en anlamlılarından biriydi. Devletin
cezaevlerinde tutsak olan, hayatları devlete
emanet olan insanlar devlet tarafından katledildiler.
28 devrimci tutsağın katledildiği 19 Aralık
Cezaevleri katliamında Ümraniye Cezaevinde katledilen
Alp Ata Akçayöz Yoldaşımız da onlardan biriydi.
"Emekçiydi yoldaşımız,
yüreği sevgi doluydu. Sevgisini olduğu kadar
öfkesini, nefretini de hiç saklamazdı. Daha
yapacağı çok şey vardı. Çok planı, çok projesi,
ama en çok da düşleri vardı. Düş dünyasında
yaşamazdı, ama düş kurmanın bir erdem olduğunun
da farkındaydı. Çok değişik kaynaklardan besleniyordu
düş dünyası. Emekçi kimliğinden dolayı neler
yapabileceğinin farkındaydı. Geniş okuma yelpazesi
ise yapabilecekleri ile düşgücünün kapasitesini
daha da artırıyordu. Cezaevindeki bozuk buzdolaplarından
fırın yapmak, onun için iş bile değildi. Ama
o en çok güzellikleri üretmeyi seviyordu. Neredeyse
bütün kapasitesiyle her insanla dostluğu, insan
sıcaklığını sonuna kadar yaşamanın, paylaşmanın
derdindeydi en çok.
"Onu ve diğer 19 Aralık
şehitlerini andığımız şu günlerde yeni yeni
katliamlar giriyor
hayatımıza. Roboski'nin hesabı sorulmadan, Suruç,
Ankara, Nusaybin, Cizre, Sur ve daha doğru bir
ifadeyle tüm Kuzey Kürdistan'da katliamlar her
geçen gün boyutlanarak başdöndürücü bir hızla
insanları katlediyor. Bundan 16 yıl önce cezaevlerindeki
devrimci tutsaklara "teslim olun"
diye seslenen katiller, bugün de sokağa çıkma
yasağı ilan ettikleri Cizre'de halka aynı anonsu
yapıyorlar: "Teslim Olun". Ancak bir
kenti işgal etmeye gelen yabancı bir güç böylesi
bir anons yapabilir. Yapıyorlar da.
"Katliamlar tarihi,
direnişler tarihidir aslında. Direndiğimiz,
teslim olmadığımız için katlediliriz. Cezaevlerinde
yaptılar bunu. Ne direnişi bitirebildiler, ne
de teslim alabildiler. Kürdistan'da da bitiremeyecekler,
teslim alamayacaklar. Hiçbir katliam halklarımızın
devrimci kurtuluş mücadelesini durduramayacak.
İnsanlık varolduğu sürece kaybedenler onlar
olacak. Biz kazanacağız. Kürdistan'dan, metal
işçilerine, fakültelerden, Kobani'ye, Talip'ten
Mahircan'a, şehitlerimizle, direnişimizle, savaşımızla
her zaman seninleyiz Alp Ata Yoldaş; Her zaman
bizimlesin."
ALP ATA AKÇAYÖZ YOLDAŞ
ÖLÜMSÜZDÜR
DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR
YAŞASIN DEVRİMCİ KURTULUŞ
MÜCADELEMİZ
Metnin
okunmasının ardından sloganlar atıldı ve daha
sonra Alp Ata Akçayöz yoldaşımıızın yazdığı "Dokuz
Otuz ve On Gün" şiiri okundu. Şiirden sonra
yoldaşımızın Annesi Günay Akçayöz duygularını
kaleme aldığı bir metni okudu. Cephe Marşı ve
Yiğidim Aslanım türküsünün ardından yeniden sloganlar
haykırıldı. Anmamıza katılan Devrimci Kültür Derneği
de kendilerine söz verilmesi üzerine Alp Ata Akçayöz
Yoldaşımızla ilgili duygularını ifade ettiler.
Böylece sona eren anmadan sonra Alp Ata Akçayöz
Yoldaşımızın anısına ailesinin verdiği yemeği
yemek üzere Maltepe Beşçeşmeler'de bulunan Sokak
Kültür Merkezi'ne gidildi. |
Tahir
Elçi Ölümsüzdür
Diyarbakır Barosu Başkanı
Tahir Elçi devlet tarafından 28 Kasım 2015 günü
katledildi. Kürt Ulusuna karşı savaş ilan eden
devlet, böylece cinayetler zincirine bir halka
daha ekledi. Tahir Elçi, birkaç ay önce katıldığı
bir TV programında "PKK terör örgütü değil,
silahlı bir siyasal harekettir" dediği
için hakkında hukuki soruşturma açılmış ve devlet
yanlısı yayın organları ve siyasetçiler tarafından
hedef gösterilmişti.
O gün Diyarbakır'ın
Sur İlçesinde bulunan tarihi dört ayaklı camii
minaresinin kentteki çatışmalar sırasında polis
kurşunlarıyla tahrip edilmesini protesto eden
bir basın açıklaması için oradaydı Tahir Elçi.
Tarih, Kürt Ulusunu
bir kez daha ateşle sınıyor. O ulus ki her sınamada
bağımsız, kendi istediği gibi yaşama iradesini
defalarca ama defalarca tüm benliğiyle ortaya
koymasını bilmiştir; Bu defa da en değerli evlatlarını
kurban etmek pahasına iradesinden asla vazgeçmiyor,
vazgeçmeyecek.
Tahir Elçi de Vedat
Aydın gibi, Musa Anter gibi sömürge bir ulusun
aydını olmanın bedelini hayatıyla ödedi. Ne
dağa çıkmıştı, ne de eline silah almıştı. Sömürgeci
de olsa devletin hukuk mekanizmasını kullanarak
onunla mücadele etmeyi seçmişti. Kendisinin
de maruz kaldığı işkencelerin yanı sıra faili
"meçhul" cinayetlerin, köy boşaltmaların/yakmaların
kısacası sömürgeciliğin Kürt Ulusuna reva gördüğü
tüm haksızlıkların, katliamların ve işkencelerin
hesabını hukuk yoluyla sormak için çabalıyordu.
Özellikle toplu mezarların bulunup açılması,
ve faillerinin yargı önüne çıkarılmasında önemli
bir emeğin sahibiydi.
Devlet ve devlet
yanlıları hala yaptıklarının ayırdında değilmişçesine
cinayetin PKK'den kaynaklandığını ispatlama
derdine düşmüş durumdalar. Bir an için onların
tüm iddialarının doğru olduğunu varsayalım.
Tahir Elçi'nin bulunduğu sokaktan kaçanlar onların
söylediği gibi PKK, ya da ona yakın bir grubun
insanları olsun, hatta Tahir Elçi bu kaçan insanların
silahından çıkan bir mermi ile yaşamını yitirmiş
olsun. Dicle Haber Ajansı'nın çektiği görüntülerde
bu insanların kaçarken silahlarını kullanmadıkları
açıkça görülüyor olmasına rağmen varsayalım
öyle olsun. Peki bu çatışmalı ortamı yaratan
kim? Çözüm süreci masasını deviren, süreci "yok"
ilan eden ve çatışmaları başlatan kim? Tahir
Elçi'nin basın açıklaması yapmasına neden olan
çatışmalar bundan altı ay önce yokken, niye
şimdi var? Tüm bunları bir araya getirdiğimizde
milyonlarca insanın kafasını bulandırmak için
tüm enerjilerini ortaya koyan soytarılar sürüsünün
yaldızlı yalanları birer birer dökülecektir.
Ve gerçek, tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkacaktır: Tahir Elçi'yi Devlet Öldürdü.
Haziran seçimleriyle
boyutlanan, Kasım seçimlerinin ardından ise
kelimenin tam anlamıyla ipten kazıktan kurtulan
katiller sürüsü ve onların patronlarının bu
saldırıları, katliamları bitmeyecek. Dış politikada
bütün kartlarını IŞİD'e oynadığı için, sürekli
kaybetmeye mahkum olan hükûmet, uğradığı tüm
yenilgilerin hıncını bizden; Kürt Ulusundan
ve devrimcilerden çıkarmaya devam edecek. Suruç
ve Ankara Katliamı bunun ilk adımlarıydı. Tahir
Elçi'nin katli, sürece yeni bir halka olarak
eklendi.
IŞİD katlettiği
birkaç ABD vatandaşı esiri saymazsak hiçbir
zaman ABD ve İsrail'i doğrudan hedef alan bir
eylem yapmadı (hatta Hizbullah sözkonusu olduğunda
İsrail ile ortak düşmana sahipler). AB ülkeleri
ise Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı "şu mültecileri
durdurun da ne isterseniz yapın" noktasındalar.
Bu durum, herhangi bir ciddi dış baskının en
azından kısa vadede işe yaramayacağını, hatta
hiç gerçekleşmeyeceğini açıkça ortaya koyuyor.
İktidardakiler de bunun farkında. Kısacası AKP
hükümetinin katliamlarını sürdürmesinin önünde
hiçbir engel yok. Bizlerden başka.
12 Mart sonrasının
devrimcileri o günleri şöyle anlatır: "Artık
cenaze kaldırmaktan bıkmıştık". Tarihten
öğrenmek için daha fazla düşünmeye, tartışmaya
gerek yok. Bu gidiş durdurulacak.
Kimse tutup da devlet
bu savaşı tırmandırma sürecini ne kadar sürdürebilir
ki diye ellerini bağlamayı düşünmesin. Bu süreç,
devletin insafına bırakılacak bir süreç değildir.
Bizler onu yıkmadığımız sürece bu devlet, kan
dökmeye ve can almaya doymayacaktır.
|
Aziz
Güler'in Cenazesi Türkiye'de
Tüm dünyanın başına bela
olan faşist IŞİD çetelerine karşı Kürdistan'ın
Rojava parçasında savaşırken 21 Eylül günü mayın
patlaması sonucu hayatını kaybeden Birleşik
Özgürlük Güçleri komutanlarından Aziz Güler'in
cenazesinin Türkiye'ye girişine 59 gün boyunca
izin verilmedi. Acıyla ve sabırla direnişlerini
sürdüren Aziz'in ailesi ve yoldaşlarının direnci
nihayet 20 Kasım günü sonuç verdi ve Aziz Güler'in
Cenazesi Türkiye'ye getirildi.
İcad ettiği bu yeni
işkence yöntemiyle, cenazeleri ailelerine vermeyerek
İsrail'e örnek olan TC, daha sonra da gerilla
mezarlıklarını bombalayarak İsrail'in bile cesaret
edemediği yeni yeni işkence yöntemleri geliştirdi.
Ama tüm bu işkenceler halklarımızın direnişlerini
kıramadı, kıramayacak da...
Aziz Güler'in cenazesi,
aynı gün akşam saatlerinde uçakla doğum yeri
olan İstanbul'a getirildi. Bürokratik işlemlerin
tamamlanmasının ardından saat 23.00 sıralarında
teslim alınan cenazeyi havaalanında "Devrim
Şehitleri Ölümsüzdür" sloganıyla karşılayan
Aziz'in ailesi ve yoldaşları, devrimci dostları,
uzun bir konvoy oluşturarak cenazeyi Gazi Mahallesine
götürdü. Aziz Güler'in cenazesini karşılayanlar
arasında Haziran ayında Rojova'daki devrimci
savaşta yitirdiğimiz Mahir Arpaçay Yoldaşımızın
ailesi de vardı.
Gazi Mahallesinde
Aziz Güler'i karşılamak için bekleyen kitle
kızıl bayrakları, meşaleleri, pankartları ve
gür sloganlarıyla yoldaşlarını bağrına bastı.
Burada yapılan saygı duruşunun ardından kitle
sloganlar eşliğinde Gazi Cemevine doğru yürüyüşe
geçti. Yürüyüşte Aziz Güler'in yanı sıra Mahir
Arpaçay ve Bedrettin Akdeniz'in de resimleri
taşındı. "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür",
"Aziz Güler Ölümsüzdür", "Yaşasın
Devrimci Dayanışma", "Şehid Namırın",
"Kürdistan Faşizme Mezar Olacak",
"Yaşasın Birleşik Özgürlük Güçlerimiz"
sloganlarının atıldığı yürüyüş, Gazi Cemevinde
son buldu. Burada alkışlar eşliğinde arabadan
alınan cenaze cemevinin morguna kaldırıldı.
Daha sonra yapılan konuşmalarda devrimci mücadelede
yitirdiğimiz canlarımıza yenilerinin
ekleneceği, ama insanlığın özgürlük yürüyüşünün
asla durdurulamayacağı vurgusu yapıldı. Burada
"Bedrettin, Mahir, Aziz, Sürüyor, Sürecek
Mücadeleniz" sloganı da atıldı. Burada
açılan taziye çadırının cenaze kaldırılana kadar
burada kalacağı da belirtildi.
Aziz Güler'in cenazesi
22 Kasım Pazar günü saat 13.00'te Gazi Cemevinden
alınarak Gazi Mezarlığında toprağa verilecek.
Tüm halkımızı bu yiğit devrimcinin cenazesine
çağırıyoruz.
EMEK
VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ |
Ankara'da
Yitirdiğimiz Neferlerimiz İçin Anma Etkinliği
Emek
ve Özgürlük Cephesi olarak 18 Ekim Pazar günü
İstanbul Avcılar Kemal Bozan Kültür Ve Sanat
Merkezi'nde Ankara katliamında yitirdiğimiz
siper yoldaşlarımızı, mücadelelerini andık.
Çok önceden belirlediğimiz
ve birkaç defa ertelemek zorunda kaldığımız
12 Eylül Anneleri Belgesel gösterimini Ankara
katliamı nedeniyle yitirdiğimiz canlarımıza
atfen gerçekleştirdik.
Anma ve belgesel
gösterimine; HDP İstanbul milletvekili Garo
Paylan, 12 Eylül anneleri (rahatsızlığı nedeniyle
daha önceki etkinliklerimize katılamayan Tamer
Arda'nın annesinin ve teyzesinin aramızda olması
bizi ayrıca çok onurlandırdı), Rojava'da ölümsüzleşen
yoldaşımız Mahircan Arpaçay'ın
babası Necefkulu Arpaçay, Suruç Katliamında
yitirdiğimiz Uğur Özkan'ın babası Mehmet Özkan,
Ankara Katliamında ölümsüzleşen İnşaat İşçileri
Sendikası Örgütlenme Sekreterei Serdar Ben'in
ağabeyi Ali Haydar Ben, 19 Aralık hapishaneler
katliamında ölümsüzleşen Alp Ata Akçayöz yoldaşımızın
annesi Günay Akçayöz, Suruç Aileleri Dayanışma
İnisiyatifi adına Süleyman Başer, Cumartesi
insanlarından gözaltında kaybedilen Hayrettin
Eren'in kardeşi İkbal Eren, Emekliler Dayanışma
Sendikası Genel Başkanı Mahinur Şahbaz, Avcılar
Firuzköy HDP'den, Avcılar Halkevinden ve çeşitli
demokratik kitle örgütlerinden dostlarımız ile
Kültür ve sanat merkezini etkinliğimize açan
Erhan Bozan katıldı.
Dostlarımızı Ruhi Su ve
Dostlar Korosu'nun yıllar önce seslendirdiği
"Bu Meydan Kanlı Meydan (Ellerinde Pankartlar)"
ezgisi ile karşıladık...
Anma ekinliğimiz
9 Ekim 1967'de katledilen önderlerimizden Ernesto
Che Guevera şahsında tüm devrim ve sosyalizm
mücadelesinde ölümsüzleşenler için bir dakikalık
saygı duruşu ile başladı.
Saygı duruşunun
ardından Emek Ve Özgürlük Cephesi'nin Ankara
Katliamı sonrasında yaptığı açıklama (sitemizde
bu haberden sonra yer alan metin) okundu. Daha
sonra HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan
konuşmasını yaptı. Hesabı sorulmayan katliamların
yeni katliamlar için zemin hazırladığı vurgusunu
yaptığı konuşmasında
bundan 100 yıl önce kendisinin de mensubu olduğu
Ermeni halkına yapılan katliamın, bunun en başta
gelen örneklerinden olduğunu belirtti. 7 Haziran
seçimleriyle yeşeren umudun kanla boğulmaya
çalışıldığını vurgulayan Garo Paylan, buna izin
vermeyeceklerini de söyledi. Barış ve mücadele
vurgusu yapan Paylan'ın ardından Ankara Katliamında
yaşamını yitiren İnşaat İşçileri Sendikası'ndan
Serdar Ben'in ağabeyi Ali Haydar Ben söz aldı.
Etkinlikte Ruhi
Su Dostlar Korosu'ndan Ümran Serhan Ruhi Su
ezgilerini enstrümansız, salonda bulunan dostlarımızla
birlikte seslendirdi, Ahmet Arif'ten şiirler
okudu. Sözleri Berthold Brecht'e ait "Kaldırmadıkça
Başlarınızı, Sefaletiniz Bitmez" şarkısı
ve "O Vay Beni Ağlarım" ağıdını okuyan
sanatçı, sanatın ölümsüzlüğünü bir kez daha
duyumsattı.
Etkinliğe son anda elinde
olmayan sebeplerden dolayı katılamayan Berkin
Elvan'ın babası Sami Elvan ve annesi Gülsüm
Elvan mesajlarını ilettiler.
Daha sonra Cumartesi
insanlarından gözaltında kaybedilen Hayrettin
Eren'in kardeşi İkbal Eren söz aldı. Ermeni,
Roboski, Reyhanlı, Kızıldere ve son olarak Ankara
katliamının da gösterdiği gibi, devrimci önderlerin
"devrim yolu engebelidir, dolambaçlıdır,
sarptır" sözlerinin bir bir gerçekleştiğini,
bu engelleri aşa aşa ilerleyeceklerini, bu yolda yitirdiklerimizi anısına sahip çıkıp asla bağışlamayacağımızı,
unutmayacağımızı ve unutturmayacağımızı söyledi.
Rojava'da 21 Eylül'de
ölümsüzleşen ve cenazesi hala faşist TC tarafından
Türkiye'ye girişine izin verilmeyerek ailesi
ve yoldaşlarına teslim edilmeyen siper yoldaşımız
BÖG Komutanı Aziz Güler'in kardeşi Umut Güler'in
yazılı gönderdiği mesajı kürsüden okundu. Mesajında
AKP iktidarıyla yönetilen TC'nin zalimlikte
İsrail'e örnek olduğunu, TC'nin ardından İsrail'in
de katlettiği Filistinlilerin cenazelerini ailelerine
vermemeye başladığını söyleyen Umut Güler, mücadele
ve dayanışma duygularını paylaştı.
Ardından söz alan
Rojava'a şehit düşen Mahircan Arpaçay'ın babası Necefkulu
Arpaçay'ın konuşması salonda büyük alkış aldı.
Mücadele coşkusunu arttıran, heyecanlandıran
bir konuşmaydı... Daha kendi acısını yaşarken,
Suruç katliamının yaşandığını, orada ölümsüzleşenleri
konuşurken ardından Ankara Katliamının geldiğini
söyleyen Necefkulu Arpaçay, kod adı Tamer Arda
olan oğlu Mahir'in ardından bir torununun, bir
yeğeninin daha gelmekte olduğunu, yeni mahirlerin
yetişmekte olduğunu söyleyerek tüm devrim şehitlerini
selamladı. Konuşmasının ardından sahneden inerken
Tamer Arda'nın anne ve teyzesinin Necef abimizi
durdurarak sarılmaları, Uğur Özkan'ın babası
Mehmet amcamızın kucaklaşması izleyicileri duygulandıran
anlardı... Necefkulu
Arpaçay'ın konuşma videosunu izlemek için burayı
tıklayın.
Yine her etkinliğimizde
bizleri yalnız bırakmayan şair Keremo Kürtçe
şiirlerini bizlerle paylaştı.... Her zamanki
gibi dinleyicileri derinden etkiledi...
Suruç Katliamında
yaşamını yitirenlerin ailelerinden Kerem Özkan söz aldı daha sonra. Kerem Özkan'ın konuşmasından
sonra Ankara Katliamında kızı ile birlikte yaralanan
ve hala hastanede tedavisi devam eden hasta
tutsak Erol Zavar'ın eşi sevgili Elif Zavar,
bir gün öncesinden ziyaret ederek çektiğimiz
video kaydı ile salondaki kitleye seslendi.
Bu bombayla bizi parçalamak isteyenlere inat
daha çok birlik olacağız diyen Elif Zavar, birlik-
dayanışma- mücadele- barış çağrısını yineledi. Elif
Zavar'ın görüntülü mesajını izlemek için burayı
tıklayın.
Daha sonra Suruç
Dayanışması adına söz alındı. Aramıza sağlık
sorunu nedeniyle katılamayan 12 Eylül Annelerinden
ve İHD kurucularından Şükriye Nazari'nin gönderdiği,
kürsüden okunan yazılı mesajında Devrimci Kurtuluş
mücadelesine ve Didar Şensoy (Didar ablamıza)
yapılan vurgular öne çıktı. Salon mesajı alkışlarla
selamladı. Yine sağlık sorunu nedeniyle etkinliğimize
katılamayan 12 Eylül Annelerinden Nedime Çevik'in
sözlü mesajını kızı Alev Çevik salondaki katılımcılara
iletti...
Tüm mesaj, konuşamalar,
şiir ve ezgilerin ardından 12 Eylül Anneleri
Belgesel gösterimi yapıldı. Belgesel Yönetmenlerinden
Memik Horuz gösterim
sonrası tüm anneleri sahneye davet etti ve anneler
sahnede duygularını paylaştı izleyicilerle.
Ardından belgesel üzerine kısa bir söyleşi gerçekleşti.
Oldukça verimli önerilerin ifade edildiği, paylaşıldığı
söyleşi sonrası Devrimci Kurtuluş marşı ile
etkinlik sona erdi.
Üç saat ara vermeden
gerçekleştirdiğimiz anmayı sonuna kadar izledikleri
ve aslında bizi değil Ankara katliamında yitirdiğimiz
canlarımızı, onların mücadelesini yalnız bırakmayan
tüm dostlarımıza teşekkür ediyoruz.
Yüreklerinizi yüreğimize,
omuzlarınızı omuzlarımıza yasladığınız için,
sıkılı yumruklarımızla acımızı da öfkemizi de
bizimle paylaşıp, birleştirdiğiniz için teşekkür
ediyoruz... Özgür yarınlara giden yolda daima
hep birlikte... dostça, yoldaşça...
Fotoğraflar için
sevgili Ömür Eğribel dostumuza ayrıca teşekkür
ediyoruz....
EMEK
VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ |
Barış
İsteyen, Onurlu İnsanlar Seni Döktüğün Kanda
Boğacak
Unutmayacağız, Unutturmayacağız,
Asla Affetmeyeceğiz!
DİSK,
KESK, TTB ve TMMOB’nin çağrısıyla düzenlenen
barış mitinginde patlatılan bombalar ile halkların-
emekçilerin barış demokrasi ve özgürlük taleplerine
saldırılmıştır.
Bir kez daha görüldü
ki bir yanda inadına barış ve diğer tarafta
inadına kan diyenler var!
Türkiye ve Kürdistan’da
ortamı terörize ederek; halkı baskı ve korkuyla
yıldırarak siyaseti dizayn etmeye çalışan egemen
güçler daha önce de aynı senaryoyu Diyarbakır
mitingi ve Suruç Katliamında denediler.
Hiç kuşku yok; Suruç'un
ve Diyarbakır’ın failleri kimse Ankara katliamının
da faili odur, bu organizasyonların sorumlusu
Saray’dır!
Ey diktatör bilesin
ki; katliam yaparak Sarayını koruyamayacaksın!
Ey diktatör bilesin
ki; senin zulmünü özgür bir gelecek için mücadele
edenler bitirecek!
Ey diktatör bilesin
ki; son sözü direnenler söyleyecek, faşizm yenilecek!
Emek Ve Özgürlük
Cephesi olarak barış mitingine yapılan saldırıyı
lanetliyor, tüm halkımızı özgür yarınlar için
bu faşist saldırı ve provokasyonlara karşı mücadele
etmeye çağırıyoruz.
EMEK
VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ |
Seçim
ve Tavrımız
Yeni
bir seçim süreciyle karşı karşıyayız. Türkiye,
Kürdistan ve Ortadoğu'da çelişki ve çatışmaların
yoğunlaştığı, tüm bu çelişki ve çatışmaların
günlük yaşamda derin izler bıraktığı bu süreçte,
AKP ve Sarayın dayatmış olduğu yeni seçim son
derece önemlidir. Bu açıdan bir kez daha doğru
devrimci bir tutum almak zorunludur.
İşçiler, Emekçiler,
Kadınlar, Öğrenciler, Tüm Ezilenler;
Yeni-sömürge ülkemizde,
1980'den bu yana kapitalist sömürü, neo-liberal
politikalar temelinde yürümüş; ancak AKP elinde
bu sömürü politikaları kendi sınırlarını tüketmiştir.
Bu açıdan, çıplak sömürü eşliğinde işsizlik,
kitlesel yoksulluk, geleceğe güvensizlik yoğunlaşmış,
sınıfsal ve toplumsal farklılık derinleşmiş,
işçi sınıfı ve emekçi halklara, örgütsüzlük
dayatılmıştır. Başta Kürt Ulusunun özgürlük
sorunu olmak üzere, tüm demokratik sorunlar
inkar ve baskıyla yok sayılmış, hak ve özgürlük
arayışları baskı ve katliamla bastırılmaya çalışılmıştır.
Sömürge tipi faşizm,
Kemalizm'in tüm gerici, baskıcı yanlarına dayanarak,
emperyalizm ve tekelci sermayenin elinde yeniden
ve yeniden biçim almıştır. İçte sömürü ve baskı,
tüm demokratik hak ve özgürlüklerin inkarı;
dışta başta Ortadoğu olmak üzere halklara karşı
savaş ve işgalin birer parçası olmak oligarşinin
ana yönelimi olmuştur.
AKP, hem içte hem
de dışta tükenmiştir. İçte talan ve yağma düzenini
sürdürmüş, kentleri, doğayı, kültürel kazanımları
yağmalamış, dışta emperyalizme bağlılık, özellikle
Ortadoğu'da halklara karşı savaşta en önde yer
almaya kadar uzanmış, denizlerimizde yoksul
mülteci çocuk cesetleri, yollarda mülteci dramları
günlük yaşamın parçası olmuştur.
Burjuva alanda ciddi
bir alternatifi olmayan AKP, ilk büyük darbeyi
Haziran Halk Direnişiyle yaşamış; özel savaşın
tüm yalan aygıtları kullanılmasına rağmen gerçekler
tarihte yerini almıştır.
AKP ve oligarşinin
Kürt özgürlük mücadelesi karşısında tüm kırmızı
çizgileri yok oldu. Rojava Devrimini bastırmak
ve sömürge savaşını Rojava'ya taşımak için Başta
IŞİD olmak üzere örgütleyip beslediği çeteleri
Kürt halkının üzerine gönderdi; ama bütün kirli
hesaplar Kobani direnişiyle yerle bir oldu.
Haziran ve Kobani
direnişine eklenen yeni halka 7 Haziran seçimleridir.
7 Haziran seçimlerinde sol ve devrimci hareketin
önemli bir kesimiyle ittifak kurarak oluşturulan
Halkların Demokratik Partisi, Kürdistan'da AKP
ve diğer tüm burjuva partilerini yenilgiye uğrattı;
Türkiye'de ise demokrasi mücadelesi için yeni
bir soluk oldu. İşte bunu hazmedemeyen, korku
ve panik içindeki Saray ve AKP, bir yandan,
daha önceden hazırlanan yeni bir savaş konseptini
Kürt halkı ve özgürlük hareketine, sol ve devrimci
harekete dayattı. Özel savaşın tüm kirli argüman
ve aygıtlarını devreye soktu; diğer yandan bu
ortamda hiçbir kural, yasa tanımadan, yeni bir
seçimi gündemleştirdi.
AKP sözde ifade ettiği
"demokrasi ve özgürlük" söylemini
çoktan unuttu; ırkçı ve şovenist söylemi dilinden
düşürmez oldu. Hedefine Kürt özgürlük hareketini
ve devrimci hareketi koydu, yalan ve demagoji
pompalandı, kendine bağlı havuz medyası, oligarşinin
tüm kurumları özel savaşın hizmetinde saf tuttu.
Kitlesel tutuklamalar, sınır içi ve dışı operasyonlar
yoğunlaştı. Ormanlar ateşe veriliyor, dağlar
bombalanıyor, halkın inançlarına, kutsallarına,
mezarlarına vahşice saldırılıyor. Silvan'dan
Diyarbakır'a, Cizre'den Beytüşşebap'a kentler
harap edilip halka açık savaş açıldı. Neredeyse
her sabah katliamlara uyanır olduk. Çocukların
cenazeleri kokmasın, çürümesin diye annelerinin
elleriyle buzdolaplarında muhafaza edildi. Bu
acılar öfkemizi bilerken sabrımızı da zorladı.
Ve AKP tüm bu yaşanan
vahşeti dünyaya duyurmaya ve halkın doğru haber
alma hakkını yerine getirmeye çalışan başta
Kürt basını olmak üzere basın emekçilerini ve
olayları yerinde inceleyip raporlarla kamuoyuna
doğru bilgi veren insan hakları savunucularını
da hedef tahtasına koydu.
Halkımız;
Tükenen sadece devlet
partisi AKP değil, tüm burjuva/devlet partileridir.
AKP'den CHP'ye, MHP'den diğer burjuva partilere
tüm partiler düzen ve devlet partisidir. Neo-liberal
sömürü politikalarının tümden iflas ettiği,
bu politikaların sınıf mücadelesinde yeni imkan
ve savaşım biçimleri ortaya çıkardığı, oligarşinin
sınır ve kural tanımaksızın ideolojik, politik,
hukuki, askeri saldırılarının yoğunlaştığı,
toplumsal ve kültürel ilişkilerin bu temelde
yeniden kalıba döküldüğü, sürekli faşizmin "tek
kişi" temelinde yeniden biçim aldığı bu
dönemde, "ara yol" yoktur. 7 Haziran'dan
bu yana yaşanan süreç bir kez daha gösterdi
ki, tek yol devrimdir; kurtuluş halk devrimindedir.
Bu kapsamlı saldırılar karşısında bize düşen
birleşmek, direnmek, Sarayı, AKP'yi ve mevcut
düzeni yıkmaktır.
Demokrasi ve devrim
kavgasında Kürt halkının mücadelesi Türkiye
halklarının mücadelesinin stratejik ittifakıdır.
Demokrasi mücadelesinde Kürt ulusunun özgürlük
talebi ve kavgasını atlanarak hiçbir demokratik
kazanım elde edilemez. Emek ve özgürlük kavgasıyla
Kürt ulusunun özgürlük kavgası iç içedir, bunlar
kopmaz bağlarla birbirine bağlıdır. Bununla
birlikte, bu kapsamlı saldırı karşısında, emek
ve özgürlükten yana güçlerin birliği zorunludur.
Bu açıdan, aynı ideolojik düzlemde olanların
parti birliğinde, devrimcilerin cephe birliğinde,
halkların eşitlik ve mücadele birliğinde yan
yana gelmesi zorunludur. Bu sadece stratejik
değil dönemsel de bir ihtiyaçtır.
O Halde;
Devrimci sosyalist
hareket; kendi yolunda kendi ayakları üzerinde
yürürken, AKP ve Sarayın dayatmış olduğu seçimin
üzerinden atlamayacaktır. Bir yandan Halk devrimi
programımızı bir bayrak gibi yükseklerde taşıyacak,
halklara ulaştıracak, dönemsel görevlere sahip
çıkacak ve yeni adımlar atacaktır. Diğer yandan,
AKP ve Sarayın saldırılarını geriletmek, Türkiye
halklarının demokrasi mücadelesine, Kürt ulusunun
özgürlük kavgasına güç vermek, Türkiye ve Kürdistan
halkları arasında barış ve eşitliği sağlamak
için tüm burjuva partiler karşısında Halkların
Demokratik Partisi'ni destekleyecektir.
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEPHESİ |
Bir
Yiğit Özgürlük Savaşçısı Daha Ölümsüzleşti
Birleşik
Özgürlük Güçleri savaşçısı Aziz Güler (Rasih
Kurtuluş), 21 Eylül günü IŞİD çetelerine yönelik
düzenlenen operasyonda mayının patlaması sonucu
şehit düştü.
Mahir Arpaçay, Bedrettin
Akdeniz, Serkan Tosun, Sarya Bulutların devrimci
enternasyonalist bayrağını düşürmeyerek DAİŞ
çetelerinin kalelerine diken, Ortadoğu Devriminin
harcını kanıyla sulayan Aziz Güler yoldaş, Türkiye
ile Kürdistan halkları arasında yıkılmaz bir
köprü kurmuştur.
Çağının devrimci
görevini başarıyla tamamlayan Aziz Güler yoldaş,
Kobane'de yürütülen şehir savaşında tek bir
sokağı teslim etmemek için göğüs göğüse çarpışmış,
Serekaniye'yi özgürleştirme hareketinde yer
almıştır. Şehit Rubar Qamışlo hamlesinde en
ön safta savaşmıştır.
Başta yoldaşları,
ailesi, arkadaşları olmak üzere Türkiye ve Kürdistan
halklarımızın başı sağolsun. Anısını mücadelemizde
yaşayacağız.
Aziz
Güler Ölümsüzdür,
Devrim Şehitleri
Ölümsüzdür!
EMEK
VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ - BARİKAT DERGİSİ- GENÇLİK
CEPHESİ |
Birleşik
Özgürlük Güçleri Karargah Komutanı Aziz Güler
Şehit Düştü
Rojova Devrimini savunmak
için gönüllü olarak savaşa katılan, Birleşik
Özgürlük Güçleri Karargah Komutanı Aziz Güler
(Rasih Kurtuluş), 21 Eylül 2015 günü, IŞİD çetecilerinin
döşediği bir mayının patlaması sonucu şehit
düştü. Konuya ilişkin olarak Birleşik Özgürlük
Güçleri'nin yaptığı açıklama şöyle:
“İşçi sınıfına, emekçilere,
ezilenlere, halklarımıza…
“Birleşik
Özgürlük Güçleri Rojava Komutanı Rasih KURTULUŞ
mücadelemizde yaşayacak!
“Birleşik
Özgürlük Güçleri Rojava Karargâhı Komutanı Aziz
Güler (Rasih Kurtuluş) yoldaş 21 Eylül tarihinde,
Birleşik Özgürlük Güçleri tarafından DAİŞ çetelerine
yönelik düzenlenen operasyon sırasında çetelerin
yerleştirdiği mayının patlaması sonucunda şehit
düşmüştür. Başta ailesi olmak üzere, işçi sınıfının,
ezilenlerin, Türk ve Kürt halklarının başı sağ
olsun! Komutan Rasih Kurtuluş’un silahı silahımız,
mücadelesi mücadelemizdir.
“Komutan
Rasih yoldaşa söz veriyoruz, kanın yerde kalmayacak,
bayrağın yerde kalmayacak, silahın yerde kalmayacak!
Komutan Rasih yoldaş mücadeleye üniversite yıllarında
katılmış, başta öğrencisi olduğu Yıldız Teknik
Üniversitesi olmak üzere ve tüm gençlik hareketinin
önemli önderlerinden biri olmuştu. İşçi sınıfı
ve ezilenlerin kurtuluşu için mücadelede her
zaman en önde savaşmış, televizyon kanallarında
hedef gösterilecek kadar oligarşiye korku salmıştı.
“Halklarımız
Komutan Rasih’i IMF barikatlarından, Dolmabahçe
eylemlerinden, 1 Mayıs ve Tekel direnişlerinden
ve Gezi Ayaklanmasından tanır. O tüm bu direnişlerde
bir ÖZGÜRLÜK savaşçısı olarak en ön safta dövüştü.
Komutan Rasih yoldaş, DAİŞ çetelerine karşı
yürütülen savaşın öncüsü olarak, Kobane’de şehir
savaşında, Serekaniye’yi özgürleştirme hareketinde
ve Şehit Rubar Qamışlo hamlesinde her zaman
en önde savaştı. Şehit Bedreddin Akdeniz’den
ve Şehit Mahir Arpaçay’dan aldığı bayrağı tereddütsüz
bir şekilde taşıyarak bizlere devretti. Kobane
savaş cephelerinde, AKP-DAİŞ çetesinin ‘Kobane
düştü düşecek’ dediği günlerde, Komutan “Saatlerimizi
devrime ayarlamalı, ayakkabılarımızın bağcıklarını
sıkı bağlamalıyız” sözüyle, zafere ve devrime
olan inancın cisimleşmiş haliydi.
“Şimdi
zaman, Komutan Rasih yoldaşı, onun zafere ve
devrime olan inancını aynı bağlılık ve kararlılıkla
sokaklara çıkma ve şehidimizi sahiplenme zamanıdır.
“Şimdi
görevimiz binlerce Rasih olup, zulmün üstüne
yürümektir! Selam olsun şehitlerimize!
“Aziz
Yoldaş Ölümsüzdür!
“Yaşın
Devrim, Yaşasın Sosyalizm!”
|
Mahir
Arpaçay Yoldaşımızı Sonsuzluğa Uğurladık
2
Haziran'da Rojova'nın Cizire Kantonu, Nestel
Köyü'nde IŞİD ile girdiği çatışmada yaşamını
yitiren Birleşik Özgürlük Güçleri savaşçısı
Mahir Arpaçay Yoldaşımızın cenazesi 10 Haziran
Çarşamba günü düzenlenen
bir törenle toprağa verildi. Mahir Arpaçay Yoldaşımızın
cenazesi öğlene doğru Mardin'den hareket eden
uçakla İstanbul Atatürk Havaalanına geldi. Buradan
bir araç konvoyu eşliğinde alınan cenaze, namazın
kılınacağı Halkalı Zeynebiye Camiine getirildi.
Burada Caferi geleneklerine uygun olarak yapılan
cenaze namazının ardından önce imam sonra da
Şehidimizin babası Necefkulu Arpaçay bir konuşma
yaptı. Cephede Tamer Arda adını aldıktan sonra
onunla aynı ay içerisinde şehit düşmesine vurgu
yapan konuşmasında baba Necefkulu Arpaçay oğluyla
gurur duyduğunu bir kez daha belirtti ve şunları
söyledi: "Mahir, IŞİD'e karşı savaşırken
iki arkadaşını kurtarmak için kendisini ön cepheye
attı ve iki kurşunla yaşamını yitirdi. Azeri
halkı bizi kucakladığı ve yalnız bırakmadığı
için teşekkür ederiz. Azeri halkının geçmişi
matemle doludur. Tamer Arda benim önderimdi,
oğlum da onun adını aldı. Onu da Haziran ayında
kaybetmiştik"
Daha sonra dini sloganların
yanı sıra "Mahir Arpaçay Onurumuzdur",
"Mahir Arpaçay Ölümsüzdür", "Katil
IŞİD Hesap Verecek", "Yaşasın Halkların
Kardeşliği" ve mahalledeki cemaatin o an
geliştirdiği "Kahrolsun IŞİD, Kahrolsun
Amerika", "Suriye IŞİD'e mezar Olacak"
"Azeri Eğilmez, Mahirler Ölmez" sloganları
ile naaş, cenaze arabasına yerleştirildi ve
yola çıkıldı. Fatih Caddesine kadar kalabalık
bir kortejle yapılan yürüyüşte yine sloganlar
atılmaya devam etti. Burada "Mahir, Hüseyin,
Ulaş, Kurtuluşa Kadar Savaş" sloganı da
atıldı. Birçok ilçeden gelen otobüsler ve mahalleden
kalkan otobüslerle kalabalık bir kitle bu şekilde
Kayabaşı Mezarlığı'na doğru yola çıktı.
Mezarlığa yaklaşık
200 metre kala uygun bir alanda araçlardan inen kitle, burada bir yürüyüş korteji oluşturdu
ve buradan mezarlığa kadar sloganlarla yüründü.
Mezarlıkta Mahir Yoldaşımızın cenazesi toprağa
verilip dini tören tamamlandıktan sonra Mahir
Arpaçay için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı
ve sloganlar atıldı. Mahir Arpaçay'ın vasiyeti
üzerine önce "Bir Oğul Büyütmelisin"
şarkısı çalındı. Sloganlardan sonra Mahir Yoldaşımızın
Annesi Yüksel Arpaçay'ın isteği üzerine Grup
Yorum'un "Büyü" şarkısı çalındı. İlk
olarak HDP temsilcinin yaptığı konuşmada Mahir
Arpaçay'ın azeri kimliğine vurgu yapılarak,
ortadoğudaki halkları birbirine düşman etme
politikalarının boşa çıkarıldığına, Mahir Yoldaşın
bunun en somut ve en güzel örneği olduğuna vurgu
yapıldı.
Daha sonra söz alan
ve yaklaşık Mahir'den bir hafta önce şehit düşen Bedrettin
Akdeniz'in annesi ise bugünün bir yas günü olmadığına
vurgu yaptı. Ölülerin arkasından ağlanır, bizim
evlatlarımız ölmedi, yaşıyorlar sözlerinin öne
çıktığı konuşma kitleden büyük alkış aldı ve
ardından "Bedrettin Akdeniz Ölümsüzdür",
"Bedrettinden Mahire Sürüyor Mücadele"
sloganları atıldı.
Daha sonra Mahir
Yoldaşımızın eniştesi onun için "Sen Ölmedin
Yiğidim" şarkısını söyledi. "Cephe"
Marşımızın da söylendiği mezar başındaki konuşmalar
Emek ve Özgürlük Cephesi, SDP, Türkiye Gerçeği,
ESP, TÖP-G adına yapılan açıklamalarla devam
etti.
Cenazeye
Kaldıraç, BDSP, Alınteri, YAKAY-DER ve
yine Rojova'da şehit düşen Niyazi Ağrınaslı'nın
(Paramaz Kızılbaş) annesi Nuran Ağrınaslı ve
daha bir çok devrimci, Mahir'in seveni ve yakını
katıldı.
Cenazenin ardından
Mahir Yoldaşımızın ailesinin oturduğu Halkalı'daki
Kamışlı Yöre Derneğinde verilecek yemeğe katılmak
üzere yeniden yola çıkıldı. Aile, üç gün boyunca
bu dernekte taziyeleri kabul edecek.
Emek
ve Özgürlük Cephesinin Cenazede Okunan Metnini
ve Cenazenin Diğer Fotoğraflarını Görmek İçin
Burayı Tıklayın.
|
Mahir
Arpaçay Yoldaşımızın Babasının Kaleminden
Değerli Dostlar
Bugün bir genç fidanı
daha toprağa verdik. Birçok anne ve baba gibi
benim de canım yanıyor. Öte yandan çok gururluyum.
Mahir gibi devrimcienternasyonalist bir oğlum
oldu. Acım büyük ama gururluyum. Oğlum Mahir'in
vurulduğunu duyduğumda ailem, dostlarım, yoldaşlarım
yanımda oldular. Siz burada bulunan dostlar,
yoldaşlar yanımdasınız. Hepinize teşekkür ederim.
Sevgili yoldaşlar,
oğlumun adı Mahir idi; Adını Mahir Çayan'dan
almıştı. Oğlumun Mahir Çayan'ın çizgisinde bir
devrimci olmasını istemiştim. Ve öyle de oldu.
Adına yaraşır bir şekilde yaşadı ve Tamer Arda
cesaretiyle çarpışarak toprağa düştü.
Azeri halkının bir
evladı olarak Kürt halkıyla, Kürt Özgürlük savaşçılarıyla
Türkiye'li yoldaşları ile omuz omuza vererek
çağın yeni vebası olan, halkların baş belasına
dönüşen barbar DAİŞ çetelerine karşı savaşırken
şehit düştü.
Değerli dostlar,
DAİŞ denilen faşist
çete örgütü, uluslararası bir örgüt olup, sadece
Kürt halkına karşı savaşmıyor, Ortadoğu'da kendisine
biat etmeyen Kürt, Arap, Ezidi, Şii,Türkmen
vb farklı olan kimlik ve inançlara sahip tüm
halklara karşı son derece barbar yöntemlerle
savaşmaktadır. Hiçbir insani kural tanımamaktadır.
Kadın, çocukve yaşlı demeden boğazlamaktadır.
Genç kadınları cariye yapmakta, pazarlarda satmaktadır.
Bu anlamda Rojava
'da DAİŞ denilen faşist sürülerine karşı süren
direniş, son derece tarihsel öneme sahiptir.
Rojava ve özellikle Koba'nin kendisi Ortadoğu'nun
Stalingrat'ıdır. Stalingrat'ların yaratılması
büyük bedeller verilerek oluşmuştur. Bu güne
dek nice genç insanımız toprağa düştü, düşüyor.
Benim payıma da biricik oğlum Mahir oldu. Büyük
şairin dediği gibi "günler ağır, günler
ölüm haberleri ile geliyor". Acımız büyük,
yaramız derin. Ama özgürlük bahşedilmiyor, tırnaklarla
sökülüp alınıyor.
Bu coğrafya devrimcilerin
nice görkemli direnişine tanık olmuştur. Bunların
hiçbiri boşa gitmemiştir, gitmeyecektir.
Biricik oğlum Mahir'in
şahsında Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Deniz
Gezmiş, Mazlum Doğan ve tüm özgürlük savaşçılarının
anısı önünde saygıyla eğiliyor, selamlıyorum.
Siz dostlarıma, akrabalarıma,
yoldaşlarıma bu acılı günde beni yalnız bırakmadığınız
için, bana omuz verdiğiniz için teşekkür ederim.
Hepiniz sağolun,
varolun… |
Mahir
Arpaçay Yoldaşımız İçin Hack
Rojova'da
insanlık düşmanı IŞİD'e karşı savaşırken ölümsüzleşen
Mahir Arpaçay Yoldaşımız için Alevi Hackers
adlı bir grup tarafından T.C. İstanbul İl Dernekler
Müdürlüğü Resmi Web Sitesi'nin duyurular sayfası
(http://istanbuldernekler.gov.tr/duyurular.php)
hacklenerek Mahir Arpaçay Yoldaşımızın resmi
ve şu açıklama konuldu:
"MAHIR ARPACAY OLUMSUZDUR
GERICILERE KARSI SAVASIRKEN SEHID
DUSEN YOLDAS MAHIR ARPACAYI SELAMLIYORUZ
YASASIN DEVRIMCI DAYANISMA
YASASIN SIPER YOLDASLIGI
SELAM OLSUN HALK KURTULUS MUCADELESI VERENLERE
OKMEYDANINDAN KOBANEYE DUSENE DOVUSENE SELAM
OLSUN
SOSYALIST ALEVI HACKERS"
|
Mahir Arpaçay
Yoldaş'ımızın Annesinin Kaleminden...
Mahircan
Arpaçay Yoldaşımızın annesi, onun ardından duygularını
bir mektuba döktü. Caferi inancının motiflerinin
yoğun olarak yer aldığı bu mektubu yayınlamamız
için bize ulaştırdığında mektubun ardından Grup
Yorum'un iki şarkısının sözlerini de eklememizi
istedi. Mektubu olduğu gibi aktarıyoruz.
" Ben kendini zulüme,
işkenceye karşı feda eden adı güzel, kendi güzel
Mahircan'ın annesiyim.
Oğlum daha yirmi
üçüne tam girmedi, doğum gününü toprak kutlayacak.
O kendini 14 masuma,
çöllerde şehit düşen masumlarına layık gördü.
O kendini eli kına
görmeyen Kasım'a layık gördü. Kendini çöllerde
yiğitlerini bekleyen Zeyneb'e borçlu, Rugeyye'ye
borçlu bildi, onların tattığı, içtiği güzel
şerbeti içti.
Tüm dünya ve Türkiye;
benim yavrum da onlar gibi çölde şehit suyu
içti, çok gurur duyuyorum çünkü o kendini dünyaya,
özel olarak mazluma adadı. Her insana, her anaya
babaya, bacıya nasip olmazdı. Oğlumla, yiğidimle
gurur duyuyorum.
Kendi her ne kadar
özel ise arkadaşları benim yanımda özel ve değeri
biçilmezdir.
Şimdi şehidimi, o
dünyada Hz. Fatma gibi özel bir anaya, Yezidin
karşısında dik duran Hz. Zeyneb'e onun gibi
eli kına görmemiş Kasım'a emanet ediyorum. Benim
fidan boylum anasını incitmeyen oğlum Mahir'im
yiğidim aslanım...
Mahirimin arkadaşları
yandaşları, siz Mahirimin, benim misafirimsiniz
ve başımın üstünde yeriniz var. Mahir olmadanda
sizinle sofra kurar otururum, çünkü siz onun
emanetisiniz. Aslandı mertti, kaya gibi sertti
benim yavrum, ciğer parem, mazlumun ve ezilenin
yanında yan yana omuz omuza yer aldı. Gözbebeğimdi
benim herşeyimdi.
Uyuda büyü yavrum
benim. Kendi küçük yüreği büyük adam, büyük
yavrum, seninle gurur duyuyorum."
Mektubun
orjinal halini görmek için burayı tıklayın
Oğula Ağıt (Binbir Çileyle)
Binbir çileyle büyüttüm oğlumu
Yemedim yedirdim bu güne getirdim
Cesurdu mertti kaya gibi sertti
Bir gün geldi ki vay vay
Vurdular O'nu
Beni kınama ardımdan ağlama
Ne yaptımsa bilki halkım için derdi
Aslan gibiydi sözünün eriydi
Bir gün geldi ki vay vay
Vurdular O'nu
Yaşlı gözlerle beklerdim yolunu
Oğlum ya giderde dönmezse diye
Göz bebeğimdi benim her şeyimdi
Bir gün geldi ki vay vay
Vurdular O'nu
BÜYÜ
büyü de baban sana
büyü de büyü
acılar alacak yokluklar alacak
büyü de baban sana
büyü de baban sana
büyü de büyü
bitmez işsizlikler açlıklar alacak
büyü de baban sana
büyü de baban sana
büyü de büyü
baskılar işkenceler kelepçeler gözaltılar
zindanlar alacak
büyü de baban sana
büyü de büyü
büyüyüp de on yedine geldiğinde baban sana
idamlar alacak
|
Mahircan Arpaçay
Yoldaş Ölümsüzdür!
Birleşik
Özgürlük Güçleri Savaşçısı Mahir Arpaçay Yoldaş
Ölümsüzdür!
Mahir Arpaçay (Tamer
Arda) Yoldaşımızı 2 Haziran 2015 günü IŞİD’e
karşı vermiş olduğu mücadelede yitirdik. Rojova’nın
IŞİD’den temizlenmesi operasyonu çerçevesinde
Cizire Kantonu’nun Serekaniye Cephesinde, Nestel
Köyünde bir eve gizlenen IŞİD’lilerin açtığı
ateş sonucu aldığı iki mermi yarası ile yaşamını
yitiren Mahir Yoldaş, 5 Temmuz 1993’te İstanbul’da
dünyaya geldi. Hayata gözlerini açtığında babası
THKP/C MLSPB davasından cezaevindeydi. Ancak
9 yıl sonra birbirlerine kavuşabildiler.
Zincirlerinden başka
kaybedecek birşeyi olmayan bir ailedendi Mahir.
Sınıf bilinciyle genç yaşlarda tanıştı. İlk
olarak SDP saflarında örgütlü mücadele ile tanışan
Mahir Yoldaş, daha sonra Devrimci Sosyalist
Hareketimizin saflarında mücadelesini sürdürdü.
Birleşik Özgürlük Güçleri saflarında Kobane
Direnişine katıldı. Kobane Zaferinin ardından
Rojova’nın tamamının IŞİD mikrobundan temizlenmesi
için savaşımını sürdürdü. Bedrettin Akdeniz’in
ardından Birleşik Özgürlük Güçlerinin ikinci
şehidi olarak ölümsüzleşti.
Serpil Polat'tan
devraldığı enternansyonalizm bayrağını Devrimci
Sosyalist Hareketimize yakışır biçimde taşıyan
Mahir Yoldaş, bizlere mücadelesini miras bıraktı.
21 yıllık kısacık yaşamına yeryüzündeki tüm
insanlığa umut aşılayan Kobane Zaferini sığdırmayı
başardı.
Umudun, direnişin, kavganın
ve zaferin ancak savaşılarak üretilebileceğinin,
yaşanabileceğinin ve yaşatılabileceğinin somut
bir ifadesidir Mahir Yoldaş. Eline silah değmeden,
kan görmeden devrimcilik yapabileceğini zannedenlere
verilmiş ağır bir cevaptır onun hayatı. Paramaz
Kızılbaş'ın, Serkan Tosun'un, Coşkun İnce'nin,
Kader Ortakaya'nın, İvana Hoffmann'ın ve daha
bir çok enternasyonalist devrim şehidinin yanındaki,
onurlu, mütevazı yerini almasını bilmiştir.
Onu katledenler Mahir
Çayan'ı ve yoldaşlarını öldürdüklerinde de "bitti"
dediler, Tamer Arda'nın yaralı gövdesine şarjör
boşalttıklarında da "bitti" dediler,
19 Aralık 2000'de de "bitti" dediler…
Ama hep yanıldılar. Çoğlarak geldik dikildik
karşılarına. Yine dikileceğiz. Binlerce, milyonlarca
Mahir Arpaçay olup yürüyeceğiz düşmanın üzerine.
Her yerde ve her zaman. Hep bizimle olacak Mahirimizin
gülüşü.
MAHİRCAN ARPAÇAY
YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR!
YAŞASIN DEVRİMCİ
KURTULUŞ MÜCADELEMİZ!
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEPHESİ
Mahircan Arpaçay
ile ilgili Birleşik Özgürlük Güçleri'nin yaptığı
açıklama ise şöyle:
Devrim şehitleri
ölümsüzdür! An Serkeftin, An Serkeftin
Birleşik
Özgürlük Güçleri savaşçısı Mahir Arpaçay (Tamer
Arda) yoldaş dün (02.06.2015) saat öğlen 12.00
sularında YPG’nin Cizire Kantonu’nun Serekaniye
cephesinin başlatmış olduğu Şehit Rubar hamlesine
bağlı olarak Nestel Köyü’nün özgürleştirilmesi
operasyonunda DAİŞ çeteleriyle girilen çatışmada
vücuduna isabet eden iki mermi sonucu ölümsüzleşmiştir.
Başta
ailesi olmak üzere tüm yoldaşlarının, kurtuluşu
uğruna canını ortaya koyduğu işçi sınıfı ve
ezilen halkların başı sağolsun! Mahir yoldaşa
sözümüz olsun her geçen gün kavgayı dahada büyüterek
hesabını kat be kat fazlasıyla soracağız.
Daha
geçen hafta Bedrettin yoldaşımızı toprağa verdik.
Komutanımıza hesabını soracağımıza dair söz
verdik! Mahir yoldaş da verdiğimiz sözü tutmak
için, şehidimizin hesabını sormak için düşmanın
üstüne en önde gidenlerdendi. O da tıpkı komutanı
gibi Kobane cephelerinde kahramanca savaşmış
bir çok zorlu görevin altından başarıyla kalkmış
ve sonuç olarak yine pratiğine yakışır bir biçimde
kahramanca vuruşarak şehit düşmüştür.
Mahir
Arpaçay yoldaş genç yaşında enternasyonalist
komünist değerlere sahip çıkmış ezilen Kürt
halkının yanında olmayı görev bilmiş bu kararlılıkla
Kobane’ye geçerek BÖG saflarında savaşa dahil
olmuştur. Burada Tamer Arda adını almış daha
sonra da BÖG savaşçısı olarak şehit düşmüş mücadelemizin
yolunu aydınlatan bir meşale olmuştur.
O
Bedreddin’den devraldığımız bayrağı daha yukarılara
taşıyan yoldaşlarımızdan biri oldu. BÖG savaşçıları
olarak tekrar söz veriyoruz ki, faşist DAİŞ
çetelerine diz çöktürene kadar, başta Rojava,
Türkiye, Ortadoğu olmak üzere tüm dünya topraklarından
Kapitalist Emperyalist düzeni ve onun karşımıza
çıkardığı tüm unsurları kazıyıp parçalayana
kadar hesap sormadık, kurşun atmadık tek bir
gün bırakmayacağız.
Mahir
yoldaş Özgürlük Gücümüzün toprağa düşen ikinci
tohumu oldu. Onun cesaretine, cürretine, mütevaziliğine
ve samimiyetine layık olacağız. Mahir bizim
silahımızda, sloganlarımızda, bayrağımızda ve
intikam ateşiyle tutuşan yüreklerimizde yaşayacak.
Halklarımız
ve yoldaşlar; evladınızı bağrınıza basın, o
size layık bir kahraman olarak şehit düştü.
Şimdi ona layık bir karşılamanın ve görkemli
bir sahiplenmenin yükü sizin omuzlarınızdadır.
Yaşasın
Devrim ve Sosyalizm
Yaşasın Halkların Kardeşliği
Yaşasın Birleşik Özgürlük Güçleri
BİRLEŞİK ÖZGÜRLÜK GÜÇLERİ
|
7
Haziran Parlamento Seçimleri ve
Devrimci Tavrımız
Egemenlerin
Seçim Sevdası ve Önümüze Dayatılan Sandıklar
2011
seçimleri sonrasında yaptığımız değerlendirmede
seçimlerin kapitalist sistemdeki rolünü şöyle
tanımlamıştık;
"Seçimler
parlamentolu burjuva siyaset makinesini meşrulaştırmanın
ve yenilemenin en temel aracıdır. Geniş emekçi
yığınların kendi kendini yönetme yanılsaması,
bu yanılsamanın merkezi unsuru olan seçimlerin
yinelenmesiyle sağlamlaştırılır. Seçimler yoluyla
burjuva siyasetinin vitrini yenilenir, egemen
sınıfların değişik kesimleri arasında partiler
aracılığıyla yürütülen güç ve rantın paylaşım
mücadelesinde sağlanan toplumsal destek somutlaştırılır.
Bütün bu boyutlarıyla seçimler, kapitalist sistemin
toplumsal meşruiyetinin yeniden üretilmesinin
en temel araçlarından biridir.
Egemen
sınıflar açısından seçimler, geniş işçi ve emekçi
yığınların, halkın politikleşmeleri gereken
yegane andır. İşçi ve emekçiler, halk sadece
ve sadece seçim süreçlerinde egemen sınıfların
çıkarlarını koruyan partilerin gösterdiği doğrultuda
politikleşmelidirler ve oylarını bu partilerden
biri için kullandıktan sonra, politikayı bir
sonraki seçime değin unutmalıdırlar."
Son
dört yıldır, AKP bu yaklaşımın en uç örneklerinden
birini oluşturuyor. En gerici burjuva demokrasilerinde
bile olmayacak ölçüde, her türlü demokratik
arayışı, mücadeleyi gayrı meşru sayıyor ve hak
aramanın tek yolu olarak seçim sandığını gösteriyor.
Seçimleri kazananın dışında hiç kimsenin söz
hakkı, mücadele etme, hak arama hakkı olmadığını
iddia ediyor. Kapitalist sistemde seçim sandığının,
en gerici faşist uygulamaların meşrulaştırılmasının
aracına nasıl dönüştürülebileceğinin en ileri
örneğini oluşturuyor.
Ve
2015 7 Haziran'ında yeniden seçim sandıklarına
çağrılıyoruz.
Seçime
Giderken...
7
Haziran parlamento seçimlerini sınıflar mücadelesi
açısından nasıl okumak gerekiyor?
2011
genel seçimlerinin ardından yaptığımız değerlendirmelerde,
AKP'nin "zafer" kazandığını, ancak
bu "zafer"in aynı zamanda onun sınırı
olduğunu ifade etmiştik. Sınır çizgisi, hem
toplumsal muhalefetin direnişi, hem de kendi
iç cephesinde yaşayacağı rant ve bölüşüm sorunlarının
bir sonucu olarak gelişecek iç çatışmalar olarak
ifade edilmişti. Ve AKP'nin iktidarını sağlamlaştırmak
için ne yapacaksa var gücüyle bu süreçte yapmaya
çalışacağını, bu nedenle sert ve çatışmalı bir
sürecin önümüzde durduğunu ifade etmiştik.
Neden
"AKP Sınırlarına Vardı" Demiştik?
Herşeyden
önce, AKP, Türkiye'deki toplumsal sınıf ve kesimlerin
burjuva siyasal arena bağlamındaki geleneksel
siyasal tercihlerini altüst eden bir durum yaratamamıştır.
Geleneksel olarak % 60-70 civarındaki sağ, %
30-40 civarındaki sol oy potansiyelinin varlığı
değişmemişti. Alevilerin, Kürtlerin, işçi sınıfının
ileri kesimlerinin ve değişik toplumsal tabakaların
kemikleşmiş sol oy potansiyelinin değişmesi
de mümkün değildi. Öte yandan, AKP'nin % 60-70
civarındaki sağ oy potansiyelinin tümünü kapsaması,
% 10-15 civarındaki MHP gibi açık faşist milliyetçi
kemik oyun varlığı, % 5-10 gibi SP vb. diğer
dinci partilere ve sağ partilere giden kemik
oyların varlığı nedeniyle mümkün değildi. %
50'lik oy bile aslında kısmen bu kesimlerden
kaymış ve her an geri gidebilecek önemli bir
oyu kapsıyordu. Bu nedenle, AKP'nin mevcut parlamenter
sistem içinde bu oy oranının çok fazla üstüne
çıkması mümkün değildi. Bu anlamda, geldiği
nokta sınırdı.
Öte
yandan, AKP'nin kendisine destek veren tekeller
lehine alacağı her tutum, ki bunu sonuna kadar
yapacaktı, oligarşinin geleneksel kanatlarının
muhalefetini doğal olarak şiddetlendirecekti.
Bunun anlamı, hem iç de, hem de uluslararası
alanda AKP'ye dönük ciddi çatışma ve direnç
alanlarının oluşması demekti. AKP'nin yapacağı
her hatanın, oligarşi içi çatışmada rakip güçler
için açık veya örtük olarak AKP'nin yıpratılması
ve geriletilmesi için şiddetli mücadelelerin
konusu olması kaçınılmazdı.
AKP'nin,
emperyalistler tarafından ılımlı islam/BOP projesi
temelinde bölgesel olarak kendisine biçilen
"öncü" rolü, bir bölgesel hegamonya
projesine dönüştürme isteği açıktı. AKP, 2010
sonunda başlayan Arap baharının kendisine bunun
için muazzam bir fırsat yarattığını düşünmekteydi.
Bu tutumun emperyalist güçlerin hegamonya alanlarına
girmeyi, onlardan rol çalma, mevzi kapma demek
olduğu açıktı. Ve bu, kaçınılmaz olarak emperyalist
güçlerle şu veya bu düzeyde ve sertlikte karşı
karşıya gelişleri, çatışmayı kaçınılmaz olarak
beraberinde getirecekti.
AKP,
yukarıdaki olgularla da bağlantılı, fakat esas
olarak kendi iç dinamiklerinden kaynaklı olarak
da şiddetli çatışmalara gebeydi. Kendi içinde
Milli Görüşçülerden, Fetullahçılara ve değişik
cemaatlere kadar uzanan bir tür koalisyonu ifade
eden AKP'nin kazandığı seçim zaferiyle birlikte
büyük bir ekonomik ve siyasi güç mücadelesine
sahne olması da kaçınılmazdı. Özellikle en büyük
cemaat olarak öne çıkan Fetullahçıların devlet
bürokrasisi içindeki gücüyle ortaya çıkan fırsatı
kaçırmayacağı, siyasal ve ekonomik ranttan daha
büyük pay isteyeceği açıktı. Yani AKP içi bir
savaş/yarılma kapıda durmaktaydı.
Yukarıda
sayılan faktörlerin tümü kadar, hatta bunların
toplamından da önemli asıl faktör; AKP'nin girişeceği
arsız saldırgan politikaların kaçınılmaz sonucu
olarak başta işçiler, emekçiler, Kürtler, Aleviler,
laikler ve tüm ezilenler olmak üzere bütün muhalif
kesimlerde şiddetli bir direniş potansiyelinin
birikecek olmasıydı. Türkiye ve Kuzey Kürdistan
taşıdıkları büyük çelişki dinamikleri nedeniyle,
Latin Amerika'dan Avrupa'ya oradan Arap baharına
uzanan büyük kitlesel mücadeleler dalgasının
dışında kalamazdı. Direniş AKP'nin sorunsuz
ilerleme dinamiğini kıracağı gibi, çevre/çeper
kitlesinden başlayarak kopuşları da tetikleyeceği
açıktı.
Başlıcaları
bunlar olan nedenlerden ötürü, AKP 2011'de kazandığı
"zafer"le aslında siyasal ilerleyişinin
sınırlarına varmıştı. Ve kendisi de bunun farkındaydı.
AKP;
Hükümet mi, Devlet mi Olmak?
Bu
noktada, ya mevcut statükoyu korumaya çalışacak
ve kendine özgü biçimde daha önceki düzen partilerinin
kaderini paylaşacaktı, ya da çok büyük ve iddialı
biçimde hükümet olmaktan devlet olma hedefine,
yani tüm devleti kendi politikaları temelinde
dönüştürerek on yıllara yayılan bir iktidar
kurma hedefine yönelecekti. AKP, ülke ve dünya
konjonktürünü ve % 50'lilik sınırlarına varmış
oy oranını korumanın yolunu ikinci seçenekte
gördü. Yukarıda saydığımız çelişki alanlarındaki
çatışmalarda başarıyla çıkmanın yolunu, salt
hükümet olmakta değil, devlet olmakta gördü.
Tüm devlet aygıtını ve toplumsal ilişkileri,
yaşamı kendi planlarına uygun olarak dönüştürmesi,
ideolojik, politik, kültürel, kurumsal, hukuki
ve kadrosal olarak yeniden yapılandırması gerekiyordu.
Seçimler vb. yoluyla daha ileriye gidemeyecek
olan, sınırlarına varmış olan "siyasal
zaferi", ancak bu yolla istikrarlı hale
getirebilir, uzun vadeli kılabilirdi. Hükümet
olmaktan, devlet olmaya geçiş planında, varını
yoğunu ortaya koymak onun için tek yoldu. Ve
bunun için ne yapacaksa, bu dönemde yapmak zorundaydı.
Son
dört yıllık süreç tam da bunun mücadelesi ile
geçti.
Devlet
Olma Yolunda AKP...
2002-2011
arası dönemde bir yandan emperyalizme tam bir
sadakatle uyguladığı neoliberal politikalar,
bir yandan demokrasi söylemleriyle iktidarını
sağlamlaştıran AKP, 2011 seçimleri sonrasında
ise görünürde ılımlı islam, gerçekte ise onu
tümden aşan yeni bir saldıgan politikayla devleti
tümüyle dönüştürmek için harekete geçti. Artık
hükümet olmak değil, devlet olmak için, devletin
bütün kurumlarını, kendi politik çizgisine göre
yeniden kurumlaştırma planları üzerinden hareket
etmekteydi.
Yeni
devlet düzeninin, ideolojik olarak Sunni İslam'ın
emperyalistlerin belirlediği "Ilımlı İslam"
anlayışını temel alması, açık bir hedef olarak
konuldu. Siyaset, kamu yaşamı, kültür vb.bütün
alanlarda buna dönük çok yönlü bir saldırı başlatıldı.
"Dindar bir nesil yetiştirme" hedefinden,
kürtajın yasaklanmasına, insanların giyim kuşamından,
kadın-erkek ilişkilerine, yediklerinden içtiklerine,
sosyal dayanışma ve devletin sosyal görevlerine,
"Alevi açılımı" vb. yalana dayalı
söylemlerle iç içe geçmiş tarzda tüm diğer inançların,
ulusal aidiyetlerin "afedersiniz"le
başlayan söylemlerle aşağılanıp, baskı altına
alınmasına ve islamlaştırılmak istenmesine,
4+4+4'lü imam hatipleri esas alan eğitim sistemine,
vb. değin her alanda sosyal yaşamı, kültürü,
eğitimi, siyaseti dinselleştirmeye dönük yoğun
saldırılar aralıksız olarak sürdürüldü. Öyle
ki, pragmatist din tüccarı AKP'nin, ABD emperyalizminin
imalatı olan "Ilımlı İslam" anlayışını
her alanda aşacağı, katı şeriatçılıkla, pragmatist
din tüccarlığının ve faşist Türk milliyetçiliğinin
omurgasız, şekilsiz bir birliğini ifade eden,
saldırgan bir politikanın uygulanacağı da ortaya
çıktı.
Yeni
dinci devlet düzeniğinin bir diğer adımı, devlet
kurumlarını ve tüm kadrolarını AKP'nin çizgisine
uygun olarak yapılandırmaktı. Eğitim, yargı,
iç güvenlik vb. her alandaki kritik yasalar
değiştirilerek, dinci kurumlaşma en az 10 yıllık
süreç açısından garanti altına alındı. AKP'li
olmayan tüm devlet yöneticileri, kritik kurumlar
(Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Milli Eğitim,
Polis, MİT vb.) başta olmak üzere önemli ölçüde
tasfiye edildi. Ordu'da ABD emperyalizminin
açık desteğiyle, çürümüş ve sürece cevap olamayan
kesimler, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla tasfiye
edildi. Böylece, Ordu'da önceden belli olan
üst rütbelere yükselme zinciri kırıldı. Mevcut
politikalara uyum sağlayacak yeni bir kadro
Ordu`nun yönetimine getirildi.
Türkiye
oligarşisinin belkemiğini oluşturan, eski dönemin
geleneksel çizgisindeki ve esas olarak TÜSİAD'da
örgütlü tekelleriyle, çatışmalı süreçler içinde
kısmi uzlaşmalar sağlandı. Milyar dolarlık cezaların
kesildiği vergi denetimleri, verilmiş devlet
ihalelerinin iptal edilmesi veya iptal tehdidi,
ihale verilmemesi, kamuoyu önünde açıkça hedef
alarak tehdit etme vb. yollarla kısmen sindirilen
bu kesimler (Doğan Holding, Koç Holding, vb.)
geri adım atıp, şu veya bu düzeyde uzlaşmak
zorunda kaldılar. Hiç kuşkusuz, bu durum çatışmanın
bitmesi anlamına gelmiyordu. Sadece kısmen küllendirilmesi,
kısmen de örtük hale getirilmesi ve daha geri
bir düzeyden sürdürülmesi anlamına geliyordu.
Öte yandan, AKP'nin ana destekçileri olan "islamcı"
tandaslı tekellerin, orta ve büyük burjuvazinin
önü ise sonuna değin açıldı.
2008'de
başlayan dünya kapitalist sisteminin büyük krizinin
ilk döneminde yaşanan düşüşünün ardından, özellikle
ABD merkez bankasının piyasaya sürdüğü büyük
miktardaki paranın bir bölümünün, yüksek faizle
borçlanan Türkiye gibi orta düzeydeki yeni sömürgelere
akışı, "Ilımlı İslam" projesinin finansörlüğünü
üstlenmiş Suudi ve Körfez sermayesinin desteğiyle
kısmi bir toparlanma yaşayan ve aynı zamanda
dış sermaye akışına bağımlılık düzeyi olağanüstü
artan Türkiye kapitalizminin bütün imkanları,
"yandaş" sermayeye akıtıldı. Ülkenin
imkanları kelimenin gerçek anlamıyla yağmalandı.
Elbette AKP yöneticileri de bu yağmadan aslan
payını almayı unutmadı. Tayyip Erdoğan'ın adının,
bu dönemde dünyanın en zenginleri arasında sayılması
tesadüf değildir. TC tarihinin hiç bir döneminde
görülmeyen ölçüde rüşvet, kayırma, yolsuzluk
ve keyfilik bu dönemde yaşanır.
AKP'nin
2011 seçimlerinde elde ettiği "sınırlarına
varmış zaferi", Ortadoğu'daki büyük halk
mücadeleleriyle çakıştı. Ortadoğu'nun Arap halklarının
demokrasi, özgürlük ve insanca yaşam talepleriyle
başlayan isyanları ne yazık ki, devrimci ve/veya
güçlü demokratik bir önderlikten yoksundu ve
isyan süreçleri içinde de bu önderlik yaratılmadı.
Daha da kötüsü özellikle isyanın başladığı Tunus
ve Arap dünyasının kalbi Mısır'da, AKP ile aynı
eksende olan islamcı örgütlerin (Müslüman Kardeşler
vb.) isyana katılmamalarına rağmen, en örgütlü
güç olmaları nedeniyle isyanlar sonrasında yapılan
seçimlerde en yüksek oyu alarak hükümeti oluşturdular.
Güçlü devrimci ve demokratik önderlikler ortaya
çıkması ve bölgede, dünya emperyalist-kapitalist
sisteminden kopuşun başlamasından korkan, başta
ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalist ülkeler
de başlangıçta bu gelişmeyi şartlı olarak desteklediler.
Bu
tablo, AKP tarafından her alanda bir sıçrama
tahtası olarak görüldü. ABD'nin BOP/Ilımlı İslam
projesinin pilot uygulaması olarak gelişen AKP,
başta Mısır ve Tunus olmak üzere, Müslüman Kardeşler
üzerinden kendine bir tür "öncü" inisiyatif
alanı açmak için harekete geçti. Bu örgütlerin
ve kurdukları hükümetlerin dünya emperyalist-kapitalist
sistemine hızla entegre edilmelerini hızlandıracağı
düşüncesiyle, ABD emperyalizmi başlangıçta bu
"öncü" inisiyatife göz yumdu. Fakat
AKP, tam da bu noktada ortaya çıkan fırsatı,
Yeni Osmanlıcılık olarak tanımladığı, Osmanlı
İmparatorluğu`nun Ortadoğu'daki (ve tabii ki
Balkanlar ve Kafkaslar`daki) eski işgal bölgelerinde
başat güç olma, başat hegemonyacı olma iddiasını
içeren bölgesel bir emperyal hegemonyacılık
politikasının zemini haline getirmek istedi.
Böylece, Ortadoğu`nun yeni fatihi, tüm İslam
dünyasının öncüsü ve elbette bölgenin yağmalanmasında
en büyük pay sahiplerinden biri olacak, siyaseten
ve iktisadi olarak sistem hiyerarşisinde birkaç
basamak birden ileriye fırlayacaktı.
Derhal,
Mısır'da ve Tunus'ta kurulan Müslüman Kardeşler
hükümetlerine ağabeyliğe soyundu. Bunlarla birlikte,
kendisinin hegamon olduğu yeni bir bölgesel
güç ekseni oluşturmaya girişti. Suriye'deki
demokratik taleplerle halk isyanı başladığında,
yine Müslüman Kardeşler yoluyla buradaki süreci
yönlendirmeye çalıştı. İsyanın, Suriye`nin Arap
bölgelerinde gerici-faşist bir silahlı harekete
dönüşmesinde bu müdahaleler ciddi bir rol oynadı.
Ve AKP, bu silahlı gerici-faşist çeteleri tereddütsüz
olarak destekledi. Yeni-Osmanlıcılık, Sunni
Arap dünyasında bölgesel hegamonya oluşturma
biçiminde artık pratikleşmişti. Bütün bunlar
artık ABD emperyalizminin "Ilımlı İslam"
projesinin fersah fersah ötesine geçmişti. Pragmatist
din tüccarlığı ile katı sunni şeriatçılık, hem
de silahlı ve en saldırgan biçimleriyle iç içe
yeni bir siyaset oluşturuyordu.
Sonuç
olarak; AKP, hükümet olmaktan devlet olma hedefine
yönelmekle birlikte, adım adım "Ilımlı
İslam"dan, dışarıda Yeni-Osmanlıcılık,
içeride Yeni-Türkiye söylemleriyle pragmatist
bir din tüccarlığı ile katı sunni şeriatçılığın
iç içe geçtiği, üstüne Türk milliyetçiliğinin
eklendiği saldıgan bir strateji temelinde tüm
siyasal, kültürel ve toplumsal yaşamı ve devleti
biçimlendirmeyi hedefledi.
"Zafer"den
Düşüşe AKP...
AKP,
2011 seçimleri sonrasında 2013'e değin bu politikalardan
oluşan stratejiyi uygularken, tüm sömürücü sınıflar
ve onların iktidar sahibi siyasal temsilcilerinin
sıkça düştüğü bir hataya; kendisine karşı işleyen
dinamikleri görmeme ya da kibirle hafifseme
hatasına düştü.
Türkiye
ve Kürdistan'da bir işçi sınıfı vardı, emekçiler,
yoksullar ve ezilenler vardı. Kürt ulusu başta
olmak üzere ezilen ulusal topluluklar vardı.
Aleviler başta olmak üzere ezilen inançlar vardı.
Yaşam biçimlerini korumak isteyen laikler vardı.
Her gün adeta kıyımdan geçirilen kadınlar vardı.
Boyun eğdirilmiş "dindar gençlik"
olmak istemeyen, gelecek kaygısı taşıyan, özgürlük
isteyen gençlik vardı. Ve bunların şu ya da
bu düzeyde eylemlerle ifadesini bulan insanca
yaşam, demokrasi, özgürlük ve eşitlik talepleri
vardı. Ezilen, adeta yok sayılan, her fırsatta
baskıya uğrayan ve aşağılanan bu kesimlerde,
uygulanan politikalara karşı giderek büyük bir
öfke ve mücadele isteği birikiyordu.
Sadece
bu da değil, AKP hedefleri büyüttükçe, yağmanın,
hırsızlığın, rantın, gücün alanı ve çapı büyüdükçe,
AKP çatısı altında toplanmış değişik burjuva
fraksiyonların bu yağmadan, ranttan ve güçten
aldıkları payı büyütme mücadelesi de alttan
altta büyüyordu. Bu güç ve rant mücadelesinin
en görünür olanı, Fetullahçılar ile AKP`nin
belkemiğini oluşturan Milli Görüş geleneğinden
gelenler arasındaydı. Ancak daha örtük olarak
Milli Görüş geleneğinden gelenler arasında da
için için devam eden bir mücadele söz konusuydu.
Ve süreç ilerledikçe çatışma noktaları hem büyümekte,
hem de belirginleşmekteydi.
Öte
yandan, emperyalist-kapitalist sistemin efendisi
ABD emperyalizmi, AKP'nin dış politikadaki "Yeni
Osmanlıcılık" ve içdeki "Yeni Türkiye"
heveslerini ve uygulamalarını, kendi hegemonya
alanını daraltma, karşı bir hegamonya oluşturma,
deyim yerindeyse "besle kargayı oysun gözünü"
riskini içeren bir politika olarak algıladı.
Bu politika aynı zamanda, ABD karşıtlı politikalara
sahip ya da buna eğilimli silahlı şeriatçı örgütler
içinde uygun bir ortam yaratmaktaydı.
Bu
üç çelişki/çatışma dinamiği/zemini 2013'de AKP'nin
devlet olma stratejisine karşı açıkça meydan
okuyarak harekete geçti.
2013
büyük Haziran Direnişi, Türkiye'nin tüm kentlerinde
milyonların isyanı olarak, AKP'nin düşüş sürecinin
startını verdi. Bir ayı aşkın bir süre devam
eden ve büyük kentlerin meydanlarının halk tarafından
ele geçirildiği, başta işçi ve emekçiler olmak
üzere tüm sınıf ve tabakalardan ezilenlerin
özgürlük ve insanca yaşama sloganlarıyla ayağa
kalktığı ve AKP'ye meydan okuduğu halk direnişi
böylece Türkiye ve Kürdistan'da yeni bir devrimci,
demokratik mücadele döneminin de başlangıcı
oldu. Şehitler ve binlerce yaralı pahasına sürdürülen,
Türkiye ve Kürdistan'ı mücadele arenasına dönüştüren
Haziran Direnişi, AKP'nin baskı ve terör yoluyla
sindirme politikalarının da sınırlarına vardığını
gösterdi. Sokaktaki milyonlar karşısında daha
da saldırganlaşan AKP rejimi, artık muhalefeti,
demokrasiyi vb. şeyleri meclise ve seçim sandığına
hapsetme girişimlerinin anlamsızlaştığını gördü
ve polis terörünü en azgın biçimleriyle kullandı.
Ancak amiyane deyişle, artık "cin şişeden
çıktı". Sokaktaki eylemleriyle direnen
milyonlar, tüm topluma ve dünyaya AKP rejiminin
meşru dayanaklarının artık iyice zayıfladığını
gösterdi. Haziran Direnişi`nin ardından kitle
hareketi kısmen geri çekilmiş olsa da, direnişin
yarattığı meşruiyet bilinci, AKP'nin yenilebileceği
fikri, mücadeleyi kıran kırana sürdürme gereğine
olan inanç diri kaldı. Her önemli sorunda devletin
güçleriyle her düzeyde karşı karşıya gelişte
kitleler Haziran Direnişi`nin anısı ve birikimiyle,
meşruluk inancıyla hareket etmeyi sürdürdü.
Yeni Haziran'lar kitlelerin umudu ve hedefi
olurken, AKP'nin de yaptığı her hesapta korkulu
rüyası haline geldi. Artık "ne yapsam kuzu
kuzu kabul etmek zorundalar" dönemi bitti.
Büyük
Haziran Direnişi ile ağır bir yara alan AKP`nin
iç çatışmalarıda hızla derinleşti. AKP yönetiminin
zayıfladığını gören ve iktidardaki payının artması
için bütün gücünü ortaya koyan ve bunun için
herşeyi yapmaya hazır olduğunu gösteren Fetullahçılar,
Aralık ayında büyük bir operasyon gerçekleştirdi.
Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, AKP yönetiminin
yolsuzluklarını açık kanıtlarıyla internet üzerinden
açıkladı. AKP, böylece kendi içinde de ciddi
bir yol ayrımına geldi. Ağır bir darbe aldı.
Fetullahçılarla tüm ipler koptu ve "paralel
yapıya karşı mücadele" adı altında büyük
bir savaş başladı. Böylece AKP'nin iç dinamiklerinin
çözülmesi sürecinin de ilk adımı atılmış oldu.
Kürt
ulusal demokratik hareketinin 2012'den itibaren
gerçekleştirdiği atakları; gerillanın Kuzey
Kürdistan'da alan tutması, bir tür kurtarılmış
bölgeler yaratması düzeyine ulaşması, AKP`nin
Kürt politikasının da iflası anlamına geliyordu.
Dahası Suriye politikasının iflasına paralel
olarak Rojava'da demokratik özgür bir alanın
açılması, PKK'nin bu alanda da büyük bir sıçrama
yaratması anlamına geliyordu. Kürt sorunu cephesinde
tam bir sıkışma yaşayan AKP, bu sorunu en azından
dönemsel olarak uykuya yatırmak ve kendini toparlamak
için "barış süreci"ni geliştirdi.
Bu aynı zamanda, Kürt özgürlük hareketinin farklı
ayakları (İmralı, Kandil, Avrupa, legal siyaset,
vb.) arasında çelişkiler, parçalanmalar yaratmak
için de bir fırsatlar yaratabilirdi. PKK lideri
Öcalan'ın 2013 Newroz'unda yaptığı barış açıklaması
ve geri çekilme Kürt özgürlük hareketi açısından
ise ikili bir anlama sahipti. Birincisi, Kürt
sorununun demokratik çözümü için bir şans daha
tanımaktı. Hiç kuşkusuz bu noktada büyük beklentiler
yoktu, halen de yok. Ancak şiddetlenen çatışmalar
ve AKP'nin PKK'yi yok etme planlarının tümüyle
boşa çıkması ve sıkışma, zayıfta olsa barış
için bir şans yaratabilirdi. İkincisi ve daha
da önemlisi, Rojava'nın kurtarılması ve orada
demokratik halkçı bir yönetim zemininin oluşması
söz konusuydu. Ve Kürt özgürlük hareketinin
bu kazanımı koruyabilmesi ve geliştirebilmesi
için hem siyasi ve diplomatik, hem de askeri
açıdan bir soluklanmaya ve manevra alanına ihtiyacı
bulunuyordu. İran'la yapılan ateşkesten sonra,
TC ile girilen "barış süreci" bu fırsatı
verebilirdi. Güçlerin Rojava'ya aktarılması,
bu alana odaklanma açısından bu süreç önemli
bir rol oynayacaktı. 2013 Newroz'undan bu yana
süren "barış süreci" de iki yıl içinde
kendi sınırlarına geldi dayandı. Özellikle Kobane
direnişi, AKP'nin ve bir bütün olarak TC oligarşisinin
esas olarak barış derdi olmadığını, her fırsatta
Kürt özgürlük hareketini boğmaya çalıştığını
gösterdi. Rojava direndi ve TC'nin kimi zaman
açıktan kendi güçleriyle, kimi zaman KDP eliyle
ve esas olarak ta Suriye'deki dinci faşist IŞİD
ve El Nusra gibi güçler aracılığıyla yaptığı
yok etme girişimlerini boşa çıkardı. Dahası
6-8 Ekim'de Kobaneyle dayanışma amacıyla gelişen
halk isyanı, AKP'nin ve Türkiye oligarşisinin
bütün planlarını bozdu. Kürt özgürlük hareketi
bu süreçte büyük Haziran Direnişi ile buluşamamanın
yarattığı eksikliği önemli ölçüde giderdi. HDP
güçlendi. "Barış süreci" ile Kürt
özgürlük hareketini pasifize etmeyi uman AKP
ve Türkiye oligarşisi, tam tersine bu süreçte
Kürt özgürlük hareketinin hem Kürdistan'da,
hem de Türkiye'de meşruiyetinin büyümesi ile
yüz yüze kaldı.
AKP,
uluslararası arenada da kendisine biçilen rolün
dışına çıktığı, bunu zorladığı ölçüde, emperyalistlerin
ona verdiği krediler azaldı ve artık tükendi.
Ortadoğu politikasında bölgesel başat güç olma,
hatta emperyalistlerin hegamonya alanlarına
sızma, "Yeni Osmanlıcılık" vb. politikaları
hem Mısır ve Tunus'ta, hem de Suriye'de tek
kelimeyle duvara tosladı. Halkların direnişi
AKP'yi Ortadoğu'da politik olarak El Nusra,
IŞİD gibi vahşi faşist örgütlere muhtaç hale
getirdi ve son olarak da, Yemen`i işgal etme
çabalarında görüldüğü üzere, Suudi Arabistan'ın
kucağına düşürdü. ABD ve AB emperyalistleri
açısından artık güvenilmez ve zamanını doldurmuş
bir müttefike dönüştü. Emperyalist tekeller
AKP ile işlerinin bittiğini kimi zaman açık,
kimi zaman örtük olarak kendilerinin sözcüsü
konumundaki, The Economist vb. yayınlar üzerinden
ifade ediyorlar.
Bütün
bu gelişmelere bağlı olarak, Türkiye ekonomisinin
de çivileri çıkıyor. Yeni ve şiddetli bir ekonomik
krizin kapıda olduğu, bütün kriz dinamiklerinin
giderek daha hızlı işlemeye başladığı artık
genel bir kabul görüyor. Ekonomideki büyüme
düşüyor. Kilit yağma sektörü olan inşaat alanında
küçülme devam ediyor. Döviz fiyatları yükseliyor.
Döviz rezervleri azalıyor. Faizler düşmüyor.
Dış borçlarda alarm zilleri çalıyor. Türkiye'nin
kredi notlama kuruluşlarındaki pozisyonu 2011'e
göre ciddi bir gerileme yaşıyor. Bu durum, oligarşinin
AKP'ye destek veren kesimlerinde ciddi sarsıntılara
yol açıyor. Anadolu`daki kimi büyük sermaye
kesimleri yeni arayışlar içinde. İşsizlik oranları
artıyor ve işçi sınıfı ve emekçiler arasındaki
hoşnutsuzluk büyüyor.
AKP'nin
2011 seçimlerinden sonraki şaşalı görüntüsü
artık hayal oldu. İktidarda olmasına rağmen,
iktidarı artık kırık döküktür. Ve tablo öyle
bir hale gelmiştir ki; iktidarı kaybetmek, onlar
için her şeyi kaybetmek anlamına geliyor. Yaptıkları
yolsuzluk ve hukuksuzluklar, TC gibi bir devlet
için bile normalin çok ötesindedir. Bu nedenle,
iktidarı kaybetmek aslında onlar için hapishane
ile eş anlamlıdır. Ne pahasına olursa olsun,
koltuğu korumaları gerekiyor. Bunun için bir
iç savaş da dahil herşeyi yapmaya hazırlar.
Son bir yıldır yaptıkları kimi manevralarla
bu durumu toparlamaya ve şiddetli bir mücadeleye
hazırlanmaya çalışmaktadırlar.
Fetullahçılarla
girdikleri savaşın yarattığı boşluğu, eski düşmanları
Ergenekoncularla doldurmaya çalışmaktadır. Birkaç
yıl önce müebbet hapis cezaları isteyerek yargıladığı
ve cezalar yağdırdığı darbecilere muhtaç hale
gelmiştir. Doğu Perçinek gibi bir siyaset maymununu
bile yanına alma ihtiyacı duymuştur.
Yeni
güvenlik paketi ile bir iç savaş olasılığına
hazırlanıyor. Yeni güvenlik paketi,Ordu ve Ergenekoncularla
yaptığı uzlaşma ile birlikte anlam kazanıyor.
Bu, halka karşı savaş hazırlığıdır. Savaş hazırlığı,
AKP'nin devlet olma stratejisini artık seçimler
yoluyla uygulama şansının olmadığını görmesiyle
doğrudan bağlantılıdır.
Hızla
yaklaşmakta olan ve bir yanıyla AKP'den artık
kurtulmak gerektiğine inanan emperyalist güçler
tarafında da hazırlanan ekonomik kriz karşısında,
AKP ve Tayyip adeta panik yaşıyor. Tayyip ile
Merkez Bankası arasındaki çatışma, bu paniğin
en görünen yüzü oldu. AKP, sürekli bir sıcak
dış para girişine ihtiyaç duyan bağımlı ekonomiyi,
düşe kalka da olsa ayakta tutmak için Ortadoğu'unun
petrol ekonomilerine daha çok avuç açıyor. Son
bir ayda Türkiye ekonomisine giren, kaynağı
belirsiz (!) 4 milyar doların esas olarak bu
ekonomilerden geldiği biliniyor. Bu tür pansuman
tedavilerinin çare olamayacağı açık olsa da,
bu alanda AKP için başkaca bir kaynak bulunmuyor.
Dış
siyasette de, "Yeni Osmanlı" hayali
zorunlu olarak geriye çekiliyor. Suudi Arabistan
ve Körfez emirliklerinin mali desteğine muhtaç
olan AKP, Yemen krizi ile birlikte oluşan Suudi
Arabistan, Katar ve Mısır eksenli Sunni bloğa
kıyısından dahil olmuş durumda. Ortadoğu'ya
öncülük iddiaları Suudi Arabistan'ın dolarlarına
takılı kalmış durumda. Hiç kuşkusuz buradan
özellikle Rojava ve Suriye'ye dönük bir saldırı
planı çıkartılmaya çalışılacağı, böylece yeniden
sahnenin önünde yer almaya çalışılacağı açıktır.
Ancak bu toparlamalar artık Sunnilerin öncülüğü,
vb. iddiaların çok uzağındadır.
Ve
AKP asıl hamleyi, başkanlık sistemi ve bunu
meşrulaştıracak yeni anayasa ile yapmayı hedefliyor.
Tek kurtuluş yolu olarak, Tayyip'in öne çıkacağı
ve kazanmasını umdukları bir başkanlık seçimi
ve sistemini görüyorlar. Tasarladıkları başkanlık
tüm yetkilerin tek kişide toplandığı, dolayısıyla
parlamentonun ve diğer burjuva denetim mekanizmalarının,
partilerinin rolünün tümüyle sıfırlanacağı,
her türlü muhalefete karşı en acımasız bastırma
yöntemlerinin uygulanabileceği bir sistem. Bu
aynı zamanda, AKP'nin devlet olma sevdasının
da doruğu olacak.
Bu
nedenle, 7 Haziran seçimleri; AKP ve tüm burjuva
partileri açısından, aynı zamanda tüm devrimci
ve demokratik güçler açısından da oldukça kritik
bir seçim. AKP ve burjuva partileri açısından
bir tür "varolma, varlığını koruma"
seçimi. Devrimci ve demokratik güçler açısından
ise demokratik mevzileri koruma ve ileriye sıçramak
için basamaklar oluşturma seçimi.
CHP,
MHP ve Burjuva Siyasetinin Diğer Aktörleri
Burjuva
siyasetinin AKP dışındaki diğer aktörleri, AKP
iktidarı öncesi burjuva siyaset zemininin restorasyonu
dışında, özgün bir politik hedef oluşturmaktan
tümüyle uzaklar.
CHP`nin,
burjuva anlamda da olsa demokratik bir Türkiye
yaratma konusunda hiç bir fikri ve hedefi bulunmuyor.
İçindeki açık milliyetçi faşist unsurların ayrılması
ile birlikte sosyal-demokrat bir çizgiye yaklaştığı
izlenimi yaratsa da, açık ve somut bir demokratikleşme
çizgisi yoktur. Son dört yıl içinde CHP, bütünlüklü
bir demokratik çizgi geliştirmekten uzak, dağınık,
bölük pörçük, iddiasız bir parti oldu. Dahası,
Kemal Derviş gibi bir IMF tahsilatçısını, seçimleri
kazanmaları halinde başbakan yardımcısı olarak
atayacağını açıklaması, vb. aslında TÜSİAD çizgisinde
olduğunu, 2002 öncesi dönemin makyajlanmış bir
halini istediğini apaçık ortaya koyuyor. CHP'nin
bugünkü konumuyla, AKP karşısında sistem içi
bir alternatif olmaktan uzak olduğu açıktır.
MHP'nin
Kürt özgürlük hareketinin, devrimci hareketin
bastırılması dışında tek bir politikası bulunmuyor.
Hiç bir zamanda olmadı. MHP, Kürt özgürlük hareketinin
kazanımlarından rahatsızlık duyan gerici kesimlerin
en geniş bölümünü kendi etrafında toplama çabası
dışında, 4 yıl boyunca tek bir politika geliştirmedi.
MHP'nin sistem açısından bir iktidar seçeneği
olmadığı açıktır. Gerici- faşist kesimlerin,
işçi ve halk hareketlerine karşı mobileze edilmesi
ve çeşitli hükümet kombinasyonlarında denge
sağlanmasında rol oynayan faşist bir partidir.
Önümüzdeki dönemde de ancak bu kadarlık bir
rolü olacaktır.
Diğer
düzen partileri olarak SP, DP, BBP ise, esas
olarak siyasal varlıklarını sürdürme çabası
içindedirler. Herhangi bir politik seçenek oluşturma
konumunda değildirler.
Halkçı
ve Demokratik Seçenek; HDP
2013'den bu yana
Türkiye'deki çarpık kapitalist sistemin krizi
hızla derinleşmektedir. Düzen karşısında tek
seçeneğin devrimci ve demokratik güçler olduğu
da açıktır. Ancak Türkiye devrimci ve demokratik
güçleri açısından bakıldığında hiç bir düzeyde
büyük bir toplumsal direniş gücü yaratılamadığı
da aynı ölçüde açıktır. Büyük Haziran Direnişi`nin
ortaya çıkardığı muazzam toplumsal mücadele
dinamiklerine, Ortadoğu'nun tümünün içine çekildiği
büyük işgal ve iç savaşlar, altüst oluşlar tablosuna
ve bunun sunduğu mücadele olanaklarına rağmen
öncü bir devrimci ve demokratik güç ortaya çıkarılmış
değildir.
Bu
tablo içinde, demokratik, halkçı temelde mevziler
kazanan, toplumsal tabanını büyüten ve sadece
Türkiye ve Kürdistan'da değil, tüm Ortadoğu'da
önemli bir siyasal aktör haline gelebilen yegane
güç Kürt ulusal demokratik hareketi olmuştur.
Kürt
hareketinin HDP üzerinden Türkiye'de geliştirdiği
ortak cephe çalışması, kapsadığı geniş kesimlerle
özellikle son bir yıl içinde, Türkiye ve Kuzey
Kürdistan'daki en önemli halkçı ve demokratik
mevzi durumundadır.
Seçimlerde
Devrimci Tutum
Hiç
kuşkusuz, devrimci sosyalistler açısından, kapitalist
sistem içinde seçimlerin işçiler, emekçiler
ve tüm ezilenler için köklü bir çözüm olamayacağı
açıktır. Çözüm, kapitalist sistemin tümüyle
ortadan kaldırılması demokratik halk iktidarının
kurulmasıyla mümkündür.
Öte
yandan, burjuva seçim süreçleri devrimci ve
demokratik güçlerin daha geniş kesimlere ulaşması
ve mevziler kazanması açısından da önemli fırsatlar
sunar.
Seçimler
karşısındaki pratik taktik tutum bağlamında
bugün asıl önemli noktalar şunlardır;
-
AKP'yi ve oligarşiyi, onun arkasında saflaşan
kesimlerini teşhir etmek, her cephede geriletmek,
-
Büyük Haziran Direnişi ve 6-8 Ekim isyanlarında
ortaya çıkan Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ın (ki
buna Rojava'yı da eklemek gerek) devrimci, demokratik
dinamiklerini birleştirmek ve mümkün olan en
geniş kesimleri bir araya getirmek,
-
Büyük bir işgal ve iç savaşlar alanına dönüşmüş
olan bölgemiz Ortadoğu'daki süreçler karşısında
birleşik devrimci, demokratik bir direniş tutumuyla
yer alabilmek ve bu savaşların Türkiye ve Kuzey
Kürdistan'a sıçraması durumunda ortak mevziler
yaratabilmek,
için nasıl bir yol izlemeliyiz?
Lafı
dolandırmadan ifade etmek gerekiyor; her üç
noktada da bugün açısından devrimci sosyalist
bir alternatif bulunmuyor.
Öte
yandan, asgari düzeyde de olsa, halkçı demokratik
bir seçenek olarak HDP, yukarıdaki her üç noktada
devrimci ve demokratik güçlerin seçim birliği
açısından yegane alternatifi oluşturuyor. Bunu
ifade ederken şu noktaları unutuyor değiliz;
HDP sosyalizm iddiası olan, devrim iddiası olan
bir parti değildir. Böyle bir iddiası da yoktur.
Halkçı demokratik bir programa ve siyasal iddialara
sahiptir. Bunun yanı sıra, Kürt ulusal demokratik
hareketi tarafından domine edilmiştir. Bunun
anlamı, uzun vadede Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki
mücadelelerin farklı gündemlerinin yükü altında
kalacağıdır. Fakat bu, mevcut koşullar altında
seçim sürecinde işçilerin, emekçilerin, tüm
ezilenlerin halkçı demokratik birliğinin HDP
saflarında sağlanabildiği gerçeğini ortadan
kaldırmaz.
Seçim
sürecinde HDP'nin desteklenmesi, seçim çalışmalarının
ortağı olunması, AKP'nin geriletilmesi, devrimci
ve demokratik güçlerin en geniş kesiminin mücadele
birliğinin sağlanmasında mesafe alınması ve
Ortadoğu`yu cehenneme çevirmeye çalışan emperyalistler
ve yerli işbirlikçilere karşı, ortak bir demokratik
halkçı duruşun gösterilmesi açısından önemli
ve gereklidir. HDP'nin yüzde on barajını aşması,
AKP'nin hem parlamentoda gerilemesi, hem oy
oranının gerilemesi ve kaçınılmaz olarak yaptığı
bütün hesapların bozulması anlamına gelecektir.
Dahası bu durum, tüm devrimci ve demokratik
güçler açısından önemli bir moral kazanımı olacağı
gibi, seçim sonrasında gelişecek daha büyük
mücadeleler içinde önemli bir mevzi kazanımı
olacaktır.
Seçimleri
boykot tutumunun veya ne anlama geldiği belli
olmayan ortacı tutumların, bugün Türkiye ve
Kuzey Kürdistan'daki devrimci ve demokratik
güçleri ileriye taşıma ve siyasete etkin biçimde
müdahale etmek açısından pratik bir değerinin
olmadığı açıktır.
Devrimci
sosyalistler, seçim sürecinde HDP ile omuz omuza
bir yandan devrim ve sosyalizm propagandası
ve çalışması yaparken, öte yandan ortak paydaların
da mücadelesini yürütecektir. |
Alp
Ata Akçayöz Yoldaşımızı Mezarı Başında Andık
19-22 Aralık katliamında
Ümraniye Cezaevinde yitirdiğimiz Alp Ata Akçayöz
Yoldaşımızı ailesi ve dostları ile birlikte
Mezarı başında andık.
Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı
anmak için 21 Aralık 2014 pazar günü mezarı
başında buluştuk. Anma etkinliğimize Türkiye
Gerçeği'nden dostlarımız da katıldı. "19-22
Aralık, Kanla Yazılan Tarih/Katliamın Hesabını
Soracağız" yazılı, Emek ve Özgürlük Cephesi
imzalı pankartın açıldığı anma, saygı duruşuyla
başladı. Saygı duruşunun ardından "Alp
Ata Yaşıyor, Savaşıyor", "Devrim Şehitleri
Ölümsüzdür", "Katil Devlet Hesap Verecek",
"Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz"
sloganları atıldı.
Daha sonra Emek ve Özgürlük Cephesi'nin açıklaması
okundu. Açıklamanın ardından anmamıza konuk
olan Türkiye Gerçeği'nden dostlarımız bir konuşma
yaptılar. Konuşmalardan sonra "Ben İhtilal"
şiiri okundu. Cephe Marşı ve Yiğidim Aslanım
türküsü okunduktan sonra mezar başındaki anma
sona erdi.
Daha sonra buradan
Maltepe Beşçeşmeler'de bulunan Sokak Kültür
Merkezi'ne geçildi ve burada Alp Ata Akçayöz
Yoldaşımızın ailesinin her yıl verdiği
yemek yenildi. Burada da yoldaşımızın annesi,
Günay Teyzemiz kısa bir konuşma yaptı. Yemeğin
ardından 19 Aralık katliamını yaşayan iki yoldaşımızın
anlatımları ile 14 yıl önce yaşananlar anımsatıldı.
Bugün ile benzerliklerine, tarihteki örneklerine
göndermelerde bulunuldu. 12 Eylül sürecinde
cezaevlerinde bulunanların anlatımlarıyla zenginleşen
sohbetin ardından anma etkinliği sona erdi. |
Avcılar'da
19 Aralık Çalışmaları
19 Aralık katliamını protesto
etmek için Avcılarda bir dizi etkinlik gerçekleştirildi.
19 Aralık Cuma günü sabah saatlerinde üzerinde
"19 Aralık Cezaevleri Katliamını Unutmadık,
Hesap Soracağız" yazılı EÖC imzalı bir
pankart metrobüs üst geçidine asıldı. Yaklaşık
bir saat kadar asılı kalan pankart daha sonra
metrobüs güvenliği tarafından kaldırıldı.
Aynı gündemle 20
Aralık Cumartesi günü EÖC tarafından Avcılar Marmara
Caddesi üzerinde bir sergi açıldı. 19 Aralık
katliamını teşhir ve protesto eden çeşitli döviz
ve karikatürlerden oluşan serginin açıldığı
yerde üzerinde "19 Aralık 2000 Cezaevleri
Katliamlarını Unutmadık Unutmayacağız"
sloganı yazılı, EÖC imzalı bir pankart da açıldı.
Burada yaklaşık 2 saat boyunca ajitasyonlarla
bildiri dağıtan EÖC'lüler zaman zaman halaylarıyla
katliama karşı devrimci tutsakların gösterdiği
direnişi de selamladılar. Eylemlerini ''Alp
Ata Yaşıyor Savaşıyor'' sloganıyla bitiren derimci
sosyalistlerin astıkları pankart gece yarısına
kadar asılı kaldı.
Avcılardaki bir diğer 19
Aralık protestosu ile EÖC, SYKP, SDP, HDP ve
Halkevleri tarafından ortak düzenlenen yürüyüş
ve basın açıklamasıydı. 20 Aralık cumartesi
akşamı saat 19:30'da Marmara Caddesi girişinden
başlayan yürüyüş, katliamı protesto eden sloganlarla
belediyeye kadar sürdü. Burada gerçekleştirilen
basın açıklaması ile katliam bir kez daha teşhir
edilirken hesap sorulacağı vurgusu yapıldı.
Etkinliklerin
diğer fotoğrafları için bu linki tıklayabilirsiniz. |
İzmir ve İstanbul'da
19 Aralık Protestoları
19
Aralık 2000 tarihinde, dünyada eşine az rastlanır
bir katlim yaşandı. 20 cezaevinde bulunan devrimci
tutsaklara eş zamanlı olarak gerçekleştirilen
operasyonla 28 devrimci tutsak katledildi. Operasyon
sadece cezaevleriyle sınırlı değildi, basından
demokratik kitle örgütlerine örgütlerine kadar
toplumun konuyla ilgili tüm kesimlerine aynı
anda operasyon yapılmıştı. 12 Cuntasını aratmayacak
şekilde egemen medyanın tüm gazeteleri katliamı
alkışlayan manşetlerle çıkarken, tutsakların
sesi soluğu olmaya çalışan demokratik kitle
örgütleri polis baskınları, gözaltılar ve değişik
türdeki kuşatmalarla etkisiz hale getirilmeye
çalışılmıştı.
Aradan geçen 14 yıla
rağmen hiçbir katil cezalandırılmadı. Cangüvenlikleri
devlete emanet olan tutsaklar katledildiler
ve yine sorumluluk onların üzerine yüklenmeye
çalışıldı. Tıpkı 6-7 Ekim'de olduğu gibi. Devlet,
katliamcı geleneğine yeni örnekler ekleyerek
faşist terörünü sürdürüyor.
19 Aralık katliamı
İstanbul ve İzmir'de devrimci sosyalistlerin
de katıldığı yürüyüşlerle protesto edildi.
İstanbul
İstanbul'da 19 Aralık
2014 günü saat 18:30'ta Tünel'de toplanan kitle,
Galatasaray Meydanı'na kadar bir yürüyüş gerçekleştirdi.
Yürüyüş sırasında "19 Aralığı Unutma, Unutturma",
"İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek",
"Katil Devlet Hesap Verecek", "Susma
Sustukça Sıra Sana Gelecek", "İçerde
Dışarda Hücreleri Parçala", "Yaşasın
19 Aralık Direnişi", "Devrimci İrade
Teslim Alınamaz", "Devrimci Tutsaklar
Yalnız Değildir", "Yaşasın Devrimci
Dayanışma", "Bıji Berxwedana Zindana",
"Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur",
"Anaların Öfkesi Katilleri Boğacak",
"Tecriti Kaldırın Ölümleri Durdurun",
"Devrim Şehitleri Ölümsüzdür" sloganları
atıldı. Ellerinde "Hayata Dönüş Katliamı
Devam Ediyor" ve "19 Aralık Katliamının
sorumluları Yargılansın" yazılı pankartlarla
ve 19 Aralık katliamında şehit düşenlerin resimleriyle
yürüyen kitle Galatasaray Meydanı'na geldiğinde
ilk olarak katliamda yaşamını yitirenlerin anısına
bir dakikalık saygı duruşunda bulundu. Daha
sonra ortak basın metni okundu. Basın metninin
ardından yinelenen sloganlarla eylem sona erdi.
Eylemi İHD, TİHV, EÖC, DHF, Partizan, ESP, ÖTSP
ve TUAD gerçekleştirirken SDP, Kaldıraç, Türkiye
Gerçeği ve Devrimci Çözüm de destek verdi.
Diğer
resimleri görmek için burayı tıklayınız.
Yürüyüş ve basın
açıklamasının videosunu aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:
http://www.youtube.com/watch?v=-A6AVMHnYDM&feature=youtu.be
İzmir
İnsan Hakları Derneği'nin
öncülüğünde 19 Aralık Cuma günü Saat 18.30’da
YKM önünde toplanan İHD’liler, Eski Sümerbank
önüne yürüdü. Eylemde “19 Aralık’ı unutmadık,
unutturmayacağız / İHD” ve 19 Aralık Katliamı’nda
şehit düşenlerin fotoğraflarının olduğu pankartlar
taşındı. Meşalelerle başlayan yürüyüşte dövizler
de taşındı. Yürüyüş boyunca “19 Aralık
katliamdır!”, “İçerde dışarda hücreleri parçala!”,
“İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!”, “Devrimci/siyasi
tutsaklar onurumuzdur!”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür!”
sloganları atıldı. Eski Sümerbank önüne gelindiğinde
basın açıklamasını İHD Genel Başkanı Öztürk
Türkdoğan okudu. Türkdoğan açıklamaya şu sözlerle
başladı: “19 Aralık 2000’den 19 Aralık 2014’e
hapishanelerde değişen bir şey yok. Türkiye
ve dünya kamuoyu 19 Aralık 2000 tarihinde büyük
bir şaşkınlık ve üzüntü içinde Türkiye’de 20
cezaevine yapılan operasyonu izlemişti. İnsanlık,
yüzlerce tutuklu ve hükümlünün maruz kaldığı
şiddete, yanmış vücutlara, cezaevlerinde yükselen
alevlere tanık olmuştu. ”19 Aralık günü yaşananlar
ve katliamın boyutları hakkında bilgi verdi.
Yapılan operasyonun
F tiplerine geçiş için yapıldığını söyledi.
Operasyonu üzerinden 14 yıl geçmesine rağmen
operasyonun sorumlularının yargılanmadığına
vurgu yaptı. 19-22 Aralık Katliamı’nın ardından
sorumluların değil tutsakların cezalara çarptırılmasına
tepki gösterdi. Türkdoğan, İHD olarak 16-17
Kasım 2002 tarihlerinde gerçekleştirdiği genel
kurulda 19 Aralık gününü “Cezaevlerinde İnsan
Hakları İçin Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak
ilan etiklerini söyledi. Türkdoğan, bu yıl 19
Aralık’ı İzmir merkezli andıklarını ve çeşitli
illerden İHD temsilcisi 60 kişinin 19 Aralık
Katliamı’nı protesto etmeye geldiklerini “ifade
etti.Türkdoğan, İran Urmiye Cezaevi’nde 29 Kürt
siyasetçinin açlık grevinde olduğunu belirterek
cezaevlerindeki yaşam koşullarının düzeltilmesini
talep etti. Açıklamasının ardından İzmir Müzisyenler
Derneği müzik dinletisi sundu. Eyleme EÖC, BDSP,
Kaldıraç ve Partizan’ın da bulunduğu devrimci
ve ilerici güçler destek verdi. |
Alp
Ata Akçayöz Yoldaşımızı Anıyoruz
19 Aralık katliamında yitirdiğimiz
Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı ailesi ile birlikte
Mezarı başında anacağız.
Devrimci kamuoyunu,
Emek ve Özgürlük Cephelileri, Barikat okurlarını,
devrimci kurumları anmamıza çağırıyoruz.
Mezar başında yapılacak
anmadan sonra ailesinin vereceği yemek için
Maltepe Sokak Kültür Merkezi'nde olacağız.
TARİH: 21 ARALIK
2014 (PAZAR)
OTOBÜS HAREKET SAATİ:
11.00
OTOBÜS KALKIŞ YERİ:
AVCILAR CAMİ ÖNÜ
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEPHESİ |
FHKC Merkez Komite
Üyesi Adnan Cebir (Ebu Mithqal) Yaşamını Yitirdi
Ömrünü İsrail’in Filistin’in
işgaline karşı özgürlük savaşı için adamış olan,
İsrail zindanlarında direnişini son ana kadar
sürdüren Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC)
Merkez Komite Üyesi Adnan Cebir (Ebu Mithqal)’ın
yaşamını yitirdiğini büyük bir üzüntü ile öğrenmiş
bulunuyoruz.
Devrimci Sosyalistler
olarak Enternasyonal dayanışma yoldaşlığımız
ile geçmişte ve bugün omuz omuza mücadele verdiğimiz
FHKC ve Filistin halkına başsağlığı diliyor,
acılarını paylaşıyoruz.
Yaşasın Ortadoğu
Devrimci Çemberi!
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEPHESİ |
İstanbul Avcılar'da
"Rojova Devrimi Ekseninde IŞİD, Türkiye,
Emperyalizm İlişkileri" Başlıklı Panel
Gerçekleştirildi
Günlerdir
Kobanê halkı bütün dünyanın takdirini kazanan
bir direniş gösterirken yaşanan gelişmelerin
politik arka planını bir parça olsun aydınlatabilmek
amacıyla Emek ve Özgürlük Cephesi tarafından
İstanbul Avcılar'da bir panel gerçekleştirildi.
Panele konuşmacı olarak HDP Eşbaşkan Yardımcısı
Ayhan Bilgen, Özgür Gündem Gazetesi yazarı Muharrem
Ender Öndeş ve Emek ve Özgürlük Cephesi adına
Hasan Yüksel katıldı. Kobanê direnişinde ve
6-7 Ekim sürecindeki devletin ve sivil faşist
çetelerin saldırılarında yaşamını yitirenler
için bir dakikalık saygı duruşu ile başlayan
etkinlikte, saygı duruşunun ardından "Biji
Berxwedane Kobanê" sloganı atıldı.
Panele başlanmadan
önce Suruç'a giden kadın heyetinde yer alan
bir arkadaşımız orada yaşadıklarını anlattı.
Devletin engellemelerinin halkın desteğiyle
aşıldığının anlatıldığı konuşmada, Suruç'taki
göçmenlerin birçok şeyin yanı sıra insangücüne
de ihtiyaç olduğunu vurguladı.
Daha sonra panele
geçildi. İlk olarak söz alan Ayhan Bilgen, "İslam
Devleti" adlandırmasının yanlışlığına dikkat
çekerek sözüne başladı. Kendisine karşı çıkan
herkesi kafir ilan eden ve kendisine karşı çıkanın
Allaha karşı çıktığı iddiasıyla hareket eden
IŞİD'in mantığının Kerbela ile benzerliğine
dikkat çeken Ayhan Bilgen, cihat edebiyatının
emperyalizm tarafından ucuz asker bulmak için
1.ci Dünya Savaşı zamanında da kullanıldığını
anımsattı ve bunun dinin araçsallaştırılması
olduğuna dikkat çekti.
İnsanı, insanın düşünebilme
kapasitesini hiçleştiren ve sadece yüzlerce
yıl önceki bir yaşam tarzını aynen uygulamayı
temel bu düşünce yapısının sünniliğin bir kolu
olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.
Suriye'nin nüfus
yapısı üzerine yanlış bilgilerden hareket eden
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin sünni nüfusun
da tamamının Esad karşıtı olduğu gibisinden
bir yanlış hesapla hareket ettiğini söyleyen
Bilgen, tüm bu hesapların boşa çıktığını da
ekledi.
Şengal sonrasında
TC'nin tüm dünya çapında teşhir olduğunu söyleyen
Bilgen, Kürt hareketinin ise dünya çapında meşruluk
kazandığı bu dönemecin çözüm süreci açısından
bir dönüm noktasına işaret ettiğini söyledi.
Son olarak 6-7 Ekim
sürecinde kendi cephemizden 40'tan fazla kayıp
vermemize rağmen tam tersi bir kamuoyu oluşturulmasının
bir başarısızlık tablosu olduğuna değinen Ayhan
Bilgen böylece konuşmasını noktaladı.
Daha sonra söz alan
Muharrem Ender Öndeş ise konuşmasında Rojova'daki
sistemin emperyalizm ve bölgedeki tüm gerici
güçler, devletler için bir tehdit, bir kötü
örnek olduğunu belirterek söze başladı. Kadınların
her yerde olduğu bu devrimde özellikle yakın
bir süre önce röportaj yapmak için gittiği Kandil'de
haber dilinde sadece YPG'nin adının anılıp YPJ'nin
anılmamasından dolayı yoğun eleştiriler aldığını
da ekledi.
Honduras'tan Afganistan'a,
Hindistan'dan Avusturalya'ya kadar dünyanın
dört bir köşesinde 1 Kasım Kobane Günü gösterilerinin
gerçekleştiğini belirten Öndeş, Türkiye'nin
tecrit olduğuna dikkat çekti.
Şengal katliamına
PKK'nin yaptığı müdahalenin ayrıntılarına yer
verdiği konuşmasında, bu olaydan sonra artık
PKK'nin Güney Kürdistan'ın her köşesinde rahatlıkla
hareket edebildiğini de ekledi.
KDP politikalarının
Rojova'da yaşanılan gerçekliği anlayamadığını
vurgulayan Öndeş, KDP'nin Batı Kürdistandaki
uzantısı olan ENKS adına verilen bir röportajda
Rojova Kanton yönetiminin ilan ettiği "Toplum
Sözleşmesi"nde "Kürt" sözcüğünün
neredeyse hiç geçmemesinin eleştiri konusu yapıldığını;
oysa Kanton yönetimlerinin çok kimlikli, çok
inançlı, çok etnisiteli yapısıyla zaten bunu
bilinçli olarak tercih ettiğini belirtti.
KDP ile PKK karşılaştırması
da yapan Ender Öndeş, PKK'nin KDP gibi bir feodal
aile temeli üzerinde yükselmediğini, üniversitelerdeki
yoksul Kürt gençleri tarafından kurulduğunu
ve bu geleneğin sürdüğünü belirterek bundan
hareketle Rojova Devrimini zehirlemeye yönelik
her girişime karşı "panzehirin sağlam"
olduğuna vurgu yaptı.
Daha sonra söz alan
Hasan Yüksel ise konuşmasına Ender Öndeş'in
bıraktığı yerden başlamayı tercih etti ve bu
panzehirin literatürümüzdeki adının "sınıf
tabanı" olduğuna vurgu yaptı. Daha sonra
peki biz nasıl bakmalıyız diyerek sürdürdüğü
konuşmasında ilk olarak Ortadoğu Devrimci Çemberi
olgusunun açılımını yaptı. Ernesto Che Guavera'nın
Latin Amerika için öne sürdüğü kıtasal devrim
düşüncesinin Ortadoğu versiyonu olan bu düşüncenin,
benzer sosyo ekonomik koşullara sahip, benzer
çelişkilerin girdabındaki, benzer kültürlere
sahip bu sömürü bölgelerindeki devrimlerin birbirlerini
tetikleyeceğine dair bir açılım olduğunu söyledi.
Ortadoğu Devrimci
Çemberini oluşturan Filistin, Kürdistan, Türkiye
ve İran'da yaşancak her devrimci gelişmenin
tüm bölgeyi etkilediği ve etkileyeceği vurgusu
ile devam eden konuşmada Rojova Devriminin emperyalizmin
ve her türden gericiliğin her yöntemle cirit
attığı Ortadoğu'da, bu çümüşlüğe, bu bataklığa
temiz havanın girdiği bir pencere açtığını söyledi.
Kitaplardaki devrime
pek benzemeyen bu devrimin birçok özgünlüğü
olduğunun belirtiliği konuşmada, 1917 Bolşevik
Devrimi'nin bile hedeflenen ve gerçekleşen arasında
bir açı taşıdığını örnekleyerek Rojova Devriminin
bu özgünlüklerinin de değerlendirilmesi gerektiğini
söyledi. Bir başka özgünlük olarak halen tartışma
ve sistemi geliştirme sürecinin devam ettiğini,
dolayısıyla kendisini sabitliklere hapseden
bir sistem olmadığını ve bu yaklaşımın da diyalektiğe
uygun olduğunu belirten konuşmacı, en yüksek
ücret ile en düşük ücret arasındaki makasın
darlığının kimi sosyalizm pratiklerinden bile
daha olumlu olduğunu da belirtti.
Tüm yol ve yöntemlerle
bu devrimin desteklenmesi gerektiğini belirten
Hasan Yüksel, ABD bombardımanı gibi emperyalist
hamlelerin göstermelik olduğunu da vurguladı.
Eğer gerçekten destek vermek isteselerdi IŞİD'in
Kobanê saldısı için kullandığı 10 tankın, ve
çok uzak yerlerden karayolu ile getirdiği destek
güçlerin çok rahatlıkla havadan vurulabileceği
halde ABD güçlerinin Kobanê'yi bombalamayı tercih
ettiğine dikkat çekti. 1 Kasım eylemleriyle
açığa çıkan ve Vietnam'dan bu yana görülen belki
de en yaygın desteğin cisimleştiği tüm dünya
kamuoyu baskısı ile ABD'nin bunu yapmak zorunda
kaldığına da dikkat çeken konuşmacı, aslolanın
Kobanê direnişçilerinin kahramanlığı olduğuna
da ekledi.
Daha sonra soru cevap
kısmına geçildi. Burada en dikkat çekici olan
ise Kobanê'ye destek için geçen peşmerge güçlerinden
birisinin gömleğindeki ABD bayrağı ve atılan
"Biji Serok Obama", "Biji ABD"
sloganları üzerine idi. Emek ve Özgürlük Cephesi
adına soruyu yanıtlayan Hasan Yüksel, KDP'nin
Güney Kürdistandaki iktidarının ABD'nin Irak
işgali sonucu oluştuğunu anımsattı ve KDP'nin
iktidarını borçlu olduğu ABD'ye sempati duymasının
normal bir olay olduğunun altı çizildi. KDP
çizgisinin Türkiye'de de taraftarları olduğununu
hatta geçenlerde bu çizgide bir parti de kurduklarını
anımsatan konuşmacı daha sonra da medyanın tekil
olayları öne çıkararak yarattığı algı operasyonlarına
1991 birinci körfez savaşındaki petrole bulanmış
kuş görüntüsünü örnek göstererek açıklamaya
çalıştı. Bu görüntülerin de benzer bir algı
operasyonunun parçası olarak değerlendirilmesi
gerektiğini belirten konuşmacıdan sonra aynı
konuya dair söz alan Ender Öndeş de "Oralarda
yurtsever halk sadece bir kişi için 'serok'
sözcüğünü kullanır" dedi.
Soru cevap bölümünün
ardından panel sona erdi. |
İzmir'de
Soma ve Ermenek İçin Pankart
Geçtiğimiz
Salı günü Karaman'ın Ermenek ilçesinde Has Şekerler'e
ait maden firmasında yaşanan facia bugün 5.
gününe girdi ve halen 18 emekçi
kardeşimiz yerin yüzlerce metre altında. Bir
yandan Çalışma Bakanı Faruk Çelik ve Enerji
Bakanı Taner Yıldız'ın pervasızca açıklamaları
gün gün basından verilirken facianın yaşandığı
3. günde firma sahibi yaşananları "Doğal
afet" olarak özetledi. Soma, Zonguldak,
Şırnak, Ermenek... Kar hırsıyla ölüm kusan madenlere
ruhsat verilerek kan emiciliğe doymayan devlet
yine rolünü iyi oynamakta ve medya üzerinden
yaşananları manipüle etmektedir. Ermenek'te
yaşananlar kapitalist sömürü düzenine bir kez
daha ayna tuttu. Kapitalist sömürü düzeni, daha
fazla kar, daha fazla ölüm ve katliam demektir.
Madenler, işçi kardeşlerimize bir kez daha mezar
olurken kapitalist sömürü düzeni ölüm kusmaya
devam ediyor. 18 işçi kardeşimiz halen yerin
altındayken bir katliam haberi de Isparta'dan
geldi. Isparta'nın Yalvaç ilçesinde tarım işçilerini
taşıyan minibüs kaza yaptı. 17 işçi kardeşimiz
öldü, 28 işçi de yaralandı. Tablo yine aynı...
Olması gerekenin iki katı "balık istifi"
misali yollara düşen işçileri bekleyen katliam
kaçınılmaz oldu. Madende ya da yer üstünde işçi
katliamları, ölümler bu sömürü düzeni devam
ettikçe ne ilk ne de son olacaktır. Ta ki sömürüsüz,
insanca yaşama ve insanca çalışma koşullarına
kavuşana dek!
İzmir Emek ve Özgürlük
Cephesi; Soma, Ermenek maden kazalarının ve
işçi katliamlarının katilinin, kapitalist sömürü
düzeni ve bu düzenin bekçileri olduğunun teşhiri
için pankart asma eylemi gerçekleştirdi. Gediz-Göksu
üst geçitine asılan pankartta "Soma ve
Ermenek'in Katili Devlettir" sloganı ve
EÖC imzası yer aldı. |
İstanbul'da 1 Kasım
Dünya Kobanê Günü Yürüyüşü
IŞİD
çeteleri tarafından kuşatılan Kobanê ile dayanışmak
için 1 Kasım günü Dünya Kobanê Günü ilan edildi
ve dünyanın neredeyse her yerinde,
Honduras'tan Afganistan'a kadar her yerde Kobanê
direnişiyle dayanışma amacıyla yürüyüşler gerçekleştirildi.
Bu kapsamda İstanbul
Kobanê Dayanışması'nın çağrısıyla 1 Kasım cumartesi
günü İstanbul Taksim Tünel'de biraraya gelen
binlerce kişi, Galatasaray Meydanı'na doğru
yürüyüşe geçti. "Biji Berxwedane Kobanê",
"Yaşasın Halkların Kardeşliği", "Katil
IŞİD İşbirlikçi AKP", "Kürdistan Faşizme
Mezar Olacak" sloganlarının atıldığı yürüyüşte
neredeyse tüm devrimci gruplar yer aldı. Oldukça
kitlesel ve coşkulu geçen yürüyüşe HDP'nin yerellerden
araçlarla insan taşıdığı gözlendi.
Galatasaray Meydanı'na
gelindiğinde ise basın açıklamasına başlanılmadan
önce Kobanê'deki direnişte yaşamını yitirenler
anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.
Saygı duruşunun ardından basın açıklamasına
geçildi. HDP milletvekillerinin de konuşmalar
yaptığı eylem, konuşmalar ve sloganların ardından
sona erdi. |
İzmir'de
500. Hafta Eylemi
Yıllardır
Galatasaray Meydanını her Cumartesi mesken tuttular
Cumartesi Anneleri...Oğullarının, kızlarının,
eşlerinin akibetini sordular. Yıllardır coplandılar,
yerlerde sürüklendiler, gözaltına alındılar.
Ama onlar her Cumartesi kayıplarının akibetini
sormaktan vazgeçmediler ve 500. Hafta da alanlarda
tek ses tek yürek oldular. 25 Ekim Cumartesi
günü İstanbul başta olmak üzere bir çok ilde
İHD nin çağrısıyla alanlarda oturma
eylemi gerçekleştirildi. İzmir'de de bir çok
devrimci kurum ve sendikaların katılımıyla saat
13.00'te Konak Sümerbank önünde bir araya gelindi.
Kayıp yakınlarının söz almasıyla başlayan açıklamanın
ardından basın açıklamasına geçildi. Açıklamada
şu ifadelere yer verildi; Bu eylem bugün 500.
Haftaya girdi. Bu gün 500. hafta… 500 haftadır
çocuklarının, eşlerinin, kardeşlerinin, babalarının
akıbetini soruyorlar. “Hiç olmazsa bir mezar”
diyorlar. Türkiye’de yüzlerce kişi güvenlik
güçlerince gözaltına alınarak kaybedildi. Kayıpların
akıbetinin soruşturulmasını önleyen hukuksal
mekanizmalar yaratıldı. Kaybetme suçunda fail
ve sorumlu konumda olan kamu görevlilerine yasal,
yargısal ve idari koruma sağlandı.
Gözaltında kaybetmeyi
suç olmaktan çıkaran bu zihniyet, yalnızca adaletsizlik
üretmekle kalmadı, aynı zamanda toplumu zehirleyerek
ortak bir adalet duygusunun oluşmasını engelledi.
Fail kamu görevlisi olunca, yurttaşın öldürülmesinin
ve yok edilmesinin suç sayılmayacağı algısını
yarattı. Güvensizlik ve korku üreten bir politik
iklim yaratarak toplumu suskunluğa sürükledi.
Temel hak ve özgürlüklerine sahip çıktıkları
için, Kürt,
Süryani, Keldani doğdukları için, sosyalist
oldukları için evlatlarımızı düşmanlaştırarak
kaybeden ve onlara yönelen devlet terörünü cezasız
bırakan siyasi iktidarlar, hakikatlerin ortaya
çıkarılması ve adaletin sağlanması talebimize
kulaklarını tıkadı.
Cezasızlık politikasına
son verilerek, insanlık suçları ve bu suçların
failleri görünür kılınsın! Devletin kaybettiği
evlatlarımızın akıbetleri açıklansın ve failleri
yargılansın! Hakikat ve adalet hakkımız yasal
güvence altına alınsın!
Türkiye, yıllardır
imzalamaktan kaçındığı BM Herkesin Zorla Kaybedilmesinden
Korunmasına Karşı Uluslararası Sözleşmeyi imzalasın!
Biz kayıp aileleri ve insan hakları savunucuları
olarak cumartesi annelerinin oturma eyleminin
500. haftasında bir kez daha ilan ediyoruz;
mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Biliyoruz ki,
biz vazgeçersek evlatlarımız asıl o zaman kaybolacak.
İnsanlık onuru asıl o zaman yara alacak. Cumartesi
annelerinin oturma eyleminin 500. Haftası vesilesiyle
bu topraklarda yaşayan herkese sesleniyoruz:
Yok edilmek istenen yalnızca evlatlarımız değil,
insanlığın vicdanıdır. İnsanlık onurunu hedef
alan bu suç karşısında susmayın!
Kayıplar mücadelesini
destekleyin!
Hakikat ve adalet
talebimize sesinizi katın!"
Açıklamanın ardından
İzmir Müzisyenler Derneği kısa bir dinleti sundu.
Eylem, "Anaların öfkesi katilleri boğacak,
İnsanlık onuru işkenceyi yenecek, Katil devlet
hesap verecek sloganlarıyla son buldu. |
İstanbul Kobanê
Dayanışması Yürüyüş Gerçekleştirdi
IŞİD
vahşetine karşı 40 günü aşkın bir süreden beri
insanlık onuru bayrağını yükselten Kobanê halkıyla
dayanışmak için oluşturulan İstanbul Kobanê
Dayanışması, 25 Ekim 2014 cumartesi günü Tünelden
Galatasaray Meydanı'na bir yürüyüş gerçekleştirdi.
Saat 18:00'de başlayan yürüyüş sırasında kitlenin
önünde “IŞİD'e desteğe son! Kobanê'ye yardım
koridoru açılsın” yazılı pankart açıldı. “Katil
IŞİD, işbirlikçi
AKP!”, “Biji berxwedana Kobanê!”, “Her yer Kobanê
her yer direniş!” sloganlarının atıldığı yürüyüş,
Galatasaray Meydanı'na ulaştığında ilk olarak
Kobanê direnişinde yaşamını yitirenler için
bir dakikalık saygı duruşu yapıldı.
Daha sonra okunan
basın açıklamasında ise Kobanê Direnişi selamlanarak
emperyalizm ve bölge gericiliği eliyle şişirilen
IŞİD çetesinin tüm dünya halkları karşısında
teşhir olması sonucunda bir ay boyunca düşmesi
beklenen Kobanê'ye emperyalistlerin bile yardım
etmek zorunda kaldığı vurgulandı.
Tüm bu gelişmelere
rağmen AKP'nin insanlık düşmanı çeteleri kollamaya
devam ettiğini belirten basın açıklaması, Kobanê'ye
destek verenlerin hala AKP hükümeti tarafından
hedef gösterilmekte, hatta bununla suçlanarak
gözaltına alınmakta olduğuna da dikkat çekildi.
(Fotoğraf: Kızıl
Bayrak) |
İzmir'den
Kobanê'ye Destek
Kobane'de
haftalardır bizzat emperyalizmin ve AKP'nin
yarattığı IŞİD çetesine
karşı Kürt halkı onurlu bir direniş vermektedir.
Ortadoğu'da Rojava gibi bir model görmek istemeyenler
bu katliama sessiz kalmanın yanı sıra yapılan
destek eylemlerine saldırıp onlarca insanın
ölümüne neden olmuştur. Fakat Kürt halkı bu
saldırılara karşı direnmiş ve kaybettiği noktalardan
bazılarını geri alabilmiştir. Ayrıca kadın savaşçılarda
ilk günden beri bu direnişin en önemli parçası
olmuştur.
Bu süreçte İzmir'de
direnişe destek vermek için yazılamalar yapılmıştır.
Ayrıca Manisa yoluna Emek ve Özgürlük Cephesi
imzalı üzerinde 'Selam olsun Kobane'de direnen
kadınlara' yazılı pankart asılmıştır.
|
Dokuz Eylül Üniversitesi’nde
Kobanê’ye Destek Eylemi
Bir
aydır Kobanê’de gerçekleşen IŞİD saldırısına
karşı ve Türkiye’de bu saldırıyı kınamak, Kürt
halkının direnişine destek vermek amacıyla sokaklara
çıkan halka azgınca saldıran devlet onlarca
insanı katletti. Yaşanan bu gelişmelerin ardından
15 Ekim Çarşamba günü İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi
Öğrencileri Kobanê’ye destek eylemi gerçekleştirdi.
Yabancı Diller Yüksek
Okulu önünden başlayıp tüm fakülte içerisinde
yürüyüşü gerçekleştiren öğrenciler, tekrar YDY
önüne gelip basın metnini okudu. Okunan basın
metninde;
Emperyalizmin ve
onun işbirlikçisi AKP’nin Ortadoğu planlarına
ve bu planları doğrultusunda IŞİD gibi gerici dinci
çeteleri nasıl beslediğine, koalisyon güçlerinin
yaptığı hava saldırılarının IŞİD’i geriletmekten
çok Kobanê’ye yönlendirildiğine, dikkat çekildi.
Rojava Devrimi’nin
savunulmasının gerekliliği, ayrıca kadının bu
devrimdeki rolü üzerinde de özellikle duruldu.
Basın metninin sonuna
gelindiğinde ise ; “Stalingrad düşmedi Kobanê
de düşmeyecek!” vurgusundan sonra Rojava marşı
okunarak eylem sona erdi. |
Rojova Direnişi
Sadece Kürtlerin Değil, Tüm Ortadoğu Halklarınındır,
Bizimdir!
Emperyalizmin, İşbirlikçi Oligarşilerin ve
Onların Yarattığı Çetelerin Saldırılarına
Karşı Tüm Ortadoğu Halklarıyla Birlikte Omuz
Omuza Direnişi Büyütelim!
Rojava'da
bir direniş destanı yazılıyor! Kürdistan halkının
yiğit evlatları, emperyalistler ve başta Türkiye
oligarşisi olmak üzere bölgenin alçak işbirlikçi
yönetimleri tarafından yaratılan IŞİD çetelerine
karşı haftalardır her anı kahramanlıklarla dolu,
soluksuz büyük bir direniş sürdürüyorlar. Küçük
Kobane, küçük Kürdistan Rojava büyük bir insanlık
direnişinin, büyük bir demokratik direnişin
kalesi haline gelmiştir.
Küçük Kobane onları
neden bu kadar korkutuyor?
Bölgemiz Ortadoğu,
emperyalistler, uşak yerli işbirlikçiler ve
onlar eliyle geliştirilen, din tüccarlığı yaparak
serpilip büyütülen vahşi örgütler aracılığıyla
katliam, tecavüz ve her türlü insanlık dışı
vahşetle yıkılıp yakılıyor. Toplumlar arasındaki
her türlü farklılık görülmemiş bir vahşetle
soykırımların, katliamların gerekçesi yapılmaya
çalışılıyor. Alevilere, Hıristiyanlara, Ezidilere,
Süryanilere, Kürtlere, Türkmenlere, Kakailere,
Berberilere, Şiilere, Sunnilere, kısacası kendisi
gibi olmayan herkese karşı en vahşi katliamları
yapmaya hazır vahşet örgütleri kol geziyor.
Başta TC olmak üzere, bölgenin tüm devletleri
ya bu çetelerle birlikte katliamlara katılıyor,
ya da onların katliamları, vahşetleri için büyük
destekler sunuyorlar.
Suriye, Irak, Kürdistan,
Filistin, Yemen, Libya, Mısır sahnede vahşetin,
katliamın en vahşi örneklerinin sahnelendiği
ülkelerin başlıcaları. Türkiye, Katar ve diğer
Körfez emirlikleri, Suudi Arabistan, ABD ve
İngiltere ise bu katliamların ve katliamcı örgüt
ve devletlerin baş destekçileri.
ABD emperyalizminin
yeni stratejisi açıktır; bölgedeki genel kaosun
sürmesi, halkların dinsel, ulusal, mezhepsel
vd. açılardan mümkün olduğunca paramparça olması,
demokratik birleşik mücadele zeminlerinin yok
edilmesi, yarattığı IŞİD vb. vahşi örgütlerin
katliamları ve saldırganlığı sonucu oluşan dehşet
atmosferinde kurtarıcı olarak dilediği zaman
bölgeye müdahale etme konumuna sahip olmak.
AKP'nin yönettiği
TC ve diğer işbirlikçi devletler ise ABD emperyalizminin
bu yeni stratejisi ekseninde parçalanmayı derinleştirmeyi
ve bölgesel güç konumuna yükselmeyi hedefliyorlar.
Bu vahşet stratejisini
bozan/bozacak olan tek şey ise; halkların birleşik
demokratik mücadelesi. Kobane'nin ve genel olarak
Rojava'nın ağır ve ısrarlı saldırılara hedef
olmasının nedeni de budur. Bu durum, Ortadoğu
haritasına bakan, savaşan güçlere bakan ve akıl
ve vicdan sahibi olan herkesin görebileceği
bir şeydir.
IŞİD'in, El Kaide'nin, El Nusra'nın ve daha
pek çok vahşi örgütün ve barbar devletlerin
görülmemiş bir katliam ve vahşetle kana boyadığı
Ortadoğu coğrafyasında, Kobane ve Rojava, Kürdüyle,
Süryanisiyle, Ermenisiyle, Türkmeniyle, Çeçeniyle,
Arabıyla, Alevisi, Sünnisi, Hıristiyanı, Ezidisiyle
tüm halkların ve inançların asgari bir demokratik
zeminde kardeşçe yaşadıkları, kadınların özgür
olabildikleri, faşizme, din tüccarlığına, her
türden vahşet örgütüne karşı birleşmiş tek toprak
parçasıdır. Bu küçük örnek, halkların, inançların,
cinslerin asgari demokratik koşullar altında,
halkçı bir temelde bir arada kardeşçe yaşayabileceklerini
göstermektedir.
Ortadoğu'yu ayrımcılığın,
mezhepçiliğin, faşist milliyetçiliğin vahşet
örnekleriyle paramparça edenlerin Rojava'nın
kardeşlik, demokratik halkçılık örneğine tahammül
etmeleri beklenemezdi. Ve daha ilk andan itibaren
Rojava özellikle emperyalistler tarafından kurulan
ve başta TC oligarişisi olmak üzere bölge gericiliği
tarafından beslenen din tüccarı vahşet örgütlerinin
saldırılarına maruz kaldı.
Bu saldırganlığın
son adımı Kobane saldırısıdır.
Ve Kobane haftalardır direniyor. Kürt halkının
yiğit savaşçıları vahşet örgütlerine karşı,
onların tanklarına, toplarına karşı ferdi silahlarla
her gün onlarca şehit vererek halkların kardeşliğini
savunuyor. Ortadoğu'da halklarımızın tek seçeneğinin
vahşi bir mezhepçilik, vahşi bir din tüccarlığı,
vahşi bir faşist milliyetçilik olmadığını tüm
dünyaya gösteriyor.
İşte bu nedenle,
Kobane sadece Kürtlerin direnişi değildir, sadece
onların kenti değildir. Kobane eşitlik, kardeşlik,
özgürlük, dayanışma, demokrasi isteyen herkesin
kentidir, herkesin direnişidir. Kobane ve Rojava,
din tüccarlığına, mezhepçiliğe, faşist milliyetçiliğe
karşı çıkan tüm insanlığın ortak yurdudur.
ABD emperyalizmi
kendi kurduğu vahşet örgütünü kontrol altına
almak için sınırlı ve çoğu zamanda göstermelik
hava saldırıları düzenliyor. Ve apaçık ilan
ediyor; "önceliğimiz Kobane değil, petrol
rafinerileri". ABD emperyalizmi ve işbirlikçilerinin
tantanalı insanlığı kurtarma söylemleriyle kurduğu
koalisyonun, insana dair hiç bir derdinin olmadığı/olamayacağı
apaçık ifade edilmiş durumda. Onlar, kendi kurdukları
IŞİD vb. vahşet örgütlerini durdurmak değil,
sadece kontrol altında tutmak istiyorlar.
AKP ve TC oligarşisi,
Kobane'nin düşmesi için vahşet örgütü IŞİD'e
desteğini sürdürüyor. Kobane'nin düşmesiyle
ulusal demokratik Kürt hareketini zayıflatmanın
hesabını yapıyor. Ardından Suriye topraklarına
kara harekatı koşullarının oluşacağını ve Suriye
yönetimini devirebileceğinin hayallerini kuruyor.
Tayyip, önce Kürt, ardından Alevi katliamı yoluyla
Ortadoğu'da sunniliğin önderliğini ele geçirebileceğini
ve büyük bir din tüccarı devlet kurabileceğini
sanıyor.
Bütün bu vahşi hesaplar,
Rojava halkının direnişine çarpmıştır. Direniş
büyüyor. Başta Kuzey Kürdistan olmak üzere,
Kürdistan'ın bütün parçalarında, Türkiye kentlerinde,
Avrupa'da ve dünyanın pek çok kentinde Kobane
ve Rojava halkıyla dayanışma ve ortak mücadele
için milyonlar ayağa kalkmıştır.
Kürdistan ulusal
demokratik hareketinin talepleri çok açıktır;
- IŞİD vb. vahşi örgütlere TC tarafından verilen
desteğin derhal kesilmesi,
- Kobane direnişine destek amacıyla Güney Kürdistan
ve diğer bölgelerden gelecek yardımlar için
bir yardım koridorunun açılması.
Bu en temel ve insani
talepler, AKP iktidarı tarafından reddedilmektedir.
Tersine IŞİD canilerine verilen yardımlar devam
etmektedir.
Kuzey Kürdistan'daki
serhıldanlarda şu ana kadar 20'ye yakın yurtsever
şehit düşmüştür. Başta Amed, Siirt, Mardin,
Hakkari olmak üzere, Kuzey Kürdistan'ın bütün
kentleri serhıldanlarla direniş denizine dönüşmüştür.
İstanbul, İzmir, Adana, Mersin ve pek çok Türkiye
kentinde yurtsever Kürt halkı ve Türkiye halkının
demokratik güçleri omuz omuza Kobane ve Rojava
için direnmektedir.
Rojava'da, Kobane'de
yaşanan direnişde son sözü direnen Kürt halkı
ve bölgenin tüm işçileri, emekçileri, demokratik,
devrimci güçleri söyleyecektir. Özgürlük, eşitlik,
kardeşlik, dayanışma, demokrasi ve sosyalizm
isteyen herkes, "Kobani direnişi bizimdir"
derse, buna uygun bir dayanışma ve ortak mücadele
sergilenirse, bölgemiz Ortadoğu'ya musallat
olmuş olan emperyalistlerin, işbirlikçi rejimlerin
ve onların vahşet çetelerinin başarı şansı kalmayacaktır.
Emek ve Özgürlük
Cephesi bu bilinç ve iradeyle sesleniyor;
Türkiyeli İşçiler,
emekçiler!
Ortadoğu'yu cehenneme çeviren emperyalistlerin,
AKP yönetimindeki Türkiye oligarşisinin ve çetelerin
başarı kazandığı koşullarda insanca ve özgür
bir yaşam olamaz. Senin ekmeğinden çalınan IŞİD'in
barbar çetelerine verilmektedir. Kobane senindir!
Kobane'de direnen yurtsever demokratik güçler
senin özgürlüğün ve ekmeğin içinde direnmektedir.
Kobane'ye sahip çık! Direnişe katıl!
Kadınlar!
Direnen Kobane insanca, özgür bir yaşam için
direnen kadınlar demektir. Kadınları satan,
onları sadece bir mal olarak gören barbarlara
karşı direnen Kobane senin için de direnmektedir.
Kobane senindir! Kobane'ye sahip çıkmak, kadının
insanca yaşam özlemlerine sahip çıkmaktır. Direnişe
katıl!
Aleviler!
Saflarınızda Kürt halkına karşı yaratılmaya
çalışılan düşmanlığa dur demelisiniz. Mazlum
Kürt halkının yenilmesi sizlerinde yenilmesi
demektir. Düşman ortaktır. Kobane senindir!
Kobane ve Rojava da direnen yurtsever Kürt halkı,
ilk fırsatta sana da saldıracak olan barbarlara
karşı direnmektedir. Kobane'ye sahip çıkmak,
kendi haklarına, kazanımlarına sahip çıkmaktır!
Direnişe katıl!
Laikler!
Laik bir yaşam kültürünün, emperyalizmin kuklası
olmuş TC'den, Nato'nun maşası ordu'dan veya
başka bir yerden gelmeyeceği apaçık ortadadır.
Ortadoğu'da laik ve demokratik yaşamın asgari
koşullarının sağlandığı tek yer Rojava'dır.
İnsanların inançlarını demokratik bir biçimde
yaşadığı Kobane senindir! Kobane'ye sahip çık!
Direnişe katıl!
Samimi dindarlar!
Ortadoğu'da din adına vahşet yaratanlar, samimi
dindarlar değildir, emperyalizmin ve işbirlikçi
yönetimlerin barbar uşaklarıdır. İslamı kendi
çıkarları için kullanan vahşi din tüccarlarıdır.
Esir alınan kadınları, çocukları satmak, tecavüz
etmek, insanları parçalamak, kendisi gibi olmayan
herkesi barbarca yok etmeye çalışmak samimi
bir dindarın işi olabilir mi? Kobane ve Rojava
Ortadoğu'da tüm inanç sahiplerinin özgürce inançları
yaşadıkları tek yerdir. Kobane senindir! Sahip
çık! Direnişe katıl!
09.10.2014
KOBANE DİRENİŞİ
BİZİMDİR!
FAŞİZME KARŞI KOBANE'YLE
OMUZ OMUZA!
ORTADOĞU FAŞİZME,
EMPERYALİZME MEZAR OLACAK!
BİJİ BERXWEDANA KOBENE!
BİJİ BERXWEDANA ROJAVA!
ROJAVA KAZANACAK!
EZİLEN HALKLAR KAZANACAK!
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEPHESİ |
Gün Namus Günüdür!
Kobane İçin Her Şeyi Yapmanın Günüdür!
Günlerdir
AKP'nin desteklediği IŞİD saldırılarına karşı
kahramanca direnen Kobane halkını katletmeye
yeminli TC Oligarşisi, bu sabah üç tarafından
kuşatılan Kobane'nin Mürşitpınar sınır kapısındaki
askeri güçlerini çekip, bu alanı da IŞİD katillerine
bırakarak Kobane'nin dört bir taraftan kuşatılmasını
sağladı. Böylelikle askeri gücünü kullanarak
Kobane'ye Kuzey Kürdistan halkının yardımını
tamamen kestiği gibi direnen Kobane halkını
da katillerin insafına bıraktı.
Yaşanan ikinci bir
Sabra Şatilla'dır. Sabra Şatilla'da Hristiyan
Falanjistleri katliam yaptırmak için kampa salan
İsrail güçlerinin başındaki Ariel Şaron neyse,
Tayyip Erdoğan da odur. İnsanlık düşmanı, eli
kanlı bir katilden başka hiçbir şey değildir.
Gün, günlerdir ağır
silahların, tankların topların ateşi altında
kahramanca direnen Kobane için sokağa çıkma
günüdür. Gün, işbirlikçi olmayan Kürde ölüm
fermanını yazmış olan emperyalizmden, işbirlikçilerinden
ve bunlarla birlikte hareket eden her kesimden
hesap sorma günüdür. Gün, Direnen Kobane Halkı
İçin Elden Gelen Her Şeyi Yapmanın Günüdür!
Günlerdir ülkenin
her köşesinde başlayan protestoları daha da
yaygınlaştırmak ve bulunulan her alana yaymak,
Kobane için yapılabileceklerin başlangıcıdır.
Bu savaş bizim savaşımızdır. IŞİD, Adana'da
halka karşı ilk kurşunlarını sıktı bile. Bu
savaşın her cephesinde yer almak için tüm güçlerimiz
seferber olmalıdır.
Bugün (7 Ekim 2014)
saat 20:00'de İstanbul'da Kadıköy Altıyol ve
Taksim Galatasaray Meydanı'nda yapılacak olan
gösterilerin yanı sıra tüm ilçelerde de AKP
bürolarına yürüyüşler düzenlenecek. Ayrıca 9
Ekim günü HDP'nin İstanbul Saraçhane'de saat
14:00'te yapacağı yürüyüşe destek verilecek.
Bugün yapılacak olan tüm eylemlerin listesi
ise şöyle:
İSTANBUL
Bağcılar DBP önü saat 14:00
Beşiktaş Kartal saat 18:00
Kadıköy Boğa saat 12:30
Sultangazi DBP ilçe örgütü saat 13:00
Esenler Dörtyol Meydan saat 15:00
Şirinevler Meydan saat 15:00
Sarıgazi HDP önü saat 17:00
Gaziosmanpaşa DBP önü saat 15:00
Diğer
İller:
İzmir Konak Eski Sümerbank önü saat 16:00
Ankara Sakarya caddesi 15:00
Adana İnönü parkı saat 16:00
Artvin Hopa Meydan saat 13:00
Çorum Özdoğanlar Kavşağı saat 18:00
Antalya Kapıyol Halkbank önü saat 14:00
İzmit Merkez Bankası önü saat:14.00
Bursa Kent meydanı 14:00
Gemlik Dereboyu Taşköprü saat 18:00
Antakya Eğitim Sen önü 14:00
Marmaris Atatürk heykeli önü 19:00
Eskişehir Adalar Miğros önü saat 14:00
Batman DBP il örgütü önü saat 12:00
Mersin Özgür Çocuk Parkı saat 17:00
Tarsus Yarenlik alanı saat 15:00
Yalova DBP önü 13:00
Van Sebze hali kavşağı saat 13:00
Siirt DBP il örgütü önü saat 14:00
Dersim Sanat Sokağı saat 17:30
Bingöl DBP il merkezi önü 13:00
Elazığ DBP il merkezi saat 12:00
Denizli Çınar Meydanı saat 11:00
Çorum Özdoğanlar Kavşağı saat 18:00
Amasya Anıt önü saat 15:00
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEPHESİ |
İstanbul'da
İşçi Katliamı:
10 İşçi Katledildi
İşçi katliamları sürüyor.
İstanbul Mecidiyeköy'deeski Ali Sami Yen Stadyumunun
ve Tekel Likör Fabrikasının bulunduğu araziye
yapılan Torun Center adlı Rezidans inşaatında
6 Eylül günü inşaat asansörünün 32 kattan yere
çakılması sonucu asansörde bulunan 10 işçi parçalanarak
yaşamını yitirdi. İnsanlık dışı koşullarda yaşayan
ve çalıştırılan işçiler, yaşamak için çalışmak
zorunda olan işçiler, tıpkı Soma'daki sınıf
kardeşleri gibi "yaşamak için" öldüler.
Mantıkta böyle cümlelere "paradoks"
denir. Ama kapitalizm öylesine mantık dışı bir
sistemdir ki paradoksları bitmez. Güya suçluları
yakalamak için son sistem silahlarla ve teklonojik
araçlarla donatılmış olan polis güçleri, bu
cinayeti protesto edenlere saldırır. Sömürücü
katil sistemin basındaki uşakları "olay"
sonrasında "güvenlik önlemlerinin artırıldığını"
yazar. Sözkonusu olan patronların güvenliğini
sağlayan polislerin oraya yığılmasıdır. Sağlık
ekibinden, kurtarma ekibinden çok polis görürsünüz
cinayet yerinde. Kapitalizmin işçilere verebileceği
başka bir şey de yoktur zaten: sadece yaşamını
sürdürebilecek bir ücret, polis copu, biber
gazı, işkence ve ölüm.
Ülkemizde yaşanan
durum diğer kapitalist ülkelerde yaşananların
daha ötesindedir. Ülkemizde işçi sınıfının mücadelesinin
zayıflığı ve dağınıklığı, sendikaların çoğunlukla
sistem içi "uzlaşma" mekanizmaları
haline getirilmesi işçi sınıfına siyasal önderlik
yapma iddiasındaki devrimcilerin, sosyalistlerin
zayıflığı ve dağınıklığı gibi unsurlar yaşanan
katliamlar karşısında hesap sorma hareketlerinin
de yeterli toplumsal etkiye ulaşamamasını beraberinde
getirmektedir.
Tüm dünyada egemen
olan neo-liberal sömürü modelinin ülkemizde
bu denli vahşice uygulanabilmesini sadece devlet
baskısı, polis terörü ile açıklamanamaz. Bu
mekanizmalar elbette etkilidir ama bunların
para etmediğini sınıf mücadelesi tarihi defalarca
göstermiştir. Neo-liberal politikalar sonucu
"sosyal devlet" uygulamalarının birer
birer tasfiye edilmesi yıllardır bilinen, yazılan
bir gerçek. Özellikle AKP iktidarı döneminde
ise ortadan kaldırılan bu uygulamaların yerini
çok daha ideolojik farklı mekanizmalar almıştır.
Daha Turgut Özal döneminde Fak Fuk Fon (Fakir
Fukaraya Yardım Fonu) ile başlayan ve yeşil
kart ile devam eden bu tarz, AKP döneminde çeşitlenerek,
zenginleşerek ve ideolojik anlamda da derinleşerek
yeni bir toplumsal kontrol mekanizmasına dönüşmüştür.
Deyim yerindeyse suni dengeye yeni bir unsur
olarak eklenen bu mekanizmalar Deniz Feneri,
evde bakım hizmetleri, kömür, erzak dağıtımı,
bakıma muhtac olanlara ve onlara bakacak olanlara
maaş bağlanması gibi birçok "sosyal devlet"
uygulamasını "şükretme" şartına bağlayarak
siyasi-ideolojik bir silah haline getirmiştir.
Sendikal hakları
ve örgütlülükleri her geçen gün gerileyen işçi
sınıfı, bu farklı mekanizmalar aracılığıyla
sisteme ideolojik ve politik olarak boyun eğmek
şartıyla yaşamını sürdürebilecek, ya da biraz
daha nefes alabilmesini sağlayabilecek bu olanaklar
aracılığıyla kendisini iliklerine kadar sömüren
ve öldüren bu sisteme "duacı" hale
getirilmiştir.
Bu katliam sisteminde
bir toplu cinayet daha yaşandı. Daha Soma katliamı
belleklerden silinmeden yaşanan bu katliam sonrasında
da herkes elinden gelen her şeyi yapıyor, yapacak.
Ancak mevcut sınıf iktidarının toplumda oluşturduğu
bu yeni tipteki denetim ağını parçalayacak,
en azından zayıflatacak yeni ideolojik-politik
araç ve yöntemler geliştirilmeksizin bu "makarna
kömür dağıtım sisteminin dıştaladığı" kitlenin
dışında bir etki alanı oluşturmanın güçlüğü
de ortada. Bu koşullarda ideolojik mücadelenin
önemi ve etkisi tekrar kendini gündeme getirmek
zorunda. Çünkü böylesine bir kuşatmayı yarabilecek
yegane güç (daha etkin bir sosyal yardım mekanizmasını
kendimiz oluşturamayacağımıza göre; çünkü biz
onlar gibi zengin değiliz) ideolojik ve örgütsel
güçtür.
Bu mücadelenin sonuç
alabilmesi için ise bu mücadeleyi yürütecek
olanların ideolojik donanımlarının buna yeterli
olması gerekir. Yaşayabilmek için bu mekanizmalara
muhtac olan insanları rencide etmeden, suçlamadan,
yapılmakta olanın politik anlam ve içeriğini
deşifre eden ve bu sistemin bizleri nasıl katlettiğine
vurgu yapan bir çalışma, ancak uzun vadede sonuç
alabilcektir. Ancak sistemin ideolojik tekelini,
bu ideolojinin toplumsal dokuya her geçen gün
daha fazla nüfuz etmesinin önüne geçmenin tek
yolu da budur. Kaba bir ekonomik, siyasal teşhir
yer yer çok çarpıcı olsa da, insanların inanç
sistemlerinin nasıl sömürü malzemesi olarak
değerlendirildiğini basamak basamak izleyerek
gözler önüne seren bir mantık mekanizması başlangıçta
belirttiğimiz "mantıksızlığın" yerini
almadıkça dengelerin değişmesi kolay olmayacak.
Karşımızda ciddi
bir iç tutarlılıkla örülmüş bir ağ var. Bu ağı
en zayıf noktasından tutup parçalamaksızın yaşanacak
yeni katliamlar karşısında benzer protestolar,
tepkiler ve TOMA-biber gazı kuşatmasında herkesin
"kendi üzerine düşen görevi yaptığı duygusuyla"
giderek sönümlenecek bir mücadele hattıyla sınıfın
yaşamına ulaşabilmemiz ve bu temaslardan kalıcı
sonuçlar çıkarabilmemiz daha da güç olacaktır.
Sözkonusu ideolojik mücadele ise sistemi hedef
alan ve çözüm olarak devrimi, sosyalizmi gündeme
getiren bir mevcut hükümetin teşhiriyle yetinen
bir noktada kaldıkça asla kalıcı sonuçlara ulaşamayacaktır.
Ölüme karşı yaşamı, sömürüye karşı adaleti,
baskı ve zulme karşı özgürlüğü savunmanın, kısacası
insanlığı savunmanın yolu buradan geçmektedir. |
Didar Abla
Mezarı Başında Anıldı
12 Eylül sonrasında başta
cezaevlerindeki insanlık dışı koşulların, işkence
ve katliamların durdurulup sorumlularından hesap
sorulması ve tüm bunlara karşı direnişleriyle
insanlık onurunu ayakta tutan devrimci tutsaklara
sahip çıkılması mücadelesini örgütleyen bir
avuç devrimci tutsak yakınının en önünde yürüyen,
onlara her adımda cesaret ve coşku veren; ve
bu başlangıç noktasını 12 Eylül cuntasının tüm
anti-demokradik uygulamalarına karşı bir mücedele
hattına yükselterek İnsan Hakları Derneğinin
kurucuları arasında yer alan Didar Ablamızı
1 Eylül 2014 pazartesi günü, mezarı başında
andık. O dönemde yanında olan yoldaşlarıda bu
onurlu günde bizimle birlikteydi. Saat 12.30'da
mezarı başında Emek ve Özgürlük Cephesi pankart
ve filamalarıyla anma gerçekleştirdi. Anma bir
dakikalık saygı duruşu ile başladı, Didar Şensoy
ölümsüzdür, yaşasın devrimci mücadele, devrim
şehitleri ölümsüzdür sloganları atıldı. Basın
metni ve şiirlerle anma sona erdi. Devrimci
mücadelenin kadın önderlerinden olan Didar ablamızın
döneminde yanında olan yoldaşları bizlere Didar
Şensoy’la ilgili anılarını paylaştılar.
İnsanlık tarihinde
ışıklı günler için çarpışmış, mücadele etmiş
sayısız kadınlar vardır. Bunlar arasında 1871
tarih komunü’nün barikatlarda korku ve bezginlik
bilmeyen kahraman öğretmen Lause Michel ve Paris
komünü için savaşan rus kadını Elizabeth Dimitriev,
I. Dünya Savaşı sırasında Almanya genel kurmayının
emriyle katledilen Rosa Luxemburg, Proleter
Enternasyonalizim timsali J.Annelabourbe, Arjantin’de
cunta sırasında ortadan kaybolan çocuklar için
mücadele eden Plaz de Maya Anaları, Bolivya’da
maden direnişlerinde ön saflarda yer alan, olmadık
eziyet ve işkencelere uğramış DAMİTİLA, NİKARAGUA’da
SANDİNONUN KIZLARI, II. Dünya savaş’ında Nazi
işkalcilerine karşı yiğitçe direnen partizan
TANYA ilk akla gelen insanlığının kartallarıdır.
İşte Didar Şensoyda
böyle bir kartaldı. O bütün Türkiye devrimcilerinin
anısında aziz olmakla kalmayacak, insan onurunu
korumak mücadelesinde gelecek kuşaklara örnek
olacaktır. Onun en koyu baskı, işkence ve karanlık
günlerde ” Dayanın Aslanlarım, Dayanın Yiğitlerim,
Boyun Eğmeyin ” diyen sesi insan onurunu yaşatma
mücadelesini yürütenlerin her zaman kulaklarında
olacak ve yol gösterecektir.
Hepimizin annesi,
ablası ve kardeşi olan Didar Şensoy, onurlu
ve ölümsüz bir kavganın unutulmayacak olan alevidir.
Bu bir tarihtir.
Didar Şensoy ismi
Türkiye’nin bir döneminin içinde kendince bir
yeri tutar. Bu dönem generaller çetesinin ülkeyi
kana buladığı bir dönemdi. Bütün ülkenin kocaman
bir işkence haneye çevrildiği, dar ağaçlarında
halkın en yiğit çocuklarının katlediğildiği,
cezaevlerinin dolup taştığı günleri yaşıyorduk.
Toplumsal muhalefetin kitlesel biçimleri ve
örgütleri ezilmiş, devrimciler büyük darbelerle
sarsılmışlardı.
Bugün anti-militarist
kabadayılıklar yapan basın tekelleri cunta şakşakcılığı
içinde gırtlaklarına kadar batmışlar, burjuva
aydın takımı ise fırtanın geçmesini yüzkızartıcı
bir sessizlikle bekliyorlardı.
Bu ortamda içi-yüreği yanmış bir avuç insan
sokaklaradaydı.
Bir avuç dertli insan, oğullarının, kızlarının
ardından hapishane hapishane, karakol karakol
koşuşturuyorlardı. Yaralı kartallar gibi zulüm
yuvalarının üzerinden uçuyordu.
Önce kendi dertlerinin
peşinde koşuyorlardı. Daha sonra, yavaş yavaş
kendi oğullarını, kızlarını bir büyük ailenin
parçası olduğunu farkettiler ve sonra, bir gün
kendilerininde o büyük ailenin bir parçası olarak
gördüler. Yağmur, çamur, hakaretler, coplar
ve ölüm tehditleri onları yıldıramadı. İnatla
ve inatla zulmün üstüne üstüne yürüdüler.
ONLARA
BORÇLUYUZ !
Devrim davasının,
özgürlük davasının bu yılmaz savaşçısına çok
şey borçluyuz.
VE DİYORUZKİ DİDAR
ABLA
SOYLU ANILI KUŞANARAK
SAVAŞACAĞIZ !
ZAFER HESABINI SORMANIN
GERÇEK BEDELİ OLACAK…
SAVAŞIMIZDA YAŞAYACAKSIN !
SAVAŞIMIZDA YAŞANACAKSIN !
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEPHESİ
|
Aydın
Sıral Yaşamını Yitirdi
12
Eylül öncesinde Devrimci Sosyalist Hareketimizin
saflarında yer alan Aydın Sıral, yaşamını yitirdi.
Aydın Sıral'ın cenazesi 22 Ağustos 2014 cuma
günü Büyükçekmece Merkez Camisinden, öğle namazının
ardından alınarak Kasımpaşa Kulaksız Mezarlığında
toprağa verilcek. |
Rojova ve Şengal
Halkıyla Dayanışmayı Büyütelim
Başta
ABD olmak üzere, tüm emperyalistlerin Ortadoğu'yu
kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etme planları
vahşi kanlı adımlarla sürüyor.
Filistin,
Lübnan, Suriye, Rojava, Irak ve şimdi de Güney
Kürdistan bu kanlı planların ürünü olan vahşetle
sarsılıyor. Emperyalistler bölgemiz Ortadoğu'nun
ulusal, dinsel, mezhepsel ve benzeri her açıdan
sürekli eşitsizlikler, çatışmalar ve kaos içinde
kalmasını ve böylece işbirlikçilerini diledikleri
gibi yönlendirmeyi, bölge halklarını kendi "insani
yardımları"na muhtaç bırakmayı, kendilerini
"huzuru" sağlayacak "yardımsever"
son çare olarak göstermeyi hedefliyorlar.
IŞİD
Nedir? Kimler Yaratmıştır? Onunla Ne Yapılmak
İsteniyor?
Bu
noktada, Suriye ve Rojava'da, Irak ve Güney
Kürdistan'da kullandıkları en son araç kendini
Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) yada (İD) olarak
tanımlayan vahşi bir çete.
Tüm
kamouyunun apaçık gördüğü üzere, IŞİD çetesi
kuran, büyüten ve destekleyen ana güç ABD emperyalizmidir.
Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan gibi bölgesel
gerici faşist işbirlikçi devletler ise IŞİD
çetesine her türlü yardımı sağlayarak onun gelişmesinin
önünü açıyorlar.
ABD
emperyalizmi, IŞİD aracılığıyla Suriye'deki
gerici, faşist çete güçlerinin en azından büyük
bir bölümünü toparlamayı, Irak'da mevcut Irak
devleti tarafından kontrol edilemeyen sunni
Arap bölgelerinden başlayarak, Suriye'yi de
kapsayan birleşik yeni, vahşi bir sunni Arap
devleti yaratmayı hedefliyor. Aynı zamanda,
Kürtlerin Rojava Kürdistanında yarattığı ve
bölge açısından yegane demokratik halkçı iktidarlaşmanın
kendisi için yaratabileceği tehlikeleri tasfiye
etmeyi planlıyor. Bunların mümkün olamadığı
koşullarda ise yarattığı bu canavarın oluşturduğu
kaos ortamından yararlanarak, bölgedeki bütün
ülkeleri ve güçleri istikrarsızlaştırmayı, dilediği
zaman ve biçimde kendi müdahalelerine açık hale
getirmeyi hedefliyor.
Katar
ve Suudi Arabistan gibi işbirlikçi faşist devletler,
IŞİD çetesini destekleyerek bir yandan ABD emperyalizminin
aşağılık kuklaları olarak ona hizmet ediyorlar.
Diğer yandan, İŞİD çetesine ve oluşturdukları
başkaca gerici-faşist çete gruplarına verdikleri
destekle, Arap baharı ile birlikte bölgede oluşan
demokrasi ve özgürlük istemlerini, bölgede oluşabilecek
her türlü demokratik seçeneği boğmayı, bölgeyi
mezhepler temelinde kutuplaştırmayı ve sunni
mezhebine dayalı, kendilerinin başını çekeceği
bir blok oluşturmayı hedefliyorlar.
TC
ve onun egemen partisi AKP'de Katar ve Suudi
Arabistanla benzeri plan ve hedeflerle IŞİD'in
baş bölgesel destekçisi konumundadır. AKP;
- ABD emperyalizminin
bölgesel planlarına destek vermek,
- IŞİD veya başkaca
vahşi çeteler eliyle oluşacak sunni devletini
kontrol ederek bölgede mezhepsel temelde oluşacak
kutuplaşmaya önderlik etmek
- ve tabii ki daha
özel bir hedef olarak Rojava Kürdistan'ında
Kürt ulusal demokratik hareketinin yarattığı
halkçı demokratik seçeneği yok ederek, Kürt
ulusunun ulusal demokratik mücadelesine ağır
bir pratik ve moral darbe vurmak için
IŞİD çetesine büyük
bir destek sağlıyor.
Halklarımız,
emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin IŞİD
eliyle yarattığı vahşet ve korkuya teslim olmadı,
olmuyor! Vahşet ve rezil saldırganlık kahramanca
direnişle karşılığını buluyor!
Her
türden insani değerden, kuraldan yoksun olan
ve bunu da apaçık ilan eden IŞİD çetesi Suriye'de
başta Arap Aleviler olmak üzere kendisi gibi
düşünmeyen herkese karşı kafa kesme, tecavüz,
toplu katliam vb. en vahşi biçimde saldırıyor.
Suriye devletinin sınırları içinde kalan Rojava
Kürdistan'ı ise bu saldırılara en yoğun biçimde
maruz kalan bölgeyi oluşturuyor. Rojava halkı
ve onun silahlı direniş gücü YPG, kahramanca
direnişlerle IŞİD çetesine karşı koydu onları
püskürtüyor ve pek çok bölgeden söküp atıyor.
Direniş hala sürüyor.
Suriye
ve Rojava Kürdistan'ında şimdilik bozulan planlar
ve oyunlar, Irak'da ve Güney Kürdistan'da daha
vahşi biçimler altında yeniden gündemde.
IŞİD
Çetesi Neden Yeniden Irak ve Güney Kürdistan'ın
Üzerine Salındı?
Ortaya
çıkan belgeler, ABD emperyalizminin önderliğinde
Suudi Arabistan, Türkiye, Ürdün gibi bölgesel
işbirlikçi güçlerin ve IŞİD, Saddamcı güçler
vb. gerici-faşist Iraklı grupların katılımıyla
bir süre önce Ürdün'de bir toplantı yapıldığını
ortaya koyuyor. Rojava halkının büyük direnişiyle
gerileyen, barbar IŞİD çeteleri bu toplantı
da alınan kararlar doğrultusunda, bu kez Musul
başta olmak üzere Irak'ın sunni bölgelerine
yönlendirildi. IŞİD çeteleri yanlarına aldıkları
diğer yerel gerici faşist güçlerle birlikte,
Irak'ın sunni bölgelerinde hiç bir itibarı ve
otoritesi kalmamış olan, mezhepçi ayrım yapan
çürümüş şii Irak hükümetinin güçlerini Musul
başta olmak üzere pek çok sunni Arap kentinden
doğal olarak kısa sürede ve eşine az rastlanan
bir vahşet örneği yaratarak söküp attı. Binlerce
şii Arap'ı, Türkmen'i ve esir askeri kurşuna
dizerek, başlarını keserek katletti. Yüzbinlerce
insan en ağır koşullarda evlerini terk etti.
Sadece bu da değil, binlerce yıldır bölgede
yaşayan yüzbinlerce Hıristiyan Arap ve Süryani
de sadece Hıristiyan oldukları için topraklarından
atıldılar. Yüzlerce Hıristiyan katledildi.
Son
bir haftadır IŞİD çeteleri yüzlerini Güney Kürdistan'a
dönmüş durumda. Güney Kürdistan'ın bir parçası
olan, ancak ABD emperyalizmi ve gerici Irak
hükümeti tarafından Federal Kürt bölgesinin
sınırları dışında tutulan Kerkük, Şengal, Mahmur
ve Diyala bölgeleri, IŞİD çetelerinin yoğun
saldırısı altında.
Musul'da
kazandıkları alanları Güney Kürdistan'a doğru
büyütmeye çalışan IŞİD çeteleri, Ezidi Kürtlerin
yaşadığı Şengal bölgesine dönük büyük bir saldırı
başlatmış durumda. Hemen ardından, 1990'lı yıllarda
TC'nin yürüttüğü kirli savaşta köyleri yakılarak
göçe zorlanan onbeş bin civarındaki Kuzey Kürdistanlının
göç ederek yerleştiği Mahmur bölgesine saldırı
başlatıldı. Ezidi Kürtlerin yaşadığı kasabaları
ve bir çok köyü ele geçiren IŞİD çeteleri büyük
bir katliamın startını da verdiler. Şu ana değin
üç bine yakın Ezidi Kürt katledilmiş durumda.
500'ün üzerinde kadın cariye yapılmak ve satılmak
üzere kaçırıldı. Mazlum Ezidi halkından yüzbinlerce
insan aç, susuz dağlara sığındı. Tam bir insanlık
trajedisi yaşanıyor. Yüzlerce kadın, çocuk ve
yaşlı insan açlık ve susuzluk sonucu yaşamını
yitirdi, yitirmeye devam ediyor. Rojava'nın
direniş gücü YPG, ardından HPG güçlerinin saldırıya
karşı Şengal bölgesine gelerek direnişi başlatmasıyla
birlikte, faşist barbar IŞİD güçleri şimdilik
durduruldu. IŞİD çeteleri, saldırıyı başlattığında
kaçan peşmerge güçleri, YPG ve HPG'nin bölgeye
gelerek direnişi başlatması ve bölge halkını
Şengal Direniş Birlikleri içinde özsavunma gücü
olarak örgütleyip direnişi büyütmesinin ardından
geri dönerek direnişe katılmış durumdalar.
IŞİD
Çetesinin Kendi Hesapları Nedir?
Emperyalistlerin
ve bölgesel gerici-faşist devletlerin IŞİD vb
kontra örgütler kurarak yaptığı hesaplar hiç
bir zaman tam olarak tutmamıştır. Bu tür silahlı
kontra çeteleri hiç bir zaman onu yaratanlar
tarafından tam olarak kontrol edilememiştir.
IŞİD gibi kontra örgütlerin güçlendiklerinde,
kendilerini kuran ve destekleyen emperyalistlerin
ve işbirlikçi devletlerin planlarının dışında
daima kendi özel hesapları da olmuştur. Bu tür
hesapların bir sonucu, kendisine sınırsız destek
veren TC'nin Musul Konsolosluğunu basarak 49
görevliyi rehin almasıdır. TC'nin herhangi bir
nedenle kendisine verdiği desteği kesmesini
bu yoldan önlemeyi hedeflemiştir. Bölgedeki
tüm vahşi gerici örgütlerin destekçisi olan,
sağa sola efelenen Tayyip'in eli kolu bir anda
bağlanmıştır. Ezidi Kürtlerin yaşadığı Şengal'e,
Kuzey Kürdistan'dan göçerek Mahmur'a yerleşen
ve demokratik halkçı nitelikler taşıyan halka,
ardından Hıristiyan kenti Karakuşa'a saldıran
faşist IŞİD'in bu vahşi adımlar üzerinden yaptığı
hesap ise, Rojava ile sınır olan Şengal bölgesini
ele geçirerek Rojavayı kuşatmak, Mahmuru ele
geçirerek yurtsever halka korku salmak ve mümkünse
Hewler ve daha ilerisine doğru ilerleyerek egemenlik
alanını büyütmektir.
ABD
Emperyalizmi Neden IŞİD'e Küçük Çaplı Saldırılar
Düzenliyor?
Güney
Kürdistan'daki Barzani yönetiminin bölge petrolünü
Türkiye üzerinden satma, bağımsızlık ilanını
gündeme alma vb. gibi adımlarını, "başına
buyruk" davranışlar ve kendi kontrolünü
ve planlarını bozan durumlar olarak gören ABD
emperyalizmi başlangıçta IŞİD'in Güney Kürdistan'a
saldırılarını sessizce izleyerek, Barzani'nin
yardım çağrılarına kulağını tıkayarak IŞİD'e
zımni destek verdi. Ancak, Ezidi ve Hıristiyan
halka yönelik yaşanan katliamın dünya kamuoyuna
mal olmaya başlaması ve daha da önemlisi Rojava'nın
ve Kuzey Kürdistan'ın ulusal demokratik halkçı
direniş güçleri YPG ve HPG'nin bölgeye giderek
büyüyen bir direniş başlatması üzerine, ABD
emperyalizmi "yardımsever", "demokratik"
büyük güç olarak "harekete" geçmeye
karar verdi. Yurtsever demokratik halkçı güçlerin
direniş inisiyatifini almaları ile birlikte,
emperyalistlerin, bölge gericiliğinin ve IŞİD
çetelerinin hesabı bozulmuş, saldırı siyaseten
geri tepmiştir.
Güney
Kürdistan'daki Barzani yönetimine ders vermek
isterken, kendileri için çok daha tehlikeli
olan demokratik halkçı seçeneğin büyümesi imkanları
açılmıştır. Rojava ve Kuzey Kürdistan'da zaten
oldukça büyük bir halk desteğine ve örgütlü
güce sahip olan Kürt ulusal demokratik hareketi
Güney Kürdistan'da, ABD emperyalizmi ve bölgesel
gerici-faşist güçler ile işbirliği içindeki
Barzani güçleri tarafından sürekli sınırlanmış
ve pek çok kez saldırıya da maruz kalmıştır.
Emperyalist ve bölgesel gerici-faşist güçler,
yurtsever halkçı Kürt ulusal demokratik güçlerin
Şengal ve Mahmur direnişini örgütleyerek Güney
Kürdistan'da prestij kazandığını ve onları sınırlayan
Barzani'nin bu sınırlamaları sürdüremediğini
görmüşlerdir. Tam da bu noktada, ABD emperyalizmi
IŞİD'e yönelik sınırlı hava saldırılarını gerçekleştirdi.
Barzani yönetimine desteğini açıkladı ve sınırlı
silah desteği sağladı. IŞİD'e yönelik bu sınırlı
saldırıların arkasında esas olarak yurtsever
demokratik güçlerin direniş başlatarak inisiyatif
ele geçirmelerini engelleme, en azından gölgeleme
ve Barzani güçlerini yeniden aktifleştirme ve
öne çıkarma çabası vardır. IŞİD'e verdikleri
desteği gizleme, onun engellenmesinde kendilerinin
de pay sahibi olduğu imajını yaratma isteği
vardır. Dahası IŞİD çetesine de artık dur, Irak'da
sunni Arap bölgesinin dışına fazlaca taşma denilmiştir.
Aynı oyun, IŞİD çeteleri Musul'u ele geçirirken
de oynanmıştı. ABD emperyalizmi Musul'un ve
pek çok sunni Arap kentinin IŞİD çetesi tarafından
ele geçirilmesini sessizce izledi. İşbirlikçi
şii Irak hükümetinin yardım taleplerine cevap
dahi vermedi. Ancak ne zaman ki, IŞİD Irak'ın
başkenti Bağdat'a yaklaştı, hem şii hükümet
gerekli dersi aldığı için, hem de IŞİD'e dur
mesajı vermek ve dünya kamuoyuna IŞİD çetelerine
karşısında sessiz kalmadığını göstermek için
şii Irak hükümetine çok sınırlı bir destek verildi.
Patronun kim olduğu, "büyük kurtarıcı"nın
kim olduğu, herkesin sınırlarını belirleyenin
kim olduğu gösterilmişti. Şimdi bu bu oyunun
Güney Kürdistan versiyonu oynanmaya çalışılmaktadır.
Emperyalist
Plan ve Oyunların Çarptığı Duvar Neresidir?
Emperyalistlerin
ve bölgenin gerici-faşist devletlerinin bu saldırganlığı,
oyunları Rojava'da, Şengal'de, Mahmur'da yurtsever
halkçı Kürt ulusal demokratik hareketinin, YPG
ve HPG'nin kendi özgücüne güvenerek başlattığı
direniş duvarına çarpmıştır.
Direniş
ve Dayanışma Halkların, Emekçilerin En Büyük
Silahıdır!
Rojava'daki
halkçı demokratik iktidar ve direniş güçleri
Güney Kürdistan'a umut oluyor. Halkçı yurtsever
demokratik direniş Güney Kürdistan'da Şengal'de,
Mahmur'da boy veriyor. Unutmayalım, bölgemiz
Ortadoğu'da bugün kendi özgücüne güvenerek halkçı,
demokratik bir iktidarın filizlendiği tek yer
Rojavadır. Rojava bölgemizde yaratılmak istenen
karanlıklar denizinde direnen, kökleşen yegane
ışıklı alandır. Onu desteklemek, demokrasi ve
özgürlük isteyen her insan için bir görevdir.
Direniş
büyüyerek sürüyor. Ancak tehlikede sürüyor.
Rojava halkına, Ezidi Kürt halkına, Hıristiyan
Arap ve Süryani halkına, Şii Türkmenlere, demokratik
özgürlükçü güçlere yönelik katliamlar henüz
sona erdirilebilmiş değildir.
Katliamcı
çetelere dur demek için, var gücümüzle bölgedeki
halklarla dayanışmamızı büyütelim! Dayanışmaya
dönüşmeyen, öfkenin hiç bir anlamı yoktur. Aç
susuz, saldırı altında hayatta kalmaya çalışan
çocuklar, kadınlar, yaşlılar, tüm insanlarımız
için her birimizin, hepimizin yapacağı küçük
büyük bir dayanışma biçimi mutlaka vardır. Her
türlü dayanışma biçimiyle halklarımızın yanında
olalım!
Rojava,
Şengal, Mahmur için yaptığımız her dayanışma
pratiği emperyalizmin bölgedeki kanlı oyunlarını
bozan bir yumruk olacaktır.
Rojava,
Şengal, Mahmur için yaptığımız her dayanışma
pratiği, IŞİD çetelerini destekleyen gerici-faşist
AKP politikalarının ülke içindeki ve bölgemizdeki
barbar planlarına, hayallerine vurulmuş bir
darbe olacaktır.
Rojava,
Şengal ve Mahmur için yaptığımız her dayanışma
pratiği Türkü, Kürdü, Arabı, Çerkezi, Lazı,
Boşnağı, Pomağı, Süryanisi, Ermenisi, Sünnisi,
Alevisi, Ezidisi, Hıristiyanı tüm halklarımızın,
inanç sahiplerinin, emekçilerin, işçilerin,
yoksulların, ezilenlerin demokratik, özgür ve
insanca bir yaşamı birlikte kurmaları için tuğla
olacaktır.
IŞİD,
EMPERYALİZMİN VE BÖLGE GERİCİLİĞİNİN VAHŞİ,
BARBAR ÇETESİDİR!
HALKLARIMIZ
KORKU VE VAHŞETLE TESLİM ALINAMAYACAK!
YAŞASIN
ROJAVA, ŞENGAL VE MAHMUR DİRENİŞİ!
YAŞASIN
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ VE DAYANIŞMASI!
EMEK
VE ÖZGÜRLÜK CEHPESİ
EMEK
VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ / AVRUPA İNİSİYATİFİ |
Basına,
Devrimci-Demokratik Kurumlara
ve Halklarımıza
Nurtepe'den
başlayarak daha sonra Gazi, Okmeydanı ve Sarıgazi
gibi bölgelere de sıçrayan olayları kaygıyla
izlemekteyiz.
En son bu çatışmalı
ortamda 16 yaşında bir gencimizi kaybettik.
Son yıllarda, benzer
olaylar yaşanmakla birlikte, sonuçları itibariyle
en ağır olan olay bu oldu.
Biz Emek ve Özgürlük
Cephesi ve Barikat Dergisi olarak, devrimci-demokratik
kurumlar arası ilişkilerin sağduyu, diyalog
ve siper yoldaşlığı çerçevesinde yürütülmesi
gerektiğini düşünüyoruz. Yine bu kurumlar arasında
çıkan sorunların da aynı anlayışla çözülmesi
gerektiğine inanıyoruz.
Aksi yöndeki davranışlar
ve açıklamalar provokasyona ve devletin müdahalesine
açık ortamlar yaratmaktadır. Bugün yaşanan da
budur.
Bu yaklaşımdan hareketle
Halk Cephesi ve HDP'yi birbirlerine yönelik
olarak uyguladıkları şiddeti kayıtsız şartsız
durdurmaya, en azından bundan sonrası için sağduyulu
ve diyaloğa açık bir tutuma davet ediyoruz.
Sorunlar bir anda köklü olarak çözülemese bile
öncelikli adım, tüm devrimci harekete zarar
veren bu durumun derhal sona erdirilmesi olmalıdır.
Bu halklarımıza karşı da bir sorumluluktur.
Gerek bu adımın atılması, gerekse de hiç yaşanmaması
gereken bu sorunun ortadan kaldırılması için
üzerimize düşen neyse yapmaya hazırız.
Emek ve Özgürlük
Cephesi-Barikat Dergisi
1 Ağustos 2014 |
Bir
kez daha bizleri sandık başına çağırıyorlar.
Hayatın diğer her alanlarında susturulan, politika
yapma olanakları her geçen gün biraz daha daraltılan,
bırakalım politika yapmayı, yaşaması bile her
geçen gün daha da zorlaşan milyonlara "bahşedilen"
biricik "demokratik hak" olarak görülen
genel oy hakkı, bu defa da cumhurbaşkanlığı
seçimleri için kullanılacak.
Soma'daki katliamdan
kurtulan işçiler, onca afra tafradan sonra çıkarılan
torba yasada yaşam odaları kanunen zorunluluk
olarak getirilmeyip yönetmeliklere havale edildiğinden,
Türkçesi işverenin insafına bırakıldığından
(o da yaşam odası olarak değil de ihtiyaç halinde
işçilerin birkaç saat daha yaşayabilmelerini
sağlayacak malzemelerin bulunacağı odalar olarak…
O işe yaramaz malzemelerden Soma işçilerinde
zaten vardı ve ne işe yaradıkları katliamla
ortaya çıkmıştı) bu haliyle yeniden kömür ocaklarına
döndüklerinde ölmez, sağ kalırlarsa bu haklarını
kullanabilecekler.
Artık her gün kaç
kadının öldürüldüğü üzerine farklı rakamların
ortalıkta dolaştığı bu topraklarda yaşamın yarısı
olan kadınlarımızdan kaç tanesi erkek-egemen
kültürün ve onun en örgütlü ifadesi olarak yasaları,
polisi ve yargısıyla devletin ölümcül şiddetinden
paçasını kurtarırsa bu hakkını kullanabilecek.
Daha Roboski katliamının
hesabı sorulmadan, bir kişi bile bu katliamdan
dolayı cezalandırılmamışken bu defa da adına
IŞİD dedikleri kiralık katil sürüleri eliyle
Ortadoğu'nun yegane özgür yaşam vahası Rojova
Devrimini boğmaya çalışanlara karşı dişiyle
tırnağıyla direnen; ve direnişinin bedelini
kanıyla, canıyla ödese de asla özgür yaşama
iradesinden taviz vermeyen Kürt ulusunun yiğit
evlatlarından kaç tanesi sağ kalabilirse bu
hakkını kullanabilecek.
Kendi yaşamına, kentine,
kültürüne, doğasına sahip çıktığı için, mevcut
sınıf iktidarının kendisine dayattığı, sermayeye
hizmetten başka bir anlamı olmayan tüm uygulamalara
hayır dediği için, özgürlük ve demokrasi istediği,
bunu yüksek sesle ve sahibi olduğu sokaklarda
haykırdığı için Gezi Direnişinde, Haziran günlerinde
devletin polis şiddetiyle katledilen, kör edilen,
sakat bırakılan milyonlar, hala sürmekte olan
bu katliamlardan kurtulabilirlerse bu haklarını
kullanabilecekler.
Yavuz Selim'in seferlerinden
beri her fırsatta katledilen, varlığı inkar
edilen, devlet diliyle hakaretlere uğrayan,
Maraş'ta, Sivas'ta, Gazi'de, Suriye'de devletin
silahlarıyla katledilen ama bunca yıldır kimliğini,
isyancı kişiliğini ve değerlerini korumaktan
asla vazgeçmeyen aleviler Cemevi avlularında
polis kurşunlarıyla vurulmayıp sağ kalabilirlerse
bu haklarını kullanabilecekler.
Ve daha sayamadıklarımız…
Bu katliamcı sistemin
adına onlar ne derse desin biz demokrasi değil,
faşizm diyoruz. Bu sistemi kimin daha iyi sürdürebileceğine
dair bir seçim, bizim seçimimiz değildir. Tüm
iddiaları bu kapıya çıkan her iki adayı da reddediyoruz.
Yıllardır sürdürdükleri
mücadeleleriyle bu sistemin temellerinde derin
sarsıntılar yaratan, Rojova'daki özgün iktidar
biçimleriyle Ortadoğu'da emperyalizmin oyunlarını
bozan ve ezilen emekçi halklara bir alternatif
sunmayı başarabilen Kürt Halkının yanında olduğumuzu
haykırıyoruz. Ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini
de bu desteğimizi somut olarak ortaya koymanın
bir fırsatı olarak değerlendiriyor, emekçi halklarımızı
bu desteği sandıklarda göstermeye, Selahattin
Demirtaş'ı desteklemeye çağırıyoruz.
Faşizme karşı, ölüme
karşı yaşamı, özgürlüğü ve halkların kardeşliğini
savunmanın yolu, yaşananlara tavırsız kalmak
değil, taraf olmaktır. Bu doğrultuda onların
ihtiyacı oldukça önümüze konan sandıklarla yetinmeyip
hayatın her alanında Emek ve Özgürlük Cephesi
saflarında örgütlenip, faşizme karşı mücadele
ederek kendi iktidarımızı kurmanın zamanıdır.
Yüreği Kobani siperlerinde dövüşenlerle birlikte
atanlar için Rojova çok uzak değildir!
Yaşasın İşçilerin
Birliği Halkların Kardeşliği!
Yaşasın Rojava Devrimi!
24.07.2014
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEPHESİ
|
Avcılar'da
Sivas Katliamı Protesto Edildi
1993 2 Temmuz'unda Pir Sultan
Abdal Şenlikleri için orada bulunan çoğunluğu
aydın ve sanatçı 35 kişinin Sivas Madımak Otelinde
yakılarak katletmesinin üzerinden 21 yıl geçti.
Sivas'ın hesabını soracağız, unutmadık, unutturmayacağız.
Katliamı protesto
etmek için 2 Temmuz 2014 günü saat: 21.00'de
Avcılar'da meşaleli bir yürüyüş gerçekleştirildi.
Eylem EÖC, SYKP, HDP, Halkevleri, SDP, BDSP,
EMEP, ÖDP ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği
tarafından örgütlenmiştir. “Sivas’ın hesabı
sorulacak!, Faşizme karşı omuz omuza!, Sivas’ın
katili Faşist T.C. Devleti!, Devrim Şehitleri
Ölümsüzdür!, Yaşasın devrimci
dayanışma!” sloganlarıyla Avcılar Marmara caddesinden
belediyenin önüne yüründü. Burada yapılan saygı
duruşunun ardından 35 canımız YAŞIYOR sloganlarıyla
anıldı ve basın metni okundu. Basın metninde
özetle “ Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum , Malatya,
Madımak, Gazi, Roboski Katliamlarının T.C. Devleti
tarafından planlı katliamlardır. Faili devlet
olan bu katliamlar unutturulmaya çalışılınıyor
aynı Gezi'de Okmeydanı’nda Lice'de olduğu gibi
. Bu katliamları unutmayacağız, yapanları da.
‘ denildi..
Diğer Resimler ve Basın
Metninin Tamamını Okumak İçin Burayı Tıklayın |
Bir Taşeron İşçisinin
Kaleminden...
Kapitalizmin
meyvesi olan taşeronluk, insan emeğinin yeni
sisteme göre sömürme biçimi. Yani bir başkası
tarafından alınan bir işi, ucuz fiyatlarla çok
iş yaptırması ve yapılan iş tarafından iş verenin
para kazanması.
Ülkemizde devlet
tarafından ihale ile (özelikle inşaat sektörü)
işler şirketlere verilmektedir. Şirket ise işleri
hızlandırmak ve daha az ücretlerle işçi çalıştırmak
için işleri bölüm bölüm ayırıp taşeron firmalara
vermektedir. Burada çalışan işçilerin iş güvenliği
ve sağlığı göz ardı edilerek, sürekli olarak
çalışanlar binbir türlü kaza ve sağlık sorunları
ile karşılaşıyorlar. Kapitalist sistemde işçi
her zaman ezilen, sömürülen ve toplum tarafından
2. Sınıf insan olarak görülmektedir ve taşeron
işçileri en pis denilebilcek işlerde asgari
ücretle çalıştırılmakta, iş verenin ihtiyacı
bittiğinde ise kolayca kapı dışarı edilmektedir.
Yani taşeron-işçi ilişkisi az para çok iştir.
İşsizliğin ülkemizde
fazla olmasından dolayı taşeron firmaları işçileri
köle gibi kullanmaktadırlar. Bunları sigortasız,
yani kayıt dışı yövmiye sistemi olarak günde
10-12 saat çalıştırılmaktadır. Bunlar da ucuz
işçi ordulardır. Bu işçilerin başına bir kaza
geldiğinde kayıt dışı olduğu için ve bu çalıştığı
ispatlanamadığından firma hiçbir şekilde ceza
almaz. Böylece işçi sürekli hakları yenilen
kişi oluyor. Taşeron uygulamasının başka sebebi
ise çalışma mevzuatının getirdiği bazı yasal
yükümlülüklerden kaçınmaya yöneliktir. İş verenin
çalıştırılan işçi sayısına bağlı olarak ödemesi
gereken sigorta-sağlık gibi temel yükümlülüklerden
kaçmak için taşeron, işçi sayısını az göstermektedir.
Taşeronun diğer
bir amacı ise işçilerin sendikal örgütlenmesini
engellemektir. Çünkü haklarının bilen arayan
işçiler onların işine yaramamaktadır. Çok sayıdaki
işçiyi kontrol edebilmek için ise işçileri başka
iş verenlere (taşeron) bölerek az sayıda ki
işçiyi kontrol edebilmesi ve sömürmesi de kolaylaşmaktadır.
Sonuç olarak taşeron
işçileri haklarını bilmedikleri ve paraya ihtiyaç
duydukları için emeğinin sömürülmesine izin
veriyor. Bu sisteme karşıda işçileri bilgilendirmek
onlara haklarının nasıl savunulacağını öğretmekte
bizim görevimizdir |
Avcılar'da
Lice ve Adana'daki Katliamlar Protesto Edildi
Kürdistan'da
yapımı sürmekte olan kalekol inşaatlarına engel
olmak için yol kesme eylemleri yapan halka Lice'de
ateş açılması sonucunda iki yurtsever, Hacı
Baki Akdemir ve Ramazan Baran katledilmişti.
Yaşanan bu
katliamı protesto etmek isteyenlere devletin
yaklaşımı farklı olmadı ve Adana'da 15 yaşındaki
İbrahim Aras da katledildi.
Yine Mersin'in Tarsus
ilçesinde protesto gösterileri sırasında en
son bir çıkmaz sokağa girdiği ve daha sonra
aynı sokağa bir akrep tipi bir polis aracının
girdiği görülen ve sonrasında 5 gün kendisinden
haber alınamadıktan sonra cesedi Berdan Irmağında
bulunan Rıza Bayram...
Tüm bu katliamları
protesto etmek için 17 Haziran'da Avcılar'da
bir yürüyüş ve basın açılması düzenlendi. Saat
20:00'de Marmara Caddesi girişinde bir araya
gelen kitle "Roboski'den Gezi'ye, Gezi'den
Lice'ye Devlet Terörüne Son" yazılı pankartı
açarak Avcılar Belediyesi'ne doğru yürüyüşe
geçtiler. Yürüyüş sırasında şu sloganlar atıldı:
-İbrahim Aras Ölümsüzdür!
-İbrahim'in katili Faşist T.C. Devleti!
-Berkin, Uğur, Ceylan, İbrahim 'e Bin selam!
-Yaşasın halkların kardeşliği!
-Biji Bratiya Gelan!
-Yaşasın devrimci dayanışma!
-Devrim şehirleri ölümsüzdür!
-Şehit namırın!
-Her yer Lice Her yer Direniş!
-Yaşasın Lice direnişimiz!
-Biji berxwedana Lice!
-Faşizme Karşı omuz omuza!
Yürüyüşün ardından okunan
basın açılması ise şöyleydi:
Katliamlara doymayan
bir devlet ve onun hükümeti var karşımızda.
Katliamlara doymayan,ağızlarından
salyalar akan, ellerinden çocuk kanı damlayan
bir devletin uyrukları olmanın utancını yaşıyoruz
Ve diyoruzki
Evet en iyi siz
bilirsiniz
Maden ocaklarında,
tersanelerde, lüks inşaatlarınızda iş güvenliği
olmadan üç kuruş paraya güvencesiz işçi çalıştırıp,ölen
işçileri maden ocağına gömmeyi ve ölü sayısını
gizlemeyi en iyi siz bilirsiniz
Evet en iyi siz
bilirsiniz
Rojava'daki devrimi
boğmak için dinci faşist çetelere kol kanat
geren ve orada yüzlerce çocuğu öldüren katillerin
sırtını sıvazlamayı
En iyi siz bilirsiniz
İşid ve El nursa
çetelerine destek vermeyi
Bayrak yaktırmayı en iyi
siz bilirsiniz
2005 mersin Newrozunda
gördük ki Mersinde iki halkı karşı karşıya getirmek
için sivil polislerinize bayrak yaktırdınız.
Evet en iyi siz bilirsiniz
Berkin çocuğu öldürüp annesini halka
yuhalatıp, terörist ilan etmeyi ve bundan oy
devşirmeyi en iyi siz bilirsiniz
Haziran direnişine çamur atmak için camide
içki içtiler, başörtülü bacımıza saldırdılar
yalanıyla halkı kışkırtmayı en iyi siz bilirsiniz.
Ceylan Önkol'u Lice karakolundan atılan
bir havan mermisiyle parçalamayı, Uğur Kaymaz'ın;
bir çocuğun küçücük bedenini kurşunlarla doldurup
çatışma süsü verip terörist ilan etmeyi en iyi
siz bilirsiniz
Topraklarını korumak
için HES inşaatlarına karşı çıkan başörtülü
bacıları dayaktan geçirmeyi, geçinemiyoruz diyen
köylüye ananıda al git demeyi en iyi siz bilirsiniz.
Ormanları talan
etmeyi, halkın nefes alabilecekleri parklara
AVM yapmayı, rant için her şeyi yapmayı en iyi
siz bilirsiniz
Roboskide 34 yoksul
çocuğu öldürüp ama onlarda kaçakçıydı demeyi
ve hesap vermemeyi en iyi siz bilirsiniz
En doğal hakkı olan
demokratik hakkını kullanırken öldürülen haziran
şehitlerinin müdahale emrini ben verdim diyenlerin
öldürme işini iyi bildiklerini biliyoruz
Ayakkabı kutularına
rüşvet paralarını saklamayı, paraları sıfırlamayı
en iyi siz bilirsiniz
Biz devleti tanıyoruz
En iyi bildiğiniz
işin provakasyon, yalan, demagoji olduğunu ve
bu işte usta olduğunuzu biliyoruz
Zindanlarında katliamlar
yapan bu devleti tanıyoruz
Köylülere dışkı
yediren, ormanları yakan insanları göçe zorlayan
bu devleti tanıyoruz
Devletin efendileri
olan kapitalistlerin karı için halkına her türlü
aşağılık muameleyi tabi gören bu devleti tanıyoruz
Dersim, Maraş, Malatya,
Çorum, Gazi, Roboski, Gezi, Reyhanlı, Lice de
bizleri öldürenin bu devlet olduğunu unutmadık.
Kürt halkının en
doğal hakları olan kendini yönetme taleplerini
kanla bastıran bu devleti iyi tanıyoruz.
Lice'de halka karşı
girişilmiş katliamın üzerini kapatamayacaksınız
ne kadar büyük bayrak yaparsanız yapın katliamlarınızın
üzerini kapatamayacaksınız, örtüyü aralayacak
ve sizi teşhir edeceğiz.
Bir yandan barış
deyip diğer yandan savaş politikaları yürüten
AKP hükümeti Meskan ve Lice direnişi ile teşhir
olmuştur.
Adana'da sizin savaş
politikalarınızı protesto ederken kafasına bomba
atıp öldürdüğünüz İbrahim ARAS sizin yüzünüzü
bir kez daha gösterdi. Hem en iyi bildiğiniz
şeyin öldürme hem de yalan ustası olduğunuzu
İbrahim çocuk kendi bedeninde tüm topluma gösterdi,
Hiç kusura bakmayın,
biz sizler gibi deri pantolonlu, maskeli, işemeli
senaryolar yazacak kadar hayal dünyamız zengin
değil. Siz BOMBA attınız ve 15 yaşında bir çocuğumuzu
İbrahimi katlettiniz.
Ateşi çalan İbrahim
küçücük bedeni ve kocaman yüreğiyle Ceylanın,
Uğurun, Berkinin yanına gökyüzüne yükseldi.
Oradan aşağı bakarken onca yoksulluk, onca acı,
yakılmış yıkılmış köyler, göç, savaş, kör kurşunlara,
şarapnellere kurban verilmiş, kimsesiz ve sessiz
bir şekilde parçalanmış bedenler, mezarı olmayan,
asit kuyularına atılmış kemikler görüyor. Bizlere
bakıyor İBO..
Sözümüz söz çocuk…
Katillerinizin ensesinde olacağız
Sözümüz söz çocuk…
Savaşsız sömürüsüz bir dünya için daha çok çalışacağız
Sözümüz söz çocuk
… Halkların kardeşliğini yaşatmak için mücadele
etmeyi bileceğiz
Mehmet'ten Apocan'a,
Ethem'den Medeni'e, Ali İsmail'den Ahmet'e,
Ceylan Önkol'dan Berkin Elvana, Hasan Ferit'ten
Ramazan Baran'a ve İbrahim Arasa uzanan direnişin
özünü anlamayan, Gülsuyundan Rojava'ya, Lice'den
Okmeydanı'na, Tuzluçayır'dan Meskan'a Çukurova'nın
sıcağına yayılan isyan ateşini kendi çıkarları
uğruna söndürmeye çalışanlar direnişin fotoğrafına
daha dikkatli bakmalıdırlar. İstanbul Beşiktaş'ta
elkonulup poma yapılan kepçenin aynısı Lice
de diren gezi parkı yazısı ile karşımıza çıkıyor.
Halkları birbirine yakınlaştıran gezinin hayaleti
taksimden Lice'ye dolaşmaya devam ediyor.
Halkları birbirine
düşman edemeyeceksiniz. Ve sakın unutmayın birlikte
yaşama iradesi gösteren halklar faşizme karşı
birlikte direnecek.
Eylemi örgütleyen kurumlar;
-BARIŞ VE DEMOKRASİ PARTİSİ(BDP)
-EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ(EÖC)
-HALKEVLERİ
-HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ(HDP)
-ÖZGÜRLÜK VE DAYANIŞMA PARTİSİ(ÖDP)
-SOSYALİST DEMOKRASİ PARTİSİ(SDP)
-SOSYALİST YENİDEN KURULUŞ PARTİSİ(SYKP)
-TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ(TKP)
Destekleyen Kurumlar
-BAĞIMSIZ DEVRİMCİ SINIF PLATFORMU(BDSP)
-DEMOKRATİK HAKLAR FEDERASYONU (DHF)
-DEV-LİS
- LGBTİ
-ANARŞİSTLER |
Barikat Dergisi
İle Emek ve Özgürlük Cephesi'nden Zorunlu
Açıklama
Değerli
dostlar; Barikatların Sesi adlı facebook sayfasının,
devrim cephesi platformunun bizim yayın ve faaliyetlerimizle
bir ilgisi yoktur... Bizim tespit ve görüşlerimizin
dışında paylaşım yapılmaktadır. Bir süredir
bundan dolayı yoğun eleştiri almaya başladık...
Dolayısıyla bilgilendirme gereği duyduk, tüm
okurlarımızın, takipçilerimizin dikkatine.
Barikat
Dergisinin facebook ve twitter hesabı bir tanedir...
Emek
ve Özgürlük Cephesinin facebook sayfaları ise
şunlardır;
1- Avrupa Emek Ve Özgürlük Cephesi
2- Emek Ve Özgürlük Cephesi
3- Dersim Emek Ve Özgürlük Cephesi
4- Avcılar Emek Ve Özgürlük Cephesi
5- Adalıların Sesi
6- Mahir Hüseyin Ulaş
İnternet
siteleri
Barikat Dergisi
http://www.barikat-lar.de/
Avrupa Emek Ve Özgürlük
Cephesi
http://www.eoc-avrupa.org/ |
Avcılar'da
Lice Katliamını Protesto Pankartı!
Lice'de
yaşanan katliamı protesto etmek için Avcılar'da
E-5 üzerindeki bir üst geçide üzerinde "Lice'de
Katliam/Sessiz Kalma/Suça Ortak Olma" yazılı
Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı bir pankart
asıldı.
|
Günlerdir
yol kesme eylemlerini sürdüren silahsız Kürtlere
bugün ('7 Haziran) uzun namlulu silahlarla saldıran
TC askerleri Lice'de en az iki kişiyi katletti.
Ramazan Baran ve Hacı adlı iki kişinin yanı
sıra önce gaz bombası mermisiyle yaralandığı
söylenen 50 yaşlarındaki bir kadının hayatını
kaybettiği, Ahmet Akkalu adlı bir gencin ise
ağır yaralandığı bilgisine ulaşıldı. Halen Lice'ler
geniş bir araziyi kaplayan eylem alanlarında
başka kayıpları olup olmadığını araştırıyorlar.
Bölgede çatışmalar devam ederken Amed Halk İnsiyatifi
serhıldan çağrısı yaptı. Bir kişinin de ağır
yaralandığı katliamı protesto etmek için İnsan
Hakları Derneği İstanbul Şubesi 8 Haziran Pazar
günü Saat 12:00'de konuya duyarlı olan herkesi
Galatasaray Lisesi önüne çağırdı. |
3Haziran:
İsyanın, Direnişin ve Şehitlerin Ayı
Şehitlerimizin, İsyanın ve Direnişin Yolunda
Yürüyoruz!
Haziran’dayız!
Haziran,
büyük mücadelelerin ve şehitlerin ayı… Haziran
büyük isyanların, ayağa kalkışın, özgürlük için,
halk demokrasisi ve sosyalizm için ölümüne direnişlerin
ayı.
15-16
Haziran 1970, Türkiye işçi sınıfı sendikal hakları
için isyanda. Bir tarih yazılıyor, büyük bir
başlangıcın startı veriliyor; İstanbul’un bütün
fabrikalarından yüzbinlerce işçi fabrikalardan
çıkarak, Türkiye işçi sınıfının ilk büyük başkaldırısını
başlatıyor. İşçi sınıfının başlamış olan büyük
uyanışının önünü kesmek isteyen faşizmin çıkarmaya
çalıştığı tek tip sendika yasasına karşı isyan
başlıyor. Yüzler bin, binler yüzbinlere ulaşıyor.
İşçilerin önü polis ve askerlerce kesiliyor.
Daha ilk gün sıkıyönetim ilan ediliyor. İşçi
sınıfı boyun eğmiyor, çatışmalar başlıyor. İşçi
sınıfının isyan bayrağını taşıyan üç yiğit işçi;
Mutlu Akü işçisi Yaşar Yıldırım, Vinleks işçisi
Mustafa Bayram, Cevizli tekel işçisi Mehmet
Gıdak askerler ve polis tarafından katlediliyor.
İşçiler direniyor; saldırıya katılan bir polis
ölüyor. Yüzlerce işçi yaralanıyor, yüzlercesi
hapishanelere atılıyor ve yargılanıyor. Ve Haziran
ayı Türkiye tarihine, işçi sınıfının ilk büyük
direnişinin ayı olarak yazılıyor. Buzun kırıldığı,
işçi sınıfının kendisini tarihin yapıcısı devrimci,
isyancı güç olarak, kanıyla, canıyla ortaya
koyduğu ay oluyor Haziran.
Savaş
sürüyor! Direniş sürüyor!
Gün
dönüyor 1 Haziran 1971 oluyor. İstanbul Maltepe’de
emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin av
köpekleri olan polisler, MİT’çiler, kontr-gerillacılar
tarafından sarılmış bir ev direniş adası oluyor.
THKP-C’mizin önderleri Mahir Çayan ve Hüseyin
Cevahir yoldaşlar devrim ve sosyalizm için ölümüne
direnişin ve yoldaşlığın büyük adasını yaratıyorlar.
Cevahir şehit düşüyor. Dersim’den İstanbul’a
uzanan ışıklı yaşam, devrim yıldızı Cevahir
yoldaş Mahir’in yüreğine gömülüyor. Önderler
en önde devrimci savaş ve direniş bayrağını
yükseltiyor!
Savaş
sürüyor! Direniş sürüyor!
19
Haziran 1980, bu kez Mithat Koçulu yoldaş bayraklaşıyor
devrimci savaşda… Faşist çeteler hain bir pusuda
Erzurum’da katlettiler onu. Devrimci Kurtuluşçular
faşist çetelere karşı ülkenin dört yanında yürüttükleri
gerilla eylemleriyle gereken cevabı veriyorlar!
Savaş
sürüyor! Direniş sürüyor!
6
Haziran 1981'deyiz. Faşizmin cunta yoluyla açıkça
sürdürüldüğü, tüm toplumun teslim alınmaya çalışıldığı,
vahşetin, katliamların, işkencelerin olağan
hale getirildiği günlerdeyiz. Zor günler, hain
pusuların, ihanetlerin kol gezdiği günler… Devrimci
Kurtuluşçular savaş siperlerinde, elleri tetikte!
Hesap sorma, direnişi her koşulda sürdürme bilinciyle
donanmış, Cevahir’in katiline de hak ettiği
cezayı vermiş şehir gerillaları eylem hazırlığında.
Ve Devrimci Kurtuluşçu gerillar hain pusulara
karşı Mahir’in, Cevahir’in, 15-16 Haziran’ın
direnişçi işçilerinin yoldaşları olduklarını
göstererek savaşıyorlar. Atilla Ermutlu, Ercan
Yurtbilir, Doğan Özzümrüt, Tamer Arda; oligarşiyi
ve emperyalistleri titreten Devrimci Kurtuluş
gerillaları isyan ve direnişin bayrakları olarak
göndere çekiliyorlar. 6 Haziran, ihanete, faşizme,
teslimiyete karşı isyanın ve direnişin bayrağı
oluyor.
Savaş
sürüyor! Direniş sürüyor!
25
Haziran 1981, devrim, halkın, işçilerin, yoksulların
direnişi idam sehpasında. Devrimci savaşın,
direnişin adı bu kez Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan
oluyor. Onurlu, genç yaşamları Amerikan emperyalizminin
ajanlarının cezalandırılması ve faşizme karşı
onlarca gerilla eyleminin gerçekleştirilmesiyle
dolu. Amerikan emperyalizminin üst düzey bir
yöneticisinin Türkiye’ye cuntacıları desteklemek
için geldiği gün, bir Amerikan ajanının cezalandırılmasını
gerçekleştirdikleri için kurban olarak sunuluyorlar.
Sehpada korkusuz, dimdik, özgürlük, devrim ve
sosyalizm sloganları haykırıyor Devrimci Kurtuluşçu
gerillalar! Cuntacı uşakların ABD’li efendilerine
kurban sunma töreni, devrimci savaş ve direniş
ateşiyle tuzla buz oluyor!
Savaş
sürüyor! Direniş sürüyor!
20
Haziran 1991, Gürkan Özdemir, genç bir Devrimci
Kurtuluş savaşçısı. Mahirlerin, Cevahirlerin,
Tamerlerin izinde yürüyor… Hesap sormak, savaş
bayrağını yüksekte tutmak için onların bayrağını
taşıyor. Haziran şehitlerine adanmış bir devrimci
savaş eyleminde İstanbul’da şehit düşüyor. Devrimci
Kurtuluş bayrağı hep yüksekte, hep genç ellerde,
hep direniş burçlarında!
Savaş
sürüyor! Direniş sürüyor!
5
Haziran 2012, Talip Karasansar; kuşaktan kuşağa
geleceğe taşınan
Devrimci Kurtuluş bayrağını yaşamı pahasına
taşıyan devrim savaşçılarının yeni bir halkası.
Özgür ülke, insanca yaşam şiarıyla, kurtuluşa
kadar savaş şiarıyla devrimci savaşda yerini
alıyor ve eylem hazırlığı içindeyken şehit düşüyor.
Devrimci coşku ve militan kararlığın, Devrimci
Kurtuluş iradesinin yıldızlaşan yeni bir halkası
oluyor! Bayrak yere düşmeyecek! Yaşamıyla ve
mücadelesiyle bunu gösteriyor!
Savaş
sürüyor! Direniş sürüyor!
Haziran
2013'deyiz! Büyük isyan günlerinde, büyük direniş
günlerindeyiz! Yer gök isyan, yer gök direniş!
Faşizme karşı omuz omuza direniş, isyan, özgürlük,
devrim sloganlarının sokakları güzelleştirdiği
günlerdeyiz! On yılların emeğiyle, direnişleriyle
santim santim ülkenin dört bir yanına atılan
tohumların devrim şehitlerimizin kanlarıyla
sulandığı ve artık büyük halk direnişi, isyanı
olarak çiçek açtığı günlerdeyiz. Milyonların
isyan olduğu, milyonların direniş olduğu, milyanların
korku zincirlerini kırdığı, hiç değilse çatlattığı
günlerdeyiz. Kapitalizmin, gericiliğin, faşizmin,
emperyalizmin hükmettiği bir dünyada direniş
ve isyan demek, can pahasına, kan pahasına mücadele
demek. Ve bir kez daha işçiler, emekçiler, özgürlük
isteyenler, insanca yaşam isteyenler bu bedeli
ödemekten çekinmediler. Bu kez özgürlüğün bayrağı
Ali İsmail oldu, Ahmet oldu, Abdullah oldu,
Mehmet oldu, Ethem oldu, Medeni oldu, Berkin
oldu!.. Şehitlerin, binlerce yaralının yanında,
susmayan, susturulamayan “Bu Daha Başlangıç,
Mücadeleye Devam!” şiarı.
HAZİRAN,
özgür bir ülke, insanca yaşam için, devrim için
isyanın, direnişin ayı…
HAZİRAN,
isyanlar, direnişler, devrimci savaşımlar içinde
bayraklaşan şehitlerimizin ayı…
Devrimci
Kurtuluşçular, Emek ve Özgürlük Cepheliler olarak
şehitlerimizin kanıyla kızıllaşan isyanı, direnişi,
devrim ve sosyalizm mücadelesini Kurtuluşa Kadar
Savaş şiarıyla sürdürüyoruz, sürdüreceğiz!
Şehitlerimize
bağlılık ve onların hesabını kapitalist düzenden
ve onların kiralık katillerinden sorma kararlılığı
her Devrimci Kurtuluşçu için onurlu olmanın,
devrimci olmanın, özgürlük ve insanca yaşam
hedefine bağlılığın temel koşullarından biridir.
Tüm devrim şehitleri direnişlerde, isyanlarda,
devrimci savaş eylemlerinde ölüm pahasına mücadeleyi
sürdürme kararlılıklarıyla, ışıklı anılarıyla
hep en önde yürüyecekler, yolumuzu aydınlatacaklar!
ŞEHİTLERİMİZLE
YÜRÜYORUZ! ONLARLA KAZANACAĞIZ!
DEVRİM ŞEHİTLERİ
ÖLÜMSÜZDÜR!
ONLARI UNUTMAYACAĞIZ!
KATİLLERİ AFFETMEYECEĞİZ!
YAŞASIN DEVRİM VE
SOSYALİZM MÜCADELEMİZ!
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
EMEK
VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEPHESİ/AVRUPA İNİSİYATİFİ |
Hüseyin Cevahir
Dersim'deki Mezarı Başında Anıldı
31 Mayıs ve 1 Haziran günü
Hüseyin Cevahir yoldaşı mezarı başında andık.
31 Mayıs ve 1 Haziran öncesi Şöbek köyü civarında
yazılamalar yapıldı. 1 Haziran günü 3.30 civarı
temsili olarak yaptığımız ziyarettte Hüseyin
Cevahir şahsında ulusal bağımsızlık, devrim
sosyalizm adına şehit düşen tüm devrimciler
için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Ardından
bir arkadaşımızın söz alarak, Hüseyin Cevahir
ve yoldaşlarımızın açtığı bu yolda bayrağı ileri
taşımamız gerektiğini ve ardılları olarak bizlere
olan sorumlulukların görevlerin daha fazla olduğunu
vurguladı. Cevahir yoldaşın ailesi de sohbete
katıldı. Hüseyin Cevahir yoldaşın kız kardeşleri
ilk olarak geç geldiğimiz için gözlerinin bizleri
aradığını belirttiler daha sonra hem Cevahir
yoldaşı anlattılar hem de Gezi halk ayaklanmasından
sonra korkuların uzun zamandan sonra ilk defa
aşıldığını, insanların 12 Mart ve 12 Eylülden
sonra kabuklarını yeni yeni kırdığını ve umudun
giderek filizlendiğini vurguladı. Bu yıl yaptığımız
ziyaret halkın Hüseyin Cevahir'i sahiplenme
bilincinin ne kadar olgunlaştığını görmek için
önemli bir göstergeydi. Yapılan bu ziyaret gösteriyor
ki bundan bir kaç yıl önce halkın sahiplenme
bilincinin giderek düştüğünü görmemizle birlikte
hem Halk Kültür Merkezleri hem de Emek ve Özgürlük
Cephesi olarak yaptığımız çalışmaların halkın
üzerinde olumlu etkisiyle beraber bu çalışmaların
sahiplenme bilincini yarattığını gördük ve bu
bizi mutlu etti. Bizden önce ziyaret ve anma
gerçekleştiren kurumlar da oldu, bu kurumlar:
Dersim Devrimci Güçbirliği, Halk Cephesi ve
ÖDP. |
Haziran/Gezi
Direnişinin Açtığı Yoldayız
31 Mayıs'ta Taksim'deyiz!
Büyük
Gezi/Haziran Halk Direnişimizin yıldönümünde
özgürlük ve insanca yaşam taleplerimizi bir
kez daha halkın gücüne yaraşır biçimde haykırmak
için,
- Faşizme, faşist
diktatör Tayyip'e boyun eğmediğimizi,
yalan, talan, katilam cumhuriyetinin halkı teslim
alamadığını, alamayacağını göstermek için,
-Yoksulun hakkını
Bilal'e yedirtmemek için,
- Roboski'den Soma'ya
katliamların hesabını sormak için,
- Mehmet'in, Ethem'in,
Ali İsmail'in, Ahmet'in, Abdullah'ın, Medeni'nin,
Berkin'in ve özgürlük mücadelemizde yitirdiğimiz
daha nice canlarımızın anılarına sahip çıkmak
ve yaşatmak için,
- Özgür bir ülke,
insanca yaşam için,
- Bu Daha Başlangıç,
Mücdaleye Devam! şiarımızın hakkını vermek için,
TAKSİM'DEYİZ! ÜLKEMİZİN
ALANLARINDAYIZ!
EMEK
VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ |
FARC-EP'yi Kuruluşunun
50. Yılında Selamlıyoruz!
50 yıl önce, 27 Mayıs 1964'de
bir avuç devrimci Manuel Maralunda önderliğinde
Kolombiya dağlarında FARC'ı (Kolombiya Silahlı
Devrimci Kuvvetleri) kurdu.
Kolombiya işçileri,
köylüleri, emekçileri ve tüm ezilenleri 50 yıldır
FARC saflarında soluk soluğa büyük bir devrimci
savaş yürütüyor. FARC on bini aşkın gerillasıyla,
Kolombiya oligarşisinin ve ABD emperyalizminin
tüm saldırılarına karşı direniyor, mücadeleyi
büyütüyor. Kolombiya kırlarının küçümsenemeyecek
bir bölümünü denetliyor, ülkenin her karış toprağında
silahlı devrimci savaşımı sürdürüyor. Yeni Kolombiya
şiarıyla devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltiyor.
Yürüttüğü devrimci
savaşımla Latin Amerika ve tüm dünya halklarına
örnek mücadele sunan FARC-EP'yi devrimci sosyalist
enternasyonal yoldaşlık duygularıyla selamlıyor,
kutluyoruz.
YAŞASIN KOLOMBİYA
HALKININ DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ!
YAŞASIN PROLETARYA
ENTERNASYONALİZMİ!
YAŞASIN ENTERNASYONAL
DEVRİM VE SOSYALİZM MÜCADELESİ!
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEHPESİ
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEPHESİ/ AVRUPA İNİSİYATİFİ |
Osman Mehmet Önsoy
Mezarı Başında Anıldı
34. yılında ailesi ve yoldaşları
(Emek Ve Özgürlük Cephesi) OSMAN MEHMET ÖNSOY'u
önce mezarı başında, ardından Avcılar Kültür
ve Sanat Derneğinde andı, anlattı.
Zaman su gibi akmakta,
dünden bugüne toplumun ve doğanın başına bela
olan bencillik, asalaklık, sülük gibi başkasının
kanıyla yaşayanlar hala yaşamlarına devam ettirmekte.
Bir ağacın kıymetini bilmeyen ormanın kıymetini
hiç bilemez, akan suyun, meyve veren ağacın,
dalına konan kuşun hiçbir önemi yok; sabahın
esen yeli, gün ortasındaki tepedeki güneş, akşam
vakti dağların ardından batmakta olan güneşin
kızıllığı, yazı kışı baharı, yağmuru karı bilmez,
tarlayı sürmek, yaşamı kolaylaştıran makineler
yapmak ve yapılanları gelecektekilere anlatmak
gibi derdi yoktur; alınteri dökmek emek harcamak
hele özgürlük gibi düşüncesi yoktur varsa yoksa
daha çok zenginlik, daha çok şatafatlı yaşam
sürmek, daha çok mal mülk ve daha çok insanın
kendisi için çalışması.
Her geçen gün bir
öncekini aratır hale gelmekte, Taksim Gezi parkında
ağaçları kesmek, yaşamı idame etmek için yerin
yedi kat altında madenlerdeki ölümlere sebebiyet
vermek, emeğini, özgürlüğünü haykırana bu uğurda
her şeyi göze alana işkenceyi ve ölümü hak görmekte
yani ‘fıtratında’ var!
Dünden bugüne değişen
hiçbir şey yok. Emek sömürüsü, sahte sendikacılık,
yalancı yöneticiler, din bezirgânları, asker
polisin baskısı, işkenceler, katliamlar, aç
kalma korkusuyla hakkını arayamama örgütlü olamama
ve devletin ceberrüt baskı/şiddeti. Oysa onların
içlerinden biriydi Şeyh Bedrettin, Börklüce
Mustafa, Pir Sultan, Mustafa Suphi, Mahir, Hüseyin,
Ulaş, Deniz, İbrahim, İlker ve Osman Mehmet
gibi niceleri için “emek ve özgürlük” hava gibi
su gibi ekmek gibi kıymetliydi; boyun eğmeyi,
pısırık gibi yaşamayı ve sürü gibi güdülmeyi
kabullenmediler; sınıf mücadelesinde bayrağı
en önde taşıdılar bir kılavuz gibi topluma önderlik
ettiler ve onurlu yaşamları hala anılmakta.
Onlardan biriydi
Osman Mehmet ÖNSOY, 26 Eylül 1954 İstanbul doğumlu,
Emekçi ana / babanın ilk çocuğu. İlk, Orta,
Lise ve Üniversiteyi İstanbul'da
okudu. Daha lise (Küçükçekmece lisesi) yıllarında
(1968) sınıf ve devrimci mücadeleyle tanıştı.
Babası PTT çalışanları sendikasının İstanbul
yöneticisi olması nedeniyle sendikal çalışmalara
katıldı. 1972'de İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesine girdi. O yıllarda Öğrenci Gençlik
hareketi içinde özellikle İktisat fakültesinde
THKP/C lilerin ağırlığı vardı, Politik tavrını
THKP/C den yana yaptı. 30 Mart 1972 Kızıldere
katliamı sonrası THKP/C’nin tekrar örgütlenmesi
çalışmalarına katıldı. İstanbul Üniversitesi
İktisat Fakültesi Yüksek Öğrenim Gençliğinde
Parti/Cephe örgütlenmesi içinde bulundu.
Yüksek Öğrenim Gençliğinin
İYÖD ve ikinci DEV-GENÇ örgütlenmesi içinde
oldu. Orta Öğrenim Gençliğinin dernekleşmesini
destekledi, THKP/C nin Kızıldere sonrası örgütlenmesi
ve politik mücadelesini kararlı olarak devam
etmesi içinde oldu. 1975 yılında Oturduğu Avcılar
semtinde Halkevi’ni açtı; İstanbul’daki Halkevlerinin
birbirleriyle koordinasyonda olmasını sağladı,
Aynı yıllar içinde Ambarlı Elektrik Santralı
ile İstanbul Üniversitesi Avcılar Kampusu’nun
inşaatlarında çalışanları “İlerici Yapı İşçileri
Sendikasında” örgütlenmesinde bulundu. Bölgedeki
metal iş kollarında çalışanları eski polisi
müdürü Ilgız Aykutlu’ nun başında olduğu sarı
sendika Tekmetal-iş’den DİSK'e bağlı Maden-İş’e
geçmelerini sağladı. Tekstil işçilerinin örgütlenmesinde
fiilen bulundu, çalışanları “İlerici Tekstil
İşçileri Sendikasında” örgütlerken DİSK Tekstil
Sendikasıyla kardeşçe bağlar kurdurdu.
5 Mayıs 1980 günü
gözaltına alındığında Gayrettepe 1.Şubede ağır
işkencelerden geçirilirken insanlık adına devrim
ve sosyalizm adına önemli bir sınav verdi, “ser
verip sır vermedi”. Türkiye işçi sınıfının ve
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi “SAVAŞCILARI”ndan
biri olarak bayrağı dik tuttu. 22 Mayıs 1980
de son nefesini verirken işkence ve sorgu sınavından
başarıyla çıktı.
Anısı yolumuza ışık
tutuyor...
Kahrolsun işkenceciler,
İşkencecilerden hesap soracağız
Mahirlerin, Osman
Mehmetlerin devrim mücadelesi devam etmekte.
Ya özgür vatan ya
ölüm, kurtuluşa kadar savaş! |
RT Erdoğan’ın Almanya’nın
Köln kentinde cumhurbaşkanlığı seçimine dönük
olarak 24 Mayıs’da yapmaya çalıştığı show, onbinlerce
göçmen işçi ve emekçinin dev öfkesiyle, protestosuyla
karşılık buldu.
Almanya’daki tüm
devrimci, demokratik kurumların çağrısıyla yapılan
yürüyüş ve mitinge polis kaynaklarına göre 50
bin, organizatörlere göre 150 bin kişi katıldı.
Avrupa’nın bir çok
ülkesinden gelen emekçiler ilk olarak Köln Ebertplatz’da
toplandı ve mitingin yapıldığı Grüngurtel’e
(Üniversite Parkı’na) doğru yürüyüşe geçildi.
Oldukça renklilik
ve çeşitlilik taşıyan yürüyüş kortejlerinde,
Soma katliamına, Gezi direnişine, Alevilere
dönük ayrımcılığa, faşizme karşı birlikte
mücadeleye ilişkin sloganlar özellikle öne çıktı.
Emek ve Özgürlük
Cephesi, mitinge “Gezi Ruhuyla, Gericiliğe,
Irkçılığa ve Faşizme Karşı Macadeleye” pankartıyla
ve bayraklarla katıldı. Ayrıca miting için hazırlanan
bildiri yürüyüş güzergahı boyunca dağıtıldı.
Stikerler yapıştırıldı. Yol boyunca konuşmalar,
coşkulu sloganlar ve marşlarla yüründü.
Eyleme Türkiye ve
Kürdistan devrimci hareketinin bileşenleri,
ayrıca Ermeni ve Suryani örgütleri, Alman devrimci
ve anti-faşist yapıları da bayrak ve pankartlarıyla
katıldı.
Miting göçmen emekçi
kitlesinin mücadele istek ve kararlılığı oldukça
güçlü olduğunu gösterdi.
RT Erdoğan’ın düzenlediği
etkinliğe ise 18 bin civarı ve bir kısmının
parayla getirtildiği iddası olan insan katıldı.
Avrupa EÖC |
Soma
İçin İstanbul'da Miting!
Soma kömür madeni ocaklarında
yaşanan işçi katliamını protetosta etmek ve
"taşerona hayır" demek için DİSK,
KESK, TMMOB, ve TTB'nin çağırısıyla 25 Mayıs
Pazar günü Kadıköy'de bir miting gerçekleştirildi.
Miting için iki koldan, Haydarpaşa Numune Hastanesi
önünden ve Tepe Natilüs önünden yürüyüşe geçen
kortejler Kadıköy Meydanında toplandılar. Birçok
sendika yürüyüşün ardından miting konuşmalarının
başlamasını beklemeden kitlesini alandan çıkardı.
Bu nedenle miting başladığında alanda kalan
kitle azalmıştı. Aynı gün Okmeydanı'nda Uğur
Kurt'un Cemevi bahçesinde polis kurşunuyla öldürülmesini
protesto etmek için birçok Alevi kurumunun Şişli'ye
çağrı yapması da katılımı zayıflatan etkenlerden biriydi. DİSK Genek Sekreteri Arzu Çerkezoğlu'nun
ve Soma katliamından kurtululan bir işçinin
konuştuğu miting, kısa sürede sona erdi.
Mitinge "Roboski'den
Gezi'ye, Gezi'den Soma'ya, Gün Gelecek Devran
Dönecek Katiller Halka Hesap Verecek" sloganının
yazılı olduğu pankartla katılan Emek ve Özgürlük
Cepheliler saat 12:00'de Tepe Natilüs önünde
toplanarak "Soma'nın Katili Faşist TC Devleti",
"Gün Gelecek Devran Dönecek Katiller Halka
Hesap Verecek", "Yaşasın İşçilerin
Birliği Halkların Kardeşliği", "Yaşasın
Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz", "Mahir
Hüseyin Ulaş
Kurtuluşa Kadar Savaş", "Faşizme Karşı
Tek Yumruk Tek Barikat", "Soma'nın
Katili Oligarşi", "Kahrolsun Ücretli
Kölelik Düzeni", "Devrim Şehitleri
Ölümsüzdür", "Faşizme Karşı Omuz Omuza",
"Maden İşçisi Onurumuzdur", "Soma'nın
Hesabı Sorulacak" sloganlarıyla yürüyüşe
geçtiler. Kortejimizin meydana varmasından kısa
bir süre sonra miting başladı. Her ne kadar
teşhir amacıyla da olsa burada da Tayyip Erdoğan'ın
sesini duymak sinir bozucuydu. Kısa süren konuşmaların
ardından sahneye çıkan Hilmi Yarayıcı, Grup
Yorum'un bir parçası olduğu dönemden kalma "Madenciden"
şarkısını banttan seslendirdi. Atılan ortak
sloganların ardından miting sona erdi. |
Uğur Kurt'un Cenazesinden
Notlar
23 Mayıs 2014 tarihinde
polis kurşunuyla katledilen Uğur Kurt'un cenaze
törenine Emek Ve Özgürlük Cephesi olarak katıldık.
Saat 18:00'te Okmeydanı Cemevi'nde yapılan törende
hiç bir siyaset flama ve pankart açmadı (sadece
Halk cephesi kitlenin en sonunda flama ve pankart
açtı). Cenazeye mahallenin dışından insanlar
da gelmişti... Tahmini sayı 3 bin civarıydı..
Cemevinde dini tören yapıldıktan sonra evinin
önüne kitle sloganlarla yürüdü, hellallik alındı.
Daha sonra evden cenazenin Sivas'a gönderileceği
araçların beklediği anayola kadar yine sloganlarla
yüründü. Anayolun karşısında bekleyen polis
güçleri kitlenin tepkisi üzerine geri çekildi.
Kitle yolu uzun süre trafiğe kapattı, burada
oturma eylemi yaptı. Ardından cenaze memleketi
Sivas'ın Hafik İlçesine bağlı Üzeyir köyüne
gönderildi. Polis gözönünde değildi. Ama beli noktalara
yığınak yapmıştı. Havanın kararmaya başlamasıyla
birlikte çatışmalar da başladı.
Cenaze töreni sırasında
kitle tarafından atılan sloganlar;
Uğur'un katili AKP'nin
Polisi,
Katil devlet hesap
verecek,
Hırsız, katil AKP,
Anaların öfkesi
katilleri boğacak |
Polisin
Vurduğu Uğur Kurt Yaşamını Yitirdi!
Devletin
halka karşı açtığı savaşta bir canımızı daha
yitirdik. Soma'daki toplu katliamın ardından
bu kez de İstanbul Okmeydanı'nda polis kurşunuyla
vurulan Uğur Kurt yaşamını yitirdi. Hepimizi
öldüremeyeceksiniz. Biz halkız, öldürmekle bitmeyiz.
Katiller Halka Hesap Verecek! |
Faşist TC'nin Paralı
Katilleri Yine İşbaşındaydı
Bugün lise öğrencilerinin
Okmeydanı İTO Lisesinde, Soma Katliamını protesto
etmek için düzenlediği boykot eylemine polis
TOMALARLA, AKREPLERLE, GERÇEK MERMİ ile saldırdı.
Bu saldırının ardından
ağır yaralanan Uğur Kurt’un sağlık durumu ciddiyetini
koruyor.
Adeta kan emici
vampirlere dönüşen faşist devlet ve onun kiralık
katilleri, emri verenler (İstanbul Emniyet Müdürü);
“Bir vatandaşımız, nereden geldiği belli olmayan
ateşli bir silahla yaralanmıştır...” açıklamasını
yapıyor. “Sayın müdür“ bizlerin bu açıklamalara
karnı tok, ama sizin söylediğiniz yalanlarınızla,
döktüğünüz kanlarla hala doymadığınız belli!
Bu sıkılan kör bir kurşun değil, katletmek amaçlıdır.
Bu fotoğrafı biz Uğur Kaymaz ve Ceylan Önkol’lardan
Roboski’ye, Roboski’den Gezi’ye hep gördük,
tanığıyız!
Gün oldu bombalarla,
gün oldu onlarca kurşunlarla katlettiniz halkı…
Ellerinizdeki kanı asla temizleyemeyeceksiniz.
Bu katliamlar ne bir özür dilemeyle ne de o
sizin dininiz, imanınız olan parayla geçiştirilebilecek
bir şeydir. Tarih sizi çoktan yazdı, notunuzu
düştü en “yıldızlısından”; eli kanlı katiller
bu halk sizi hiç unutmayacak ve asla affetmeyecek!
Dip
not: “Keser döner sap döner, gün gelir hesap
döner”… Gün gelecek devran dönecek, KATİLLER
halka HESAP verecek!
EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ |
Soma
İçin Sokaklardayız, Alanlardayız!
Kar,
daha çok kar, daha çok kar… Gözü doymaz burjuvalar,
işçi kanıyla besleniyorlar. Utanmıyorlar! Hiç
utanmıyorlar! Yüzleri hiç kızarmıyor! Biz ölüme
mahkumuz yani; onlar ise kasalarını doldurmaya!
İşte asıl mesele budur! Ücreti düşür, sosyal
güvenceyi kaldır, saatleri uzat… Yeter ki kasa
dolsun taşsın! İşçilerin canı cehenneme, paralar
cebe!
Ya kanımız akacak
patronlar için. ya da 15-16 Haziran’ı anımsayacağız
yeniden. İşçi sınıfının o muazzam ayaklanmasını
anımsayacak ve onun ışıklı yolundan yürüyeceğiz.
Ya ölümün gölgesi düşecek geleceğimizin üstüne
ya da direneceğiz, geleceğimiz ve çocuklarımız
için. Ya kanımızı akıtacağız patronlar için,
ya da ayağa kalkıp yürüyeceğiz, kafamızı bulandıranlara
hiç aldırmadan. Başka yolumuz var mı?
KAZA DEĞİL, KADER
DEĞİL, İHMAL DEĞİL; SOMA'DA İŞÇİ KATLİAMI.
SÖMÜRÜYÜ, İŞ CİNAYETLERİNİ,
KATLİAMLARI HAK ETMİYORUZ.
KATİL SERMAYEDİR,
HÜKÜMETTİR, DEVLETTİR. AYAĞA KALKALIM, SOKAKTA
HESAP SORALIM.
EMEK
VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ |
Ege
Emek Ve Özgürlük Cephesi olarak maden faciası
sonrası hemen Soma'ya hareket ettik.
Akhisar'dan itibaren
havadan ve karadan bölge tam bir ablukaya alınmıştı.
Yollarda cenaze arabaları ve ambülanslar sürekli
gidip geliyordu. Özellikle Kırkagaç'da soguk
hava depoları(askeriyeye çeşitli işletmelere
ait) madencilerin cansız bedenleri ile dolu
oldugu için ve bu gerçegin ögrenilmesini engellemek
amacıyla yogun güvenlik uygulamaları ile karşılaştık.
Giriş çıkışlar tutulmuştu.
Soma'da durumlar
çok daha vahimdi. Her köşe başı, her evin önü,
çatılar, parklar, tüm sokaklar, devlet hastanesinin
içi, bahçesi ve çevresi, madenci heykelinin
oldugu alan, kısaca her yer degişik illerden
getirilen çevik kuvvet, sivil ve resmi polis
ve jandarma tarafından denetim ve kontrol altına
alınmış durumdaydı. Halk bu durumu anlamakta
zorlanıyor ve tepki gösterdiginde gözaltına
alınmaya çalışılıyordu.
Nerede ise dakikada
bir hastane bahçesine ambülanslar gidip geliyor,
insanlar getirilen madencinin kimligini ögrenmek
için saglıklı bilgiye ulaşamıyor şok üstüne
şok yaşıyorlar. Bakanların ve başabakanın varlıgı
üstlerinde uçan helikopterler ve polislerin
tavırları halkın sürekli tepkisine yol açıyordu.
Ancak kesintisiz acı haberlerle sarsılan halk
çaresiz durumdaydı. Edindigimiz bilgiler bizi
iyice sarstı. Adli tıptan çıkarılan cenazeler
mezarlıga gönderildikten sonra ailelere haber
veriliyor, böylece tepkilerin örgütlenmesinin
önüne geçiliyordu.
Dün saat on sekiz
sıralarında İzmir Kınık ilçesine 53 cenaze gitti.
Şehir mezarlıgına ise 148 cenaze defnedildi.
200 mezarın da hazırlandıgı bilgisini aldık.
Son dört yıl içinde Zonguldak'tan Soma'ya madenlerde
çalışmak üzere gelen üç bine yakın işçi geldi.
Ayrıca yaşları 18'in
altında sayısı net bilinmeyen Suriyeli çoçukların
madende çalıştırıldıklarını öğrendik. Bu çocukların
varlıgından kimse sözetmiyor. Özellikle devlet
tarafından saklanıyor.
Maden bölgesine giriş
çıkışlar sıkı kontrol altında. Dün sabah maden
kazasından kurtulan bir işçinin verdigi bilgiye
göre içerden canlı bir madencinin çıkmasının
artık mümkün degildi. İçerde kaç madencinin
daha oldugu bilgisi devlet ve yetkililer tarafından
özellikle ve ısrarla saklanıyor. En son madene
kireç ve mermer taşındıgını öğrendik.
ŞİMDİ DEVLETE SORUYORUZ;
ÜLKESİNDEN BİNLERCE KİLOMETRE UZAKTA, GÜNEŞE
HASRET, ÇOCUK YAŞTA YERALTI DEHLİZLERİNDE KÖLECE
KOŞULLARDA ÇALIŞTIRILAN VE KİMSE TARAFINDAN
ARANILIP SORULMAYACAGINDAN EMİN OLDUGUNUZ SURİYELİ
ÇOCUKLARI MADENE Mİ GÖMÜYORSUNUZ?
Emperyalist-kapitalist
sistemin yeni kölelik koşulları için uygulamaya
koyduğu özelleştirme, taşeronlaşma, esnek ve
güvencesiz çalışma koşulları her alanda insanları
ölüme mahkum etmektedir. Kar, verimlilik gibi
kavramlar insan yaşamının önüne geçmiştir. Son
sendika seçimlerinde bu şirket yöneticisinin
seçim sonuçlarına müdahale ederek iptal ettirdiiğni,
tekrarlanan seçimde kendi özel güvenlik görevlilerini
yönetime seçtirdiğini, devlete bağlı diğer üç
(sarı) sendikaya da rest çekerek iradeyi ele
geçirdigini de biliyoruz. Bunun sonucu olsa
gerek ki şirket sahibi ile birlikte hiç bir
sendikacıya ulaşılamıyor.
Soma ölüm kokuyor.
Soma'da ağıttan başka bir şey duyulmuyor. Halk
ölümle yaşam arasına sıkıştırılmış bir suskunluk
içinde, ama öfkeli.
Kurtarılan bir maden işçisi kendini kurtaranlara
yalvarıyor ''Abi Mahmut çıkmadı. Mahmut çıkamadı.
Beni bırakın bekarım onu alın abi. onun karısı
hamile...'' Hangi sağanak yağmur insanların
yüreğindeki yangını söndürebilir. Onlar evlerine
simsiyah gelirdi. Ama yürekleri yüzlerce metre
yerin altında çalışmalarına rağmen tertemiz
ve sımsıcaktı. Katliamda ölen bir madencinin
küçük kızı çıglık çığlığa soruyor, ''Babam eve
hep simsiyah gelirdi anne, bugün neden beyaz
giymiş anne?...
EGE
- EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ |
Soma'nın
Hesabı Sorulacak!
Bu
ülkenin tarihi katliamlarla dolu ve biz bu ülkeyi
katliamlarından biliyoruz. Sivas'tan ,Maraş'tan,
Çorum'dan, Roboski'den,19 Aralık'tan, Gezi'den
tanıyoruz.. 2013 yılında yine Soma Holding'e
ait taşeron maden ocağında en az 8 işçi yaşamını
yitirmişti. Daha bundan iki hafta önce Soma'daki
madenlerin araştırılması için verilen önerge
reddedildi. Ve Holding patronlarının ve hükümetin
pervasız açıklamalarıyla halen yüzlerce işçi
kardeşimiz ve işçi coçuklar halen toprağın altında.
Bu ne ilk ne
de son. Bu katliam göz göre göre gelmiştir,
çünkü, daha önce devlete ait olan bu işletme
yine devlet eliyle özelleştirilmiş ve denetimden
uzak tutulmuştur. Bu katliamın sorumluları özelleştirmenin
ardından yapılan açılışa devletin Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı katılmış ve buranın “son
teknolojik gelişmelerle” işletilecek bir maden
ocağı olduğunu belirtmiştir. Bu katliamın failleri;
daha fazla kâr için işçi ve emekçileri yoksulluğa,
düşük ücrete, güvencesizliğe, mahkum edenler;
madende yaşanan iş cinayetlerini “kader” olarak
görenler, işçi ölümlerini “güzel öldüler”, “tatlı
ölüm” gibi tabir edenlerdir!
İzmir emekçileri
de 14.05.2014 günü saat 18.00'da Basmane'de
öfkelerini kuşanarak toplanmaya başladı. Devrimci-demokrat
kurumların,
sendikaların yer aldığı yürüyüş kolu Konak Valilik
önüne doğru yürüyüşe geçti. "Soma'nın hesabı
sorulacak, İş kazası değil bu bir katliam, Roboski'den
Soma'ya hesap sormaya, Katil devlet hesap verecek"
sloganları yürüyüş boyunca öfkeyle haykırıldı.
Konak Valilik önüne gelindiğinde kolluğun "yoğun"
hazırlığıyla karşılaşıldı. Kitle burada bir
süre sloganlarla bekleyişe geçti. Kolluğun yoğun
biber gazı ve tazyikli su saldırısıyla karşılaşan
kitle 1. ve 2. kordon üzerinden Alsancak'a doğru
geriye çekildi. Saldırılara havai fişekle karşılık
verildi. Basmane Konak üzerinden kitle yoğun
biber gazı ve tazyikli suya maruz kaldı. Kıbrıs
Şehitleri'nde kısa süren çatışmanın ardından
14 kişi gözaltına alındı.
İzmir Emek ve
Özgürlük Cephesi |
KAZA DEĞİL, KADER
DEĞİL, İHMAL DEĞİL;
SOMA'DA İŞÇİ KATLİAMI,
AYAĞA KALKALIM HESAP SORALIM!
Alınterinin
kömür karasına karıştığı, ekmeğin en zorunun
kazanıldığı madenlerde, Soma madenlerinde şimdi
kan ve ölüm var.
Yıllardır pek çok
iş cinayetinin yaşandığı madenlerde, karşımıza,
hep kaza, kader, ihmal palavralarıyla çıktılar.
Kapitalistler, hükümet, devlet YANİ ŞEYTAN ÜÇGENİ
el ele kol kola hep yalan, hep aldatmaca, hep
işçileri, emekçileri kurbanlık koyun görme alçaklığıyla
hareket ettiler.
Daha iki hafta önce
faşist AKP, Soma madenlerindeki iş cinayetleriyle
ilgili meclis araştırma önergesini ret etti.
Onlara göre sorun yoktu. Her şey yolundaydı.
İşçiler ölüyordu ama önemsizdi, her ay bir kaç
işçinin ölmesinde bir sakınca yoktu. Karderdi,
kazaydı, ihmaldi bunlar. İnşaat'ta ölüyorlardı,
tekstilde ölüyorlardı, olağandı bunlar. Nasılsa
ölenlerin yerini dolduranlar vardı. Nasılsa
sömürü çarkı işliyordu.
Şimdi Soma'da kömür
karasının içinde yüzlerce sınıf kardeşimiz yatıyor.
Ocaklar kömür değil, her dakika ölüm kusuyor.
Yaşamını yitirenlerin sayısı çoktan yüzleri
aştı.
İşçiler, Emekçiler,
halkımız!
Bugün ayağa kalkmayacaksak
ne zaman ayağa kalkacağız! Ne zaman sömürüye,
iş cinayetlerine, katliamlarına dur diyeceğiz!
Sessiz kalmak bunu hak ediyoruz demek değil
midir?
Hayır!
SÖMÜRÜYÜ, İŞ CİNAYETLERİNİ,
KATLİAMLARINI HAK ETMİYORUZ!
KATİL SERMAYEDİR,
HÜKÜMETTİR, DEVLETTİR!
AYAĞA KALKALIM,
SOKAKTA HESAP SORALIM!
SOMA KATLİAMININ
HESABINI SORMAK İÇİN SOKAKLARA!
BU PİSLİĞİ DEVRİM
TEMİZLER!
SÖMÜRÜSÜZ, İNSANCA
YAŞAM İÇİN TEK YOL DEVRİM!
EMEK
VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ - BARİKAT DERGİSİ- EÖC AVRUPA
İNİSİYATİFİ |
1
Mayıs Kızıldır!
1 Mayıs İstanbul'da devlet
terörüne karşı direnişin ve mücadelenin günü
oldu. Taksim'i yasaklayarak sınıfı belleğinden
koparmayı hedefleyen devlet, bir kez daha amacına
ulaşamadı. Ne kapatılan yollar, ne de iptal
edilen seferler, emekçilerin ve devrimcilerin
iradesine engel olamadı. Yürüdük düşmanın üzerine.
Biliyorduk düşmanın daha güçlü olduğunu. Ama
Vietnamlılar da biliyordu ABD emperyalizminin
daha güçlü olduğunu. Bu yüzden savaşmaktan vaz
geçmediler ve kazandılar. Biz de vaz geçmiyoruz
savaşmaktan. Ve mutlaka kazanacağız. Bedeli
ne olursa olsun kimse bizi yolumuzdan döndüremez.
Burada uzun uzun ne yapıp yapmadığımızı anlatmayacağız.
Bunun yerine sadece fotoğraflarla yetineceğiz.
Aşağıdaki linki tıklayarak diğer 1 Mayıs fotoğraflarına
ulaşabilirsiniz.
1
Mayıs 2014 fotoğrafları için burayı tıklayınız |
1
Mayıs'ta Taksim'deyiz!
Yeryüzündeki
tüm değerleri yaratan ve üreten emeklerimizin
hakkı için, ürettiğimiz her şeye el koyanlardan
hesap sormak için, biz olmazsak yaşayamazsınız
demek için yine çıkacağız sokaklara meydanlara.
Hiçbir yasak bizi durduramayacak. Önümüze çıkan
her engeli söküp atacağız. Hiç bir güç, bizi
1 Mayıs'ta Taksim Meydanı'ndan alıkoyamayacak.
Bu 1 Mayısta da Taksim'deyiz. Tüm Emek ve Özgürlük
Cephelileri, 1 Mayıs günü saat 10:00'da Şişli'deki
DİSK binası önüne çağırıyoruz.
Emek
ve Özgürlük Cephesinin 1 Mayıs Bildirisini Okumak
İçin Burayı Tıklayınız |
Katledilişinin
33. Yılında Nurettin Yedigöl Anması Yapıldı
Onlarca tanığa rağmen gözaltına
alındığı Gayrettepe'deki 1.ci şube işkencehanelerinde
katledildikten sonra bedeni "yok"
edilen Nurettin Yedigöl Yoldaş, 20 Nisan 2014
Pazar günü Avcılar Kemal Bozan Kültür Merkezinde
düzenlenen bir etkinlikle anıldı. Emek ve Özgürlük
Cephesinin Yedigöl ailesiyle birlikte organize
ettiği "33. Yılında Nurettin Yedigöl ve
Kayıplar Mücadelesi" başlıklı etkinlik
saat 15:00'te başladı.
Devrimci sosyalist
Nurettin Yedigöl 1981 12 Nisanında gözaltına
alınarak Gayrettepe 1. şubede derileri yakılarak,
yüzülerek, kafasına çakılan elektrodlardan elektrik
verilerek katil devlet tarafından katledildi.
Nurettin yoldaşa yapılan işkencelerin tanıkları
olmasına rağmen gözaltına alındığı hiç kabul
edilmedi. İsmini dahi söylemeyerek, faşizmin
işkencehanesinde düşmana direndi ve katledildi...
4.'sü gerçekleştirilen
anma etkinliğinin bu yıl ki teması; 33. yılında
Nurettin Yedigöl Ve Kayıplar Mücadelesi oldu.
Etkinliğe başta
yoldaşları, ailesi, Cumartesi ve 12 Eylül Anneleri
olmak üzere İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi
Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon ile kayıp
yakınları da katıldı.
Selamlama ve saygı
duruşu ile başlayan anma programı, Nurettin
Yedigöl yoldaşın yaşamını, devrimci mücadelesini
anlatan belgesel şeklinde hazırlanan 20 dakikalık
sinevizyon gösterisi ile devam etti.
Sinevizyon gösteriminin
ardından ilk sözü Nurettin Yedigöl'ün avukatı
Eren Keskin aldı, Eren Keskin konuşmasında kayıplar
mücadelesine değinerek, hukuki süreç hakkında
bilgi verdi.
Av. Eren Keskin'in
ardından Emek Ve Özgürlük Cephesi konuşmasında;
"12 Eylül işkencecilerin o dönemde asıl
amaçlarının devrimcileri
yok etmek, katlederek halkların mücadelesini
sindirmek olduğunu biliyoruz. Ezilenlerin başkaldırısından,
egemenlerin sömürü ve zulüm düzenine karşı mücadeleden
asıl korkanların onlar olduğunu biliyoruz. Sömürü
düzenine karşı eşitlik, özgürlük, ve adalet
için Gezi'de, Haziran Direnişinde, işçi direnişlerinde,
öğrencilerin direnişinde Nurettin Yedigöl ve
diğer toprağa düşen direnişçiler, özgürlük savaşçıları
en öndeydiler ve hep önde olacaklar. 1 Mayıs'ı
karşılamaya hazırlandığımız bugünlerde özgür
bir ülke ve insanca yaşam için toprağa düşen
bütün direnişçilere mücadelemiz selamımız olsun."
dedi.
Emek ve Özgürlük
Cephesi’nden sonra söz alan Muzaffer Yedigöl konuşmasında ağabeyi Nurettin Yedigöl'ü 33 yıldır
yılmadan aradıklarını ve bundan sonrada arayacaklarını,
sorumlularının yargılanması için bu mücadeleden
vazgeçmeyeceklerini söyleyerek, devrimci olan
ağabeyi Nurettin Yedigöl'ün anısı önünde saygıyla
eğildiğini söyledi.
Yapılan bu konuşmaların
ardından Kürtçe okuduğu şiir ile katılımcıları
derinden etkileyen Keremo yer aldı.
İHD İstanbul Şubesi
Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına söz
alan Maside Ocak; Cumartesi Annelerinin 19 yıldır
sürdürdüğü mücadelenin önemine değindi.
Maside Ocak'tan
sonra 1995 yılında Avcılar'da gözaltına alınarak
kaybedilen Fehmi Tosun'un kızı Besna Tosun;
" ben sadece yaşadığım coğrafyanın acıları
var sanıyordum, gördüm ki acılarımız aynıymış...
ortakmış. Sadece babamın kemiklerini değil,
ben 12 yaşındayken evimize gelen ve gözlerimin
içine bakarak babamı alıp götüren o üç kişiyi
istiyorum... benim onlarla karşılaşma cesaretim
var, onlarında varsa karşıma çıksınlar, hesap
versinler..." diyerek belki de günün
en anlamlı, en gerçek ve en duygusal konuşmasını
yaptı. Bu esnada insanlar gözyaşlarını tutamadı,
salonda yoğun duygusal anlar yaşandı.
Besna Tosun'un konuşmasından
sonra Oğul'a Yazılmış şiir formunda mektubu
Mine Nazari bizlerle paylaştı, analardan oğullara
bir duygu seli oluştu, yüreklerden yüreklere
aktı. Şiirin ardından tüm kayıplar anısına hazırladığımız
cumartesi annelerinin fotoğraflarından oluşan
kısa bir sinevizyon gösterimi daha yapıldı.
Yine kendi yazdığı
şiiri katılımcılarla paylaşan Burcu arkadaşımız
yoğun beğeni aldı, renk kattı etkinliğimize.
İHD İst. Şb. Başkanı
Ümit Efe Nurettin Yedigöl'ün gördüğü işkencelerin
tanığıydı aynı zamanda... Ümit Efe konuşmasında
kayıplar mücadelesine değindi, " bu siyasal
iktidar öyle hırsız ki sadece dünümüzü değil
yarınımızı ve emeğimizi de çalıyor. Bu iktidar
öyle zalim ki halka gaz fişekleriyle saldırıyor
ve öldürüyor" diyerek devletin dün olduğu gibi
bugünde katlettiğini, ödürdüğünü belirtti. Ardından
yine Nurettin ile aynı şubede ve zamanda işkence
gören bir yoldaşı söz alarak Nurettin'in devrimci
mücadelesine bağlılığını ve bir devrimciye yakışır
şeklide direnişini anlattı.
Son olarak devrimci
sanatçı dostumuz Pınar Aydınlar sahne alarak,
tüm devrimcilerin mücadelesini selamladı, İbolar'dan
Mahirler'den Deniz'lere bu devrimci mücadelenin
sürdüğünü ve süreceğini söyleyerek türkülerini
katılımcılarla birlikte seslendirdi.
Programın bitişinde 1 Mayıs
çağrısı yapıldı ve Devrimci Kurtuluş Marşıyla
etkinlik sonlandırıldı.
Ayrıca Ermeni soykırımının
yıldönümü nedeniyle kaybedilen Ermeni'lerin
fotoğraflarıyla özel bir köşe hazırlandı.
Yine salonda 1978
yılında yine devlet tarafından işkence edilerek
katledilen ve mezarı belli olmayan Fehmi Gökçek
yoldaşımız için de bir köşe
hazırlandı.
Salonunun giriş
kısmında Berfo ananın, kayıpların, cumartesi
annelerinin fotoğraflarından oluşan, karanfi
ve mumlarla hazırlanmış bir sergi de düzenlendi.
Tüm dostlarımıza,
katılımcılara, Cumartesi ve 12 Eylül annelerine,
İHD İstanbul şubesine teşekkür ediyoruz.
Nurettin
Yedigöl Ölümsüzdür!
Nurettin Yoldaş Onurumuzdur,
unutmadık, unutmayacağız, katillerini affetmeyeceğiz!
Nurettin yoldaş devrimci
sosyalist mücadelemizde yaşıyor!
EMEK
VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ
Etkinlikte
çektiği fotoğrafları bizimle paylaşan Ömür Eğribel'e
kattığı emekten dolayı teşekkür ediyoruz.
EMEK
VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİNİN KONUŞMA METNİNİN TAMAMI;
GÖZALTINDA
KAYBEDİLİŞİNİN 33.YILINDA NURETTİN YEDİGÖL’Ü
ANIYORUZ
“Ölü,
yiğit, gölge ve buz ne varsa
Tohuma dururlar yeniden
Ve halk, toprağa
gömülü
Tohuma durur bir
yerde
Buğday nasıl filizini
sürer de
Çıkarsa toprağın
üstüne
Güzelim kırmızı
elleriyle
Sessizliği burgu
gibi deler de
Biz halkız, yeniden
doğarız ölümlerde.”
P.
Neruda
Yıl
1981 12 Nisan… İstanbul’da İdealtepe’de karakol
kurulmuş bir evde gözaltına alındı Nurettin
Yedigöl. Ağır işkencelerden geçirildiğine dair
tanıklıklar var. 1976-1977 yılları arasında
İYÖD yönetiminde yer alan Nurettin Yoldaş, bir
devrimci sosyalist olarak girdiği işkencehanede
Muhammet olarak söylediği isminden hiç vazgeçmeden,
son anına kadar direnerek ölümsüzleşti. 17 Nisan
1981’de 1.Şubede sorguda işkencedeki diğer devrimciler
tarafından son defa görüldü. İşkencede direnişin
simgelerinden biri olan Nurettin Yedigöl’ün
gözaltına alınmasını ve gözaltında kaybedilmesini
devletin kolluk kuvvetleri o günden bugüne reddettiler.
O’nu şimdi ve sonsuza
dek ailesi, Cumartesi Anneleri ve devrimci sosyalistler
arıyor ve arayacak… Aslında 12 Eylül İşkencecileri
ve katillerinin asıl amacının devrimcileri yok
etmek , halkların mücadelesini sindirmek olduğunu
biliyoruz. Ezilenlerin başkaldırısından, egemenlerin
sömürü ve zulüm düzenine karşı mücadeleden asıl
korkanların onlar olduğunu da biliyoruz.
12 Eylül sürecinde
devletin savcısı Nurettin Yoldaşın ailesine
“Bizim elimizde de oğlunuz hakkında bir tutuklama
kararı var ama bulamıyoruz” derken 33 yıl sonra
bugün de evine seçmen kağıdı gönderildi. Nurettin’in
ağabeyi, Cumartesi Annelerinin 470. kez bir
araya geldiği eylemde soruyordu: “Bu nasıl devlet,
bu nasıl insanlık, bu nasıl adalet?”
Bu, Gezi- Haziran
Direnişlerinde Berkin Elvan’ı, Ethem Sarısülük’ü, Abdullah Cömert’i, Ahmet Atakan’ı, Mehmet Ayvalıtaş’ı,
Ali İsmail Korkmaz’ı, Hasan Ferit Gedik’i, Medeni
Yıldırım’ı öldüren “adalet”…
Egemenler bütün
barbarlıklarına, gaddarlıklarına, akıl dışı
ve insanlık dışı uygulamalarına karşın ezilen,
sömürülen halkların, emekçilerin, işçilerin
özgürlüğe kavuşmalarını engelleyemeyecekler.
Yolsuzluk, yoksulluk ve sömürü düzenine karşı
eşitlik, özgürlük ve adalet için Gezi’de, Haziran
Direnişi’nde, işçi direnişlerinde, öğrencilerin
direnişlerinde Nurettin Yedigöl ve diğer toprağa
düşen direnişçiler, özgürlük savaşçıları en
öndeydiler ve hep önde olacaklar.
Ezilenlerin mücadele
günü 1 Mayıs’ı karşılamaya hazırlandığımız bugünlerde
özgür bir ülke ve insanca yaşam için bütün toprağa
düşen direnişçilere mücadelemiz selamımız olsun.
Saygıyla, sevgiyle anıyoruz.
Devrim
Şehitleri Ölümsüzdür! Yaşasın Mücadelemiz! Yaşasın
Devrim ve Sosyalizm
Etkinliğin bir başka
haberi için http://www.diclehaber.com/1/22/14/viewNews/397446 |
İşkencede
Katledilip Kaybedilişinin 33.cü Yılında
Nurettin Yedigöl Yoldaşımızı Anıyoruz
“Ölü, yiğit, gölge ve
buz ne varsa
Tohuma dururlar yeniden
Ve halk, toprağa
gömülü
Tohuma durur bir
yerde
Buğday nasıl filizini
sürer de
Çıkarsa toprağın
üstüne
Güzelim kırmızı
elleriyle
Sessizliği burgu
gibi deler de
Biz halkız, yeniden
doğarız ölümlerde.”
P.
Neruda
“Bir devrimci sosyalist
olarak girdiği işkencehanede Muhammet olarak
söylediği isminden hiç vazgeçmeden, son anına
kadar direnerek ölümsüzleşti. 17 Nisan 1981’de
1.Şubede sorguda işkencedeki diğer devrimciler
tarafından son defa görüldü. İşkencede direnişin
simgelerinden biri olan Nurettin Yedigöl’ün
gözaltına alınmasını ve gözaltında kaybedilmesini
devletin kolluk kuvvetleri o günden bugüne reddettiler.”
Nurettin Yedigöl
Yoldaşımızı hiç unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız.
Elimiz her zaman katillerinin yakasında olacak.
Onu anmak için bu yıl da buluşuyoruz. Anma etkinliğimize
tüm halkımız davetlidir.
Yer: Kemal Bozan
Kültür Merkezi, Çiğdem Cd. Ozan Şeker İş Merkezi
Avcılar-İST.
Tarih: 20 Nisan 2014
Saat: 15:00
EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ
|
Ethem
İçin Ankara'dayız!
Ankara'da
bulunan ve Ankara'ya gidebilecek olan tüm Emek
ve Özgürlük Cephelileri 7 Nisan Pazartesi günü,
saat 09:00'da Ankara Adliyesinde görülecek olan
Ethem Sarısülük davasına katılmaya çağırıyoruz. |
Barikat'ın
Yeni Sayısı Çıktı!
Barikat'ın
yeni sayısı çıktı. Seçimlerden önce çıkan ve
daha çok bu gündem üzerine yoğunlaşan bu sayımızda
seçimlerin yanı sıra Kızıldere ve AKP ile Gülen
Cemaati arasındaki ilişkileri ele alan yazılarımız
da yer alıyor. İyi okumalar. |
Anne
Zeycan Yedigöl: Katillerden İki Cihanda da Davacıyım!
Yıllardır
her hafta cumartesi günü saat 12:00'de Galatasaray
meydanında oturma eylemi yaparak gözaltında
kayıpları soran kayıp yakınları, bu hafta da
Nurettin Yedigöl, Sabahattin Ali ve 14 Mayıs
1993'te Görümlü'de
kaybedilenleri sordular. Oturma eylemi ile ilgili
olarak ANF'de yayınlanan haberi ve fotoğraflarını
aktarıyoruz. Nurettin Yedigöl ve Annesi Zeycan
Yedigöl'e ait fotoğraflar Barikat arşivinden
alınmıştır.
Kayıp
Nurettin Yedigöl'ün annesi Zeycan Yedigöl, sağlık
sorunları nedeniyle bu haftaki eyleme katılamadı,
mektup gönderdi. Anne Yedigöl, "Katillerden
iki cihanda da davacıyım" diye seslendi.
Baba İsmail Yedigöl, oğlunun kemiklerine kavuşamadan
hayata veda etmişti.
471. kez Galatasaray'da
bir araya gelen kayıp yakınları bu haftaki eylemde,
12 Eylül döneminde gözaltına alınarak kaybedilen
Nurettin Yedigöl'ün akıbetini sordu. Cumartesi
Anneleri, 2 Nisan 1948'de kaybedilen yazar Sabahattin
Ali'yi de unutmadı.
CANSIZ
BEDENİ GÖSTERİLDİ
Bugünkü eyleme,
Nurettin Yedigöl ile birlikte gözaltına alınan
iki tanık da katıldı. 14 Nisan 1981 tarihinde
Nurettin Yedigöl ile birlikte aynı operasyonda
gözaltına alınan Battal Uygun, bir ara göz bandının
açılarak Nurettin
Yedigöl'ün cansız bedeninin gösterildiğini ve
Nurettin'i bir daha görmediğini söyledi.
Aynı operasyonda
gözaltına alınan İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit
Efe de, Nurettin'le birlikte 4 gün boyunca işkence
gördüklerini anlattı. 4. günün ardından Nurettin
Yedigöl'den bir daha haber alamadıklarını söyleyen
Efe, "O işkencecilere ismini bile vermedi,
direndi. Tarihe adını böyle kaydetti" şeklinde
konuştu.
HUKUKİ
GİRİŞİMLER SONUÇSUZ
Avukat Eren Keskin,
hukuki süreç hakkında bilgi verdi. Nurettin
Yedigöl davasının yeniden açılması için hukuki
süreç başlattıklarını söyleyen Av. Eren Keskin,
yaptıkları bütün başvuruların takipsizlikle
sonuçlandığını söyledi. Keskin, "Ergenekon
davalarında 15 günde karar veren Anayasa Mahkemesi,
bizim yaptığımız dava ile ilgili olarak 1 yıldır
karar vermedi" dedi.
ANNE
YEDİGÖL'DEN MEKTUP
Bu haftaki eylemde,
Nurettin Yedigöl'ün annesinin gönderdiği mektup
okundu. 86 yaşında olan ve hasta olduğu için
eyleme katılamayan Zeycan Yedigöl, mektubunda,
"Oğlumu kaybedenlerden, katillerini yargılamayanlardan
iki cihanda da davacıyım" dedi.
İHD İstanbul Şubesi
Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına açıklama
yapan Mine Nazari, her hafta Cumartesi eylemine
katılan baba İsmail Yedigöl'ün oğlunu göremeden
öldüğünü, anne Zeycan Yedigöl'ün de "Artık
çok yaşlıyım. Oğlumu bulmadan ölmek istemiyorum"
dediğini anlattı.
Nazari, "33
yıldır Nurettin'in akıbetini gizleyen, faillerini
koruyan tüm hükümetleri bu insanlık suçunun
ortağı ilan ediyoruz. Kaç yıl geçerse geçsin,
biz adalet aramaktan, evlatlarımızı kaybedenlerden
hesap sormaktan, hukuksuzluğa karşı direnmekten
vazgeçmeyeceğiz. Evlatlarımızı kaybederek, kaybedenleri
koruyarak bizi sonsuz işkenceye mahkum
edenler bilsin ki, işledikleri insanlık suçlarının
unutulmasına izin vermeyeceğiz" şeklinde
konuştu.
GÖRÜMLÜ
YAKINLARIN KAYIPLARI DA EYLEMDE
Bu haftaki eyleme,
14 Mayıs 1993'te Görümlü'de kaybedilenlerin
yakınları konuştu. Kayıp M. Salih Demirkan'ın
oğlu Nurettin Demirkan, dün Ankara'da görülen
davayı hatırlattı, "General Mete Sayar
ve ekibi yargılanıyor güya. Ama mahkemeye sanki
brifing veriyorlardı. Biz bu mahkemelerden adalet
beklemiyoruz ama peşlerini de bırakmayacağız"
dedi.
Şemdin Cülaz'ın
oğlu Kazım Cülaz da, Kürtçe yaptığı konuşmasında,
"Katillerimizle göz göze geldik. Davanın
takipçisi olacağız" dedi.
|
Devrimci
1 Mayıs Platformu'ndan Deklerasyon
BASINA VE
HALKLARIMIZA…
2014 1 Mayıs’ı yaklaşıyor.
2007, 2008, 2009’da sokak,
sokak direnilerek kazanılan Taksim Meydanı’nda,
2010, 2011, 2012’de, üç yıl boyunca, her yıl
kitlesi ve görkemi artan, milyonların katıldığı
1 Mayısları birlikte örgütledik.
Toplumsal mücadelenin yükseldiği,
devrimci-demokratik hareketin güçlenmeye başladığı
bir süreçte, devlet 2013 1 Mayıs’ında, yeniden
Taksim Meydanını 1 Mayıs’a yasaklayıp, halka
karşı savaş ilan etti. Bu yasak karşısında,
2007’den bu yana Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlamak
isteyen ve kutlayan tüm güçler, 2013’te de görkemli
bir direniş sergileyerek, devletin yasaklarını
tanımadığını, Taksim’in 1 Mayıs Meydanı olduğunu
ve halka kapatılamayacağını açık bir şekilde
gösterdi.
1 Mayıs sonrasında da, Taksim
meydanı ve çevresinin her türlü eyleme yasaklanmasına
karşı, yasakların tanınmadığı sokaklara çıkılarak
gösterildi.
1 Mayıs 2013 sonrası, halka
karşı ilan edilen bu savaşta;
İş cinayetlerinden, kadın
cinayetlerine;
İşçi sınıfının kazanılmış
haklarının gaspından, eğitim sistemin deneme
tahtasına çevrilmesine;
Ortadoğu’da emperyalistlerin
taşeronluğundan, Suriye’de savaş kundakçılığına;
Halklara karşı imha-inkâr
ve asimilasyoncu politikaların değişik biçimler
altında sürdürülmesinden, halkın nasıl yaşaması
gerektiğine;
Kentlerin emekçi mahallelerinin
ve tarihi bölgelerinin rant için yağmalanmasından,
derelerimizin HES’çi şirketlere peşkeş çekilmesine;
Hapishanelerde ve dışarıda
baskı ve terörün azgınca arttırılmasına kadar
her alanda baskılar yoğunlaştırıldı.
27 Mayıs 2013’te, Taksim
Gezi Parkı’na iş makinalarının girmesi ile başlayan
ve 31 Mayıs akşamı, milyonların ayağa kalktığı
görkemli bir direnişle beraber, 1 Haziran günü
Taksim Meydanının geri alınması ile AKP hükümetinin
ve burjuva egemenlerin tüm kibri, gösterişi
yerle bir oldu.
Artık yeter! Diyerek ayağa
kalkan halk, korku duvarını yıkarak ölümün üzerine
yürüdü. Başbakanın “destan yazan” polis gücünü
Taksim Meydanından söküp attı. Taksim Meydanı,
on bir gün boyunca, birçok kez vahşice saldırılara
karşı savunularak, milyonlarca insanın özgürlüğü
soluduğu, dayanışmayı, paylaşımı, insanlaşmayı
yaşadığı bir alana dönüştü.
Taksim’den başlayan isyan
dalgası, dalga dalga bütün ülkeye yayıldı ve
egemenlerin korkulu rüyası oldu.
16 Haziran’da, devletin
vahşi saldırısı sonucu Taksim Meydanı ve Gezi
Parkı boşaltılsa da, sonrasında parklarda, mahallelerde
forumlar, meclisler olarak devam etti.
Taksim’den başlayan bu görkemli
isyan, ayaklanma ve direniş, AKP’nin baskı ve
zor dışında yönetemez hale gelmesine neden oldu.
Aynı zamanda, emperyalist efendileri, yeni işbirlikçiler
bulma arayışına iterken, egemenler arası çatışmanın
da ateşini fitillemiş oldu.
Bu görkemli direnişte, Ethem’i,
Mehmet’i, Abdullah’ı, Ali İsmail’i, Medeni’yi,
Ahmet’i, Hasan Ferit’i ve en son 15 yaşında
fidanımız, Berkin’i güneşe uğurladık. Binlercemiz
yaralandı, gözünü kaybedenlerimiz oldu. Yüzlerce
tutsak verdik.
Öncesini bir yana bıraksak
bile, 2007’den bu yana omuz omuza yürütülen
direniş ve son olarak 2013 1 Mayıs’ından bu
yana yürüttüğümüz omuz omuza mücadele ile kazanabileceğimizi
çok net bir şekilde gördük. Gördük ki; 31 Mayıs
2103’ten bu yana, bizim, halkın istemediği hiçbir
şey, eğer biz kararlı isek yapılamaz.
Şimdi, seçimlerden aldığı
oyla saldırılarını arttıracağını deklare eden,
yolsuzlukları, hırsızlıkları, katillikleri,
savaş çığırtkanlıkları ile tüm pislikleri açığa
çıkmış bu sömürü ve zulüm düzenine karşı, kitlesel,
görkemli ve devrimci bir 1 Mayıs’ı Taksim’de
örgütlemek, emekten ve halktan yana tüm devrimci,
ilerici güçlerin önündeki en önemli görevdir.
Sendikalar, meslek odaları,
demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler,
devrimci güçler, platformlar, forumlar, kısacası
tüm emek güçleri, birleşik, kitlesel ve devrimci
özüne uygun bir 1 Mayıs’ı örgütlemek için bir
an önce harekete geçmelidir.
Bizler 2014 1 Mayıs’ının
yukarıda çizdiğimiz çerçevede geçmesi için her
türlü çabayı göstereceğimizi deklare ediyoruz.
Tarihimize, mücadelemize,
düşenlerimize yakışır 1 Mayıs’ı birlikte örgütlemeye
çağırıyoruz.
Bu sorumluluk hepimizindir.
Yaşasın 1 Mayıs!
Biji Yek Gulan!
Gezi-Haziran Şehitleri Ölümsüzdür!
1 Mayıs Şehitleri Ölümsüzdür!
4 Nisan 2014
Devrimci 1 Mayıs Platformu |
İzmir'de
Kızıldere Yürüyüşü
İzmir Emek ve Özgürlük Cephesi'nin
çağrısıyla bir araya gelen devrimci kurumlar
Kızıldere'de direniş manifestosu yaratan yoldaşlarımız
için bir anma yürüyüşü gerçekleştirdi. 31 Mart
Pazartesi günü saat 19.00'da Konak-YKM önünde
bir araya gelen kitle "Kızıldere Son Değil
Savaş Sürüyor!" pankartı arkasında yürüyüşe
geçti. Yürüyüş boyunca "Kızıldere son değil
savaş sürüyor, Devrim şehitleri ölümsüzdür,
Mahir, İbo, Deniz sürüyor sürecek mücadelemiz"
sloganlarıyla Sümerbank önüne geldi. Burada
yapılan saygı duruşunun ardından yapılan basın
açıklamasında; "Kızıldere bizler için son
değil, savaşını izinden sürdürdüğümüz bir eylem
kılavuzudur. Bugün emperyalizmin dünyayı kan
gölüne çevirdiği, sömürünün her boyutuyla azgınlaştığı,
toplumsal hayatın devlet terörüyle kuşatıldığı,
sokakların baskı ve terörle sindirilmeye çalışıldığı
bu coğrafyada umudumuzu, coşkumuzu ve inancımızı
bileyen, emperyalizme, sömürü ve zulme karşı
mücadelemizde her zaman bizlerle olan Kızıldere
şehitlerini bir kez daha saygıyla anıyor, andınız
andımızdır diyoruz." ifadelerine yer verildi.
Açıklamanın ardından Praksis müzik grubu kısa
bir müzik dinletisi sundu. EÖC, Mücadele Birliği
ve DHF'nin örgütlediği eyleme Partizan ve Devrimci
Hareket destek verdi. |
Kızıldere
Son Değil!
30 Mart 1972’de
Kızıldere’de ölümsüzleşen Mahir Çayan ve yoldaşları,
Emek ve Özgürlük Cephesi ve Devrimci Yolda Özgürlük
tarafından yapılan bir etkinlik ile anıldı.
Seçimlerden bir gün önce
29 Mart’ta İstanbul Avcılar’da Kemal Bozan Kültür
Merkezi’nde saat 20:00’da yapılan etkinlikte
ON’lar anıldı. Yapılan etkinlikte şiirler okundu,
marşlar söylendi.
Kızıldere ve Parti-Cephe
sürecinin Türkiye Devrimci Hareketi açısından
sisteme yedeklenen bir reformist anlayışa karşın
devrimci çıkış, kapitalizmin çürüme ve yozlaşma
kültürüne karşı dayanışma ve iktidarı cepheden
karşılayan bir stratejik çizgi olduğu vurgulandı.
29 MART 2014 GÜNÜ AVCILAR
KEMAL BOZAN KÜLTÜR MERKEZİNDE GERÇEKLEŞTİRMİŞ
OLDUĞUMUZ KIZILDERE ANMASINDA OKUNAN ORTAK METNİMİZ;
Kızıldere’yi
farklı açılardan değerlendirip birçok tartışmaya
konu etmek mümkün. Ancak bizce bugün itibariyle
devrimci hareketin yakıcı problemi olması ve
bir devrimci siyasetin ülke devrimine talip
olmasının ön koşulu olması vesilesiyle cüret
sorunsalıyla değerlendirmek en sahici olanıdır.
Bugün dünyada değişen güç
dengelerini büyük puntolarla yazarken halkın
yükselen muhalefeti alanlara ve barikatlara
yansıyor. Yaşanan bütün gelişmeler ve üzerine
emperyalizmin zincirinden boşanmışçasına emekçi
halklara saldırması tamda 30 Mart 72’de çınlayan
onurlu ve cüretkâr haykırışı hatırlamanın gereğini
ortaya koyuyor. Latin Amerika’da, Nepal’de,
Bolivya’da Ortadoğu’da, Filistin’de, Kürdistan’da
ve Gezi ve Haziran halk hareketinde yükselen
sesin dalga dalga yayılarak Tuzluçayır’da ve
ülkenin tüm sokaklarında kavganın, mücadelenin,
direnişin adı olduğu gibi.
Kızıldere ve cüretten bahsederken
salt oligarşinin kolluk kuvvetleri önüne korkusuzca
çıkmaktan bahsetmiyoruz elbette. Zira Kızıldere
yalnızca bir direniş destanı olmanın ötesinde
THKP-C nin kesintisiz 2-3 te ifadesini bulan
politikleşmiş askeri savaş stratejisi perspektifiyle
yaşanan bir sürecin sonucu olarak değerlendirildiğinde
anlam kazanacaktır. İşte devrimci hareketin
en önemli dönüm noktası da budur. O dönüm noktasına
gelinceye kadar verilen ideolojik politik mücadele
ve ülke devrimine kendi özgücüne dayanarak talip
olma özgüveni de anlatmaya çalıştığımız cüretin
en önemli boyutunu oluşturuyor.
68’in dünyayı sarsan gençlik
hareketi ve sosyalizmin yükselen grafiği ülkemizde
farklı çağrışımlar yaparken THKP-C, ülkede neredeyse
tüm bir sol hareketin dışarıdan ikame, revizyonist
bir çizginin takipçiliğini yaptığı bir dönemde
ülke özgülüne uygun ve sistemi cepheden gören
bir siyasi hat geliştirmeyi başarmıştır. THKP-C
kısa bir tarihsel döneme oturmasına rağmen geride
bıraktığı devrimci deneyim ve stratejik mevzilenişiyle
bugün hala Türkiye devrimci hareketinin ana
eksenini oluşturmaya devam etmektedir.
THKP-C’nin ve Mahir Çayan’ın
gelişim seyrine bakılacak olursa, ilk durağın
ideolojik\politik netliğin sağlanması yolundaki
çabalar ve güncel tartışmaların baş aktörü olan
revizyonist yaklaşımlardan bir kopuş olduğu
görülecektir. Genellikle kabaca “70 yıllık revizyonist-pasifist
gelenekten kopuş” diye nitelendirilen durum,
aslında çok daha fazlasını ifade etmektedir.
Yaşanan dünyanın sağlam bir çözümlemesiyle karşı
karşıya olunan çelişkiler tespit edilmiş ve
bu tespitler, tüm politik sonuçlarına dek götürülmüştür.
Elbette bu kopuş, bütünüyle reddetmek anlamını
içermeyen, ancak marksizmin tarihselcilik yöntemiyle
tamamen örtüşen ve yaşanılan günün diyalektik
sürecini geçmişten kopararak değil, onun gelişimini,
vardığı uğrakları takip edip, çözümleyerek ortaya
konan bir sonuçtur.
Aslında Toplu Yazılar’da
da çok açık görülebileceği gibi Mahir’in kendi
düşüncesinin gelişimi de bu tarihselci diyalektiğin
ve kopuş basamaklarının tipik bir örneğidir.
Bugün, 21. Yüzyılın ilk
çeyreğinde yaşanan hızlı dönüşüm ve bu dönüşümün
yarattığı teorik ve pratik “açmazlar” devrimci
hareket içinde yine ciddi savrulmalar yaratmaya
devam ediyor. İşte tam da bu noktada bugün,
THKP-C ve Kızıldere Manifestosu dünyadaki ve
ülkedeki tüm gerici gelişmeler karşısında devrimci
yenilenme ekseninde yeni bir kopuşun örgütlenmesinin
modelini de oluşturuyor. THKP-C’den alınan referans
noktaları hala yolumuza ışık tutmaya devam ediyor.
İçinde bulunduğumuz tarihsel
kesitte sisteme cepheden tavır alan, sistemi
yıkmayı önüne hedef olarak koyan bir iktidar
perspektifine sahip olmak ya da daha farklı
bir deyişle ülke devrimine talip olma cüretini
gösterebilmek bu günün devrimci kadroları açısından
bir elzemdir. Bu anlamda Kızıldere yaratmış
olduğu direniş geleneği ve yazılan kahramanlık
destanından çok her zamankinden daha fazla bir
siyasi cüret
anıtı olarak sorumluluklarımızı hatırlatan bir
olgu olarak önümüzde duruyor.
Öte yandan THKP-C ve THKO
kadrolarının Türkiye devrimci hareketine bıraktığı
dayanışma geleneği kapitalizmin ezilen halklar
üzerindeki tekilleştirme saldırısına karşı On’lardan
devraldığımız bir sorumluluk olarak yolumuzu
aydınlatmaktadır.
İşçi sınıfının kazanılmış
haklarına bir bir el konulduğu, her muhalif
düşüncenin alabildiğine saldırıya uğradığı,
sömürge tipi sürekli faşizmin kol gezdiği, devrimcilerin
linç girişimlerine maruz kaldığı bir ülkede
ve dahası yeni konsepti ve yeni tehdit algısı
ile dünyayı cehenneme çeviren emperyalizmin
yeni çığırtkanlıkları ile inleyen bir dünyada
yaşıyoruz. Ve bu günün devrimci görevi kaybedilen
bir muharebede mevzileri terk etmek için mazeret
aramak, günah keçileri bulmak ya da dönemsel
geri duruşları karakter haline getirmek değil
bir adım öteye yeni siperler kazmaktır. Bu anlamda
Kızıldere, döktükleri kanlarıyla tarihe yeni
zaferlerin ilk kelimelerini yazmanın geleneğidir.
İddiasının arkasında durabilmenin geleneğidir
ve utangaçlık hiçbir zaman devrimcilerin harcı
olmadığı gibi bu günde değildir. Halk adına
istediklerini cüretle haykırmak bu uğurda dövüşmek
Kızıldere’nin bize bıraktığı en büyük mirastır.
Ve bu mirası taşımak ise ancak ve ancak aynı
cürete sahip devrimcilerin harcıdır. Bizzat
kendisi bir siyasi cüret anıtı olarak THKP-C'nin
ve Onlar'ın yaratmış olduğu değer, kahramanlıktan
ziyade karşılaşılabilecek her sonucun vehametinden
bağımsız, ödenecek bedel ne olursa olsun, Marksizmin-Leninizmin
gösterdiği yolda ısrardır, kararlılıktır. Buradan
yola çıkarak devrimcilerin başarısı Kızıldere’de
10 yiğit yoldaşın ve THKP-C’nin bize bıraktığı
teorik ve pratik mirasa sahip çıkmaya bağlıdır.
Biz dün olduğu gibi bugün de, yarın da zafere
kadar bu mirasa bağlıyız ve sahip çıkacağız.
Devrime dair inancını, Marksizme-Leninizme olan
bağlılığını ve düşmanı örgütlülüğü ile göğüsleyecek
cesareti bilincinde muhafaza etmeyi başaranlar,
zafer naralarıyla karşılayanlar olacaktır.
KIZILDERE
SON DEĞİL SAVAŞ SÜRÜYOR!
YAŞASIN DEVRİMCİ
DAYANIŞMA
YAŞASIN DEVRİM
VE SOSYALİZM
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEPHESİ- DEVRİMCİ YOLDA ÖZGÜRLÜK |
İzmir'de
Newroz
Demirci
Kawa'nın yakmış olduğu özgürlük ateşi Newroz
bu yılda coşkuyla karşılandı. 22 Mart Cumartesi
günü saat 11.00 de Buca Hipodromda kutlanan
Newroz, marşlarla başladı. Ardından devrimci-demokrat
kurumların mesajlarına yer verildi. HDP İzmir
İl Belediye Başkan Adayı Mustafa Özçelik ilk
sözü aldı. Özçelik Newrozun tarihine ve direnişine
değindi. Seçim sürecine değinen Özçelik halkların
Newrozunu kutladı. HDP Eş Başkanı Sebahat Tuncel
de Newroz ateşiyle bedenlerini buluşturan Rahşanları,
Zekiyeleri anarak sözlerine başladı ve bir yıl
önce Paris'te katledilen üç Kürt kadının failinin
TC Devleti olduğunu vurguladı. BDP Genel Başkanı
Selahattin Demirtaş da AKP, MHP, CHP'nin tekçi
zihniyetlerine, HDP'ye yapılan saldırılara,
17 Aralık yolsuzluk operasyonlarına dikkat çekti.
Konuşmaları sık sık sloganlarla kesilen Demirtaş
hakların Newrozunu kutlayarak konuşmasına son
verdi. Konuşmaların ardından yerel müzik grupları
sahne aldı. Newroz sloganlarla ve halaylarla
son buldu. |
Halktan
Yana Demokratik Yerel Yönetim İçin Devrimci
Adaylarda Birleşiyoruz
Yeni bir
seçim süreci içindeyiz. Neo-liberal sömürü modelinin
sınırlarını tükettiği, siyasal ve toplumsal
kriz dinamiklerinin yeniden biçim alıp derinleştiği,
oligarşi içi çatışmaların yeni boyutlar kazandığı,
işçi sınıfı ve halkın tüm kazanımlarının tasfiye
edildiği, başta Kürt ulusunun özgürlük sorunu
olmak üzere hiçbir demokratik sorunun çözülmediği,
rüşvet, yolsuzluk ve yağmanın tüm iktidar odaklarına
sindiği, burjuva demokratik kavramların yerle
bir olduğu, oligarşik devletin çeteleştiği,
bu çete savaşında her gün yeni bir pisliğin
açığa çıktığı bir süreci yaşıyoruz.
AKP, içte ve dışta çözülmektedir,
baskı ve tehdit dikiş tutmamaktadır. Mısır,
Suriye ve Ortadoğu'da halklara karşı düşmanlık
politikasında ısrar eden AKP, içte hiç bir sorunu
çözememiş, tam tersine “ileri demokrasi” adına
faşizmi daha da kurumsallaştırmıştır. Neo-liberal
sömürü modelinin çocuğu, emperyalizmin işbirlikçisi
olan AKP, bu modelin “yan ürünü” olan rüşvet,
yolsuzluk ve yağmada sınır tanımamış; son çete
savaşıyla bu kirli düzen her yerinden patlamıştır.
AKP neo-liberal sömürü modelinin özetidir; AKP
somutunda çözülen düzendir.
Sadece AKP değil, tüm düzen
partileri, CHP, MHP ve diğerleri neo-liberal
sömürünün, bunun üzerine yeniden inşa edilen
sömürge tipi faşizmin savunucularıdır. AKP,
CHP, MHP ve diğer burjuva partiler vahşi kapitalizmin
hizmetindedir; tümü rantçı, yağmacı yerel yönetim
anlayışı ve programına sahiptirler. Tümünün
savunduğu, şimdi AKP'nin elinde patlayan bu
yağma düzenidir.
Bu yağma düzeni kabul edilemez.
Bu düzene karşı mücadele etmek haktır, meşrudur;
direnelim, birleşelim, haramilerin düzenini
yıkalım!
Bu yağma düzenine karşı,
işçi sınıfı ve halkın söz, yetki ve karar sahibi
olduğu, halk meclisleri üzerine inşa edilen
demokratik ve halktan yana yerel yönetim doğru
ve devrimci programdır.
Bu program etrafında işçiler,
emekçiler, Kürt halkı ve tüm ulusal topluluklar,
Aleviler, tüm ezilenler birleşmeliyiz.
Gezi ve Haziran halk direnişi,
bu yağma düzenine karşı direnmeyi ve birleşmeyi
öğretti. Rojava'dan Amed’e Kürt halkı kendi
özyönetimi için ayağa kalktı. Şimdi bunlardan
güç alarak, haramilere karşı birleşmenin, yeni
sömürgeci düzenin bize sunduğu sözde “seçenekleri”,
elimizin tersiyle itmenin, kendi kaderimize
sahip çıkmanın zamanıdır.
Kürdistan ve Türkiye
halkının birliği ve dayanışması için;
Sol ve devrimci hareketin
birlik zeminini güçlendirmek için;
Haramilerin yağma düzenine
karşı, eşitlik, adalet, özgürlük için;
30 Mart Yerel Seçimlerde
Devrimci Ve Yurtsever Adaylarda Birleşelim!
EŞİTLİK, ADALET VE ÖZGÜRLÜK
İÇİN İLERİ!
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ |
Berkin
İçin Okmeydanı'na
Sonunda öldürdünüz Berkin’imizi…
269 gün boyunca kocaman yüreğiyle direndi, savaştı,
katillerine inat hayata tutunmaya çalıştı ama
yetmedi. Tam da kontrgerilla şeflerinin, gırtlak
kesen seri katilerin, Hrant’ın kanına girenlerin
ellerini kollarını sallayarak aramıza karıştığı,
davul zurna ile eğlendikleri günlerde, Berkin
çocuğumuzu yitirdik.
Şimdi alçaklık ve
riyakarlık diz boyu! Kan içici katiller, polis
sürülerini halkın evlatlarının üzerine saldırtıp
“destan yazanlar”, hiç utanmadan sıkılmadan
“sevgili yavrumuz” diyorlar, “muhterem ailesine”
taziyeler bildiriyorlar. Türkiye hiçbir zaman
bu kadar tiksinti verici bir dönem yaşamamıştı;
Türkiye hiçbir zaman bu kadar rezil bir ülke
olmamıştı. Çocuk katilleri hiç bu kadar pervasız
olmamışlardı. Kendi aralarında kasetlerle tepişen
kirli ittifakın leş kargaları da, cezaevi kapılarında
“şu kadar ayımı çaldılar” dile ağlaşan operet
generalleri de, hepsi ama hepsi Berkin’in kanına
bulaşmış ellerini sonsuza kadar uğraşsalar temizleyemezler.
Berkin’imizi öldürdüler,
katlettiler! Onun geleceğini çaldılar; gülüşünü
çaldılar. Ömrümüzün yarısını koparıp götürdüler.
Şimdi onun için,
o küçük gövde ve o büyük yürek için ayağa kalkma
zamanıdır. Onun yaşanmamış ömrünü, devrimin
ömrüne katma, çekilen acıların boşuna olmadığını
gösterme zamanıdır. Onu unutulmaz bir törenle
uğurlamak boynumuzun borcu olsun!
Berkin için görev
başına!
Artık mazeret yok!
Herkes ama herkes 12 Mart saat 12.00’de Okmeydanı’na!
Faşizme karşı omuz
omuza!
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEPHESİ |
İstanbul'da
Devrimci 8 Mart Mitingi
Devrimci 8 Mart Platformunun çağrısıyla
8 Mart 2014 Cumartesi günü saat 15.30’da Kadıköy
Boğa Heykeli önünde toplanan kitle 16.20’de
yürüyüşe geçti.
En önde Devrimci 8 Mart
Platformunun pankartı açılırken, arkasında bileşenlerin
kortejleri yerini aldı.
Yürüyüş esnasında “kadın
erkek elele mücadeleye!, kadın olmadan devrim
olmaz devrim olmadan kadın kurtulmaz!, cinsel-ulusal-sınıfsal
sömürüye son!, 8 Mart kızıldır kızıl kalacak!
vb ortak sloganlar eşliğinde miting alanına
gelindi.
Emek ve Özgürlük Cephesinin
(EÖC)’de bileşeni olduğu yürüyüşte EÖC
‘lü kadınlar Rosa Lüksemburg’un, Tanya’nın,
Didar Şensoy’un, Zilan’ın, Krupskaya’nın, Hatice
Alankuş’un, Serpil Polat’ın ve dünya devrim
mücadelesinde yaşamını yitiren bazı devrimci
kadınların fotoğraflarını en önde taşıdılar.
Sokakta-evde-işte kadınlar
her yerde mücadelede!, yaşasın devrimci kurtuluş
mücadelemiz!, Jin Jiyan Azadi! vb sloganlar
eşliğinde yürüyen EÖC kitlesi ellerinde
KADIN ERKEK ELELE İnsanca
Yaşam İçin Mücadele Ediyoruz, Kazanacağız!
ROJAVA’LI KADINLAR KAZANDI!
Kadın Olmadan Devrim Olmaz,
Devrim Olmadan Kadın Kurtulmaz!
KADINLARIN
EZİLDİĞİ TOPLUM ÖZGÜR OLAMAZ
Adalet, Eşitlik, Özgürlük
İstiyoruz, Alacağız!
KÖLELİK DÜZENİNE
HAYIR!
Zincirlerimizi Kıramazsak
Kazanamayız
HARAMİLERİN
SALTANATINI YIKACAĞIZ!
Bu Pisliği Devrimle Temizleyeceğiz
ANLAYACAK
KADAR ZEKA, İSTEYECEK KADAR CESARET
ZORLAYACAK KADAR KUVVET
Özgürlük Ellerimizde!
yazılı dövizleri taşıdı.
Kortejler
miting alanına geldiğinde yoğun yağmur yağışı
altında programa başlandı. Selamlama sunumundan
hemen sonra mücadele ederken yanarak ölen New
Yorklu dokuma işçisi kadınlar şahsında dünya
devrim mücadelesinde şehit düşen tüm devrimci
kadınlar için 1 dakikalık
saygı duruşunun ardından platform adına ortak
metni EÖC’lü bir kadın okudu.
Okunan metin sonrası Greif
işçilerinden bir kadın mücadelelerini anlatan
ve kitleyi selamlayan kısa bir konuşma yaptı.
Kitle Greif işçisi yalnız değildir sloganlarıyla
işçilerin selamını karşıladı.
Greif işçisinden sonra
sözü Gezi direnişi sürecinde sapanıyla tomalara
karşı direnen Emine teyze aldı. Kadının direnişlerde
ve mücadelede çok önemli biri yeri olduğuna
değinen Emine teyze kitleyi selamlayarak sözlerini
tamamladı.
Yoğun yağmur yağışı nedeniyle
konuşmaların kısa tutulduğu mitingde Grup Adalılar söylediği ezgiler hep bir ağızdan
söylendi.
Grup Adalıların ardından
ise yurtdışı yasağı nedeniyle açlık grevinde
olan Grup Yorum kitleyle buluştu. Seslendirdiği
ezgilerle halaya duran kitle hep bir ağızdan
zılgıtlar çekti, sloganlarla coştu.
Son olarak Gezi sürecinde
devletin polisleri tarafından gaz fişeği ile
vurulan ve yaşam mücadelesi veren Berkin Elvan’a
miting alanından selam gönderildi; "diren
Berkin seninleyiz!","Berkin Elvan
onurumuzdur!" sloganları hep bir ağızdan
atıldı. Grup Yorum ve Adalılar Grubu Berkin
için Büyü isimli ezgiyi birlikte söylediler.
Kitle Berkin’in sağlık
durumunun kritik olmasından dolayı Okmeydanı
hastanesi önünde 24 saat tutulacak nöbete çağrıldı.
Bu çağrının ardından yaşasın devrimci dayanışma
sloganıyla miting sona erdi. |
İbrahim
Özalp Yoldaşımızı Mezarı Başında Andık
1 Mart 1981'de oligarşinin
katilleri tarafından katledilen İbrahim Özalp
Yoldaş, mezarı başında anıldı. Yoldaşımızı anmak
için 2 Mart 2014 günü saat 13:30'da Edirnekapı'daki
mezarı başında toplanan ailesi, dostları ve
yoldaşları, anmaya saygı duruşu ile başladılar.
Saygı duruşunun ardından devrim şehitlerinin
mücadeledeki yeri üzerine kısa bir metin okundu.
Metnin ardındana "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!",
"İbrahim Özalp Ölümsüzdür!" ve "Yaşasın
Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz!"
sloganları atıldı. Bu metnin ardından İbrahim
Özalp Yoldaşımızı anlatan şu metin okundu:
"BİR YİĞİT DEVRİM
SAVAŞÇISI...
Devrimci sosyalist
hareketin Türkiye siyasal gündemine ağırlığını
koyduğu yıllarda sıcak mücadele içerisinde yetişen
genç kuşak devrimcilerinden İbrahim Özalp, lise
yıllarından başlayarak, azmi, hiçbir görevden
kaçmaması, örgütçülüğü ile kısa sürede saflarımızda
önder ve sorumlu bir insan örneği oluşturdu.
İbrahim yoldaş çalışkanlığı, fedakarlığı, yardımseverliği ile
ilişkide olduğu herkesin sevgisini kazanırdı.
Oligarşi tam da bu özelliklerinden dolayı onu
hedef tahtasına koymuştu amacı onu yakalamak
değildi, katletmekti. 1 Mart 1981 yılında oligarşinin
katilleri onu içinde bulunduğu ekip aracından
indirerek iki liseli yoldaşının gözleri önünde
kurşuna dizdiler. İbrahim yoldaş son ana kadar
sloganlarını haykırmış, onu yok etmek isteyenlere
inancının sağlamlığını, devrimci iradenin teslim
alınamazlığını göstermiştir.
Özgür bir ülkede
insanca yaşam için emperyalizme- faşizme ve
oligarşiye karşı mücadele etti, savaştı. Tıpkı
diğerleri gibi... faşizmin kör karanlığında
düşmana meydan okuyandı O... halkların kardeşliği
şiarı ile yola düşendi... emekçinin, yoksulun,
ezilenin yanında omuz omuza durandı.
Devrimciler onurlu
bir yaşam sürer. Onların yaşamı halk kitlelerine, ardıllarına örnek olur. Şüphesizki İbrahim yoldaşta
devrimci duruşundan en ufak bir taviz vermeden
yaşadığı gibi onuruyla, yiğitçe öldü. Son nefesine
kadar sloganlarını haykırdı düşman karşısında.
Ve bugün bizlere düşen görev devraldığımız bayrağı
onların bize bıraktığı mirası, açtıkları yoldan
yılmadan, tereddüt etmeden zafere kadar taşımaktır.
Bugün burada yine and içiyoruz, İbrahim yoldaşımıza
bir kez daha söz veriyoruz; ya özgür vatan ya
ölüm şiarıyla devrimin sarp ve dolambaçlı yolunda,
senin ışığınla zafere kadar savaşacağız. Kavgamızda
senden öğrendiğimizle bir adım daha öne çıkacağız
ve mutlaka biz kazanacağız!
İddia ediyoruz son
sözü biz söyleyeceğiz, Yaşasın Devrimci Kurtuluş
Mücadelemiz! Yaşasın Devrim Ve Sosyalizm!
EMEK VE ÖZGÜRLÜK
CEPHESİ"
Metnin okunmasının
ardından tekrar sloganların haykırıldığı anmada
daha sonra da bir şiir okundu. Şiirin ardından
Cephe Marşı'nı okuyan kitle, anmayı İbrahim
Özalp için yapılan konuşmalarla sonlandırdı. İbrahim
Özalp Yoldaşı tanıyanların anılarla yüklü konuşmalarından
sonra ağabeyinin oldukça dokunaklı cümleleri
geldi. İbrahim Özalp'i Tozkoporan bölgesindeki
mücadelesinden tanıyan bir yoldaşı o dönemde
oldukça rutubetli bir bodrum katında kalmak
zorunda oldukları bir gece İbrahim Özalp'in
evde olması gerekirken geceyarısı duydukları
çatışma seslerinin arasında İbrahim'in gelip
evden mermi alıp gittiğini ve giderken de "bu
rutubetli bodrumda çürümektense kavganın içinde
olmanın çok daha iyi olacağını" biçiminde
bir espri yaptığını anlattı. Ağabeyi ise konuşmasında
kendinden küçük olmasına rağmen sendikal çalışmaya
dair kimi şeyleri ondan öğrendiğini ve 80 öncesinde
Oto Metal İş sendikasında mücadele ettiklerini
anlattı. Bu konuşmalarla sona eren anmada son
olarak İbrahim Özalp Yoldaşımızın ailesi tarafından
hazırlanan yemek dağıtıldı. Emek ve Özgürlük
Cephesinin düzenlediği anmaya ESP, Devrimci
Yolda Özgürlük ve Atak Dergisi okurları da katıldı. |
İzmir'de
Ayakkabı
İşçileri Yürüdü
İzmir Ayakkabıcılar Sitesinde
ucuz işgücü olmayı kabul etmedikleri için çalışmayan
ayakkabı işçileri 17 Şubat günü saat 10.00'da
Ayakkabıcılar Sitesinde yürüyüş düzenledi. 'Bu
daha başlangıç mücadeleye devam, Yaşasın sınıf
dayanışması" sloganlarıyla başlayan yürüyüşte
tezgahlarda çalışan işçilere yürüyüşe katılım
çağrısı yapıldı. Yapılan açıklamada bir yılı
aşkın süredir eylemlerine devam ettiklerine
koşulların sağlanmasına kadar eylemlerin süreceği
vurgusu yapıldı. Yarından itibaren imza kampanyası
başlatacak olan işçiler imza kampanyasının duyurusuyla
eylemi sonlandırdı. |
İzmir'de
Şubat Anması
İzmir Emek ve Özgürlük Cephesi
16 Şubat Pazar günü saat 13.00 de Tümtis binasında
Şubat Savaşcılarını Ulaş Bardakçı, Bedrettin
Şınnak, Serpil Polat, Nazım Kuru, Davut Günay'ı
anma etkinliği düzenledi. Etkinlik Şubat savaşcıları
şahsında devrim ve sosyalizm mücadelesinde yitirdiklerimiz
adına saygı duruşuyla başladı. Saygı duruşunun
ardından Emek ve Özgürlük Cephesi adına açıklama
okundu. Sinevizon gösterimiyle devam eden etkinlikte
savaşçıların yaşamlarına, mücadelelerine değinen
metinler okundu. Karanfil ve Serpil'e adlı şiirlerin
okunmasının ardından müzik dinletisi yapıldı.
Müzik dinletisinin ardından serbest kürsüye
dönüştürdüğümüz etkinlikte anmaların neden yapıldığına,
önemine değinen konuşmalar yapıldı. Nazım Kuru
yoldaş ile aynı süreçte mücadele eden bir yoldaşı,
onun mücadelesine değinen açıklamalarda bulundu.
Seçim sürecine bakışımız, kampanya, devrimci
tavır üzerine yapılan sohbetlerin ardından etkinlik
son buldu.
|
|
|
|
|
|
|
|