TÜRKİYE
HALK KURTULUŞ PARTİSİ/CEPHESİ-
MARKSİST LENİNİST SİLAHLI PROPAGANDA BİRLİĞİ
NİÇİN SAVAŞIYOR?
|
Partimiz,THKP-C/MLSPB,faşizmin mahkemelerini muhatap
almayı ve Oligarşinin herhangi bir kurumunun kendisini
yargılamasını Emperyalizm ve Oligarşiye vereceği hesabının
olmamasından hareket ederek şiddetle reddetmektedir.
Oligarşi, esir aldığı savaşçılarımızı sorgulamak ve
yargılamak cesaretini gösterebilmesinin hesabını da
ayrıca verecektir. Bu cürmün bedeli; başta Amerikan
emperyalizmi olmak üzere onun bütün işbirlikçilerine
ödettirilecek, tarih ve halkımız karşısında bu tavrın
senaristleri de, oyuncuları da gerillalarımız tarafından
yargılanacak, hükümler infaz edilecektir.
İnsanlık ve dünya görüşümüzün içerdiği derin hümanizm
adına, bu kanlı zor oyununun sıradan ve gönülsüz oyuncularına
önerimiz odur ki, bizim değil çağımızın hükmü olan ideoloji
ve savaşımımız karşısında zaman geçirilmeksizin teslim
olup pişmanlıklarını dile getirsinler ve affımıza uğrama
şansını kaçırmasınlar.
Gerçekte, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/ Marksist Leninist
Silahlı Propaganda Birliği’nin Emperyalizme ve Oligarşiye
yönelik gerekçeli hükmü; ideolojisinin, yani stratejik
hattının ve tahlillerinin oluşturulma nedenlerinin ifadesidir.
Dünya ve ülkemiz gerçeklerinin bir kompozisyonudur.
Burada bir kez daha söz konusu kompozisyonu-yarının
kesin kıldığı zaferin bugünkü sözcüleri olmak sıfatıyla-onurla
çizeceğiz. Hüküm, bu toplumsal gerçeklik tarafından
verilmiştir.Bizler sadece bunları ülkemiz koşullarının
gerektirdiği biçimlerde ifade eden sosyalist düşünce
ve eylemin neferleriyiz.
Hiç kimse yanılgıya kapılmamalıdar ki; parti, Oligarşiye
karşı düşüncelerini savunma temelinde dani nesap verme
durumunda değildir. Bizim, Emperyalizmin ve Oligarşinin
kaçınılmaz sonucunu tayin edecek hesaplaşmamız, toplumsal
ve siyasal yaşamın her alanında politik-askeri savaşın
gerektirdiği yöntemlerle yürütülür. Bu hesaplaşmanın
arenası ülkemizin bütün kentleri,bütün dağları, kasabaları
ve köyleridir. Sanılmasın ki, savaşımızı ve devrim programımızı
üstlenme onurumuzu, böyle zincirlenerek “sanık” sandalyesine
oturtulduğumuz için gücü azalmış seslerle haykıracağız...
Hayır ! Düşüncemiz, aynı biçimde yaşamaya devam ettiği,
edeceği gibi, bu zincirlerin altında da hiçbir şekilde
zaafa uğramamış, yenilmemiş, gerilememiştir. Bunlar
bizim her solukta alıp verdiğiliz şiarlardır.
Ve bu soluğumuzu enggelleme şansına sahip olma imkansızlığınızdan
dolayı, bundan önce binlerce kez silahımızdan, kalememezden,
sesımizden dinlimiş olduğunuz ve bundan böyle de yüzbinlerce
kez dinlemeye devam edeceğiniz gibi, işte bugün bu vesileyle
yine aynı soluğu alıp veriyoruz.
Türkiye devriminin politik-askeri yapılanması olan THKP-C
/ MLSPB, 12 Eylül açık faşizmi evresinde Emperyalizm
ve Oligarşa kurumlarınca “devleti yıkmaya teşebbüs etmek
ve bu yolda silahlı örgüt oluşturmak” savları temelinde,
partimizin tutsak alınan savaşçılarının nezdinde “yargılanmak”
istenmiştir. Asıl amaç ve gerçek; devrimimizin manevi
ve maddi şiddetinin karşısına faşist terörü bu şekilde
de dikmiye çalışmanın beyhude çabası olsa da, perdenin
önündeki görüntü budur...
Ne var ki, Oligarşinin bu iddiası bizi tanımlamaktan
fersah fersah uzaktır. Oligaşinin hiçbir iddianamesinin
tarihsel savaşımızı kapsayabilmesini nesnel anlamda
olanaklı görmüyoruz. Çünkü biz Spartaküs’ten beri savaşıyoruz.
Çünkü biz, sadece Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yani,
TC sınırlarıyla tanımlanmış Türiye ve Kuzey Kürdistan’a
hükmeden Yankee emperyalistliri ve onun yerli işbirlikçilerinin
köhnemiş, çarpılmış, damarlarındaki zehirli kan da çekilmiş,
hilkat garibesi bir ucube haline getirilmiş devletini
yıkmaya teşebbüs etmedik. Bizim kimliğimizin bu şekilde
sınırlandırılmasına izin vermemiz mümkün değildir.
Onu, elbette ve hiçkimsenin en ufak bir edişesi olmasın
ki, yıkacağız. Kendi ülkenizin bu günkü durumunu, tarihin
ırmağına çağlar boyu suusmayacak yeni bir pınar gibi
akıtmak üzere, kesintisiz devrim süreciyle dönüştüreceğiz.
Savaşımız 1969’dan beri somut olarak, 1970 Aralık’ından
beri resmi olarak ilan edilmiştir. Ve elbette birikimi
daha derin bir geçmişten gelen eylemimiz sürmektedir.
Fakat bizi salt bu tavrımızla tanımlamak da yanlıştır.
Biz, Meksika dağlarında Zapata ile döğüştük. Biz, Benito
Suarez ve Qorfirio Piaz’la Fransızları yendik. 1871’de
Paris Komüncüleriydik. 1905-1917 Devrimleriyle Rus Çarlığını
yerle bir edip dünyanın ilk sosyalist bayrağını burçlara
çıkardık. Bolivar, Morelos, Artigas ve Carrara’larla
bağımsızlık savaşları verdik. Mao Tse Tung’un, Kim İl
Sung’un, Ho şi Minh’in askerleriydik ve Çin, Vietnam,
Kore devrimlerini gerçekleştirdik.
1895’te tekelci kapitalizmin saldırganlığa karşı ilk
isyanlarda Jose Marti ile karşı koyanlar da bizlerdik.
İspanya’nın Latin Amerika’da son çürümüş köklerini saldığı
Küba’yı, ezilmekte olan bütün yeni sömürge halklarının
meşalesi olacak şekilde güçlü yalımlarla alevlendirdik.
Ve o güzel adada Amerikan Emperyalizminin heybetli görüntüsünü
bir kere daha dize getirdik. O görüntünün mum ışığında
büyütülmüş parmak çocuğun dev gölgesi olduğunu kanıtladık.
Ona, henüz hafızasından silinmesi mümkün olmayan 1975
Saygon bozgununu, kendisini orada boğduğumuz bataklıkları
hatırlattık. Yine 1975’de Mozambik, Gine-Bissau, Angola’da
Portekiz sömürgeciliğine son verdik. Ve Beyaz S aray’ın
bir kez daha karalar bağlamasını sağladık. Emperyalistler
arası II. Paylaşım Savaşı esnasında Yunanistan dağlarında
Aris’in askerleri, Fransız yeraltı direnişçileri, Yugoslavya
ve Bulgar partizanları bizlerdik...
Tarihin ateşi yorgunluk tanımıyor, durak bilmiyordu.
Hiçbir kasırga gücü onun alevlerinin her gün biraz daha
gök kubbeye yükselmesini engelleyemiyordu. ‘İlahi Adalet’
değil ama tarihsel adalet, er veya geç ama mutlaka adını
yeni ülke adlarıyla ifade ediyordu. Bilimsel gerçeklerin
siyasal çözümlemeler halinde yazdığı devrim programları,
kurşun geçirmiyordu. Her pratiğimiz bilgimizindoğruluğunun
ölçütü, her bilgimiz pratiğimizin yeni verileri oldu.
Yaşam, bilgi kuramının temeli idi ve materyalist felsefe,
evrensel olgularca her gün bir kez daha kanıtlandı...
Egemen güçler, savaşı kaçınılmaz kıldı. Çünkü verili
düzen, gerçekten insanlıığa ve halka karşı ilan edilmiş
bir savaştı. Ve onlar savaşları, durumlarının bütünülyle
bilincinde olmayan kitlelerin kanıyla beslenerek gürbüzleşmek
için yürüttüler.
Bizse, tarihsel zor ile çıkıyoruz, bu vahşetin karşısına.
Zoru, uzlaşmaz sınıf karşıtlığını yok etmek için, toplumları
savaştırılamaz duruma getirmek, süresiz ve sonsuz bir
barışı sağlamak için kullandık, kullanacağız.
Zaferimiz mutlak, bastığımız toprak kuvvetlidir. O nedenledir
ki, dünya nüfusunun büyük çoğunluğu objektif olarak,
potansiyel olarak bizden yanadır. Bugün karşımızda olan
zayıf ve derin iç çelişkilere sahip egemenlikler, ellerini
havaya kaldırmaya, teslim olmaya mahkumdur. Çünkü, “ölüm
vurmuştur damgasını alınlarına”...
Ve biz ilerleyeceğiz. Bugünkü durum ne adildir ne de
dayanılacak gibidir. Vietnam’da Amerikalıların vahşeti,
Nazi toplama kamplarının dehşeti, Hiroşima ve Nagazaki
toplu kırımları, Hollandalıların Endonezya’daki utanmazlığı,
Filistin’in insan ruhunu bedeninden oynatan yüreği ve
Latin Amerika halklarının çektikleri acılar hala bazı
insanlara çağımızın evrensel gerçeklerini gösteremediyse,
bunun suçlusu gerçekler değildir. O insanları, önlerine
atılan sofra artıklarına boyun eğme tevekkülü ile yoğun
bir karanlık içinde yaşamaya zincirleyen koşullardır.
Bu tablo, ülkemizde de insanlığa yaraşır renklerle boyanacak.
San Martin’in Andlar’a yaslanışı, Bolivar’ın düzenli
ordulara Boyaca’da uğrattığı hezimet, General Pershing’in
Panço Villa’yı gizleyen doğal güçlerin anlamını çözme
basiretsizliği, Sandino’nun Nikaragua’daki yenilmezliği
gibi; partimizi de esasta yenilmemiş, yenilmez kılan
güç, ülkemiz topraklarının gerçekleridir, ülkemizin
halklarıdır ve sırtımızı gücenle yaslayacağımız dağlarımızdır,
kentlerimizin esaret zincirlerinin patlama potansiyelidir.
Niçin bu denli cesur, bu denli güçlüyüz? Çünkü halklar
cesurdur. Halklar bilgedir. Bilgi gelişiminin ve birikiminin
nitel adımları olan bilimsel sıçramalar, somut keşifler,
buluşlar, saptamalar her kim tarafından gerçekleştirilmiş
olursa olsun, son adımı atan hangi sınıfa mensup olursa
olsun ilerleme daima halkların yürüyüşüne paralel olmuştur.
Böyle kılınmıştır...
Matematik, fizik, biyoloji, astronomi, antropoloji ve
tüm diğer bilimler materyalizme hizmet etmiştir. Çünkü
materyalizm bunlarla bütünleşmiş, onların zemininde
var olmuştur. Ve elbette materyalizm de halkların kurtuluşu,
evrimleşme ve gelişme yolunda çağdaş çığırlar açmıştır.
Kant’ın agnostisizmini , Comte’un pozitivizmini Spercer’in
evrimciliğini, Camus’un saçmacılığını, Heidegger ve
Sartre’nin existansiyelizmini ve idealizmin hir türlü
tonunu silip süpüren, sırtını yere getiren diyalektik
ve tarihsel materyalizm; dünyayı ve savaşı (sınıflar
mücadelesini) “canlı algılamadan soyut düşünceye, buradan
da pratiğe” götürerek, dünyayı değiştirmekle özdeştir.
Biz, işte bu temeldeki bilimsel bir savaşın fonksiyonerleri
olduğumuz için haklıyız, cesuruz güçlüyüz. Tırmanırken,
yürürken, silahımızı ateşlerken, yazarken, konuşurken...
Yolun başında bir avuç gerillamızla düşmanın binlerce
tam donanımlı ve eğitimli polisine, silah altındaki
(sınıfsal olarak yandaşılız olan) onbinlerce askerine
karşı dururken, elindeki bütün maddi olanaklarına (ama
manevi tükenişine) rağmen burjuvazinin, feodalizmin,
tefeci asalakların gelecek korkularını boyunlarına asarken,
faşizmin terörüne, katliamlarına, işkencelerine, darağaçlarına,
zindanlarına karşı boyun eğmeden direnirken, bu direnişte
ona boyun eğdirirken gerçekten tarihin ta içindeyiz,
kendisiyiz.
Soyutlamayla değil, mekanik olarak değil, sıradan bir
çıkarım sonucu değil, basit sloganlar kapsamında hiç
değil ve hele iyimser veya salt hümanist oluşumuzdan
değil, tarihle özdeşleşme çizgileri içinde olduğumuz
için, gelecek bu gerçeklikle örtüştüğü için, halkın
kendisi olduğumuz için; tarih adına, gelecek adına,
ülkemiz adına ve bütün enternasyonal değerler için sadece
biz konuşabiliriz. Sadece biz yargılayabiliriz. sadece
biz savunma isteyebiliriz.
Ve nihayet gereken hükmü de biz veririz. Bu gerçekliği
bazı indirgemelerle bir kez de şöyle ifade edelim: II.
Nikola’dan, Hitler’den, Batista’dan, Somaza’dan, Franko’dan
geriye kalan nedir bugün? Ya Lenin’den Sandino’dan,
Ernesto Che Guevara’dan kalanlar... Onlara dair yaşayan
olgular, yaşatılan değerler... Veya, Kızıldere’de katledilen
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi’nin politik önderi ve
Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi’nin komutanı savaşçısı
Mahir Çayan ve diğer yoldaşlarımızdan geriye kalan;
yaşayan olgulardır. 12 Mart faşizminin halkımızca lanetlenmiş
tezgahlarından kalanları kıyaslayalım; Yoldaşımız Hüseyin
Cevahir Maltepe’de, bundan on altı yıl önce 1971’de
katledildiği halde halkımızın soylu bir evladı olarak
bugün hala canlıdır. Fakat onun cezalandırdığımız katili
Cihangir Erdeniz artık sadece bir mezar taşıdır. Öyleyse
tarihi kim belirliyor, kim yazıyor ve geleceğin sahibi
kimdir?
Onların hukukunu, İngiliz Hobbes’in dediği gibi “Gerçek
değil, yetke yaratmıştır” Bizim hukukumuzu ise mazlum
halkların çağdaş gerçeği yarattı, yaratacak. Burjuvazinin
hukuku, kuralları ve yasaları, çelişkiyi tanrılaştırdı.
Çünkü onun varlık koşulu, onun lgeleceği çelişkinin
yaşaması, derinleşmesi, çoğalması ve ona hizmetiyle
mümkündü.
Bizse evrensel çelişkilerin İskenderleriyiz. Kılıcımızı
keldırıp indirme süreçleri ağır, güçlüklerle dolu, uzun
erimli olacaktır, kaçınılmaz... Ama burjuvaziyi, emperyalizmi
onların geri bıraktırılmış ülkelerdeki asalaklarının
yaşam ve çelişkilerine her ülkede son darbeyi indireceğimiz
gibi Kürt ve Türk halklarının ülkelerinde de böyle olacaktır.
THKP-C/MLSPB, emperyalizmin bu ülke halklarının boynuna
astığı 40 milyar dolarlık dış borcun yarattığı zulüm
ve sefalet için savaşıyor.
Sadece Özal Hükümeti zamanında ana para ve faiz olarak
ödenen milyarlarca doları sofrasından vermek zorunda
kalan Türk ve Kürt helklarının adaleti için savaşıyor.
Kürt halkının yüzyıllar boyu süren esaretinin son bulması
için savaşıyor.
Amerikan emperyalizminin Sinop, Pirinçlik, İzmir Yamanlar,
Adana-Karataş, Malatya-kürecik, Ankara-Belbaşı, Sinop-Samsun
arası Karaburun, Adana-İncirlik’teki üslerinin varlığının
ne anlama geldiğini bildiği için gizli işgal ordusunun
gölgesinde yurdun dört bir yanında yükselen bu askeri
ve teknik sömürge komplekslerinin yarattığı ulusal onursuzluğu
yenmek için savaşıyor.
ABD ile yapılan sayısız ikili anlaşmalar (ki, hükümetlerimizin,
bilinenlerin ötesinde dönem dönem telefonlarla dahi
gizli satıcılık fiilleri içine girdiği biliniyor) ve
askeri paktlar yoluyla emperyalizm stratejik tampon
bölgesi olmasına isyan ederek savaşıyor.
Egemen çete Oligarşinin, halklarımızınher türlü zor
yoluyla kafasına sokmaya çalıştığı hayali bağımsızlığın
gerçeğini yaşamak / için savaşıyor.
Sadece kar, daha olgun, daha usta yöntem ve anlayışlarla
bezetilerek derinleştirilmiş bir sömürü sistematiğine
dayanan yeni sömürgeciliğin de, daha önceki sömürgecilik
biçimleri gibi ‘ulusal’ kavramlarla, ulusalcılıkla herhangi
bir bağlaşıklığı yoktur. Tekelci burjuvazi ve onun ittifakları
oligarşik çitilir, milliyetçi değil ulusal haindirler.
Bu konudaki tavırlarına daha iyi, daha fazla ve daha
elverişli koşullarda işbirliği, sömürü, egemenlik stratejisine
göre belirler, ona bağımlı kılarlar.
Bu durum karşısında proletarya, yoksul köylülük ve onun
ittifaklarını kapsayan stratejimizin devrimci tanımı
doğmuştur: Eeperyalizme, Oligarşiye ve Faşizme karşı
politikleşmiş askeri savaş stratejisi... İşte partimiz;
bu anlayış, bu gereklilikle ve bu yol üzerinde savaşıyor,
mücadele ediyor,
Giderek artan bir yoksullaşmayı, sadece gövdeleri değil
kafaları ve yürekleri de mengene içine alarak sağlayan
egemen çeteciler, 1980 başından 1986’ya kadar ulusal
gelirin kişi başına 300 doların üzerinde bir düşüş kaydetmesine
rağmen kitlelerin ağırlıklı olarak sükuta devam etmesini
ancak açık faşist terörle sağlayabildiler.
Gerçekte, tamamen bireysel haznesine hapsedilen insanlarımızın
bir bardak suyunda fırtınalar kopuyordu ve o fırtınalar,
o kişilerin okyanuslarındaki en çaplı fırtınalar kadar
dehşetliydi. O kadar gerçekti. Fakat ne yazık ki, o
koşullardaki savruluşlar da genel olarak o denli çözümsüzdü...
Partimiz, bu çözümsüzlüklere karşı da savaşıyor. İnsanların
esen, toplulmsal,erdemli ve onurlu varlıklarolarak yaşamlarını
sürdürebilmelerinin ülkesini gerçek kılmak için...
TÜSİAD’ın, finanse ettiği ve başta yönlendiricilerinden
olduğu Özal Hükümetini, politikasından birazcık saptığı
veya arzu ettiğibaşarıyı sağlayamadığı vakit “kendi
kafasından dış ticaret teorileri üretmekle” suçladığı
bir ‘bağımsızlık’ ülkesinde yaşıyoruz. TÜSİAD aynı perspektifini
buyurmaya divam ediyor; “Hiçbir ülke (bunu bağımlı ülkeler
anlayınız) kendi bildiği gibi ithal ikamesi, gümrük
himeyesi, iç sanayi ve KİT’leri destekleme politikaları
takip edemez. Dış ticaret teorisinin (bunu da emperyalizmin
ekonomi üzerindeki belirlemeleri anlayınız) gerçekleriyle
bagdaşmayan hiçbir ekonomik tedbir başarıya ulaşmaz”diyor.
Ülkedeki nüfüsun en zengin %20’si ulusal gelirin %60’ını
alıp götürüyor ve Anayasa’da sosyal refah devletinden,
eşitlikten, adaletten, hukuktan sözediliyor. Bunun adı
devlet riyasıdır. Bunun adı, faşizmin karakteridir.
Nerede sınıf çelişkileri daha fazla keskinse orada devlet
o denli güçlü gösterilmeye, güçlülük imajı yaratılmaya
çalışılır. Oysa bu “güç” imajı, korkunun ve uluslurarası
takelci burjuvazinin kendisinin de gayet iyi bildiği
kaçınıllaz sonucunun paniği ile oynanan bir komediden
öte anlam taşımaz. Fakat ne yazık ki, o kamedinin öbür
yüzünde veya tarihin kulisinde halklar vardır.
Ve oynanan oyun onların emeğiyle, kanıyla semirilere
sahneye konur. Partimiz bu kanlı oyuna son vermek, onin
pirdesini indirerek tarihin gerçek oyuncularını, halkları
tarihin sahnesine çıkarmak için var olmuştur.
Biçare ve zavallı egemenlerin bu tarihe karşı kyma eylemleri
boş bir çığlıktan öteye gitme şansına sanip değildir.
Şiddeti, saldırganlığı ve işini yapmadaki ustalığı ne
kadar artarsa artsın, çağın tanımladığı kaderinden yakasını
kurtarabilmesi imkansızdır. O kaderin hükmü, ülkemizde
partimiz önderliğindeki helklarımız tarafından yerine
getirilecektir.
Bu yolda 1970’de somutlanan savaşımızı partimizin önder
ve savaşçıları, şehir gerillası eylemleriyle yükseltmişlerdir.
O dönemde yoldaşlarımızın; “İşçiler, Köylüler, Askerler,
Yurtseverler, Aydınlar “Halkımız” başlıığıyla yayınladıkları
1 Nolu Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi Bülteni’nde ifade
ettikleri gibi; “Artık isyan etmek zamanı” idi Ve Bültenimiz
şu şekilde devam ediyordu:
“ Silaha sarılmak işgalci düşmanı alaşağı etmek için
hanekete geçmeek zamanı gelmiştir.
Onlar, onların bugün büyük görünen güçleri ve imkanları
bizlere vız gelir. Onlar bir avuç, biz ise milyonlarız.
Kaybedecek hiçbir şey yoktur. Ama kazanacağımız koca
bir dünya vardır.
Biz THKC olarak diyoruz ki:
1) Amerikan emperyalizminin hakimiyeti ve yerli uşağı
sömürücü sınıfların iktirarını yıkmak, bağımsızlığını
kazanmak için tek yol silahlı kurtuluş savaşıdır.
THKC bu yolda mücadeleye kararlı bütün yurtseverleri
kucaklayan halkın savaşçı öncülerinin örgütüdür. THKCmücadelesiyle
Türkiye işçi sınıfının savaş örgütü olan THKP’nin önderliğini
kabul eder ve mücadelesini onun emir ve kumandası altına
yürütür.
2) THKC Amerikan Eeperyalizmini ve köperlerini ülkeden
kovana kadar savaşını sürdürmeye kararlıdır.
3)THKC’düşmanları, Amerikan emperyalistleri, finans
kapitalistler, toprak ağaları, aracı ve tefeciler, Amerikancı
asker-sivil bürokratlar ve bütün halk düşmanlarıdır.
4) THKC’nin temel görevi, Amerikan emperyalistleri ve
yerli müttefiklerinin oluşturduğu düşman cephesini çökertmek
ve yıkmak, halkımızın sırtından elde edilen bütn mülkleri
kamulaştırmaktır, Cephenin savaş gücünü yüksaeltmek,
gerekli malzemeyi ele geçirmek, baskı ve zor güçlerini
parçalamaktır.
THKC, kendi saldırı noktaları dışında kalan hedeflere
yönelen ve halkın saflarına da zarar veren hiçbir maceraperestin
ve gangestrin sorumluluğunu üzerine almaz. Çocuk kaçırmak,
kadınlara ilişmek, emperyalistlerle doğrudan doğruya
ilişkisi olmayan kimselere, esnafa para babası bir avuç
hain dışındaki orta dereceli zenginlere yani orta burjuvaziye
saldırmak, zarar vermek gibi eylemler devrimci eylem
olmaz. Bunlar gangesterlik olaylarıdır. THKC bu gibi
olayları şiddetle kınar, Amerikan emperyalistlerine,
finanskapitalizmin temsilcilerine, zalimlere ve halk
düşmanlarına yönelen her harekete ise saygı duyar ve
bunları sonuna kadar destekler... THKC, halk düşmanlarını,
işkencecileri zalimleri, soyguncuları yargılar, cezalandırır.
Onların döktükleri kanın, yaptıkları zulmün hesabını
sorar.”
Demokratik halk iktidarını yaratma yolunda ideolojik,
ekonomik, demokratik ve politik cephelerde yukardaki
anlayışlar ışığında 1970’ten itibaren THKP-C, 1975’ten
itibaren MLSPB adı altında sürdürdüğümüz savaşımızın
kaynağını daha iyi anlayabilmek için, THKP-C / MLSPB
niçin savaşıyor sorusunun yanıtı dünya ve ülkemiz gerçeklerinin
üzerini açmakta yatıyor. Çünkü bu sorunun yanıtı, dünya
ve onun bir parçası olan ülkemizin dününde ve bugününde
yatıyor.
(DEVAMI
İÇİN BURAYI TIKLATIN)
|