Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Dosya

 
 
 

Mahir ve Devrim
VIII. Bölüm

Şahin ŞİMŞEK

E- ÇİN DEVRİMİ VE YENİ DEMOKRATİK DEVRİM ÜZERİNE
Çin toplumu, Mao'nun da sık sık ifade ettiği gibi, sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal bir toplumdur. Geniş nüfus ve coğrafi alana sahiptir. Kapitalizmin Çin'de, üç bin yıllık feodal bir sistemin içinde, basit el zanaatçılığın gelişmesi ile filizlenmiştir. Ancak, geniş bir pazara sahip Çin, yabancı kapitalizmin ilgisini çekmiş ve 19. yüzyılın ortalarında yabancı sermayenin boyunduruğu altına girmiştir. Afyon savaşları olarak bilinen savaş, Çin toplumunun yarı-sömürgeleştirilmesi, iç dinamizmle gelişen kapitalizmi tahrip etmiş, kapitalizm emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda gelişmiştir.
Feodal ve yarı-feodal ilişkilerin oldukça yaygın olduğu Çin'de, emperyalizme bağımlı gelişen kapitalizmin niteliği komprador kapitalizmdir. Acenteci, komisyoncu niteliği olan bu kapitalizm, özellikle liman kentlerde egemendir. Nüfusun %80'i kırsal alanda ve feodal ilişkilerin kuşatması altındadır. Gelişen komprador kapitalizm ile özellikle küçük ve orta ölçekli kapitalizme dayanan milli kapitalizm, sömürüden pay alma kavgasında toplumsal çelişki içindedir, özellikle anti-emperyalist savaşımında bu çelişki devrimde dikkate alınmak zorundadır. Bu yanıyla Çin devriminde, milli burjuvazinin rolü olduğu açıktır, bu sınıf, milli burjuvazi MDD sürecinde sınırlıda olsa bir role sahiptir.
ÇKP, 1921 yılında kurulmuştur. SBKP ve komünist enternasyonalle ilişki içinde olan ÇKP, kuruluşunun ilk yıllarında şehirlerde yoğun bir faaliyet içindedir, proletarya ile yakın ilişki içindedir. Ancak, I927'lerde yaşanan şehir ayaklanmaları yenilgi ile sonuçlanmıştır. Yenilgiyi izleyen dönemde, ÇKP'ye "sağ" ve "sol" sapmalar egemen olmuş, ama giderek devrim kırsal alana yayılmıştır.
Çin devriminde, silahlı mücadelenin rolü, 1927 yenilgisi sonrası çok net olarak kavranmış, Stalin'in "Çin'de silahlı devrim, silahlı karşı-devrimle savaşıyor. Bu Çin devrimine has niteliklerden ve avantajlardan biridir." sözleri "iktidar namlunun ucundadır" tezi ile desteklenmiştir. Bunun anlamı silahlı mücadelenin stratejik bir öneme sahip olduğudur. Politikada güç olma, kitlelerle güçlü ilişkilerin kurulması, silahlı mücadeleden geçmektedir. İşte, Çin devriminde anlamını bulan halk savaşı bu temelde gelişmiş, bir katkı olarak dünya devrimine sunulmuştur. ÇKP önderliğinde yürütülen halk savaşında silahlı mücadele, farklı dönemlerde özgül biçimler alsa da her dönem temeldir.
Bilindiği gibi, halk savaşı üç temel aşamayı kapsar. Bunlar, stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik saldırı dönemleridir. Stratejik açıdan güçlü bir kuvvete karşı, emperyalizme ve işbirlikçisi komprador kapitalizm-feodal güçler ittifakına karşı verilen halk savaşı, gerilla savaşı ile başlamış ve kısa sürede düzenli ordulara dönüşmüştür. Emperyalizmin en zayıf olduğu alan, yumuşak karnı kırlardır. Aynı zamanda bir köylü/toprak devrimi özelliği gösteren Çin devrimi, kırlardan şehirlerin kuşatılması ile dizi aşamayı yaşayarak zafere ulaşmıştır.
Kuzey zaferi dönemi, toprak devrimi dönemi, Japon emperyalizmine karşı direniş savaşı dönemi başlıca temel dönemlerdir. Devrim sınıfsal ve ulusal planda gelişmektedir ancak toprak devrimi döneminde devrim sınıfsal rotada yürürken, emperyalizme karşı direniş savaşı döneminde ulusal rotada yürümektedir.
Bunda yanlış bir yan yoktur. İç savaş ve toprak devrimi dönemlerinde feodalizm ile komprador burjuvazi temel hedeftir ama ulusal planda savaşın yürüdüğü dönemde, emperyalizme karşı mücadele ön plana çıkar. Taktik ilişkilerde bu temelde şekillenir, şiarlar bu temelde ele alınır.
Mao şunu söyler; "... Çin devrimi karakter bakımından bugünkü dönemde, burjuva demokratik bir nitelik taşımaktadır. Başlıca hedefleri emperyalizm ve feodalizm, temel itici güçleri ise proletarya, köylülük ve şehir küçük burjuvazisi teşkil eder. Milli burjuvazi ise belli zamanlarda ve belli ölçülerde devrime katılabilir. Çin devrimci mücadelesinin esas biçimi, silahlı mücadeledir. Gerçekten partimizin tarihi, bir silahlı mücadele tarihi olarak adlandırılabilir ....) Böylece, Çin burjuva-demokratik devriminde iki temel özellik göze çarpıyor!
1) Proletaryaya burjuvazi ile birleşerek bir milli birleşik cephe kuruyor, ya da onu bozmak zorunda kalıyor,
2) Silahlı mücadele, devrimin temel mücadele biçimini teşkil ediyor..." (Yeni Dem.Dev. Sf. 21)
Mao'nun ifade ettiği gibi, Çin devriminin en temel özelliğinin biri silahlı mücadeledir, bu önemli bir mirastır. Ancak, devrimde burjuvazinin rolü sorununu, ilerde tekrar ele alacağımız üzere, taktik sorun değil, stratejik bir sorun haline dönüştürülmüştür. Bu yanıyla, Rus devriminden temelde farklıdır ve önemli eleştirileri hak etmektedir.
Ayrıca Çin devriminin bir başka özgül yanı vardır. Çin büyük burjuvazisi komprador niteliktedir ve milli kapitalizmden farklıdır. Komprador burjuvazisi feodal savaş ağaları ile birlikte emperyalizmin Çin ülkesinde toplumsal dayanağıdır. Ancak bu işbirlikçi kesim kendi içinde bütünlük oluşturmaz, farklı emperyalist güçlerin kendi toplumsal dayanakları vardır. Emperyalist ülkeler arasındaki çelişki, doğal olarak Çin ülkesine yansımakta, böylece Çin'de farklı işbirlikçi güçler kendi aralarında çatışmalar yaşamaktadır. Bu çelişki Çin devriminin özgül bir yanını oluşturur.
"... Büyük burjuvazinin içindeki gruplar, değişik emperyalist güçlere dayanır. Öyle ki, bu güçler arasındaki çelişmeler daha keskin bir hale geldiği ve devrimin ucu esas olarak belirli bir emperyalist güce yöneldiğinde, diğer güçlere bağlı olan büyük burjuva grupları belirli bir dereceye kadar ve belirli bir süre için, o belirli emperyalist güce karşı mücadeleye katılabilir..." (Mao, a.g.e. Sf . 23)
Çin devrimi, Sovyet devriminin yanında en çok tartışılan, siyasal-toplumsal etkisi itibariyle en çok dünya devrimini etkileyen devrimlerden biridir. 1921 yılında kurulan, böylece, Mao'nun ifadesi ile "birinci büyük devrim" dönemini başlatan ÇKP, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, SBKP ve komünist enternasyonalle yakın ilişkisi vardır. Ancak, bu ilişki, her şeye rağmen mesafeli bir ilişkidir. Mao'nun "Çin devrimi Stalin ve komünist enternasyonale rağmen gerçekleşti..." sözleri birazda bu mesafeyi açıklar. Komünist enternasyonal içindeki çelişkiler, önemli ölçüde ÇKP içine yansımıştır. Mao'nun "sağ sapma" olarak tanımladığı Troçkist sapma olduğu gibi, Sovyet devrimine dogmatik yaklaşan bunu "mevzi ayaklanmaları" tezi ile destekleyen "sol sapma"larda önemli bir yer tutar. Hatta, Mao'nun ÇKP içindeki egemenliği 1935 yılındadır, öncesi dönem önemli ölçüde bu akımların etkisindedir. ÇKP, örneğin 1937'lerde bir milyon iki yüz parti üyesine, bir milyon halk ordusuna, yüz milyonluk nüfusu kapsayan kurtarılmış bölgelere sahiptir, bu yanıyla komünist enternasyonal içinde en güçlü partilerden biridir.
Komünist enternasyonal, özellikle ÇKP ile komintag ilişkilerine çeşitli müdahalelerde bulunmuş, ÇKP'nin komintag içinde "birleşik cephe" politikası sonucu erimesi savunulmuş, böylece ÇKP'nin bağımsızlığına gölge düşürmüştür. "Komintag"ın yeniden örgütlenmesi ve milli devrimci ordunun kurulmasına teşvik ettiler" (Mao) sözleri bunun ifadesidir. Bu önemli hatanın "işçi-köylü partisi" tezi ile ilgisi vardır.
Her şeye rağmen, Çin devriminin, özellikle komünist enternasyonal ile çelişkili bir ilişki içinde olduğu, komünist enternasyonalin öngörülerinin dışında geliştiği, bu yanıyla da mesafeli olduğu söylenebilir.
Konumuza dönelim.
Biz, burada, programatik nitelikte iki önemli yazıyı: ÇİN DEVRİMİ VE KOMÜNİST PARTİSİ ÜZERİNE yazılarını inceleyeceğiz. Mao'nun SEÇME ESERLERİ-2'de toplanan bu yazıların içeriği, SEÇME ESERLER'in 3. ve 4. cildinde de, örneğin, "KOALİSYON HÜKÜMETİ ÜZERİNE", "DEMOKRATİK HALK DİKTATÖRLÜĞÜ ÜZERİNE" vb. makalelerinde vardır.
Ancak, biz, konunun özünü oluşturduğundan, programatik nitelikteki bu iki çalışmayı bu yazımızda kendimize esas alacağız. Böylece, hem parti tarihimizde önemli bir yer tutan, Çin devrimi ve Mao Zedung'un düşüncesini daha iyi tanıyacağız, onu yerli yerine oturtacağız, hem de, Leninist kesintisiz devrim anlayışımızın önemli bir köşe taşını daha inşa edeceğiz.
Keza, partimizin DHD programı, 2. bunalım döneminde, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde görülen MDD programından daha geniş bir muhtevaya sahiptir, onun devrimci tarzda aşılması anlamını taşır. Ayrıca, saflarımızda, Mao'nun YENİ DEMOKRATİK DEVRİM anlayışı ile köklü bir hesaplaşma yaşanmamıştır. Mao'ya yaklaşımımız biliniyor, seviyeli ve eleştireldir. ŞAFAK YARGILANAMAZ'da felsefi yanlışlarını ele aldık, bu çalışmada, programatik, devrim sorunundaki yanlışlarını ele alıp, eleştireceğiz.
İnceleyelim...
ÇİN DEVRİMİ VE ÇİN KOMÜNİST PARTİSİ (Aralık 1939) çalışması, iki ana bölümden oluşur, birincisi, Çin toplumu bölümü, ikincisi ise Çin devrimi bölümü. Birinci bölüm ÇKP denetiminde, Mao'nun gözden geçirmesi sonucu somutlaşırken, ikinci bölüm, bizzat Mao tarafından kaleme alınmıştır. ÇKP saflarında eğitim için yazılan bu broşür, daha öncede vurguladığımız gibi, ÇKP'nin programı niteliğindedir. Ve, daha sonra, bir yıl sonra kaleme alınan YENİ DEMOKRASİ ÜZERİNE broşürü bu çalışma üzerinde yükselmiştir, onun esin kaynağıdır. Bundan dolayı, her iki çalışmayı ayrı ele almak mümkün değildir.
Daha önce ifade ettiğimiz gibi, Çin toplumu, 1940'larda sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal özelliklere sahiptir. Her ülkenin özgün özellikleri elbet vardır ama bu nitelikler, toplumsal evrimin o tarihsel koşullarında, yani 1. ve 2. bunalım döneminde, tüm sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin ortak karakteridir. Emperyalizm dışsal bir olgu olup, bazı liman kentleri işgal etmiştir. Emperyalist yatırımlar, özellikle iç pazarı geliştirmede ilk adım olan demiryolları, yollar vb. alanlardır. Toplumsal süreç, feodalizmin egemenliği altında olup, kapitalizm emperyalizmin denetiminde gelişmektedir. Nüfusun önemli kısmı kırsal alanda ve feodal ve yarı-feodal ilişki içindedir. Emperyalist işgal, gerici-feodal güçlere veya komprador burjuvaziye dayanarak sürdürülür, köylü sınıfların toprak talebi devrimde temel niteliğe sahiptir. Ulusal ve demokratik karaktere sahip olan devrim, burjuva demokratik karakterdedir. Ancak, bu devrim, çağın niteliğinden dolayı, burjuvazinin önderliğinde değil, proletaryanın önderliğindedir, bundan, bu tip ülkelerde MDD olarak tanımlanması yanlış değildir.
Yarı-feodal, yarı-sömürge niteliklere sahip olan Çin toplumunda, devrimin siyasal-toplumsal hedefi, Mao'nun da ifade ettiği gibi "emperyalizm ve feodalizm, emperyalist ülkelerin burjuvazisi ve ülkemizin toprak ağaları sınıfıdır". Bu iki toplumsal güç, emperyalizmin işgalinin açık bir karakter gösterdiği, toplumsal sürecin feodalizm olduğu Çin'de toplumsal evrimin önündeki asıl engeldir. Bir başka deyişle, emperyalizmin ve onun toplumsal dayanağı feodalizm, Çin toplumunda, üretici güçlerin önünde engeldir. Devrim bu göreve taliptir, toplumun önünü açacaktır. Doğal olarak, bu devrim, "yabancı emperyalist zulmü yıkmak için bir milli devrim, feodal toprak ağası zulmünü yıkmak için bir demokratik devrim" niteliğindedir. MDD'de, milli/ulusal yön ön plandadır. İlk ve önde gelen görev ise emperyalizmi devirmeyi hedef alan milli devrimdir." (Mao)
Çin'de, "toprak ağası sınıfı, emperyalist egemenliğin ana sosyal temelini oluşturur",ve "komprador büyük burjuvazi, emperyalist ülkelerin kapitalistlerine doğrudan hizmet eden ve onlar tarafından beslenen bir sınıftır..." Bundan dolayı, bu iki sınıf, MDD itici gücünü değil, hedefini oluşturur, devrimin itici gücü işçi sınıfı ile köylülüktür. Bunun yanı sıra, milli burjuvazi toplumsal bir olgudur, devrimde sınırlı bir role sahiptir. Ancak, Çin devriminde ve Mao'da bu sınıfla ilişki sorunu gereğinden fazla abartılmış, stratejik düzeye sıçratılmış, hatta, örneğin, 1927 yenilgisinin nedenlerinden biri olarak, "burjuvazi ile ittifak kurulamaması..." olarak ele alınmıştır.
Mao'nun "yeni-demokratik devrim" olarak tanımladığı devrim, burjuva-demokratik devrimdir. Proleter sosyalist olmayan bu devrim klasik burjuva-demokratik devrimden farklıdır, bu anlamda, kavramların karşılığını bulması için, Mao bu devrimi, yeni demokratik devrim olarak tanımlar. Emperyalizme ve feodalizme yönelen ama zaten var olan milli kapitalizmin gelişmesini amaçlayan bu devrim, milli burjuvazi dahil, tüm millici sınıfların iktidarını hedefler.
"Çin toplumu sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal, Çin devriminin baş düşmanları emperyalizm ve feodalizm, devrimin görevleri bu iki düşmanı, içinde burjuvazinin bazen yer aldığı bir milli ve demokratik devrimle devirmek olduğu ve devrimin ucu, büyük burjuvazi devrime ihanet edip devrimin düşmanı haline gelse bile, genel olarak kapitalizme ve kapitalist özel mülkiyete değil emperyalizme ve feodalizme yöneldiği ve bütün bunlar doğru olduğu için bugünkü aşamada Çin devriminin karakteri proleter-sosyalist değil, burjuva-demokratiktir..." (Mao-Yeni Demokratik devrim: Sf: 54)
Anlaşılacağı üzere, yeni demokratik devrim, genel olarak kapitalizme, kapitalist özel mülkiyete yönelmiyor, tam tersini feodalizmin bağrında yeni bir üretim ilişkisi olarak doğup gelişen kapitalizmin önündeki engelleri kaldırmayı çalışıyor. Emperyalizm ve onun toplumsal dayanağı feodalizm, kapitalizmin özgürce gelişmesini engelleyen toplumsal güçtür, gericiliğin toplumsal zeminidir. Bundan dolayı, devrim, emperyalizmin varlığına ve onun toplumsal dayanağı olan feodalizme yönelmekte, kapitalizmin önünü açmaktadır.
Bu yanıyla, yeni demokratik devrim programı, menşevikler tarafından önerilen ve kabul edilen RSDİP'in ilk programına, 1903 programına benzer. RSDİP programı, BDD sürecinde, özellikle kırsal alanda feodal ilişkilerin parçalanmasını, "yeniden dağıtım" ilkesi ile bu alanda sınıf mücadelesinin özgürce gelişmesini içerir. Ancak, Lenin ve bolşevikler, 1905 BDD sonrasında bu programı reddeder, "ellerini bağlamamak" için, BDD sonrası nasıl bir tablonun doğacağı tam bilinemediğinden, Leninist kesintisiz devrim gereği, sorunun çözümünü köylü komitelerine bırakır. Ayrıca, "yeniden dağıtım" ilkesinden daha ileri olan "ulusallaştırma" savunulur. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken, RSDİP programının bu özelliği, bu çerçevede tarım programını kapsar. Yeni demokratik devrim programı ise, tarım programından daha öte, programın bütününü bu çerçevede ele almasıdır. Yani, Mao'nun yeni demokratik devrim programı, kapitalizmin özgürce gelişmesini kırsal alanda sınırlı tutmaz, o başlı başına bir ekonomik-siyasal sistem olarak sorunu ele alır.
Mao, yeni demokratik devrimin ekonomik temelini şöyle ifade eder;
"... Ekonomik bakımdan, emperyalistlerin, hainlerin ve gericilerin büyük girişimlerini ve sermayelerini millileştirmeyi genel olarak özel kapitalist girişimi muhafaza eder ve zengin köylü ekonomisini ortadan kaldırmazken, toprak ağalarının topraklarını köylülere dağıtmayı amaçlar..." (a.g.e. Sf. 54)
Yeni demokratik devrimin ekonomik temeli budur, feodalizmin tasfiyesi ve kapitalizmin geliştirilmesi, feodal ağalar politik hedeftir, zengin köylü sınıf ve kapitalizm geliştirilecektir.
Kapitalizmi, bu ekonomik sistemin özgürce gelişmesini savunan yeni demokratik devrim, emperyalizmi ve feodalizmi tasfiye ederken, hangi sınıfların siyasal iktidarını politik hedef olarak amaçlamaktadır ?
Lenin, "her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur" der, bu açıdan bu soru önem kazanmaktadır. Yeni demokratik devrim, klasik burjuva demokratik devrimden farklıdır, bundan, o salt bir burjuva iktidarını hedeflemez. Ancak, burjuvaziyi de dıştalamaz, tüm anti-emperyalist sınıf ve tabakaların politik iktidarını hedefler. "Yeni demokratik devrim, burjuva diktatörlüğü ile değil, bütün devrimci sınıfların, proletarya önderliği altında birleşik cephenin diktatörlüğüdür." (a.g.e. Sf. 55) Hatta bu iktidar, "anti-Japon milli birleşik cephesin siyasal iktidarıdır". Elbette, tüm devletlerde "olduğu gibi, anti-Japon milli birleşik cephenin iktidarı, bu sınıfların diktatörlüğüdür." Siyasal bakımdan yeni demokratik devrim, devrimci sınıfların emperyalistlerin, hainlerin ve gericiler üzerinde ortak diktatörlüğü için çalışır" (a.g.e. Sf. 54)
Tam burada şu soru sorulmalıdır, Yeni demokratik devrim, kapitalizmi özgürce geliştirmesi ne demektir? Bu gelişme, proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıfsal mücadelenin hızlanması anlamını taşımız mı? O halde, yeni demokratik devrim sonrası, birbiri ile çatışan bu iki sınıf nasıl bir ortak diktatörlük kurabilir?
Lenin, 1917 Şubat/Mart BDD döneminde, Rus devrimine özgü olan ikili iktidarın doğduğunu söyler ve bu ikili iktidarın devam edemeyeceğini ifade eder. "Bir devlet içinde iki iktidar erki olmaz..." sözü de bundan dolayı söylenmiştir. O halde Lenin'in bu politik sonucu ile, anti-Japon temelinde kurulan tüm millici sınıfların diktatörlüğü nasıl bir ilişki içinde olabilir?
Bu soruların yanıtını ilerde ele alacağız. Bizim yanıtımız ile Mao'nun anlayışı uyum halinde değildir, olamazda.
Devam edelim. Ayrıca, yeni demokratik devrim ile sosyalizm arasındaki ilişki nedir? Yeni demokratik devrim, sosyalizmi değil, kapitalizmi içeren bir aşamadır. Feodalizmi tasfiye eden, sosyalizme geçmede zorunlu olarak yaşanan bir ara aşamadır.
"Yeni tür demokratik devrim, bir yandan kapitalizmin yolunu açarken, öte yandan sosyalizmin ön şartlarını yaratır. Çin devriminin bugünkü aşaması, sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal toplumun ilgası ve sosyalist toplumun kurulması açısından bir geçiş aşaması, yani bir yeni demokratik devrim sürecidir." (Mao)
Demek ki, yeni demokratik devrim, ayrı bir süreçtir, sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal bir toplum süreci ile sosyalist toplum sürecinin "arasında bir geçiş aşaması"dır. Kendine özgü bir süreç olan, kapitalizmi geliştiren bu süreç, sosyalizmi kapsamaz, onun ön şartlarını oluşturan, yeni kapitalizmi yaratan bir toplumsal ilişkiyi kapsar.
Mao'dan iki alıntı daha yapalım..
"Çin'in burjuva-demokratik devrimini (yani demokratik devrimi) tamamlamak ve tüm gerekli şartlar olgunlaştığında onu sosyalist devrime dönüştürmek..."
"...Çin devrimci hareketinin bir bütün olarak ele alındığında iki aşamayı, yani özünde farklı iki devrimci süreç olan demokratik ve sosyalist devrimleri kucakladığını ve ikinci sürecin ancak birincisi tamamlandıktan sonra gerçekleşebileceğini bilmelidir..." (a.g.e. Sf. 58)
Mao'nun bu sözleri konuyu daha bir açıklayıcı niteliktedir. Yeni demokratik devrim, (demokratik ve sosyalist görevleri birlikte ele alan değil) aynı sürecin iki aşaması değil, kendine özgü bir aşamadır. Yeni demokratik devrim ile sosyalist devrim tamda bu noktada "iki ayrı süreç" ve iki ayrı devrim, dahası iki farklı toplumsal düzendir. Ve, sosyalist devrimin olması için, ekonomik ilişkileri kapitalist olan, burjuvazinin de iktidarda olduğu bu toplumsal sürecin "olgunlaşması" veya tamamlanması gereklidir. İşte, yeni demokratik devrim, böylesi bir devrimdir.
Ayrıca, anlaşılacağı üzere, demokratik devrim ile demokratik görev ayrıştırılırken, sosyalist devrim ile sosyalist görevlerde aynılaştırılmaktadır. Böylece Leninist kesintisiz devrim anlayışı bir kez daha menşevik tarzda ele alınır. Leninizm, proletaryanın önderliğini, proletaryanın hegomanyasını devrim için zorunlu görür. Proletaryanın bu rolü, devrim sorununa kendi sınıfsal konumundan yaklaşır, bu demokratik devrim aşamasında bile, devrimin sosyalist görevlerinin olacağı anlamına gelir. Terside doğrudur, proletarya kendi öz devrimini, proleter-sosyalist devrimi yaparken bile, demokratik görevlerine sarılır. Ekim sosyalist devrimi bunun açık, somut bir örneğidir.
BDD veya Mao'nun ifadesi ile yeni demokratik devrimin "tamamlanması" veya "tüm gerekli şartların olgunlaşması", bu temelde sosyalist devrimin ayrı bir devrim olarak ele alınışı, hatırlanacağı üzere, menşevik bir anlayıştır. Lenin, daha önce incelediğimiz gibi, burjuvazinin iktidar olması burjuva demokratik devrimin tamamlanması olarak ele almış, kesintisiz biçimde sosyalist devrime geçişi savunmuştur. Lenin, BDD "tamamlanmasını", "olgunlaşmasını" beklemez, "bekleyelim" diyenlerle çatışır, proletaryanın bilinç ve örgütlülük düzeyine paralel proletaryanın iktidar olmasını ileri sürer. Hatta, 1917 Nisan'ında, İKİ TAKTİK'te ileri sürülen tezlere sıkı sıkı sarılanları eleştirir, onları "eski formülleri" savunmakla suçlar, Kamenev ve Zinovyev ile bu noktada yoğun polemik içindedir. Lenin ile Mao'nun soruna yaklaşımı taban tabana zıttır.
Peki, Mao'da yeni demokratik devriminin "tamamlanması" veya "olgunlaşması"nın ölçüsü nedir? Bu ölçünün, kapitalizmin gelişmesi, sosyalizmin bu gelişme üzerinde kurulacağı açıktır. Yukarıdaki alıntılar bunu gösterir. Ayrıca, şu sözler tam bu noktada önemlidir.
"... Çin devriminin bugünkü aşamada amacı, toplumun mevcut sömürge, yarı-sömürge ve yarı -feodal durumunu değiştirmek, yani yeni-demokratik devrimin tamamlanması için çalışmak olduğundan, devrimin zaferinden sonra, kapitalizmin gelişmesini önleyen engellerini ortadan kalkmasıyla Çin toplumunda kapitalist ekonominin belirli bir dereceye kadar gelişmesi hiç şaşırtıcı olmayacaktır ve bu bütünüyle bilinen bir şeydir. Ekonomik bakımdan geri olan Çin'de belirli bir kapitalist gelişme derecesi demokratik devrimin zaferinin kaçınılmaz bir sonucu olacaktır..." (a.g.e. Sf. 57)
2. Enternasyonalin üretici güçler teorisi biliniyor. Bu teoriye göre, proleter devrimin olabilmesi için kapitalizmin gelişmesi, belli bir seviyeye gelmesi savunulur. Halbuki, bu teori emperyalizmin gerçeği ile çelişir. Emperyalizm, tüm ülkeleri bir zincirin halkası olarak birbirine bağlar ve toplumsal-sınıfsal çelişkilerin en yoğun olduğu yerden devrim gerçekleşir. Bunun için üretici güçlerin gelişmesi toplumun kültürel olarak gelişmesi vb. zorunlu değildir. Leninizm ile 2. enternasyonal revizyonistleri arasındaki temel ayrım noktalarından biri budur. Ve, anlaşılacağı üzere, Mao'nun yeni demokratik devrim tezi, tam bu noktada, 2. Enternasyonalcilerle, menşevizmle uyum içindedir.
Tüm bunlara paralel olarak, Mao'nun yeni demokratik devrim anlayışını, programatik bir çalışma olan ÇİN DEVRİMİ VE ÇİN KOMÜNİST PARTİSİ makalesine bağlı kalarak şöyle özetlemek mümkündür.
a)Yeni demokratik devrim, sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal bir toplumda, anti-emperyalist, anti-feodal karakterde bir devrimdir. Emperyalizmin ve feodalizmin tasfiyesine yönelen bu devrim, kapitalizmin gelişmesini sağlar. Bu anlamıyla BDD ile aynı karakterdedir.
b) Yeni demokratik devrim, sosyalizmi hedeflemez. Sosyalizm ancak kapitalizmin gelişmesi sonucu kurulurken, yeni demokratik devrim, ayrı bir toplumu, yeni demokratik bir toplumu oluşturur. Ekonomik alt yapısı kapitalist olan bu toplum, sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal bir toplum ile, sosyalist toplum arasında, kendine özgü nitelikleri olan bir toplumdur.
c) Yeni demokratik devrim, yeni demokratik bir toplumu hedeflerken, bu toplumun devlet biçimi, tüm anti-Japon güçlerin, burjuvazi dahil tüm güçlerin "birleşik cephesine" dayanan yeni demokratik bir devlettir.
d) Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, bu devrim, Leninist kesintisiz devrim anlayışı ile çelişen, kesintisiz devrimi değil, kesintili ve aşamalı bir devrimi içerir. 2. Enternasyonalin üretici güçler teorisinden beslenen, menşevik bir anlayış olan "BDD tamamlanması"nı savunan, demokratik görevler ile sosyalist görevleri birbirinden ayıran, proletaryanın değil, orta sınıfların bakış açısını yansıtan bir devrimdir.
Bu özetten sonra, konuyu daha da netleştirmek için, YENİ DEMOKRASİ ÜZERİNE (1940) makalesini inceleyelim.
"Sömürge ve yarı-sömürge bir ülkede böyle bir devrim, toplumsal özelliği yönünde birinci aşaması ve birinci adımı sırasında esas olarak burjuva-demokratik olmasına rağmen ve objektif görevi kapitalizmin gelişmesi için yolu açmak olmasına rağmen, artık burjuvazinin öncülüğünde, burjuva diktatörlüğü altında bir kapitalist toplum kurmak amacıyla yönetilen eski tip bir devrim değildir. Proletaryanın öncülüğünde, ilk aşamada yeni demokratik bir toplum ve bütün devrimci sınıfların ortak diktatörlüğü altında yönetilen bir devlet kurmak amacıyla yürütülen yeni tipte bir devrimdir. Böylece bu devrim, sosyalizmin gelişmesi için daha geniş bir yol açılması amacına hizmet eder..."(a.g.e. Sf. 64)
Daha önce ifade ettiğimiz gibi, "eski Çin" üç bin yıllık bir feodal dönemi yaşamış, daha sonra ise, emperyalizmin işgal ve istilasına maruz kalmıştır. Böylece Çin, toplumsal süreçte feodalizm önemli bir yer tuttuğu, ama bunun yanı sıra kapitalist ilişkilerinde filizlendiği bir ülkedir. İç dinamizmi talan edilen kapitalizm zayıf ve cılızdır, dahası emperyalizm ve feodal ilişkiler, iç dinamikte çelişen kapitalizmin önünde en önemli engeldir. Bundan dolayı Çin toplumunun yapısı bazı bölgelerin sömürgeleştiği, bazı bölgelerin ise yarı-sömürge ilişkilerin olduğu, yarı-feodal bir karakterdedir.
Doğal olarak devrim, bu toplumsal ilişkileri parçalayacak, yerine yeni ilişkileri inşa edecektir. İşte, yeni demokratik devrimin esin kaynağı budur, "eski" Çin'in yerine "yeni" bir Çin kurmaktır. Yeni demokratik devrim, Mao'nun ifadesi ile "yeni bir toplum" kurmayı hedefler. Bu toplum düzeni, sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal toplum düzenini ret edecek, onu tasfiye edecek, bu yanıyla BDD karakterine sahip olacaktır. Ancak, eski burjuva önderliğinde bir devrim değildir, yeni demokratik devrim, bu yanıyla da o dünya devriminin bir parçasıdır. Yeni demokratik devrim sonrası oluşacak toplumsal düzen, sosyalist değildir, "objektif görevi kapitalizmin gelişmesi için yolu açmaktır". Bütün milli ve devrimci sınıfların iktidarı paylaşacağı, yeni demokratik toplumda, koşulların olgunlaşmasıyla, kapitalizmin gelişmesiyle, sosyalizmin tüm koşullarının yaratılmasıyla, ikinci aşama gündeme gelecektir, yani yeni demokratik toplum, sosyalist topluma dönüşecektir.
"...Devrimimizin ilk adımı veya aşaması, asla Çin burjuvazisinin diktatörlüğü altında kapitalist bir toplumun kurulması değildir ve olamaz fakat ilk adım, Çin proletaryasının önderliğinde bütün devrimci sınıfların birleşik diktatörlüğü altında yeni-demokratik bir toplumun kurulacağı ikinci aşamaya götürecektir..." (a.g.e. Sf. 67-68)
Mao, sorunu çok net, anlaşılır formüle etmiştir. Burada, "iki devrim", yeni-demokratik devrim ve sosyalist devrim için, "iki farklı süreç" vardır. Ve bunun sonucu olarak, kapitalist ve sosyalist olmayan ama kapitalizmi geliştiren üçüncü bir toplum, "yeni demokratik toplum" vardır.
Leninist kesintisiz devrim anlayışı, "iki farklı" süreci değil, aynı süreçte, BDD tamamlanmadığı ülkelerde, "tek bir süreçte", birbirini tamamlayan, birincisinin çözemediği sorunları ikincinin çözdüğü, ikincisinin birincisinin çözüme kavuşturduğu sorunları garantiye aldığı iki devrimci görevi içerir. Ayrıca, bunun için "iki devrim"de zorunlu değildir, birinci aşama, yani demokratik devrim aşaması hızla ikinciye, yani sosyalist devrime dönüşür. Burada kesintisiz bir yol vardır. Bu kesintisiz sürece, "yeni bir toplum" vb. girmez, daha demokratik devrimin ilk gününden itibaren, proletarya sosyalizme yönelir, adım adım sosyalizmi inşa eder.
Ayrıca bilinir, kapitalizm ile sosyalizm arasında yeni bir toplum yoktur. Revizyonist "kapitalist olmayan yol" tezi, üçüncü bir toplum yaratma iddiasında bulunur ama yaratılan toplum özünde kapitalist toplumdur, onun alt türevidir. Tam bu noktada, Mao'nun yeni-demokratik toplum projesi ile "kapitalist olmayan yol" revizyonist tezi aynı noktadadır. Zaten, ÇKP tarafından sonradan geliştirilen "üç dünya teorisi" de bu zeminden beslenmiş, kapitalist olmayan yol tezinin yeni bir isimle piyasaya sürülmesidir.
Yarı-sömürge ve yarı-feodal bir toplum ile sosyalist toplum arasına sığdırılan yeni demokratik toplum, doğal olarak, bir kesintisizliği/sürekliliği değil, kesintililiği içermektedir. Böylece, bu toplum, üçüncü bir toplum biçimi olarak, demokratik devrim ile sosyalist devrimi bölecek, arada bir Çin setti oluşturacaktır.
"Tarihi akış içinde Çin devrimi iki aşamadan geçmelidir, ilk olarak demokratik devrim, ikinci olarak sosyalist devrim, bunların her ikisi de karakter olarak değişik birer devrimci süreçtir."
"Açıkça, bugünkü Çin toplumunun sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal özelliklerden dolayı Çin devriminin iki aşamaya bölünmesi gerekmektedir. İlk adım sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal yapıya sahip toplumu, bakımsız ve demokratik bir topluma dönüştürmektir. İkincisi ise, devrimi ilerletmek ve sosyalist toplumu kurmaktır..."(a.g.e Sf. 62)
Demokratik devrim ile sosyalist devrim, ikisini birbirinden bölen, onları ayrı ayrı süreçlere koyan, ikisi arasına, "kapitalizmi geliştirmeyi amaç edinen" yeni bir toplum olarak üçüncü tip bir toplumu koyan bu sözler, bu mantığın bir devamı olarak, yeni demokratik devleti de, üçüncü tip bir devlet olarak ele alır.
Mao, dönemin devlet sistemini üçe ayırır. Bunlar: a) burjuva diktatörlüğü altındaki cumhuriyetler, b) proletarya diktatörlüğü biçimdeki cumhuriyetler ve c) "birkaç devrimci sınıfın birleşik diktatörlüğü altındaki cumhuriyetler." (a.g.e. Sf. 71) Ve, sömürge, yarı-sömürge ve yarı- feodal Çin ve diğer ülkeler için "üçüncü çeşit" devleti, "birkaç anti-emperyalist sınıfın birleşik diktatörlüğü altındaki yeni demokratik bir devleti" önerir.
Peki, bu "üçüncü çeşit" devletin esin kaynağı nedir? Bu komintagın "üç büyük siyaseti" olan "üç halk ilkesi"dir. (Bkz- a.g.e. 70-72-73)
Üçüncü bir devlet biçimi olan yeni-demokratik cumhuriyet, milli burjuvazi dahil, tüm "devrimci sınıfların" iktidarıdır. Dahası, "bugünkü Çin'de Japonya'ya karşı birleşik cephe, yeni-demokratik devlet şeklini temsil eder..."
Konuya ilişkin bir alıntı daha aktaralım,
"Bu yeni-demokratik cumhuriyet, artık devri geçmiş eski demokratik şekil olan, burjuva diktatörlüğü altındaki Avrupa-Amerika'nın eski kapitalist cumhuriyet şeklinden değişik olacaktır. Diğer yandan bu demokratik cumhuriyet, gelecek bütün kapitalist ülkelerde kurulacak ve hiç şüphesiz bütün sanayileşmiş ülkelerin hakim devlet ve hükümet şekli olacak olan, şu anda SSCB'de parlayan proletaryanın diktatörlüğü altındaki Sovyet tipi sosyalist cumhuriyetten de değişik olacaktır. Sovyet tipi cumhuriyetler, belli bir tarihi devre için sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin devrimlerine uygun değildir. Bundan dolayı, bu evre için bütün sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin devrimlerinde üçüncü bir devlet şekli, yeni-demokratik cumhuriyet kabul edilmelidir. Bu şekil belli bir tarihi devreye uyar, bu sebepten geçicidir ve kenara atamayacağımız gerekli bir şeklidir" (a.g.e. Sf .70-7l)
"Geçici" ama "gerekli" olan bu üçüncü bir devlet şekli, yeni-demokratik cumhuriyet, sosyalist bir devlet olmadığı açıktır. O halde, bu devlet nasıl bir devlettir? Her devletin sınıfsal bir karakteri vardır ve bir sınıfın, bir başka sınıf üzerinde diktatörlüğüdür. Her toplum kendine özgü devlet tipini oluşturur, her devlet üzerinde yükseldiği bir toplumsal sistemi yansıtır. Modern sınıfların ortaya çıktığı bir toplumda, devlet ya proletaryanın, ya da kapitalistlerin sınıfsal çıkarını temsil eder, bu sınıfların karakterini gösterir. Bu anlamda, üçüncü bir tip devlet yoktur. Daha öncede ifade ettik, bu tip iddia sahipleri vardır ama bu tip toplum ve devlet özünde kapitalisttir. Ancak, Mao, Marksizmin devlet öğretisini bir yana bırakmış ve orta sınıfların özlemini dile getirmiştir. Bundan, üçüncü bir toplum ve üçüncü bir devlet biçiminden söz eder.
Daha önce, yeni demokratik devrimin asıl amacının kapitalizmi geliştirdiğini vurgulamıştık. Bu durumda, tüm anti-Japon sınıfların birleşik cephe iktidarı, yani proletarya ile burjuvazinin aynı devlet içinde nasıl iki iktidar olabileceğini sormuştuk. Ve Lenin'in "bir devlet içinde iki iktidar erki olmaz" sözünü hatırlatmıştık.
Elbette, proletaryanın bakış acısı, Marksizm-Leninizm, bir sınıf uzlaşmasını değil, sınıf savaşımını savunur. Tam bu noktada, "üçüncü devlet şekli" olarak, burjuvazi ile proletaryanın aynı devlet içinde, ortak bir diktatörlük kuramayacağını savunur. Zira, kapitalizmin özgür gelişmesi, sınıf savaşımının büyümesi demektir, böylece sosyalizmin koşullarının hazırlanması anlamını taşır. Bu laf olsun diye değil, sınıfsal ayrışmanın olması üzerinde yaşanıp. Leninizm, demokratik devrimin "ertesi günü" kesintisiz bir biçimde sosyalist devrime yönelirken, burjuvazi ile uyum halinde proletaryanın iktidarını savunmaz, burjuvazinin dışlanarak, tasfiyesine yönelir. Marksizm sınıf uzlaşma teorisi değil, sınıf savaşımı teorisidir.
1905 BDD ve 1917 Şubat BDD'de ortaya çıkan Sovyetler nasıl bir devlettir? Lenin, bunun yanıtını çok net verir, işçi-köylü devrimci diktatörlüğün (konuyu daha önce etraflıca ele almıştık). Ve bu iktidarı, proletarya diktatörlüğünün özgül bir biçimi olarak tanımlar. Başta, DEVLET VE İHTİLAL eseri olmak üzere, NİSAN TEZLERİ'nde ve 1917'de yazdığı makalelerde bu vardır.
Mao "Sovyet" ile proletarya diktatörlüğünü özleştirerek, bu yanlışına teorik zemin bulur. Ayrıca, Lenin'in yukarıda andığımız yazıları ile açıkça çelişir. Böylece, Mao, Leninizm'den değil, Menşevizm'den, dahası, sık sık andığımız gibi, Dr Sun Yat Sen'den esinlenir.
"Eğer Çin'de böyle bir cumhuriyet kurulacaksa bu sadece siyaseti ile değil, fakat ekonomisi ile de yeni-demokratik olmalıdır" der Mao ve Komintag'ın birinci kongresinden esinlenerek, tarım ve sanayide yeni demokratik cumhuriyetin ekonomik yapısını formüle eder.
"Proletaryanın öncülüğündeki yeni-demokratik cumhuriyette devlet işletmeleri sosyalist karakterde olup bütün milli ekonominin öncü gücünü meydana getirecektir. Fakat, cumhuriyet, genellikle ne kapitalist özel mülkiyete el koyacak ne de "halkın yaşantısına hükmetmek" durumunda olmayan kapitalist üretimi yasaklayacaktır. Çünkü Çin ekonomisi hala çok geridir" (a.g.e.Sf.73)
Ayrıca, Dr. Sun Yat Sen'den alınan "toprak işleyenin" ilkesi kırsal alanda uygulanacak, köylüye toprak dağıtılacaktır. Ve, "bu aşamada genellikle sosyalist tarım kurulmayacaktır" (a.g.e. Sf. 74)
Tüm bunlar, kapitalizmi aşmayan bir çerçevedir. Proletaryanın devrimdeki hegomanyası tezi ile çelişir.
Hep söylediğimiz gibi, yeni demokratik devrim, yeni-demokratik bir toplumu, sosyalist olmayan bir toplumu hedefler. Böylesi bir toplumun kültürü de, "sosyalist faktörler" içerse de, özünde sosyalist olmayan, milli, "dört sınıfın yarattığı" yeni bir kültürdür.
"Yeni kültüre gelince, bu kültür yeni siyaset ile yeni ekonominin ideolojik planda yansımasıdır. Ve bu kültür yeni siyaset ile ekonominin emrindedir.
Önceden de söylendiği gibi, Çin'de kapitalist ekonominin doğduğu günden beri, Çin toplumunun niteliği yavaş yavaş değişmektedir. Feodal ekonomi hala hakim olmakla beraber, toplum tamamıyla feodal bir toplum olmaktan çıkıp, yarı-feodal bir toplum haline gelmektedir. Kapitalist ekonomi, feodal ekonomiye kıyasla yeni bir ekonomidir. Yeni olan kapitalist ekonomiyle birlikte, burjuvazi, küçük-burjuvazi ve işçi sınıfı gibi yeni bir takım kuvvetler de, ortaya çıkmakta ve gelişmektedir. Yeni kültürde bu yeni ekonomik ve siyasi kuvvetlerin ideolojik planda yansımasıdır ve bu kültür, bu kuvvetlerin hizmetindedir. Kapitalist ekonomi olmasaydı, burjuvazi, küçük burjuvazi, işçi sınıfı ve bu sınıfların siyasal kuvvetleri olmasaydı ne yeni ideoloji, ne de yeni kültür doğabilirdi (a.g.e. Sf. 90)
"Yeni-demokratik kültür, geniş kitlelerin anti-emperyalist ve anti-feodal kültürüdür, bugünkü Japonya'ya karşı Birleşik Cephenin kültürüdür..." (a.g.e. Sf. 93)
Özetle bu yeni toplumun kültürü, milli kapitalist bir kültürdür. Ancak, burada bir not düşelim. Mao, yukarıdaki sözleriyle, kültür kavramını daraltmış, onu ideoloji ile aynılaştırmıştır. Bu da doğru değildir, kültür kavramı çok daha geniş bir kavramdır. Bunu bir yana bırakırsak, tekrar vurgulamak gerekirse, bu kültür burjuva toplumuna ait, burjuva kültürüdür. Elbette, feodalizmle kıyaslanırsa, daha ileridir ve yenidir. Ama, proletarya bunu hedeflemez, o asli olarak kendi kültürünü hedefler ve kendi öncesi tüm özel mülkiyet kaynaklı kültürlerin, feodalizm ve kapitalizm dahil tüm kültürlerin demokratik yanlarını alıp, yeniden üreterek kendi kültürünü oluşturur. Sosyalizm ve sosyalist kültür proletaryanın hedefidir, her adımını buna bağlar.
Mao sorar, "...Proletarya diktatörlüğünün sosyalist yolunu tutmamız mümkün müdür?" ve yanıtlar: "Hayır, bu da mümkün değildir". Neden? Çünkü, Mao, daha önce ele aldığımız gibi, yeni demokratik toplumun/devrimin "tamamlanmasını" bekler, bu devrimin görevlerini anti-emperyalizm ve anti-feodalizmle sınırlar. "Çin'deki devrimin şimdiki görevi emperyalizme ve feodalizme karşı savaşmaktır ve bu görev tamamlanana kadar sosyalizm söz konusu değildir" (a.g.e. Sf. 79)
Toparlarsak, yeni demokratik devrim programı kapitalizmin sınırlarını aşmayan bir programdır. Ve Leninist kesintisiz devrimle taban tabana zıttır orta sınıfların özlemini, hedefini dile getiren bir niteliğe sahiptir.
Bu anlamıyla, yeni demokratik devrim, Marksizm'e bir "katkı" değildir, menşevik devrim anlayışının Çin toplumu somutunda yeniden üretimidir. Ayrıca, Mao'nun yeni demokratik devrim programı ile 3. Enternasyonalin ve Stalin'in sömürge ve bağımlı ülkeler için önerdiği MDD programı arasında ciddi farklar olduğu açıktır.
Mao'nun yeni demokratik devrim anlayışı, devrimci-sosyalist harekette, popülist-halkçı bir mevzi oluşturduğu açıktır. 1940'landa ileri sürülen bu tezi, hiç değiştirmeden, dogmatik tarzda ele alıp, savunanlar ise, traji-komik bir duruma düşmektedirler. Feodalizmin egemen olduğu bir toplum düzeninde, yeni-demokratik devrim, kapitalizmin gelişmesini savunur. Peki, yeni-sömürge, kapitalizmin egemen olduğu ülkemizde, dogmatik Mao'cular neyi savunacaktır? Tekelci kapitalizmden, demokratik kapitalizme nasıl geçecekler? Bu tarihin akışını geriye çevirmek değil mi? Bu tekelci kapitalizmden nasıl, kapitalizmin önünü açan yeni demokratik bir toplum yaratılacak? Lenin, "tekelci devlet kapitalizmi, sosyalizm denilen aşamayla arasında hiçbir ara aşamanın olmadığı..." (Prof. Dev.Teorisi/2.Def,Sf. 23 Yaklaşan Felaket makalesinden)nı söyler. Peki, bu yeni-demokratik toplumu sosyalizm ile tekelci kapitalizmin arasına nasıl koyacaktır? Olmayan bir milli burjuvazi ile nasıl stratejik bir ittifak kurulacaktır, bu sınıfla nasıl iktidarı proletarya paylaşacaktır? Sınıfsal ayrışmayı yaşayan köylülük, "yeniden dağıtım" ilkesi ile toprak dağıtmak, proleterleşen köylülüğün küçük burjuva haline getirilmesi demek değil mi? Lenin'in 1906 sonrası "kapitalizmin geliştirmesi" tezini savunmadığı biliniyor, bu yaklaşımı nasıl ele almak lazım? BDD tamamlanmasını
beklemek menşevizm değil mi? Demokratik devrime proletarya tüm siyasal-toplumsal amaçlarını bir yana atarak mı katılır, yoksa tam tersi mi? Proletaryanın demokratik devrimde hegomanyası, diğer emekçi sınıflarla iktidarı bu devrim sürecinde paylaşan proletaryanın, bu devrimin "ertesi günü" sosyalizme yönelmesi gerekmez mi? vb. soruları çoğaltmak mümkündür ama burjuva demokratik devrimin dar ufku ile kendini sınırlayan, dogmatik Mao'cuların bu sorulara yanıt bulması mümkün değildir.
Ütopik tezler mi nesnel-toplumsal gerçeklere galebe çalacaktır? Marksizm tam tersini, nesnel-toplumsal gerçeklerin ütopik tezleri yerle bir edeceğini söyler. Dogmatik Mao'cuların önünde iki yol vardır, ya Marksizm-Leninizm'e sarılacaklar ya da idealist-ütopya peşinde, koşacaklar. Çölde serap görmek, bir an bile olsa "iyidir". Ama toplumsal devrim tüm "serapları" yok edecek kadar yakıcıdır. Eskimiş "kirli gömleği" bir kenara atmanın, Leninizm'e sıkı sıkı sarılmanın zamanı gelmedi mi?
Her sınıf kendi bayrağının altında toplanır, herkes kendi bayrağının altına!

F- ANTİ-EMPERYALİST ANTİ-OLİGARŞİK HALK DEVRİMİ
Ülkemiz, emperyalizme yeni-sömürgecilik ilişkileri ile bağımlı, çarpık kapitalizmin egemen olduğu, demokratik tüm hakların yok sayıldığı, faşizmin süreklilik gösterdiği bir ülkedir. Emperyalizmin III. Bunalım döneminin tüm ilişki ve çelişkisini derinlemesine yaşayan ülkemizde, demokratik halk devrimi zorunlu bir duraktır.
DHD, parti tarihimize mal olmuş birçok belgede ifade edildiği gibi, anti-emperyalist, anti-oligarşik bir devrimdir. Önder yoldaşımız Mahir Çayan'ın sözleriyle, "ülkemizde tekelci kapitalizm kendi iç dinamiği ile gelişmediğinden ve de yerli tekelci burjuvazi baştan emperyalizmle bütünleşmiş olarak doğduğundan, stratejik hedefimiz anti-emperyalist, anti-oligarşik devrimdir..." (B.Yaz. Sf. 343)
Hemen ifade edelim, devrimin karakterinin anti-emperyalist, anti-oligarşik olması, Mahir Çayan'ın düşüncesinde gerçek bir sıçrama, Leninizm'in günümüz koşullarında yeniden üretimidir.
Bu devrim, DHD programını karakterize eden formülasyon, keyfi tercihlerin sonucu değil, zorunlu uygunluk yasası gereğince, emperyalizmin üçüncü bunalım döneminde ortaya çıkan toplumsal olguların yarattığı çelişkilerin, yeni-sömürge bir ülkede çözüm platformudur. "Stratejik hedef, bilindiği gibi, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin, ideolojik, politik, sosyal ve ekonomik çözüm platformudur." (a.g.e. Sf. 343)
Çağımızda, tüm çelişkilerin kaynağı, üretimin sosyal karakteri ile üretim araçları üzerindeki mülkiyet ilişkileri arasındaki çelişki, yani emek-sermaye çelişkisidir. Bu çelişkiden kaynaklanan, dünya ölçüsünde, o emperyalist ülkelerle sosyalist ülkeler arasında, emperyalist ülkelerle geri bıraktırılmış ülke halkları arasında ve emperyalistlerin kendi arasında çelişkiler vardır. Tüm çağa damgasını vuran çelişki ise, bu çelişkiler içindeki emperyalizm ile özellikle geri bıraktırılmış ülke halkları arasındadır.
Emperyalizm, üçüncü bunalım döneminde, yeni-sömürge ülkelerde, dışsal bir olgu değil, bizzat oligarşinin içinde yer aldığı, ekonomiden siyasete, sanattan spora kadar her alanda tam bir denetimi sağladığı, bu yanıyla da içsel bir olgu olduğu biliniyor. Yeni-sömürgecilik, emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda kapitalizmi geliştirmiş, eski dönemde zayıfta olsa toplumsal bir olgu olan milli burjuvazi tamamen pazar ilişkileri ile emperyalizme bağlanmış, gelişen tekelci burjuvazi tamamen emperyalizmin kontrolünde gelişmiştir. Bu gelişme, ülke içinde, baş çelişkinin emperyalizm ve oligarşi ile geniş emekçi halk arasında olmasına yol açmıştır. "Ülkemizdeki baş çelişki oligarşi ile halkımız arasındadır." M. Çayan. İşte, DHD bu çelişkinin çözüm platformudur.
DHD programının iki temel stratejik hedefi vardır, emperyalizm ve onun toplumsal dayanağı olan oligarşik ittifak. Bundan dolayı, bu stratejik hedefi tasfiye etmek, ulusal ve sınıfsal bir mücadelenin sonucunda ancak mümkündür. DHD, emperyalizmin l. ve 2. bunalım dönemlerinde ortaya çıkan MDD'den farklı olarak, sınıfsal mücadelenin ön planda olduğu bir devrimdir. Elbette, burada anti-emperyalist ulusal mücadelenin hepten bir yana atılması söz konusu değildir. Hatta olası bir açık işgal koşullarında, ulusal yan ön plana çıkabilir. Ama, bu bütünsellik içinde, sınıfsal mücadele ön plandadır, ulusal mücadele ve şiarlar sınıfsal mücadeleye bağlı olarak gelişir.
"... Oligarşi içinde bizzat emperyalizm yer aldığı için devrimci savaş sadece sınıfsal planda yürümeyecektir. Savaş, sınıfsal ve ulusal planda yürüyecektir. Şüphesiz oligarşik devlet cihazının militarizme gücü yetersiz kalıp, Amerikan ordularının açıkça savaş içinde yer almasına kadar, sınıfsal yan ağır basacaktır." (a.g.e. Sf. 344-345)
Yeni-sömürgecilik ilişkileri içinde, kapitalizmin egemen olması, sınıfsal ayrışmanın yaşanması, feodalizmin yukarıdan aşağı, çarpıkta olsa bir çözülme içinde olması vb. sınıfsal çelişkiyi ön plana çıkarır. Ama, bu emperyalizme karşı ulusal çelişkilerin tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez. Emperyalizmin varlığı, yeni-sömürgecilik ilişkileri içinde gizlenmiştir, açık işgal yerini gizli işgale bırakmıştır. İkili anlaşmalar, üsler, tesisler, hatta bizzat üretim sürecine katılarak artı-değer sömürüsünden pay alma vardır, tüm bunlar emperyalizmin varlığının somut ifadesidir. Gelişen kapitalizm, baştan itibaren emperyalizmin kontrolünde, onun denetiminde gelişmiştir, tekelci sermaye tamamen emperyalizmin denetimindedir. Bundan dolayı emperyalizme karşı mücadeleyi oligarşiye karşı mücadeleden ayırmak mümkün değildir. "Ülkemizdeki yerli hakim sınıflarla, Amerikan emperyalizmini kalın çizgilerle ayırmak fiilen imkansızdır." (M. Çayan), Terside doğrudur...
Burada, son dönemlerde epey çarpık tartışılan şu soru sorulabilir, DHD'de, "YA ÖZGÜR VATAN YA ÖLÜM" şiarının yeri nedir?
Bilindiği üzere, bu şiar, ya özgür vatan ya ölüm şiarı, 3. Bunalım döneminde, yeni-sömürgelerde, Latin Amerika'da, başta Fidel-Che olmak üzere, birçok proletarya devrimcisi tarafından ileri sürülmüştür. Anti-emperyalist bir şiardır, ulusal bağımsızlığı hedefler bu yanıyla stratejik bir şiardır.
1975 yılında Marksist politik irade olarak yeniden oluşturulan partimiz MLSPB hiç şüphesiz Latin Amerika devrimlerinden de etkilenerek, doğru biçimde bu şiarı, DHD programı çerçevesinde ele almış, kitlelere mal etmiştir. "Yaşasın Ortadoğu Devrimci Çemberi" şiarı ile birlikte, ülke devrimini Ortadoğu devrimi ile ilişkilendiren partimiz, " Ya Özgür Vatan Ya Ölüm" şiarının politik gerekliliklerini, anti-emperyalist, anti-siyonist mücadelesi ile somutlamıştır.
Yeni-sömürgecilik, tıpkı diğer bağımlılık biçimleri gibi, emperyalizme bağımlılığın bir biçimidir. Herhangi bir bağımlılık biçimi değil, emperyalizmin geliştirdiği en sinsi, en iğrenç, en sömürücü bağımlılık biçimidir, işgal biçimi, bu ilişki içinde gizlidir, emperyalizm içsel bir olgudur. Bu ilişkiler parçalanmadan, ülke tam bağımsızlığa kavuşmadan, çeşitli uluslardan oluşan Türkiye halkları, bu topraklarda, özgürce kendi yaşamını kurmadan, kısaca anti-emperyalist bir devrim gerçekleşmeden bağımsız ve sosyalist bir Türkiye sözkonusu olamaz. Tam bağımsız Türkiye, DHD, en önemli hedefidir. Elbette, tek hedef değildir, demokratik bir Türkiye, sosyalizmle bağlarını koparmadan ikinci önemli hedeftir. İşte, Ya Özgür Vatan Ya Ölüm şiarı tıpkı, "Bağımsız Türkiye" şiarı gibi anti-emperyalist bir devrimin stratejik hedefini ifade eder.
Elbette, bu şiar, açık işgal koşullarında, sadece stratejik bir şiar olmaktan çıkar, güncel mücadelenin temel şiarı haline dönüşebilir.
Ayrıca burada "vatan" kavramını yerli yerine oturtmak lazım. Çünkü, Kemalizm'in yoğun etkisi ile sosyal şovenizm bu kavramı adeta anlaşılmaz hale getirmektedir. Onlara göre, vatan, misak-i milli sınırlar içindeki tüm toprak parçası "tek ülke", "tek vatan"dır. Böylece, eğer, "özgür vatan" deniliyorsa, bu durumda Türkiye ve Kürdistan, iki ülke-iki vatan, aynılaştırılmakta, dahası Kürdistan yok sayılmaktadır. Halbuki, Türkiye ve Kürdistan, emperyalist ve sömürgeci iktidarların ileri sürdüklerinden farklı olarak iki ayrı ülkedeki ayrı vatandır. Kürdistan, dört parçaya bölünmüş, her bir parçası egemen bir ulus tarafından sömürgeleştirilmiş böylece devletler arası sömürge statüsüne sahip bir ülkedir. Bağımsız-demokratik-birleşik Kürdistan, Kürdistan devriminin asgari programının önemli bir hedefidir. Kürdistan için "özgür vatan", bağımsız-demokratik-birleşik bir Kürdistan'dır. Devrimin ulusal yanı ön planda olduğundan, özgür bir Kürdistan şiarı sürekli gündemdedir, stratejik ve güncel, bir şiardır. Türkiye ise farklıdır. Sık sık vurguladığımız gibi, yeni-sömürgedir, biçimselde olsa, Türk ulusuna ait bir devlet, parlamento vb. vardır. Bundan dolayı, gelişen kapitalizmin yarattığı sınıfsal mücadelenin de devamı olarak sınıfsal mücadele ön plandadır. Özgür bir Türkiye, yeni-sömürgeciliğin tasfiyesi anlamına gelmektedir ve stratejik hedeftir.
Demek ki, bu çerçevede "vatan" kavramını yerli yerine koymak lazım! "Ya Özgür Vatan Ya Ölüm" şiarını da bu çerçevede ele almak lazım.
Ancak, tıpkı, "Kızıldere son değil savaşı sürdüreceğiz..." şiarı gibi, "Ya Özgür Vatan Ya Ölüm" şiarı, bir dönem ısrarla reddedilip bugün oportünist çevrelerce kullanılmaktadır. Pragmatizmin, koyu bir sosyal şovenizmle beslenmesi, bu çevreyi DHKP-C'yi, Kürdistan'ın ayrı bir ülke olmadığını, KUKM yok sayıldığını, bu temelde Kemalist bir çizgiye düştüğünü tüm açıklıkla göstermektedir. Bu aynı zamanda bir ahlak sorunudur, bu konuda da bu çevrenin sicili epey kabarıktır.
DHD programı çerçevesinde mücadelenin sınıfsal eksende gelişmesi, eski dönemin devrim programı olan MDD programının aşılması demektir. Çünkü, MDD, l. ve 2. bunalım döneminde, sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal ülkelerde zorunlu bir duraktır, mücadelenin ulusal yanı ön plandadır. 3. Bunalım döneminde, yeni-sömürge ülkelerde ise ulusal yan sınıfsal yana rağmen ikincidir.
Konuyu daha net kavramak için, özetle, iki dönem ve iki devrim programının köşe taşlarını ifade edelim.
MDD programı çerçevesinde: a) ülke, sömürge veya yarı-sömürge ve yarı-feodal bir ülkedir, b) emperyalizm, komprador burjuvazi ve feodal toprak sahipleri sınıfına dayanır, c) emperyalist işgal biçimi açıktır, d) merkezi otorite zayıftır, ülkenin önemli bir kısmı zayıf mahalli otoritelerin egemenliği altındadır, e) toplumsal süreç feodalizmdir, f) şehirleşme zayıftır g) proletarya nicel ve nitel olarak zayıftır, devrimin asıl kitle gücü köylüdür, ğ) baş çelişki, emperyalizm ve feodalizmle, bir avuç hain dışında tüm ulus arasındadır.
DHD programı çerçevesinde: a) ülke, yeni-sömürge bir ülkedir, b) emperyalizmin toplumsal dayanağı tekelci sermaye ve pre-kapitalist unsurlardır, c) emperyalizm içsel olgu olup, işgal biçimi gizlidir, d) güçlü merkezi otorite söz konusu olup, oligarşik karaktere sahiptir, e) toplumsal süreç kapitalizmdir, f) kırsal alanda feodal ilişkiler çözülmekte, şehirlerin rolü artmaktadır, g) eski toplum ilişkilerine kıyasla proletaryanın toplumsal rolü artmıştır, proletarya ve köylülük devrimin itici kitle gücüdür, ğ) baş çelişki emperyalizm ve oligarşi ile tüm emekçi sınıflar arasındadır.
Bu temel farklılıklar, DHD programının, MDD programına kıyasla daha geniş bir muhtevaya sahip olduğunu gösterir.
"Anti-emperyalist ve anti-oligarşik devrim kavramı, kavram olarak milli demokratik devrimden pek farklı değildir. Ancak daha geniş bir muhtevayı ve niteliği belirtmektedir. Emperyalizmin III. bunalım döneminin emperyalist işgal biçimini belirtmesi açısından bu kavram daha tutarlıdır. Milli demokratik devrim kavramı, genellikle, emperyalizmin eski istismar metotlarının temel olduğu dönemi karakterize etmektedir." (a.g.e. Sf. 343)
Burada, Mahir yoldaşın DHD için, "...daha geniş bir muhtevayı ve niteliği belirtir." sözlerinin altını çizmek gerekir. Bu sözlerden, elbet, yukarıda özetle ifade ettiğimiz nitelikler oldukça önemlidir. Ama, bu sözler, iki açıdan, DHD programını daha geniş bir muhtevaya kavuşturur.
Birincisi, DHD programı, demokratik ve sosyalist görevleri içerir, devrimde proletaryanın hegomanyası, sınıfsal ayrışmanın hızlanması vb. bu programı, sosyalist devrim programına yaklaştırır. MDD programına nazaran DHD programı sosyalist görevler açısından daha güçlüdür; bundan DHD programı SD koşullarını daha güçlü hazırlar, ilişkiyi güçlendirir, mesafeyi kısaltır.
İkincisi, DHD programı, MDD programını kapsadığı gibi, anti-faşist mücadele ekseninde, demokrasi mücadelesini zenginleştirir. MDD programı, anti-faşist mücadeleyi içermez, DHD programı, sürekli faşizm olgusuna paralel olarak, anti-faşist görevleri de yüklenir.
Elbette bu keyfi bir tercih sorunu değildir. 1. ve 2. bunalım döneminde, siyasal gericiliğin temel dayanağı emperyalizm ve onunla iç içe olan feodalizmdir. Bundan dolayı, MDD programının demokratik niteliği, bu toplumsal dayanağın tasfiyesi ile mümkündür. Bundan dolayı, feodalizme karşı mücadele, köylülerin toprak talebi, MDD demokratik görevlerini içerir. Ancak, 3. bunalım döneminde, toplumsal süreç kapitalizmdir, siyasal gericiliğin toplumsal dayanağı ise, tekelci sermaye ve pre-kapitalist unsurların ittifakı, yani oligarşidir. Faşizm, tekelci sermayenin sınıf iktidarıdır ve yukarıdan aşağı kurumlaşan faşizm, sürekli bir karaktere sahiptir. İşte, faşizme ve onun sınıfsal yapısına yönelen DHD, sadece tarım sorunlarını, çözmez, faşizmi tasfiye eder. Bu yanıyla DHD programı MDD programından daha geniş bir muhtevaya sahiptir.
Mahir yoldaşın şu sözleri de, yine bu çerçevede ele alınabilir: "Yeni-sömürgeci metotların temelinde, emperyalist tekellerin aç gözlü sömürü politikasına cevap verecek şekilde, sömürge ülkelerde meta pazarının geliştirilmesi, 'yukarıdan aşağıya kapitalizmin' bu ülkelerde hakim üretim biçimi olması, merkezi güçlü otoritenin egemen olması sonucunu doğurmuştur 'yukarıdan aşağı demokratik devrim' belli ölçülerde gerçekleştirilmiş, üst yapıda feodal ilişkiler genellikle muhafaza edilirken, alt yapıda kapitalizm egemen unsur haline gelmiştir..." (B.Yaz. Sf. 308)
Yeni sömürgecilik, kapitalizmin gelişmesi anlamına gelir. Bir başka deyişle, yukarıdan aşağı kapitalizmin gelişmesi, feodalizmin çözülmesi bu anlamda da "yukarıdan aşağı demokratik devrimin" belli ölçülerde tamamlanması demektir.
Bu gelişme, daha öncede ifade ettiğimiz gibi, DHD programının, "özünde bir köylü devrim" değil, (ki MDD özünde bir köylü devrimidir), tarım devrimini de içeren, ama demokrasi sorununun çözümünü ön plana çıkaran bir devrimi kapsadığı söylenebilir. Ulusların kendi kaderini tayin hakkından, faşizmin tasfiyesine, siyasal özgürlüklere kadar uzanan bir çerçeveyi oluşturan demokrasi sorununun çözümü, DHD programının en temel unsurudur.
Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur. DHD, mevcut oligarşik nitelikteki devleti halk hareketi ile parçalayacak, onun yerini, proletaryanın önderliğinde, işçi-köylü-şehir küçük burjuvazi-aydın, kısaca, tüm halkın iktidarı kurulacaktır. Bu iktidar, orta-burjuvazi dahil tüm burjuvaziyi dıştalayacak, onlar üzerinde diktatörlük kuracaktır. Ve, DHD "ertesi günü" sosyalizme yönelecek, adım adım sosyalizm inşa edilecektir. Bu aynı zamanda, mevcut halk demokrasisinin, toplumsal tabanının gelişmesi, proletaryanın ve yoksul kır emekçilerinin tek başına iktidarını oluşturması anlamına gelecektir.
"İşçi sınıfının önderliği altında emekçilerin egemenliğini cisimleştiren halk demokrasisi rejimi, varolan tarihsel koşullar altında, deneyimin hali hazırda gösterdiği gibi, kapitalist iktisadı tasfiye etmek ve sosyalist iktisadı örgütlemek amacıyla proletarya diktatörlüğünün işlevlerini başarıyla yerine getirebilir ve getirmek zorundadır" (Dimitrov)
DHD sonucu oluşan halk demokrasisi, proletarya diktatörlüğünün özgün biçimidir bu birincisi.
DHD programı, kendini feodalizmle sınırlı tutmaz, kapitalizme yönelir ve bunun sonucu, devrimin ilk gününden itibaren sosyalist ekonomiyi örgütler. Yani, bir başka deyişle, DHD, burjuva demokrasisinin dar ufku ile yetinmez, yönünü sosyalizme döner, bu ikincisi.
DHD programı sosyalist devrimin kendisi değildir ama sosyalist devrimin görevlerini de üstlenir, bu üçüncüsü. Çünkü,
her sınıf kendi toplumsal-siyasal çıkarları ile devrime katılır. Proletarya kendi sınıfsal çıkarı için, sosyalizm için toplumsal devrime önderlik yapar ancak bunu bir vuruşta değil, diğer sınıfların taleplerini de ifade eden, siyasal demokrasinin tüm sorunlarına sahip çıkarak, onlarla, bu dönemde "irade birliği" içinde olarak, bunun üzerinden sosyalizme ulaşacağını bilir. "Bu yüzden geri bıraktırılmış ülkelerde proletarya tek bir süreç içinde ikili devrimci görevle karşı karşıyadır" (B.Yaz. Sf. 295)
Daha önce, sık sık vurguladık, Mahir'in düşüncesi sürekli bir gelişim içindedir. KESİNTİSİZ DEVRİM II-III bu açıdan son derece önemlidir. Konumuz olan DHD için, "D-STRATEJİK HEDEFİMİZ ANTİ-EMPERYALİST VE ANTİ-OLİGARŞİK DEVRİMDİR" (343) alt bölümü, bu gelişmenin adeta doruk noktasıdır. Mahir, bu bölümde, tekrar sınıfların mevzilenmesine döner, programatik görüşleri, uzun bir sessizlik sonrası yeniden canlanan parti faaliyetlerine paralel ele alır. Burada, "önder güç, proletaryadır" diyerek önderliğin niteliğini, "partimiz halk savaşı ile devrimin zafere erişebileceğini tespit ettiğinden proletaryanın ideolojik önderliği temel almıştır" belirlemesi yapar.
Temel güçler sorununu ise şöyle formüle eder, "Temel güçler, köylülerdir (feodal kalıntılar ve tarım burjuvazisi hariç bütün köylü unsurlardır.)
Sırasıyla
-Köy proletaryası,
-Köy yarı-proletaryası,
-Yoksul köylüler,
-Orta köylüler,
Şehir proletaryası da elbette devrimin temel kitle kuvvetleri içindedir. Ancak, devrim de onun belirleyiciliği, devrimin yükselme aşamasındadır. Ve son sözü o söyleyecektir..." (B.Yaz. Sf. 347)
Bu formülasyon doğrudur ve bugün için bile değerinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Ayrıca biliniyor, partimiz MLSPB, 1987 DHD programında, yine sorunu böyle formüle etmiştir. Açıktır ki, bu formülasyonun kendisi, kapitalizmin kırsal alanda gelişmesini, bu temelde sınıfsal bir çözülmeyi yansıtır. Dahası "tarım burjuvazisini" ittifak vb. değil, devrimin hedefleri içinde ele alır. Ayrıca, işçi sınıfını "temel güç" içinde ele alır. Tüm bunlar doğrudur ancak, daha önce ele aldığımız gibi, "ideolojik önderlik" kavramını kendi tuzağından kurtarmak zorunludur. Çünkü, DHD'nde proletaryanın rolü, MDD'ye göre nazaran artmıştır. Bilinç ve örgütlülük derecesine paralel olarak devrimde fiili rolünü oynayacaktır. Dahası, Che'nin "küçük savaşçı çekirdeklerin başlattıkları mücadeleye (öncü savaşı) giderek sürekli bir şekilde yeni yeni güçler katılır, kitle hareketleri boy göstermeye başlar, eski düzen yavaş yavaş yıpranır, çöker. İşte tam bu sıradadır ki işçi sınıfı ve şehirli yığınlar savaşın kaderini tayin ederler" sözleri doğrudur ama bizim gibi kapitalizmin geliştiği ülkelerde, proletaryanın rolü "son söz" olarak değil, sürekli olarak devrimde yerini alır. Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi, şehir-kır bütünlüğü içinde ele alınır. Bunun anlamı, bazı dönemler, ikincil plana düşse de şehirlerde mücadelenin kesintisiz yürütülmesidir.
Ayrıca, ittifaklar sorununu da, yeniden düzenlemek zorunludur. Çünkü, hem yanlış Kemalizm tespitinin yarattığı sonuçları burada görmek mümkündür, hem de yeni olgular söz konusudur. Önce Mahir'den aktaralım:
"Vasıtasız ihtiyatlar:
-Kemalist aydın çevre
-Dünya Sosyalist Bloğu
-Sömürge ülkelerde, özelliklede Ortadoğu'daki milli kurtuluş hareketleri
"Vasıtalı İhtiyatlar:
-Küçük-burjuvazinin sağ kanadı
-Demokrat... batı ülkeleri ve kamuoyu
-Oligarşinin kendi içindeki çelişkiler" (B.Yaz. Sf. 347)
Burada, "vasıtalı ihtiyatlar" içinde sıralanan üç madde esasta doğrudur ama "vasıtasız ihtiyatlar" yani birinci derecedeki ittifakları yeniden düzenlemekte yarar vardır. Sıralamanın değişmesi koşulu ile Mahir'deki sıralamaya sadık alırsak, "Kemalist aydın çevre" ittifak olamaz. Bunun yerine, "demokrat-aydın çevre" tanımlaması daha doğrudur. Daha önce ele aldığımız gibi, "dünya sosyalist bloğu" bu tarihsel dönemi açıklamaktan uzaktır. Çünkü, dünya sosyalist bloğu dağılmış ve bunun yerini tek tek sosyalist ülkeler almıştır. Bu sosyalist ülkeler devrimimizin birinci derecede ittifakı içindedir. Bu anlamda, "dünya sosyalist bloğu" kavramı yerine, "sosyalist dünya" veya "sosyalist ülkeler" kavramını kullanmak daha doğrudur. "sömürge ülkelerde, özellikle Ortadoğu'daki milli kurtuluş hareketleri" kavramları özünde yanlış değildir ama bu tanımlama, 1970 dünyasını daha çok açıklamaktadır. "Milli kurtuluş" kavramı, günümüzdeki devrimci gelişmeyi açıklamaktan uzaktır, dar bir ufku, ulusal bağımsızlıkla sınırlı bir ufku yansıtmaktadır. Halbuki "devrimci kurtuluş" kavramı, hem ulusal, hem de sınıfsal mücadelenin sentezidir, toplumsal kurtuluşu, sosyalizmi hedefler. Bunu dikkate alarak, şu formülasyon daha doğrudur, "sömürge, yarı-sömürge ve yeni-sömürge ülkelerde, özelliklede Ortadoğu'daki devrimci kurtuluş hareketleri" elbette, bu tanımlamanın içinde, KUKM özel bir yer tutar. Ama, bunu ayrı ve özel bir madde formüle etmek ve de vasıtasız ihtiyatların ilk maddesinde ele almak gereklidir, doğru olanda budur.
Bizim gibi yeni-sömürge ülkelerde, anti-emperyalist anti-oligarşik DHD, uzun süreli bir halk savaşıyla, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi ile zafere ulaşacaktır. Yönü sosyalizme dönük olan DHD, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisini temel alan partimiz MLSPB'nin asgari programıdır. Bu program, kendini kapitalizmin dar ufukları ile sınırlamaz, kesintisiz devrim esprisi ile sosyalizme açılır.
MLSPB, proletaryanın sınıf partisidir. DHD programını da bu temelde ele alır. Nihai amacımız, sınırsız-sömürüsüz bir toplum olan komünizmdir. Devrim, bu amaca ulaşana kadar sürekli kılınacaktır.
Bu bir uzun yürüyüştür. Mahir yoldaşımız ve partimiz THKP bu görüşte ilk onurlu adımdır. Bu adımları büyütmek, parti çizgimizde iktidar yürüyüşünü hızlandırmak tarihsel görevimizdir.
Bunun bilincindeyiz....
Zafere ulaşmanın yolu, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi temelinde, bu programatik hedefler için dövüşmekten geçmektedir. Bu bilinçle parti bayrağımızı yükseklerde tutup, onurlu kavgayı büyüteceğiz.
Zafere ulaşmanın yolu budur ve bunu başaracağız !


Ocak-Şubat 1998


 

 

 

 

[email protected]
[email protected]
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92