Mahir
ve Devrim
VIII. Bölüm
Şahin ŞİMŞEK
|
E- ÇİN DEVRİMİ VE YENİ DEMOKRATİK DEVRİM
ÜZERİNE
Çin toplumu, Mao'nun da sık sık ifade ettiği gibi, sömürge,
yarı-sömürge ve yarı-feodal bir toplumdur. Geniş nüfus
ve coğrafi alana sahiptir. Kapitalizmin Çin'de, üç bin
yıllık feodal bir sistemin içinde, basit el zanaatçılığın
gelişmesi ile filizlenmiştir. Ancak, geniş bir pazara
sahip Çin, yabancı kapitalizmin ilgisini çekmiş ve 19.
yüzyılın ortalarında yabancı sermayenin boyunduruğu
altına girmiştir. Afyon savaşları olarak bilinen savaş,
Çin toplumunun yarı-sömürgeleştirilmesi, iç dinamizmle
gelişen kapitalizmi tahrip etmiş, kapitalizm emperyalizmin
ihtiyaçları doğrultusunda gelişmiştir.
Feodal ve yarı-feodal ilişkilerin oldukça yaygın olduğu
Çin'de, emperyalizme bağımlı gelişen kapitalizmin niteliği
komprador kapitalizmdir. Acenteci, komisyoncu niteliği
olan bu kapitalizm, özellikle liman kentlerde egemendir.
Nüfusun %80'i kırsal alanda ve feodal ilişkilerin kuşatması
altındadır. Gelişen komprador kapitalizm ile özellikle
küçük ve orta ölçekli kapitalizme dayanan milli kapitalizm,
sömürüden pay alma kavgasında toplumsal çelişki içindedir,
özellikle anti-emperyalist savaşımında bu çelişki devrimde
dikkate alınmak zorundadır. Bu yanıyla Çin devriminde,
milli burjuvazinin rolü olduğu açıktır, bu sınıf, milli
burjuvazi MDD sürecinde sınırlıda olsa bir role sahiptir.
ÇKP, 1921 yılında kurulmuştur. SBKP ve komünist enternasyonalle
ilişki içinde olan ÇKP, kuruluşunun ilk yıllarında şehirlerde
yoğun bir faaliyet içindedir, proletarya ile yakın ilişki
içindedir. Ancak, I927'lerde yaşanan şehir ayaklanmaları
yenilgi ile sonuçlanmıştır. Yenilgiyi izleyen dönemde,
ÇKP'ye "sağ" ve "sol" sapmalar egemen
olmuş, ama giderek devrim kırsal alana yayılmıştır.
Çin devriminde, silahlı mücadelenin rolü, 1927 yenilgisi
sonrası çok net olarak kavranmış, Stalin'in "Çin'de
silahlı devrim, silahlı karşı-devrimle savaşıyor. Bu
Çin devrimine has niteliklerden ve avantajlardan biridir."
sözleri "iktidar namlunun ucundadır" tezi
ile desteklenmiştir. Bunun anlamı silahlı mücadelenin
stratejik bir öneme sahip olduğudur. Politikada güç
olma, kitlelerle güçlü ilişkilerin kurulması, silahlı
mücadeleden geçmektedir. İşte, Çin devriminde anlamını
bulan halk savaşı bu temelde gelişmiş, bir katkı olarak
dünya devrimine sunulmuştur. ÇKP önderliğinde yürütülen
halk savaşında silahlı mücadele, farklı dönemlerde özgül
biçimler alsa da her dönem temeldir.
Bilindiği gibi, halk savaşı üç temel aşamayı kapsar.
Bunlar, stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik
saldırı dönemleridir. Stratejik açıdan güçlü bir kuvvete
karşı, emperyalizme ve işbirlikçisi komprador kapitalizm-feodal
güçler ittifakına karşı verilen halk savaşı, gerilla
savaşı ile başlamış ve kısa sürede düzenli ordulara
dönüşmüştür. Emperyalizmin en zayıf olduğu alan, yumuşak
karnı kırlardır. Aynı zamanda bir köylü/toprak devrimi
özelliği gösteren Çin devrimi, kırlardan şehirlerin
kuşatılması ile dizi aşamayı yaşayarak zafere ulaşmıştır.
Kuzey zaferi dönemi, toprak devrimi dönemi, Japon emperyalizmine
karşı direniş savaşı dönemi başlıca temel dönemlerdir.
Devrim sınıfsal ve ulusal planda gelişmektedir ancak
toprak devrimi döneminde devrim sınıfsal rotada yürürken,
emperyalizme karşı direniş savaşı döneminde ulusal rotada
yürümektedir.
Bunda yanlış bir yan yoktur. İç savaş ve toprak devrimi
dönemlerinde feodalizm ile komprador burjuvazi temel
hedeftir ama ulusal planda savaşın yürüdüğü dönemde,
emperyalizme karşı mücadele ön plana çıkar. Taktik ilişkilerde
bu temelde şekillenir, şiarlar bu temelde ele alınır.
Mao şunu söyler; "... Çin devrimi karakter bakımından
bugünkü dönemde, burjuva demokratik bir nitelik taşımaktadır.
Başlıca hedefleri emperyalizm ve feodalizm, temel itici
güçleri ise proletarya, köylülük ve şehir küçük burjuvazisi
teşkil eder. Milli burjuvazi ise belli zamanlarda ve
belli ölçülerde devrime katılabilir. Çin devrimci mücadelesinin
esas biçimi, silahlı mücadeledir. Gerçekten partimizin
tarihi, bir silahlı mücadele tarihi olarak adlandırılabilir
....) Böylece, Çin burjuva-demokratik devriminde iki
temel özellik göze çarpıyor!
1) Proletaryaya burjuvazi ile birleşerek bir milli birleşik
cephe kuruyor, ya da onu bozmak zorunda kalıyor,
2) Silahlı mücadele, devrimin temel mücadele biçimini
teşkil ediyor..." (Yeni Dem.Dev. Sf. 21)
Mao'nun ifade ettiği gibi, Çin devriminin en temel özelliğinin
biri silahlı mücadeledir, bu önemli bir mirastır. Ancak,
devrimde burjuvazinin rolü sorununu, ilerde tekrar ele
alacağımız üzere, taktik sorun değil, stratejik bir
sorun haline dönüştürülmüştür. Bu yanıyla, Rus devriminden
temelde farklıdır ve önemli eleştirileri hak etmektedir.
Ayrıca Çin devriminin bir başka özgül yanı vardır. Çin
büyük burjuvazisi komprador niteliktedir ve milli kapitalizmden
farklıdır. Komprador burjuvazisi feodal savaş ağaları
ile birlikte emperyalizmin Çin ülkesinde toplumsal dayanağıdır.
Ancak bu işbirlikçi kesim kendi içinde bütünlük oluşturmaz,
farklı emperyalist güçlerin kendi toplumsal dayanakları
vardır. Emperyalist ülkeler arasındaki çelişki, doğal
olarak Çin ülkesine yansımakta, böylece Çin'de farklı
işbirlikçi güçler kendi aralarında çatışmalar yaşamaktadır.
Bu çelişki Çin devriminin özgül bir yanını oluşturur.
"... Büyük burjuvazinin içindeki gruplar, değişik
emperyalist güçlere dayanır. Öyle ki, bu güçler arasındaki
çelişmeler daha keskin bir hale geldiği ve devrimin
ucu esas olarak belirli bir emperyalist güce yöneldiğinde,
diğer güçlere bağlı olan büyük burjuva grupları belirli
bir dereceye kadar ve belirli bir süre için, o belirli
emperyalist güce karşı mücadeleye katılabilir..."
(Mao, a.g.e. Sf . 23)
Çin devrimi, Sovyet devriminin yanında en çok tartışılan,
siyasal-toplumsal etkisi itibariyle en çok dünya devrimini
etkileyen devrimlerden biridir. 1921 yılında kurulan,
böylece, Mao'nun ifadesi ile "birinci büyük devrim"
dönemini başlatan ÇKP, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi,
SBKP ve komünist enternasyonalle yakın ilişkisi vardır.
Ancak, bu ilişki, her şeye rağmen mesafeli bir ilişkidir.
Mao'nun "Çin devrimi Stalin ve komünist enternasyonale
rağmen gerçekleşti..." sözleri birazda bu mesafeyi
açıklar. Komünist enternasyonal içindeki çelişkiler,
önemli ölçüde ÇKP içine yansımıştır. Mao'nun "sağ
sapma" olarak tanımladığı Troçkist sapma olduğu
gibi, Sovyet devrimine dogmatik yaklaşan bunu "mevzi
ayaklanmaları" tezi ile destekleyen "sol sapma"larda
önemli bir yer tutar. Hatta, Mao'nun ÇKP içindeki egemenliği
1935 yılındadır, öncesi dönem önemli ölçüde bu akımların
etkisindedir. ÇKP, örneğin 1937'lerde bir milyon iki
yüz parti üyesine, bir milyon halk ordusuna, yüz milyonluk
nüfusu kapsayan kurtarılmış bölgelere sahiptir, bu yanıyla
komünist enternasyonal içinde en güçlü partilerden biridir.
Komünist enternasyonal, özellikle ÇKP ile komintag ilişkilerine
çeşitli müdahalelerde bulunmuş, ÇKP'nin komintag içinde
"birleşik cephe" politikası sonucu erimesi
savunulmuş, böylece ÇKP'nin bağımsızlığına gölge düşürmüştür.
"Komintag"ın yeniden örgütlenmesi ve milli
devrimci ordunun kurulmasına teşvik ettiler" (Mao)
sözleri bunun ifadesidir. Bu önemli hatanın "işçi-köylü
partisi" tezi ile ilgisi vardır.
Her şeye rağmen, Çin devriminin, özellikle komünist
enternasyonal ile çelişkili bir ilişki içinde olduğu,
komünist enternasyonalin öngörülerinin dışında geliştiği,
bu yanıyla da mesafeli olduğu söylenebilir.
Konumuza dönelim.
Biz, burada, programatik nitelikte iki önemli yazıyı:
ÇİN DEVRİMİ VE KOMÜNİST PARTİSİ ÜZERİNE yazılarını inceleyeceğiz.
Mao'nun SEÇME ESERLERİ-2'de toplanan bu yazıların içeriği,
SEÇME ESERLER'in 3. ve 4. cildinde de, örneğin, "KOALİSYON
HÜKÜMETİ ÜZERİNE", "DEMOKRATİK HALK DİKTATÖRLÜĞÜ
ÜZERİNE" vb. makalelerinde vardır.
Ancak, biz, konunun özünü oluşturduğundan, programatik
nitelikteki bu iki çalışmayı bu yazımızda kendimize
esas alacağız. Böylece, hem parti tarihimizde önemli
bir yer tutan, Çin devrimi ve Mao Zedung'un düşüncesini
daha iyi tanıyacağız, onu yerli yerine oturtacağız,
hem de, Leninist kesintisiz devrim anlayışımızın önemli
bir köşe taşını daha inşa edeceğiz.
Keza, partimizin DHD programı, 2. bunalım döneminde,
sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde görülen MDD programından
daha geniş bir muhtevaya sahiptir, onun devrimci tarzda
aşılması anlamını taşır. Ayrıca, saflarımızda, Mao'nun
YENİ DEMOKRATİK DEVRİM anlayışı ile köklü bir hesaplaşma
yaşanmamıştır. Mao'ya yaklaşımımız biliniyor, seviyeli
ve eleştireldir. ŞAFAK YARGILANAMAZ'da felsefi yanlışlarını
ele aldık, bu çalışmada, programatik, devrim sorunundaki
yanlışlarını ele alıp, eleştireceğiz.
İnceleyelim...
ÇİN DEVRİMİ VE ÇİN KOMÜNİST PARTİSİ (Aralık 1939) çalışması,
iki ana bölümden oluşur, birincisi, Çin toplumu bölümü,
ikincisi ise Çin devrimi bölümü. Birinci bölüm ÇKP denetiminde,
Mao'nun gözden geçirmesi sonucu somutlaşırken, ikinci
bölüm, bizzat Mao tarafından kaleme alınmıştır. ÇKP
saflarında eğitim için yazılan bu broşür, daha öncede
vurguladığımız gibi, ÇKP'nin programı niteliğindedir.
Ve, daha sonra, bir yıl sonra kaleme alınan YENİ DEMOKRASİ
ÜZERİNE broşürü bu çalışma üzerinde yükselmiştir, onun
esin kaynağıdır. Bundan dolayı, her iki çalışmayı ayrı
ele almak mümkün değildir.
Daha önce ifade ettiğimiz gibi, Çin toplumu, 1940'larda
sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal özelliklere sahiptir.
Her ülkenin özgün özellikleri elbet vardır ama bu nitelikler,
toplumsal evrimin o tarihsel koşullarında, yani 1. ve
2. bunalım döneminde, tüm sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin
ortak karakteridir. Emperyalizm dışsal bir olgu olup,
bazı liman kentleri işgal etmiştir. Emperyalist yatırımlar,
özellikle iç pazarı geliştirmede ilk adım olan demiryolları,
yollar vb. alanlardır. Toplumsal süreç, feodalizmin
egemenliği altında olup, kapitalizm emperyalizmin denetiminde
gelişmektedir. Nüfusun önemli kısmı kırsal alanda ve
feodal ve yarı-feodal ilişki içindedir. Emperyalist
işgal, gerici-feodal güçlere veya komprador burjuvaziye
dayanarak sürdürülür, köylü sınıfların toprak talebi
devrimde temel niteliğe sahiptir. Ulusal ve demokratik
karaktere sahip olan devrim, burjuva demokratik karakterdedir.
Ancak, bu devrim, çağın niteliğinden dolayı, burjuvazinin
önderliğinde değil, proletaryanın önderliğindedir, bundan,
bu tip ülkelerde MDD olarak tanımlanması yanlış değildir.
Yarı-feodal, yarı-sömürge niteliklere sahip olan Çin
toplumunda, devrimin siyasal-toplumsal hedefi, Mao'nun
da ifade ettiği gibi "emperyalizm ve feodalizm,
emperyalist ülkelerin burjuvazisi ve ülkemizin toprak
ağaları sınıfıdır". Bu iki toplumsal güç, emperyalizmin
işgalinin açık bir karakter gösterdiği, toplumsal sürecin
feodalizm olduğu Çin'de toplumsal evrimin önündeki asıl
engeldir. Bir başka deyişle, emperyalizmin ve onun toplumsal
dayanağı feodalizm, Çin toplumunda, üretici güçlerin
önünde engeldir. Devrim bu göreve taliptir, toplumun
önünü açacaktır. Doğal olarak, bu devrim, "yabancı
emperyalist zulmü yıkmak için bir milli devrim, feodal
toprak ağası zulmünü yıkmak için bir demokratik devrim"
niteliğindedir. MDD'de, milli/ulusal yön ön plandadır.
İlk ve önde gelen görev ise emperyalizmi devirmeyi hedef
alan milli devrimdir." (Mao)
Çin'de, "toprak ağası sınıfı, emperyalist egemenliğin
ana sosyal temelini oluşturur",ve "komprador
büyük burjuvazi, emperyalist ülkelerin kapitalistlerine
doğrudan hizmet eden ve onlar tarafından beslenen bir
sınıftır..." Bundan dolayı, bu iki sınıf, MDD itici
gücünü değil, hedefini oluşturur, devrimin itici gücü
işçi sınıfı ile köylülüktür. Bunun yanı sıra, milli
burjuvazi toplumsal bir olgudur, devrimde sınırlı bir
role sahiptir. Ancak, Çin devriminde ve Mao'da bu sınıfla
ilişki sorunu gereğinden fazla abartılmış, stratejik
düzeye sıçratılmış, hatta, örneğin, 1927 yenilgisinin
nedenlerinden biri olarak, "burjuvazi ile ittifak
kurulamaması..." olarak ele alınmıştır.
Mao'nun "yeni-demokratik devrim" olarak tanımladığı
devrim, burjuva-demokratik devrimdir. Proleter sosyalist
olmayan bu devrim klasik burjuva-demokratik devrimden
farklıdır, bu anlamda, kavramların karşılığını bulması
için, Mao bu devrimi, yeni demokratik devrim olarak
tanımlar. Emperyalizme ve feodalizme yönelen ama zaten
var olan milli kapitalizmin gelişmesini amaçlayan bu
devrim, milli burjuvazi dahil, tüm millici sınıfların
iktidarını hedefler.
"Çin toplumu sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal,
Çin devriminin baş düşmanları emperyalizm ve feodalizm,
devrimin görevleri bu iki düşmanı, içinde burjuvazinin
bazen yer aldığı bir milli ve demokratik devrimle devirmek
olduğu ve devrimin ucu, büyük burjuvazi devrime ihanet
edip devrimin düşmanı haline gelse bile, genel olarak
kapitalizme ve kapitalist özel mülkiyete değil emperyalizme
ve feodalizme yöneldiği ve bütün bunlar doğru olduğu
için bugünkü aşamada Çin devriminin karakteri proleter-sosyalist
değil, burjuva-demokratiktir..." (Mao-Yeni Demokratik
devrim: Sf: 54)
Anlaşılacağı üzere, yeni demokratik devrim, genel olarak
kapitalizme, kapitalist özel mülkiyete yönelmiyor, tam
tersini feodalizmin bağrında yeni bir üretim ilişkisi
olarak doğup gelişen kapitalizmin önündeki engelleri
kaldırmayı çalışıyor. Emperyalizm ve onun toplumsal
dayanağı feodalizm, kapitalizmin özgürce gelişmesini
engelleyen toplumsal güçtür, gericiliğin toplumsal zeminidir.
Bundan dolayı, devrim, emperyalizmin varlığına ve onun
toplumsal dayanağı olan feodalizme yönelmekte, kapitalizmin
önünü açmaktadır.
Bu yanıyla, yeni demokratik devrim programı, menşevikler
tarafından önerilen ve kabul edilen RSDİP'in ilk programına,
1903 programına benzer. RSDİP programı, BDD sürecinde,
özellikle kırsal alanda feodal ilişkilerin parçalanmasını,
"yeniden dağıtım" ilkesi ile bu alanda sınıf
mücadelesinin özgürce gelişmesini içerir. Ancak, Lenin
ve bolşevikler, 1905 BDD sonrasında bu programı reddeder,
"ellerini bağlamamak" için, BDD sonrası nasıl
bir tablonun doğacağı tam bilinemediğinden, Leninist
kesintisiz devrim gereği, sorunun çözümünü köylü komitelerine
bırakır. Ayrıca, "yeniden dağıtım" ilkesinden
daha ileri olan "ulusallaştırma" savunulur.
Ancak, burada dikkat edilmesi gereken, RSDİP programının
bu özelliği, bu çerçevede tarım programını kapsar. Yeni
demokratik devrim programı ise, tarım programından daha
öte, programın bütününü bu çerçevede ele almasıdır.
Yani, Mao'nun yeni demokratik devrim programı, kapitalizmin
özgürce gelişmesini kırsal alanda sınırlı tutmaz, o
başlı başına bir ekonomik-siyasal sistem olarak sorunu
ele alır.
Mao, yeni demokratik devrimin ekonomik temelini şöyle
ifade eder;
"... Ekonomik bakımdan, emperyalistlerin, hainlerin
ve gericilerin büyük girişimlerini ve sermayelerini
millileştirmeyi genel olarak özel kapitalist girişimi
muhafaza eder ve zengin köylü ekonomisini ortadan kaldırmazken,
toprak ağalarının topraklarını köylülere dağıtmayı amaçlar..."
(a.g.e. Sf. 54)
Yeni demokratik devrimin ekonomik temeli budur, feodalizmin
tasfiyesi ve kapitalizmin geliştirilmesi, feodal ağalar
politik hedeftir, zengin köylü sınıf ve kapitalizm geliştirilecektir.
Kapitalizmi, bu ekonomik sistemin özgürce gelişmesini
savunan yeni demokratik devrim, emperyalizmi ve feodalizmi
tasfiye ederken, hangi sınıfların siyasal iktidarını
politik hedef olarak amaçlamaktadır ?
Lenin, "her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur"
der, bu açıdan bu soru önem kazanmaktadır. Yeni demokratik
devrim, klasik burjuva demokratik devrimden farklıdır,
bundan, o salt bir burjuva iktidarını hedeflemez. Ancak,
burjuvaziyi de dıştalamaz, tüm anti-emperyalist sınıf
ve tabakaların politik iktidarını hedefler. "Yeni
demokratik devrim, burjuva diktatörlüğü ile değil, bütün
devrimci sınıfların, proletarya önderliği altında birleşik
cephenin diktatörlüğüdür." (a.g.e. Sf. 55) Hatta
bu iktidar, "anti-Japon milli birleşik cephesin
siyasal iktidarıdır". Elbette, tüm devletlerde
"olduğu gibi, anti-Japon milli birleşik cephenin
iktidarı, bu sınıfların diktatörlüğüdür." Siyasal
bakımdan yeni demokratik devrim, devrimci sınıfların
emperyalistlerin, hainlerin ve gericiler üzerinde ortak
diktatörlüğü için çalışır" (a.g.e. Sf. 54)
Tam burada şu soru sorulmalıdır, Yeni demokratik devrim,
kapitalizmi özgürce geliştirmesi ne demektir? Bu gelişme,
proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıfsal mücadelenin
hızlanması anlamını taşımız mı? O halde, yeni demokratik
devrim sonrası, birbiri ile çatışan bu iki sınıf nasıl
bir ortak diktatörlük kurabilir?
Lenin, 1917 Şubat/Mart BDD döneminde, Rus devrimine
özgü olan ikili iktidarın doğduğunu söyler ve bu ikili
iktidarın devam edemeyeceğini ifade eder. "Bir
devlet içinde iki iktidar erki olmaz..." sözü de
bundan dolayı söylenmiştir. O halde Lenin'in bu politik
sonucu ile, anti-Japon temelinde kurulan tüm millici
sınıfların diktatörlüğü nasıl bir ilişki içinde olabilir?
Bu soruların yanıtını ilerde ele alacağız. Bizim yanıtımız
ile Mao'nun anlayışı uyum halinde değildir, olamazda.
Devam edelim. Ayrıca, yeni demokratik devrim ile sosyalizm
arasındaki ilişki nedir? Yeni demokratik devrim, sosyalizmi
değil, kapitalizmi içeren bir aşamadır. Feodalizmi tasfiye
eden, sosyalizme geçmede zorunlu olarak yaşanan bir
ara aşamadır.
"Yeni tür demokratik devrim, bir yandan kapitalizmin
yolunu açarken, öte yandan sosyalizmin ön şartlarını
yaratır. Çin devriminin bugünkü aşaması, sömürge, yarı-sömürge
ve yarı-feodal toplumun ilgası ve sosyalist toplumun
kurulması açısından bir geçiş aşaması, yani bir yeni
demokratik devrim sürecidir." (Mao)
Demek ki, yeni demokratik devrim, ayrı bir süreçtir,
sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal bir toplum süreci
ile sosyalist toplum sürecinin "arasında bir geçiş
aşaması"dır. Kendine özgü bir süreç olan, kapitalizmi
geliştiren bu süreç, sosyalizmi kapsamaz, onun ön şartlarını
oluşturan, yeni kapitalizmi yaratan bir toplumsal ilişkiyi
kapsar.
Mao'dan iki alıntı daha yapalım..
"Çin'in burjuva-demokratik devrimini (yani demokratik
devrimi) tamamlamak ve tüm gerekli şartlar olgunlaştığında
onu sosyalist devrime dönüştürmek..."
"...Çin devrimci hareketinin bir bütün olarak ele
alındığında iki aşamayı, yani özünde farklı iki devrimci
süreç olan demokratik ve sosyalist devrimleri kucakladığını
ve ikinci sürecin ancak birincisi tamamlandıktan sonra
gerçekleşebileceğini bilmelidir..." (a.g.e. Sf.
58)
Mao'nun bu sözleri konuyu daha bir açıklayıcı niteliktedir.
Yeni demokratik devrim, (demokratik ve sosyalist görevleri
birlikte ele alan değil) aynı sürecin iki aşaması değil,
kendine özgü bir aşamadır. Yeni demokratik devrim ile
sosyalist devrim tamda bu noktada "iki ayrı süreç"
ve iki ayrı devrim, dahası iki farklı toplumsal düzendir.
Ve, sosyalist devrimin olması için, ekonomik ilişkileri
kapitalist olan, burjuvazinin de iktidarda olduğu bu
toplumsal sürecin "olgunlaşması" veya tamamlanması
gereklidir. İşte, yeni demokratik devrim, böylesi bir
devrimdir.
Ayrıca, anlaşılacağı üzere, demokratik devrim ile demokratik
görev ayrıştırılırken, sosyalist devrim ile sosyalist
görevlerde aynılaştırılmaktadır. Böylece Leninist kesintisiz
devrim anlayışı bir kez daha menşevik tarzda ele alınır.
Leninizm, proletaryanın önderliğini, proletaryanın hegomanyasını
devrim için zorunlu görür. Proletaryanın bu rolü, devrim
sorununa kendi sınıfsal konumundan yaklaşır, bu demokratik
devrim aşamasında bile, devrimin sosyalist görevlerinin
olacağı anlamına gelir. Terside doğrudur, proletarya
kendi öz devrimini, proleter-sosyalist devrimi yaparken
bile, demokratik görevlerine sarılır. Ekim sosyalist
devrimi bunun açık, somut bir örneğidir.
BDD veya Mao'nun ifadesi ile yeni demokratik devrimin
"tamamlanması" veya "tüm gerekli şartların
olgunlaşması", bu temelde sosyalist devrimin ayrı
bir devrim olarak ele alınışı, hatırlanacağı üzere,
menşevik bir anlayıştır. Lenin, daha önce incelediğimiz
gibi, burjuvazinin iktidar olması burjuva demokratik
devrimin tamamlanması olarak ele almış, kesintisiz biçimde
sosyalist devrime geçişi savunmuştur. Lenin, BDD "tamamlanmasını",
"olgunlaşmasını" beklemez, "bekleyelim"
diyenlerle çatışır, proletaryanın bilinç ve örgütlülük
düzeyine paralel proletaryanın iktidar olmasını ileri
sürer. Hatta, 1917 Nisan'ında, İKİ TAKTİK'te ileri sürülen
tezlere sıkı sıkı sarılanları eleştirir, onları "eski
formülleri" savunmakla suçlar, Kamenev ve Zinovyev
ile bu noktada yoğun polemik içindedir. Lenin ile Mao'nun
soruna yaklaşımı taban tabana zıttır.
Peki, Mao'da yeni demokratik devriminin "tamamlanması"
veya "olgunlaşması"nın ölçüsü nedir? Bu ölçünün,
kapitalizmin gelişmesi, sosyalizmin bu gelişme üzerinde
kurulacağı açıktır. Yukarıdaki alıntılar bunu gösterir.
Ayrıca, şu sözler tam bu noktada önemlidir.
"... Çin devriminin bugünkü aşamada amacı, toplumun
mevcut sömürge, yarı-sömürge ve yarı -feodal durumunu
değiştirmek, yani yeni-demokratik devrimin tamamlanması
için çalışmak olduğundan, devrimin zaferinden sonra,
kapitalizmin gelişmesini önleyen engellerini ortadan
kalkmasıyla Çin toplumunda kapitalist ekonominin belirli
bir dereceye kadar gelişmesi hiç şaşırtıcı olmayacaktır
ve bu bütünüyle bilinen bir şeydir. Ekonomik bakımdan
geri olan Çin'de belirli bir kapitalist gelişme derecesi
demokratik devrimin zaferinin kaçınılmaz bir sonucu
olacaktır..." (a.g.e. Sf. 57)
2. Enternasyonalin üretici güçler teorisi biliniyor.
Bu teoriye göre, proleter devrimin olabilmesi için kapitalizmin
gelişmesi, belli bir seviyeye gelmesi savunulur. Halbuki,
bu teori emperyalizmin gerçeği ile çelişir. Emperyalizm,
tüm ülkeleri bir zincirin halkası olarak birbirine bağlar
ve toplumsal-sınıfsal çelişkilerin en yoğun olduğu yerden
devrim gerçekleşir. Bunun için üretici güçlerin gelişmesi
toplumun kültürel olarak gelişmesi vb. zorunlu değildir.
Leninizm ile 2. enternasyonal revizyonistleri arasındaki
temel ayrım noktalarından biri budur. Ve, anlaşılacağı
üzere, Mao'nun yeni demokratik devrim tezi, tam bu noktada,
2. Enternasyonalcilerle, menşevizmle uyum içindedir.
Tüm bunlara paralel olarak, Mao'nun yeni demokratik
devrim anlayışını, programatik bir çalışma olan ÇİN
DEVRİMİ VE ÇİN KOMÜNİST PARTİSİ makalesine bağlı kalarak
şöyle özetlemek mümkündür.
a)Yeni demokratik devrim, sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal
bir toplumda, anti-emperyalist, anti-feodal karakterde
bir devrimdir. Emperyalizmin ve feodalizmin tasfiyesine
yönelen bu devrim, kapitalizmin gelişmesini sağlar.
Bu anlamıyla BDD ile aynı karakterdedir.
b) Yeni demokratik devrim, sosyalizmi hedeflemez. Sosyalizm
ancak kapitalizmin gelişmesi sonucu kurulurken, yeni
demokratik devrim, ayrı bir toplumu, yeni demokratik
bir toplumu oluşturur. Ekonomik alt yapısı kapitalist
olan bu toplum, sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal
bir toplum ile, sosyalist toplum arasında, kendine özgü
nitelikleri olan bir toplumdur.
c) Yeni demokratik devrim, yeni demokratik bir toplumu
hedeflerken, bu toplumun devlet biçimi, tüm anti-Japon
güçlerin, burjuvazi dahil tüm güçlerin "birleşik
cephesine" dayanan yeni demokratik bir devlettir.
d) Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, bu devrim, Leninist
kesintisiz devrim anlayışı ile çelişen, kesintisiz devrimi
değil, kesintili ve aşamalı bir devrimi içerir. 2. Enternasyonalin
üretici güçler teorisinden beslenen, menşevik bir anlayış
olan "BDD tamamlanması"nı savunan, demokratik
görevler ile sosyalist görevleri birbirinden ayıran,
proletaryanın değil, orta sınıfların bakış açısını yansıtan
bir devrimdir.
Bu özetten sonra, konuyu daha da netleştirmek için,
YENİ DEMOKRASİ ÜZERİNE (1940) makalesini inceleyelim.
"Sömürge ve yarı-sömürge bir ülkede böyle bir devrim,
toplumsal özelliği yönünde birinci aşaması ve birinci
adımı sırasında esas olarak burjuva-demokratik olmasına
rağmen ve objektif görevi kapitalizmin gelişmesi için
yolu açmak olmasına rağmen, artık burjuvazinin öncülüğünde,
burjuva diktatörlüğü altında bir kapitalist toplum kurmak
amacıyla yönetilen eski tip bir devrim değildir. Proletaryanın
öncülüğünde, ilk aşamada yeni demokratik bir toplum
ve bütün devrimci sınıfların ortak diktatörlüğü altında
yönetilen bir devlet kurmak amacıyla yürütülen yeni
tipte bir devrimdir. Böylece bu devrim, sosyalizmin
gelişmesi için daha geniş bir yol açılması amacına hizmet
eder..."(a.g.e. Sf. 64)
Daha önce ifade ettiğimiz gibi, "eski Çin"
üç bin yıllık bir feodal dönemi yaşamış, daha sonra
ise, emperyalizmin işgal ve istilasına maruz kalmıştır.
Böylece Çin, toplumsal süreçte feodalizm önemli bir
yer tuttuğu, ama bunun yanı sıra kapitalist ilişkilerinde
filizlendiği bir ülkedir. İç dinamizmi talan edilen
kapitalizm zayıf ve cılızdır, dahası emperyalizm ve
feodal ilişkiler, iç dinamikte çelişen kapitalizmin
önünde en önemli engeldir. Bundan dolayı Çin toplumunun
yapısı bazı bölgelerin sömürgeleştiği, bazı bölgelerin
ise yarı-sömürge ilişkilerin olduğu, yarı-feodal bir
karakterdedir.
Doğal olarak devrim, bu toplumsal ilişkileri parçalayacak,
yerine yeni ilişkileri inşa edecektir. İşte, yeni demokratik
devrimin esin kaynağı budur, "eski" Çin'in
yerine "yeni" bir Çin kurmaktır. Yeni demokratik
devrim, Mao'nun ifadesi ile "yeni bir toplum"
kurmayı hedefler. Bu toplum düzeni, sömürge, yarı-sömürge
ve yarı-feodal toplum düzenini ret edecek, onu tasfiye
edecek, bu yanıyla BDD karakterine sahip olacaktır.
Ancak, eski burjuva önderliğinde bir devrim değildir,
yeni demokratik devrim, bu yanıyla da o dünya devriminin
bir parçasıdır. Yeni demokratik devrim sonrası oluşacak
toplumsal düzen, sosyalist değildir, "objektif
görevi kapitalizmin gelişmesi için yolu açmaktır".
Bütün milli ve devrimci sınıfların iktidarı paylaşacağı,
yeni demokratik toplumda, koşulların olgunlaşmasıyla,
kapitalizmin gelişmesiyle, sosyalizmin tüm koşullarının
yaratılmasıyla, ikinci aşama gündeme gelecektir, yani
yeni demokratik toplum, sosyalist topluma dönüşecektir.
"...Devrimimizin ilk adımı veya aşaması, asla Çin
burjuvazisinin diktatörlüğü altında kapitalist bir toplumun
kurulması değildir ve olamaz fakat ilk adım, Çin proletaryasının
önderliğinde bütün devrimci sınıfların birleşik diktatörlüğü
altında yeni-demokratik bir toplumun kurulacağı ikinci
aşamaya götürecektir..." (a.g.e. Sf. 67-68)
Mao, sorunu çok net, anlaşılır formüle etmiştir. Burada,
"iki devrim", yeni-demokratik devrim ve sosyalist
devrim için, "iki farklı süreç" vardır. Ve
bunun sonucu olarak, kapitalist ve sosyalist olmayan
ama kapitalizmi geliştiren üçüncü bir toplum, "yeni
demokratik toplum" vardır.
Leninist kesintisiz devrim anlayışı, "iki farklı"
süreci değil, aynı süreçte, BDD tamamlanmadığı ülkelerde,
"tek bir süreçte", birbirini tamamlayan, birincisinin
çözemediği sorunları ikincinin çözdüğü, ikincisinin
birincisinin çözüme kavuşturduğu sorunları garantiye
aldığı iki devrimci görevi içerir. Ayrıca, bunun için
"iki devrim"de zorunlu değildir, birinci aşama,
yani demokratik devrim aşaması hızla ikinciye, yani
sosyalist devrime dönüşür. Burada kesintisiz bir yol
vardır. Bu kesintisiz sürece, "yeni bir toplum"
vb. girmez, daha demokratik devrimin ilk gününden itibaren,
proletarya sosyalizme yönelir, adım adım sosyalizmi
inşa eder.
Ayrıca bilinir, kapitalizm ile sosyalizm arasında yeni
bir toplum yoktur. Revizyonist "kapitalist olmayan
yol" tezi, üçüncü bir toplum yaratma iddiasında
bulunur ama yaratılan toplum özünde kapitalist toplumdur,
onun alt türevidir. Tam bu noktada, Mao'nun yeni-demokratik
toplum projesi ile "kapitalist olmayan yol"
revizyonist tezi aynı noktadadır. Zaten, ÇKP tarafından
sonradan geliştirilen "üç dünya teorisi" de
bu zeminden beslenmiş, kapitalist olmayan yol tezinin
yeni bir isimle piyasaya sürülmesidir.
Yarı-sömürge ve yarı-feodal bir toplum ile sosyalist
toplum arasına sığdırılan yeni demokratik toplum, doğal
olarak, bir kesintisizliği/sürekliliği değil, kesintililiği
içermektedir. Böylece, bu toplum, üçüncü bir toplum
biçimi olarak, demokratik devrim ile sosyalist devrimi
bölecek, arada bir Çin setti oluşturacaktır.
"Tarihi akış içinde Çin devrimi iki aşamadan geçmelidir,
ilk olarak demokratik devrim, ikinci olarak sosyalist
devrim, bunların her ikisi de karakter olarak değişik
birer devrimci süreçtir."
"Açıkça, bugünkü Çin toplumunun sömürge, yarı-sömürge
ve yarı-feodal özelliklerden dolayı Çin devriminin iki
aşamaya bölünmesi gerekmektedir. İlk adım sömürge, yarı-sömürge
ve yarı-feodal yapıya sahip toplumu, bakımsız ve demokratik
bir topluma dönüştürmektir. İkincisi ise, devrimi ilerletmek
ve sosyalist toplumu kurmaktır..."(a.g.e Sf. 62)
Demokratik devrim ile sosyalist devrim, ikisini birbirinden
bölen, onları ayrı ayrı süreçlere koyan, ikisi arasına,
"kapitalizmi geliştirmeyi amaç edinen" yeni
bir toplum olarak üçüncü tip bir toplumu koyan bu sözler,
bu mantığın bir devamı olarak, yeni demokratik devleti
de, üçüncü tip bir devlet olarak ele alır.
Mao, dönemin devlet sistemini üçe ayırır. Bunlar: a)
burjuva diktatörlüğü altındaki cumhuriyetler, b) proletarya
diktatörlüğü biçimdeki cumhuriyetler ve c) "birkaç
devrimci sınıfın birleşik diktatörlüğü altındaki cumhuriyetler."
(a.g.e. Sf. 71) Ve, sömürge, yarı-sömürge ve yarı- feodal
Çin ve diğer ülkeler için "üçüncü çeşit" devleti,
"birkaç anti-emperyalist sınıfın birleşik diktatörlüğü
altındaki yeni demokratik bir devleti" önerir.
Peki, bu "üçüncü çeşit" devletin esin kaynağı
nedir? Bu komintagın "üç büyük siyaseti" olan
"üç halk ilkesi"dir. (Bkz- a.g.e. 70-72-73)
Üçüncü bir devlet biçimi olan yeni-demokratik cumhuriyet,
milli burjuvazi dahil, tüm "devrimci sınıfların"
iktidarıdır. Dahası, "bugünkü Çin'de Japonya'ya
karşı birleşik cephe, yeni-demokratik devlet şeklini
temsil eder..."
Konuya ilişkin bir alıntı daha aktaralım,
"Bu yeni-demokratik cumhuriyet, artık devri geçmiş
eski demokratik şekil olan, burjuva diktatörlüğü altındaki
Avrupa-Amerika'nın eski kapitalist cumhuriyet şeklinden
değişik olacaktır. Diğer yandan bu demokratik cumhuriyet,
gelecek bütün kapitalist ülkelerde kurulacak ve hiç
şüphesiz bütün sanayileşmiş ülkelerin hakim devlet ve
hükümet şekli olacak olan, şu anda SSCB'de parlayan
proletaryanın diktatörlüğü altındaki Sovyet tipi sosyalist
cumhuriyetten de değişik olacaktır. Sovyet tipi cumhuriyetler,
belli bir tarihi devre için sömürge ve yarı-sömürge
ülkelerin devrimlerine uygun değildir. Bundan dolayı,
bu evre için bütün sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin
devrimlerinde üçüncü bir devlet şekli, yeni-demokratik
cumhuriyet kabul edilmelidir. Bu şekil belli bir tarihi
devreye uyar, bu sebepten geçicidir ve kenara atamayacağımız
gerekli bir şeklidir" (a.g.e. Sf .70-7l)
"Geçici" ama "gerekli" olan bu üçüncü
bir devlet şekli, yeni-demokratik cumhuriyet, sosyalist
bir devlet olmadığı açıktır. O halde, bu devlet nasıl
bir devlettir? Her devletin sınıfsal bir karakteri vardır
ve bir sınıfın, bir başka sınıf üzerinde diktatörlüğüdür.
Her toplum kendine özgü devlet tipini oluşturur, her
devlet üzerinde yükseldiği bir toplumsal sistemi yansıtır.
Modern sınıfların ortaya çıktığı bir toplumda, devlet
ya proletaryanın, ya da kapitalistlerin sınıfsal çıkarını
temsil eder, bu sınıfların karakterini gösterir. Bu
anlamda, üçüncü bir tip devlet yoktur. Daha öncede ifade
ettik, bu tip iddia sahipleri vardır ama bu tip toplum
ve devlet özünde kapitalisttir. Ancak, Mao, Marksizmin
devlet öğretisini bir yana bırakmış ve orta sınıfların
özlemini dile getirmiştir. Bundan, üçüncü bir toplum
ve üçüncü bir devlet biçiminden söz eder.
Daha önce, yeni demokratik devrimin asıl amacının kapitalizmi
geliştirdiğini vurgulamıştık. Bu durumda, tüm anti-Japon
sınıfların birleşik cephe iktidarı, yani proletarya
ile burjuvazinin aynı devlet içinde nasıl iki iktidar
olabileceğini sormuştuk. Ve Lenin'in "bir devlet
içinde iki iktidar erki olmaz" sözünü hatırlatmıştık.
Elbette, proletaryanın bakış acısı, Marksizm-Leninizm,
bir sınıf uzlaşmasını değil, sınıf savaşımını savunur.
Tam bu noktada, "üçüncü devlet şekli" olarak,
burjuvazi ile proletaryanın aynı devlet içinde, ortak
bir diktatörlük kuramayacağını savunur. Zira, kapitalizmin
özgür gelişmesi, sınıf savaşımının büyümesi demektir,
böylece sosyalizmin koşullarının hazırlanması anlamını
taşır. Bu laf olsun diye değil, sınıfsal ayrışmanın
olması üzerinde yaşanıp. Leninizm, demokratik devrimin
"ertesi günü" kesintisiz bir biçimde sosyalist
devrime yönelirken, burjuvazi ile uyum halinde proletaryanın
iktidarını savunmaz, burjuvazinin dışlanarak, tasfiyesine
yönelir. Marksizm sınıf uzlaşma teorisi değil, sınıf
savaşımı teorisidir.
1905 BDD ve 1917 Şubat BDD'de ortaya çıkan Sovyetler
nasıl bir devlettir? Lenin, bunun yanıtını çok net verir,
işçi-köylü devrimci diktatörlüğün (konuyu daha önce
etraflıca ele almıştık). Ve bu iktidarı, proletarya
diktatörlüğünün özgül bir biçimi olarak tanımlar. Başta,
DEVLET VE İHTİLAL eseri olmak üzere, NİSAN TEZLERİ'nde
ve 1917'de yazdığı makalelerde bu vardır.
Mao "Sovyet" ile proletarya diktatörlüğünü
özleştirerek, bu yanlışına teorik zemin bulur. Ayrıca,
Lenin'in yukarıda andığımız yazıları ile açıkça çelişir.
Böylece, Mao, Leninizm'den değil, Menşevizm'den, dahası,
sık sık andığımız gibi, Dr Sun Yat Sen'den esinlenir.
"Eğer Çin'de böyle bir cumhuriyet kurulacaksa bu
sadece siyaseti ile değil, fakat ekonomisi ile de yeni-demokratik
olmalıdır" der Mao ve Komintag'ın birinci kongresinden
esinlenerek, tarım ve sanayide yeni demokratik cumhuriyetin
ekonomik yapısını formüle eder.
"Proletaryanın öncülüğündeki yeni-demokratik cumhuriyette
devlet işletmeleri sosyalist karakterde olup bütün milli
ekonominin öncü gücünü meydana getirecektir. Fakat,
cumhuriyet, genellikle ne kapitalist özel mülkiyete
el koyacak ne de "halkın yaşantısına hükmetmek"
durumunda olmayan kapitalist üretimi yasaklayacaktır.
Çünkü Çin ekonomisi hala çok geridir" (a.g.e.Sf.73)
Ayrıca, Dr. Sun Yat Sen'den alınan "toprak işleyenin"
ilkesi kırsal alanda uygulanacak, köylüye toprak dağıtılacaktır.
Ve, "bu aşamada genellikle sosyalist tarım kurulmayacaktır"
(a.g.e. Sf. 74)
Tüm bunlar, kapitalizmi aşmayan bir çerçevedir. Proletaryanın
devrimdeki hegomanyası tezi ile çelişir.
Hep söylediğimiz gibi, yeni demokratik devrim, yeni-demokratik
bir toplumu, sosyalist olmayan bir toplumu hedefler.
Böylesi bir toplumun kültürü de, "sosyalist faktörler"
içerse de, özünde sosyalist olmayan, milli, "dört
sınıfın yarattığı" yeni bir kültürdür.
"Yeni kültüre gelince, bu kültür yeni siyaset ile
yeni ekonominin ideolojik planda yansımasıdır. Ve bu
kültür yeni siyaset ile ekonominin emrindedir.
Önceden de söylendiği gibi, Çin'de kapitalist ekonominin
doğduğu günden beri, Çin toplumunun niteliği yavaş yavaş
değişmektedir. Feodal ekonomi hala hakim olmakla beraber,
toplum tamamıyla feodal bir toplum olmaktan çıkıp, yarı-feodal
bir toplum haline gelmektedir. Kapitalist ekonomi, feodal
ekonomiye kıyasla yeni bir ekonomidir. Yeni olan kapitalist
ekonomiyle birlikte, burjuvazi, küçük-burjuvazi ve işçi
sınıfı gibi yeni bir takım kuvvetler de, ortaya çıkmakta
ve gelişmektedir. Yeni kültürde bu yeni ekonomik ve
siyasi kuvvetlerin ideolojik planda yansımasıdır ve
bu kültür, bu kuvvetlerin hizmetindedir. Kapitalist
ekonomi olmasaydı, burjuvazi, küçük burjuvazi, işçi
sınıfı ve bu sınıfların siyasal kuvvetleri olmasaydı
ne yeni ideoloji, ne de yeni kültür doğabilirdi (a.g.e.
Sf. 90)
"Yeni-demokratik kültür, geniş kitlelerin anti-emperyalist
ve anti-feodal kültürüdür, bugünkü Japonya'ya karşı
Birleşik Cephenin kültürüdür..." (a.g.e. Sf. 93)
Özetle bu yeni toplumun kültürü, milli kapitalist bir
kültürdür. Ancak, burada bir not düşelim. Mao, yukarıdaki
sözleriyle, kültür kavramını daraltmış, onu ideoloji
ile aynılaştırmıştır. Bu da doğru değildir, kültür kavramı
çok daha geniş bir kavramdır. Bunu bir yana bırakırsak,
tekrar vurgulamak gerekirse, bu kültür burjuva toplumuna
ait, burjuva kültürüdür. Elbette, feodalizmle kıyaslanırsa,
daha ileridir ve yenidir. Ama, proletarya bunu hedeflemez,
o asli olarak kendi kültürünü hedefler ve kendi öncesi
tüm özel mülkiyet kaynaklı kültürlerin, feodalizm ve
kapitalizm dahil tüm kültürlerin demokratik yanlarını
alıp, yeniden üreterek kendi kültürünü oluşturur. Sosyalizm
ve sosyalist kültür proletaryanın hedefidir, her adımını
buna bağlar.
Mao sorar, "...Proletarya diktatörlüğünün sosyalist
yolunu tutmamız mümkün müdür?" ve yanıtlar: "Hayır,
bu da mümkün değildir". Neden? Çünkü, Mao, daha
önce ele aldığımız gibi, yeni demokratik toplumun/devrimin
"tamamlanmasını" bekler, bu devrimin görevlerini
anti-emperyalizm ve anti-feodalizmle sınırlar. "Çin'deki
devrimin şimdiki görevi emperyalizme ve feodalizme karşı
savaşmaktır ve bu görev tamamlanana kadar sosyalizm
söz konusu değildir" (a.g.e. Sf. 79)
Toparlarsak, yeni demokratik devrim programı kapitalizmin
sınırlarını aşmayan bir programdır. Ve Leninist kesintisiz
devrimle taban tabana zıttır orta sınıfların özlemini,
hedefini dile getiren bir niteliğe sahiptir.
Bu anlamıyla, yeni demokratik devrim, Marksizm'e bir
"katkı" değildir, menşevik devrim anlayışının
Çin toplumu somutunda yeniden üretimidir. Ayrıca, Mao'nun
yeni demokratik devrim programı ile 3. Enternasyonalin
ve Stalin'in sömürge ve bağımlı ülkeler için önerdiği
MDD programı arasında ciddi farklar olduğu açıktır.
Mao'nun yeni demokratik devrim anlayışı, devrimci-sosyalist
harekette, popülist-halkçı bir mevzi oluşturduğu açıktır.
1940'landa ileri sürülen bu tezi, hiç değiştirmeden,
dogmatik tarzda ele alıp, savunanlar ise, traji-komik
bir duruma düşmektedirler. Feodalizmin egemen olduğu
bir toplum düzeninde, yeni-demokratik devrim, kapitalizmin
gelişmesini savunur. Peki, yeni-sömürge, kapitalizmin
egemen olduğu ülkemizde, dogmatik Mao'cular neyi savunacaktır?
Tekelci kapitalizmden, demokratik kapitalizme nasıl
geçecekler? Bu tarihin akışını geriye çevirmek değil
mi? Bu tekelci kapitalizmden nasıl, kapitalizmin önünü
açan yeni demokratik bir toplum yaratılacak? Lenin,
"tekelci devlet kapitalizmi, sosyalizm denilen
aşamayla arasında hiçbir ara aşamanın olmadığı..."
(Prof. Dev.Teorisi/2.Def,Sf. 23 Yaklaşan Felaket makalesinden)nı
söyler. Peki, bu yeni-demokratik toplumu sosyalizm ile
tekelci kapitalizmin arasına nasıl koyacaktır? Olmayan
bir milli burjuvazi ile nasıl stratejik bir ittifak
kurulacaktır, bu sınıfla nasıl iktidarı proletarya paylaşacaktır?
Sınıfsal ayrışmayı yaşayan köylülük, "yeniden dağıtım"
ilkesi ile toprak dağıtmak, proleterleşen köylülüğün
küçük burjuva haline getirilmesi demek değil mi? Lenin'in
1906 sonrası "kapitalizmin geliştirmesi" tezini
savunmadığı biliniyor, bu yaklaşımı nasıl ele almak
lazım? BDD tamamlanmasını
beklemek menşevizm değil mi? Demokratik devrime proletarya
tüm siyasal-toplumsal amaçlarını bir yana atarak mı
katılır, yoksa tam tersi mi? Proletaryanın demokratik
devrimde hegomanyası, diğer emekçi sınıflarla iktidarı
bu devrim sürecinde paylaşan proletaryanın, bu devrimin
"ertesi günü" sosyalizme yönelmesi gerekmez
mi? vb. soruları çoğaltmak mümkündür ama burjuva demokratik
devrimin dar ufku ile kendini sınırlayan, dogmatik Mao'cuların
bu sorulara yanıt bulması mümkün değildir.
Ütopik tezler mi nesnel-toplumsal gerçeklere galebe
çalacaktır? Marksizm tam tersini, nesnel-toplumsal gerçeklerin
ütopik tezleri yerle bir edeceğini söyler. Dogmatik
Mao'cuların önünde iki yol vardır, ya Marksizm-Leninizm'e
sarılacaklar ya da idealist-ütopya peşinde, koşacaklar.
Çölde serap görmek, bir an bile olsa "iyidir".
Ama toplumsal devrim tüm "serapları" yok edecek
kadar yakıcıdır. Eskimiş "kirli gömleği" bir
kenara atmanın, Leninizm'e sıkı sıkı sarılmanın zamanı
gelmedi mi?
Her sınıf kendi bayrağının altında toplanır, herkes
kendi bayrağının altına!
F- ANTİ-EMPERYALİST ANTİ-OLİGARŞİK HALK DEVRİMİ
Ülkemiz, emperyalizme yeni-sömürgecilik ilişkileri ile
bağımlı, çarpık kapitalizmin egemen olduğu, demokratik
tüm hakların yok sayıldığı, faşizmin süreklilik gösterdiği
bir ülkedir. Emperyalizmin III. Bunalım döneminin tüm
ilişki ve çelişkisini derinlemesine yaşayan ülkemizde,
demokratik halk devrimi zorunlu bir duraktır.
DHD, parti tarihimize mal olmuş birçok belgede ifade
edildiği gibi, anti-emperyalist, anti-oligarşik bir
devrimdir. Önder yoldaşımız Mahir Çayan'ın sözleriyle,
"ülkemizde tekelci kapitalizm kendi iç dinamiği
ile gelişmediğinden ve de yerli tekelci burjuvazi baştan
emperyalizmle bütünleşmiş olarak doğduğundan, stratejik
hedefimiz anti-emperyalist, anti-oligarşik devrimdir..."
(B.Yaz. Sf. 343)
Hemen ifade edelim, devrimin karakterinin anti-emperyalist,
anti-oligarşik olması, Mahir Çayan'ın düşüncesinde gerçek
bir sıçrama, Leninizm'in günümüz koşullarında yeniden
üretimidir.
Bu devrim, DHD programını karakterize eden formülasyon,
keyfi tercihlerin sonucu değil, zorunlu uygunluk yasası
gereğince, emperyalizmin üçüncü bunalım döneminde ortaya
çıkan toplumsal olguların yarattığı çelişkilerin, yeni-sömürge
bir ülkede çözüm platformudur. "Stratejik hedef,
bilindiği gibi, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki
çelişkinin, ideolojik, politik, sosyal ve ekonomik çözüm
platformudur." (a.g.e. Sf. 343)
Çağımızda, tüm çelişkilerin kaynağı, üretimin sosyal
karakteri ile üretim araçları üzerindeki mülkiyet ilişkileri
arasındaki çelişki, yani emek-sermaye çelişkisidir.
Bu çelişkiden kaynaklanan, dünya ölçüsünde, o emperyalist
ülkelerle sosyalist ülkeler arasında, emperyalist ülkelerle
geri bıraktırılmış ülke halkları arasında ve emperyalistlerin
kendi arasında çelişkiler vardır. Tüm çağa damgasını
vuran çelişki ise, bu çelişkiler içindeki emperyalizm
ile özellikle geri bıraktırılmış ülke halkları arasındadır.
Emperyalizm, üçüncü bunalım döneminde, yeni-sömürge
ülkelerde, dışsal bir olgu değil, bizzat oligarşinin
içinde yer aldığı, ekonomiden siyasete, sanattan spora
kadar her alanda tam bir denetimi sağladığı, bu yanıyla
da içsel bir olgu olduğu biliniyor. Yeni-sömürgecilik,
emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda kapitalizmi
geliştirmiş, eski dönemde zayıfta olsa toplumsal bir
olgu olan milli burjuvazi tamamen pazar ilişkileri ile
emperyalizme bağlanmış, gelişen tekelci burjuvazi tamamen
emperyalizmin kontrolünde gelişmiştir. Bu gelişme, ülke
içinde, baş çelişkinin emperyalizm ve oligarşi ile geniş
emekçi halk arasında olmasına yol açmıştır. "Ülkemizdeki
baş çelişki oligarşi ile halkımız arasındadır."
M. Çayan. İşte, DHD bu çelişkinin çözüm platformudur.
DHD programının iki temel stratejik hedefi vardır, emperyalizm
ve onun toplumsal dayanağı olan oligarşik ittifak. Bundan
dolayı, bu stratejik hedefi tasfiye etmek, ulusal ve
sınıfsal bir mücadelenin sonucunda ancak mümkündür.
DHD, emperyalizmin l. ve 2. bunalım dönemlerinde ortaya
çıkan MDD'den farklı olarak, sınıfsal mücadelenin ön
planda olduğu bir devrimdir. Elbette, burada anti-emperyalist
ulusal mücadelenin hepten bir yana atılması söz konusu
değildir. Hatta olası bir açık işgal koşullarında, ulusal
yan ön plana çıkabilir. Ama, bu bütünsellik içinde,
sınıfsal mücadele ön plandadır, ulusal mücadele ve şiarlar
sınıfsal mücadeleye bağlı olarak gelişir.
"... Oligarşi içinde bizzat emperyalizm yer aldığı
için devrimci savaş sadece sınıfsal planda yürümeyecektir.
Savaş, sınıfsal ve ulusal planda yürüyecektir. Şüphesiz
oligarşik devlet cihazının militarizme gücü yetersiz
kalıp, Amerikan ordularının açıkça savaş içinde yer
almasına kadar, sınıfsal yan ağır basacaktır."
(a.g.e. Sf. 344-345)
Yeni-sömürgecilik ilişkileri içinde, kapitalizmin egemen
olması, sınıfsal ayrışmanın yaşanması, feodalizmin yukarıdan
aşağı, çarpıkta olsa bir çözülme içinde olması vb. sınıfsal
çelişkiyi ön plana çıkarır. Ama, bu emperyalizme karşı
ulusal çelişkilerin tamamen ortadan kalktığı anlamına
gelmez. Emperyalizmin varlığı, yeni-sömürgecilik ilişkileri
içinde gizlenmiştir, açık işgal yerini gizli işgale
bırakmıştır. İkili anlaşmalar, üsler, tesisler, hatta
bizzat üretim sürecine katılarak artı-değer sömürüsünden
pay alma vardır, tüm bunlar emperyalizmin varlığının
somut ifadesidir. Gelişen kapitalizm, baştan itibaren
emperyalizmin kontrolünde, onun denetiminde gelişmiştir,
tekelci sermaye tamamen emperyalizmin denetimindedir.
Bundan dolayı emperyalizme karşı mücadeleyi oligarşiye
karşı mücadeleden ayırmak mümkün değildir. "Ülkemizdeki
yerli hakim sınıflarla, Amerikan emperyalizmini kalın
çizgilerle ayırmak fiilen imkansızdır." (M. Çayan),
Terside doğrudur...
Burada, son dönemlerde epey çarpık tartışılan şu soru
sorulabilir, DHD'de, "YA ÖZGÜR VATAN YA ÖLÜM"
şiarının yeri nedir?
Bilindiği üzere, bu şiar, ya özgür vatan ya ölüm şiarı,
3. Bunalım döneminde, yeni-sömürgelerde, Latin Amerika'da,
başta Fidel-Che olmak üzere, birçok proletarya devrimcisi
tarafından ileri sürülmüştür. Anti-emperyalist bir şiardır,
ulusal bağımsızlığı hedefler bu yanıyla stratejik bir
şiardır.
1975 yılında Marksist politik irade olarak yeniden oluşturulan
partimiz MLSPB hiç şüphesiz Latin Amerika devrimlerinden
de etkilenerek, doğru biçimde bu şiarı, DHD programı
çerçevesinde ele almış, kitlelere mal etmiştir. "Yaşasın
Ortadoğu Devrimci Çemberi" şiarı ile birlikte,
ülke devrimini Ortadoğu devrimi ile ilişkilendiren partimiz,
" Ya Özgür Vatan Ya Ölüm" şiarının politik
gerekliliklerini, anti-emperyalist, anti-siyonist mücadelesi
ile somutlamıştır.
Yeni-sömürgecilik, tıpkı diğer bağımlılık biçimleri
gibi, emperyalizme bağımlılığın bir biçimidir. Herhangi
bir bağımlılık biçimi değil, emperyalizmin geliştirdiği
en sinsi, en iğrenç, en sömürücü bağımlılık biçimidir,
işgal biçimi, bu ilişki içinde gizlidir, emperyalizm
içsel bir olgudur. Bu ilişkiler parçalanmadan, ülke
tam bağımsızlığa kavuşmadan, çeşitli uluslardan oluşan
Türkiye halkları, bu topraklarda, özgürce kendi yaşamını
kurmadan, kısaca anti-emperyalist bir devrim gerçekleşmeden
bağımsız ve sosyalist bir Türkiye sözkonusu olamaz.
Tam bağımsız Türkiye, DHD, en önemli hedefidir. Elbette,
tek hedef değildir, demokratik bir Türkiye, sosyalizmle
bağlarını koparmadan ikinci önemli hedeftir. İşte, Ya
Özgür Vatan Ya Ölüm şiarı tıpkı, "Bağımsız Türkiye"
şiarı gibi anti-emperyalist bir devrimin stratejik hedefini
ifade eder.
Elbette, bu şiar, açık işgal koşullarında, sadece stratejik
bir şiar olmaktan çıkar, güncel mücadelenin temel şiarı
haline dönüşebilir.
Ayrıca burada "vatan" kavramını yerli yerine
oturtmak lazım. Çünkü, Kemalizm'in yoğun etkisi ile
sosyal şovenizm bu kavramı adeta anlaşılmaz hale getirmektedir.
Onlara göre, vatan, misak-i milli sınırlar içindeki
tüm toprak parçası "tek ülke", "tek vatan"dır.
Böylece, eğer, "özgür vatan" deniliyorsa,
bu durumda Türkiye ve Kürdistan, iki ülke-iki vatan,
aynılaştırılmakta, dahası Kürdistan yok sayılmaktadır.
Halbuki, Türkiye ve Kürdistan, emperyalist ve sömürgeci
iktidarların ileri sürdüklerinden farklı olarak iki
ayrı ülkedeki ayrı vatandır. Kürdistan, dört parçaya
bölünmüş, her bir parçası egemen bir ulus tarafından
sömürgeleştirilmiş böylece devletler arası sömürge statüsüne
sahip bir ülkedir. Bağımsız-demokratik-birleşik Kürdistan,
Kürdistan devriminin asgari programının önemli bir hedefidir.
Kürdistan için "özgür vatan", bağımsız-demokratik-birleşik
bir Kürdistan'dır. Devrimin ulusal yanı ön planda olduğundan,
özgür bir Kürdistan şiarı sürekli gündemdedir, stratejik
ve güncel, bir şiardır. Türkiye ise farklıdır. Sık sık
vurguladığımız gibi, yeni-sömürgedir, biçimselde olsa,
Türk ulusuna ait bir devlet, parlamento vb. vardır.
Bundan dolayı, gelişen kapitalizmin yarattığı sınıfsal
mücadelenin de devamı olarak sınıfsal mücadele ön plandadır.
Özgür bir Türkiye, yeni-sömürgeciliğin tasfiyesi anlamına
gelmektedir ve stratejik hedeftir.
Demek ki, bu çerçevede "vatan" kavramını yerli
yerine koymak lazım! "Ya Özgür Vatan Ya Ölüm"
şiarını da bu çerçevede ele almak lazım.
Ancak, tıpkı, "Kızıldere son değil savaşı sürdüreceğiz..."
şiarı gibi, "Ya Özgür Vatan Ya Ölüm" şiarı,
bir dönem ısrarla reddedilip bugün oportünist çevrelerce
kullanılmaktadır. Pragmatizmin, koyu bir sosyal şovenizmle
beslenmesi, bu çevreyi DHKP-C'yi, Kürdistan'ın ayrı
bir ülke olmadığını, KUKM yok sayıldığını, bu temelde
Kemalist bir çizgiye düştüğünü tüm açıklıkla göstermektedir.
Bu aynı zamanda bir ahlak sorunudur, bu konuda da bu
çevrenin sicili epey kabarıktır.
DHD programı çerçevesinde mücadelenin sınıfsal eksende
gelişmesi, eski dönemin devrim programı olan MDD programının
aşılması demektir. Çünkü, MDD, l. ve 2. bunalım döneminde,
sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal ülkelerde zorunlu
bir duraktır, mücadelenin ulusal yanı ön plandadır.
3. Bunalım döneminde, yeni-sömürge ülkelerde ise ulusal
yan sınıfsal yana rağmen ikincidir.
Konuyu daha net kavramak için, özetle, iki dönem ve
iki devrim programının köşe taşlarını ifade edelim.
MDD programı çerçevesinde: a) ülke, sömürge veya yarı-sömürge
ve yarı-feodal bir ülkedir, b) emperyalizm, komprador
burjuvazi ve feodal toprak sahipleri sınıfına dayanır,
c) emperyalist işgal biçimi açıktır, d) merkezi otorite
zayıftır, ülkenin önemli bir kısmı zayıf mahalli otoritelerin
egemenliği altındadır, e) toplumsal süreç feodalizmdir,
f) şehirleşme zayıftır g) proletarya nicel ve nitel
olarak zayıftır, devrimin asıl kitle gücü köylüdür,
ğ) baş çelişki, emperyalizm ve feodalizmle, bir avuç
hain dışında tüm ulus arasındadır.
DHD programı çerçevesinde: a) ülke, yeni-sömürge bir
ülkedir, b) emperyalizmin toplumsal dayanağı tekelci
sermaye ve pre-kapitalist unsurlardır, c) emperyalizm
içsel olgu olup, işgal biçimi gizlidir, d) güçlü merkezi
otorite söz konusu olup, oligarşik karaktere sahiptir,
e) toplumsal süreç kapitalizmdir, f) kırsal alanda feodal
ilişkiler çözülmekte, şehirlerin rolü artmaktadır, g)
eski toplum ilişkilerine kıyasla proletaryanın toplumsal
rolü artmıştır, proletarya ve köylülük devrimin itici
kitle gücüdür, ğ) baş çelişki emperyalizm ve oligarşi
ile tüm emekçi sınıflar arasındadır.
Bu temel farklılıklar, DHD programının, MDD programına
kıyasla daha geniş bir muhtevaya sahip olduğunu gösterir.
"Anti-emperyalist ve anti-oligarşik devrim kavramı,
kavram olarak milli demokratik devrimden pek farklı
değildir. Ancak daha geniş bir muhtevayı ve niteliği
belirtmektedir. Emperyalizmin III. bunalım döneminin
emperyalist işgal biçimini belirtmesi açısından bu kavram
daha tutarlıdır. Milli demokratik devrim kavramı, genellikle,
emperyalizmin eski istismar metotlarının temel olduğu
dönemi karakterize etmektedir." (a.g.e. Sf. 343)
Burada, Mahir yoldaşın DHD için, "...daha geniş
bir muhtevayı ve niteliği belirtir." sözlerinin
altını çizmek gerekir. Bu sözlerden, elbet, yukarıda
özetle ifade ettiğimiz nitelikler oldukça önemlidir.
Ama, bu sözler, iki açıdan, DHD programını daha geniş
bir muhtevaya kavuşturur.
Birincisi, DHD programı, demokratik ve sosyalist görevleri
içerir, devrimde proletaryanın hegomanyası, sınıfsal
ayrışmanın hızlanması vb. bu programı, sosyalist devrim
programına yaklaştırır. MDD programına nazaran DHD programı
sosyalist görevler açısından daha güçlüdür; bundan DHD
programı SD koşullarını daha güçlü hazırlar, ilişkiyi
güçlendirir, mesafeyi kısaltır.
İkincisi, DHD programı, MDD programını kapsadığı gibi,
anti-faşist mücadele ekseninde, demokrasi mücadelesini
zenginleştirir. MDD programı, anti-faşist mücadeleyi
içermez, DHD programı, sürekli faşizm olgusuna paralel
olarak, anti-faşist görevleri de yüklenir.
Elbette bu keyfi bir tercih sorunu değildir. 1. ve 2.
bunalım döneminde, siyasal gericiliğin temel dayanağı
emperyalizm ve onunla iç içe olan feodalizmdir. Bundan
dolayı, MDD programının demokratik niteliği, bu toplumsal
dayanağın tasfiyesi ile mümkündür. Bundan dolayı, feodalizme
karşı mücadele, köylülerin toprak talebi, MDD demokratik
görevlerini içerir. Ancak, 3. bunalım döneminde, toplumsal
süreç kapitalizmdir, siyasal gericiliğin toplumsal dayanağı
ise, tekelci sermaye ve pre-kapitalist unsurların ittifakı,
yani oligarşidir. Faşizm, tekelci sermayenin sınıf iktidarıdır
ve yukarıdan aşağı kurumlaşan faşizm, sürekli bir karaktere
sahiptir. İşte, faşizme ve onun sınıfsal yapısına yönelen
DHD, sadece tarım sorunlarını, çözmez, faşizmi tasfiye
eder. Bu yanıyla DHD programı MDD programından daha
geniş bir muhtevaya sahiptir.
Mahir yoldaşın şu sözleri de, yine bu çerçevede ele
alınabilir: "Yeni-sömürgeci metotların temelinde,
emperyalist tekellerin aç gözlü sömürü politikasına
cevap verecek şekilde, sömürge ülkelerde meta pazarının
geliştirilmesi, 'yukarıdan aşağıya kapitalizmin' bu
ülkelerde hakim üretim biçimi olması, merkezi güçlü
otoritenin egemen olması sonucunu doğurmuştur 'yukarıdan
aşağı demokratik devrim' belli ölçülerde gerçekleştirilmiş,
üst yapıda feodal ilişkiler genellikle muhafaza edilirken,
alt yapıda kapitalizm egemen unsur haline gelmiştir..."
(B.Yaz. Sf. 308)
Yeni sömürgecilik, kapitalizmin gelişmesi anlamına gelir.
Bir başka deyişle, yukarıdan aşağı kapitalizmin gelişmesi,
feodalizmin çözülmesi bu anlamda da "yukarıdan
aşağı demokratik devrimin" belli ölçülerde tamamlanması
demektir.
Bu gelişme, daha öncede ifade ettiğimiz gibi, DHD programının,
"özünde bir köylü devrim" değil, (ki MDD özünde
bir köylü devrimidir), tarım devrimini de içeren, ama
demokrasi sorununun çözümünü ön plana çıkaran bir devrimi
kapsadığı söylenebilir. Ulusların kendi kaderini tayin
hakkından, faşizmin tasfiyesine, siyasal özgürlüklere
kadar uzanan bir çerçeveyi oluşturan demokrasi sorununun
çözümü, DHD programının en temel unsurudur.
Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur. DHD, mevcut
oligarşik nitelikteki devleti halk hareketi ile parçalayacak,
onun yerini, proletaryanın önderliğinde, işçi-köylü-şehir
küçük burjuvazi-aydın, kısaca, tüm halkın iktidarı kurulacaktır.
Bu iktidar, orta-burjuvazi dahil tüm burjuvaziyi dıştalayacak,
onlar üzerinde diktatörlük kuracaktır. Ve, DHD "ertesi
günü" sosyalizme yönelecek, adım adım sosyalizm
inşa edilecektir. Bu aynı zamanda, mevcut halk demokrasisinin,
toplumsal tabanının gelişmesi, proletaryanın ve yoksul
kır emekçilerinin tek başına iktidarını oluşturması
anlamına gelecektir.
"İşçi sınıfının önderliği altında emekçilerin egemenliğini
cisimleştiren halk demokrasisi rejimi, varolan tarihsel
koşullar altında, deneyimin hali hazırda gösterdiği
gibi, kapitalist iktisadı tasfiye etmek ve sosyalist
iktisadı örgütlemek amacıyla proletarya diktatörlüğünün
işlevlerini başarıyla yerine getirebilir ve getirmek
zorundadır" (Dimitrov)
DHD sonucu oluşan halk demokrasisi, proletarya diktatörlüğünün
özgün biçimidir bu birincisi.
DHD programı, kendini feodalizmle sınırlı tutmaz, kapitalizme
yönelir ve bunun sonucu, devrimin ilk gününden itibaren
sosyalist ekonomiyi örgütler. Yani, bir başka deyişle,
DHD, burjuva demokrasisinin dar ufku ile yetinmez, yönünü
sosyalizme döner, bu ikincisi.
DHD programı sosyalist devrimin kendisi değildir ama
sosyalist devrimin görevlerini de üstlenir, bu üçüncüsü.
Çünkü,
her sınıf kendi toplumsal-siyasal çıkarları ile devrime
katılır. Proletarya kendi sınıfsal çıkarı için, sosyalizm
için toplumsal devrime önderlik yapar ancak bunu bir
vuruşta değil, diğer sınıfların taleplerini de ifade
eden, siyasal demokrasinin tüm sorunlarına sahip çıkarak,
onlarla, bu dönemde "irade birliği" içinde
olarak, bunun üzerinden sosyalizme ulaşacağını bilir.
"Bu yüzden geri bıraktırılmış ülkelerde proletarya
tek bir süreç içinde ikili devrimci görevle karşı karşıyadır"
(B.Yaz. Sf. 295)
Daha önce, sık sık vurguladık, Mahir'in düşüncesi sürekli
bir gelişim içindedir. KESİNTİSİZ DEVRİM II-III bu açıdan
son derece önemlidir. Konumuz olan DHD için, "D-STRATEJİK
HEDEFİMİZ ANTİ-EMPERYALİST VE ANTİ-OLİGARŞİK DEVRİMDİR"
(343) alt bölümü, bu gelişmenin adeta doruk noktasıdır.
Mahir, bu bölümde, tekrar sınıfların mevzilenmesine
döner, programatik görüşleri, uzun bir sessizlik sonrası
yeniden canlanan parti faaliyetlerine paralel ele alır.
Burada, "önder güç, proletaryadır" diyerek
önderliğin niteliğini, "partimiz halk savaşı ile
devrimin zafere erişebileceğini tespit ettiğinden proletaryanın
ideolojik önderliği temel almıştır" belirlemesi
yapar.
Temel güçler sorununu ise şöyle formüle eder, "Temel
güçler, köylülerdir (feodal kalıntılar ve tarım burjuvazisi
hariç bütün köylü unsurlardır.)
Sırasıyla
-Köy proletaryası,
-Köy yarı-proletaryası,
-Yoksul köylüler,
-Orta köylüler,
Şehir proletaryası da elbette devrimin temel kitle kuvvetleri
içindedir. Ancak, devrim de onun belirleyiciliği, devrimin
yükselme aşamasındadır. Ve son sözü o söyleyecektir..."
(B.Yaz. Sf. 347)
Bu formülasyon doğrudur ve bugün için bile değerinden
hiçbir şey kaybetmemiştir. Ayrıca biliniyor, partimiz
MLSPB, 1987 DHD programında, yine sorunu böyle formüle
etmiştir. Açıktır ki, bu formülasyonun kendisi, kapitalizmin
kırsal alanda gelişmesini, bu temelde sınıfsal bir çözülmeyi
yansıtır. Dahası "tarım burjuvazisini" ittifak
vb. değil, devrimin hedefleri içinde ele alır. Ayrıca,
işçi sınıfını "temel güç" içinde ele alır.
Tüm bunlar doğrudur ancak, daha önce ele aldığımız gibi,
"ideolojik önderlik" kavramını kendi tuzağından
kurtarmak zorunludur. Çünkü, DHD'nde proletaryanın rolü,
MDD'ye göre nazaran artmıştır. Bilinç ve örgütlülük
derecesine paralel olarak devrimde fiili rolünü oynayacaktır.
Dahası, Che'nin "küçük savaşçı çekirdeklerin başlattıkları
mücadeleye (öncü savaşı) giderek sürekli bir şekilde
yeni yeni güçler katılır, kitle hareketleri boy göstermeye
başlar, eski düzen yavaş yavaş yıpranır, çöker. İşte
tam bu sıradadır ki işçi sınıfı ve şehirli yığınlar
savaşın kaderini tayin ederler" sözleri doğrudur
ama bizim gibi kapitalizmin geliştiği ülkelerde, proletaryanın
rolü "son söz" olarak değil, sürekli olarak
devrimde yerini alır. Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi,
şehir-kır bütünlüğü içinde ele alınır. Bunun anlamı,
bazı dönemler, ikincil plana düşse de şehirlerde mücadelenin
kesintisiz yürütülmesidir.
Ayrıca, ittifaklar sorununu da, yeniden düzenlemek zorunludur.
Çünkü, hem yanlış Kemalizm tespitinin yarattığı sonuçları
burada görmek mümkündür, hem de yeni olgular söz konusudur.
Önce Mahir'den aktaralım:
"Vasıtasız ihtiyatlar:
-Kemalist aydın çevre
-Dünya Sosyalist Bloğu
-Sömürge ülkelerde, özelliklede Ortadoğu'daki milli
kurtuluş hareketleri
"Vasıtalı İhtiyatlar:
-Küçük-burjuvazinin sağ kanadı
-Demokrat... batı ülkeleri ve kamuoyu
-Oligarşinin kendi içindeki çelişkiler" (B.Yaz.
Sf. 347)
Burada, "vasıtalı ihtiyatlar" içinde sıralanan
üç madde esasta doğrudur ama "vasıtasız ihtiyatlar"
yani birinci derecedeki ittifakları yeniden düzenlemekte
yarar vardır. Sıralamanın değişmesi koşulu ile Mahir'deki
sıralamaya sadık alırsak, "Kemalist aydın çevre"
ittifak olamaz. Bunun yerine, "demokrat-aydın çevre"
tanımlaması daha doğrudur. Daha önce ele aldığımız gibi,
"dünya sosyalist bloğu" bu tarihsel dönemi
açıklamaktan uzaktır. Çünkü, dünya sosyalist bloğu dağılmış
ve bunun yerini tek tek sosyalist ülkeler almıştır.
Bu sosyalist ülkeler devrimimizin birinci derecede ittifakı
içindedir. Bu anlamda, "dünya sosyalist bloğu"
kavramı yerine, "sosyalist dünya" veya "sosyalist
ülkeler" kavramını kullanmak daha doğrudur. "sömürge
ülkelerde, özellikle Ortadoğu'daki milli kurtuluş hareketleri"
kavramları özünde yanlış değildir ama bu tanımlama,
1970 dünyasını daha çok açıklamaktadır. "Milli
kurtuluş" kavramı, günümüzdeki devrimci gelişmeyi
açıklamaktan uzaktır, dar bir ufku, ulusal bağımsızlıkla
sınırlı bir ufku yansıtmaktadır. Halbuki "devrimci
kurtuluş" kavramı, hem ulusal, hem de sınıfsal
mücadelenin sentezidir, toplumsal kurtuluşu, sosyalizmi
hedefler. Bunu dikkate alarak, şu formülasyon daha doğrudur,
"sömürge, yarı-sömürge ve yeni-sömürge ülkelerde,
özelliklede Ortadoğu'daki devrimci kurtuluş hareketleri"
elbette, bu tanımlamanın içinde, KUKM özel bir yer tutar.
Ama, bunu ayrı ve özel bir madde formüle etmek ve de
vasıtasız ihtiyatların ilk maddesinde ele almak gereklidir,
doğru olanda budur.
Bizim gibi yeni-sömürge ülkelerde, anti-emperyalist
anti-oligarşik DHD, uzun süreli bir halk savaşıyla,
Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi ile zafere ulaşacaktır.
Yönü sosyalizme dönük olan DHD, Politikleşmiş Askeri
Savaş Stratejisini temel alan partimiz MLSPB'nin asgari
programıdır. Bu program, kendini kapitalizmin dar ufukları
ile sınırlamaz, kesintisiz devrim esprisi ile sosyalizme
açılır.
MLSPB, proletaryanın sınıf partisidir. DHD programını
da bu temelde ele alır. Nihai amacımız, sınırsız-sömürüsüz
bir toplum olan komünizmdir. Devrim, bu amaca ulaşana
kadar sürekli kılınacaktır.
Bu bir uzun yürüyüştür. Mahir yoldaşımız ve partimiz
THKP bu görüşte ilk onurlu adımdır. Bu adımları büyütmek,
parti çizgimizde iktidar yürüyüşünü hızlandırmak tarihsel
görevimizdir.
Bunun bilincindeyiz....
Zafere ulaşmanın yolu, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi
temelinde, bu programatik hedefler için dövüşmekten
geçmektedir. Bu bilinçle parti bayrağımızı yükseklerde
tutup, onurlu kavgayı büyüteceğiz.
Zafere ulaşmanın yolu budur ve bunu başaracağız !
Ocak-Şubat 1998
|