Önce
birkaç söz…
IMF sözcüğünü duymayan var mı?
Nasıl olabilir ki?
Türkiye'de yaşıyorsanız, emekçiyseniz, köylüyseniz
ya da küçük bir dükkanınız varsa ve ekmeğiniz
küçülüp duruyorsa IMF'yi bilmemeniz mümkün mü?
Uluslararası Para Fonu, yani IMF…
Geliyor, gidiyor, ev ödevleri veriyor, sonra kontrol
ediyor, not veriyor, azarlıyor, fırça atıyor,
ceza kesiyor, kırmızı kart gösteriyor, yeşil ışık
yakıyor, vs. vs…
Ne zaman ondan söz edildiğini duysak, cebimizde
bir hareketlenme olur… Paramız durduk yerde azalmaya
başlar.
"IMF reform istiyor" denilirse örneğin,
eyvah! Sosyal haklarımızın bir bölümü daha elden
gidiyor demektir.
"İstikrar Programı"ndan söz edilirse,
tamam! Yoksulluğun biraz daha artacağı kesindir!
Artık bütün bunları herkes öğrendi. Öyle ki memlekette
herhangi bir tütün ya da pamuk üreticisine mikrofonu
uzatsan, adam IMF temsilcisinin adını bile biliyor.
Emekli maaşı kuyruğundaki vatandaş, IMF'ye küfür
etmeyi artık alışkanlık edinmiş durumda. Fabrikaları
kapanan işçilere zaten hiç sormayın!
Peki nasıl bir şey bu IMF?
Tamam, kötü olmasına kötü de, nasıl bir şey?
Nasıl çalışıyor? Kimin hizmetinde? Neden soframıza
elini uzatıyor?
Televizyonları mesken edinmiş satılık ekonomi
uzmanları durmadan "ne var canım, o da bir
banka işte" diyorlar; acaba gerçekten öyle
mi? Sıradan bir bankaysa eğer, pancarın ne kadar
ekileceğine, sağlık sisteminin nasıl şekilleneceğine
neden karışıyor? Bu nasıl bir bankaymış ki, emekli
Hasan amcanın kaç kuruş zam alacağı ona soruluyor?
Bu nasıl bir bankaymış ki, hükümetleri devirip
hükümetleri kuruyor?
Gerçekten bizim ona borcumuz mu var; yoksa alacağımız
mı?
Sorular çok; saymakla bitmez…
O zaman, her şeye en baştan başlayıp şu musibeti
iyice bir tanıyalım.
Tanıyalım; çünkü insanın düşmanını tanıması gerek…
1-
IMF Ne Zaman Kurulmuştur, Amaçları Nelerdir?
Bütün dünya halklarının başına bela olan bu hırsızlık
şebekesi, 1944 yılında ABD'nin New Hampshire eyaletindeki
Bretton Woods'da kurulmuş ve 1947'de faaliyete
geçmiştir.
Neden daha önce değil de 1947'de?
Çünkü, İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyalizmin
güçlenmesiyle ortaya çıkan dünya tablosundan paniğe
kapılan Amerika, dünyadaki çıkarlarını korumak
ve müttefiki olan diğer soyguncu devletleri ayakta
tutmak için bu kuruma ihtiyaç duymuştu. Böylece
ABD, kendi hegemonyası altında 44 devleti bir
araya getirerek Bretton Woods anlaşmasını ortaya
çıkardı.
Bu anlaşmanın özü, doları uluslar arası para yapmak,
yani bütün ülkelerin paralarını kontrol etmek,
borçlar ve kredilerle dünya ekonomisini bağımlılaştırmak,
sermaye akışının önündeki engelleri kaldırmak
ve bu işler için de IMF ve Dünya Bankası'nı kurmaktı.
Her iki kuruluş da böyle ortaya çıktı.
Ve herhalde söylememize hiç gerek yok… Her iki
kuruluşun merkezi de Washington'dadır!
2- IMF'nin Yapısı ve İşleyişi
Nasıldır?
Artık sokaktaki çocukların bile bildiği gibi
IMF'nin patronu Amerika'dır!
IMF, paranın gücüne göre yönetilir. Bir ülkenin
IMF'deki oy gücü, fondaki hissesine bağlıdır.
Örneğin tek başına ABD'nin oy gücü yüzde 17.16'dır.
ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya'dan oluşan
"beşler" grubunun oy oranı ise yaklaşık
yüzde 40'tır. Avrupa Birliği'ninki ise yüzde 30...
Yani sonuçta kararları belirleyen güç, Amerika
ve diğer emperyalist ülkelerdir.
Buna karşılık örneğin Türkiye'nin IMF'deki oy
gücü, binde 46'dır!
Ne kadar demokratik değil mi?
IMF'nin en yetkili yürütme organı İcra Direktörleri
Kurulu'dur. 24 kişilik bu kurulda da ABD, Almanya,
Fransa, İngiltere, Japonya, Çin, Rusya ve Suudi
Arabistan kendi başlarına temsil edilirler; diğer
üyelerin ise "Grup Temsilcileri" vardır.
Yani Türkiye'nin bir toplantıda kendi başına söz
hakkı bile yoktur. Zaten olsa da bir anlam ifade
etmez; çünkü IMF'ye Amerika ve birkaç emperyalist
ülke tamamen hakimdir. Hatta öyle ki, kurulduğu
günden beri IMF Başkanı bir Avrupalı olur, Başkan
Yardımcısı ise ABD vatandaşıdır. Dünya Bankası
başkanı ise her zaman Amerikalıdır. Bunlar değişmez
kurallardır.
Yani köşeler tutulmuş, kilit noktalar paylaşılmıştır.
3- Dünya Bankası Nedir, Amaçları
Nelerdir?
Dünya Bankası da aslında IMF'nin "tek yumurta
ikizi"dir!
Aynı toplantıda, aynı kararlarla kurulmuştur ve
IMF'ye üye olan ülkeler aynı zamanda Dünya Bankası'na
üye olmak zorundadırlar. Merkezi Washington'dur;
başkanı da her zaman bir Amerikalıdır.
Ne yapar Dünya Bankası?
IMF'nin yaptığının aynısını! Özellikle bağımlı
ülkelere borç vermek, bu borçları tahsil etmek
için onlara koşullar dayatmak… Bu amaçla Dünya
Bankası, 1960'lardan beri bu ülkelerde "Kalkınma
Bankası" gibi adlarla kendi kontrolünde işbirlikçi
kurumlar yaratmış, böylece verdiği borçların,
kredilerin bu ülkelerde kimlere gideceğini de
belirlemiştir. İş ödemeye geldiğinde ise durum
değişir. Borcu ödeyen, borcu alan ve kullanan
değil, vergi veren biz oluruz.
Yani Türkçesi, yapılan iş tefecilik ve tahsilatçılıktır;
ama eşi benzeri görülmemiş bir tahsilatçılık!
Bankanın yönetiminde ise tabii ki G-8 diye anılan
en büyük 8 emperyalist ülke vardır ve bunlar arasında
en büyük hisse yüzde 17 ile ABD'ye aittir.
Yani patron bellidir.
Dünya Bankası da öyle söylendiği gibi bir banka
değildir! Dünyayı yönetmek, emperyalizmi bütün
dünyaya egemen kılmak, bizim gibi ülkelerin de
iliğini kemiğini kurutmak için kurulmuş bir soygun
çetesidir!
4- Borçlandırma Nasıl Bir Sömürü
Sistemidir?
Bu soygun nasıl yapılır?
Sokaktaki soyguncular gibi silahla değil tabii.
Yani gerektiğinde elbette işin içine silah da
girer, askeri cuntalar yapılır, IMF politikalarına
itiraz eden yöneticilere komplolar tezgahlanır
ama esas olarak iş silahla değil, borçlar ve kredilerle
yürür.
Borç meselesinin ise en önemli yanı şudur: Borcu
alanla ödeyen farklıdır!
Siz, normal hayatta, size ait olmayan bir borcu
öder misiniz? Tabii ki ödemezsiniz.
Ama emperyalist dünya düzeninde işler farklıdır.
Borcu çoğunlukla devlet ya da "Kalkınma Bankası"
gibi kurumlar alır ve şirketlere paylaştırır ama
iş ödemeye gelince vergilerimizle borcu ödeyen
biz oluruz!!
Hayatta böyle bir ticaret gördünüz mü hiç?
Aklınız yatıyor mu buna?
Yatsın yatmasın, düzen böyledir!
Bizim gibi ülkelerde zaten sanayileşme, kalkınma
dedikleri şey, daha işin en başından itibaren
emperyalist şirketlerin kontrolü altında, onlara
her bakımdan bağımlı bir gelişmedir. Yani geçmişte
ülkeleri ordularla işgal edenler, özelikle 1940'lardan
sonra o ülkelerde işbirlikçi patronlar bulup onlarla
birlikte bir sömürü düzeni kurmayı benimsemişlerdir.
Türkiye'de şu anda ilk sıralarda yer alan kodamanların
tamamı bu yoldan, emperyalist efendilerin çanaklarını
yalayarak zengin olmuşlardır.
Ama bu bağımlılık düzeni, aynen eroin kullanımında
olduğu gibi borca ve kredilere bağımlı bir düzendir
ve işler aksadı mıydı, aynen eroinde olduğu gibi
kriz başlar.
Bu amaçla IMF ya da Dünya Bankası, o ülkedeki
işbirlikçi, uşak ruhlu satılmış yöneticilerle
anlaşmalar yapar. Ortaya birtakım koşullar koyar;
duruma göre örneğin özelleştirmelerin şu hızla
yapılmasını, işçi ve memur ücretlerinde şu sınırın
aşılmamasını, sosyal güvenlik kurumlarına aktarılan
paraların kesilmesini, tarıma yapılan desteğin
azaltılmasını, vs. vs. ister. "Ülkesini pazarlamakla
görevli" yöneticiler de onlara sözler verirler
ve sözde "yeşil ışıklar" yakılır. Tabii
bu borçların tamamı, IMF'den alınan borçlar değildir;
yabancı bankalar ve başka kurumlar da vardır ama
IMF, bütün sistemin mafyası olarak tahsilat işini
üstlenir. Zaten onun ışık yakmadığı koşullarda
kimse o ülkeye borç vermez.
Ama durum öyledir ki, bu alınan yeni borçlar,
eski borçların faizlerini bile karşılamaz. Böylece
ortaya bir türlü iştahı kapanmayan, ülkenin bütün
kaynaklarını yalayıp yutan ama doymayan bir borç
canavarı çıkar. Sonuç biraz daha bağımlılık, biraz
daha sömürüdür.
Üstelik, IMF, böylece istediği hükümetleri ya
da partileri de destekler ve istemediklerini düşürür.
Para piyasalarıyla birazcık oynaması bunun için
yeterlidir. Bu yüzdendir ki zaten Türkiye'de iktidara
oynamak isteyen parti liderleri, önce şöyle bir
Washington'a uğrarlar; oradan garantiler almak
için sekiz takla atarlar!
5- İstikrar Programı Nedir?IMFDüzeni
Nasıl Yürür?
Sokaktaki soyguncunun yöntemi bellidir: Adamın
önüne dikilir ve bir defada ya parasını alır ya
da canını!
IMF'de ise işler öyle yürümez!
IMF adamı ne öldürür, ne canlandırır!
Süründürür!
Emperyalist ülkelere ve şirketlere borçlarınız
biriktikçe yeni anlaşmalar kapıya dayanır. Ne
emperyalistler, ne de onların tahsilatçısı IMF,
sizin ülkenizdeki insanların sağlığını, refahını
düşünmez; onlar kendi politikalarını uygularlar
ve kasaların daha çok dolmasına bakarlar. Ve siz,
borcunuzu (daha doğrusu borcunuzun faizini!) ödeyemiyorsanız,
"iyi o zaman" derler, "büyük kamu
işletmelerini sat!" Böylece bir bakarsınız
ki, PETKİM örneğinde olduğu gibi koca bir petro-kimya
tesisi satılır. Bu satıştan sağlanan para, bir
yıllık borç faizi bile değildir ama kaybedilen
koca bir tesistir!
"İstikrar Programı" diye bir şey vardır
örneğin…
Gelirler uzun vadeli bir anlaşma yaparlar. 24
Ocak 1980'de olduğu gibi, "şu kadar sürede
şunları satın, şunları azaltın, bu arada da işçileri
susturun" derler. Yöneticiler sekiz takla
atarak anlaşmayı imzalarlar ama bu kadar vahşi
bir programın uygulanması için toplumu susturmak
zordur. Orada da devreye CIA girer ve 12 Eylül
gecesi CIA yöneticileri aralarında şöyle konuşurlar:
"Bizim çocuklar işi becerdi!" Böylece
sendikalar susturulur, idam sehpaları kurulur,
bir yandan da IMF emirleri yerine getirilir…
"Niyet Mektubu" diye bir başka şey vardır…
Yani işbirlikçi yöneticiler, IMF Başkanı'na hitaben
bir mektup yazarlar ve borç ödemeleri için nasıl
bir planlarının olduğunu, şu kadar süre içinde
nelere ne kadar zam yapacaklarını, tarım ürünü
fiyatlarını, vergileri ve maaşları nasıl ayarlayacaklarını
anlatırlar, yemin billah edip onu inandırmaya
çalışırlar.
Ve bu mektup uyarınca bir "Stand-by"
anlaşması yapılır. "Stand-by" anlaşması,
IMF kaynaklarının kullanımını belli koşullara
bağlar. Yani sizin "Niyet Mektubu"ndaki
taahhütlerinizi anlaşmaya bağlar ve cezalarını
da belirler.
Yani aslında koşullara değil koşumlara bağlanırsınız
ve koşumların ipi de onlardadır. Şunu şunu geciktirirseniz,
şunu şunu yapmazsanız ipleri çekerler ve size
kırbaçlarlar.
Onursuzluğun dik alası! Her gün televizyonlarda
"vatanın bölünmezliği"nden dem vuranlar,
bütün bu anlaşmaları imzalarken hiç utanmazlar.
En milliyetçisinden en dincisine hepsi de bu utancı
şu kararcık hissetmez.
Peki bunları yaparken bize sorarlar mı?
Ne gezer! Akıllarına bile gelmez!
Oysa ekmeği küçülen, cebi delinen biziz!
Üstelik, borcu ödeyecek olan da biziz!
6- IMF dışarıdaki Bir Güç
müdür?
İşte işin bütün sırrı burada!
Emperyalizm, bu ülkelerde ve Türkiye'de yabancı
bir güç değil artık. Yani yalnızca dışardan gelip
emir yağdıran bir düşmanla karşı karşıya değiliz.
İşlerini uşaklarıyla ve ayrıca bizzat kendi yetiştirdiği
adamlarıyla yönetiyor.
Tarihe bir bakın şöyle…
Nasıl olmuş da örneğin sıradan bir su mühendisi
olan ve Amerikan vakıflarının bursuyla yetişen
Demirel 1960'larda koca bir partinin başına gelmiş?
Dileyenler Vehbi Koç'un anılarına bakabilirler!
Orada Koç, Demirel'i desteklemek için ne numaralar
çevirdiklerini anlatır.
Peki, 12 Mart 1971 askeri darbesinin ertesi günü
Atilla Karaosmanoğlu isimli bir IMF memuru nasıl
olmuş da Maliye Bakanı oluvermiş? Şimdi aynı Karaosmanoğlu,
IMF Güneydoğu Asya masasında çalışmıyor mu?
Turgut Özal nereden gelmiş? Houston'daki şu malum
hastanede neler dörmüş? Gelirken beraberinde getirdiği
"prensleri"nin hepsinin de ABD üniversitelerinde,
IMF'de "eğitim" görmüş olması rastlantı
mıdır?
Havaalanında "kurtarıcı" gibi karşılanan
IMF ajanı Kemal Derviş'in emriyle birkaç haftada
tarımı mahveden yasalar meclisten nasıl çıkarıldı?
Bu adamın adını daha önce duyan var mı hiç?
Peki ya şimdi… Cüneyt Zapsu, Ali Babacan, Egemen
Bağış gibi AKP'nin yeni yetme bakan ve danışmanları
nereden geliyorlar? Kim eğitti bu çok "değerli"
elemanları? Nereden çıkıp geldiler?
Bir de bakanlıklara ve büyük holdinglerin yönetim
kurullarına bir bakın bakalım kaç tane IMF kadrosundan
gelme adam var?
Ve en önemlisi, şu anda halen Başbakan Tayyip
Erdoğan'ın oğlu Bilal efendi dahil kaç kişi IMF
ve Dünya Bankası tezgahında staj adı altında eğitiliyor?
Bunların kaç tanesi yarın havaalanından inip başımıza
bela olacak?
Yani IMF artık yabancımız değil! İçerde bir yerlerde
mevzilenmiş halde ve ocağımızı söndüren kararları
birlikte alıyorlar. Üstelik bu, bütün bizim gibi
ülkeler için böyledir. ABD ve CIA, her yıl ABD
üniversitelerine başka ülkelerden gelen öğrencilerin
en parlaklarını seçip "işe alıyor" ve
bunu bilmeyen de yok!
7- İş Yalnızca IMF ve Dünya Bankası'yla
Bitiyor mu?
Elbette bitmiyor!
Daha neler neler var!
Özellikle 1990'lardan sonra sömürü ve soygun artık
iyice gemi azıya aldı.
Mesela, Dünya Ticaret Örgütü var… Hani şu 11 Eylül'de
kuleleri yıkılan hırsızlık imparatorluğu…1995'te
kuruldu ve o günden bu yana yaptığı toplam 144
ülkenin halklarını doğrudan etkiliyor ve bütün
uluslar arası şirketler bu anlaşmalarla kasalarını
dolduruyor.
Mesela, yine 1995'te işe başlayan "Çok Taraflı
Yatırım Anlaşması", yani MAI var. Tam bir
sömürgecilik anlaşması ve ülkelerin yabancı sermayeye
tamamen açılmasını, bu konuda zorluk çıkarılması
halinde o ülkenin mahkum edilmesini kapsıyor.
Onun ikiz kardeşi MIGA da yatırımcıları "siyasi
tehlikelerden" korumak için kurulmuş bir
başka örgüt. Dünya Bankası uzmanlarından oluşturulan
uluslar arası TAHKİM mahkemesi de bir diğeri…
Yani Türkçesi şu, eğer olur da bizim gibi bir
ülkede bir hükümet, emperyalizme karşı bir tutum
almak isterse, örneğin yabancı şirketleri kamulaştırmak
ya da onların işlerini zorlaştırmak için adım
atarsa, sistem onu mahkum etmeyi ve hizaya getirmeyi
karar altına alıyor. Kâr transferini engelleyemezsin
diyor, ekonominin bazı alanlarına kısıtlama koyamazsın...
Bu kadarla bitse iyi, bir de Ticaret ve Gümrük
Tarifeleri Genel Anlaşması (GATT) ve Hizmet Ticareti
Genel Anlaşması (GATS) var…
Birincisi, uluslar arası ticaretin önündeki bütün
engellerin kaldırılmasını, bütün kapıların sonuna
kadar emperyalizme açılmasını emrediyor. Ülkeler,
yasalarını değiştirmeyeceklerinin garantisini
veriyorlar!
İkincisi ise, en tehlikelisi! Sağlık ve eğitim
başta olmak üzere bütün hizmet alanlarını ticaret
alanı olarak ilan ediyor ve bütün ülkelere bu
alanları yerli ve yabancı sermayeye açacaksın
diyor! Açmazsan seni sistem dışına iterim ve beş
kuruş alamazsın!
Yani özet olarak emperyalizm, ülkeleri dört bir
yandan kuşatıyor, aykırı davrananları cezalandırmak
için de bütün tedbirleri alıyor!
Türkiye mi? Onu hiç sormayın!
Türkiye'nin uşak yöneticileri, önlerine gelen
bütün kağıtları imzalarlar! Yeter ki İngilizce
olsun!
8- IMF'nin Ekonomisini Düzelttiği
Tek Bir Ülke Var mı?
Hayır! Yok!
Bir tane bile örnek yok!
IMF'nin el attığı ülkelere getirdiği tek şey,
işsizlik ve yoksulluktur!
IMF, özellikle son yirmi yıldır aynı şeyleri istiyor:
Sanayiyi çökertin, vergileri artırın, elinizde
ne varsa satın ve sağlıktan eğitime, tarıma kadar
ülkenizin bütün alanlarını sonuna kadar yabancı
sermayeye açın!
Bu tablodan refah ve mutluluk çıkar mı?
Tabii ki çıkmaz! Çıkmıyor da zaten!
Bugün dünya nüfusunun yüzde 15'ini oluşturan zengin
ülkeler dünya gelirinin yüzde 80'ine el koyarken,
dünya nüfusunun yüzde 56'sı dünya gelirinin yaklaşık
% 5'ini alıyor.
Bugün dünyanın en zengin üç asalağının (Bill Gates,
Paul Allen, Werren Buffet) servetlerinin toplamı
48 ülkenin milli gelirine eşittir! Zenginlerin
dünya gelirinden aldıkları pay yüzde 85 iken yoksulların
payı yüzde 1.4'tür.
Bugün yoksul ülkelerdeki ücretler emperyalist
ülkelerdekinden 70 kat daha düşük ve 1980'ler
boyunca yoksul ülkelerin geliri yüzde 60 gerilemiş
durumda.
Bizzat Dünya Bankası raporuna göre, Afrika ülkelerinin
çoğu 40 yıl öncesine göre çok daha berbat durumda.
Afrika'daki 48 ülkenin toplam yıllık geliri, Belçika'nın
yıllık geliri kadar! Örneğin IMF ile anlaşma gereği
Mozambik hükümeti kamu harcamalarını kıstı, gıda
maddelerinin fiyatlarına uyguladığı desteği kaldırdı
ve 900'ün üzerinde kamu kuruluşunu özelleştirdi.
Sonuç ortada; Mozambik'te doğan her dokuz çocuktan
biri 5 yaşına gelmeden ölüyor.
Rus halkı, IMF programlarıyla ilk kez 1992'de
tanıştı ve 1996 yılında, ülkenin ulusal geliri
yarı yarıya düşmüştü. Yoksulluk sınırının altında
yaşayan insan sayısı, aynı sürede 2 milyondan
60 milyona fırladı.
IMF, Şili'yi Arjantin'i mahvetti. Bolivya'da,
tarım ürünleri ihracatı 1980'lerde rekor düzeyde
arttı. Ama bu arada yoksul köylülerin oranı yüzde
95'e fırlarken yabancı şirketler verimli toprakları
ele geçirdi, kimyasal tarım teknikleri yüzünden
toprak zehirlendi.
IMF ve DB politikaları nedeniyle Kolombiya tarihinin
en büyük krizini yaşıyor. İşsizlik oranı %19'a
çıktı. El Salvador'da en büyük telefon şirketi
IMF'nin emriyle Fransızlara satıldı ve özelleştirmeden
bir süre sonra telefon ücretlerine yüzde 400 zam
yapıldı. IMF şimdi de hem El Salvador'da, hem
de bütün Güney Amerika'da sağlık sisteminin tamamen
özelleştirilmesi için bastırıyor.
IMF kurallarını harfiyen uygulayan Güney Kore
hükümeti, iki yıl içinde ülkeyi adeta bir harabeye
çevirdi. Ekonomi küçülür, halk yoksullaşırken
yüz binlerce işçi işten atıldı. Neredeyse ABD
ile rekabet edecek duruma gelmiş Koreli şirketler,
başta otomotiv sektörü olmak üzere, emperyalist
tekellerin eline geçti.
Uzun uzun anlatmaya gerek yok. Hangi birini anlatalım?
Bugün dünya yoksulluk ve açlık bakımından 20 yıl
öncesine göre iki kat daha berbat durumdadır.
Düne kadar tarihe gömüldüğü söylenen hastalıklar
bugün kol geziyor dünyada ve her yıl yüz binlerce
çocuk önlenebilecek hastalıklardan ötürü can veriyor.
Yani IMF, her nereye el atarsa kara bir bela gibi
halkın iliğini kurutuyor, yoksulluğu artırıyor
ve açlığa mahkum ediyor.
9- Türkiye IMF Belasına Ne Zaman
ve Nasıl Bulaştı?
19 Şubat 1947…
Bu tarih, Türkiye açısından felaketin başlangıcıdır.
Türkiye'nin işbirlikçi yöneticileri, daha kurulur
kurulmaz, 19 Şubat 1947'de IMF'ye girmişler ve
o günden bugüne IMF'nin en sadık uşakları olmuşlardır.
Aynı yıllarda Amerikan emperyalizminin yeni-sömürgesi
olan Türkiye, aynı zamanda IMF'nin de kulu kölesidir.
Bir yanda NATO ve onursuz Kore Macerası, diğer
yanda ikili anlaşmalar ve IMF…
Bu süreçte önce 1958 ilk "İstikrar Paketi"
gelmiş, para değeri düşürülürken zamlar birbirini
izlemiş, daha sonra 1966 ve 1970 paketleri kapıya
dayanmıştır. Sonuçta, 1958 müdahalesi Menderes'in
başını yerken, 1970 operasyonu 12 Mart cuntasının
temelini oluşturacaktır. Ama artık ekonominin
de çivisi çıkmış ve 1978 İstikrar Programı da
çare olamayınca 24 Ocak 1980'e gelinmiştir.
Bundan sonra artık çukurun dibine doğru yolculuk
başlamıştır. Serbest piyasa adı altında ülke emperyalist
sermayeye sonuna dek açılmış, para düzeni ortadan
kaldırılmış, kamu kurumlarının tasfiyesine girişilerek
ülke bir baştan bir başa IMF'nin emirlerine göre
yeniden düzenlenmiştir.
Ve tabii bütün bunlar için işçilerin, toplumun
susturulması gerekince de 12 Eylül cuntası tepemize
çökmüştür!
1990'lardan sonra ise artık sanayisizleştirme
operasyonu tamamlanmış ve Türkiye ekonomisi tamamen
çökertilerek büyük bir kumar makinesine benzetilmiştir.
Bu arada muazzam kârlar patronların ve yabancı
şirketlerin kasasına akarken işsizlik ve yoksulluk
katlanarak artmıştır. Ünlü 5 Nisan 1994 kararları
ve 2001 krizi bu süreçteki patlama anlarıdır.
Bugün, 18'inci Niyet Mektubu yürürlüktedir ve
hükümetler hâlâ IMF emirlerini uygulamaya devam
ediyorlar.
Sonuç olarak IMF ile geçen 60 yılın faturası son
derece ağırdır.
Bugün dış ve iç borçların miktarı 250 milyar dolardır.
IMF operasyonlarının sonucu olan banka ve şirket
batıklarının ise toplam maliyeti 200 milyar doları
bulmuştur. Tarım tam anlamıyla çökmüş ve ülke
buğday ithal etmek utancıyla karşı karşıya kalmıştır.
Tamamen sıcak para denilen kaypak paralarla şişen
ekonomi ise aslında gerçekte büyümemekte, bıçak
sırtında her an krizlere açık halde bulunmaktadır.
10- IMF Özelleştirmeleri Neden
İstiyor?
Bunun en başta gelen nedeni şu: IMF dünyada genel
olarak alınıp satılmayan tek bir şey bile kalmasın
istiyor! Ne kamu yararı, ne insan sağlığı, ne
ulusal kaygılar… Her şey satılacak ve her şey
tekelci zenginlerin olacak!
1980'lerden sonra başlayan yeni politikaların
özü budur: Kamu diye bir şey kalmayacak, her şey
patronların eline geçecek!
Gayet basit!
Satılan bir nesneyi kim alır? Parası olanlar!
Yani siz, bir kişiye gider, ona "evini sat"
diye baskı yaparsanız ve sizden yarım saat sonra
bir arkadaşınız gidip evi alırsa, ticarette bunun
adı nedir?
Dolandırıcılık!
O evi satın alır; siz de üç kuruşa evini satmak
zorunda kalan adamdan alacağınızı tahsil edersiniz.
Sonuçta siz kasanıza para koyarsınız, arkadaşınızın
yeni bir evi olur; evini satan ise dımdızlak ortada
kalır!
Bu kadar basit mi? Değil tabii… Kamu kurumlarını
satma işinde üç aşama vardır. Önce, o kuruma yıllarca
tek bir çivi çakmayıp onu çürütürsünüz. Sonra
medyadaki maaşlı uşaklarınız "bu kurumlar
zarar ediyor, kahrolsun devletçilik" diye
yaygara koparırlar. Sonra vatandaş da, "hakikaten
yahu, bari satsınlar da kurtulalım" diye
düşünmeye başlar. Ve sonra, o kurum haraç mezat
satılır. Yerli almış yabancı almış meselesi de
o kadar fark etmez. Yerli denilenler de zaten
yabancıların uşağıdır.
Böylece mal elden gider; üç kuruş IMF faizi ödenir.
Geriye çorak bir ülke kalır.
11- IMF Neden Ülkelerin Sanayi
Yapısını Çökertiyor?
Çünkü IMF, 1970'lerden beri başlayan emperyalizmin
krizine çözüm arıyor. 1970'lerin sonuna doğru,
emperyalist şirketlerle işbirliği içinde montaj
fabrikaları açıp milleti soyma modeli iflas bayrağını
çekti. İthalata dayalı bu sistem, sürekli borç
batağı içine girince IMF, buna karşın bir yol
aradı ve ortaya yani bir sistem çıktı.
"Bir şey üretmene gerek yok, ne bulursan
sat!" modeli denebilecek bu model, artık
sanayinin dibine darı ekti. Ülkelerin gelişme
ihtiyaçları değil, borç ödemek için gerekli yap-satçılık
öne çıktı ve giderek de borsa ve diğer oyunlar
egemen oldu. Dünya sistemi de böyle değişti. Muazzam
miktarlardaki paranın bilgisayarlar üzerinden
bir yerlerden bir yerlere aktarıldığı, paradan
para kazanılan bir sistem bütün dünyayı sardı.
Büyük sanayi şirketleri ise fason üretimlerini
ucuz işçi cenneti olan ülkelere kaydırdılar.
Sonuçta ortaya çıkan şey, emperyalist tekellerin
inanılmaz biçimde kazançlar sağladıkları ama insanların
ihtiyaçları için ciddi bir katkı sunmayan bir
modeldir.
IMF, işte bu modeli bütün ülkelere yaydı ve bütün
ülkelerin ulusal sınırlarını parçalayıp hırsız
para tüccarlarının dünyada istediği gibi at oynatmasını
sağladı.
Bugünkü büyük kriz nereden geliyor ki?
12- IMF'nin Kamu Hizmetleriyle
Derdi Ne?
Şunu açıkça söyleyelim: Her şeyden önce dünya
kapitalist sisteminin sosyalizmle bir derdi var!
Bir sürü yanlışlar yapmış olsalar da, sosyalist
ülkeler geçmişte sosyal haklar, kamu hizmetleri,
ulaşım ve barınma alanında önemli başarılar kaydettiler.
En azından bu hizmetlerin ücretsiz olarak da yapılabileceğini
kanıtladılar. Hatta bu nedenle büyük batı ülkeleri
de kendi emekçilerinin isyan etmesini önlemek
için kamu hizmetlerini ve sosyal hakları geliştirmek
zorunda kaldılar.
Şimdi hesaplaşma zamanı! Patronların düzeni emekçilerden
intikam alıyor! Ulaşımdan telefona, enerjiye kadar
her alanda bütün kamu hizmetlerini devletin elinden
alıp barababalarının insafına terk ediyor.
Üstelik de bu dünyanın en avantajlı işi!
Hazır altyapı tesisleri var. Hazır abonelik sistemleri
var. Madense kuyusu var, telefonsa şebekesi, demiryoluysa
rayları, istasyonları var…
Sen sadece hükümetteki, medyadaki ilişkilerini
kullanıp alavere dalavere tesisi ucuza kapatıyorsun.
Aldıktan sonra da önce işçilerin bir bölümüne
yol veriyorsun, sonra fiyatları yükseltiyorsun.
Bu arada madense kazalar artıyor, elektrikse arada
sırada kesinti yapıp şantaj yapıyorsun…
Sonra da tutmazsa eğer, "beceremedim"
deyip geri veriyorsun; işin bedelini halk ödüyor!
Yok durum iyice kötüyse, soluğu Miami plajlarında
alıyorsun… Ara ki bulasın!
13- IMF Sağlığımızla Neden İlgileniyor?
Neden ilgilenmesin ki? En tatlı alanlardan biri
bu!
Ama daha önemlisi şu: IMF ve emperyalizm, genel
olarak bütün dünyada sosyal güvence sistemini
yıkmak ve patronları ve devletleri bu gereksiz
yükten kurtarmak istiyor. Onlara göre büyük emeklilik
fonları, işsizlik sigortaları, sağlık kurumları,
hepsi muazzam paraları yutuyor ama kendilerine
bir kazanç sağlamıyor!
IMF, kârlı olmayan işleri sevmez!
Örneğin, tıp biliminin sadece ve sadece insan
sağlığına yönelmesi, IMF için bir cinayettir!
Örneğin, insanların çalıştıktan sonra makul bir
yaşta emekli olması akıldışıdır!
Ellerinden gelse, hastaları, yaşlıları fırınlarda
yakarlar ama ne çare, Hitler artık öldü!
O yüzden de emeklilik yaşıyla oynuyorlar sürekli,
emekçilerin neredeyse mezarda emekli olmalarını
dayatıyorlar ve Türkiye'de de bunu yaptırdılar
zaten.
Hastaneleri, sağlık alanını yerli ve yabancı şirketlere
açacaksın diyorlar, böylece ülkenin sağlık sistemini
çökertip adım başı soyguncu özel hastaneleri dikiyorlar.
IMF, kârlı olmayan işleri sevmez!
Ona göre tıp, para kazandırmıyorsa eğer ne işe
yarar ki?
Bu yüzden uluslar arası anlaşmalarla eğitim ve
sağlık alanlarının devlet kontrolünden çıkarılmasını
ve ticarete açılmasını garanti altına alıyorlar.
Türkiye de bütün bu anlaşmaları imzalıyor.
14- IMF Tarımda Ne Yaptı, Ne
Yapıyor?
Türkiye'nin tarımı bugün bir harabedir!
1990 sonrasında Dünya Bankası'nın emriyle tarımdaki
destekleme tedbirlerinin tümü kaldırılmış, üretici
kendi kaderine terk edilmiştir.
Özellikle belli alanlarda üretim kısıtlanmış,
bunun yerine Dünya Bankası'ndan alınan borçla
çiftçilere Doğrudan Gelir Desteği (DGD) rüşvet
olarak verilmiştir.
DGD'nin anlamı gayet basittir: Devlet IMF'nin
emriyle vatandaşına "al şu üç kuruşu git
kahvede otur ve şu şu ürünleri üretme" demektedir.
Bu politikaların mimarı da bizzat kendisi IMF
ajanı olan Kemal Derviş'tir. IMF'nin emriyle haftalar
boyu gece gündüz çalışan meclis, tarihin en rezil
yasalarını çıkarmış ve tütün, pancar ve diğer
ürünleri bir darbede katletmiştir. Öyle ki, sonuçta
muazzam verimli bir iklime sahip olan Türkiye
en basit tarım ürünlerini bile emperyalist şirketlerden
ithal eder hale gelmiştir.
Hatta, artık herkesin bildiği gibi, pancar üreticilerini
mahveden şeker yasasının taslağını bizzat Amerikan
Cargill şirketinin uzmanları yazıp bizimkilerin
eline vermiştir. Böylece suni tatlandırıcılar
alanında dünyanın en büyük şirketi olan (Ülker-Cola
Turka'nın ortağı) Cargill, Türkiye şeker piyasasına
balıklama dalmıştır! Ortadoğu şeker pazarının
yüzde 85'ini hakim olan Türkiye şeker üretimini
bitirip sağlık açısından tehlikeli olduğu kanıtlanmış
bulunan yapay şekeri bu piyasaya yaymak Cargill'in
başlıca amacıdır ve IMF ile Türkiye'nin uşak ruhlu
yöneticileri de bu amaca hizmet etmektedirler.
Yalnızca şeker değil, bu IMF yasalarıyla bütün
alanlara yabancı tekeller girmiş, küçük üretici
pahalı girdilerle, vergilerle canından bezdirilirken
bu soyguncuların önü açılmıştır.
Üstelik en tehlikelisi, bu anlaşmalarla tarıma
musallat olan yabancı tohum şirketleri "Terminatör
Tohum" da denilen genetiği ile oynanmış tohumları
piyasaya sokmuşlardır. Bu tohumların en önemli
özelliği ise bitkinin yeni tohum yapamaması, yani
her seferinde üreticinin yeni tohum almak zorunda
olmasıdır.
İşte IMF budur.
IMF, ekmeğimizin çalınmasıdır; yoksulluğumuz ve
açlığımızdır.
15- IMF Sıradan Bir Banka mıdır?
Televizyonlarda bazen duyarız; ruhunu patronlara
satmış koca profesörler utanmadan şöyle derler:
"Canım ne var, IMF de bir bankadır. Bankadan
para alırsan ödeyeceksin tabii.."
Hiç utanmıyorlar!
Hiç yüzleri kızarmıyor!
Nasıl bir bankaymış o öyle?
Bankaların tümü zaten tefecidir, o ayrı hikaye;
ama IMF normal bir banka mıdır?
Dünyadaki askeri darbelere bir bakın bakalım,
kaçının altında IMF'nin imzası vardır?
Bu nasıl bir normal bankaymış ki, benim ne yediğimi
ne içtiğimi, ne ektiğimi ne biçtiğimi belirliyor?
Bu nasıl bir normal bankaymış ki, elini hastanelere,
okullara sokuyor, emekli maaşlarına, işçi ücretlerine
karışıyor?
Bu nasıl bir normal bankaymış ki, istediği hükümeti
destekleyip istemediğini düşürüyor?
Yalan söylüyorlar!
Maaş aldıkları efendilerine hizmet için gözümüzün
içine baka baka yalan söylüyorlar!
Ne IMF ne de Dünya Bankası, bildiğimiz anlamda
sıradan bir bankadır.
İkisi de emperyalist soygun çetesinin dünya çapındaki
hırsızlık ve gasp örgütüdür!
16- IMF ile Duyun-u Umumiye'nin
ne farkı var?
Bir sözümüz de şu pek milliyetçi, pek muhafazakâr
olanlara…
Yıllardır bize ve çocuklarımıza tarih kitaplarında
Osmanlı'nın son zamanları anlatılırken perişan
bir manzara çizilir. Kapitülasyonlardan söz edilir,
borçları tahsil etmek için sömürgecilerin Duyun-u
Umumiye diye bir örgüt kurarak Osmanlı'nın merkez
bankasına dahi el koyduğundan dem vurulur…
Doğrudur. Hatta öyledir ki, o zamanlar İngiliz
Büyükelçisi Babıali'ye, yani hükümete doğru indiğinde
bütün memurlar düğmelerini iliklermiş!
Peki şimdi? Yani vatan millet, kahramanlık, "ülkeyi
böldürtmeyiz", "bir Türk dünyaya bedeldir"
falan filan…
Tamam ama şimdi?
Yıllardır tepemize çökmüş bir avuç işbirlikçi
ülkeyi ne hale getirdiler?
Ayda bir gelen IMF temsilcilerinin önünde sekiz
takla atanlar kimlerdir?
Üç ayda bir Washington'a gidip Amerikalı büyük
efendilere diller dökenler kimlerdir?
İncirlik gibi üslerle de yetinmeyip işgalci katillere
Türkiye'nin bütün havaalanlarını ardına kadar
açanlar kimlerdir?
Büyük efendilere yaltaklanmak için Siyonist kasapları
kırmızı halılarla karşılayıp onların çocuk kanına
bulaşmış ellerini sıkanlar kimlerdir?
Açın bakalım bütün düzen partilerinin programlarını,
bir tanesi bile "ben IMF'yi bu ülkeden defedeceğim,
üsleri kapatıp tümünü kovacağım" diyor mu?
Diyemezler! Demeyi akıllarından bile geçiremezler!
Çünkü hepsi o çanaktan beslenirler!
Çünkü hepsi işbirlikçidirler!
17- IMF'ye Borcumuz Var mı?
Bir de utanmadan şöyle derler: "E, ne yapalım,
borcumuz var ödeyeceğiz…"
Öyle mi?
Gerçekten öyle mi?
Peki borcu biz emekçiler mi almışız? Hayır!
Borcu siz almışsınız; hırsız çetesi olarak da
aranızda pay etmişsiniz; bundan bize ne?
Alırken sen alıyorsun da öderken neden biz ödüyoruz?
Geçelim bunu, tamam, diyelim ki borç borçtur.
Ama gerçekten bizim IMF'ye borcumuz mu var yoksa
alacaklı mıyız?
Bir an için şu okumakta olduğunuz broşürü kenara
bırakın ve gözlerinizi kapatarak bir düşünün…
Bu ülke, bağımsız bir ülke olsaydı eğer, yani
işbirlikçi hainlerin değil, emekçilerin yönettiği,
halkın söz, karar ve yetki sahibi olduğu bir ülke
olsaydı… Bugün hangi noktada olurdu?
Bunu hayal edebiliyor musunuz?
Böyle bir Türkiye'nin tarımı, sanayisi, hastaneleri,
okulları, sokakları, caddeleri ne durumda olurdu?
Bu muazzam güzellikte ve verimlilikteki coğrafya,
milyonlarca namuslu emekçinin üretken ellerinde
ortaya nasıl bir zenginlik çıkarırdı?
İşte bu hayal ettiğiniz şeyi alın, sonra da IMF'ye
ödenmiş-ödenecek borçların tümünü bu hayalinizden
çıkarın… Geriye kalan, bizim IMF'den ve bütün
emperyalist hırsızlardan alacağımızdır!
Bizim IMF'ye ve bütün hırsızlara tek bir kuruş
borcumuz yok, alacağımız var!
Yıllar yılı bu ülkeden çaldıklarını, ucuza kapattıkları
yer altı-yer üstü zenginliklerimizi, borç ve faiz
adı altında sızdırdıkları kaynaklarımızı ve en
önemlisi işbirlikçi patronlarla birlikte hayvanca
sömürdükleri alınterimizi, yoksulluktan ölen bebelerimizin
gözyaşlarını, işsiz yattığımız gecelerin uykusuzluğunu,
hepsini, hepsini bir kenara koysunlar; diğer tarafa
da borç dedikleri şeyi…
Kimin kimden alacağı var?
Durum son derece açık değil mi?
18- IMF'siz Yaşayabilir miyiz?
Neden yaşamayalım ki?
Bu sorunun kendisi yanlış zaten… Çünkü biz IMF
ile zaten yaşayamıyoruz!
Bazen, aklı başında emekçi insanlarımız bile şöyle
düşünüyorlar, biliyoruz: "Tamam, haklısınız
ama bağımsız yaşayamayız ki, bizi ezerler…"
Peki ama neden?
Nasıl ezerlermiş bizi?
Aradan 50 yıl geçti, Küba'yı ezebildiler mi? Başları
dimdik geziyorlar hâlâ.
Yani siz, onurlu bir halk olarak ayağa kalkar
ve isyan ederseniz, emperyalizmi ve işbirlikçilerini
bu topraklardan defederseniz, bütün bu asalakların
mallarını mülklerini halkın malı haline getirirseniz;
kim ezebilir böyle bir gücü?
Ayağa kalkmış ve devrim yoluyla kendi kaderine
sahip çıkmış onurlu bir halkı yenebilecek bir
güç var mı bu dünyada?
Ambargo mu uygularlar? Uygulasınlar, bu topraklarda
eksik olan ne var ki?
Borçları, kredileri mi keserler? Aman eksik olsun,
kim onlardan borç istiyor ki!
Baskı mı yaparlar? Yapsınlar, başımızı eğecek
değiliz ya!
Saldırırlar mı? Bizim niye elimiz armut toplasın?
Savaşacak cesaretimiz mi yok?
Ayrıca, başı dik olmaktan daha önemli ne var dünyada?
Yalancı profesörler, satılık köşe yazarları bütün
gün beynimizi borsa, piyasa, vesaire gibi laflarla
dolduruyor. Ama hiçbiri onur denilen şeyden söz
etmiyor.
İnsan gibi, onurlu bir yaşam sürmek, değersiz
bir şey mi?
Tam tersine, bize yıllardır unutturulan asıl değerli
şey budur!
Onurla yaşamak, özgür bir ülkede insan gibi, başı
dik, kimseyi ezmeden, kimseye kendini ezdirmeden
yaşamak…
Evet, IMF'siz yaşam mümkündür!
Hatta tam tersi, asıl mümkün olmayan şey, IMF
ile birlikte yaşamaktır!
19- Özgür Bir Ülkede İnsanca
Yaşam Nasıl Olabilir?
Özgür bir ülkede insan gibi yaşamak mümkündür.
Bunun için yapılacak şey de son derece basit ve
açıktır.
Bütün emperyalistleri derhal bu topraklardan kovmak,
onların üslerine, tesislerine, işletmelerine el
koymak, bütün gizli-açık anlaşmaları feshetmek,
IMF, Dünya Bankası ve NATO başta olmak üzere bütün
emperyalist kurumlardan çıkmak…
Emperyalist şirketlerin ve onların işbirlikçileri
olan büyük patronların bütün mallarına mülklerine
karşılıksız olarak el koymak ve bu malları, tesisleri
derhal halkın malı yapmak, halkın iktidarının
emrine vermek, yapılmış ve yapılacak bütün özelleştirme
anlaşmalarını geçersiz saymak, bütün büyük işletmeleri
halk mülkiyeti yapmak…
Emperyalistleri ve işbirlikçilerini koruyan bugünkü
baskı ve zulüm araçlarını, kurumlarını derhal
dağıtmak, onun yerine emekçi halkın örgütlerini
koymak, bütün halkın söz ve yetki sahibi olduğu
tabandan bir demokrasiyi bu ülkede hakim kılmak…
Aşağıdan yukarı demokratik bir planlamayla üretimi
ve ekonomiyi yeniden halk için örgütlemek, çalışmayanın
yemediği sosyalist bir düzene geçmek…
Bütün bunlar hayal değildir!
Bize bunların hayal olduğunu söyleyenler düzenin
aşağılık temsilcileridirler.
Bütün bunlar hayal değildir!
Örgütlü halkın gücü her şeye yeter!
Bir araya gelen ve güçlerini birleştiren emekçileri
yenebilecek hiçbir güç dünyada mevcut değildir!
Yeter ki biz bir araya gelelim, örgütlenelim.
Evet, bugün örgütlenerek belki düzeni hemen değiştiremeyiz.
Sokaklara çıktığımızda, tepkimizi, öfkemizi ortaya
koyduğumuzda her şey birdenbire değişmez.
Ama bir ucundan örgütlenmeye, bir araya gelerek
sesimizi, aklımızı birleştirmeye başlarız. Gücümüzü
büyütürüz, tek tek cılız olan seslerimizi gürleştiririz.
Yavaş yavaş onlara, bu ülkeyi babasının çiftliği
zannedenlere, kazın ayağının öyle olmadığını göstermeye
başlarız. Bakanlık koltuklarında oturup memleketi
pazarlayanlara bu toprakların sahipsiz olmadığını
gösteririz.
En önemlisi de, bir araya gelip örgütlendiğimizde
çoktandır bize unutturulan dayanışma, omuz omuza
yürüme, acıda ve sevinçte birlikte olma geleneklerini
yeniden yaratırız. Bizi robotlaştırıp kapı komşumuza
yabancılaştıranlara "her koyunun kendi bacağından
asılmadığını" gösteririz; sana bana dokunmasa
da hepimize birden dokunan yılanla hesaplaşırız.
Gençlerimizi uyuşturuculardan, sokak çetelerinden
kurtarıp mücadele içinde damarlarındaki zehiri
temizleriz.
Kadınlar mutfaklarının darlığından kurtulup sokaklara
çıkarlar, kendi sesleriyle kendi davalarını savunurlar.
Magazin programlarıyla, televolelerle, aptallık
üreten kadın programlarıyla sakatlanan beyinlerimizi
insan sıcaklığıyla onarırız; yozlaştırılan kültürümüzü,
ayaklar altına alınan halk değerlerimizi yeniden
canlandırırız. Fabrikadaki arkadaşımızın ya da
kapı komşumuzun düğününden-cenazesinden bile haberimizin
olmadığı bugünkü kör-sağır ilişkileri parçalar
birbirimizin elini tutarız. Gerekirse toplanıp
kocaman binalarının kapısına dayanıp bizi, yoksulları,
işsizleri medya maymunu yapanlardan, şeref ve
haysiyetimizi aşağılayanlardan hesap sorarız.
Gerekirse okulların önüne bizzat gidip uyuşturucu
tüccarlarını kendi ellerimizle cezalandırırız.
Gerekirse havalara dolarlar saçılan saray düğünlerinin
kapısına dikilir "nereden geliyor bu değirmenin
suyu" diye sorarız.
Emek ve Özgürlük Cephesi, işte bu özgür ülke insanca
yaşam mücadelesinin bir parçasıdır.
Emek ve Özgürlük Cephesi, halkın kendi özgücüdür;
halkın kültürünün, dayanışmasının üretildiği mücadele
alanıdır.
Emek ve Özgürlük Cephesi, işsizliğe, yoksulluğa,
uyuşturucu ve yozlaşmaya karşı mücadele etmek
isteyenlerin cephesi, insanca bir yaşam özleyenlerin
dayanışma ağıdır.
Emek ve Özgürlük Cephesi'nde buluşalım
ve hayatımızı zindan edenlere karşı birlikte mücadele
edelim.
Özgür Bir Ülkede İnsanca Yaşam İçin
Emek ve Özgürlük Cephesi'ne!
|