III.BÖLÜM
KURAMSAL OLARAK ÇELİŞME
|
.
A - ÇELİŞMENİN ANLAMI
Doğada, toplumda ve bilinçte; nesne, olgu ve süreçler
sürekli bir hareketlilik ve değişme durumundadırlar.
Bu sürekli hareketliliğin kökeninde yatan neden; nesne,
olay ve süreçlerin içlerinde taşıdıkları karşıtlardır.
Hareket, birbirinin zıddı kutuplar olan karşıtların
sürekli çatışmaları üzerinde yükselir. Yani ; nesne,
olay ve süreçlerin içlerindeki karşıtların çatışmaları
hayatın itici gücüdür, özüdür. İşte bu çatışmaya çelişme
adı verilir.
Nesne, olay ve süreçleri dinginlik durumunda ve cansız,
her biri kendi başına, biri öbürünün yanında ve birini
öbüründen sonra düşündüğümüz sürece, kuşkusuz onlarda
hiçbir çelişme ile karşılaşmayız.
Burada kısmen ortak, kısmen farklı, hatta birbiriyle
çelişik, ama bu takdirde farklı şeylere dağıtılmış ve
bunun sonucu kendinde çelişki içermeyen bazı özgüllükler
buluruz. Bu gözlem alanı sınırları içinde, işimizi alışılmış
metafizik düşünce biçimleri ile yürütebiliriz. Ama nesneleri,
hareketleri, değişimleri, yaşamları birbirinin üzerindeki
karşılıklı etkileri içinde düşünmeye başladığımız andan
başlayarak durum iyiden iyiye değişir. Burada birdenbire
çelişkiler içine düşeriz. Hareketin kendisi bir çelişkidir.
Daha yalın mekanik yer değiştirmenin kendisi bile, ancak
bir cisim, bir ve aynı anda hem bir yerde, hem bir ve
aynı yerde olduğu hem olmadığı için gerçekleşebilir.
Ve hareket işte bu çelişmelerde sürekli olarak ortaya
çıkan ve aynı zamanda çözülme biçimi içinde bulunur.
(35)
Bu anlamda çelişme, her çeşit hareketin iç kaynağını,
öncesini, temelini, çelişme kurallarını belirleyen bir
kategoridir. Hayat; nesne, olay ve süreçlerin içerdikleri
çelişmeler ve bu çelişmelerin neden olduğu çatışmalarla
sürer. Değişik bir anlatımla; nesne,,olay ve süreçlerin
(ya da obje ve fenomenlerin) hareketliliğinde temel
neden,bu olguların dışında veriler değil, en temelde
kendi içlerinde var olan çatışmalardır. Bu çatışmalar,
çelişme üzerinde yükselir, içkin bir nitelik taşır.
Her objenin, her fenomenin içkin çelişmeleri vardır
ve hareket ve değişme, temelde bu içkin çelişmenin bir
ürünüdür. Çelişmenini anlamını ararken dikkate alacağımız
ilk nokta budur. “Çelişme içtedir. Herşeyin bir çelişmesi
vardır ve her şeyin hareketi ve gelişmesi bu iç çelişmeden
kaynaklanır. Birşeyin içindeki çelişirlik, o şeyin gelişmesinin
temel nedenidir, o yeyin başka şeylerle olan karşılıklı
ilişkileri ve karşılıklı etkilenmeler ise ikincil nedenlerdir”
(36)
Dış etmenler ancak mekanik hareketin, büyüklük ya da
nicelik açısından farklılıklarını açıklayabilir ; ama
nesne, olay ve süreçlerin niteliksel olarak binlerce
açıdan farklı özelliklere sahip olmasını ya da değişim,
dönüşüm hareketlerinin çerçevesini, yönelimini ancak
söz konusu nesne, olay, süreçlerin içkin çelişmeleri
açıklayabilir. Gerçekte bir dış gücün etkisi altındaki
mekanik hareketi bile açıklayabilmek, söz konusu olgunun
içkin çelişmelerini çözümleyebilmekten geçer. Aynı biçimde
toplumsal hareketlerde, toplumsal ilerlemede, toplumsal
süreçler ve üretim ilişkileri arasındaki çatışma, her
zaman ve her koşulda toplumsal ilerlemenin kökeninde
yatan içkin çelişme olmuştur. Bu durum, dış etmenlerin
etkisinin yadsınması anlamına gelmez. Ancak dış etmenler,
dış çelişmeler içkin çelişmelerle çatıştığı oranda etki
ve ağırlık kazanabilirler.
Çelişmenin ikinci önemli özelliği, ilerletici karakteridir.
Çatışma her koşulda, şeylerin zıt kutuplarının çatışmasıdır.
Çatışmanın sonuçlanması, hangi grup baskın çıkarsa çıksın
her iki kutban da yok olması anlamına gelir. Yani bir
önceki nesne, olay ve süreç, yeriin, kendini oluşturan
karşıtları ile birlikte yeni bir nesne, olay ve sürece
bırakmıştır. Böylece eski olgunun yerini alan yeni olgu
doğmuştur. Ve bu yeni olgu da yeni karşıtlar, yeni gelişmeleri
içermektedir. Artık yeni bir olgunun yeni gelişmelerin
tarihi başlamıştır. Ancak baskın çıkan grubun niteliği,
söz konusu çatışmanın sonuçlanmasıyla ortaya çıkan yeni
olgunun niteliğini ve bu olgunun içkin çelişmesini belirleyecektir.
Sonuçta çatışmanın sonuçlanması, yeni bir olguyu doğurması
anlamında yenileştirici, geliştirici olmuştur. Bu bağlamda
nesne, olay ve süreçlerin herbirinin negatif ve pozitif
yanı, birer geçmişi ve birer geleceği vardır.
Her birinde yok olana ve gelişne unsurlar vardır. Karşıtların
çatışması, eski ile yeni, ölenle doğan, yok olanla gelişen
arasındaki çatışma, gelişme ve ilerleme sürecinin, nicel
değişikliklerin nitel değişikliklere çevrilmesinin kökeninde
yatan nedendir. Ve gerileme ancak geçici bir olgu olarak
egemenlik kurabilir.
Sonuçta çarışmanın baskın çıkacak olan ve yeni ve ileri
olacak nesne, olay ve süreçlerin hareketliliklerinin
ana ekseni, yenilenme-ilerleme olarak belirlenecektir.
Yeninin, eskinin yerini alması, evrenin genel, ölümsüz
ve değişmiz yasalarıdır. Kendi özüne ve dış koşullara
bağlı olarak değişik biçimlerde sıçramalar yoluyla bir
şeyin başka bir şeye dönüşmesi, yeninin eskinin yerini
alması süreci budur. Bu, inişli çıkışlı bir dizi çatışmaya
yol açar. Çatışmalar sonucunda ise, yeni yön geri plandan
öne çıkar. Ve egemen duruma yükselir. Eski yön ise ön
plandan geri plana düşer ve yavaş yavaş ölür gider.
Ve yeni yön, eski yön üzerinde egemenlik kurar kurmaz,
eski şey niteliksel olarak yeni bir şeye dönüşür. Dolayısıyla
bir şeyin niteliğinin, esas olarak çelişmenin birincil
yönü tarafından, yani egemen duruma geçmiş olan yön
tarafından belirlendiği görülebilir. Egemen duruma yükselmiş
olan yön değiştiğinde, buna uygun olarak bir şeyin niteliği
de değişir. Yani çelişmenin içkin olduğunu belirtmek,
ortaya koymak yetmez. Bu çelişmenin eski ile yeni arasındaki
çatışma olduğunu da görmek gerekir. Yeni, eskinin bağrında
doğar. eskiye karşı büyür. Çelişme; yeni, eskiye karşı
kesinlikle üstün geldiği zaman çözülür. O zaman da yenileştirici,
yenilik geliştirici nitelik, iç çelişmelerin verimliliği,
hareketliliği ortaya çıkar. Gelecek, geçmişe karşı mücadelenin
içinde hızlanır. Mücadelesiz zafer yoktur.
Bir çelişmenin, bir karşıtlar çatışmasının ürünü olmayan
hareket yoktur. Çatışma, hareketin özü, cevheridir.
Ancak çelişmeyi kavrayabilmek, onun karşıtlarını saptayabilmekten
ve bu karşıtların ancak birbirleriyle çatışarak var
olabileceklerini bilmekten geçer. Özdeşlik, birlik,
uygunluk, birbirinin içine girme, birbirinin içine yayılma,
karşılıklı bağımlılık ya da karşılıklı işbirliği, tüm
bu değişik ifadeler aynı anlama gelir. Yani karşıtlar,
sürekli bir çatışma ama aynı zamanda da birliktelik
içindedirler. Ancak birbirleriyle çatışma içinde vardırlar.
Mao’nun anlatımıyla bireyin, gelişme sürecindeki bir
çelişmenin iki yönünden her birinin varlığı, öbürünün
varlığını gerektirir. İki yön de tek bir bütün halinde
bir arada varlıklarını sürdürürler. Lenin bu durumu
şöyle ifade eder: “Karşıtların özdeşliği (özdeşlik ve
birlik terimleri arasındaki fark burada temel bir dönem
taşımamakla birlikte, belki de karşıtların birliği demek
daha doğru olurdu. Belli bir anlamda her iki deyiş de
doğru) doğanın ve zihnin ve toplumun da bütün fenomen
ve süreçlerdeki çelişkinin, birbirini sürekli dıştalayan,
karşıt bütün “özdevimleri” içinde, kendiliğinden gelişmeleri
içinde canlı hayatları içinde bilebilmenin koşulu, bu
süreçleri karşıtların birliği olarak tanımaktadır. Gelişme,
karşıtların mücadelesidir. İki temel ( ya da iki olanaklı,
ya da tarihte gözlemlenebilen ik gelişme) evrim anlayışı
vardır. Eksilme ya da artma olarak, tekrar olarak karşıtların
birliği ve gelişme (birbirini karşılıklı olarak dıştalayan
karşıtlar halinde ikileşmesi ve bu karşıtlar arasında
karşılıklı bağlantılar) olarak gelişme” (37)
Karşıtların birliği, çelişmenin içkin ve yenilikçi yanlarını
izleyen üçüncü önemli özelliğidir. Her yön kendi karşıtı
olan yön olmazsa,varlığı için gerekli koşulu yitirir.
“Karşıtlar belli koşullarda birbirine karşıdırlar, öte
yandan da birbiriyle ilişkilidirler, birbirlerinin içine
girerler ve birbirlerine bağımlıdırlar ve bu nitelik
özdeşlik olarak tanımlanır. Belli koşullarda bütün çelişmeli
yönler, özdeş olmama niteliğine sahiptirler ve bu yüzden
de birbirleriyle ilişkilidirler.” (38). Lenin, bir bütün
olarak çelişme olgusunu kavrayabilmenin yolu olan karşıtların
çatışma temelinde birlikteliklerinin önemini şöyle vurgular;
Diyalektik, karşıtların nasıl özdeş olabildiklerini
(nasıl özdeş duruma geldiklerini) hangi koşullarda birbirlerine
dönüşerek özdeş olduklarını, insan aklının bu karşıtları
neden ölü ve katı şeyler olarak değil de yaşayan koşula
bağlı, hareketli ve birbirine dönüşen şeyler olarak
kabul etmesi gerektiğini öğretir” (39)
Bütün şeylerde, biri göreli durgunluk, öbürü de gözle
görülür değişme olmak üzere iki hareket durumu vardır.
Her ikisine de yol açan bir şeyin içindeki iki çelişmeli
unsur arasındaki çatışmadır. Bir şeyin hareketi birinci
durumu gösterdiği zaman, niteliksel bir değişikliğe
uğramaktadır ve bu nedenle de dış görünüşüyle hareketsizdir.
Bir şeyin hareketi, ikinci durumu aldığı zaman, birinci
durumdaki niceliksel değişiklik en yüksek noktasına
varmıştır, o şeyin varlık olarak yok olmasına yol açar
ve bunu da niteliksel bir değişme izler; böylece ortaya
gözle görünür bir değişme çıkar. Günlük hayatta gördüğümüz
bu birlik, dayanışma, bileşim, uyum, denge, durgunluk,
hareketsislik, dinginlik, değişmezlik, istikrar, katılık,
çekim, vb. durumlar hep niceliksel değişme durumundaki
şeylerin görünüşleridir.
Öte yandan birliğin parçalanması, yani bu dayanışmanın,
bileşimin, uyumun, dengenin, durgunluğun, hareketsizliğin,
dinginliğin, değişmezliğin, istikrarın, katılığın, çekimin
yok olması ve her birinin karşıtına dönüşmesi ise hep
niteliksel değişme durumundaki şeylerin görünüşleri,
bir sürecin başka bir sürece dönüşmesidirler. Şeyler,
kendilerini durmadan birinci hareket durumundan, ikinci
hareket durumuna dönüştürmektedirler; karşıtların çatışması
her iki durumda da vardı. Ama çelişme ikinci durum içinde
çözülür. İşte karşıtların birliğinin koşulu geçici ve
göreli; birbirini karşılıklı olarak dışlayıcı, karşıtların
çatışmasının ise mutlak olmasının nedeni budur. (40)
Karşıtların çatışması ve bu çatışma içinde birliktelikleri
yer yer yanlış yorumlanmakta, çetitli sorunları değerlendirirken
yanlış çıkarımlar yapılmasına neden olmakta ve giderek
yanlış pratiklere kaynaklık edebilmektedir. Bunun örneklerinden
biri de Mao tarafından yaşanmıştır. Sosyalist teoriye
ve eyleme büyük katkıları olmuş bir önder olarak Mao,
aynı zamanda bazı hatalara düşebilmiştir. Söz gelimi,
karşıtların birliği ve çatışması yasasını diyalektik
materyalizmin özü biçiminde ilk kez açıkça ifade eden
Mao’dur ve bu kuşkusuz önemli bir katkıdır.
Aynı biçimde çelişmelir ilk kez sınıflayan, temel, tali
çelişme kategorilerinin içlerini dolduran yine Mao olmuştur.
Ancak, karşıtların özdeşliğini, karşıtların birbirine
dönüşmesi olarak kavrayan ve bu biçimde açıklayarak
sayısız teorik ve pratik yanılgıya bu bağlamda neden
olan bir hataya düşmüştür. Mao’ya göre, karşıtlıklar
yalnızca belli koşullarda tek bir varlığın içinde bir
arada kalmakla, varolmakla kalmazlar; daha başka koşullarda
birbirlerine dönüşürler ve karşıtların özdeşliğinin
gerçek anlamı da budur. Şöyle demektedir; “Nesnel şiylerdeki
karşıtların birliği ya da özdeşliği ölü ya da katı değil
canlı, koşula bağlı, hareketli, geçici ve görelidir;
belli koşullarda her çelişmeli yön kendi karşıtına dönüşür.
Bu insan düşüncesine yansıdığında Marksist diyalektik
dünya görüşü olur”, (41)
Aynı hataya G. Besse ve H. Ceveing’inde düştüklerini
görmekteyiz. Söz konusu ikili, Politzer’in derslerinden
derledikleri “Felsefenin Temel İlkeleri” adlı kitapta,
Mao’nun sözlerinden yola çıkarak şöyle demekteler; sürecin
belli bir anında “zıtlar birbiri haline geldiği zaman”
bu zıtlar birliği, zıtların bu karşılıklı bağı son derece
önemli bir anlam kazanır. Gerçekten belirli koşullarda
zıtla birbirine dönüşürler. O zaman da, karşılıklı bağ,
“karşılıklı dönüşüm” olur, ortaya nitel bir değişiklik
çıkar ve ‘nitelikli’ kavramının tanımını sağlayan da
işte bu dönüşümdür”.(42)
Yanılgı, karşıtların özdeşliğini, karşıtlırı birbirlerine
dönüşmeleri olarak kavramaktan kaynaklanmaktadır. Çatışma,
karşıtların birinin ötekine baskın çıkması ve etkisizleştirilmesiyle
sona erer. Bu noktada çatışan iki karşıt devereden çıkacak
ve bu çatışmanın çözümlenmesi üzerinde yükselen niteliksel
dönüşümde, yeni iki karşıt ve yeni bir çatışma başlayacaktır.
Karşıtların özdeşliği, iki karşıtın aynı bütünün kutupları
olmalarından kaynaklanır. Örneğin, günümüz dünyasının
temel çelişmesi emekle sermaye arasındaki çatışmadır,
dediğimizde, burdan anlamamız gereken, bu çatışmadan
yeni ve ileriyi temsil eden proletaryanın baskın çıkmasıyla
burjuvazinin yok olması olmalıdır. Burjuvazinin yok
olmasıyla, proletarya kavramı da ortadan kalkacaktır.
Çünkü proletarya kavramı ancak burjuvazi kavramıyla
birlikte anlam kazanır ve var olur. Burjuvazi olgusu
yok olunca ortadan kalkacak ve yerini bu çatışmanın
çözüm bulmasının sonucu sağlanacak nitel dönüşme, yeni
bir sürece, komünizme ve ona özgü karşıtlara, onların
çatışmasına bırakacaktır.
Oysa karşıtların birliğini, karşıtların birbirlerine
dönüşümü olarak kavrayan Mao için durum daha değişiktir:
“Belli koşullarda çelişmedeki iki yönden herbiri kendi
karşıtlarına dönüşür.. çünkü herbiri öbürünün varlık
koşuludur... sorun varolabilmek için birbirlerine bağımlı
olmalarıyla bitmez; daha da önemli olan birbirlerine
dönüşmeleridir... Acaba burda neden özdeşlik vardı?
Çünkü bir zamanlar ezilen sınıf olan proletarya devrim
yoluyla egemen sınıf durumuna gelir, buna karşılık bir
zamanlar egemen sınıf olan burjuvazi ezilen sınıf durumuna
gelir ve bu karşıtının ilk baştaki yerini alır. Bu,
daha şimdiden Sovyetler Birliği’nde gerçekleşmiştir
ve bütün dünyada değişecektir. Eğer belli koşullarda
karşıtların karşılıklı ilişkisi ve özdeşliği diye birşey
olmasaydı, böyle bir değişiklik nasıl gerçekleşebilirdi.
(43)
Görüldüğü gibi, Mao için bir ülkede devrim, karşıtların
yer değiştirmesi için yeterlidir. Daha önemlisi iktidarın
em değiştirmesi, karşıtların birbirine dönüştüğünün
kanıtıdır. Bu noktada sorulacak olan iktidarı ele geçiren
sınıf yalnızca iktidarı ele alma anlamındamı karşıtına
dönüşmüştür, yoksa diğer özellikleri de dönüşme sürecinde
yüklenmişmidir, sorusunun karşılığını bulmalıyız.
Kuşkusuz Mao böyle bir durumu kastetmemiştir. Ancak
çizilen kategori, hayatın dayattığı sorunlara karşılık
vermez. Örneğin, bu durumda proletaryanın yeniden burjuvaziye
dönüşmesi de olanaksız değildir, deriz ve aynı mantık
içerisinde hatalı bir yorum olmaz. Nitekim Mao'da sorunu
böyle kavramıştır.
Bu hatalı kavrayış, Çin'de yaptığı pek çok yanlışlığa
kavramsal olarak dayanak olacaktır. Örneğin, Sosyal
Emperyalizm kuramının dayanağı karşıtların birbirine
dönüşmesi mantığıdır. Proletarya, önce iktidarı alarak
egemen sınıfa dönüşmüştür ve ardından yeniden karşıtına,
dönüşmüş iktidar burjuvalaşmıştır. Savaş-barış olgularını
da aynı biçimde ele alan bu mantığa göre örneğin, I.
Dünya Savaşı'nın bitimi, savaşın kendi karşıtına dönüşmesidir.
Yine "Üç Dünya Teorisi"nin açılımında da söz
konusu felsefi yanılgı Çin Komünist Partisi tarafından
dayanak olarak kullanılmıştır. Oysa Lenin özenle altını
çizerek belirtmekteydi di, "karşıtların bir olma
durumu koşullandırılmıştır, geçicidir. Birbirini dışlayan
karşıtların çatışması ise mutlaktır. Tıpkı gelişmenin
ve hareketin de mutlak olması gibi" (44) Yine karşıtların
özdeşliğine ilişkin açtığı ünlü paragrafında özdeşlik
ve kavramının yanlış kavranabileceği düşüncesiyle, "özdeşlik
ve birlik terimleri arasındaki fark, burada temel bir
önem taşımamakla birlikte, belki de karşıtların birliği
demek daha doğru olurdu" demekte idi.
Görüldüğü gibi savaşı barışa, burjuvaziyi proletarya
ya dönüştüren kavrayış, rahatlıkla sosyalizmi kapitalizme,
proletaryayı burjuvaziye, sosyalist anavatanı süper
emperyaliste dönüştürebilmektedir. Oysa, her karşıtlık
aynı sürecin iki yarısını temsil etmez. Engels'in deyimiyle;
"karşıtlar arasındaki savaşım ve birlik yasası,
gelişmenin iç kaynağını açıklar, eşdeyişle bu yasada,
iç karşıtlıklar arasındaki nitelik ayrılıkları söz konusudur
ve sonuç olarak göz önünde bulundurulan nitel çelişmedir".(45)
Çelişme ve çatışma, her zaman ve koşulda evrensel ve
mutlaktır, bununla birlikte çatışmanın çözüm biçimi,
nesne, olay ve süreçlerin iç çatışmalarının boyutlarına,
sahip oldukları özelliklere göre değişiklik gösterir.
Bazı çelişmeler antogonizma (uzlaşmazlık) kazanma özelliğine
sahiptir. Bu koşullarda çözüm açık çatışmalardan (ya
da sıçramadan) geçer, bazı çelişmelerde ise antogonizma
kazanma özelliği yoktur. Bu tip çelişmelere antogonist
olmayan çelişme adı verilir.
Genellikle tali çelişmelerin özelliği olan böyle olgularda,
çelişme açık bir çatışmaya ya da sıçrama olmadan aşılır.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, çelişmeyi antogonizma
ile ayrıştırmaktan uzak durmak olmalıdır. Antogonizma
ile çelişme asla tek ve aynı şeyler değildir. Sosyalist
düzende birincisi ortadan kalkacak ama ikincisi sürecektir.(46)
Antogonizma çelişmenin ancak bir anıdır. En keskin anı.
örneğin, emperyalist ülkelerarası savaş, bu ülkeleri
sürekli birbirlerine karşıt durumda tutan çatışmanın
en keskin anıdır. Demek ki çelişmeyi, bütün gelişmesi
içinde göz önünde tutmayı bilmek gerekir. Örneğin, sınıflar
arasında çelişme, ilkel toplum da ortaya çıkmıştır.
O aşamada toplumsal etkinlikler arasında fark vardı.
(Balıkçılık, avcılık, hayvancılık gibi.) Ama bu "fark",
sınıfların doğmasına yol açtığı zaman, evrilerek çatışma
durumuna geldi ve bu çatışma da devrimler arasında antogonizma
kazandı.(47)
Toplum var oldukça hiç kuşkusuz toplumsal çelişme ve
dolayısıyla karşıtların çatışması da olacaktır. Kapitalizmin
son bulmasıyla çelişmenin de son bulacağı yönünde bir
yanılsamanın nedeni, çelişme ile antogonizmanın karıştırılmasından
başka bir şey değildir. Oysa antogonizma ancak özel
bir durumdur, çelişmeninin bir anıdır. Bir soyutlama
yapmak gerekirse, her antogonizma çir çelişmedir, ama
her çelişme antogonizma değildir diyebiliriz. Yine çok
sık düşülen bir yanlışlık ta, uzlaşır, uyuşabilir çelişme
düşüncesidir. Olay antogonist olmayan, yani uzlaşmazlık
kazanmayan çelişmelerin uzlaşır diye kolay biçimde açıklanma
yolunun tutulmasından kaynaklanmaktadır. Oysa, Mao örneğinde
de olduğu gibi, yanlış kavrayış ya da yanlış soyutlama
olguları süreçleri değerlendirmede önemli yanlışlara
düşülmesinin nedenleri olabilmektedir. Bize göre, uzlaşır
çelişme söz konusu olamaz. Hayat, hareket, karşıtların
çatışması temelinde yükselir. Bu karşıtlar birbirlerinin
varlık koşuludur ama bu durum, bunların birbirlerine
dönüşebileceği ya da birbirleriyle uzlaşmaları anlamına
gelmez. Birinin yok olması diğerinin de varlık nedenini
ortadan kaldıracak ve çelişme aşılmış olacaktır. Bu
süreç, yani çelişmenini aşılması süreci eğer açıktan
bir çatışmaya dönüşmeden gerçekleşmişse, bunun nedeni
o çelişmenin karşıtlarının uzlaşır olmaları değil, antogonizma
kazanmamalarıdır. Kendisi de uzlaşır çelişme yanlışlarına
düşmüş olan Mao'nun örneğini yineleyerek, konuyu kavramaya
çalışalım: Bir bomba, patlamadan önce, içlerindeki karşıtların
belli koşullarda bir arada varoldukları tek bütündür.
Ancak yeni bir koşul ortaya çıktığında, yani tutuşma
olduğunda patlama meydana gelir. En sonunda açık çatışma
biçimine bürünerek, eski çelişmeleri çözen ve yeni şeyler
yaratan bütün doğa olaylarına benzer bir durum meydana
gelir.(48)
Mao daha ilerde köylülük ve işçi sınıfı arasındaki ilişkiyi
örnekleyerek, uzlaşabilir çelişme sonucuna varmaktadır.
"Felsefenin Temel İlkeleri'nde de benzeri kavrayış
eksikliğini görmekteyiz. Sosyalist bir toplumda köylülük
ve işçi sınıfının çatışmaları, onların uzlaştığı anlamına
gelebilir mi? Hayır, çünkü aralarındaki çelişme ortadan
kalkmıştır. Köylülüğün toprağa bağlı tutuculuğu ve disiplinsiz
özellikleriyle işçi sınıfının toplumsal üretim sürecindeki
konumundan kaynaklanan, örgütlenmeye ve disipline yatkın
karakterini her anlamda uzlaştırmak olası değildir.
Yani aralarında bir çatışma vardır. Ancak bu çatışma,
ortak çıkarları sosyalizmde buluştuğundan ötürü antogonizma
kazanmaz, açık bir çatışmaya dönüşmez. Buna karşılık
alttan alta süren ve çözümü köylülüğün ortadan kalkmasıyla
kendini biçimlendiren, onu köylü yapan özelliklerini
aşabilmasiyle gerçekleşir. Bu da, kır-kent ayrımının
ortadan kaldırılması, komünizmin ön koşullarından birinin
sağlanması anlamına gelir. Kısacası, köylülükle işçi
sınıfı arasında, sosyalizmde de bir çatışma vardır.
Farklılaşan çatışma eğilimleri farklı dönemlerde farklı
ivmelerle, çözüm evresine kadar değişik biçimlerde sürer.
Bu iki ayrı sınıfın uzlaşarak birbirine dönüşmesi anlamına
gelmez, antogonist olmayan çelişmenin açık bir çatışmaya
dönüşmeden çözümlenmesi durumunun yaşanması anlamına
gelir.
Özetleyecek olursak; çelişmeleri antogonist (uzlaşmaz)
ve antogonist olmayan (uzlaşmaz olmayan) biçiminde iki
başlıkta ele alabiliriz. Uzlaşır çelişme; çelişme ve
çatışma kategorilerine temelden ters olduğundan, yanlıştır.
Hayat ve hareket, çelişme ve çatışma üzerinde yükselir.
Uzlaşır çelişme demek, çatışmanın olmaması demektir
ki bu da hareketsizlik anlamına gelir. Oysa, nesne,
olay ve süreçlerin sahip oldukları sonsuz sayıda çelişmenin
ancak bir bölümü antogonizma kazanan özelliğe sahiptir
ve diğer çok büyük bir bölümü antogonizma kazanma özelliğine
sahip değildir. Çelişme sürecinde karşıtların birbirleri
ile ilişkilerini statik biçimde almamak gerekir. Karşıtların
birbiri karşısındaki yerleri sabit değildir, süreç bu
bağlamda iniş çıkışlarla doludur. Antogonizma, işte
bu iniş çıkışlarla dolu sürecin yalnızca bir anıdır.
Bu an, o aşamaya kadar açık bir çatışmaya dönüşmeyen
karşıtları bu kez açık bir çatışmaya iter, uzlaşmazlık
açığa çıkar.
Antogonizma bir andır ama, sonuçları o anla sınırlı
tutulmaz, ve etkileri çatışmanın açık olarak uzun bir
süreci içermesini getirebilir. Örneğin paylaşım savaşlarının
başlangıcı antogonizma anıdır. Buna karşılık savaş süreci,
antogonizmanın yol açtığı açık çatışma süreci anlamına
gelir.
Sonuç olarak antogonizmayı bir an olarak ama etkileriyle
uzun bir sürece yayılabilecek bir olarak kavramak gerekir.
Çatışan uçların statik olmayan niteliğiyle birlikte
ele alınması gereken antogonizma kesiti adını verebiliriz.
Bu durumda çelişmelerin çok büyük bir bölümünü "uzlaşır"
şeklinde nitelememiz gerekir ki, bu da (Hegel'den Mao'ya
kadar tüm diyalektikçilerin ifade ettikleri gibi, hareketin,
çatışmanın ürünü olduğu gerçeğinden yola çıkarak) hayatın
ve hareketin yadsınmasından başka bir şey değildir.
Çünkü uzlaşır çelişme kavramı; Mao, vb. uzlaşır çelişme
anlayışı sahiplerine göre çatışmaya neden olmayan çelişme
demektir.
B - ÇELİŞMENİN BİÇİMLERİ
Bir süreci ve sorunlarını çözümleyebilmek ve doğru
çerçevede ele alabilmek için, o sürece yön veren karşıtları
belirleyebilmek yetmez. Aynı zamanda o sürecin içerdiği
daha başka süreçleri ve onların özelliklerini de en
azından genel yönelimleri bağlamında çözümleyebilmek
gerekir. Bir nesneyi gerçekten tanıyabilmek için onun
bütün görünümlerini, bütün ilişkilerini ve bizi o nesneye
götüren araçları kucaklamak, incelemek gerekir. Bunu
hiçbir zaman tamamıyla başaramayız, ama nesneleri bütün
görünümleri içinde göz önünde tutmayı kendimiz için
zorunluluk durumuna getirerek kendimizi yanılmalardan
ve katılıklardan korumuş oluruz. (49) Değişik bir anlatımla,
diyalektik yöntemi kullanan bir çözümleme, ele aldığı
sürecin kendine özgü niteliğini yakalamaktan geçer diyebiliriz.
Ancak bu, söz konusu çözümlemelerin ele alınan sürecin
genel özelliklerinden soyutlanmadan, özel olanın ya
da kendine özgü olanın kavranabilmesiyle mümkündür.
Dolayısıyla bütünü kavrayabilmek için aynı zamanda o
bütünü oluşturan parçaların kavranması ve niteliklerinin,
yönelimlerinin, detayların içinde boğulma tehlikesine
düşmeden ele alınması gerekir. İşte bu noktada, çelişmelerin
sınıflandırılmasının önemi ile karşılaşıyoruz.
Çağdaş dünya karmaşıktır, çelişkilidir ve dinamiktir,
birbiri ile çarpışan eğilimler ve çelişmeler iç içedir.
En karmaşık seçeneklerin, endişelerin ve umutların olduğu
bir dünyadır. Şimdiye kadar gezegenimiz böylesine büyük
siyasal ve fiziksel gerginlikler altına girmemiştir.
Hiçbir zaman insan doğaya böylesine büyük bir bedel
ödememiş ve kendi eliyle yarattığı gücün karşısında
bu kadar zayıf kalmamıştır. Dünyadaki gelişme, Marksizmin-Leninizmin
çıkardığı şu temel sonucu doğrulamaktadır: Toplumun
tarihi, rastlantısal bileşenlerin toplamı değildir,
tersine ileriye doğru yol açan mantıklı bir süreç söz
konusudur. Onun çelişmeleri yalnızca eski dünyanın ileri
adım atmasını engelleyen her şeyin mahkum edilmesini
ortaya koymakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal ilerlemenin
kaynağı ve harekete geçiren gücüdür. Bu sömürü ve sömürücü
sınıflar, var olduğu sürece kaçınılmaz çatışma koşullarında
aşılan,genişleyen bir ilerlemedir.(50)
Günümüz dünyasının çok yönlü ilişkilerini kavrayabilmek,
bu ilişkilere yön veren çelişme ve çatışmaları doğru
biçimde saptayabilmekten geçer. 3. Bunalım Dönemi çelişmelerini
incelemeye geçmeden önce, çelişmeleri sınıflandırmamız
bu anlamda gerekmektedir. Belirli bir nesne, olay ya
da süreç, kendine özgül varlığını "onu bütüne bağlayan"
pek çok nesnel koşula borçludur. Dolayısıyla her süreç
bir çelişmeler dizisinin yatağı, merkezi demektir. Bu
çelişmelerden biri temel çelişme, diğerleri ise bu temel
çelişmeye göre biçimlenen baş ve tali çelişmelerdir.
Temel çelişme: Evren,bir bütün olarak sonsuz sayıda
nesne, olay ve süreçten ve olguların içkin çelişmelerinden,
çatışmalarından oluşan sonsuz bir hareketliliktir. Her
süreç, kendi içinde sonsuz sayıda süreci ve bu parçaların
içkin çelişmelerini içerir. Ancak söz konusu parçaların
içkin çelişmeleri, parçası oldukları ana sürecin karşıtlarına
ve bu karşıtların çatışmalarının çizdiği eksene göre
biçimlenirler.
İşte bu ana sürecin, hareketliliğine, o harekete neden
olan karşıtların çatışmasına, o sürecin temel çelişmesi
diyoruz. Toplumsal süreçte,bu temel çelişme, üretici
güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişme olmuştur.
Bu çelişme her dönem insanlığı ilerleten temel dinamiktir.
Sınıf kavgalarının tarihin motoru olması espirisi bu
temelden kaynaklanmaktadır.
Temel çelişme her toplum biçiminde, o topluma özggü
ilişkilere göre şekillenmiştir. İlkel toplumu yıkan,
bi toplumunbağrından doğan köleciliğin ve o temelde
yükselen üretici güçlerin, ilkel komünal ilişkileri
dönüşmeye zorlamasından başka bir şey değildir. Köleci
toplumsa, aynı biçimde feodal-serf ilişkisinin köleciliğin
kalıplarını zorlaması, köle ayaklanmalarının köle sahibi-köle
ilişkisini dönüşmeye zorlaması sonucu tarihe karışmıştı.
Feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde ise temel çelişmenin
aldığı biçim, yükselen kapitalist ilişkilerin ve onun
temsilcisi olan burjuvazinin feodal kalıplara sığmayan
özellikleri oldu. Kapitalizmin halen yaşadığımız yıkılma
süreci ise, proletaryanın yükselişi ve bir sınıf olarak
sınıfsız topluma ulaşma amacının bir sonucu olmaktadır.
Kapitalist üretimin sahip olduğu karakter, üretici güçlerin
evrimine bu yönde bir eğilim kazandırmaktadır. Komünizmin
üst ve yetkin aşamasına geçiş ise burjuva sınıfının
tümüyle yok olması, böylece proletarya diktatörlüğünün
işlevinin ortadan kalkması ve kafa emeği ile kol emeği,
kır ile kent arasındaki ayrımın ortadan kalkması, değişme
değeri ve paranın ortadan kalkmasıyla gerçeklik kazanacaktır.
Kısacası, her toplum biçimi, içerdiği ilişkilere uygun
olarak temel çelişmenin değişik bir uygulanış tarzı
olmakta, ama üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki
çatışmada anlamını bulan temel çelişme, özünde değişmemektedir.
Dolayısıyla, kapitalizm sürecinin temel çelişmesi; kapitalizmi
dile getiren sermaye ile, yükselen sınıf proletaryayı
dile getiren emek arasındaki çelişmedir. Kapitalizm
bir toplum biçimi olarak, bir dünya sistemi olma özelliğini
yerine getirene kadar temel çelişme bu biçimde sürecektir.
Baş Çelişme: Baş çelişme, temel çelişmenin değişik
koşullarda aldığı biçimler, yansımalardır. Bu anlamda
birden çok baş çelişme olanak dışı değildir. Mao, temel
ve baş çelişmeleri aynı kategoride ele almadığından,
birden çok baş çelişme olasılığını reddetmektedir.
Baş çelişme, kategorik olarak özellikle emperyalizm
sürecini ve daha çok 3. Bunalım Dönemi, bu dönemin ilişki
ve çelişmelerini doğru biçimde kavrayabilmek açısından
gereklidir. Çünkü, günümüz dünyasının çelişmeleri, tarihin
hiçbir döneminde rastlanmadık biçimde çeşitli ve çok
yönlüdür ve çelişmenin sınıflandırılmasını, böyle bir
temelde çözümlendirilmesini ve başlıklandırılmasını
yapmadan, bu çelişmeleri ortaya koymak, kavramak ya
da doğru bir içerikle doldurmak olanaksızdır.
Örneğin, ÇKP için bir sınıflandırma vardır, ama bu sınıflandırmanın
yetersizliği, günümüzü kavrayışta da yetersizliği getirmişti.
ÇKP için temel-baş çelişme ayrımı olmadığından, burjuvazi
ile proletarya arasındaki çelişme dışındaki çelişmeler,
ikincil çelişmelerdir. Bu eksiklik, karşıtların birbirlerine
dönüşmesi ve uzlaşabilir çelişme anlayışlarıyla bütünleşince,
sonuçta, böyle yanlışlıklar olmakta, ya da ÇKP, bilinçli
ve reel politik tutumuna kuramsal açıklama yaratabilmek
amacıyla yanlışlığı sürdürmektedir. Baş çelişme emek
ile sermaye arasındaki çelişme olarak kavranınca, bunun
dünyada bir tek yansıması olacaktır:
Dünya halkları ile emperyalizm arasındaki çelişki. Dünya
ilişkilerinin bu biçimiyle ortaya konmasıyla, üç dünya
teorisine kuramsal temel sağlanabilmektedir. Öte yandan
yine aynı yaklaşım, emperyalistler arası bir savaşın
var olan koşullarda olanaksızlığını görememektedir.
SBKP için eksiklik, kendini daha değişik boyutta göstermektedir.
Örneğin SBKP/MK, 27. Kongre Siyasal Raporuna baktığımızda
günümüzün baş çelişmelerinin üç başlıkta ve doğru bir
biçimde adlandırıldıklarını görmekteyiz. Ancak, bu çelişmelerin
içeriğinin ele alınmasında; özellikle gerekli sonuçların
çıkarılması anlamında eksiklikler öne çıkmakta, dolayısıyla
söz konusu çelişmelerin çözümü yolunda mücadele perspektifi
de eksik ve yanlış olmaktadır.
Günümüzde ise, baş çelişme kendini üç biçimde göstermektedir.:
Emperyalist kapitalist sistemle sosyalist sistem arasındaki
çelişme; emperyalizm ile dünya halkları arasındaki çelişme;
emperyalistler arası çelişme. (51)
Tali Çelişme: sık sık yinelediğimiz gibi, her
süreç kendi içinde sonsuz süreçlerin ve anların çatışmalarını
barındırır. Tali çelişme, bir ana sürecin temel çelişmesinin
belirlediği eksene göre özellikler gösteren çelişmeleri
tamamlamak için kullanılan bir kategoridir.
Örneğin Türkiye ile Yunanistan arasındaki çelişme, günümüz
dünyasının tali çelişmelerinden biridir. Aynı biçimde
köylülükle işçi sınıfı arasındaki çelişme ya da küçük
burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişme tali çelişmedir.
Söz gelimi; Türkiye ile Yunanistan arasındaki çelişme,
etkilemekle birlikte dünyanın çehresine yön verecek
bir çelişme değildir, aynı kamp içinde yer alan iki
ülkenin çelişmesi niteliğini taşır.
Yine yeni sömürge ülke oligarşisi içindeki çelişme kuşkusuz
önemlidir ama bir ülkede toplumsal yönelimin ana eksenini
(dönem dönem derinleşmesine karşın) belirleyecek çapta
değildir. Tali çelişmeler genellikle açık bir çatışmaya
dönüşmeden atlatılır. Ancak bunu mutlaklaştıramayız.
Dönem dönem tali bir çelişmenin antogonizma kazanması
ve süreci etkilemesi olanaklıdır. İngiltere ile Arjantin
arasındaki Falkland Savaşı, tali bir çelişmenin antogonizma
kazanmasına bir örnektir. Ya da İran ile Irak arasındaki
savaş, antogonizma kazanmış tali bir çelişmedir.
Tali çelişmeler, tek başlarına süreci belirlemede yetersiz
kalmakla birlikte, sürecin temel çelişmesinin antogonizma
kazanması yolunda yer yer son derece önemli olabileceği
unutulmamalıdır.... Burada, baş çelişmenin belirleyici
olduğu karşılıklı bir alışveriş söz konusudur.
(DEVAMI
İÇİN BURAYI TIKLATIN)
|