Mahir
ve Devrim
VII. Bölüm
Şahin ŞİMŞEK
|
4. BÖLÜM
A-DEVRİM STRATEJİSİ
KESİNTİSİZ DEVRİM II-III bilindiği gibi, ağır baskı
koşullarında, yoğun bir pratik tempo içinde yazılmıştır.
12 Mart açık faşizmi, tüm demokratik hakları rafa kaldırmış,
başta devrimci hareketin önder kadroları olmak üzere,
toplumun tüm kesimleri yoğun bir terörle teslim alınmaya
çalışılmıştır.12 Mart açık faşizmine karşı THKP-C, İsrail
başkonsolosu El-rom'u kaçırmış, suçlu bulunarak infaz
etmiştir. Bu sadece 12 Mart açık faşizmine değil, onun
ardındaki emperyalizme de devrimci bir yanıttır. Bu
savaşım sürecinde, partimiz ağır fiziki darbe almış,
Mahir yaralı esir düşmüş, Cevahir şehit olmuştur. Bu
dönemden sonra partimize sağcı unsurlar egemen olmuş,
bu süreç, Mahir ve yoldaşlarımızın Kartal/Maltepe askeri
cezaevinden gerçekleştirilen özgürlük eylemi ile sıcak
savaşımla buluşması ile sona ermiştir. İşte, KESİNTİSİZ
DEVRİM II-III, bu dönem sonrası, Kızıldere'ye uzanan
süreçte kaleme alınmıştır.
KESİNTİSİZ DEVRİM I ile KESİNTİSİZ DEVRİM II-III arasında,
Mahir'in Selimiye cezaevinde yazdığı SAVUNMA taslağı
vardır, ancak, birçok kadronun katkıları ile oluşturulan
ve son biçimi Mahir'in dışında verilen SAVUNMA, partimizin
ideolojik-politik çizgisini yansıtmaz. Kemalizm'in yoğun
etkisi ve bir dizi yanlış tespitle, bu SAVUNMA partimiz
belgesi değildir.
KESİNTİSİZ DEVRİM II-III, partimizin temel ideolojik
tezlerinin ele alındığı, Mahir Çayan yoldaşın yazdığı
son yazıdır, düşünce evriminin en yüksek aşamasını oluşturur.
KESİNTİSİZ DEVRİM II-III, "giriş" yazısı ile
başlar. Bu "giriş" yazısında önemli duruşlar
vardır. Özetle incelemek gerekirse, bunlar;
a) Devrimci hareketin genel bir panoramasını veren "giriş"
yazısı, '71 silahlı mücadelesine kadar, Kemalizm'in
solu etkilediğini, doğru biçimde ele alır.
"Devrimci hareket, devrimci-milliyetçi bir rotanın
peşine takılarak, onun himayesinde entelektüel planda
yıllar önce sosyalizmin ustaları tarafından yazılmış,
çizilmiş ve her biri belli bir devrimci pratiğin ürünü
olan siyasi tahliller, yerli "teorisyenler"
tarafından adaptasyonlarla, teori yeniden keşfedildi..."
(B.Yaz. Sf:289)
Doğrudur, başta TKP tarihi olmak üzere, 1961 sonrası
etkin olan TİP ve özünde MDD platformu tam da bunu yansıtır.
TKP'den TİP'e, TİP'ten MDD platformuna kadar devrimci
hareket, Kemalizm'den, bir başka ifade ile "devrimci-milliyetçi"
akımdan yoğun etkilenmiş, onun ideolojik-politik hegomanyası
altında kalmıştır. Hatta, Kemalizm önemli ölçüde, tekrar
dönüp bu akımlardan beslenmiştir. 1930'larda kadro hareketi,
tam da bu rolü oynamıştır, ancak, bu soldan alıp düzeni
beslemek "kadro" hareketi ile sınırlı değildir,
sola önemli ölçüde sinmiştir.
Mahir'in yukarıdaki sözleri, sadece bir objektif tabloyu
ifade etmekle kalmıyor, aynı zamanda, devrimci harekete
egemen olan bu hegomanyadan ciddi bir kopuşu ifade ediyor.
Daha da öte, bu hegomanya Kemalizm'le sınırlı değil,
dünya sosyalist hareketinde bir hegomanya savaşı vardır,
Mahir, her iki hegomanya biçiminden kopuşu temsil ediyor.
Ancak, ilerde tekrar ele alacağımız gibi, bu kopuş politik
düzeydedir. Özgücüne güvenen, Marksizmin yaratıcı ruhundan
beslenen, devrim sorununa samimi yaklaşan bir anlayış,
bu anlayışın cisimleşmesi söz konusudur: bundan Kemalizm'den
politik bir kopuş vardır, sisteme ve onun tüm ideolojik-politik
kurumlarına cepheden tavır söz konusudur. Ama, bunun,
o günün koşullarında yeterli derecede bilince çıkarılıp,
siyasal tahlillerin bu temelde yeniden kurulması mümkün
olmamıştır. Yanlış Kemalizm tahlilleri bunun açık göstergesidir.
Konuyu ilerde ele alacağız.
Doğal olarak, devrimci harekete egemen olan bu hegomanyacı
anlayış, bunun yarattığı eylem ve tavır çok anlamlı
olmamıştır. TKP tarihi eylemsizlik ve likidasyon-tarihidir.
TİP, "sosyalizme barışçıl geçiş" temelinde,
kalkınmacı bir sosyalizm anlayışı ile toplumsal muhalefette
bir güçtür ama eylem çizgisi anlayışını yansıtır, kitle
eylemlerini değil, parlamenterist mücadeleyi önemser.
MDD platformu daha radikal bir çizgide olmakla beraber,
özünde sisteme tümden yönelen, onu kökten değiştirecek
bir güçten yoksundur. Bu tablo içinde, tarihsel süreç
1970'lere tırmandığında, devrimci gençliğin kitle eylemlerini
dışta tutarsak, sola, devrimci harekete pasifizm egemendir
diyebiliriz.
Proletarya partisinin olmadığı bir dönemde, devrimci
gençliğin eylemleri, doğal olarak küçük burjuva karaktere
sahiptir. Düzene, sisteme, tüm haksızlıklara, eşitsizliğe,
sömürüye bir tepkiyi, başkaldırıyı yansıtır, ama proletaryanın
partisi olmadığından, bu toplumsal muhalefet sosyalizmle
bağlar kuramaz. Bundan dolayı sınırlı bir etkiye sahiptir,
küçük burjuvazinin tepkisinin ötesine ulaşamaz. "Ülkede
belki hiçbir sömürge ülkede olmayan çok enteresan bir
durum ortaya çıktı. Korkunç bir seviyede (aslında yıllar
önce ustalarca yapılmış olan) teorik polemikler, ideolojik
spekülasyonlar solu kırıp geçirirken, pratik ise üç-beş
üniversitelinin, küçük-burjuva anlamında yaptığı gençlik
eylemleri olarak kalıyordu." (B.Yaz. Sf. 289)
Devrimci harekette yaşanan teorik polemikler, daha doğrusu
teorik keşmekeşlik sosyal pratiğe yansımakta, ona hizmet
etmemekte; böylece teori ile pratik arasında derin uçurumlar
doğmaktadır. 15-l6 Haziran işçi direnişini dışta tutarsak,
mevcut pratik eylem çizgisi, 71 silahlı mücadelesine
kadar, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, küçük burjuva
karakterdedir. Bu eylem çizgisinin arka planı, iktidar
perspektifinden uzak olmaktır. Ancak, proletarya partisinin
iktidar perspektifi ile tüm toplumsal muhalefet kanallarının
sosyalizme bağlanması ile bu eylem çizgisi aşılacaktır.
Partimizin öncülleri bu ortamda yetişmiştir. Doğal olarak,
yaşamı kucaklayan bir çok alanda bu ortamın, "revizyonist
ortamın" izlerini taşıyacaktır ama burada da çok
hızlı bir kopuş, arınma vardır. Devrimci demokrasiden,
revizyonizmden, Kemalizm'in etkisinden yollar hızla
ayrılmıştır ve bir daha birleşmeyecektir. Devrimci teori
hızla öğrenilir, özümlenir ve devrimci pratiğin hizmetine
sunulur. Yaşamdan, yaşamın canlı pratiğinden öğrenilir
ve doğru bilinen yolda yürümeye başlanır. Öğrenme ve
mücadele, teori ve pratik iç içe geçiştir, ikisi harmanlanmaktadır.
Bu bir süreçtir ve de objektif olmanın yanı sıra mütevazı
olmayı gerektirir. Objektif olamayan gerçekleri kavrayamaz,
mütevazı olmayan bu gerçekler temelinde kendini aşamaz.
Mütevazı olmayan öğrenemez, öğrenmeyen devrim gibi ciddi
bir toplumsal eyleme samimi yaklaşamaz. Mahir objektif
ve mütevazıdır, devrim gibi ciddi bir toplumsal eylemin
içindedir.
"İşte biz bu hava içinde, biraz da bu havanın etkisinde
kalarak doğru çizgiyi, ayaklarımız bu bataklıkta olduğu
için ağır ağır yürüyerek bulduk. Aynı yavaşlıkla da
pratiğe geçtik. Teoriyi devrim yapmak için okuduk, öğrendik.
Ancak bu ulema olduk anlamında yorumlanmamalıdır. Biz
sosyalizmin öğrencileriyiz. Ve bu öğrencilik hayatımız
boyunca devam edecektir." (B.Yaz. Sf. 290)
Bu partimizin tarzıdır...
Diyalektik yöntemi çok usta kullanan Mahir, devrimci
teori ile devrimci pratik ilişkisini oldukça doğru kavrar,
buna özel bir önem verir. Arınma devam eder, Marksizm-Leninizm
esasları üzerinde kurulan partimiz, pratiğe ışık tutmayan
tartışma ve polemiklerden uzak durur, bu tip teorik
çalışmalara mesafeli yaklaşır.
"... bundan böyle yazılacak olan teorik yazıların
kısa, öz ve açık yazılar olacağını ve teorik değerlendirmelerin
masa başında değil de, pratikten çıkan zengin deney
ve tecrübelerin, Marksizm-Leninizm kılavuzluğunda yoğrulacağını
belirtmiştik." (B.Yaz. Sf. 291)
İktidar savaşına hizmet etmeyen, devrimci pratiğe yönü
dönük olmayan tüm teorik polemikler, entelektüel çalışmalar
ret edilir. Ret etmek devrimciliktir, reddetmeyen yeniyi
yaratamaz. Böylesi bir politik tarz, her şeyden önce,
proletarya partisi içinde yaşam bulmalıdır. Her şeyde
evrensellik yakalanarak, kendi ayakları üzerinde yürünecektir...
"... Partimizin bünyesinde bu tip entelektüel tahlillere
yer yoktur. Dilimiz, terminolojimiz ve tahlillerimiz
genel olarak dünya devrimci pratiğinin, özel olarak
da pratiğimizin ürünü olmalıdır..."
(B.Yaz. Sf. 291)
Bunun üzerine inşa edilen THKP'nin devrimci teori ile
devrimci pratiği desteklediği, birbirinden kopuk olan
bu iki önemli yanı birleştirdiği, böylece, bu coğrafyada,
teori ile pratiği kendi ayakları üzerine, yerli yerine
koyduğu söylenebilir.
Partimiz THKP'nin teori ve pratiği bir bütündür!
Partimiz THKP; yeni sömürge bir ülkede, toplumsal sürecin
kapitalizm olduğu, bunun üzerine sömürge tipi faşizmin,
tekelci sermaye ve onunla ittifak halinde olan pre-kapitalist
unsurların sınıf egemenliği kurduğu bir ülkede, devrim
stratejisi olarak, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisini
benimser.
"Partimiz Marksizm-Leninizm kılavuzluğu altında,
emperyalizmin III. bunalım döneminin çelişki ve ilişkileri
ile, bu çelişki ve ilişkilerin Türkiye'ye yansımasının
(Ülkemizin tarihi, sosyal, politik, ekonomik, psikolojik
niteliklerinin) devrimci tespitinden hareketle Politikleşmiş
Askeri Savaş Stratejisini, devrim stratejisi olarak
saptamıştır." (B. Yaz. Sf. 291)
Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisinin iki temel ayağı
vardır. Birincisi, temel ve tali mücadele biçimlerinin
bütünsel bir yaklaşımla ele alınmasıdır. İkincisi ise,
şehir ve kır ilişkilerinin birbirini besleyecek biçimde,
birbirini dıştalamadan ele alınıp savaşın yürütülmesidir.
Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi bu iki zeminde,
proletaryanın elinde, tüm emekçi sınıfları zafere taşıyan
devrim stratejisidir.
"Bu stratejik çizgi, kır ve şehri, silahlı propaganda
ve öteki politik kitlevi mücadele biçimlerini diyalektik
bir bütün olarak ele alan çizgidir." (B.Yaz. Sf.
292)
Burada biraz duralım ve eski tezleri hatırlayalım...
Bilindiği üzere, emperyalizmin işgali altında-ister
gizli işgal, ister açık işgal olsun olan, tüm sömürge,
yarı-sömürge ve yeni-sömürge ülkelerde, emperyalizme
ve onun işbirlikçi sınıflarına karşı halk savaşı zorunludur.
Ancak, somut şartlarla somut tahlili, bu ülkelerde halk
savaşına çeşitli ara aşamalar katar, ona özgün karakter
verir. Emperyalizmin açık işgalinin olduğu, toplumsal
sürecin feodal veya yarı-feodal olduğu, devrimde proletaryanın
rolünün nispeten zayıf olduğu ve asıl kitle gücünü köylülüğün
oluşturduğu ülkelerde, emperyalizmin I. ve II. bunalım
döneminde, emperyalizm ve yerli işbirlikçi feodal-komprador
burjuvazi ittifakına karşı verilen savaş halk savaşıdır.
Çin devrimi başta olmak üzere, Vietnam devrimi vb. bunun
somut örneğini oluşturur. Ancak, emperyalizmin III.
bunalım döneminde, iktisadi evrim ve ona tekabül eden
toplumsal-sınıfsal ilişkiler yeni özellikler kazanmıştır.
Eskiden olduğu gibi emperyalizmin işgal biçimi açık
değil, gizli bir karaktere bürünmüş, emperyalizm yeni
sömürge ülkelerde içsel bir olgu haline gelmiştir. Toplumsal
süreç feodal ve yarı-feodal değil, onun aşılması sonucu
kapitalizm egemen üretim ilişkisine dönüşmüştür. Buna
paralel şehirleşme ve devrimde proletaryanın kitlevi
rolü eskiye nazaran daha da güçlenmiştir. Zayıf feodal
otorite, yerini emperyalizmin güdümünde güçlü oligarşilere
bırakmış, böylece 1. ve 2. bunalım döneminde bir siyasal
olgu olarak ortaya çıkmayan suni-denge bu dönemde ortaya
çıkmıştır. Tüm bunlar ve her ülkenin özgül koşulları,
3. bunalım döneminde, yeni sömürge ülkelerde zorunlu
bir durak olan halk savaşına yeni özellikler, yeni biçim
vermiştir. İşte, bu ülkelerdeki halk savaşı, bu özellikleri
daha iyi karakterize ettiği için Politikleşmiş Askeri
Savaş Stratejisi denir.
Hatırlayalım... Örneğin en son incelediğimiz, 1971 başında
yayınlanan DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ broşüründe,
Mahir, halk savaşını zorunlu bir durak olduğunun altını
çizmiş ve "kırlar temeldir" veya "kırlar
temel olduğundan köylülük temel güçtür." vurgularını
ön plana çıkarmıştır. Yine o incelememizde, bugünün
Türkiye'sini kısaca ele almış ve mevcut değişimlerin
altını çizmiştik. Bunlardan çıkan sonuç, "'köylülük
temel güçtür" vurgusunun artık yönümüzü daha iyi
biçimde açıklayamadığı, "işçi-köylü ittifakı"
veya "işçi-köylü-şehir küçük burjuvazisi, kısaca
tüm emekçi halk" vurgusunun daha doğru olduğudur.
Elbette, bunun asıl kaynağı, yeni-sömürgecilik olgusu
ve bunun yarattığı kapitalist ilişkiler ve şehirlerin,
proletaryanın rolünün eskiye nazaran arttığıdır.
İşte, emperyalizmin 3. bunalım döneminde, uzun süreli
halk savaşı teorisi, Çin ve Vietnam devrimlerinde olduğu
gibi, kırların şehirleri kuşatması tezine değil de,
şehir ve kırda savaşın bütünsel yürütülmesine dayanır.
Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi, özellikle de
ülkemiz açısından, böylesi bir zeminde yükselir, yani
savaş şehir-kır diyalektiği ekseninde gelişir.
Mahir'in yukarıdaki sözleri, tam bu noktada, bugünü
doğru tarzda ifade etmekle kalmaz, aynı zamanda, düşünce
sisteminde, yeni bir sıçramayı oluşturur. Birleşik Devrimci
Savaş olarak da tanımlanan bu formül, gerçek bir ilerlemedir.
Mahir burada durmaz, bu kavramların arka planını açıklar.
Gerilla savaşı, tüm halk savaşlarında önemli bir rol
oynar, ama emperyalizmin 3. bunalım döneminde, Politikleşmiş
Askeri Savaşın anahtarıdır.
Mahir, "Bilindiği gibi, gerilla savaşı kavramı,
kavram olarak tek başına nitelik belirleyici değildir."
derken, son derece net olan bir gerçeği ifade etmektedir.
Marksizm, her dönem için geçerli bir mücadele biçimi
reçetesi sunmaz, toplumsal evrim ve onun etrafında şekillenen
somut tarihsel siyasal olgular, belirli mücadele biçimleri
ön plana çıkarır, diğer mücadele biçimlerini buna bağlar.
Ancak, Marksizm ilke olarak hiç bir mücadele biçimini
reddetmez, tüm mücadele biçimlerini politik amaçla ilişkilendirir,
onun hizmetine sunar. Silahlı mücadele, politik amaç
hizmetinde olan bir araçtır. Elbet, burada, aracın amaca
ne kadar uygun olup olmadığı, hangi sınıfların elinde
olduğu vb. önem kazanır. Tam bu noktada, Marksizm, sorunları
"genel" olarak ele almakla yetinmez, ayrıntıyı,
özeli inceler. Marksizm, genel olarak "savaşa",
genel olarak "silaha" karşı çıkmaz, savaşın
haksızlığından hareket ederek tüm savaşlara karşı çıkmak
revizyonizmdir. Gerilla savaşı da böyledir ve farklı
sorunlarda, farklı tarihsel koşullarda, hatta farklı
sınıfların hizmetinde bir mücadele biçimi olarak ortaya
çıkmıştır. Gerilla savaşı, proletaryanın elinde, örneğin
Sovyet devriminde, ayaklanma aşamasında, ayaklanmanın
tamamlayıcısı, barikat savaşlarının desteği işlevi görmüştür.
Çin ve Vietnam devrimlerinde gerilla savaşı, Sovyet
devriminden daha farklı, ileri bir rol üslenmiş, halk
savaşının birinci evresinde, stratejik savunma evresinde
temel bir işlev görmüştür. Ancak, gerilla savaşının
önemi ve işlevi, 3. bunalım döneminde daha da netleşmiş,
askeri bir mücadeleden öte politik-kitlevi bir mücadele
karakteri kazanmış, politik gerçeklerin açıklanmasında
temel bir rol üstlenmiştir.
"Gerilla savaşının devrimci politik amaçlarla,
siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının bir aracı olarak
yürütülmesine yani, politik kitle mücadelesi olarak
ele alınmasına Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi
denir..." (B.Yaz:Sf:292)
"Silahlı propaganda, askeri değil politik mücadeledir.
Ferdi değil, kitlevi mücadeledir. Yani silahlı propaganda,
pasifistlerin iddia ettiği gibi kesin olarak terörizm
değildir. Bireysel terörizmden amaç ve biçim olarak
farklıdır. Silahlı propaganda, belli bir devrimci stratejiden
hareketle, emekçi kitlelere elle tutulur, gözle görülür
maddi ve somut eylemlerden hareketle, soyuta gider.
Maddi olayların etrafında siyasi gerçekleri açıklayarak,
kitleleri bilinçlendirir, onlara politik hedef gösterir.
Silahlı propaganda halkın düzene karşı olan memnuniyetsizliğini
ajite eder, onları emperyalist beyin yıkamanın giderek
etkisinden kurtarır. Önce kitleleri sarsar, giderek
de bilinçlendirir. Merkezi otoritenin görüldüğü gibi
güçlü olmadığına, onun kuvvetinin her şeyden önce yaygara,
gözdağı ve demagojiye dayandığını gösterir..."
(B.Yaz:Sf:319)
Devrim kitlelerin eseridir ama kitlelere politik açıdan
önderlik yapılmazsa, onları örgütlü bir niteliğe bu
önderlik kavuşturamazsa, bu tarihsel rolünü kitleler
oynayamaz. Politik önderlik, şablonlarla yetinmeyi değil,
toplumsal-siyasal olgulardan hareketle devrimci öngörüleri,
politik cesaretle ileri sürmeyi gerektirir. Bu anlamda,
devrim, cesur önderlerin, kitleleri seferber etme sanatıdır.
Dürüst olunamadan, diyalektik yöntemi kullanamadan hiç
bir politik öngörü formüle edilemez. İşte Mahir bu özellikleri
kişiliğinde cisimleştirmiştir. Bundan, kendi öncesi
politik önderlerden ve kadrolardan farklı olarak, bir
dizi kavramı formüle etmiştir. Mahir birazda bundan
haklı olarak, TDH'de çeyrek asırdır yerini korur.
Türkiye devriminin stratejisinin Politikleşmiş Askeri
Savaş Stratejisi olarak benimsenmesi sadece şablonların
parçalanması değil, politik cesaretle, politik sıçramaların
gerçekleştirilerek devrimin önünün açılması anlamına
gelmektedir. Elbette, bu strateji kendine özgü politik
ilkeleri ortaya çıkaracaktır.
"Devrim stratejisini bu şekilde saptayan bir örgütün
örgütsel ilkesi de, bu Leninist çizginin örgütsel ilkesi
olan, politik ve askeri liderliğinin birliği ilkesidir."
(B.Yaz. Sf. 292)
Politik ve Askeri Liderliğin Birliği (PALB) ilkesinin,
örgütsel bir ilke olarak saptanması, tıpkı birbirine
bağlı diğer kavramlar gibi, partimiz THKP'nin stratejik
çizgisinin önemli bir köşe taşıdır.
PALB ilkesi, yeni sömürge ülke gerçeğine bağlı olarak
benimsenen politikleşmiş askeri savaş stratejisinin,
doğal bir devamıdır, yeni sömürgecilik ve onun yarattığı
toplum ilişkilerine yanıt veren devrim stratejisinden,
politikleşmiş askeri savaş stratejisinden koparılamaz.
PALB ilkesi, devrimci politika ile devrimci askerliğin
arasındaki ilişkiyi somutlayan, iki yanın bütünlüğünü
ifade eden, her iki yanın bütünsel mekanizmada cisimleşmesini
açıklayan ve yine buna paralel olarak, böyle bir Leninist
örgütün/partinin kadro tipine karakterini veren Leninist
bir ilkedir.
Demek ki, PALB ilkesi, III. bunalım döneminde, yeni
sömürge ülkelerde, politikleşmiş askeri savaş stratejisinin
zorunlu bir durak olmasından hareketle, örgütsel/parti
yaşamını belirleyen temel ilkelerden biridir.
PASS temelinde örgütsel yaşamını örgütleyen devrimci
Marksist irade, mekanik bir yaklaşımla işbölümü, uzmanlaşma
vb. reddetmez. PALB ilkesi ile bir zorunluluk olarak
ortaya çıkan, partiyi ve parti kadrolarını geliştiren
işbölümü, uzmanlaşma vb. karşı karşıya getirilemez.
Bundan dolayı, PALB'ni örgütsel bir ilke olarak benimseyen
Leninist partinin tüm kadroları, insanları aynı özellikler
göstermesini savunmak ilkelliktir. PALB örgütsel bir
ilkedir ve parti bütünlüğünü gözetir, partinin temel
kadrolarında bu özellik cisimleşir, ancak, herkesten
bunu beklemek insan ve devrim gerçeğini tanımamaktır.
Ülkemiz ve dünya devriminde, "işbölümü", "uzmanlaşma"
adı altında, politik aparat ile askeri aparatlara hep
birbirinden koparan, hatta karşı karşıya getiren, hantal,
bürokratik, örgüt/parti örnekleri az değildir. Ayrıca,
reel sosyalizm pratiği, bu tip tüketici, hantal, bürokrat,
asalak, mekanik vb. insan tipini üretmiştir. İşte PALB
ilkesini örgütsel bir işleyişte cisimleştiren Leninist
parti, aynı zamanda, bu tip yanlışların devrimci bir
eleştiri anlamına gelmektedir.
Eleştirel bir bakışla, diyalektik bir yöntemle ileriye
doğru atılan her adım, bir dizi sözden, "program"lardan
daha önemlidir. PALB böyle bir ilerlemedir.
Dikkat edilirse, partimizin politik çizgisi, Mahir yoldaşın
düşünce sistemi ile yine aynı tarihsel koşullarda dünya
devrimini etkilemiş CHE, FİDEL ve de bir çok Leninist
önderin düşünce sistemi arasında çelişki yoktur, uyum,
paralellik vardır. Maddi koşullar ile düşünce aracındaki
Marksist ilişkiyi kavrayanlar için bu hiç de şaşırtıcı
değildir, bu maddi ilişkilerin düşüncede cisimleşmesi
Mahir ile CHE-FİDEL vb. önderleri aynı platformda buluşturur.
Bu platform, Leninizm'dir. Leninizm'in yeni koşullarda
yeniden üretimidir.
B- BUGÜNÜN DÜNYASI İÇİN BİR KAÇ NOT
Kesintisiz DEVRİM II. III.'ün belki de en önemli bölümü,
"B-EMPERYALİZMİN ÜÇÜNCÜ BUNALIM DÖNEMİ VE LENİNİST
ÇİZGİ" (B. 303 ile 321) bölümüdür.
Bu bölümde Mahir, ilk önce dünyaya genel bir bakış sunar,
emperyalizmin (özellikle de 3. bunalım dönemi olarak
tanımlanan tarihsel sürecin) doğru bir analizini yapar.
Doğru bir çağ ve emperyalizmin tahlili olmadan doğru
bir devrim stratejisi oluşturmak mümkün değildir. Çünkü,
strateji soyut üzerine değil, somut tarihsel-siyasal-sosyal
olgular üzerine oluşur. Bu gerçeği çok net bilen Mahir,
doğal olarak, doğru bir çağ ve dönem tespiti yapmıştır
ve partimizin devrim stratejisini bunun üzerine inşa
etmiştir.
1970 Türkiye'sinde Mahir'in, dolayısı ile partimizin
bu tespitleri TDH'de önemli bir yer tutar. Önder yoldaşımız
Mahir'in ve partimizin bu tarihsel dönem sonrası hep
gündemde olması, siyasal bir olgu olarak kuşaktan kuşağa
taşınması, sadece pratik sonuçlardan değil, asıl olarak
da bu siyasal tanımlamalardan kaymaklanmaktadır. Oportünizm
de bunun farkındadır, bundan Mahir ve parti çizgimiz
revize edilir. Her türden yalan ve iftiraya maruz kalır.
Ama parti çizgimizin devrimci etkisi, yaratıcılığı o
kadar güçlüdür ki, oportünizmin bu "haçlı seferi"
devrimci gelişmeyi durduramamaktadır.
Kısa formülasyonlar olarak tanımlanan bir dizi anlayış,
kavram partimizin ilk ve doğru sözleridir.
Ancak, siyasal analizler genel olarak, kısa, öz ve formülasyonlar
biçiminde yapıldığı için, burada iki tehlike vardır.
Birincisi, formülasyonlar arası "kopukluk"
hatta "çelişki", bunun yarattığı bir karmaşa
olabilir. İkincisi, bu kısa formüller düşünce sistemini
etraflıca doğal olarak açıklamaz, bunun arka planında
boşluklar doğabilir. Açıkçada ifade etmek gerekir ki,
oportünizm bu iki tehlikeden önemli ölçüde beslenmiş,
devrimci unsurların kafalarını karıştırmıştır. Hatta
bazı mekanik kavrayışlar yine bu zeminden beslenmiştir.
Elbette siyasal mücadele sürecinde tüm bunlar doğal
ve bir dizi mücadele ile parti çizgimiz gelişip zenginleşecektir.
Yaşanan süreç de budur. MLSPB belgeleri, KESİNTİSİZ
DEVRİM I. II. III.'teki bu "boşlukları" önemli
ölçüde aşmayı temsil eder, programatik tezlerimizin
arka planı önemli ölçüde, etraflıca açıklanmıştır.
Bundan dolayı, bu bölümü, özellikle ŞAFAK YAPGILANAMAZ
l ve 2 ile birlikte incelemek en doğru yöntemdir. Devrimci
Kurtuluş savaşını benimseyen tüm partili ve cepheli
yoldaşlarımız, bu temelde parti çizgimizi özümlemek
ve özümletmek zorundadır.
Yine bir not düşmekte yarar vardır. Biz bu bölümde,
önemli gördüğümüz bazı ayrıntıyı ele alacağız. Parti
çizgimiz için önemli olan, "milli kriz", "suni-denge",
"emperyalist üretim biçimi", "oligarşi
ve sömürge tipi faşizm" kavramları, elbet, tek
tek uzunca ele alınabilir. Ama, bu çalışmanın kapsamını
aşar ve de bunlar, örneğin sözünü ettiğimiz MLSPB belgelerinde
ele alınmıştır. Bundan dolayı, bu konuların üzerinde,
bu çalışmada etraflıca durmayacağız, önemli gördüğümüz
ayrıntıları ele alıp, yeniden devrim sorununa döneceğiz.
Devam edelim. Söz konusu bu bölümün her bir paragrafı
bir formül biçimindedir. Ve bu bölümde, çağ tespitinde
önemli bir olgu olan "sosyalist blok" ve bu
temeldeki kimi ayrıntıyı özetle ele alalım.
Önce konuya ilişkin, ünlü bir alıntıyı aktaralım, "Nükleer
vurucu güçlerin dünya çapında erişmiş olduğu seviye
ve de esas tayin edici olarak da, dev dünya sosyalist
bloğunun varlığı, emperyalistler arası had safhaya ulaşmış
olan uzlaşmaz çelişkilerin ekonomik plandan, askeri
plana sıçramasına engel olmaktadır. Bir yandan çelişkiler
keskinleşip derinleşirken, öte yandan da entegrasyona
gidilmektedir.
Emperyalistler arası uzlaşmaz çelişkilerin had safhaya
çıkması, ancak bu çelişkileri yeniden emperyalist paylaşım
savaşı ile geçici olarak çözümleyememeleri ve zorunlu
olarak entegrasyona gitmeleri kapitalizmin krizinin
en öldürücü aşamayı yaşaması demektir. (B.Yaz. Sf. 304-305)
1970 dünya tablosunu veren bu formülasyonu ayrıştıralım.
a) Ekim sosyalist devrimi ile Sovyetler Birliği kapitalist
sömürünün dışına çıkmış ve ilk sosyalist ülke, sosyalist
sistem doğmuştur. 2. Emperyalist paylaşım savaşı ortamında,
kapitalizmin pazarları daralmış, Doğu Avrupa devrimleri,
Çin ve Vietnam devrimleriyle dünyanın 1/3'de sosyalizm
egemen olmuştur. Böylece, ekonomik-politik bir sistem
olan sosyalizm, tek bir ülke sınırlarını aşmış, emperyalist-kapitalist
sisteme karşı bir blok oluşturmuştur.
b) Kapitalist pazarların daralması, bu dönemde bilim
ve teknikte dev adımlar atılmasına yol açmış, emperyalizm
nükleer silahlara kavuşmuştur. Ancak, kapitalizm karşısında
sosyalizm bu gelişmeyi sessizce izlememiş aynı gücü
elde etmiştir.
c) Sömürüden pay alma kavgası, emperyalistler arası
çelişki bir yana atılmamış, tam tersine kapitalist pazarın
daralmasına paralel hızla yoğunlaşmıştır. Ancak, bu
dönemde işleyen kapitalizmin eşit olmayan gelişmesine
paralel olarak, Avrupa ve Japon emperyalizmi ABD emperyalizmine
karşı güçlenmiş ama ABD emperyalizminin üstünlüğü devam
etmiştir.
d) Emperyalist-kapitalist sistemdeki bu çelişkiler,
dünya barış güçlerini oluşturan sosyalizm ve ulusal
kurtuluş hareketleri başta olmak üzere, kapitalizmin
sonunu getirecek tüm güçler, emperyalist-kapitalist
sistemdeki çelişkilerin askeri plana yansımasını önlemekte,
böylece bir emperyalist paylaşım savaşının çıkmasının
önünü tıkamaktadır.
e) Tüm bunların anlamı, kapitalizmin krizinin en yüksek
aşamada olması demektir. Peki bu krizi kapitalizm nasıl
aşmaktadır? Bunun için, savaş bir çaredir, ama bir emperyalist
paylaşım savaşı, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, emperyalist-kapitalist
sistemin sonu anlamına gelebilir. Bir emperyalist paylaşım
savaşı mümkün değildir ama bölgesel nitelikte savaşlar,
artan silahlanma yarışı ve de ekonominin askerileşmesi
sonucu mümkündür. Yaşanan da budur. 3. Bunalım dönemi
dediğimiz bu dönemde, bir emperyalist paylaşım savaşı
yaşanmamış ama sonuçları bir emperyalist paylaşım savaşını
geride bırakan yaygın bölgesel savaşlar yaşanmıştır,
hala da yaşanmaktadır. Bölgesel savaşlar, kapitalizmin
krizlerine çözümlerden biridir, daha doğrusu çözümsüzlüğün
çözümüdür.
Bunun yanı sıra, emperyalizm, bir yandan, sosyalizm
ve ulusal kurtuluş hareketleri karşısında entegrasyona
giderken, diğer yandan, sömürünün derinlemesine gelişmesi
anlamını taşıyan yeni-sömürgeciliği geliştirmiştir.
Tüm bunlar, emperyalizmin çözüm arayışının birer ifadesidir.
Mahir yoldaştan aktardığımız yukarıdaki tablo, 1970
dünyası için son derece doğrudur. Ancak, bugün dünya
ölçeğinde önemli değişimler olmuştur. Bundan yukarıdaki
sözler bugünü açıklamaktan uzaktır.
Dikkat edilirse, yukarıdaki alıntıda ve de partimizin
politik tespitlerinde "dev dünya sosyalist bloğu"
önemli bir yer tutar. Sosyalizm cephesinde, 1963 sonrası
ÇKP ile SBKP arasında çelişkiler hızlanmış, 1970'li
yıllarda bu çelişkiler ciddi siyasal tavır alışlara
yol açmıştır. Ancak, buna rağmen, sosyalist ülkeler
ve özellikle sözünü ettiğimiz iki ülke komünist partisinin
çelişkisine rağmen, sosyalizm ekseninde, emperyalizme
karşı siyasal bir tutum söz konusudur. Bir başka deyişle,
sosyalizm ekonomik ve siyasal olarak gelişirken, bunun
devamı olarak, emperyalizme karşı bir sosyalist blok
vardır. Sosyalist bloğun varlığı önemlidir ve kapitalizmin
pervasızlığını, saldırganlığını önleyen en önemli maddi
güçtür.
Ancak, emperyalizmle her alanda bir yarışa giren sosyalizm,
reel sosyalist ülkelerde revizyonizmin elinde ciddi
tıkanıklıklar yaşamış, ekonomik-siyasal-kültürel vb.
alanlarda kendini üretememiş, emperyalizmin desteği
ile bu ülkelerde kapitalist restorasyonlar yaşanmıştır.
1985-90 dönemi, dünya halkları açısından bu anlamda
olumsuz bir dönemdir ve Sovyetler Birliği başta olmak
üzere Doğu Avrupa'da hızla ama toplumsal çatışmalarla
kapitalist restorasyon yaşanmıştır. Böylece, 1970'li
yıllarda sosyalizm cephesinde bir dizi çelişki olsa
da mevcut olan sosyalist blok, bu ülkelerdeki karşı-devrimci
gelişmelerle parçalanmış, ortadan kalkmıştır.
Bugün için, dev bir sosyalist bloktan bahsedilemez.
Ama sosyalist sistem tek tek ülkelerle sınırlı olsa
da varlığını sürdürmektedir. Dünya halkları, bir dizi
eleştirilere rağmen önemli bir moral değerden bugün
yoksundur ama bu daha güçlü ve ileri sosyalizmin gelişmesinin
birçok potansiyelini taşımaktadır. Zor olan güçlenmeye
yol açar. Bugünün dünyasında devrim ve sosyalizm kavgası
çok daha zorlaşmıştır ama bundan uzun vadede proletarya
ve dünya halkları kazançlı çıkacaktır. 21.yüzyıla sosyalizm
damgasını vurmuştur. 21.yüzyıl daha ileri bir sosyalizmle
dünya halklarını sınıfsız topluma taşıyacaktır.
2. Emperyalist paylaşım savaşı sonrası doğan ve 3. bunalım
dönemine karakterini veren sosyalist bloğun varlığı,
emperyalistler arası çelişkiyi yumuşatmamış, tam tersine
daralan pazara paralel yoğunlaşmıştır. Ancak, bu çelişkiye
rağmen, tohumları savaş içinde atılan, ekonomik-siyasal-askeri
alanlarda, emperyalizm zorunlu bir bütünleşmeye, entegrasyona
gitmiştir. Çok uluslu tekellerin dünyaya egemen olmaları,
IMF-Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşların
doğması, NATO ve bir dizi ikili anlaşmalar vb. tümü
bunun somut ifadesidir. Kapitalizmin gelişme düzeyini
de açıklayan bu olgu, entegrasyon emperyalist ülkeler
arası ilişkiyi belirleyen önemli bir olgudur.
Sosyalist bloğun dağılması, bu olguyu rotadan kaldırmamıştır.
Sosyalist bloğun varlığı, bu olgunun ortaya çıkmasında
önemli bir faktördür ama entegrasyonun bunu aşan özellikleri
vardır. Kapitalist sistem bir dizi alanda birbirine
bağlanmıştır ve reel sosyalizmin dağılması sonrası ortaya
çıkan Körfez Savaşı, kapitalist sistemdeki entegrasyonun
çok somut bir ifadesidir. Körfez savaşı,1991 yılı "iki
kutuplu dünya"nın "tek kutuplu dünya"
haline dönüşmesinin resmileşmesi anlamına gelmektedir
ama bu aynı zamanda, emperyalizmi rahatsız eden unsurlara
karşı sistemin topyekün haksız bir savaş yürütmesi anlamını
taşımaktadır.
Ancak, buna rağmen şunu söyleyebiliriz; Reel sosyalizmin
sahasında yaşanan, kapitalist restorasyon, entegrasyonun
önemli bir ayağını zayıflatmıştır. Bundan çıkan sonuç,
bugün için, emperyalistler arası çelişkilerin daha da
derinleşeceğidir.
1970'li yıllarda kapitalizmin en önemli krizinin yaşandığı
bir gerçektir. 2. Emperyalist paylaşım savaşı, başta
Avrupa ve Japonya olmak üzere kapitalist ülkelerin yıkımına
yol açmış, ABD emperyalizmi en az yıpranan güç olarak
sistemde jandarmalık rolünü üstlenmiştir. Savaş sonrası,
uygulanan ekonomik-politikalar, önce Avrupa ve Japonya'nın
canlanmasına hizmet etmiş, bunu izleyen dönemlerde yeni-sömürgecilik
geliştirilmiştir. Tüm bunlar kapitalizmin yeniden yapılanması,
kapitalizmin reorganizasyonu anlamına gelmektedir. Bu
toparlanma süresi, 1958'lerde bir sarsıntı geçirse de,
asıl sarsıntısını 1959-70 döneminde yaşamıştır. Efsanevi
dolar 1969 yılında, Nikson döneminde devüle edilmiş,
sabit kur sistemi bozulmuş, sistem ciddi bir tıkanıklık
yaşamıştır. Yükselen halk savaşları, özelliklede Vietnam
zaferi, ABD emperyalizmine öldürücü bir darbe indirmiştir.
Böylece, 1970 yılı sistem ölçüsünde krizin yaygınlaştığı
yıllardır. Yeni-sömürge ülkelerde bir dizi askeri cunta
bunun somut göstergesidir.
Elbet 1970'li yıllarda yaşanan bu kriz, kapitalizmin
"son krizi" değildir. Kapitalizm, bunu askeri
cuntalarla, bölgesel savaşlarla, yeni-sömürgeciliği
daha da geliştirerek geçici olarak çözmüş, ama '80'li
yıllarda benzer krizi yaşamıştır. 1985-90 döneminde
yaşanan kapitalist restorasyon, kapitalizmin lehine
gelişmelerdir, pazarı genişlemiş, kısa bir zaman diliminde
de olsa, özellikle de yoğun emperyalist propaganda ile
"sosyalizm öldü" yalanları ile nefes almıştır.
Ancak, bu sürekli değildir. Yanılsama çok fazla sürmemiş,
emperyalist ülkeler arası çelişkiye paralel, kapitalizm
yeni krizlere sürüklenmektedir. Bu yapısal bir olgudur
ve ancak bir dünya devrimi ile kapitalizmin krizi son
bulur.
Ayrıca, sosyalizmin en önemli bağlaşığı ulusal kurtuluş
mücadelesi, 1980'li yıllardan itibaren bir gerileme
dönemi yaşamıştır. Bunun bir dizi nedeni vardır. Emperyalizmin
saldırganlığı, komplo ve şantajı önemli bir nedendir
ama daha da çok içsel nedenler gerilemenin kaynağıdır.
Salt ulusal kurtuluşçu bir bakış, devrimi ilerletmemekte,
bunun bilimsel sosyalizmle bağlarını güçlendirmek zorunludur.
Yeni-sömürgeciliğin gelişmesi salt ulusal kurtuluş noktasında
olmamayı gerektiriyor. Yükselen reformizm ile salt ulusal
kurtuluşçuluk birleşince ciddi gerilemeler yaşanmıştır.
Latin Amerika devrimlerinden Filistin devrimine kadar
durum bu tonları taşır. Ancak, her şeye rağmen günümüzde,
özellikle Latin Amerika başta olmak üzere, tüm dünyada
ulusal kurtuluş mücadelesi bir gelişme içindedir, sistemi
tehdit eden en önemli güçtür.
Konuyu uzatmak mümkündür ama tüm bunlar değişen dünyanın
yeni olgularıdır. Ve bundan, konumuza paralel iki temel
sonuç çıkarmak mümkündür.
Birincisi, 3. bunalım döneminde, sosyalist bloğun varlığı,
üçüncü emperyalist paylaşım savaşını önleyen "esas"
faktördür ama bu faktör bugün ortadan kalkmıştır. Ancak,
buna rağmen bugün yine bir 3. emperyalist paylaşım savaşının
çıkması mümkün değildir. Emperyalist savaş, emperyalist
paylaşım savaşı demek değildir, emperyalizm var olduğu
ölçüde emperyalist savaşlar kaçınılmazdır. Tüm bunalım
döneminde yaygın görülen savaşlar tam da budur, emperyalist
savaşlar ama sonuçları itibari ile emperyalist paylaşım
savaşından daha çaplı olan bu savaşlar, bir emperyalist
paylaşım savaşı değildir. Sosyalist blok dağılmıştır,
ama sosyalizm hala maddi bir güçtür, bir emperyalist
paylaşım savaşının önünde devrimci barikattır. Ayrıca,
ulusal kurtuluş mücadelesi her şeye rağmen önemli bir
olgudur. Nükleer vurucu güç, hala insanlığın sonu anlamına
gelmektedir. Tüm bunları entegrasyon olgusu ile birlikte
ele alırsak, bugün için bir emperyalist paylaşım savaşının
olmayacağı anlamına gelmektedir.
Ancak, bu savaş, 3. bunalım döneminin olgularına dayanarak
ortaya çıkmaktadır. Toplumsal süreç durmaz devam eder.
Bu anlamda bu olgular değişir ve yeni olgular ortaya
çıkar. Bu olgularda yeni bir emperyalist paylaşım savaşına
pekala yol açabilir.
Buradan ikinci sonuca geliyoruz. Dikkat edilirse, emperyalizmin
3. bunalım döneminin temel özellikleri bir olgunluk
dönemi yaşamaktadır. Sosyalist bloğun dağılması, emperyalist
ülkeler arası çelişkinin reel sosyalizm pratiğinin iflası
ile daha da yoğunlaşması, hatta bu alanların yeni pazar
oluşturması, yeni-sömürgeciliğin olgunlaşması, çok uluslu
tekelci sermayenin artan oranda egemenliği vb. 3. bunalım
döneminin özelliklerinin olgunlaştığı anlamına geliyor.
Bu gelişmeler, doğal olarak, bugün çok net ortaya çıkmasa
da, yeni olguların zeminidir. Yeni olgular ortaya çıkar
ve sürece karakterini verirse, bu sürecin yeni bir sürece
yol açacağı açıktır. Bu dönemde bunun ip uçları vardır.
Elbette, Marksistler bu öngörüyü yaparlar, ama asla
hayallerle uğraşmazlar. Toplumsal siyasal olgular irademizin
dışında ortaya çıkar ve sürece karakterini verirse,
biz, bu yeni dönemi tahlil eder ve onu yeni kavramlarla
tanımlarız. Devrimci politik irade bu siyasal cesarete
sahiptir.
C- THKP'NİN HATASI: KEMALİZM
Hep söyledik, tekrarlıyoruz: Mahir Çayan yoldaş tarafından,
KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-III. belgesinde somutlaştırılan
partimizin ideolojik-politik tespitlerinde, en önemli
hata, Kemalizdir. Ayrıca Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi
sorunu, Kemalizm ile ilişkili olarak, eksiktir. Ve hemen
belirtelim, partimiz MLSPB, her iki konuda, Kemalizm
ve Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi konusunda doğru
halkayı yakalamıştır. Bu anlamda, devrimci savaşım içinde,
partimiz kendini arındırmış, yenilemiştir. Bu arınma
ve yenilenme savaşımı sürekli kılınacaktır.
Yine de, özetle, bir kez daha Kemalizm'i Mahir Çayan
yoldaşın tespitleri temelinde ele alalım.
Mahir yoldaş, KESİNTİSİZ DEVRİM II-III.'de Kemalizm"i
şöyle tanımlar: "Kemalizm, emperyalizmin işgali
altındaki bir ülkenin devrimci-milliyetçilerinin bir
milli kurtuluş bayrağıdır. "Kemalizm'in özü, emperyalizme
karşı tavır alıştır. Kemalizm'i bir burjuva ideolojisi
veya bütün küçük-burjuvazinin ve yahut asker-sivil bütün
aydın zümrenin ideolojisi saymak kesin olarak yanlıştır.
Kemalizm, küçük-burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin
milliyetçilik tabanında anti-emperyalist bir tavır alıştır.
Bu yüzden, Kemalizm soldur, milli kurtuluşçuluktur.
Kemalizm, devrimci-milliyetçilerin, emperyalizme karşı
aldıkları radikal politik tutumdur." (B.Yaz. Sf.
325-326)
"...Kemalistler için ülkemizdeki, asker-sivil aydın
zümrenin jakobenleri diyebiliriz" (B.Yaz. Sf. 327)
Yukarıdaki tanımlamalar yapılırken, aynı yerde bir dipnot
düşer Mahir, burada, "'..1972'nin Türkiye'sinde
gerilla savaşı yürüten partimiz (içinde bulunduğumuz
devrimci öncü savaşı aşamasında) ittifak politikası
açısından son derece önemli bir sorun olarak Kemalizm'i
ele alır ve de "öncü savaşı aşamasında olan THKP-C'nin
küçük-burjuva aydın çevrelerdeki müttefiki, ancak Kemalistler
olabilir..." der. (B.Yaz: Sf: 326-3 no'lu dipnot)
Yine aynı temelde, ilerde, DHD ele alınırken, "vasıtasız
ihtiyatlar" alt başlığında, "Kemalist aydın
çevre..." (B.Yaz: Sf:347) ilk sırada ele alınır.
Bu tanımlama, doğal olarak 1923 Kemalist hareketi, politik
bir devrim olarak ele alır.
"1923 devrimi, önder sınıfın karakterini yansıtan
bir milli devrimdir. Emperyalist işgal kırılmış, komprador-burjuvazi
tasfiye edilmiş, yabancı sermayeye tanınan bazı imtiyazlara
rağmen genellikle emperyalist istismar, bertaraf edilmiş,
feodalizmin ideolojik ve politik gücü kırılmıştır..."
(B.Yaz. Sf. 327)
Anlaşılacağı üzere; "muhtevası burjuva olan bir
devrim" söz konusudur. Bu devrim, emperyalist işgali
kırmış, onun sınıfsal dayanağı olan komprador-burjuvaziyi
tasfiye etmiş, feodalizmin ideolojik-politik gücünü
kırmış-yani milli ve demokratik bir devrim yaşanmıştır.
Hiç şüphesiz, bu milli ve demokratik olan devrim sürekli
kılınamamış, 1950 sonrası, DP'nin iktidara gelmesiyle
kesintiye uğramış, karşı-devrim tezgahlanmıştır.
Peki, bu dönemde, 1923-1950 döneminde devletin niteliği
nedir? Bu sorunun yanıtını Mahir şöyle verir; "Kısaca
özetlersek, feodal-komprador devlet mekanizması parçalanmış
yerine, tek parti yönetimi altında küçük burjuvazinin
diktatörlüğü egemen kılınmıştır. (B.Yaz: Sf:328)
Özetle Mahir sorunu böyle ele alır.
Hemen belirtelim, tüm bunlar, 1970 sonrası canlanan
nispi demokratik ortamda boy atan küçük-burjuvazinin
Kemalizm'i abartması sonucu pompalanan ideolojik hegomanyanın
sonucudur. TİP, YÖN, DEVRİM hareketinin devrimci harekete
bulaştırdığı Kemalist virüslerdir. Mahir ve THKP-C öncülleri,
bu dönemde, tüm bunlardan etkilenmiştir. Politik açıdan
bir kopuş söz konusudur ama bu yerli yerine oturmamıştır,
bundan, bu tip yanlış tanım ve tespitler söz konusudur.
Ancak, birçok açıdan, parti tarihimizde bir dönem savunulan
bu görüşler doğru değildir, özetle;
a) Kemalizm, 1. Emperyalist paylaşım savaşı yıkıntıları
içinde, Türk ticaret burjuvazisinin özlemlerini yansıtarak
doğdu. Yükselen kapitalizm, Osmanlı imparatorluğunu
yarı-sömürge haline dönüştürmüş, bu ilişkiler içinde,
emperyalizm, özellikle Rum ve Ermeni sermayesine dayanmıştır.
Rum, Ermeni, kısaca Levanten denilen bu komprador sermaye,
emperyalizmin açık işgalini desteklemiştir.
Bu ilişkiler içinde, İngiliz, Fransız sermayesi ile
bu kesimler daha yoğun ilişki içindedir. Yükselen Alman
emperyalizmi, Berlin'den Basra Körfezine kadar, tüm
bu alanları kendi pazarı ilan etmiştir. Zayıf ve güçsüz
Türk-Müslüman ticaret burjuvazisi ile Alman emperyalizminin
çıkarları tam bu noktada uyum halindedir.
İste, Kemalizm bu sınıfın, yeni filizlenen Türk ticaret
burjuvazisinin özlemlerini dile getirmektedir.
b) Kemalizm, tüm emperyalist sermayeye, tüm emperyalist
güçlere karşı değil, açık işgal koşullarında, yunan
işgaline tavır takınmıştır. Bundan,Türk ulusal kurtuluş
savaşı olarak tanımlanan Kemalizm, anti-emperyalist
platformda değil, anti-yunan temelde, açık işgale tavır
takınmıştır. Erzurum, Sivas, Balıkesir, İzmir vb. kongreleri
bu programa sahiptir. Ayrıca, savaş sonrası, yeni oluşturulan
Cumhuriyetin ekonomi-politikası niteliğinde olan 1923
İzmir iktisat kongresi, yabancı sermayeye karşı olmadığını
ilan etmiştir.
Bundan dolayı, Kemalizm için, "genellikle emperyalist
istismar bertaraf edilmiştir", "komprador
burjuvazi tasfiye edilmiştir" veya daha da abartılı
biçimde, bu dönemi, 1923-50 dönemini milli demokratik
devrim, politik bağımsızlığın kazanıldığı bir dönem
biçimindeki değerlendirmeler doğru değildir.
c) Kemalizm, Türk ticaret burjuvazisinin çıkarlarını
temsil etmekte ama aynı zamanda feodal güçlere dayanmaktadır.
Üst yapıda, özellikle Osmanlı imparatorluğuna ait kurumlara
tavır almış, ama bu tavır alt yapıda görülmemiştir.
Bu açıdan, "feodalizmin ideolojik politik gücü
kırılmıştır" tespiti de abartılıdır. Ayrıca, gericiliğe
tavır adı altında Kürt ulusunun demokratik hakları koyu
bir şovenizmle imha edilmiştir.
Gericiliğe tavır adı altında Kürt ulusal haklarının
budanması, Kemalizm'le sınırlı değildir. 1920'de kurulan
TKP, anti-emperyalizmi abartmış, gericiliğe karşı anti-emperyalist
olarak tanımlanan Kemalizm'in Kürt katliamlarına ortak
olmuştur. Bu TKP adına kara bir lekedir, bu leke ancak
toplumsal bir devrimle, Kürdistan devriminin doğru bir
tarzda desteklenmesiyle silinecektir.
d) Tüm bunların ışığında şu söylenebilir: Kemalizm açık
işgale karşı güdük bir tavır almış, üst yapıda bazı
feodal kurumları temizlemiştir. Bu yanıyla, sınırlıda
olsa, tarihte o koşullarda "ilerici" bir rol
oynamıştır, bu Kemalizm'in bir yüzüdür. Ancak, Takrir-i
sükun yasasında ifadesini bulan, işçi ve Kürt düşmanı
politikayı koyu bir şovenizmle yürütmüştür. TKP, Karadeniz'de
komplo ile boğulmuş, Kürt ulusunun demokratik talepleri
katliamlarla bastırılmıştır. Bu yanıyla da Kemalizm,
şovenisttir, gericidir. Kemalizm'in asıl karakteri de
budur.
e) Kemalizm "küçük burjuvazinin sol kanadının"
değil, burjuvazinin siyasal temsilcisidir. Kemalist
kadrolar, önemli ölçüde asker-sivil aydın kesimdendir,
bu yanıyla bu kadroların sınıfsal açıdan küçük burjuva
olduğu söylenebilir. Ancak, bu Kemalist hareketin sınıfsal
karakterini belirlemez. Önemli olan hangi sınıfın çıkarını
temsil ettiğidir. Kemalizm, Türkçülük temelinde, Türk
burjuvazisinin kendi pazarını oluşturma, ulusal devleti
bunun üzerine kurmak hareketidir. "Pazar burjuvazisinin
milliyetçiliği öğrendiği ilk okuldur." (Stalin)
Ayrıca, Kemalizm, tam bu noktada, Mahir yoldasın ifade
ettiği gibi "asker-sivil bütün aydın zümrenin ideolojisi"
değildir. Böyle bir kesimin ideolojisi olmaz. Kapitalist
toplumda iki sınıfın, proletarya ve burjuvazinin ideolojisi
vardır, bunun dışındaki tüm akımlar, tek başına bir
ideoloji oluşturamaz. Zira, kendi iç sistemi yoktur.
Hemen belirtelim, Kemalizm'in kendisi de, bağlı başına
bir ideoloji değildir. Eklentik, tutarsız, şekilsiz,
pragmatist özelliklere sahip Kemalizm, 1930'lu yıllarda,
"Türk Tarihi Tezi", "Güneş Dil Teorisi"
ile ideolojik bir kimliğe kavuşmak istemiştir ama bu
alanda kendine özgü bir ideoloji oluşturamamıştır. Bundan
dolayı, Kemalizm her kesim tarafından kullanılan, sağ
ve sol versiyonlarla her yana çekilen bir niteliği vardır.
Tarihsel süreçte bunun açık ispatıdır. Burjuvazinin
tüm kesimleri, Kemalizm'e dayanarak veya onu kullanarak
ekonomik ve sosyal politikasını yürütmektedir, sosyal-demokrasi
türevlerinden, açık faşizm özlemlerine kadar bu yelpaze
uzanır.
f) Kemalist hareket, burjuva-demokratik devri değil,
burjuva demokratik devrim girişimidir. Yukarıda ifade
ettiğimiz gibi, sınırlı bir anti-emperyalizmi içerir,
bunun dışında burjuva demokratik devrimin hiçbir sorununu
çözmemiştir. Feodalizme yönelmemiş tersine ona dayanmıştır.
Stalin'in ifadesi ile Kemalizm, toprak sorununda çakılmıştır.
Kemalizm'in en çok kullandığı tezin biri "laiklik"tir,
bu da sahtedir. Hiç bir dönem, feodal düşünce biçimine,
dine karşı doğru bir tutum benimsememiştir. Özellikle
Sovyetler Birliği'nin desteğini almak, devrimci hareketi
yedeklemek ve de Kürt ulusunun demokratik taleplerini
kanla bastırmak için laiklik söylemine sarılmıştır.
Siyasal özgürlükler sorununa tam bir diktatörlükle yanıt
vermiş, demokratik hiçbir açılım sunmamıştır. Tüm bunları
dikkate alırsak, sadece ve sadece zayıf ticaret burjuvazisini,
politik iktidara taşıdığı, bu anlamda burjuva demokratik
bir girişim olduğu söylenebilir. Asla bir milli demokratik
devrim değildir.
1923 hareketi ile oluşan TC, asıl olarak "Türklük"
ve islami açıdan da "sünni" bir karakterdedir.
Başta Kürt ulusunun demokratik hakları olmak üzere,
işçi sınıfının, köylülüğün, mezhepsel bir azınlık olan
Aleviliğin vb. hepten inkarı üzerine kurulmuştur.
g) Kemalist diktatörlük, küçük-burjuva karakterde bir
iktidar değildir, bu anlamda "küçük-burjuva diktatörlüğü"
tanımlaması doğru ve bilimsel değildir. Bonapartist
özellikler gösteren, burjuvazi-feodalizm temelinde kurulan
burjuva diktatörlüğüdür.
1923 "devrim" olmadığı gibi, l950 DP iktidarı
da "karşı-devrim" değildir, burjuva diktatörlüğünün,
karşı-devrimci karakterinin içselleştiği, bir biçimden,
bir diğer biçime devinmesi söz konusudur. Bonapartist
niteliklere sahip koyu bir diktatörlük, tekelci sermayenin
egemenliğine paralel faşizme dönüşmüştür. Tüfek bir
omuzdan diğer omuza taşınmıştır. Aynı sürecin ve niteliğin
birbirini izleyen iki dönemidir.
h) Yukarıda, özetle ifade ettiğimiz sonuçlardan dolayı,
anti-emperyalist anti-oligarşik demokratik halk devriminde,
Kemalizm ittifak ilişkileri içinde ele alınamaz.
Partimiz MLSPB'nin Kemalizm konusunda, politik değerlendirmesi
bu noktadadır. Elbette, bir dönem, Mahir yoldaşın tezleri
savunulmuş, ama bu süreç devrimci Marksist tarzda aşılmıştır.
ŞAFAK YARGILANAMAZ'ın 2. cildi bu konuda etraflı bir
incelemeyi içerir.
Ancak, partimiz bu süreci, geleneksel soldan farklı
yaşayarak aşmıştır. MLSPB, partimiz THKP'nin devamı
olarak, l975 başlarında kurulmuştur. Ancak, bu dönemden
sonra, saflarımızda tam bir demokratik işleyiş, kültür
egemen olmuş, Kemalizm konusunda farklı eğilimler devrimci
biçimde yaşanmış, tartışılmıştır. Ve 1987 konferansı
ile resmi tez, bugünün tezlerinde ifadesini bulmuştur.
1987 sonrası savunulan ve bugün resmi görüşümüz olan
tezler, o günün bir ürünü değil, kuruluş adımından bu
yana yaşanan, parti kültürümüzün bir sonucudur. Tarihimizi
tanıma açısından bu notu düşelim...
D- KOMÜNİST ENTERNASYONAL VE SÖMÜRGE DEVRİMLERİ
Lenin, ekim devriminin arifesinde, "Çağımızda enternasyonalizmden
aşağısı kurtarmıyor" diyor ve Rus devriminin uluslararası
öneminin altını çiziyor. Rusya işçi sınıfının uluslararası
yükümlülükleri bugün, birinci planda yer alıyor. "(TEK
ÜLKEDE SOS.DEVRİM, Sf, 84)
Biliniyor, Ekim sosyalist devrimi bir dünya devrimi
perspektifine sahiptir ve bir dünya devrimi partisi
olarak, Komünist Enternasyonal 1919 yılında kuruldu.
Ekim devriminden sonra, iç savaş koşullarında kurulan
komünist enternasyonalin kuruluşu çok önceleri tasarlanmıştır.
Hatta, bırakalım NİSAN TEZLERİNİN temel tezlerinden
biri olan, enternasyonalizmin kurulmasını, çok daha
önce, 1915 yılında, Zimmerwarld konferansında, 1916
yılında Kienthal konferansında yeni bir enternasyonalin
kurulmasını savunulur.
Lenin, hep devrimci kopuşu yaşar, Birinci Emperyalist
paylaşım savaşında, ortaya çıkan "sosyal şoven"
ve "merkezci" görüşlerden kopmaya, bunlarla
mücadele etmeyi Lenin önüne koyar. Zira, devrim için
nesnel koşullar olgundur, ancak, sosyal şovenizm bunun
önünde en büyük engeldir. Zimmerwarld konferansının
çoğunluğunu merkezci/Kaustky'ci sol oluşturur. Bu koşullarda
devrimci bir enternasyonal için, özellikle Alman solları
en önemli dayanaktır. Bu dönemde iki önemli güç vardır.
Rusya'da Bolşevik Partisi, Almanya'da Spartaküsler Birliği.
İşte bu koşullarda yeni bir enternasyonalin bu iki güç
üzerinde kurulmasını savunur Lenin.
Ekim devriminin arifesinde, Lenin, "çok şey verilmiş
olandan, çok şey istenecektir" der. Rus devrimine
özellikle Avrupa devriminin çok şey verdiğini, Rus devriminin
de dünya devrimine çok şey vermesini ileri sürer. Bunun
için, olgunlaşan koşullarda, beklemenin intihar olduğunu
ileri sürer, ayaklanmayı, buzu kırmayı ileri sürer.
Dahası, bunun devamı ve tek ülkede devrimi bütünleyen
bir mantıkla 3. enternasyonalin hemen kurulmasını savunur
Zimmerwarld ve Kienthal konferansları ile zaten kurulmuş
olduğunu ve çalıştığını", artık bunun ilan edilmesi
gerektiğini ileri sürer. Lenin sayılarla, nicelikle
vb. ilgilenmez, o nitelikle, irade ile ilgilenir. Önemli
olan sayı değil, gerçekten devrimci proletaryanın siyaset
ve düşüncelerinin doğru dışavurumudur". (Lenin)
Zimmerwarld konferansında, enternasyonalin hemen kurulmasını
savunduğu için, "gözlemci" kalmayı öneren
Lenin, 19l7 Nisan ayında yapılan parti konferansında
da bu kavgayı verir. Ancak, Lenin'in görüşleri taraftar
bulamaz ve kabul edilmez. Buna karşı mücadele verir,
"üçüncü enternasyonalin hemen kurulmasını"
savunur, bu kararın "ellerimizi bağladığını"
ileri sürer.
Lenin'in rüyası iç savaş koşullarında 1919 yılında gerçekleşir.
Ekim sosyalist devrimi, proleter bir devrimdir ama aynı
zamanda, sömürge ve bağımlı ülkelerin kurtuluş mücadelesine
yeni bir nitelik kazandırmış, onu proleter devrimin
bir parçası haline dönüştürmüştür. Dahası, Ekim devrimiyle
birlikte, devrim doğuya, sömürge ve bağımlı ülkelere
kaymıştır. İşte, bir dünya partisi olarak kurulan 3.enternasyonal,
sadece Avrupa devrimiyle değil, aynı zamanda dünya nüfusunun
ve coğrafi olarak en büyük parçasını oluşturan sömürge
ve bağımlı ülke devrimleriyle ilgilenmiştir.
Bu konuda ilk ve önemli adım, 3. Enternasyonalin 2.
Kongresinde Lenin'in "ulusal sorun ve sömürge sorunu
üzerine raporu"dur (26 Temmuz 1920).
Özetle Lenin, bu raporunda;
a) Ezilen uluslar ile ezen uluslar arasındaki ayrım,
b) emperyalist ülkelerin Sovyet Rusya önderliğindeki
sosyalist harekete karşı tavrı
c) burjuva demokratik hareket ile ulusal devrimci hareket
kavramlarının ayrışması,
d) Sovyetlerin, feodal ve yarı-feodal ülkelerde yaygınlaştırılması,
e) Sovyet hükümetlerinin yardımıyla geri kalmış ülkelerin
kapitalist aşamayı yaşamadan sosyalizme geçebileceği,
üzerinde durur.
Sömürge ve bağımlı ülke devrimleri sorunu, en geniş
biçimde, 3. Enternasyonalin 6. Dünya Kongresi'nde ele
alınmıştır (1928). Bu kongrede, başta Çin devrimi olmak
üzere, Hindistan devrimi ön planda tartışılmış, bu temelde
bir dizi tez ileri sürülmüştür. Ayrıca, komünist enternasyonal
bir programa sahip olmuştur. Bu iki temel konu, 6. Dünya
Kongresi'nde ön plana çıkmıştır.
Bu tartışmalar içinde Çin devrimi özel bir yer tutar,
Çin devrimi sık sık tartışılır. Çin devrimi, Sovyet
devriminden sonra, ön ciddi toplumsal hareketi temsil
etmektedir. ÇKP ise, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde
ilk kurulan komünist partilerden biridir ve dönemin
en güçlü partisidir. ÇKP, kimi dönem 3.enternasyonalle
yoğun ilişki kursa da, yinede mesafelidir. ÇKP'nin sınıfsal
bileşimi %80 köylü üyelerden oluşur. Elbette bunda yanlış
bir şey yoktur. Çünkü Çin, feodal ve yarı feodal ilişkilerin
egemen olduğu, köylü kitlelerin nüfusun önemli bir kısmını
oluşturduğu bir ülkedir. Komünist enternasyonalin Çin
devrimine yaklaşımı, birazda şabloncudur, Sovyet devrimi
Çin toplumuna empoze edilmeye çalışılmıştır. Mao önderliğinde
ÇKP, bu şabloncu yaklaşımla hesaplaşarak Çin ülkesinde
milli demokratik devrimi gerçekleştirmiştir.
Ayrıca, Hindistan devrimi sık sık ele alınan bir konudur.
Hindistan'da kapitalizm daha gelişkindir, Kapitalizmin
gelişmesi sömürgeciliği ortadan kaldırır mı? Tartışılan
tezlerden biri budur. Bennet bu soruya "evet"
yanıtını verirken, ABD'li Pepper, sovyet Kulisini destekleyerek
"hayır" yanıtı verir. Troçkistler, Çin ve
Hindistan için sosyalist devrimi önerir, BDD ve köylü
hareketi atlarlar.
Özetle komünist enternasyonalin 6. Dünya Kongresi'nde
bir çok sorun etraflıca ele alınır.
Burada, Pepper'in "sömürgelerde burjuva-demokratik
devrim sorunu" çalışması, konumuz açısından önemlidir.
Pepper, Çin ve Sovyet devrimi çözümlemeleri ışığında
ele alır. Bu aynı zamanda komünist enternasyonalin resmi
tezini oluşturur.
Pepper'e göre, Çin devrimi iki önemli hatadan etkilenmiştir.
Birincisi, bir burjuva demokratı olan Sun-Yat Sen'in
etkisinin olduğu dönemdir. Bu dönemde, devrim ulusal
devrim aşamasında kalmış, köylü/ve toprak devrimini
içeren burjuva demokratik devrim aşamasına geçememiştir.
İkincisi ise, Troçkizm'den etkilenme dönemidir. 3 dönemde,
burjuva demokratik devrimi atlayarak sosyalist devrime
sıçrama söz konusudur. Bunlarda doğruluk payı vardır
ama Troçkizmin etkisi abartılıdır. Çin devrimi, özellikle
DP Sun Yat Sen'den etkilenmiş, bu etki bizzat Mao'da
etkisini bulmuştur. Ancak, Çin devriminde Troçkizmin
etkisi sınırlıdır. Pepper'in Troçkizm için "BDD
atlama" tespiti doğrudur ama devrim üzerinde Troçkizmin
etkisi çok ciddi değildir. Troçkizm için "emperyalizmin
varlığını görmüyor" sözleri de, sosyalist devrimi
savunan Troçkistlere doğru bir yanıttır.
Pepper, Lenin'in İKİ TAKTİK'te ifade ettiği görüşleri
çıkış noktası yaparak, Lenin'in düşüncesini şöyle özetler;
"... Lenin'in bu ana düşünceleri belki aşağıdaki
şekilde toparlanabilir;
1- Feodal kalıntıların ve ulusal baskının hala bulunduğu
ülkelerde devrim, proleter sosyalist devrime geçiş aşaması
olarak bir burjuva demokratik devrim aşamasından geçecektir.
2- Burjuva-demokratik devrimin zaferi, burjuvazinin
bir zaferi olarak mümkün değildir.
3- Burjuva-demokratik devrimin zaferi, yalnızca burjuvaziye
karşı mümkündür.
4- Burjuva-demokratik devrimin sosyo-ekonomik içeriği,
feodalizmin kalıntılarının yok edilmesidir, tarım devrimidir
ve sömürge ülkelerde emperyalizmin yok edilmesidir.
5- Burjuva-demokratik devrimin sosyal içeriği burjuvadır,
(toprak ve arazinin ulusallaştırılması bile hala bir
burjuva taleptir) ama bu devrimin sınıfsal itici güçleri
artık proletarya ve köylülüktür.
6- Devrimin yarı yolda durup kalmaması anlamında devrimin
sürekliliği için mücadele etmeliyiz ama aynı zamanda
devrimin aşamalarının, ara kademelerinin kaçınılmazlığını
açıkça kavramalıyız.
7- Burjuva-demokratik devrim, sosyalist devrimden, hatta
Çin'de bile, Çin setti ülkesinde bile bir "Çin
setti" ile ayrılmaz.
8- Burjuva-demokratik devrim ile sosyalist-proleter
devrim arasında, birincinin, kendini aşarak ikinciye
geçmesi, ikincisinin geçerken birincisinin sorunlarını
çözmesi, yani deyim yerindeyse burjuva demokratik devrimin
sorunlarının çözümünün sosyalist proleter devrimin bir
yan ürünü olması, ikincisinin birincinin sonuçlarını
sağlamlaştırması anlamında birinciyle iç içe geçmiş
karşılıklı ilişkileri vardır. Birincinin ikinciye ne
ölçüde ve hangi hızla geçeceğini nesnel koşullar temelinde
yalnızca sınıf mücadelesi ve sınıfsal bilincin ilerlemesi
belirleyecektir.
9- Burjuva-demokratik devrimin sınıfsal içeriği proleter
ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğüdür...
(III-Enternasyonalde Devrim Aşaması, Sf. 121-122)
3. Enternasyonalde, özet bir kesintisiz devrim formülü
!
Her şeye karşı, kesintisiz devrim sorununu, Rus ve Çin
devriminde ortaya çıkan yanlış anlayışların ışığında
bir kez daha ifade etmek yararlıdır. Konuyu tamamladığı
için, aynı çalışmadan aktaralım:
l- Sosyalist-proleter devrimi burjuva-demokratik devriminden
mekanik bir şekilde ayırma. Bu ayrım burjuva-demokratik
devrim olarak yapılmalı ancak burjuva demokratik devrimin
bütün sorunları çözüldükten sonra proleter devrimin
örgütlenmesi ve gerçekleştirilmesi üzerine düşünülebilir
şeklindeki Menşevik anlayışa götürebilir.
2- Devrimin sosyo-ekonomik içeriğin karakteri sorununun
devrimin sınıfsal itici güçleriyle karıştırılması.
3- Bunun tersi yanılgı, yani, devrimin itici gücü proletarya
olduğundan dolayı, devrimin kendisinin de proleter olması
gerektiği iddiası. Bu görüş, Troçkist sürekli devrim
teorisinin temelidir ve bu şekliyle tersyüz edilmiş
bir Menşevizm olarak adlandırılabilir.
4- Sovyetler sorunu da hataların bir kaynağı olabilir
(...)
5- Devrimde kullanılan mücadele araçları da devrimin
karakterini değerlendirmede hata kaynakları olabilir.
(...)" (a.g.e.)
Gerçektende yukarıda aktardığınız maddeler, özellikle
ilk dört madde bir dizi kafa karışıklığına kaynaklık
eder. Mao Zedung'un "yeni demokratik devrim"
anlayışı l.ve 4. maddede
yapılan yanlışlar ekseninde gelişirken, Troçkist ve
sosyalist devrim savunucuları 1. 3. ve 4. maddeyi karıştırarak,
yanlış anlayışlara temel yaparlar.
Komünist enternasyonal, bir dizi sorunu tartışarak,
bu tartışmalar kimi sorunları sonuca ulaşmaktadır, bu
bir gelenektir. Hatta bu geleneğin, birçok kez, reçete
sunmaya dönüşüp, zayıf-kişiliksiz komünist parti pratiklerinde
hataya dönüştüğü biliniyor.
Ancak, konumuz açısından, 1 Eylül 1928 yılında, 46.
oturumda benimsenen "SÖMÜRGE VE YARI SÖMÜRGELERDE
DEVRİMCİ HAREKET ÜZERİNE TEZLER" belgesi bize,
dönemi, bu ülke devrimlerinin sorunları hakkında bilgi
sunmaktadır. Bu açıdan bu belge önemlidir, bilinen tezleri
tekrarlamak, belgenin önemini azaltmıyor. Bu belgede;
sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin ortak özelliği emperyalist
sermayenin denetimi altında olmasıdır. Hindistan sorununda,
emperyalist sermaye, kapitalizmi geliştirip geliştirmeyeceği,
dahası bu gelişmenin sömürgeciliği ortadan kaldırıp
kaldırmayacağı tartışılır. Bu bir yana, emperyalist
sermaye iç pazarı geliştireceği, bu gelişmenin emperyalizmin
ihtiyacına göre biçimlendiği açıktır. Bir yandan bu
gelişme yaşanırken, diğer yandan bu ülkelerde iç dinamizm
tahrip edilmektedir.
Bu gelişme bu ülkelerde, sömürge ve yarı- sömürge ülkelerde
burjuvazinin iki kanadını oluşturmaktadır. Bir kanat,
işbirlikçi-komprador burjuvazidir. Bu burjuvazi ticari
dolaşım sürecinde ortaya çıkmakta, emperyalist sermayenin
komisyoncusu işlevini görmekte, emperyalist sermayenin
en önemli dayanağıdır. Diğer kanat ise, kendi ulusal
pazarını gözeten, bu gelişmeden rahatsız olan, milli
özelliklere sahip burjuvazi.
Ulusal/milli burjuvazi, anti-emperyalist mücadelede
rol oynar ama bu rol sınırlıdır, sınıfsal yapısı, onu
devrimde "güvenilmez" yapmaktadır. Bu açıdan,
zorunlu bir durak olan demokratik devrimde, milli burjuvazi
stratejik bir rol oynayacaktır.
BDD görevi, l6. tezde formüle edilmiştir. BDD, emperyalizme
ve feodalizme karşıdır, muhtevası budur ve sosyalist
devrimi hazırlar. Ancak, bu devrim, sosyalist devrime
bir hazırlıktır, sosyalist devrimin kendisi değildir,
"Burjuva demokratik devrimin sınırlarını aşma..."
perspektifi devrimin sürekliliğinin garantisidir.
Bu tezlerden anlaşılacağı üzere, 1930'lu yıllarda, kapitalizm
sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde gelişme içindedir,
doğrudur da. Böylece eski feodal ilişkiler çözülme sürecini
yaşamakta, kapitalizme özgü modern sınıflar, burjuvazi
ve proletarya bu ülkelerde gelişmektedir. Hiç şüphesiz
bu gelişmeler, farklı sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde
farklı özelliklere sahiptir, farklı biçimler almıştır.
Bundan, komünist Enternasyonal, toptancı bir mantıkla,
tüm sömürge ve yarı-sömürge ülkeleri aynı kefeye koymaz,
kendi içinde sınıflandırır. Bu sınıflandırmanın en önemli
ölçüsü, kapitalizmin gelişme derecesidir. Stalin, bu
sınıflandırmayı, üç tip ülke olarak tanımlar.
Bu en somut biçimi ile komünist enternasyonalin programına
yansımıştır. Programda, tüm dünyaya bir bakış vardır,
eşitsiz ve dengesiz gelişme yasası da dikkate alınarak,
"saf proleter devrimler, ulusal kurtuluş savaşları,
sömürge devrimler" ayrımı yapar ve de tüm bunları
merkezi bir halkaya, "bu devrim süreci ancak sonunda,
proletaryanın dünya diktatörlüğüne götürür" tezine
bağlar.
Program, Lenin'inde önerdiği gibi, gelişmiş kapitalist
ülkelerde, BDD yapılmış ülkelerde, ABD ve Avrupa ülkelerinde
sosyalist devrimi önerir. Bu ülkelerde programın baş
(esas) siyasi talebi, proletarya diktatörlüğüne doğrudan
geçiştir." Bu devrim, sosyalist devrim, bütün işletmelere,
sanayide ve tarımda el konmasını, sosyalist devlet çiftliklerinin
kurulmasını, hızla sosyalizmin inşa edilmesini önerir.
İkinci tip ülkeler, orta derecede kapitalizmin geliştiği
İspanya, Portekiz, Polonya, Macaristan ve Balkan ülkeleridir.
Bu ülkelerde iki tip geçiş olabilir. Birincisi, "burjuva
demokratik devrim az çok hızlı bir biçimde gelişerek
sosyalist devrime dönüşebilir". İkincisi ise, burjuva
demokratik nitelikte kapsamlı görevlere sahip proleter
devrim..." Birincisinde, Proletarya diktatörlüğüne
doğrudan değil, ancak proletarya ve köylülüğün demokratik
diktatörlüğünden proletaryanın sosyalist diktatörlüğüne
geçiştir". İkincisinde ise, "devrimin doğrudan
proletarya devrimi olarak" gelişmesidir. Tarım
devrimi bu tip ülkelerde oldukça önemli bir yer tutar.
Üçüncü tip ülkeler ise, sömürge ve yarı-sömürge ülkeler,
Çin, Hindistan vb. ülkelerdir. Bu tip ülkelerde, emperyalizme
ve feodalizme veya kapitalizm öncesi ilişkilere karşı
mücadele tayin edicidir. "Kural olarak bu ülkelerde
proletarya diktatörlüğüne geçiş ancak bir dizi hazırlık
aşamasından geçmekle, ancak burjuva demokratik devrimin
sosyalist devrime dönüştüğü bütün bir dönemin sonucu
olarak olanaklıdır." Bu ülkelerde sosyalizm, proletarya
diktatörlüğünü kurmuş ülkelerin yardımıyla başarılı
biçimde inşa edilebilir. Bu ülkelerden çoğunda sosyalizm,
ancak proletarya diktatörlüğünün daha önceden kurulduğu
ülkelerin doğrudan yardımıyla başarıyla inşa edilebilir..."
2. Emperyalist paylaşım savaşı sonrası, Doğu Avrupa,
Çin, Vietnam devrimleri bu tezleri doğrulamıştır.
Afrika ülkelerinde ise, kapitalizm oldukça geridir,
hatta hiç gelişmemiştir, ilkel kabile ilişkileri oldukça
yaygındır. Ancak, emperyalizm, bu ülkeleri de işgal
etmiştir, birer sömürgesine dönüştürmüştür. Bu ülkelerde
merkezi görevi, ulusal kurtuluş mücadelesidir. Bu ülkelerde,
proletarya diktatörlüğü bulunan ülkeler tarafından yeterince
güçlü bir şekilde desteklediği taktirde, ulusal ayaklanmalar
ve bunların zaferi, kapitalizm aşamasını atlayarak sosyalizmin
yolunu açabilir. (Bkz-PROLETER DEVRİM TEORİSİ/2.Defter-Sf:91
ile 93)
Lenin'in, 3. Enternasyonalin 2. Kongresi'ndeki sözleri
ile yukarıdaki Afrika ülkeleri için söylenen sözler,
daha sonra, "barışçıl geçiş" tezine dayanak
yapılarak, "kapitalist olmayan yol tezi" olarak
ileri sürüldüğü biliniyor. Lenin ve 3. Enternasyonalin
tezi ile revizyonizmin tezinin hiçbir ortak yanı olmadığı
açıktır.
Komünist Enternasyonal'de, özellikle 6. Kongre ve sonra
yapılan en önemli tartışmanın biri, sömürge ve yarı-sömürge
ülkeler için önerilen "işçi-köylü partisi"
tezidir. Bu tezler, 1921 yılına ait ve bir komünist
partisi modelini sağlam kurallara bağlayan, enternasyonalin
tezleri ile çelişir. "İşçi-köylü partisi"
modeli, komünist enternasyonalinde yönlendirmesi ile
Çin devrinde, ÇKP'nin komintag içinde erimesine yol
açtığı biliniyor. Ulusal burjuvazi ile ittifak sorunu,
taktik değil stratejik bir düzeye sıçratılan, devrimde
bu burjuvazinin rolünü büyüten bir anlayış, proletaryanın
bağımsızlığını zedelemektedir. Komünist enternasyonal
içinde zaman zaman bu tehlikeye işaret edilmiştir, ama
burjuva demokratik devrimin sınırlarını aşmayan bir
mantıkla, ÇKP'nin bağımsız kimliğinin zedelendiği de
açıktır. Bu tez, "işçi-köylü partisi" tezi,
doğru değildir. Ayrıca, 1928 ile bugün arasında toplumsal
açıdan ciddi farklar vardır, kapitalizm gelişmiş, sınıfsal
ayrışma büyümüş, proletaryanın rolü artmıştır. Bundan
dolayı, bu tez, bugün için tamamen geride kalmış bir
tezdir. Proleter devrimcileri, "işçi-köylü partisi"
veya "Halk Partisi" modelini değil, sınıf
partisi modelini savunur…
<<YAZININ
DEVAMI İÇİN BURAYI TIKLAYINIZ>>
|