Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Dosya

 
 
 

Mahir ve Devrim
VII. Bölüm

Şahin ŞİMŞEK

4. BÖLÜM
A-DEVRİM STRATEJİSİ

KESİNTİSİZ DEVRİM II-III bilindiği gibi, ağır baskı koşullarında, yoğun bir pratik tempo içinde yazılmıştır.
12 Mart açık faşizmi, tüm demokratik hakları rafa kaldırmış, başta devrimci hareketin önder kadroları olmak üzere, toplumun tüm kesimleri yoğun bir terörle teslim alınmaya çalışılmıştır.12 Mart açık faşizmine karşı THKP-C, İsrail başkonsolosu El-rom'u kaçırmış, suçlu bulunarak infaz etmiştir. Bu sadece 12 Mart açık faşizmine değil, onun ardındaki emperyalizme de devrimci bir yanıttır. Bu savaşım sürecinde, partimiz ağır fiziki darbe almış, Mahir yaralı esir düşmüş, Cevahir şehit olmuştur. Bu dönemden sonra partimize sağcı unsurlar egemen olmuş, bu süreç, Mahir ve yoldaşlarımızın Kartal/Maltepe askeri cezaevinden gerçekleştirilen özgürlük eylemi ile sıcak savaşımla buluşması ile sona ermiştir. İşte, KESİNTİSİZ DEVRİM II-III, bu dönem sonrası, Kızıldere'ye uzanan süreçte kaleme alınmıştır.
KESİNTİSİZ DEVRİM I ile KESİNTİSİZ DEVRİM II-III arasında, Mahir'in Selimiye cezaevinde yazdığı SAVUNMA taslağı vardır, ancak, birçok kadronun katkıları ile oluşturulan ve son biçimi Mahir'in dışında verilen SAVUNMA, partimizin ideolojik-politik çizgisini yansıtmaz. Kemalizm'in yoğun etkisi ve bir dizi yanlış tespitle, bu SAVUNMA partimiz belgesi değildir.
KESİNTİSİZ DEVRİM II-III, partimizin temel ideolojik tezlerinin ele alındığı, Mahir Çayan yoldaşın yazdığı son yazıdır, düşünce evriminin en yüksek aşamasını oluşturur.
KESİNTİSİZ DEVRİM II-III, "giriş" yazısı ile başlar. Bu "giriş" yazısında önemli duruşlar vardır. Özetle incelemek gerekirse, bunlar;
a) Devrimci hareketin genel bir panoramasını veren "giriş" yazısı, '71 silahlı mücadelesine kadar, Kemalizm'in solu etkilediğini, doğru biçimde ele alır.
"Devrimci hareket, devrimci-milliyetçi bir rotanın peşine takılarak, onun himayesinde entelektüel planda yıllar önce sosyalizmin ustaları tarafından yazılmış, çizilmiş ve her biri belli bir devrimci pratiğin ürünü olan siyasi tahliller, yerli "teorisyenler" tarafından adaptasyonlarla, teori yeniden keşfedildi..." (B.Yaz. Sf:289)
Doğrudur, başta TKP tarihi olmak üzere, 1961 sonrası etkin olan TİP ve özünde MDD platformu tam da bunu yansıtır. TKP'den TİP'e, TİP'ten MDD platformuna kadar devrimci hareket, Kemalizm'den, bir başka ifade ile "devrimci-milliyetçi" akımdan yoğun etkilenmiş, onun ideolojik-politik hegomanyası altında kalmıştır. Hatta, Kemalizm önemli ölçüde, tekrar dönüp bu akımlardan beslenmiştir. 1930'larda kadro hareketi, tam da bu rolü oynamıştır, ancak, bu soldan alıp düzeni beslemek "kadro" hareketi ile sınırlı değildir, sola önemli ölçüde sinmiştir.
Mahir'in yukarıdaki sözleri, sadece bir objektif tabloyu ifade etmekle kalmıyor, aynı zamanda, devrimci harekete egemen olan bu hegomanyadan ciddi bir kopuşu ifade ediyor. Daha da öte, bu hegomanya Kemalizm'le sınırlı değil, dünya sosyalist hareketinde bir hegomanya savaşı vardır, Mahir, her iki hegomanya biçiminden kopuşu temsil ediyor.
Ancak, ilerde tekrar ele alacağımız gibi, bu kopuş politik düzeydedir. Özgücüne güvenen, Marksizmin yaratıcı ruhundan beslenen, devrim sorununa samimi yaklaşan bir anlayış, bu anlayışın cisimleşmesi söz konusudur: bundan Kemalizm'den politik bir kopuş vardır, sisteme ve onun tüm ideolojik-politik kurumlarına cepheden tavır söz konusudur. Ama, bunun, o günün koşullarında yeterli derecede bilince çıkarılıp, siyasal tahlillerin bu temelde yeniden kurulması mümkün olmamıştır. Yanlış Kemalizm tahlilleri bunun açık göstergesidir. Konuyu ilerde ele alacağız.
Doğal olarak, devrimci harekete egemen olan bu hegomanyacı anlayış, bunun yarattığı eylem ve tavır çok anlamlı olmamıştır. TKP tarihi eylemsizlik ve likidasyon-tarihidir. TİP, "sosyalizme barışçıl geçiş" temelinde, kalkınmacı bir sosyalizm anlayışı ile toplumsal muhalefette bir güçtür ama eylem çizgisi anlayışını yansıtır, kitle eylemlerini değil, parlamenterist mücadeleyi önemser. MDD platformu daha radikal bir çizgide olmakla beraber, özünde sisteme tümden yönelen, onu kökten değiştirecek bir güçten yoksundur. Bu tablo içinde, tarihsel süreç 1970'lere tırmandığında, devrimci gençliğin kitle eylemlerini dışta tutarsak, sola, devrimci harekete pasifizm egemendir diyebiliriz.
Proletarya partisinin olmadığı bir dönemde, devrimci gençliğin eylemleri, doğal olarak küçük burjuva karaktere sahiptir. Düzene, sisteme, tüm haksızlıklara, eşitsizliğe, sömürüye bir tepkiyi, başkaldırıyı yansıtır, ama proletaryanın partisi olmadığından, bu toplumsal muhalefet sosyalizmle bağlar kuramaz. Bundan dolayı sınırlı bir etkiye sahiptir, küçük burjuvazinin tepkisinin ötesine ulaşamaz. "Ülkede belki hiçbir sömürge ülkede olmayan çok enteresan bir durum ortaya çıktı. Korkunç bir seviyede (aslında yıllar önce ustalarca yapılmış olan) teorik polemikler, ideolojik spekülasyonlar solu kırıp geçirirken, pratik ise üç-beş üniversitelinin, küçük-burjuva anlamında yaptığı gençlik eylemleri olarak kalıyordu." (B.Yaz. Sf. 289)
Devrimci harekette yaşanan teorik polemikler, daha doğrusu teorik keşmekeşlik sosyal pratiğe yansımakta, ona hizmet etmemekte; böylece teori ile pratik arasında derin uçurumlar doğmaktadır. 15-l6 Haziran işçi direnişini dışta tutarsak, mevcut pratik eylem çizgisi, 71 silahlı mücadelesine kadar, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, küçük burjuva karakterdedir. Bu eylem çizgisinin arka planı, iktidar perspektifinden uzak olmaktır. Ancak, proletarya partisinin iktidar perspektifi ile tüm toplumsal muhalefet kanallarının sosyalizme bağlanması ile bu eylem çizgisi aşılacaktır.
Partimizin öncülleri bu ortamda yetişmiştir. Doğal olarak, yaşamı kucaklayan bir çok alanda bu ortamın, "revizyonist ortamın" izlerini taşıyacaktır ama burada da çok hızlı bir kopuş, arınma vardır. Devrimci demokrasiden, revizyonizmden, Kemalizm'in etkisinden yollar hızla ayrılmıştır ve bir daha birleşmeyecektir. Devrimci teori hızla öğrenilir, özümlenir ve devrimci pratiğin hizmetine sunulur. Yaşamdan, yaşamın canlı pratiğinden öğrenilir ve doğru bilinen yolda yürümeye başlanır. Öğrenme ve mücadele, teori ve pratik iç içe geçiştir, ikisi harmanlanmaktadır. Bu bir süreçtir ve de objektif olmanın yanı sıra mütevazı olmayı gerektirir. Objektif olamayan gerçekleri kavrayamaz, mütevazı olmayan bu gerçekler temelinde kendini aşamaz. Mütevazı olmayan öğrenemez, öğrenmeyen devrim gibi ciddi bir toplumsal eyleme samimi yaklaşamaz. Mahir objektif ve mütevazıdır, devrim gibi ciddi bir toplumsal eylemin içindedir.
"İşte biz bu hava içinde, biraz da bu havanın etkisinde kalarak doğru çizgiyi, ayaklarımız bu bataklıkta olduğu için ağır ağır yürüyerek bulduk. Aynı yavaşlıkla da pratiğe geçtik. Teoriyi devrim yapmak için okuduk, öğrendik. Ancak bu ulema olduk anlamında yorumlanmamalıdır. Biz sosyalizmin öğrencileriyiz. Ve bu öğrencilik hayatımız boyunca devam edecektir." (B.Yaz. Sf. 290)
Bu partimizin tarzıdır...
Diyalektik yöntemi çok usta kullanan Mahir, devrimci teori ile devrimci pratik ilişkisini oldukça doğru kavrar, buna özel bir önem verir. Arınma devam eder, Marksizm-Leninizm esasları üzerinde kurulan partimiz, pratiğe ışık tutmayan tartışma ve polemiklerden uzak durur, bu tip teorik çalışmalara mesafeli yaklaşır.
"... bundan böyle yazılacak olan teorik yazıların kısa, öz ve açık yazılar olacağını ve teorik değerlendirmelerin masa başında değil de, pratikten çıkan zengin deney ve tecrübelerin, Marksizm-Leninizm kılavuzluğunda yoğrulacağını belirtmiştik." (B.Yaz. Sf. 291)
İktidar savaşına hizmet etmeyen, devrimci pratiğe yönü dönük olmayan tüm teorik polemikler, entelektüel çalışmalar ret edilir. Ret etmek devrimciliktir, reddetmeyen yeniyi yaratamaz. Böylesi bir politik tarz, her şeyden önce, proletarya partisi içinde yaşam bulmalıdır. Her şeyde evrensellik yakalanarak, kendi ayakları üzerinde yürünecektir...
"... Partimizin bünyesinde bu tip entelektüel tahlillere yer yoktur. Dilimiz, terminolojimiz ve tahlillerimiz genel olarak dünya devrimci pratiğinin, özel olarak da pratiğimizin ürünü olmalıdır..."
(B.Yaz. Sf. 291)
Bunun üzerine inşa edilen THKP'nin devrimci teori ile devrimci pratiği desteklediği, birbirinden kopuk olan bu iki önemli yanı birleştirdiği, böylece, bu coğrafyada, teori ile pratiği kendi ayakları üzerine, yerli yerine koyduğu söylenebilir.
Partimiz THKP'nin teori ve pratiği bir bütündür!
Partimiz THKP; yeni sömürge bir ülkede, toplumsal sürecin kapitalizm olduğu, bunun üzerine sömürge tipi faşizmin, tekelci sermaye ve onunla ittifak halinde olan pre-kapitalist unsurların sınıf egemenliği kurduğu bir ülkede, devrim stratejisi olarak, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisini benimser.
"Partimiz Marksizm-Leninizm kılavuzluğu altında, emperyalizmin III. bunalım döneminin çelişki ve ilişkileri ile, bu çelişki ve ilişkilerin Türkiye'ye yansımasının (Ülkemizin tarihi, sosyal, politik, ekonomik, psikolojik niteliklerinin) devrimci tespitinden hareketle Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisini, devrim stratejisi olarak saptamıştır." (B. Yaz. Sf. 291)
Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisinin iki temel ayağı vardır. Birincisi, temel ve tali mücadele biçimlerinin bütünsel bir yaklaşımla ele alınmasıdır. İkincisi ise, şehir ve kır ilişkilerinin birbirini besleyecek biçimde, birbirini dıştalamadan ele alınıp savaşın yürütülmesidir. Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi bu iki zeminde, proletaryanın elinde, tüm emekçi sınıfları zafere taşıyan devrim stratejisidir.
"Bu stratejik çizgi, kır ve şehri, silahlı propaganda ve öteki politik kitlevi mücadele biçimlerini diyalektik bir bütün olarak ele alan çizgidir." (B.Yaz. Sf. 292)
Burada biraz duralım ve eski tezleri hatırlayalım...
Bilindiği üzere, emperyalizmin işgali altında-ister gizli işgal, ister açık işgal olsun olan, tüm sömürge, yarı-sömürge ve yeni-sömürge ülkelerde, emperyalizme ve onun işbirlikçi sınıflarına karşı halk savaşı zorunludur. Ancak, somut şartlarla somut tahlili, bu ülkelerde halk savaşına çeşitli ara aşamalar katar, ona özgün karakter verir. Emperyalizmin açık işgalinin olduğu, toplumsal sürecin feodal veya yarı-feodal olduğu, devrimde proletaryanın rolünün nispeten zayıf olduğu ve asıl kitle gücünü köylülüğün oluşturduğu ülkelerde, emperyalizmin I. ve II. bunalım döneminde, emperyalizm ve yerli işbirlikçi feodal-komprador burjuvazi ittifakına karşı verilen savaş halk savaşıdır. Çin devrimi başta olmak üzere, Vietnam devrimi vb. bunun somut örneğini oluşturur. Ancak, emperyalizmin III. bunalım döneminde, iktisadi evrim ve ona tekabül eden toplumsal-sınıfsal ilişkiler yeni özellikler kazanmıştır. Eskiden olduğu gibi emperyalizmin işgal biçimi açık değil, gizli bir karaktere bürünmüş, emperyalizm yeni sömürge ülkelerde içsel bir olgu haline gelmiştir. Toplumsal süreç feodal ve yarı-feodal değil, onun aşılması sonucu kapitalizm egemen üretim ilişkisine dönüşmüştür. Buna paralel şehirleşme ve devrimde proletaryanın kitlevi rolü eskiye nazaran daha da güçlenmiştir. Zayıf feodal otorite, yerini emperyalizmin güdümünde güçlü oligarşilere bırakmış, böylece 1. ve 2. bunalım döneminde bir siyasal olgu olarak ortaya çıkmayan suni-denge bu dönemde ortaya çıkmıştır. Tüm bunlar ve her ülkenin özgül koşulları, 3. bunalım döneminde, yeni sömürge ülkelerde zorunlu bir durak olan halk savaşına yeni özellikler, yeni biçim vermiştir. İşte, bu ülkelerdeki halk savaşı, bu özellikleri daha iyi karakterize ettiği için Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi denir.
Hatırlayalım... Örneğin en son incelediğimiz, 1971 başında yayınlanan DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ broşüründe, Mahir, halk savaşını zorunlu bir durak olduğunun altını çizmiş ve "kırlar temeldir" veya "kırlar temel olduğundan köylülük temel güçtür." vurgularını ön plana çıkarmıştır. Yine o incelememizde, bugünün Türkiye'sini kısaca ele almış ve mevcut değişimlerin altını çizmiştik. Bunlardan çıkan sonuç, "'köylülük temel güçtür" vurgusunun artık yönümüzü daha iyi biçimde açıklayamadığı, "işçi-köylü ittifakı" veya "işçi-köylü-şehir küçük burjuvazisi, kısaca tüm emekçi halk" vurgusunun daha doğru olduğudur. Elbette, bunun asıl kaynağı, yeni-sömürgecilik olgusu ve bunun yarattığı kapitalist ilişkiler ve şehirlerin, proletaryanın rolünün eskiye nazaran arttığıdır.
İşte, emperyalizmin 3. bunalım döneminde, uzun süreli halk savaşı teorisi, Çin ve Vietnam devrimlerinde olduğu gibi, kırların şehirleri kuşatması tezine değil de, şehir ve kırda savaşın bütünsel yürütülmesine dayanır. Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi, özellikle de ülkemiz açısından, böylesi bir zeminde yükselir, yani savaş şehir-kır diyalektiği ekseninde gelişir.
Mahir'in yukarıdaki sözleri, tam bu noktada, bugünü doğru tarzda ifade etmekle kalmaz, aynı zamanda, düşünce sisteminde, yeni bir sıçramayı oluşturur. Birleşik Devrimci Savaş olarak da tanımlanan bu formül, gerçek bir ilerlemedir.
Mahir burada durmaz, bu kavramların arka planını açıklar.
Gerilla savaşı, tüm halk savaşlarında önemli bir rol oynar, ama emperyalizmin 3. bunalım döneminde, Politikleşmiş Askeri Savaşın anahtarıdır.
Mahir, "Bilindiği gibi, gerilla savaşı kavramı, kavram olarak tek başına nitelik belirleyici değildir." derken, son derece net olan bir gerçeği ifade etmektedir. Marksizm, her dönem için geçerli bir mücadele biçimi reçetesi sunmaz, toplumsal evrim ve onun etrafında şekillenen somut tarihsel siyasal olgular, belirli mücadele biçimleri ön plana çıkarır, diğer mücadele biçimlerini buna bağlar. Ancak, Marksizm ilke olarak hiç bir mücadele biçimini reddetmez, tüm mücadele biçimlerini politik amaçla ilişkilendirir, onun hizmetine sunar. Silahlı mücadele, politik amaç hizmetinde olan bir araçtır. Elbet, burada, aracın amaca ne kadar uygun olup olmadığı, hangi sınıfların elinde olduğu vb. önem kazanır. Tam bu noktada, Marksizm, sorunları "genel" olarak ele almakla yetinmez, ayrıntıyı, özeli inceler. Marksizm, genel olarak "savaşa", genel olarak "silaha" karşı çıkmaz, savaşın haksızlığından hareket ederek tüm savaşlara karşı çıkmak revizyonizmdir. Gerilla savaşı da böyledir ve farklı sorunlarda, farklı tarihsel koşullarda, hatta farklı sınıfların hizmetinde bir mücadele biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Gerilla savaşı, proletaryanın elinde, örneğin Sovyet devriminde, ayaklanma aşamasında, ayaklanmanın tamamlayıcısı, barikat savaşlarının desteği işlevi görmüştür. Çin ve Vietnam devrimlerinde gerilla savaşı, Sovyet devriminden daha farklı, ileri bir rol üslenmiş, halk savaşının birinci evresinde, stratejik savunma evresinde temel bir işlev görmüştür. Ancak, gerilla savaşının önemi ve işlevi, 3. bunalım döneminde daha da netleşmiş, askeri bir mücadeleden öte politik-kitlevi bir mücadele karakteri kazanmış, politik gerçeklerin açıklanmasında temel bir rol üstlenmiştir.
"Gerilla savaşının devrimci politik amaçlarla, siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının bir aracı olarak yürütülmesine yani, politik kitle mücadelesi olarak ele alınmasına Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi denir..." (B.Yaz:Sf:292)
"Silahlı propaganda, askeri değil politik mücadeledir. Ferdi değil, kitlevi mücadeledir. Yani silahlı propaganda, pasifistlerin iddia ettiği gibi kesin olarak terörizm değildir. Bireysel terörizmden amaç ve biçim olarak farklıdır. Silahlı propaganda, belli bir devrimci stratejiden hareketle, emekçi kitlelere elle tutulur, gözle görülür maddi ve somut eylemlerden hareketle, soyuta gider. Maddi olayların etrafında siyasi gerçekleri açıklayarak, kitleleri bilinçlendirir, onlara politik hedef gösterir. Silahlı propaganda halkın düzene karşı olan memnuniyetsizliğini ajite eder, onları emperyalist beyin yıkamanın giderek etkisinden kurtarır. Önce kitleleri sarsar, giderek de bilinçlendirir. Merkezi otoritenin görüldüğü gibi güçlü olmadığına, onun kuvvetinin her şeyden önce yaygara, gözdağı ve demagojiye dayandığını gösterir..." (B.Yaz:Sf:319)
Devrim kitlelerin eseridir ama kitlelere politik açıdan önderlik yapılmazsa, onları örgütlü bir niteliğe bu önderlik kavuşturamazsa, bu tarihsel rolünü kitleler oynayamaz. Politik önderlik, şablonlarla yetinmeyi değil, toplumsal-siyasal olgulardan hareketle devrimci öngörüleri, politik cesaretle ileri sürmeyi gerektirir. Bu anlamda, devrim, cesur önderlerin, kitleleri seferber etme sanatıdır. Dürüst olunamadan, diyalektik yöntemi kullanamadan hiç bir politik öngörü formüle edilemez. İşte Mahir bu özellikleri kişiliğinde cisimleştirmiştir. Bundan, kendi öncesi politik önderlerden ve kadrolardan farklı olarak, bir dizi kavramı formüle etmiştir. Mahir birazda bundan haklı olarak, TDH'de çeyrek asırdır yerini korur.
Türkiye devriminin stratejisinin Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi olarak benimsenmesi sadece şablonların parçalanması değil, politik cesaretle, politik sıçramaların gerçekleştirilerek devrimin önünün açılması anlamına gelmektedir. Elbette, bu strateji kendine özgü politik ilkeleri ortaya çıkaracaktır.
"Devrim stratejisini bu şekilde saptayan bir örgütün örgütsel ilkesi de, bu Leninist çizginin örgütsel ilkesi olan, politik ve askeri liderliğinin birliği ilkesidir." (B.Yaz. Sf. 292)
Politik ve Askeri Liderliğin Birliği (PALB) ilkesinin, örgütsel bir ilke olarak saptanması, tıpkı birbirine bağlı diğer kavramlar gibi, partimiz THKP'nin stratejik çizgisinin önemli bir köşe taşıdır.
PALB ilkesi, yeni sömürge ülke gerçeğine bağlı olarak benimsenen politikleşmiş askeri savaş stratejisinin, doğal bir devamıdır, yeni sömürgecilik ve onun yarattığı toplum ilişkilerine yanıt veren devrim stratejisinden, politikleşmiş askeri savaş stratejisinden koparılamaz.
PALB ilkesi, devrimci politika ile devrimci askerliğin arasındaki ilişkiyi somutlayan, iki yanın bütünlüğünü ifade eden, her iki yanın bütünsel mekanizmada cisimleşmesini açıklayan ve yine buna paralel olarak, böyle bir Leninist örgütün/partinin kadro tipine karakterini veren Leninist bir ilkedir.
Demek ki, PALB ilkesi, III. bunalım döneminde, yeni sömürge ülkelerde, politikleşmiş askeri savaş stratejisinin zorunlu bir durak olmasından hareketle, örgütsel/parti yaşamını belirleyen temel ilkelerden biridir.
PASS temelinde örgütsel yaşamını örgütleyen devrimci Marksist irade, mekanik bir yaklaşımla işbölümü, uzmanlaşma vb. reddetmez. PALB ilkesi ile bir zorunluluk olarak ortaya çıkan, partiyi ve parti kadrolarını geliştiren işbölümü, uzmanlaşma vb. karşı karşıya getirilemez. Bundan dolayı, PALB'ni örgütsel bir ilke olarak benimseyen Leninist partinin tüm kadroları, insanları aynı özellikler göstermesini savunmak ilkelliktir. PALB örgütsel bir ilkedir ve parti bütünlüğünü gözetir, partinin temel kadrolarında bu özellik cisimleşir, ancak, herkesten bunu beklemek insan ve devrim gerçeğini tanımamaktır.
Ülkemiz ve dünya devriminde, "işbölümü", "uzmanlaşma" adı altında, politik aparat ile askeri aparatlara hep birbirinden koparan, hatta karşı karşıya getiren, hantal, bürokratik, örgüt/parti örnekleri az değildir. Ayrıca, reel sosyalizm pratiği, bu tip tüketici, hantal, bürokrat, asalak, mekanik vb. insan tipini üretmiştir. İşte PALB ilkesini örgütsel bir işleyişte cisimleştiren Leninist parti, aynı zamanda, bu tip yanlışların devrimci bir eleştiri anlamına gelmektedir.
Eleştirel bir bakışla, diyalektik bir yöntemle ileriye doğru atılan her adım, bir dizi sözden, "program"lardan daha önemlidir. PALB böyle bir ilerlemedir.
Dikkat edilirse, partimizin politik çizgisi, Mahir yoldaşın düşünce sistemi ile yine aynı tarihsel koşullarda dünya devrimini etkilemiş CHE, FİDEL ve de bir çok Leninist önderin düşünce sistemi arasında çelişki yoktur, uyum, paralellik vardır. Maddi koşullar ile düşünce aracındaki Marksist ilişkiyi kavrayanlar için bu hiç de şaşırtıcı değildir, bu maddi ilişkilerin düşüncede cisimleşmesi Mahir ile CHE-FİDEL vb. önderleri aynı platformda buluşturur.
Bu platform, Leninizm'dir. Leninizm'in yeni koşullarda yeniden üretimidir.

B- BUGÜNÜN DÜNYASI İÇİN BİR KAÇ NOT
Kesintisiz DEVRİM II. III.'ün belki de en önemli bölümü, "B-EMPERYALİZMİN ÜÇÜNCÜ BUNALIM DÖNEMİ VE LENİNİST ÇİZGİ" (B. 303 ile 321) bölümüdür.
Bu bölümde Mahir, ilk önce dünyaya genel bir bakış sunar, emperyalizmin (özellikle de 3. bunalım dönemi olarak tanımlanan tarihsel sürecin) doğru bir analizini yapar. Doğru bir çağ ve emperyalizmin tahlili olmadan doğru bir devrim stratejisi oluşturmak mümkün değildir. Çünkü, strateji soyut üzerine değil, somut tarihsel-siyasal-sosyal olgular üzerine oluşur. Bu gerçeği çok net bilen Mahir, doğal olarak, doğru bir çağ ve dönem tespiti yapmıştır ve partimizin devrim stratejisini bunun üzerine inşa etmiştir.
1970 Türkiye'sinde Mahir'in, dolayısı ile partimizin bu tespitleri TDH'de önemli bir yer tutar. Önder yoldaşımız Mahir'in ve partimizin bu tarihsel dönem sonrası hep gündemde olması, siyasal bir olgu olarak kuşaktan kuşağa taşınması, sadece pratik sonuçlardan değil, asıl olarak da bu siyasal tanımlamalardan kaymaklanmaktadır. Oportünizm de bunun farkındadır, bundan Mahir ve parti çizgimiz revize edilir. Her türden yalan ve iftiraya maruz kalır. Ama parti çizgimizin devrimci etkisi, yaratıcılığı o kadar güçlüdür ki, oportünizmin bu "haçlı seferi" devrimci gelişmeyi durduramamaktadır.
Kısa formülasyonlar olarak tanımlanan bir dizi anlayış, kavram partimizin ilk ve doğru sözleridir.
Ancak, siyasal analizler genel olarak, kısa, öz ve formülasyonlar biçiminde yapıldığı için, burada iki tehlike vardır. Birincisi, formülasyonlar arası "kopukluk" hatta "çelişki", bunun yarattığı bir karmaşa olabilir. İkincisi, bu kısa formüller düşünce sistemini etraflıca doğal olarak açıklamaz, bunun arka planında boşluklar doğabilir. Açıkçada ifade etmek gerekir ki, oportünizm bu iki tehlikeden önemli ölçüde beslenmiş, devrimci unsurların kafalarını karıştırmıştır. Hatta bazı mekanik kavrayışlar yine bu zeminden beslenmiştir. Elbette siyasal mücadele sürecinde tüm bunlar doğal ve bir dizi mücadele ile parti çizgimiz gelişip zenginleşecektir. Yaşanan süreç de budur. MLSPB belgeleri, KESİNTİSİZ DEVRİM I. II. III.'teki bu "boşlukları" önemli ölçüde aşmayı temsil eder, programatik tezlerimizin arka planı önemli ölçüde, etraflıca açıklanmıştır.
Bundan dolayı, bu bölümü, özellikle ŞAFAK YAPGILANAMAZ l ve 2 ile birlikte incelemek en doğru yöntemdir. Devrimci Kurtuluş savaşını benimseyen tüm partili ve cepheli yoldaşlarımız, bu temelde parti çizgimizi özümlemek ve özümletmek zorundadır.
Yine bir not düşmekte yarar vardır. Biz bu bölümde, önemli gördüğümüz bazı ayrıntıyı ele alacağız. Parti çizgimiz için önemli olan, "milli kriz", "suni-denge", "emperyalist üretim biçimi", "oligarşi ve sömürge tipi faşizm" kavramları, elbet, tek tek uzunca ele alınabilir. Ama, bu çalışmanın kapsamını aşar ve de bunlar, örneğin sözünü ettiğimiz MLSPB belgelerinde ele alınmıştır. Bundan dolayı, bu konuların üzerinde, bu çalışmada etraflıca durmayacağız, önemli gördüğümüz ayrıntıları ele alıp, yeniden devrim sorununa döneceğiz.
Devam edelim. Söz konusu bu bölümün her bir paragrafı bir formül biçimindedir. Ve bu bölümde, çağ tespitinde önemli bir olgu olan "sosyalist blok" ve bu temeldeki kimi ayrıntıyı özetle ele alalım.
Önce konuya ilişkin, ünlü bir alıntıyı aktaralım, "Nükleer vurucu güçlerin dünya çapında erişmiş olduğu seviye ve de esas tayin edici olarak da, dev dünya sosyalist bloğunun varlığı, emperyalistler arası had safhaya ulaşmış olan uzlaşmaz çelişkilerin ekonomik plandan, askeri plana sıçramasına engel olmaktadır. Bir yandan çelişkiler keskinleşip derinleşirken, öte yandan da entegrasyona gidilmektedir.
Emperyalistler arası uzlaşmaz çelişkilerin had safhaya çıkması, ancak bu çelişkileri yeniden emperyalist paylaşım savaşı ile geçici olarak çözümleyememeleri ve zorunlu olarak entegrasyona gitmeleri kapitalizmin krizinin en öldürücü aşamayı yaşaması demektir. (B.Yaz. Sf. 304-305)
1970 dünya tablosunu veren bu formülasyonu ayrıştıralım.
a) Ekim sosyalist devrimi ile Sovyetler Birliği kapitalist sömürünün dışına çıkmış ve ilk sosyalist ülke, sosyalist sistem doğmuştur. 2. Emperyalist paylaşım savaşı ortamında, kapitalizmin pazarları daralmış, Doğu Avrupa devrimleri, Çin ve Vietnam devrimleriyle dünyanın 1/3'de sosyalizm egemen olmuştur. Böylece, ekonomik-politik bir sistem olan sosyalizm, tek bir ülke sınırlarını aşmış, emperyalist-kapitalist sisteme karşı bir blok oluşturmuştur.
b) Kapitalist pazarların daralması, bu dönemde bilim ve teknikte dev adımlar atılmasına yol açmış, emperyalizm nükleer silahlara kavuşmuştur. Ancak, kapitalizm karşısında sosyalizm bu gelişmeyi sessizce izlememiş aynı gücü elde etmiştir.
c) Sömürüden pay alma kavgası, emperyalistler arası çelişki bir yana atılmamış, tam tersine kapitalist pazarın daralmasına paralel hızla yoğunlaşmıştır. Ancak, bu dönemde işleyen kapitalizmin eşit olmayan gelişmesine paralel olarak, Avrupa ve Japon emperyalizmi ABD emperyalizmine karşı güçlenmiş ama ABD emperyalizminin üstünlüğü devam etmiştir.
d) Emperyalist-kapitalist sistemdeki bu çelişkiler, dünya barış güçlerini oluşturan sosyalizm ve ulusal kurtuluş hareketleri başta olmak üzere, kapitalizmin sonunu getirecek tüm güçler, emperyalist-kapitalist sistemdeki çelişkilerin askeri plana yansımasını önlemekte, böylece bir emperyalist paylaşım savaşının çıkmasının önünü tıkamaktadır.
e) Tüm bunların anlamı, kapitalizmin krizinin en yüksek aşamada olması demektir. Peki bu krizi kapitalizm nasıl aşmaktadır? Bunun için, savaş bir çaredir, ama bir emperyalist paylaşım savaşı, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, emperyalist-kapitalist sistemin sonu anlamına gelebilir. Bir emperyalist paylaşım savaşı mümkün değildir ama bölgesel nitelikte savaşlar, artan silahlanma yarışı ve de ekonominin askerileşmesi sonucu mümkündür. Yaşanan da budur. 3. Bunalım dönemi dediğimiz bu dönemde, bir emperyalist paylaşım savaşı yaşanmamış ama sonuçları bir emperyalist paylaşım savaşını geride bırakan yaygın bölgesel savaşlar yaşanmıştır, hala da yaşanmaktadır. Bölgesel savaşlar, kapitalizmin krizlerine çözümlerden biridir, daha doğrusu çözümsüzlüğün çözümüdür.
Bunun yanı sıra, emperyalizm, bir yandan, sosyalizm ve ulusal kurtuluş hareketleri karşısında entegrasyona giderken, diğer yandan, sömürünün derinlemesine gelişmesi anlamını taşıyan yeni-sömürgeciliği geliştirmiştir. Tüm bunlar, emperyalizmin çözüm arayışının birer ifadesidir. Mahir yoldaştan aktardığımız yukarıdaki tablo, 1970 dünyası için son derece doğrudur. Ancak, bugün dünya ölçeğinde önemli değişimler olmuştur. Bundan yukarıdaki sözler bugünü açıklamaktan uzaktır.
Dikkat edilirse, yukarıdaki alıntıda ve de partimizin politik tespitlerinde "dev dünya sosyalist bloğu" önemli bir yer tutar. Sosyalizm cephesinde, 1963 sonrası ÇKP ile SBKP arasında çelişkiler hızlanmış, 1970'li yıllarda bu çelişkiler ciddi siyasal tavır alışlara yol açmıştır. Ancak, buna rağmen, sosyalist ülkeler ve özellikle sözünü ettiğimiz iki ülke komünist partisinin çelişkisine rağmen, sosyalizm ekseninde, emperyalizme karşı siyasal bir tutum söz konusudur. Bir başka deyişle, sosyalizm ekonomik ve siyasal olarak gelişirken, bunun devamı olarak, emperyalizme karşı bir sosyalist blok vardır. Sosyalist bloğun varlığı önemlidir ve kapitalizmin pervasızlığını, saldırganlığını önleyen en önemli maddi güçtür.
Ancak, emperyalizmle her alanda bir yarışa giren sosyalizm, reel sosyalist ülkelerde revizyonizmin elinde ciddi tıkanıklıklar yaşamış, ekonomik-siyasal-kültürel vb. alanlarda kendini üretememiş, emperyalizmin desteği ile bu ülkelerde kapitalist restorasyonlar yaşanmıştır. 1985-90 dönemi, dünya halkları açısından bu anlamda olumsuz bir dönemdir ve Sovyetler Birliği başta olmak üzere Doğu Avrupa'da hızla ama toplumsal çatışmalarla kapitalist restorasyon yaşanmıştır. Böylece, 1970'li yıllarda sosyalizm cephesinde bir dizi çelişki olsa da mevcut olan sosyalist blok, bu ülkelerdeki karşı-devrimci gelişmelerle parçalanmış, ortadan kalkmıştır.
Bugün için, dev bir sosyalist bloktan bahsedilemez. Ama sosyalist sistem tek tek ülkelerle sınırlı olsa da varlığını sürdürmektedir. Dünya halkları, bir dizi eleştirilere rağmen önemli bir moral değerden bugün yoksundur ama bu daha güçlü ve ileri sosyalizmin gelişmesinin birçok potansiyelini taşımaktadır. Zor olan güçlenmeye yol açar. Bugünün dünyasında devrim ve sosyalizm kavgası çok daha zorlaşmıştır ama bundan uzun vadede proletarya ve dünya halkları kazançlı çıkacaktır. 21.yüzyıla sosyalizm damgasını vurmuştur. 21.yüzyıl daha ileri bir sosyalizmle dünya halklarını sınıfsız topluma taşıyacaktır.
2. Emperyalist paylaşım savaşı sonrası doğan ve 3. bunalım dönemine karakterini veren sosyalist bloğun varlığı, emperyalistler arası çelişkiyi yumuşatmamış, tam tersine daralan pazara paralel yoğunlaşmıştır. Ancak, bu çelişkiye rağmen, tohumları savaş içinde atılan, ekonomik-siyasal-askeri alanlarda, emperyalizm zorunlu bir bütünleşmeye, entegrasyona gitmiştir. Çok uluslu tekellerin dünyaya egemen olmaları, IMF-Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşların doğması, NATO ve bir dizi ikili anlaşmalar vb. tümü bunun somut ifadesidir. Kapitalizmin gelişme düzeyini de açıklayan bu olgu, entegrasyon emperyalist ülkeler arası ilişkiyi belirleyen önemli bir olgudur.
Sosyalist bloğun dağılması, bu olguyu rotadan kaldırmamıştır. Sosyalist bloğun varlığı, bu olgunun ortaya çıkmasında önemli bir faktördür ama entegrasyonun bunu aşan özellikleri vardır. Kapitalist sistem bir dizi alanda birbirine bağlanmıştır ve reel sosyalizmin dağılması sonrası ortaya çıkan Körfez Savaşı, kapitalist sistemdeki entegrasyonun çok somut bir ifadesidir. Körfez savaşı,1991 yılı "iki kutuplu dünya"nın "tek kutuplu dünya" haline dönüşmesinin resmileşmesi anlamına gelmektedir ama bu aynı zamanda, emperyalizmi rahatsız eden unsurlara karşı sistemin topyekün haksız bir savaş yürütmesi anlamını taşımaktadır.
Ancak, buna rağmen şunu söyleyebiliriz; Reel sosyalizmin sahasında yaşanan, kapitalist restorasyon, entegrasyonun önemli bir ayağını zayıflatmıştır. Bundan çıkan sonuç, bugün için, emperyalistler arası çelişkilerin daha da derinleşeceğidir.
1970'li yıllarda kapitalizmin en önemli krizinin yaşandığı bir gerçektir. 2. Emperyalist paylaşım savaşı, başta Avrupa ve Japonya olmak üzere kapitalist ülkelerin yıkımına yol açmış, ABD emperyalizmi en az yıpranan güç olarak sistemde jandarmalık rolünü üstlenmiştir. Savaş sonrası, uygulanan ekonomik-politikalar, önce Avrupa ve Japonya'nın canlanmasına hizmet etmiş, bunu izleyen dönemlerde yeni-sömürgecilik geliştirilmiştir. Tüm bunlar kapitalizmin yeniden yapılanması, kapitalizmin reorganizasyonu anlamına gelmektedir. Bu toparlanma süresi, 1958'lerde bir sarsıntı geçirse de, asıl sarsıntısını 1959-70 döneminde yaşamıştır. Efsanevi dolar 1969 yılında, Nikson döneminde devüle edilmiş, sabit kur sistemi bozulmuş, sistem ciddi bir tıkanıklık yaşamıştır. Yükselen halk savaşları, özelliklede Vietnam zaferi, ABD emperyalizmine öldürücü bir darbe indirmiştir. Böylece, 1970 yılı sistem ölçüsünde krizin yaygınlaştığı yıllardır. Yeni-sömürge ülkelerde bir dizi askeri cunta bunun somut göstergesidir.
Elbet 1970'li yıllarda yaşanan bu kriz, kapitalizmin "son krizi" değildir. Kapitalizm, bunu askeri cuntalarla, bölgesel savaşlarla, yeni-sömürgeciliği daha da geliştirerek geçici olarak çözmüş, ama '80'li yıllarda benzer krizi yaşamıştır. 1985-90 döneminde yaşanan kapitalist restorasyon, kapitalizmin lehine gelişmelerdir, pazarı genişlemiş, kısa bir zaman diliminde de olsa, özellikle de yoğun emperyalist propaganda ile "sosyalizm öldü" yalanları ile nefes almıştır. Ancak, bu sürekli değildir. Yanılsama çok fazla sürmemiş, emperyalist ülkeler arası çelişkiye paralel, kapitalizm yeni krizlere sürüklenmektedir. Bu yapısal bir olgudur ve ancak bir dünya devrimi ile kapitalizmin krizi son bulur.
Ayrıca, sosyalizmin en önemli bağlaşığı ulusal kurtuluş mücadelesi, 1980'li yıllardan itibaren bir gerileme dönemi yaşamıştır. Bunun bir dizi nedeni vardır. Emperyalizmin saldırganlığı, komplo ve şantajı önemli bir nedendir ama daha da çok içsel nedenler gerilemenin kaynağıdır. Salt ulusal kurtuluşçu bir bakış, devrimi ilerletmemekte, bunun bilimsel sosyalizmle bağlarını güçlendirmek zorunludur. Yeni-sömürgeciliğin gelişmesi salt ulusal kurtuluş noktasında olmamayı gerektiriyor. Yükselen reformizm ile salt ulusal kurtuluşçuluk birleşince ciddi gerilemeler yaşanmıştır. Latin Amerika devrimlerinden Filistin devrimine kadar durum bu tonları taşır. Ancak, her şeye rağmen günümüzde, özellikle Latin Amerika başta olmak üzere, tüm dünyada ulusal kurtuluş mücadelesi bir gelişme içindedir, sistemi tehdit eden en önemli güçtür.
Konuyu uzatmak mümkündür ama tüm bunlar değişen dünyanın yeni olgularıdır. Ve bundan, konumuza paralel iki temel sonuç çıkarmak mümkündür.
Birincisi, 3. bunalım döneminde, sosyalist bloğun varlığı, üçüncü emperyalist paylaşım savaşını önleyen "esas" faktördür ama bu faktör bugün ortadan kalkmıştır. Ancak, buna rağmen bugün yine bir 3. emperyalist paylaşım savaşının çıkması mümkün değildir. Emperyalist savaş, emperyalist paylaşım savaşı demek değildir, emperyalizm var olduğu ölçüde emperyalist savaşlar kaçınılmazdır. Tüm bunalım döneminde yaygın görülen savaşlar tam da budur, emperyalist savaşlar ama sonuçları itibari ile emperyalist paylaşım savaşından daha çaplı olan bu savaşlar, bir emperyalist paylaşım savaşı değildir. Sosyalist blok dağılmıştır, ama sosyalizm hala maddi bir güçtür, bir emperyalist paylaşım savaşının önünde devrimci barikattır. Ayrıca, ulusal kurtuluş mücadelesi her şeye rağmen önemli bir olgudur. Nükleer vurucu güç, hala insanlığın sonu anlamına gelmektedir. Tüm bunları entegrasyon olgusu ile birlikte ele alırsak, bugün için bir emperyalist paylaşım savaşının olmayacağı anlamına gelmektedir.
Ancak, bu savaş, 3. bunalım döneminin olgularına dayanarak ortaya çıkmaktadır. Toplumsal süreç durmaz devam eder. Bu anlamda bu olgular değişir ve yeni olgular ortaya çıkar. Bu olgularda yeni bir emperyalist paylaşım savaşına pekala yol açabilir.
Buradan ikinci sonuca geliyoruz. Dikkat edilirse, emperyalizmin 3. bunalım döneminin temel özellikleri bir olgunluk dönemi yaşamaktadır. Sosyalist bloğun dağılması, emperyalist ülkeler arası çelişkinin reel sosyalizm pratiğinin iflası ile daha da yoğunlaşması, hatta bu alanların yeni pazar oluşturması, yeni-sömürgeciliğin olgunlaşması, çok uluslu tekelci sermayenin artan oranda egemenliği vb. 3. bunalım döneminin özelliklerinin olgunlaştığı anlamına geliyor.
Bu gelişmeler, doğal olarak, bugün çok net ortaya çıkmasa da, yeni olguların zeminidir. Yeni olgular ortaya çıkar ve sürece karakterini verirse, bu sürecin yeni bir sürece yol açacağı açıktır. Bu dönemde bunun ip uçları vardır.
Elbette, Marksistler bu öngörüyü yaparlar, ama asla hayallerle uğraşmazlar. Toplumsal siyasal olgular irademizin dışında ortaya çıkar ve sürece karakterini verirse, biz, bu yeni dönemi tahlil eder ve onu yeni kavramlarla tanımlarız. Devrimci politik irade bu siyasal cesarete sahiptir.

C- THKP'NİN HATASI: KEMALİZM
Hep söyledik, tekrarlıyoruz: Mahir Çayan yoldaş tarafından, KESİNTİSİZ DEVRİM I-II-III. belgesinde somutlaştırılan partimizin ideolojik-politik tespitlerinde, en önemli hata, Kemalizdir. Ayrıca Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi sorunu, Kemalizm ile ilişkili olarak, eksiktir. Ve hemen belirtelim, partimiz MLSPB, her iki konuda, Kemalizm ve Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi konusunda doğru halkayı yakalamıştır. Bu anlamda, devrimci savaşım içinde, partimiz kendini arındırmış, yenilemiştir. Bu arınma ve yenilenme savaşımı sürekli kılınacaktır.
Yine de, özetle, bir kez daha Kemalizm'i Mahir Çayan yoldaşın tespitleri temelinde ele alalım.
Mahir yoldaş, KESİNTİSİZ DEVRİM II-III.'de Kemalizm"i şöyle tanımlar: "Kemalizm, emperyalizmin işgali altındaki bir ülkenin devrimci-milliyetçilerinin bir milli kurtuluş bayrağıdır. "Kemalizm'in özü, emperyalizme karşı tavır alıştır. Kemalizm'i bir burjuva ideolojisi veya bütün küçük-burjuvazinin ve yahut asker-sivil bütün aydın zümrenin ideolojisi saymak kesin olarak yanlıştır.
Kemalizm, küçük-burjuvazinin en sol, en radikal kesiminin milliyetçilik tabanında anti-emperyalist bir tavır alıştır. Bu yüzden, Kemalizm soldur, milli kurtuluşçuluktur. Kemalizm, devrimci-milliyetçilerin, emperyalizme karşı aldıkları radikal politik tutumdur." (B.Yaz. Sf. 325-326)
"...Kemalistler için ülkemizdeki, asker-sivil aydın zümrenin jakobenleri diyebiliriz" (B.Yaz. Sf. 327)
Yukarıdaki tanımlamalar yapılırken, aynı yerde bir dipnot düşer Mahir, burada, "'..1972'nin Türkiye'sinde gerilla savaşı yürüten partimiz (içinde bulunduğumuz devrimci öncü savaşı aşamasında) ittifak politikası açısından son derece önemli bir sorun olarak Kemalizm'i ele alır ve de "öncü savaşı aşamasında olan THKP-C'nin küçük-burjuva aydın çevrelerdeki müttefiki, ancak Kemalistler olabilir..." der. (B.Yaz: Sf: 326-3 no'lu dipnot) Yine aynı temelde, ilerde, DHD ele alınırken, "vasıtasız ihtiyatlar" alt başlığında, "Kemalist aydın çevre..." (B.Yaz: Sf:347) ilk sırada ele alınır.
Bu tanımlama, doğal olarak 1923 Kemalist hareketi, politik bir devrim olarak ele alır.
"1923 devrimi, önder sınıfın karakterini yansıtan bir milli devrimdir. Emperyalist işgal kırılmış, komprador-burjuvazi tasfiye edilmiş, yabancı sermayeye tanınan bazı imtiyazlara rağmen genellikle emperyalist istismar, bertaraf edilmiş, feodalizmin ideolojik ve politik gücü kırılmıştır..." (B.Yaz. Sf. 327)
Anlaşılacağı üzere; "muhtevası burjuva olan bir devrim" söz konusudur. Bu devrim, emperyalist işgali kırmış, onun sınıfsal dayanağı olan komprador-burjuvaziyi tasfiye etmiş, feodalizmin ideolojik-politik gücünü kırmış-yani milli ve demokratik bir devrim yaşanmıştır. Hiç şüphesiz, bu milli ve demokratik olan devrim sürekli kılınamamış, 1950 sonrası, DP'nin iktidara gelmesiyle kesintiye uğramış, karşı-devrim tezgahlanmıştır.
Peki, bu dönemde, 1923-1950 döneminde devletin niteliği nedir? Bu sorunun yanıtını Mahir şöyle verir; "Kısaca özetlersek, feodal-komprador devlet mekanizması parçalanmış yerine, tek parti yönetimi altında küçük burjuvazinin diktatörlüğü egemen kılınmıştır. (B.Yaz: Sf:328)
Özetle Mahir sorunu böyle ele alır.
Hemen belirtelim, tüm bunlar, 1970 sonrası canlanan nispi demokratik ortamda boy atan küçük-burjuvazinin Kemalizm'i abartması sonucu pompalanan ideolojik hegomanyanın sonucudur. TİP, YÖN, DEVRİM hareketinin devrimci harekete bulaştırdığı Kemalist virüslerdir. Mahir ve THKP-C öncülleri, bu dönemde, tüm bunlardan etkilenmiştir. Politik açıdan bir kopuş söz konusudur ama bu yerli yerine oturmamıştır, bundan, bu tip yanlış tanım ve tespitler söz konusudur.
Ancak, birçok açıdan, parti tarihimizde bir dönem savunulan bu görüşler doğru değildir, özetle;
a) Kemalizm, 1. Emperyalist paylaşım savaşı yıkıntıları içinde, Türk ticaret burjuvazisinin özlemlerini yansıtarak doğdu. Yükselen kapitalizm, Osmanlı imparatorluğunu yarı-sömürge haline dönüştürmüş, bu ilişkiler içinde, emperyalizm, özellikle Rum ve Ermeni sermayesine dayanmıştır. Rum, Ermeni, kısaca Levanten denilen bu komprador sermaye, emperyalizmin açık işgalini desteklemiştir.
Bu ilişkiler içinde, İngiliz, Fransız sermayesi ile bu kesimler daha yoğun ilişki içindedir. Yükselen Alman emperyalizmi, Berlin'den Basra Körfezine kadar, tüm bu alanları kendi pazarı ilan etmiştir. Zayıf ve güçsüz Türk-Müslüman ticaret burjuvazisi ile Alman emperyalizminin çıkarları tam bu noktada uyum halindedir.
İste, Kemalizm bu sınıfın, yeni filizlenen Türk ticaret burjuvazisinin özlemlerini dile getirmektedir.
b) Kemalizm, tüm emperyalist sermayeye, tüm emperyalist güçlere karşı değil, açık işgal koşullarında, yunan işgaline tavır takınmıştır. Bundan,Türk ulusal kurtuluş savaşı olarak tanımlanan Kemalizm, anti-emperyalist platformda değil, anti-yunan temelde, açık işgale tavır takınmıştır. Erzurum, Sivas, Balıkesir, İzmir vb. kongreleri bu programa sahiptir. Ayrıca, savaş sonrası, yeni oluşturulan Cumhuriyetin ekonomi-politikası niteliğinde olan 1923 İzmir iktisat kongresi, yabancı sermayeye karşı olmadığını ilan etmiştir.
Bundan dolayı, Kemalizm için, "genellikle emperyalist istismar bertaraf edilmiştir", "komprador burjuvazi tasfiye edilmiştir" veya daha da abartılı biçimde, bu dönemi, 1923-50 dönemini milli demokratik devrim, politik bağımsızlığın kazanıldığı bir dönem biçimindeki değerlendirmeler doğru değildir.
c) Kemalizm, Türk ticaret burjuvazisinin çıkarlarını temsil etmekte ama aynı zamanda feodal güçlere dayanmaktadır. Üst yapıda, özellikle Osmanlı imparatorluğuna ait kurumlara tavır almış, ama bu tavır alt yapıda görülmemiştir. Bu açıdan, "feodalizmin ideolojik politik gücü kırılmıştır" tespiti de abartılıdır. Ayrıca, gericiliğe tavır adı altında Kürt ulusunun demokratik hakları koyu bir şovenizmle imha edilmiştir.
Gericiliğe tavır adı altında Kürt ulusal haklarının budanması, Kemalizm'le sınırlı değildir. 1920'de kurulan TKP, anti-emperyalizmi abartmış, gericiliğe karşı anti-emperyalist olarak tanımlanan Kemalizm'in Kürt katliamlarına ortak olmuştur. Bu TKP adına kara bir lekedir, bu leke ancak toplumsal bir devrimle, Kürdistan devriminin doğru bir tarzda desteklenmesiyle silinecektir.
d) Tüm bunların ışığında şu söylenebilir: Kemalizm açık işgale karşı güdük bir tavır almış, üst yapıda bazı feodal kurumları temizlemiştir. Bu yanıyla, sınırlıda olsa, tarihte o koşullarda "ilerici" bir rol oynamıştır, bu Kemalizm'in bir yüzüdür. Ancak, Takrir-i sükun yasasında ifadesini bulan, işçi ve Kürt düşmanı politikayı koyu bir şovenizmle yürütmüştür. TKP, Karadeniz'de komplo ile boğulmuş, Kürt ulusunun demokratik talepleri katliamlarla bastırılmıştır. Bu yanıyla da Kemalizm, şovenisttir, gericidir. Kemalizm'in asıl karakteri de budur.
e) Kemalizm "küçük burjuvazinin sol kanadının" değil, burjuvazinin siyasal temsilcisidir. Kemalist kadrolar, önemli ölçüde asker-sivil aydın kesimdendir, bu yanıyla bu kadroların sınıfsal açıdan küçük burjuva olduğu söylenebilir. Ancak, bu Kemalist hareketin sınıfsal karakterini belirlemez. Önemli olan hangi sınıfın çıkarını temsil ettiğidir. Kemalizm, Türkçülük temelinde, Türk burjuvazisinin kendi pazarını oluşturma, ulusal devleti bunun üzerine kurmak hareketidir. "Pazar burjuvazisinin milliyetçiliği öğrendiği ilk okuldur." (Stalin)
Ayrıca, Kemalizm, tam bu noktada, Mahir yoldasın ifade ettiği gibi "asker-sivil bütün aydın zümrenin ideolojisi" değildir. Böyle bir kesimin ideolojisi olmaz. Kapitalist toplumda iki sınıfın, proletarya ve burjuvazinin ideolojisi vardır, bunun dışındaki tüm akımlar, tek başına bir ideoloji oluşturamaz. Zira, kendi iç sistemi yoktur.
Hemen belirtelim, Kemalizm'in kendisi de, bağlı başına bir ideoloji değildir. Eklentik, tutarsız, şekilsiz, pragmatist özelliklere sahip Kemalizm, 1930'lu yıllarda, "Türk Tarihi Tezi", "Güneş Dil Teorisi" ile ideolojik bir kimliğe kavuşmak istemiştir ama bu alanda kendine özgü bir ideoloji oluşturamamıştır. Bundan dolayı, Kemalizm her kesim tarafından kullanılan, sağ ve sol versiyonlarla her yana çekilen bir niteliği vardır. Tarihsel süreçte bunun açık ispatıdır. Burjuvazinin tüm kesimleri, Kemalizm'e dayanarak veya onu kullanarak ekonomik ve sosyal politikasını yürütmektedir, sosyal-demokrasi türevlerinden, açık faşizm özlemlerine kadar bu yelpaze uzanır.
f) Kemalist hareket, burjuva-demokratik devri değil, burjuva demokratik devrim girişimidir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, sınırlı bir anti-emperyalizmi içerir, bunun dışında burjuva demokratik devrimin hiçbir sorununu çözmemiştir. Feodalizme yönelmemiş tersine ona dayanmıştır. Stalin'in ifadesi ile Kemalizm, toprak sorununda çakılmıştır. Kemalizm'in en çok kullandığı tezin biri "laiklik"tir, bu da sahtedir. Hiç bir dönem, feodal düşünce biçimine, dine karşı doğru bir tutum benimsememiştir. Özellikle Sovyetler Birliği'nin desteğini almak, devrimci hareketi yedeklemek ve de Kürt ulusunun demokratik taleplerini kanla bastırmak için laiklik söylemine sarılmıştır. Siyasal özgürlükler sorununa tam bir diktatörlükle yanıt vermiş, demokratik hiçbir açılım sunmamıştır. Tüm bunları dikkate alırsak, sadece ve sadece zayıf ticaret burjuvazisini, politik iktidara taşıdığı, bu anlamda burjuva demokratik bir girişim olduğu söylenebilir. Asla bir milli demokratik devrim değildir.
1923 hareketi ile oluşan TC, asıl olarak "Türklük" ve islami açıdan da "sünni" bir karakterdedir. Başta Kürt ulusunun demokratik hakları olmak üzere, işçi sınıfının, köylülüğün, mezhepsel bir azınlık olan Aleviliğin vb. hepten inkarı üzerine kurulmuştur.
g) Kemalist diktatörlük, küçük-burjuva karakterde bir iktidar değildir, bu anlamda "küçük-burjuva diktatörlüğü" tanımlaması doğru ve bilimsel değildir. Bonapartist özellikler gösteren, burjuvazi-feodalizm temelinde kurulan burjuva diktatörlüğüdür.
1923 "devrim" olmadığı gibi, l950 DP iktidarı da "karşı-devrim" değildir, burjuva diktatörlüğünün, karşı-devrimci karakterinin içselleştiği, bir biçimden, bir diğer biçime devinmesi söz konusudur. Bonapartist niteliklere sahip koyu bir diktatörlük, tekelci sermayenin egemenliğine paralel faşizme dönüşmüştür. Tüfek bir omuzdan diğer omuza taşınmıştır. Aynı sürecin ve niteliğin birbirini izleyen iki dönemidir.
h) Yukarıda, özetle ifade ettiğimiz sonuçlardan dolayı, anti-emperyalist anti-oligarşik demokratik halk devriminde, Kemalizm ittifak ilişkileri içinde ele alınamaz.
Partimiz MLSPB'nin Kemalizm konusunda, politik değerlendirmesi bu noktadadır. Elbette, bir dönem, Mahir yoldaşın tezleri savunulmuş, ama bu süreç devrimci Marksist tarzda aşılmıştır. ŞAFAK YARGILANAMAZ'ın 2. cildi bu konuda etraflı bir incelemeyi içerir.
Ancak, partimiz bu süreci, geleneksel soldan farklı yaşayarak aşmıştır. MLSPB, partimiz THKP'nin devamı olarak, l975 başlarında kurulmuştur. Ancak, bu dönemden sonra, saflarımızda tam bir demokratik işleyiş, kültür egemen olmuş, Kemalizm konusunda farklı eğilimler devrimci biçimde yaşanmış, tartışılmıştır. Ve 1987 konferansı ile resmi tez, bugünün tezlerinde ifadesini bulmuştur. 1987 sonrası savunulan ve bugün resmi görüşümüz olan tezler, o günün bir ürünü değil, kuruluş adımından bu yana yaşanan, parti kültürümüzün bir sonucudur. Tarihimizi tanıma açısından bu notu düşelim...

D- KOMÜNİST ENTERNASYONAL VE SÖMÜRGE DEVRİMLERİ

Lenin, ekim devriminin arifesinde, "Çağımızda enternasyonalizmden aşağısı kurtarmıyor" diyor ve Rus devriminin uluslararası öneminin altını çiziyor. Rusya işçi sınıfının uluslararası yükümlülükleri bugün, birinci planda yer alıyor. "(TEK ÜLKEDE SOS.DEVRİM, Sf, 84)
Biliniyor, Ekim sosyalist devrimi bir dünya devrimi perspektifine sahiptir ve bir dünya devrimi partisi olarak, Komünist Enternasyonal 1919 yılında kuruldu. Ekim devriminden sonra, iç savaş koşullarında kurulan komünist enternasyonalin kuruluşu çok önceleri tasarlanmıştır. Hatta, bırakalım NİSAN TEZLERİNİN temel tezlerinden biri olan, enternasyonalizmin kurulmasını, çok daha önce, 1915 yılında, Zimmerwarld konferansında, 1916 yılında Kienthal konferansında yeni bir enternasyonalin kurulmasını savunulur.
Lenin, hep devrimci kopuşu yaşar, Birinci Emperyalist paylaşım savaşında, ortaya çıkan "sosyal şoven" ve "merkezci" görüşlerden kopmaya, bunlarla mücadele etmeyi Lenin önüne koyar. Zira, devrim için nesnel koşullar olgundur, ancak, sosyal şovenizm bunun önünde en büyük engeldir. Zimmerwarld konferansının çoğunluğunu merkezci/Kaustky'ci sol oluşturur. Bu koşullarda devrimci bir enternasyonal için, özellikle Alman solları en önemli dayanaktır. Bu dönemde iki önemli güç vardır. Rusya'da Bolşevik Partisi, Almanya'da Spartaküsler Birliği. İşte bu koşullarda yeni bir enternasyonalin bu iki güç üzerinde kurulmasını savunur Lenin.
Ekim devriminin arifesinde, Lenin, "çok şey verilmiş olandan, çok şey istenecektir" der. Rus devrimine özellikle Avrupa devriminin çok şey verdiğini, Rus devriminin de dünya devrimine çok şey vermesini ileri sürer. Bunun için, olgunlaşan koşullarda, beklemenin intihar olduğunu ileri sürer, ayaklanmayı, buzu kırmayı ileri sürer. Dahası, bunun devamı ve tek ülkede devrimi bütünleyen bir mantıkla 3. enternasyonalin hemen kurulmasını savunur Zimmerwarld ve Kienthal konferansları ile zaten kurulmuş olduğunu ve çalıştığını", artık bunun ilan edilmesi gerektiğini ileri sürer. Lenin sayılarla, nicelikle vb. ilgilenmez, o nitelikle, irade ile ilgilenir. Önemli olan sayı değil, gerçekten devrimci proletaryanın siyaset ve düşüncelerinin doğru dışavurumudur". (Lenin) Zimmerwarld konferansında, enternasyonalin hemen kurulmasını savunduğu için, "gözlemci" kalmayı öneren Lenin, 19l7 Nisan ayında yapılan parti konferansında da bu kavgayı verir. Ancak, Lenin'in görüşleri taraftar bulamaz ve kabul edilmez. Buna karşı mücadele verir, "üçüncü enternasyonalin hemen kurulmasını" savunur, bu kararın "ellerimizi bağladığını" ileri sürer.
Lenin'in rüyası iç savaş koşullarında 1919 yılında gerçekleşir.
Ekim sosyalist devrimi, proleter bir devrimdir ama aynı zamanda, sömürge ve bağımlı ülkelerin kurtuluş mücadelesine yeni bir nitelik kazandırmış, onu proleter devrimin bir parçası haline dönüştürmüştür. Dahası, Ekim devrimiyle birlikte, devrim doğuya, sömürge ve bağımlı ülkelere kaymıştır. İşte, bir dünya partisi olarak kurulan 3.enternasyonal, sadece Avrupa devrimiyle değil, aynı zamanda dünya nüfusunun ve coğrafi olarak en büyük parçasını oluşturan sömürge ve bağımlı ülke devrimleriyle ilgilenmiştir.
Bu konuda ilk ve önemli adım, 3. Enternasyonalin 2. Kongresinde Lenin'in "ulusal sorun ve sömürge sorunu üzerine raporu"dur (26 Temmuz 1920).
Özetle Lenin, bu raporunda;
a) Ezilen uluslar ile ezen uluslar arasındaki ayrım,
b) emperyalist ülkelerin Sovyet Rusya önderliğindeki sosyalist harekete karşı tavrı
c) burjuva demokratik hareket ile ulusal devrimci hareket kavramlarının ayrışması,
d) Sovyetlerin, feodal ve yarı-feodal ülkelerde yaygınlaştırılması,
e) Sovyet hükümetlerinin yardımıyla geri kalmış ülkelerin kapitalist aşamayı yaşamadan sosyalizme geçebileceği, üzerinde durur.
Sömürge ve bağımlı ülke devrimleri sorunu, en geniş biçimde, 3. Enternasyonalin 6. Dünya Kongresi'nde ele alınmıştır (1928). Bu kongrede, başta Çin devrimi olmak üzere, Hindistan devrimi ön planda tartışılmış, bu temelde bir dizi tez ileri sürülmüştür. Ayrıca, komünist enternasyonal bir programa sahip olmuştur. Bu iki temel konu, 6. Dünya Kongresi'nde ön plana çıkmıştır.
Bu tartışmalar içinde Çin devrimi özel bir yer tutar, Çin devrimi sık sık tartışılır. Çin devrimi, Sovyet devriminden sonra, ön ciddi toplumsal hareketi temsil etmektedir. ÇKP ise, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde ilk kurulan komünist partilerden biridir ve dönemin en güçlü partisidir. ÇKP, kimi dönem 3.enternasyonalle yoğun ilişki kursa da, yinede mesafelidir. ÇKP'nin sınıfsal bileşimi %80 köylü üyelerden oluşur. Elbette bunda yanlış bir şey yoktur. Çünkü Çin, feodal ve yarı feodal ilişkilerin egemen olduğu, köylü kitlelerin nüfusun önemli bir kısmını oluşturduğu bir ülkedir. Komünist enternasyonalin Çin devrimine yaklaşımı, birazda şabloncudur, Sovyet devrimi Çin toplumuna empoze edilmeye çalışılmıştır. Mao önderliğinde ÇKP, bu şabloncu yaklaşımla hesaplaşarak Çin ülkesinde milli demokratik devrimi gerçekleştirmiştir.
Ayrıca, Hindistan devrimi sık sık ele alınan bir konudur. Hindistan'da kapitalizm daha gelişkindir, Kapitalizmin gelişmesi sömürgeciliği ortadan kaldırır mı? Tartışılan tezlerden biri budur. Bennet bu soruya "evet" yanıtını verirken, ABD'li Pepper, sovyet Kulisini destekleyerek "hayır" yanıtı verir. Troçkistler, Çin ve Hindistan için sosyalist devrimi önerir, BDD ve köylü hareketi atlarlar.
Özetle komünist enternasyonalin 6. Dünya Kongresi'nde bir çok sorun etraflıca ele alınır.
Burada, Pepper'in "sömürgelerde burjuva-demokratik devrim sorunu" çalışması, konumuz açısından önemlidir. Pepper, Çin ve Sovyet devrimi çözümlemeleri ışığında ele alır. Bu aynı zamanda komünist enternasyonalin resmi tezini oluşturur.
Pepper'e göre, Çin devrimi iki önemli hatadan etkilenmiştir. Birincisi, bir burjuva demokratı olan Sun-Yat Sen'in etkisinin olduğu dönemdir. Bu dönemde, devrim ulusal devrim aşamasında kalmış, köylü/ve toprak devrimini içeren burjuva demokratik devrim aşamasına geçememiştir. İkincisi ise, Troçkizm'den etkilenme dönemidir. 3 dönemde, burjuva demokratik devrimi atlayarak sosyalist devrime sıçrama söz konusudur. Bunlarda doğruluk payı vardır ama Troçkizmin etkisi abartılıdır. Çin devrimi, özellikle DP Sun Yat Sen'den etkilenmiş, bu etki bizzat Mao'da etkisini bulmuştur. Ancak, Çin devriminde Troçkizmin etkisi sınırlıdır. Pepper'in Troçkizm için "BDD atlama" tespiti doğrudur ama devrim üzerinde Troçkizmin etkisi çok ciddi değildir. Troçkizm için "emperyalizmin varlığını görmüyor" sözleri de, sosyalist devrimi savunan Troçkistlere doğru bir yanıttır.
Pepper, Lenin'in İKİ TAKTİK'te ifade ettiği görüşleri çıkış noktası yaparak, Lenin'in düşüncesini şöyle özetler;
"... Lenin'in bu ana düşünceleri belki aşağıdaki şekilde toparlanabilir;
1- Feodal kalıntıların ve ulusal baskının hala bulunduğu ülkelerde devrim, proleter sosyalist devrime geçiş aşaması olarak bir burjuva demokratik devrim aşamasından geçecektir.
2- Burjuva-demokratik devrimin zaferi, burjuvazinin bir zaferi olarak mümkün değildir.
3- Burjuva-demokratik devrimin zaferi, yalnızca burjuvaziye karşı mümkündür.
4- Burjuva-demokratik devrimin sosyo-ekonomik içeriği, feodalizmin kalıntılarının yok edilmesidir, tarım devrimidir ve sömürge ülkelerde emperyalizmin yok edilmesidir.
5- Burjuva-demokratik devrimin sosyal içeriği burjuvadır, (toprak ve arazinin ulusallaştırılması bile hala bir burjuva taleptir) ama bu devrimin sınıfsal itici güçleri artık proletarya ve köylülüktür.
6- Devrimin yarı yolda durup kalmaması anlamında devrimin sürekliliği için mücadele etmeliyiz ama aynı zamanda devrimin aşamalarının, ara kademelerinin kaçınılmazlığını açıkça kavramalıyız.
7- Burjuva-demokratik devrim, sosyalist devrimden, hatta Çin'de bile, Çin setti ülkesinde bile bir "Çin setti" ile ayrılmaz.
8- Burjuva-demokratik devrim ile sosyalist-proleter devrim arasında, birincinin, kendini aşarak ikinciye geçmesi, ikincisinin geçerken birincisinin sorunlarını çözmesi, yani deyim yerindeyse burjuva demokratik devrimin sorunlarının çözümünün sosyalist proleter devrimin bir yan ürünü olması, ikincisinin birincinin sonuçlarını sağlamlaştırması anlamında birinciyle iç içe geçmiş karşılıklı ilişkileri vardır. Birincinin ikinciye ne ölçüde ve hangi hızla geçeceğini nesnel koşullar temelinde yalnızca sınıf mücadelesi ve sınıfsal bilincin ilerlemesi belirleyecektir.
9- Burjuva-demokratik devrimin sınıfsal içeriği proleter ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğüdür... (III-Enternasyonalde Devrim Aşaması, Sf. 121-122)
3. Enternasyonalde, özet bir kesintisiz devrim formülü !
Her şeye karşı, kesintisiz devrim sorununu, Rus ve Çin devriminde ortaya çıkan yanlış anlayışların ışığında bir kez daha ifade etmek yararlıdır. Konuyu tamamladığı için, aynı çalışmadan aktaralım:
l- Sosyalist-proleter devrimi burjuva-demokratik devriminden mekanik bir şekilde ayırma. Bu ayrım burjuva-demokratik devrim olarak yapılmalı ancak burjuva demokratik devrimin bütün sorunları çözüldükten sonra proleter devrimin örgütlenmesi ve gerçekleştirilmesi üzerine düşünülebilir şeklindeki Menşevik anlayışa götürebilir.
2- Devrimin sosyo-ekonomik içeriğin karakteri sorununun devrimin sınıfsal itici güçleriyle karıştırılması.
3- Bunun tersi yanılgı, yani, devrimin itici gücü proletarya olduğundan dolayı, devrimin kendisinin de proleter olması gerektiği iddiası. Bu görüş, Troçkist sürekli devrim teorisinin temelidir ve bu şekliyle tersyüz edilmiş bir Menşevizm olarak adlandırılabilir.
4- Sovyetler sorunu da hataların bir kaynağı olabilir (...)
5- Devrimde kullanılan mücadele araçları da devrimin karakterini değerlendirmede hata kaynakları olabilir. (...)" (a.g.e.)
Gerçektende yukarıda aktardığınız maddeler, özellikle ilk dört madde bir dizi kafa karışıklığına kaynaklık eder. Mao Zedung'un "yeni demokratik devrim" anlayışı l.ve 4. maddede
yapılan yanlışlar ekseninde gelişirken, Troçkist ve sosyalist devrim savunucuları 1. 3. ve 4. maddeyi karıştırarak, yanlış anlayışlara temel yaparlar.
Komünist enternasyonal, bir dizi sorunu tartışarak, bu tartışmalar kimi sorunları sonuca ulaşmaktadır, bu bir gelenektir. Hatta bu geleneğin, birçok kez, reçete sunmaya dönüşüp, zayıf-kişiliksiz komünist parti pratiklerinde hataya dönüştüğü biliniyor.
Ancak, konumuz açısından, 1 Eylül 1928 yılında, 46. oturumda benimsenen "SÖMÜRGE VE YARI SÖMÜRGELERDE DEVRİMCİ HAREKET ÜZERİNE TEZLER" belgesi bize, dönemi, bu ülke devrimlerinin sorunları hakkında bilgi sunmaktadır. Bu açıdan bu belge önemlidir, bilinen tezleri tekrarlamak, belgenin önemini azaltmıyor. Bu belgede; sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin ortak özelliği emperyalist sermayenin denetimi altında olmasıdır. Hindistan sorununda, emperyalist sermaye, kapitalizmi geliştirip geliştirmeyeceği, dahası bu gelişmenin sömürgeciliği ortadan kaldırıp kaldırmayacağı tartışılır. Bu bir yana, emperyalist sermaye iç pazarı geliştireceği, bu gelişmenin emperyalizmin ihtiyacına göre biçimlendiği açıktır. Bir yandan bu gelişme yaşanırken, diğer yandan bu ülkelerde iç dinamizm tahrip edilmektedir.
Bu gelişme bu ülkelerde, sömürge ve yarı- sömürge ülkelerde burjuvazinin iki kanadını oluşturmaktadır. Bir kanat, işbirlikçi-komprador burjuvazidir. Bu burjuvazi ticari dolaşım sürecinde ortaya çıkmakta, emperyalist sermayenin komisyoncusu işlevini görmekte, emperyalist sermayenin en önemli dayanağıdır. Diğer kanat ise, kendi ulusal pazarını gözeten, bu gelişmeden rahatsız olan, milli özelliklere sahip burjuvazi.
Ulusal/milli burjuvazi, anti-emperyalist mücadelede rol oynar ama bu rol sınırlıdır, sınıfsal yapısı, onu devrimde "güvenilmez" yapmaktadır. Bu açıdan, zorunlu bir durak olan demokratik devrimde, milli burjuvazi stratejik bir rol oynayacaktır.
BDD görevi, l6. tezde formüle edilmiştir. BDD, emperyalizme ve feodalizme karşıdır, muhtevası budur ve sosyalist devrimi hazırlar. Ancak, bu devrim, sosyalist devrime bir hazırlıktır, sosyalist devrimin kendisi değildir, "Burjuva demokratik devrimin sınırlarını aşma..." perspektifi devrimin sürekliliğinin garantisidir.
Bu tezlerden anlaşılacağı üzere, 1930'lu yıllarda, kapitalizm sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde gelişme içindedir, doğrudur da. Böylece eski feodal ilişkiler çözülme sürecini yaşamakta, kapitalizme özgü modern sınıflar, burjuvazi ve proletarya bu ülkelerde gelişmektedir. Hiç şüphesiz bu gelişmeler, farklı sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde farklı özelliklere sahiptir, farklı biçimler almıştır. Bundan, komünist Enternasyonal, toptancı bir mantıkla, tüm sömürge ve yarı-sömürge ülkeleri aynı kefeye koymaz, kendi içinde sınıflandırır. Bu sınıflandırmanın en önemli ölçüsü, kapitalizmin gelişme derecesidir. Stalin, bu sınıflandırmayı, üç tip ülke olarak tanımlar.
Bu en somut biçimi ile komünist enternasyonalin programına yansımıştır. Programda, tüm dünyaya bir bakış vardır, eşitsiz ve dengesiz gelişme yasası da dikkate alınarak, "saf proleter devrimler, ulusal kurtuluş savaşları, sömürge devrimler" ayrımı yapar ve de tüm bunları merkezi bir halkaya, "bu devrim süreci ancak sonunda, proletaryanın dünya diktatörlüğüne götürür" tezine bağlar.
Program, Lenin'inde önerdiği gibi, gelişmiş kapitalist ülkelerde, BDD yapılmış ülkelerde, ABD ve Avrupa ülkelerinde sosyalist devrimi önerir. Bu ülkelerde programın baş (esas) siyasi talebi, proletarya diktatörlüğüne doğrudan geçiştir." Bu devrim, sosyalist devrim, bütün işletmelere, sanayide ve tarımda el konmasını, sosyalist devlet çiftliklerinin kurulmasını, hızla sosyalizmin inşa edilmesini önerir.
İkinci tip ülkeler, orta derecede kapitalizmin geliştiği İspanya, Portekiz, Polonya, Macaristan ve Balkan ülkeleridir. Bu ülkelerde iki tip geçiş olabilir. Birincisi, "burjuva demokratik devrim az çok hızlı bir biçimde gelişerek sosyalist devrime dönüşebilir". İkincisi ise, burjuva demokratik nitelikte kapsamlı görevlere sahip proleter devrim..." Birincisinde, Proletarya diktatörlüğüne doğrudan değil, ancak proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğünden proletaryanın sosyalist diktatörlüğüne geçiştir". İkincisinde ise, "devrimin doğrudan proletarya devrimi olarak" gelişmesidir. Tarım devrimi bu tip ülkelerde oldukça önemli bir yer tutar.
Üçüncü tip ülkeler ise, sömürge ve yarı-sömürge ülkeler, Çin, Hindistan vb. ülkelerdir. Bu tip ülkelerde, emperyalizme ve feodalizme veya kapitalizm öncesi ilişkilere karşı mücadele tayin edicidir. "Kural olarak bu ülkelerde proletarya diktatörlüğüne geçiş ancak bir dizi hazırlık aşamasından geçmekle, ancak burjuva demokratik devrimin sosyalist devrime dönüştüğü bütün bir dönemin sonucu olarak olanaklıdır." Bu ülkelerde sosyalizm, proletarya diktatörlüğünü kurmuş ülkelerin yardımıyla başarılı biçimde inşa edilebilir. Bu ülkelerden çoğunda sosyalizm, ancak proletarya diktatörlüğünün daha önceden kurulduğu ülkelerin doğrudan yardımıyla başarıyla inşa edilebilir..."
2. Emperyalist paylaşım savaşı sonrası, Doğu Avrupa, Çin, Vietnam devrimleri bu tezleri doğrulamıştır.
Afrika ülkelerinde ise, kapitalizm oldukça geridir, hatta hiç gelişmemiştir, ilkel kabile ilişkileri oldukça yaygındır. Ancak, emperyalizm, bu ülkeleri de işgal etmiştir, birer sömürgesine dönüştürmüştür. Bu ülkelerde merkezi görevi, ulusal kurtuluş mücadelesidir. Bu ülkelerde, proletarya diktatörlüğü bulunan ülkeler tarafından yeterince güçlü bir şekilde desteklediği taktirde, ulusal ayaklanmalar ve bunların zaferi, kapitalizm aşamasını atlayarak sosyalizmin yolunu açabilir. (Bkz-PROLETER DEVRİM TEORİSİ/2.Defter-Sf:91 ile 93)
Lenin'in, 3. Enternasyonalin 2. Kongresi'ndeki sözleri ile yukarıdaki Afrika ülkeleri için söylenen sözler, daha sonra, "barışçıl geçiş" tezine dayanak yapılarak, "kapitalist olmayan yol tezi" olarak ileri sürüldüğü biliniyor. Lenin ve 3. Enternasyonalin tezi ile revizyonizmin tezinin hiçbir ortak yanı olmadığı açıktır.
Komünist Enternasyonal'de, özellikle 6. Kongre ve sonra yapılan en önemli tartışmanın biri, sömürge ve yarı-sömürge ülkeler için önerilen "işçi-köylü partisi" tezidir. Bu tezler, 1921 yılına ait ve bir komünist partisi modelini sağlam kurallara bağlayan, enternasyonalin tezleri ile çelişir. "İşçi-köylü partisi" modeli, komünist enternasyonalinde yönlendirmesi ile Çin devrinde, ÇKP'nin komintag içinde erimesine yol açtığı biliniyor. Ulusal burjuvazi ile ittifak sorunu, taktik değil stratejik bir düzeye sıçratılan, devrimde bu burjuvazinin rolünü büyüten bir anlayış, proletaryanın bağımsızlığını zedelemektedir. Komünist enternasyonal içinde zaman zaman bu tehlikeye işaret edilmiştir, ama burjuva demokratik devrimin sınırlarını aşmayan bir mantıkla, ÇKP'nin bağımsız kimliğinin zedelendiği de açıktır. Bu tez, "işçi-köylü partisi" tezi, doğru değildir. Ayrıca, 1928 ile bugün arasında toplumsal açıdan ciddi farklar vardır, kapitalizm gelişmiş, sınıfsal ayrışma büyümüş, proletaryanın rolü artmıştır. Bundan dolayı, bu tez, bugün için tamamen geride kalmış bir tezdir. Proleter devrimcileri, "işçi-köylü partisi" veya "Halk Partisi" modelini değil, sınıf partisi modelini savunur…

<<YAZININ DEVAMI İÇİN BURAYI TIKLAYINIZ>>




 

 

 

 

[email protected]
[email protected]
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92