Mahir
ve Devrim
IV. Bölüm
Şahin ŞİMŞEK
|
2. BÖLÜM
A-Döneme kısa bir bakış
Ekim Devrimi ile emperyalist-kapitalist sistemin dışına
çıkan Sovyetler Birliği ülkesi, 2. Paylaşım Savaşı'ndan
sonra yalnızlıktan kurtulmuş, devrim Doğu Avrupa ve
Asya'ya yayılmış ve dünyanın 1/3'ü kapitalist sömürünün
dışına çıkmıştır. Paris Komünü'nü dışta tutarsak, proletarya
ilk kez, Ekim Devrimi ile kendi iktidarını yaratırken,
devrimin açmış olduğu yoldan bir dizi ülke proletaryası
yürümüş ve sosyalizm, maddi bir güce dönüşmüştür.
Ayrıca, Ekim Devrimi ile artık sömürge devrimlerine
dönüşen ulusal kurtuluş hareketleri; Asya, Afrika ve
Latin Amerika ülkelerinde önemli mevziler kazanmış,
emperyalist-kapitalist sistemi tehdit eden en önemli
güç olmuştur.
2. Paylaşım Savaşı'nda önemli ölçüde sarsılan emperyalist-kapitalist
sistem, bu savaşta en az yıpranan, savaştan güçlenerek
çıkan ABD emperyalizmi önderliğinde, yeniden örgütlenme,
kendini yeniden üretme sorunuyla karşı karşıyadır.
İşte 2. Paylaşım Savaşı sonrasında, Marshall ve Truman
Doktrinleri ile gündeme getirilen uygulamalar, sosyalizme
ve ulusal kurtuluş hareketlerine karşı; emperyalist-kapitalist
sistemin yeniden yapılanması politikalarıdır. Uzun süreli
bir programı önüne koyan bu politikalar, ilk önce; Avrupa
ve Japon kapitalizminin yaralarını sarmayı, giderek
de, yeni sömürgecilik ekseninde, geri bıraktırılmış
ülkeleri emperyalist-kapitalist sisteme entegre etmeyi
amaçlamıştır.
Denilebilir ki, bu dönemde, dışta yeni sömürgecilik
geliştirilirken; içte, ekonomik-siyasal-askeri karakterde
bir entegrasyon yaşanmıştır. 3. Bunalım Dönemi olarak
tanımladığımız bu dönemin en önemli özellikleri arasında
bunlar sayılabilir.
Sözkonusu süreç 1970'lere geldiğinde, bu döneme kadar
görece dengeli ilişkiler yaşanan emperyalist-kapitalist
sistem içinde, sömürüden pay alma kavgası büyümüş, Avrupa
ve Japon kapitalizmi, ABD emperyalizmini genelde rahatsız
eden, bazı alanlarda tehdit eden bir konum kazanmıştır.
ABD emperyalizmi önderliğindeki sistem, doları uluslararası
para birimi olarak kabul etmiş, ama değişmez para birimi
dolar, 1971 Nikson Hükümeti Dönemi'nde devalüe edilmek
zorunda kalınmıştır. Sosyalizmin ve ulusal kurtuluş
hareketlerinin , özellikle de Vietnam Devrimi'nin yarattığı
etki, emperyalist sistemin bunalımını derinleş tirmiş,
sistem, 2. Paylaşım Savaşı sonrasında ilk kez ciddi
bir krizle karşı karşıya kalmıştır.
Doğal olarak bu kriz, yeni sömürgecilik ilişkileri içinde,
geri bıraktırılmış ülkelere yansıtılmıştır. Latin Amerika
deneyleri derinleştirilerek, tüm yeni sömürgelere taşınmıştır.
Emperyalist-kapitalist sistem, yeni sömürgeciliği korumak
için, açık askeri faşist diktatörlükleri yaygınlaştırmıştır.
Bu, dönemin en önemli özelliklerinden biridir.
Yeni sömürgeciliğin ilk uygulama alanlarından biri olan
Türkiye, sözkonusu dönemde, durumun tüm özelliklerini
yaşamaktadır.
Ayrıca, ülkemiz açısından yeni sömürgecilik, ithal ikameci
model gereği, iç pazara yönelik olarak geliştirilmiş;
bir yandan ülkede yeni sömürge olmanın derin krizi yaşanırken,
diğer yandan sistemin tüm iç dengeleri, bu dönemde yeni
özellikler kazanmıştır. Yeni sömürgecilik önemli bir
kriz içindedir dedik; bu krizin faturası, işçi-köylü-memur
vb tüm emekçi halka çıkarılmak istenmektedir. Öte yandan
Oligarşik İttifak içindeki huzursuzluk ve çelişki had
safhadadır. Yeni sömürgecilik, iç pazarı genişletirken;
doğal olarak, emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda
kapitalizm gelişmiş; başta kırsal alan olmak üzere,
tüm alanlarda çarpık kapitalizm egemenliğini kurmaya
başlamıştır.Oligarşi, bir ittifaktır ve tekelci sermaye
ile diğer pre-kapitalist sınıfların zorunlu ittifakını
tanımlar. Ancak, bu ittifak biçimi, zaman zaman önemli
çatışmaları yaşar. İşte 1970 dönemi, böyle bir dönemdir.
1960 sonrasında, özellikle tekelci sermaye içinde sanayi
kesimi, ithal ikameciliğin bir ifadesi olarak gelişmiştir.
1960'da GSMH'den % 16 pay alırken, 1970'de bu oran %
22'ye çıkmış; aynı dönemde, tarımın payı, %37'den %
26'ya düşmüştür. Ancak, bu gelişme, sanayi sermayesinin,
tarım için ayrılan fonlara da el koyma isteğini artırmış,
ama tarım burjuvazisinin desteğini alan AP İktidarı,
bu sorunu çözmekten çok uzak kalmıştır.
Yine, başta tekelci sermayenin tüm kesimleri olmak üzere,
küçük burjuva radikalizminin desteğini alan 1960 Askeri
Darbesi ve bu dönemde oluşan 1961 Anayasası, tekelci
sermayenin daha fazla sömürü isteğinin önünde bir engeldir.
Özellikle ordu içinde varlığını koruyan küçük burjuva
radikalizmi, Talat Aydemir, Fethi Gürcan vb olaylar
sonrasında etkisizleştirilmeye çalışılmışsa da, potansiyel
bir tehlike oluşturmayı sürdürmüştür. Sömürge tipi faşizmin
kurumsallaşması her açıdan devam etmiş, OYAK bu yönde
bir işlev görmüş, ama yine de bu kurumlaşma henüz tam
olarak oturtulamamıştır. Bu eksendeki çelişkiler de,
alabildiğine yoğundur.
Bu dönemde, dış borç yükü 300 milyon dolara çıkan, üretimi
zayıflayan, parasını devalüe eden, kırsal alanda yoğun
çözülme yaşayan, işsizliği büyüyen bir Türkiye vardır.
Ve en yetkili ağızlar, bu dönemi "70 sente muhtacız"
(S.Demirel) diyerek tanımlar.
Tüm bunlar, yeni sömürge sisteminin, iç ve emperyalist
kapitalist sistemden kaynaklı sorunlarıdır.
Türkiye devrimi açısından ilk kez, sisteme karşı toplumsal
tepki önemli ölçüde yoğunlaşmış, işçi-öğrenci-köylü-küçük
üretici-aydın halk muhalefeti, yeni sömürgeciliği tehdit
eden bir konum kazanmıştır.
Oligarşi içi çelişkiler bu dönemde önemli bir yer tutmasına
rağmen, her şeye rağmen bir sürece yayarak farklı çözümlere
başvurabilirlerdi. Ama, yükselen sınıf mücadelesi, demokrasi
ve sosyalizm talepleri ile bütünleşmiş, tüm toplumsal
kesimlerde yankı bulmuş, sistemin dengelerini bozacak
bir potansiyel kazanmıştır.
Bu dönemde Emperyalizmin desteğini alan tekelci sermaye,
tarihsel bir evrim içinde, ekonomik-siyasal-askeri açıdan
örgütlenmiştir. Toplumsal sistem, her ne kadar bir dizi
çelişki yaşıyorsa da, sistem kendi zıddını doğurmuşsa
da; başta proletarya olmak üzere, tüm emekçi sınıflar
bu sürece karşı hazırlıklı, örgütlü değilse, can çekişen
yeni sömürgecilik kendini yeniden ve yeniden üretir.
Tekelci sermayenin örgütlülüğüne karşılık, proletarya
ve emekçi sınıflar, dönemin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek
bir örgütlülüğe sahip değildir. Bilinç ve örgütlülük
düzeyi düşüktür.
2. Paylaşım Savaşı sonrası gelişen yeni sömürgecilik;
bu dönemde, yeni bir aşamaya ulaşacaktır. Şimdi artık
ya yeni sömürgeciliği karakterize eden "emperyalist
üretim ilişkileri" tam bir egemenlik kuracak ya
da yönü sosyalizme dönük bağımsızlık-demokrasi mücadelesi
nitel bir sıçrama yaparak, tarihsel rolünü oynayacaktır.
Toplumsal süreçler boşluk tanımaz. Örgütlü ve hazırlıklı
olan sınıf, kendi politikasını egemen kılar; onu, zorla
da olsa, toplumsal gelişmelerin merkezine koyar. Böylece,
kendi içinde bir evrim yaşayan tarihsel süreç, sınıflar
mücadelesi; hazırlıklı ve örgütlü sınıfın çizdiği yönde
devinir. Ne var ki, bu devinime rağmen mücadele durmaz,
devam eder. Bir tarihsel süreç olgunlaşır, yeni bir
tarihsel sürece yerini bırakır. Elbette, tarihin motoru
sınıf mücadelesidir. Her şeyi belirleyen de, bu savaşımdır.
Tarih, 1970 Mart'ını gösterdiğinde, bu özet başlıklar,
ülkemizin kaba bir tablosunu çizmektedir.
B- Yayın politikamız
1970 yılının Aralık ayı, tarihsel bir toplantıya şahit
olur. Bu toplantıda, partimiz THKP kurulur.
Özellikle 1965-70 döneminde, Devrimci Gençlik Hareketi
başta olmak üzere, halk muhalefetinin içinde pişen temel
kadrolar, artık bir zorunluluğun bilincindedir. Bu zorunluluk,
toplumsal sürece, amatör bir çevre veya gençlik hareketi
olarak değil, programlı ve disiplinli bir yapılanmayla
önderlik edecek, proletaryanın en üst örgüt biçimidir,
partidir.
Sık sık ele aldığımız gibi, bu dönemin ikili bir karakteri
vardır. Birincisi, bir dizi ideolojik mücadele ile doğru
devrimci çizgiyi yaratmak ki 1969 ve 1970 yılları bunun
yoğun izlerini taşır. İkincisi ise, toplumsal muhalefete
önderlik eden kadroların, toplumun en ileri kesiminin,
bu doğru devrimci çizgi etrafında, süreci parti ruhu
ile karşılamalarıdır.
Bundan dolayı, bir yandan işçi eylemlerinden köylü eylemlerine,
küçük üreticinin taleplerinin savunulmasından öğrenci
gençliğin tüm eylemlerine kadar, yaşamın ve mücadelenin
içinde olan THKP-C öncülleri, diğer yandan özellikle
Mahir Çayan önderliğinde yoğun bir ideolojik mücadele
içindedirler.
Marksizm'le tanışan, onu mücadele içinde özümleyen kadrolar,
bu yönüyle bir birikim kazanmışlardır. Ayrıca bu coğrafyada,
şu ya da bu şekilde, elli yıllık bir sol birikim vardır.
Bu birikimin olumlu yanları olduğu gibi, son derece
olumsuz yanları da vardır. Dahası, bu döneme damgasını
vuran, revizyonizm ve onun Kemalizm'le barışık-karışık
versiyonlarıdır. TİP ve MDD süreçleri biliniyor. Ve
bu oportünist önderliklerle, Türkiye Devrimi ileriye
taşınamamıştır.
Süreç dinamiktir. İşçi-köylü-öğrenci-aydın tüm toplumsal
kesimler, sınıflar yoğun bir hareketlilik içindedir.
Kendiliğinden de olsa, tohum halindeki bilinç gelişmekte,
emperyalizmi ve işbirlikçi Oligarşi'yi tehdit etmektedir.
Bilinç ve örgütlülük düzeyi zayıftır; ama buna rağmen
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, bu ülkede yaşanmaktadır.
Gelişmeler tüm statüleri yıkmakta, yeni oluşumların
önünü açmaktadır. 1971 Dönemi'nin ülkemiz ve halklarımız
için ifade ettiği en önemli anlam, mevcut bütün statükoları
sarsmasıdır, kısa ama nitelikli mücadele kesiti içerisinde,
coğrafyanın tüm değer yargıları üzerindeki önemli etkileridir.
Burada, 15-16 Haziran direnişini özel olarak anmak gerekiyor.
Yaklaşık yüz yıllık bir tarihi olan sınıf hareketi,
dar, dağınık, sakattır ve sağcıdır. Sınıf ise, "kendisi
için sınıf olma" durumundan uzaktır. Ama özellikle
1960 sonrasında, kapitalizmin ve siyasal mücadelenin
gelişmesi, sınıf hareketine yeni özellikler kazandırmaktadır.
15-16 Haziran, sınıf hareketinin bu sürecinin adeta
bir finalidir ve kendiliğindenci bir sınıfın, proletaryanın,
kendisi için bir sınıf olma yönünde bu dönemde attığı
en ileri adımdır. 15-16 Haziran Direnişi'nin verdiği
siyasal mesaj ise, proletaryanın partisinin bir an önce
yaratılmasıdır.
Başta Mahir Çayan olmak üzere, THKP-C öncülleri yoldaşlarımız,
özellikle 1969'dan bu yana bunun bilincindedirler. Yaşanan
ideolojik-politik mücadele ve devrimci kopuşlar, hep
bu yöndedir. 15-16 Haziran Direnişi'nin siyasal mesajı,
bunu bir kez daha onaylamış, revizyonizmin, kalkınmacı
sosyalizmin, MDD'ciliğin etkisinden kurtulan kadrolar,
proleter sosyalizm ekseninde yeni oluşumlar içine girmişlerdir.
Bu temelde, belirli bir anlayış ekseninde, kendi ayakları
üzerinde, 1970 Aralık ayı içinde gerçekleştirilen bir
toplantı ile, THKP'nin ilk somut adımı atılmıştır.
Elbette ki parti yenidir, gençtir ve bir önceki dönemin
izlerini üzerinde taşır ama, öncüllerimizin kafası çok
açıktır: Bu süreç, mücadele içinde yaşanacak, olumsuz
izler iktidar yürüyüşünde silinecek, devrim kavgası
büyütülecektir.
Toplantı gerçekleştirilir, yaşanan süreç değerlendirilir,
programatik görüşler yeniden gözden geçirilir ve görevlendirmeler
yapılır. Bu bir sıçramadır fakat kuşkusuz eksik olan
bir çok şey vardır. Başta devrim anlayışı olmak üzere,
programatik görüşlerin derli toplu hale getirilmesi
kararlaştırılır. Yeni bir yayın organının oluşturulması
kabul edilir. Program, tüzük ele alınır. Böylece, yeni
bir anlayış, yeni bir çerçeve vardır artık... Ve bir
dizi hazırlık yapılarak, bu oluşum, parti, kamuoyuna
açıklanacaktır. Parti kurulmuştur ama kamuoyuna açıklanmamıştır.
Sınıf mücadelesinin hızlı ivmesinin zorlaması sonucu,
yeteri derecede hazırlıkların tamamlanmadığı bir sırada,
1971 Mayısı'nda, Elrom olayı ile partinin adı, kamuoyuna
duyurulur.
1971 yılına bu zeminde girilir. Her şey yeniden harmanlanacak
ve yeniden üretilecektir. Elbette bu "yeni",
belli bir birikimin üzerinde yükselmiş olan bir "yeni"dir.
Tarihine, geleneklerine sahip çıkan bir yenidir. Bu
yeni, THKP-C'dir, THKP-C ruhudur.
KURTULUŞ/ "DEVRİM İÇİN SAVAŞMAYANA SOSYALİST DENMEZ",
Mahir'in de vurguladığı gibi, partimizin yayın organıdır.
"AYDINLIK SOSYALİST DERGİ'YE AÇIK MEKTUP"
ile Mihri Belli oportünizminden kopan THKP-C öncülleri,
bu dergiden de koparlar. ASD'yi MDD'cilere bırakırlar.
Kafalarında iktidar yürüyüşü vardır. Yeniyi yaratırken,
her şeyin yeni olmasına özen gösterirler. "KURTULUŞ/DEVRİM
İÇİN SAVAŞMAYANA SOSYALİST DENMEZ", bu anlayışla
ve böyle bir ortamda çıkarılır. 1972 yılının ilk adımı
budur.
Her alanda dönemin gereklerine uygun yeni bir anlayış,
yeni taktikler geliştirilecektir. Bu yeni anlayışlar,
doğal olarak eski anlayışlarla çatışacaktır. Hatta tıpkı
Lenin gibi, yeni anlayışı yükseltmek için çubuk, yeni
olanın tarafına, biraz da sert bükülecektir. Böyle de
olmuştur. Ve yeni anlayış, eskinin yıkıntıları üzerinde
yükselmiştir.
"KURTULUŞ/DEVRİM İÇİN SAVAŞMAYANA SOSYALİST DENMEZ",
partimizin ilk ideolojik politik yayın organıdır. Ve
bu yeni anlayışı, yeni bir yayın politikası ile yürütmek
üzere çıkarılmaya başlanılmıştır. Derginin birinci sayısında
(19 Mart 1971), "Yayın Politikamız" başlıklı
yazı, bu yöndeki bir perspektif olarak yayınlanır.
Önce hesaplaşma sergilenir, özeleştiri verilir, kırtasiyecilik
eleştirilir. DEV-GENÇ'in yayın organ olan "İLERİ",
merkezi yayın organına bağlanır, yeni düzenlemeler yapılır.
Bu yeni anlayışın temelinde, bir yayın organı etrafında
örgütlenme değil, bir strateji ekseninde örgütlenmek,
yayın organını da bunun üzerinde inşa etmek vardır.
Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi, yeni anlayışın
temelidir. Yayın organı, PASS ekseninde, gerilla savaşı
temelinde bir stratejiyi savunur. Ülkenin ve dönemin
koşullarını dikkate almayan, dergi aracılığı ile örgütlenmeyi
önüne koyan anlayışlar, "revizyonist anlayışlar"
olarak tanımlanır ve reddedilir. Ve anlayış şöyle formüle
edilir:
"Biz, emperyalizme karşı aktif mücadeleyi savunuyoruz.
Politikleşmiş Askeri Savaş Metodunu, temel mücadele
metodu olarak kabul eden bizler, bu savaşı askeri bürokrasi
ile yürüteceğiz. Asla kırtasiyeciliğin bataklığına yuvarlanmayacağız.
Tek bir ideolojik ve politik organla görüşlerimizi kitlelere
ileteceğiz. Ayrıca, kitlelerin ekonomik ve demokratik
mücadelelerine, bölgesel meselelere ilişkin olarak,
onlara bilgi götüren, somut meselelerine ışık tutan
KURTULUŞ özel sayıları çıkarılacaktır. Devrimci pratiğe
ışık tutan uzun araştırmalar ve teorik, ideolojik polemikler
ve çeviriler KURTULUŞ yayınevinin çıkaracağı broşürlerle
yürütülecektir." (Bütün Yazılar Sf, 209-210)
Bugün bile değerinden hiçbir şey kaybetmeyen bir yaklaşım!
Burada bir parantez açmakta yarar var. Mahir'de, mekanikliğin
zerresi yoktur. O, diyalektik yöntemi içselleştirmiştir.
Ve, yukarıda aktardığımız sözlerinden de anlaşılacağı
üzere ( ki KURTULUŞ / DEVRİM İÇİN SAVAŞMAYANA SOSYALİST
DENMEZ'in siyasi pratiği de budur), Mahir, hiç bir zaman
bir yayın organına karşı çıkmaz. Tam tersine onu zorunlu
görür, ama bunu yeni sömürge bir ülkede her şeyin merkezine
koymaz.
Mahir'in mekanik bir yorumu, pekala onun "dergiciliğe
karşı olduğunu, birden fazla derginin hiç bir koşulda
çıkmaması gerektiğini vb." savunur. Hatta; "Kitleler
yayın organı ile bilinçlenmezler. Kitleler savaş içinde,
pratik içinde öncünün yakacağı kıvılcımla bilinçlenirler,
örgütlenirler" (B.Y. Sf, 209) sözlerini, bu tür
mekanik anlayışlarına dayanak yaparlar. Oportünizm de
yıllarca Mahir'i böyle suçladı, ona böyle çamur attı.
Yani, Mahir'in "sol anlayışı", böyle ispatlandı!..
Hayır, çizilen bu eleştiri karikatürlerinin, mekanik
yorumların, Mahir'le, Mahir'in, THKP/C'nin yayın politikası
ile ilgisi yoktur. Mahir, "kırtasiyeciliğe"
karşı çıkar, yayın organına değil...
Yayın organı, kitlelere, bilinç de taşır; ama vurgulanan,
yeni sömürge bir ülkede bu rolün ikincil, tali olduğudur.
Ayrıca, bir yayın organı, sadece kitlelere ulaşmanın
araçlarından biri değildir. Nitelikli bir yayın organı,
genelde devrim sempatizanlarına, özelde çizginin kendi
taraftarlarına, kadrolarına; sürekli, sistemli ulaşma
yöntemlerinin en önemlilerinden biridir. Bireyden bireye,
bireyden gruba aktarım, her zaman belli yanlışlıkların,
eksikliklerin riskini taşır. Düşüncelerin hafıza, algılama
ve sübjektivizm ile malul olması riskini taşır.
Bireyler ve örgüt ne kadar çaba harcarsa harcasın, düşünsel
alışveriş ya da eğitim temelindeki iletişimin düzenli
ve sistemli olabilmesinin olanağı yoktur. Özellikle
faşizmin baskı ve tahakkümü, bu iletişimi daha da kesintili,
zorlu ve riskli kılar. Fakat gereken önlemler alındığı
ve nasıl bir ülkede yayın çıkarılmakta olunduğunun bilinci
ile hareket edildiği takdirde, bu riskler asgariye indirilebilir.
Öte yandan kuşkusuz yayın organından söz ederken, devrimci,
sosyalist bir içerikten sözediyoruz. Gerçek bir düşünce
akışından ve düşüncenin tahrik edilmesinden, geliştirilmesi,
derinleştirilmesinden, eğitselliğinden söz ediyoruz.
Devrimci yayın organı, daha sık, daha da sık aralıklarla
çıkarılan yayın organı, düzenli dağıtılan ve satılan
yayın organı, gelir getiren, kimlik veren yayın organı,
dostlar alışverişte görsün, 'rakip firmalardan' daha
renkli, daha çok basan ve zorla da olsa daha çok "satılan"
yayın organı, 'rakip firmalara' küfretme aracı olarak
yayın organı, varlığın bir göstergesi ve tanımı olarak
yayın organı, belli çevrelerin siyasal platformda hala
ve her şeye rağmen gezinmelerinin aracı olarak yayın
organı, "önderlik makamlarının" kutsanmasının
ve o bir ya da bir-iki kişinin ayetlerinin ezberletilmesi
için yayın organı, şehitler albümü anlamında yayın organı,
slogan ve sözde örgütün birkaç cümleden ibaret düşüncelerinin
hatmi için yayın organı... gibi moda "yayın organı"
tarzları, kuşkusuz devrimci sosyalist yayın organı anlayışı
ile bağdaşmaz.
Bu tarz yayın organı yaklaşımları ve pratikleri, devrimci
basının da sempatizanlar ve halk nezrinde gereken işlevlerini
yerine getirebilmesinin önündeki engeller haline gelmiştir
ne yazık ki...
Öte yandan, iletişimin ve mücadelenin ihtiyaçları, daha
önceki süreçlerde ve özellikle devrimin kitleselleşmesi
koşullarında birden fazla yayını zorunlu kılar. O zaman
Marksistler bundan da kaçmaz. Kaldı ki, sözkonusu mekanik
mantığa göre, Lenin, hepten yanlıştır. Çünkü Rusya koşullarında
siyasi gerçekleri açıklamada yayın organı temel bir
rol oynamıştır. ISKRA, "ip" görevi görmüştür.
Yeni sömürge ülkelerde, siyasi gerçekleri açıklamada
gerilla savaşı temel rolü oynar, ama yayın organı ve
onun önemi, rolü, asla reddedilemez. Ayrıca öyle tarihsel
dönemler olur ki, "nereden başlamalı?" sorusu,
klasik yanıtlarda karşılık bulamaz. "Nereden başlamalı"
sorusuna Lenin, Rusya koşullarında, "yayın organından"
yanıtını vermiştir. Ve bu yanıt, stratejiktir. Bizim
gibi yeni sömürge bir ülkede, sömürge tipi faşizmin
sürekli olduğu bir ülkede, bu sorunun stratejik yanıtı
ise, gerilladır. Ama öyle tarihsel anlar olur ki, bu
stratejik yanıt, an ile, sürecin gereklilikleri ve olanakları
çelişir. Bunu böyle kavramak gerekir.
Bugün, böyle mekanik-sol anlayış, bir çizgi olarak yoktur.
Ama tek tek unsurlarda ve bazı çevrelerde bu tür eğilimlerin
hala varlığını koruduğu biliniyor. Öte yandan geçmişte
Mahir'e sağdan ve soldan , oklarını sorumsuzca fırlatanların,
siyasal varlıklarını Mahir, THKP/C, daha sonra THKP/C
MLSPB saldırıları üzerine oturtanların, bugün çok kaba
ve ilkel tarzda bu çizginin karikatürlerini oluşturmaya
çalıştıkları ya da bazı dergi sayfalarına hapsoldukları
biliniyor. Bu durum, ülkemiz devrim mücadelesinin çarpıcı
ironilerinden biridir.
Mahir, YAYIN POLİTİKAMIZ makalesinde, adını koymadan
THPK-C'nin doğduğunu, oluşturulduğunu kamuoyuna ilan
eder. Zaten yayın organında, bu örgütlü gücü siyasal
mücadelenin bir parçası olarak ele alır. Parti, kamuoyuna
ilk kez, bu yayın organında, kendi yayın organında açıklanır.
"Toplumun bütün kesimlerini sarmaya başlayan bu
devrimci kasırga, genç militanlara devrimin arenasında
sadece kendilerinin kaldığını gösterdi. Bu esen kasırga,
devrimci kavganın çeşitli kesimlerinde fedakarca dövüşen
genç militanların benliğinde, bilincinde ve kalbinde
derin değişiklikler yaptı. Her çeşit feodal ve ataerkil
ilişkileri parçaladı. Hayat, devrimci pratiğin içindeki
işçi-köylü-öğrenci militanları bir araya getirdi. Böylece,
Leninizm'in temelleri üzerinde, devrimci yoldaşlığın
oluşturduğu, kelimenin geniş anlamı ile proleter devrimci
bir örgüt doğdu. Bu örgüt, Türkiye'deki karşı devrim
cephesinin bütün baskı, şiddet cebrini göğüsleyecek,
kırsal alanlardan fabrikalara, üniversitelere kadar,
bütün kesimlerdeki devrimci mücadeleyi yönlendirme gayretleri
içinde olanların ürünüdür." (B.Yazılar /Sf, 208)
Kafa çok net... Yönü çok açık ve hedefi iktidar! Ama
aynı oranda gerçekçi. Üzerinde yükseldiği zemini iyi
tanır Mahir:
"Bu hareket, revizyonizmin uzun yıllar etkin olduğu
bir ortamda yeşermiş, gelişmiş ve güçlenmiştir. O yüzden
işler ne kadar sıkı tutulursa tutulsun, başlangıçta,
şu veya bu ölçüde, bu ortamın izlerini içinde taşıyacaktır.
Tersini düşünmek idealizmdir. Bu kalıntılar, savaş içinde,
savaşıla savaşıla atılacaktır." (B.Y / Sf, 208)
İktidar kavgasını diyalektik kavramak, tam da budur.
Yaşamı ve mücadeleyi tanımak, mevcut olana samimi, gerçekçi
yaklaşmak, budur!..
Bu alıntıdaki cümleleri, ileride KESİNTİSİZ DEVRİM 2-3
'te bir kez daha tekrarlar Mahir. O, mücadele içinde
öğrenir, öğrendiğini sınıf savaşımına uyarlar. İçinden
çıkılan ortamın, revizyonizmin, üçüncü dünya devrimciliğinin,
TİP, YÖN, MDD'ciliğin izleri, sonradan da açığa çıkacağı
gibi, kaçınılmaz olarak sadece teorik planda değil,
örgütsel planda da görülür.
Teorik planda, her ne kadar politik düzeyde bir kopuş
yaşansa da, en açık biçimi, Kemalizm tespitinde görülür.
Bu revizyonizmin ağır bastığı ortam, legal ilişkiler,
en temel kadroların deşifre olmasına yol açmıştır. Ve
ağır baskı koşullarında kadroların kendini koruması
sorunu başta olmak üzere, bir dizi örgütsel sorun yaşanmıştır.
Hiçbir toplumsal-siyasal olgu, öznel talep ve başarılarla
açıklanamaz. Verili nesnel koşullar o olguya rengini
verir. Dünyanın en mükemmel örgütlenmesi bile, ülkelerinde
devrim yapmış Marksist partiler bile, nesnel koşulların
elverdiği sınırların dışında "değiştirme"
eyleminde bulunamazlar.
Dolayısıyla, kaçınılmaz olarak, Mahir yoldaşın ifade
ettiği "izler", THKP'de de vardır. THKP-C'yi
bu anlamda idealize etmek, onun eksikliklerini, yanlışlarını
görmemek, ona hakarettir. Marksist bir tarz değildir.
THKP/C tarzı değildir.
Mahir'in sözünü ettiği bu "izler"in bir kısmını;
aynı makalede, "Yayın Politikamız" başlıklı
yazıda görmekteyiz.
"27 Mayıs Hareketi ile birlikte, reformist burjuvazi
ile Finans Oligarşi arasında kurulan nispi denge, Türkiye'de
sınırlı da olsa bir demokratik ortam yarattı."
(B.Y / Sf, 207)
Makalenin ikinci paragrafı ise; bu ortamın, sol harekete
"belli ölçülerde legalite kazandırıp geliştirdiğini",
başta TİP revizyonizmi olmak üzere, M. Belli vb. revizyonizminin
bu ortamda geliştiğini, bu ortamda "yayılma imkanı"
bulduğunu saptar.
Burada neden sonuç ilişkilerinde, sonuç doğru tanımlanırken,
neden; yani 27 Mayıs Hareketi, doğru tanımlanmamıştır.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, bu dönemde, tekelci
sermaye ile küçük burjuva radikalizmi arasında bir denge
vardır. Ve bu denge, 1960 sonrasında oluşan ortamda
önemli bir rol oynamıştır.
Ama dönemi, sadece buradan hareketle açıklayamayız.
Bunların yanı sıra, henüz zayıf da olsa bir halk muhalefeti
vardır ve bu muhalif eğilimlerin, nispi demokratik ortamın
oluşmasında katkısı olmuştur. 1961 Anayasası'nda ifadesini
bulan bu sınırlı demokratik ortam, asıl olarak yeni
sömürgeciliğin nefes borularını açmak yönünde işlev
görmüştür. Yeni sömürgeciliğin oturması için, nispeten
"demokratik bir ortam" gereklidir, o dönemde,
tekelci sermayenin buna ihtiyacı vardır.
Mahir'in 27 Mayıs değerlendirmesi bu çerçevede değildir.
O, sorunun bir yanına işaret etmiş; dahası, buna paralel
olarak, ileride görüleceği gibi, 27 Mayıs Hareketi için
"ilerici" tanımlamasını kullanmıştır. İşte,
içinden çıkılan dönemin "izleri" olarak belirlediğimiz
teorik eksikliklerden ve yanlışlardan biri de örneğin
budur.
Kemalizm değerlendirmesi ile dolaysız bağı olan bu konu,
Mahir'de, dolayısıyla partimiz THKP'de, teorik bir zaafı
oluşturmaktaydı. THKP'nin Kemalizm, Kürdistan vb. konulardaki
ideolojik zaafları, Marksist bilgi kuramının ve yönteminin
bir gereği, sonucu olarak; daha sonraki yıllarda, THKP-C'nin
ikinci döneminde, THKP-C / MLSPB tarafından aşılmıştır.
Teorik çerçevelerin, yaşamın değişen gerçekleri ve bilgi
birikimine paralel gelişimi ifade etmeleri zorunludur.
MLSPB'nin teorik düzeyde gerçekleştirdiği açılımlar,
Mahir'in, "geçmişin izleri, savaşın içinde, savaşıla
savaşıla atılacaktır" saptamasına uygundur.
Ayrıca Mahir, Kemalizm için; "küçük burjuvazinin
sol kanadı" tespitini yapar. Kimi yazı ve çalışmalarında,
"liberal burjuvazi" kavramını kullanır. Burada,
ciddi bir çelişki yoktur. Ve yine "tekelci sermaye"
tanımı, "finans oligarşi" tanımı ile özdeş
kullanılmıştır. Lenin de bu iki kavramı sık sık aynı
anlamda kullanır. Ama mekanik yaklaşım sahipleri, pekala
buradan hareketle; yeni sömürge bir ülke için, Türkiye
için, TC Oligarşisi'ni "finans oligarşi" olarak
tanımlayabilir...
Oportünizmin Mahir'de çelişki arama çabalarının boşuna
olduğu, 1970'lerden bu yana defalarca görüldü. Mahir
döneminde de, PDA, Mihri Belli, TİP oportünizminin bu
yöndeki yoğun çabaları biliniyor. Yalan, tahrifat, hatta
provokasyon, oportünizmin klasik yöntemleridir. Ne var
ki Mahir ve THKP-C, bütün bunlara karşı gereken yanıtları
vermiştir. Gerek teorileri, gerek pratikleri, gerekse
de yaşam içinde objektif karakterini kanıtlayan öngörüler
ile...
1970'ten sonra ise oportünizm, adeta teorik ve pratik
varlığını THKP-C'ye saldırı, temelinde buldu. Ondan
uzaklık mesafesine göre devrimci mücadele içinde konumlandılar.
Ama 1990 sonrasında tüm bunlar unutuldu ve yine aynı
insanlar, gerilla mücadelesini, silahlı savaşımı kutsamaya
başladılar. Geçmişte Mahir, THKP-C ve THKP-C/MLSPB için
sarfettikleri sözlerin ve devrime karşı bu anlamda konumlanışlarının
hesaplaşmasını yapmadan... Bu hesaplaşmanın gerektiği
gibi yapılamamış olması ve bir önceki dönemin özeleştirisinin
yapılmamış olması, rüzgar başka türlü estiği an bu tür
oportünistlerin hızla söylemlerini ve konumlanışlarını
değiştireceklerinin de kanıtıdır.
Devrim kavgası büyütülürken, oportünizminde devrimci
ideolojiden ve pratikten gereken yanıtları alması, kaçınılmazdır.
C- Devrimde sınıfların mevzilenmesi
THKP-C öncülleri, bir dizi ayrışmayı yaşayarak, bir
dizi ideolojik siyasal ayrışmada taraf olarak, 1970
sonlarında partileşmişlerdir.
Bir toplumsal sürecin hem ürünü, hem de onun aktif örgütlü
gücü olan THKP-C, bu toplumsal siyasal sürecin içinden
süzülerek yükselmiştir. Ve artık gündeminde tek bir
madde yazılıdır: Parti!..
Bu, adeta bir depremdir. Her açıdan, her şeyle hesaplaşmak,
yeniyi oluşturmak için reddetmek, yeniyi sadece siyasal
düşüncede değil, davranışta, eylemde, ahlakta, tarzda
temsil etmek zorunludur. Her şey yeniden harmanlanmakta,
düşünce, davranış, eylem, ahlak, tarz, bir üst boyutta
yeniden üretilmektedir.
Bu, geleneksel soldan, Marksizm adına oluşturulan "resmi
ideolojiden", Leninizm esaslarına dayanan bir kopuştur.
Leninizm'in bu topraklarda, bu coğrafyada yaşam bulmasıdır.
Elbette, bu kopuşma, "birden","aniden",
"hemen" gündeme gelmemiştir. İncelediğimiz
gibi, tohumları önceden atılan, ama o süreçte filizlenen
bir olgudur. Filiz büyüyecek, kök salacak, dalları,
budakları etrafa yayılacak ve sınıf savaşımı içinde
yeniden ve yeniden budanacak, sulanacak, gübrelenecek,
tek kelime ile; büyütülecektir.
Biliniyor, örneğin, "YENİ OPORTÜNİZMİN NİTELİĞİ",
1970 ortalarında yazıldı ve sözünü ettiğimiz tohumları
burada görmek mümkündür. Bu yazı, THKP-C öncüllerinin
Karadeniz çalışmalarında önemli bir yer tutmuştur. Yani,
ciddi olarak savaşıma yöneliş ve dönemin özelliklerine
göre hazırlık, baştan itibaren sözkonusudur.
Bir tarihsel evrim yaşanmaktadır ve bu evrimin, 1971
başlarında yeni bir çerçeveye, THKP-C çerçevesine oturması
sözkonusudur. Her şeyin yeniden üretimi mücadelesi,
ana bir eksene bağlanır. Yeni sömürge bir ülkede, Türkiye'de,
devrimin stratejik planı olan Politikleşmiş Askeri Savaş
Stratejisi'ne... Her şey buna göre ele alınır, biçimlendirilir.
Çalışmalar bu temelde planlanır.
İşte, sözkonusu "YAYIN POLİTİKAMIZ" yazısı
da, bu doğrultuda kaleme alınır. KURTULUŞ / DEVRİM İÇİN
SAVAŞMAYANA SOSYALİST DENMEZ", THKP-C'nin politik
yayın organı olarak, bu anlayışla örgütlenir. Öte yandan,
"Kesintisiz Devrim" broşürlerinin oluşturulması
için tartışılır, çerçeve çizilir, yazıma başlanır. Ve
1971 Mart-Nisan aylarında bu broşürün en önemli bölümü
yayınlanır. Kesintisiz DEVRİM 2-3, sıcak mücadele koşullarının
getirdiği güçlükler nedeniyle tamamlanamaz. Çerçevesi
oluşturulmuş olan bu çalışma, daha sonra Mahir Çayan
tarafından kaleme alınır. Ama bu çerçeve, THKP-C'nin
temel siyasal görüşlerinin çerçevesi, 1971 başlarında
somutlaşmıştır.
Ama oportünizm itiraz edecektir: Hayır, bunu Mahir kendi
kafasından yazmıştır!.. Bu iddia yeni değildir. Oportünizm,
çeşitli vesilelerle ve değişik gerekçelerle, bu tezini
defalarca ileri sürmekten bıkmamıştır. Kaldı ki öyle
olması, sözkonusu broşürün önemini ve değerini ne azaltır,
ne de çoğaltır. Onun değerini belirleyen, içeriğidir,
kimin yazmış ya da yazmamış olduğu değil...
Bu iddiaların kaynağı, Mahir'in 1971 Haziranı'nda esir
düşmesi, Hüseyin Cevahir yoldaşın şehit düşmesi sonucu;
partiyi Münir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli ikilisinin
ele geçirmiş olmasıdır. Daha o günlerde yılgınlığın
batağına sürüklenen bu şahısları, firarından hemen sonra
tasfiye eden Mahir, Oligarşi ile soluk soluğa bir mücadelenin
yürütüldüğü günlerde, ne yazık ki bu sorunla ve sonuçlarıyla
da uğraşmak zorunda kalmıştır.
Aktolga ve Küpeli: "Mahir'in ifade ettiği görüşler
bizim görüşlerimiz değildir" diyerek, tutumlarını
ortaya koymuşlardı. Daha sonraki süreçlerde ise; "o
söylerdi, biz uyardık" söylemi içine girerek, düşmanın
ve oportünizmin oklarının tamamen Mahir'e yönelmesine
hizmet etmişlerdir. Oportünizm, bu şahısların iddialarına
dayanarak, THKP-C'yi siyasal parti olma kimliğinden
uzaklaştırma çabası içine girmiş, onu Mahir'in kişiliğine
indirgemeye çalışmıştır. Partiyi, "eklektik ve
iç bütünlükten yoksun" bir zemine oturtma gayreti
içine girilmiştir.
Başta THKP/C'nin devrimci savaş hedef ve anlayışlarından
uzaklaştırılmasına en fazla ihtiyaç duyan Devrimci Yol
oportünizmi olmak üzere, (daha sonra Dev Yol'dan ayrılan
Devrimci Sol da bu söylemi sürdürmüştür) çeşitli kesimler,
özellikle Aktolga-Küpeli olayını göstererek, THKP-C
için "ideolojik birlik yoktu" tezini işlemişlerdir.
Anlaşılacağı üzere, tüm THKP-C düşmanları, tam da THKP-C'nin
siyasal oluşumunun "yorumlanmasında", aynı
platformda buluşmuşlardır.
Bütün bunları, Mahir'in sözleriyle yanıtlamak gerekiyor:
"Biz, ülkemizdeki devrimci harekete ilişkin bütün
görüşlerimizi uzun bir broşürle ortaya koymaya karar
verdik. Bu broşürün ilk kısmı, (Kesintisiz Devrim1 kastediliyor)
birkaç güne kadar çıkacaktır." (B.Y. / Sf, 212)
Ancak, oportünizmin çarpıtmalarına karşı acil bir yanıt
verilmesi gündemdedir. Ve "DEVRİMDE SINIFLARIN
MEVZİLENMESİ" yazısı bu ihtiyaçtan dolayı kaleme
alınır. Devamla Mahir, bunu dile getirir:
"Bu broşürde kendi görüşlerimizi ortaya koyarken
doğal olarak, ülkemizdeki oportünist fraksiyonların
görüşlerinin eleştirisini de yaptık. Bu broşürün bütününün
çıkması biraz zaman alacağından ve de bazı arkadaşların
acele cevap verilmesindeki ısrarından dolayı, biz bu
cephenin "teorik" eleştirilerine, kısa bir
şekilde KURTULUŞ'ta cevap vermeye karar verdik."(B.Y./
Sf.212)
Aynı yazıdaki bir dipnot, ayrıca bu çalışmaları, tartışmaları
ve sonuçlarını ifade eder: "Bir kaç aya kadar,
2. ve 3. kısımları çıkacak olan KESİNTİSİZ DEVRİM broşürlerinde,
bu mesele etraflı bir şekilde konulmuş olacaktır."
Aynı dipnotta, devrimci savaşın hazırlıklarının da ipuçları
vardır: "Birkaç ay sonra anlaşılacaktır; devrimci
savaş, kavanozda yetişmiş kampus "maocu" kalpazanlarının
sandığı gibi, saksıda mı geliştirilecektir, yoksa devrimci
pratikte yakılan kıvılcımla, emekçi halkın bilincinde,
ruhunda, kalbinde mi gelişecektir." (B.Y./ Sf,
218)
Bu sözler, KURTULUŞ'un birinci sayısında, 15 Mart 1971'de
yayınlandı. THKP-C, kendini 1971 Mayıs ayında, Elrom
Olayı ile kamuoyuna ilan etti.
Mahir, aynı konuda, sözkonusu planlamayı, KESİNTİSİZ
DEVRİM 1'in önsözünde, 1971 Nisan ayında bir kez daha
ifade eder.
Bizzat Mahir'in kaleminden ortaya konulan ve o güne
kadar "bizim böyle bir planımız, görüşlerimiz yok"
denilmeyen, inkar edilmeyen-edilemeyen bu düşünceler,
oportünizmin ve döneklerin daha sonraki tüm iddialarını
çürütecek niteliktedir.
Bütün bunlar aynı zamanda, bir Marksist Parti için zorunlu
olan ideolojik birliğin oluştuğunu da gösterir. Ardı
ardına bir dizi siyasal süreç yaşanmış, revizyonizm
ve oportünizmle hesaplaşma soncu, bu ideolojik netliğe
ulaşılmıştır. Elbette ideolojik birlikten, aynı parti
içinde herkesin aynı cümleleri tekrar etmesi zorunluluğu
anlaşılamayacağı gibi, ilelebet herkesin aynı tezleri
savunmak zorunda olduğu sonucu da çıkarılamaz.
İdeolojik birlik, o tarihsel koşullarda, başta devrim-örgüt-çalışma
tarzı olmak üzere, bir dizi konuda sağlanmış, bu durum
kendisini özellikle KESİNTİSİZ DEVRİM broşürlerinde
somutlaştırmıştır. THKP-C de, bu temelde kurulmuştur.
THKP'ye giden yolda, THKP'nin oluşturulmasında ve daha
sonraki mücadele sürecinde Mahir'in rolü çok nettir.
Önderdir, siyasal programın oluşmasından partinin örgütlenmesine,
politik faaliyetlerden askeri faaliyetlere kadar, hemen
her alanda Mahir'in rolü belirleyici, sürükleyicidir.
Bunun adı, askeri-politik önderliktir!..
Peki, parti her açıdan kurumlaşmış mıdır? Kuşkusuz hayır.
Parti -Cephe, Parti-Cepheliler, kendilerini değerlendirirken,;
daima çuvaldızı kendilerine batırmışlardır. Daima tüm
açık yüreklilikleri ile kendilerine ilişkin gerçekleri
ifade etmeyi bilmişlerdir. Ve bu gerçekleri tanımlarken,
ölçüleri "başkalarının durumu" olmamıştır.
Kıyas, olmamıştır. Onların ölçüleri daima, olması gereken,
olmuştur.
KESİNTİSİZ DEVRİM 1-2-3 çerçevesinde ideolojik birlik
sağlanmıştır ama yeni ve genç bir parti olarak THKP,
başta illegalite olmak üzere, bir çok açıdan zaaflı
bir süreci yaşamaktadır. THKP-C eylemleri, bu durumun
ipuçlarını vermektedir. Ancak tüm bunlar, kaçınılmazdır.
Tüm bunlar, yaşamın, mücadelenin, savaşın içinde olgunlaşacak,
değişecektir. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir Marksist
parti mükemmel olarak doğmamıştır. Bunun en güzel ve
somut örneklerinden biri, RSDİP değil midir!..
Öte yandan mücadele, doğal bir ayrışmayı ve dökülmeyi
de beraberinde getirecektir. Başta parti ideolojisini
özümseyemeyen, parti saflarına sızan küçük burjuvalar
olmak üzere, bazı geçici yol arkadaşları, daha ilk fırtınada,
ilk dönemeçlerde, safları terkedecektir. Ve bunlar,
yalan, iftira üretip, parti çizgisinin yanlış olduğunu
ifade etmeye başlayacaklardır, önderliğe yüklenmeye,
onun kişiliğinde çizgiyi, örgütü yıpratmaya çalışacaklardır.
THKP pratiğinde yaşanan da budur. İlk fırsatta, geçici
yol arkadaşları, parti çizgisine ihanet etmiş, Mahir'in
tutsaklığından da yararlanarak, partiyi geriye çekmeye,
bölmeye çalışmışlardır. Aktolga ve Küpeli olayının özü
budur. Oportünizm bu olaydan yola çıkarak, "ideolojik
birlik yoktur" savına dört elle yapışmıştır. Bu,
sadece gerçeğin çarpıtılması değil, idealize edilmiş
Rosa'cı-Menşevik parti anlayışının da itirafıdır.
Öte yandan, oportünizm uzun yıllar boyu bir başka yalanı,
tutamak edindi. Onlara göre; 12 Mart Açık Faşizmi karşısında
THKP-C "şaşkındır" ve cuntayı desteklemiştir.
THKP-C'nin gençlik tabanının oluşturduğu DEV-GENÇ, bu
sav için kullanılır.
12 Mart'tan sonra DEV-GENÇ'in ilk açıklaması temkinlidir,
ama asla "destek" yoktur. Ve kısa bir süre
sonra, tavrını tümüyle net bir biçimde koyar:12 Mart,
açık faşizmin icra dönemlerinden biridir.
Ayrıca, THKP, sürecin açık faşizme doğru evrildiğini,
daha önceden de tespit ediyor, gelişmelerin bu yönde
evrildiğini ifade ediyordu. Doğru bir sınıflar mücadelesi
tahlili temelindeki bu öngörü ile, süreç bir kez daha
doğru yakalanıyordu. Daha önceki bölümlerde incelediğimiz
AYDINLIK SOSYALİST DERGİ'YE AÇIK MEKTUP yazısında, bu
konu herkesin anlayabileceği bir açıklıkla dile getirilmiştir.
(B.Y./ Sf,185)
Aynı konu, bir kez daha, tam da 12 Mart günlerinde,
DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ broşüründe ifade edilir.
Broşürün ilk sözü şudur:
"Ekonomik ve politik buhran hızla derinleşiyor.
Hakim sınıflar kendi aralarında çeşitli fraksiyonlara
bölünmüş, düzeni kendi resmi kanunlarıyla koruyamaz
duruma gelmişlerdir. Bu yüzden, devrimciler üzerinde,
karşı devrim cephesinin baskı, şiddet ve cebri, görülmedik
bir derecede artmıştır. Temsili demokrasi hızla rafa
kaldırılmaktadır. Artık sosyalist politikanın devrimci
cesaretle sürdürüleceği bir ülke haline gelmiştir Türkiye."
(B.Y. / Sf, 211)
Her şey bu kadar net iken, oportünizm klasik saldırılarını
sürdürdü. Onun işi, görevi idi bu... Gıdasını, varlık
koşullarını buradan alıyordu. Bu tarih hırsızlarına
en iyi yanıtı, yine olgular, tarihsel gelişmeler verdi.
12 Mart Açık Faşizmi ile savaşım, en net ve yüksek biçimiyle,
partimiz tarafından yürütüldü. Askeri ve politik planda...
Tarihe ve tarih hırsızlarına yanıt, devrimin tarzıyla
verilmiştir. THKP, sosyalist devrimci bir siyasal olgu
olarak, doğuşundan bu yana, Türkiye devrim sürecinin
belirleyici faktörü olmuştur. Dost da, düşman da bunu
kabul etmek zorunda kalmıştır!..
Oportünizm oklarını, M. Belli ile yollar ayrıldıktan
sonra, THKP-C öncüllerine çevirmiştir. Mahir'in ifadesi
ile, "...saldırmada tek cephe teşkil ettiler. Namlularını,
görevleri gereği bize çevirdiler. Son iki üç aydır (1970'in
sonu, 1971'in başları) hareketimiz, bu oportünist cephenin
utanmazca tahriflerine, şarlatanca yalanlarına, rezilce
iftiralarına ve haince provokasyonlarına maruz kaldı."
(B.Y. / Sf, 211)
Ama tüm bunlar, yeniden biçimlenen politik tarzda ısrar
etmeyi zorunlu kılmaktadır: "Bizi bu rezillikler
ne üzüyor ne de kızdırıyor. Hiçbir şeyden şikayetçi
değiliz. Oportünizmin herhangi bir kliği bize mültefit
davransaydı, biz o zaman üzgün olurduk. Çünkü bu, bizim
hareketimizde mutlaka geri bir yanın, oportünist bir
yanın var olması demektir... Artık devrimciliğin ölçüsü
geçmişteki kahramanlık menkıbeleri değil, devrimci pratiktir.
Savaş açıktır, savaşmayanlar da açıktır ve ortadadır."
( B.Y. / Sf 211-212)
Daha önce de ele aldığımız bu politik tarz, çok nettir
ve toplumsal-siyasal sürece parti kimliği ile müdahale
edilme hazırlıkları olduğu dönemde, bunda ısrar vardır.
Bu politik tarzın yönü, iktidara, iktidar savaşına dönüktür,
ana halka budur!..
Biliniyor, M. Belli, sonraki yıllarda, çeşitli defalar,
özellikle de Kızıldere Manifestosu nedeniyle yapılan
röportajda: "Mahir'le aramızda çok büyük farklılıklar
doğdu. Mahir ayrılıktan pişmandı." Hatta Mahir'in
Kızıldere'ye giderken; 'Mihri Belli'den ayrılmamız yanlıştı"
dediği üzerine spekülasyonlar yapılmıştır. Tüm bunlar,
olgular tarafından çürütülen, üzerinde bu nedenle söz
söylemenin gerekmediği, THKP'nin siyasal karakterine
gölge düşürmeye yönelik çarpıtmalardır.
Kızıldere, PASS doğrultusunda, 12 Mart Açık Faşizmi
koşullarında bir politik savaş manifestosudur. Ama aynı
zamanda, bu savaşın yarattığı devrimci dayanışmanın
da en üst biçimidir. Böyle dönemlerde, sıcak savaş koşullarında,
yüreği devrimden yana atan herkesin katkısı önemlidir.
Politik tarzımız, THKP tarzı, buna yüksek değer biçer.
Ancak bu tarz, bu tarzın gereği, uzatılan devrimci kardeşlik
elleri, oportünizmin siyasal kimliğimizi zedelemesine
izin vermemizi gerektirmez. Bu politik tarzda ısrar,
asıl hedef iktidar savaşı olduğundan, parti çizgimize,
yeni bir vurguyu armağan eder: "Kendi örgütlü gücümüzle
bu krizi derinleştirme..." (B.Y. / Sf, 211)
Leninizm iradeciliktir. Leninist devrim teorisi bu anlamda
ihtilalin teorisidir. Leninizm, koşullara teslim olmayı,
nesnel koşullarla yetinmeyi, onu devrimci irade ile
değiştirip, onun üzerine çıkmayı ifade eder. Bu yanıyla
Leninizm, Marksizmi kendine referans alan, evrimci,
ekonomist, sağcı sosyalizm anlayışlarıyla taban tabana
zıttır. Leninizm, kendiliğindenciliğin düşmanıdır. İradeyi,
elbette nesnellikten koparmadan, kendisine şiar edinir.
Ve devrimci iradenin en yoğunlaşmış ifadesi, Leninist
partidir. Nesnel koşulların bir ürünü olan Leninist
parti, bu koşulları değiştirme eyleminde, proletaryanın
en üst örgüt biçimidir. Bundan dolayı Leninist parti,
yukarıdan aşağıya örgütlenme ilkesini benimser. Demokratik
merkeziyetçilik, parti yaşamının en temel öğesidir.
İşte Mahir, ve THKP, bütün bunların alabildiğine bilincindedir.
DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ broşürünün ilk cümlesi,
bir stratejik tespittir. Yeni sömürgeciliğin en temel
özelliğini tanımlar: "Ekonomik ve politik buhran,
derinleşiyor."
Ve bunu izleyen yukarıda aktardığımız paragrafta, bu
krizin, politik irade ile, onun en üst biçimi olan Leninizm'in
esasları üzerinde kurulmuş Leninist bir parti ile "derinleştirilmesi"
saptaması yapılır.
İşte bu, Leninizm ile her türden revizyonizm arasında,
Leninizm'in bu ülkedeki temsilcisi THKP ile, revizyonizmin
tüm tonları arasındaki temel ayrım noktasıdır. Oportünizm
de bunun farkındadır. Bundan dolayı partimize, parti
çizgimize en çok bu noktadan, iradecilik noktasından
saldırır.
Oportünizm, büyük bir çarpıtma ile, partimizin kitlelere
önem vermediği, nesnel koşulları hesap etmediği, her
şeyi silahın ucunda gördüğü, öncü savaşı vb. tespitlerimizin
bunun ifadesi olduğu yolundaki anti Leninist iftira
kampanyasını örgütler. Tüm bunlara yanıt verildi. Ama,
burada, bir kez daha, bir cümle ile yanıt verelim. Lenin,
NE YAPMALI yapıtında ne kadar iradeci ise, biz de o
kadar iradeciyiz. Bolşevik parti ne kadar Menşeviklerden
farklı ise, partimiz THKP, oportünist parti ve gruplardan
o kadar farklıdır.
DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ BROŞÜRÜ; özellikle
Aydınlık Sosyalist Dergi (ASD) oportünizminin, M. Belli
ve D. Perinçek oportünizminin kimi çarpıtmalarına karşı,
programlanan KESİNTİSİZ DEVRİM koşullarında, acil bir
yanıtın zorunlu olmasından dolayı kaleme alınmıştır.
Doğal olarak bu broşürde, özellikle bu iki oportünist
akım hedef alınmış, Demokratik Halk Devrimi'nde sınıfların
mevzilenmesi, bu temelde formüle edilmiştir.
Bu broşürde Mahir, sınıf tahlillerinden yola çıkan,
somutun soyutlanması olan formülasyonlar için, Marksistlerin
formülasyonları nasıl ele alması gerektiği üzerine,
son derece doğru, nefis bir özet yöntemin altını çizer.
Şu sözleri hep aklımızda tutmalıyız:
"Bu formülasyonlar bilimsel soyutlamalar olduğu
için, kelime yorumuna tabii tutulamazlar. Çünkü bu formülasyonlar,
nitelik belirleyicidir. Bir başka deyişle, Marksist
formüller, belli bir formülün birkaç kelime ile soyutlanmalarıdır.
Ve bir kaç kelimelik soyutlama, bütün bir stratejik
görüşü ifade eder." (B.Y./ Sf, 213)
Bu broşürde, üç alt başlık vardır ve bu alt başlıklar,
DHD'de sınıfların mevzilenmesinde önemli bir yer tutar.
İlk alt başlık şudur: "İDEOLOJİK ÖNDERLİK ESASTIR"
Bu alt başlık, şu formülasyonla başlar:
"Bizim gibi halk savaşının zorunlu bir durak olduğu
ülkelerin devrimci mücadelesinde köylülük temel güçtür,
proletarya önder güçtür ve proletaryanın öncülüğünün
niteliği, ideolojiktir." (B.Y. / Sf, 213)
Bu bir formülasyondur ve Mahir'in ifade ettiği gibi
nitelik belirleyicidir. Kelime yorumuna tabi tutulamaz.
Önemli olan, bu tip formülasyonların arka planıdır.
Bu formülasyon, bizim gibi, emperyalizmin açık ve gizli
işgali olan ülkelerde zorunlu bir durak olan halk savaşı
stratejisini ifade eder. Öncelikle bunu anlamak gerek...
Mahir, etraflıca ele almış: Çarlık Rusyası'nda 1. ve
2. Burjuva Demokratik Devrimi sürecindeki devrimde sınıfların
mevzilenmesi ile, öz olarak aynı içeriğe sahip olsa
da; örneğin Çin Devrimi'nde, MDD sürecinde sınıfların
mevzilenmesi farklıdır. Her iki devrimin ortak paydası,
Burjuva Demokratik Devrimin tamamlanmasıdır. Devrimin
karakterinin, çözüme kavuşturacağı sorunların, öz itibarıyla
Burjuva Demokratik Devrim olmasıdır.
Ama biliniyor ki, bütün bunlara rağmen 1905 ve 1917
Devrimleri'nde, şehirler temel alandır ve proletaryanın
mücadelesi, nitelik belirleyicidir. Çin Devrimi'nde
ise, kırlar temel alandır ve köylülüğün mücadelesi,
devrimde nitelik belirleyicidir. Bunda yanlış bir şey
yoktur; çünkü, Çarlık Rusya'sı ve Çin, farklı somut
koşullara sahiptir. Çarlık Rusya'sı, her ne kadar yarı
feodal ilişkileri temsil etse de, dünyanın altı sömürgeci
ülkesinden birisidir. Çin ise, kendisi bir sömürgedir,
emperyalizmin işgali altındadır. Her iki ülkede de burjuvazi
iktidarda değildir ama, Çarlık Rusyası'nda devrimin
ilerlemesi, burjuvazinin tercihine bağlıdır.
Çin Devrimi'nde, özellikle ulusal savaşımın ön planda
olduğu dönemde, milli burjuvazi ile ittifak, devrimin
zaferi için zorunludur. Çarlık Rusya'sında devrimin
kitlevi gücü, esasta şehirlerdedir ve proletarya anahtar
rol oynar. Çin Devrimi'nde ise, devrimin kitlevi gücü
esas olarak kırsal alanlardadır, köylülük devrimin kitlevi
gücüdür. Bunun dışında da, çeşitli farklılıklar vardır.
Ama somut koşulların farklılığı, iki ayrı devrim stratejisi
yaratmıştır. Çarlık Rusyası'nda devrimin stratejik hedefi
BDD'dir ve bu, şehirlerin anahtar rol oynadığı bir ayaklanma
ile gerçekleştirilecektir. Çin'de ise, MDD stratejik
bir hedeftir ve burada uzun süreli bir halk savaşıyla,
köylülüğe dayalı bir halk savaşıyla devrim zafere ulaşacaktır.
İşte bu temel farklılık, devrimde sınıfların mevzilenmesinde
iki farklı formülü bize vermektedir.
Mahir bu gerçeği çok net kavramıştır; dolayısıyla tekrar
tekrar bunun altını çizer, haklıdır!..
Yine bu mantığın devamı olarak, ikinci alt başlık önem
kazanır: "KÖYLÜLÜĞÜN DEVRİMDE TEMEL GÜCÜ TEŞKİL
ETMESİ, DEVRİMCİ SAVAŞTA KIRLARIN TEMEL ALAN OLMASINDAN
DOLAYIDIR. (B.Y. / Sf, 221)
Yukarıda aktardığımız; "Bizim gibi halk savaşının
zorunlu bir durak olduğu ülkelerin devrimci mücadelesinde
köylülük temel güçtür, proletarya önder güçtür ve proletaryanın
öncülüğünün niteliği ideolojiktir" formülasyonu,
bu çerçevede ele alınmıştır. Ancak bu çerçeve, sorunu
ele almakta önemli bir halka olmakla beraber, yeterli
değildir. Tamamlanması gereken yönleri vardır. Bu çerçeve,
toplumsal yapının karakterini; bu temelde ortaya çıkan
sınıf ilişkilerini, proletaryanın nitel ve nicel gücünü,
şehir-kır ilişkilerini ifade eder. Bunları dikkate alan
bir bakış açısı, sorunu bütünsel değerlendirebilme şansına
sahiptir.
Hemen belirtelim ki, Mahir; herhangi bir siyasal polemikte,
çubuğu tersine büker. Bu, anlaşılır bir tutumdur. Keza,
örneğin YENİ OPORTÜNİZMİN NİTELİĞİ yazısında, daha önce
ele aldığımız gibi, Mahir, sorunun bu yanına da işaret
etmiştir. Biz, burada sorunu bütünsel ele alma kaygısındayız.
Dolayısıyla, siyasal evrimimizi yerli yerine oturturken,
eğer eksik bir yan varsa görebilmek açısından, objektif
temelde, bilimsel ahlaka sıkı sıkı sarılmaya çalışıyoruz.
Tekrar edersek, DHD'de sınıfların mevzilenmesinde temel
ölçümüz; yeni sömürge bir ülkede Halk Savaşı ve Politikleşmiş
Askeri Savaş Stratejisi gerçeği ve bu stratejinin üzerinde
yükseldiği toplumsal ilişkilerin bütünsel ele alınmasıdır.
Çin Devrimi gibi Vietnam Devrimi, 2. Bunalım döneminde
zafer kazanan Küba Devrimi, daha yakın bir tarihsel
dönemde gerçekleşen Nikaragua Devrimi vb. devrimler,
halk savaşı stratejisi ile zafere ulaşmıştır. Ancak
emperyalizmin bunalım dönemleri evrimi ve her ülkenin
toplumsal-sınıfsal ilişkileri, kendine özgü ara aşamalar
ve dönemler yaratmış, bu durum da sınıfların mevzilenmesini
dolaysız etkilemiştir.
Proletaryanın önderliği temel, vazgeçilmez bir kuraldır
ama devrimin içinde bulunduğu ara aşamalar, temel güçlerin
bileşkesini etkiler, zaman zaman belirler. Yine aynı
dönemden hareket edelim: 2. Bunalım dönemi'nde, örneğin
Çin'de proletarya önder güçtür, köylülük temel güçtür
ve burada, "proletaryanın önderliğinin niteliği
ideolojiktir" formülasyonu geçerlidir.
Ama Emperyalizmin 3. Bunalım döneminde, kapitalist ilişkilerin
egemen biçim olduğu bir süreçte, proletaryanın nicel
ve nitel olarak daha da güçlendiği bir ülkede, yukarıdaki
formülasyon, gerçeği gerektiği gibi ifade edemez. Bu
gibi ülkelerde, proletaryanın devrimdeki rolü daha çok
artmıştır, bu olgu temel güçler bileşkesini etkiler.
Burada, genel olarak şöyle bir çıkarım daha doğrudur:
Proletarya devrimde önder güçtür, işçi, köylü-küçük
üretici, temel güçtür.
Mahir bu halkayı yakalamıştır. Aynı broşürün ilerleyen
bölümlerinde şunları ifade eder:
"Demokratik Halk Devrimi, adı üstünde bütün halkın
devrimidir. Bu aşamada halk ise, proletarya, köylülük
ve şehir küçük burjuvazisidir. Halk devriminin temel
güçlerini bu sınıflar teşkil ederler." (B.Y. /
Sf, 217)
Burada sorun çok daha net biçimde ele alınmıştır. "Bu
aşamada" sözleri, özellikle önemlidir. Toplumsal
evrimin ulaştığı aşama ve buna uygun olarak devrimde
rol oynayan sınıfların bileşkesine, yani "halk"
kavramının sınıfsal bileşkesine işaret eder, onun çerçevesi
çizilir.
Sorunu daha da netleştirmek için şu soru sorulmalıdır:
'Kır', nasıl bir kavramdır? Coğrafi bir kavram mı, yoksa
toplumsal bir kavram mı? Uruguay, Latin Amerika'da,
yeni sömürge bir ülkedir. Burada PASS geçerlidir ama
"Latin Amerika'nın İsviçresi" olarak bilinen
bu ülkede, 'kır' yoktur. Ayrıca, kapitalizmin gelişmesi,
köylülüğü sınıfsal ayrışmaya uğratır, onu parçalar.
Bu durumda "kırlar temel savaş alanı olduğundan,
kırlar temeldir" formülü, ne kadar doğru olabilir?
İşte tüm bu soruların yanıtını ancak, DHD'nde sınıfların
mevzilenmesi sorununun doğru bir analizine bağlarsak,
yani yukarıda çerçevesini çizdiğimiz bütünsel yaklaşımla
sorunu ele alırsak, gerçeği doğru formüle edebiliriz.
Bir yanılsamayı ele alarak devam edelim. Yanılsama şudur:
DHD, özünde bir köylü devrimidir. Türkiye yarı feodal
bir ülkedir, kırlar temeldir... 1970'lerde PDA oportünizmi
benzer tanımlamalar yaparken; bugün bu tez, TKP/ML geleneği
tarafından sürdürülmektedir. Bu yanılsamada, özellikle
Stalin'in, "ulusal sorun özünde köylü sorunudur"
ve Mao'nun "MDD özünde toprak / köylü sorunudur"
tezleri temel alınır.
Bu tezler, şabloncu bir yaklaşımın ürünüdür ve büyük
bir yanılsamayı ifade eder. Sık sık vurguladığımız gibi,
1. ve 2. Bunalım Dönemleri'nde, bağımlı ve sömürge ülkelerde
zorunlu bir durak olan MDD'de anti-feodal mücadele,
devrimin demokratik yanını oluşturur. Bu anlamda; Mao,
"özünde bir köylü devrimidir" derken veya
Stalin, bu tip ülkeler için, "ulusal sorun eninde
sonunda bir köylü sorunudur" derken, doğruları
ifade ederler.
Ancak bunları her dönem ve her ülke için geçerli bir
şablona dönüştürmek, Marksizm'den fazlaca bir şey anlamamaktır.
1970'li yıllarda ülkemizde bu tip yaklaşımlar oldukça
yaygın idi. Ve değişen dünyanın sunduğu bütün verilere
rağmen, hala aynı görüşleri savunabilenler vardır.
Her şeyden önce, ulusal sorun her koşulda bir köylü
sorunu değildir. Ulus ve ulusal hareket, kapitalizm
dönemine ait kavramlardır. Kapitalizmin şafağında doğmuş,
ama toplumsal süreçte farklı biçimler almıştır. Bundan
dolayı, ulusal mücadele, farklı ülkelerde farklı biçimler
almıştır. Çarlık Rusyası, bu durumun en somut örneğidir.
Ulusal sorun, sınıf mücadelesinin yanında ikincil bir
sorundur ve köylülerin toprak sorunu, ulusal taleplerden
daha ön plandadır. Bundan dolayı Stalin; "Rusya
siyasal yaşamının eksenini ulusal sorun değil, toprak
sorunu oluşturur." diyor. (Marksizm ve Ulusal Sorun
Sf.33) Stalin ulusal sorunda, Gürcistan ve İrlanda örneklerini
inceler ve şu sonuca ulaşır: "Ulusal hareketin
içeriği, elbette her yerde aynı olamaz. Bu içerik, hareket
tarafından formüllendirilen çeşitli istemlere bağlıdır."
(A.g.e. Sf.23)
Ayrıca Lenin'in şu sözleri, sorunu çok net ifade eder:
"Tüm toplumsal düzenin kapitalist karakterde olduğu
koşullarda, ortaçağ kalıntılarına karşı yönelen her
köylü devrimi, bir burjuva devrimidir. Fakat her burjuva
devrimi, köylü devrimi değildir. Tarımın tamamen kapitalist
tarzda örgütlendiği bir ülkede, kapitalist çiftçiler,
ücretli işçilerin yardımıyla bir tarım devrimi gerçekleştirirse,
örneğin toprak ve arazi üzerinde özel mülkiyeti ortadan
kaldırırsa, bu pekala bir burjuva devrimi olur. Fakat
asla bir köylü devrimi olmaz. Tarım ilişkilerinin halihazırda
bir bütün olarak kapitalist ekonomi ile, bu ilişkilerin
yok edilmesi için aynı zamanda kapitalizmin d e yokedilmesini
gerektirecek kadar iç içe geçmiş olduğu bir ülkede,
örneğin otokratik bürokrasi yerine sanayi burjuvazisini
dümene getiren bir devrim olursa, bu bir burjuva devrimi
olur. Fakat asla bir köylü devrimi olmaz." (Seçme
Eserler 3. Cilt / Sf, 245-246)
Her şey çok açık... Buradan, toprak devrimi ile tarım
devrimi, iki farklı kavram olarak karşımıza çıkar. DHD'nin
zorunlu olması, Çin Devrimi'ni şablon olarak benimseyerek,
bunun köylü devrimi olduğunu ileri sürmek, en hafif
deyimiyle Lenin'in yukarıdaki sözlerinden hiçbir şey
anlamamak demektir.
Mahir, DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ broşüründe,
eski tezi, MDD tezini aşar. DHD tezini geliştirir ve
tarım devrimi kavramı ile köylü devrimi kavramını yerli
yerine koyar. (B.Y. Sf, 222)
Bu, Mahir'in siyasal düşünce evriminde, bir sıçramadır.
Bu noktada bir soru daha soralım: 1970 Türkiyesi ile
bugünün Türkiyesi; 1970 döneminin toplumsal-siyasal-sınıfsal
ilişkileri ile bugünün toplumsal-sınıfsal-siyasal ilişkileri
aynı mıdır? Hatta yeni sömürgecilik, varlığını aynı
özelliklerle mi sürdürmektedir? Dünya çapında yaşanan
değişimler ve ülkedeki değişimler, bütün bunlarda da
son derece ciddi farklılıklara yol açmamış mıdır?
Fakat bırakalım 1970 Türkiyesi'ni, bugünün Türkiyesi
ile 1930'ların Çin'ini ele alarak değerlendirmeler yapmaya
ve "çözümler" üretmeye çabalayanlar vardır.
Yukarıdaki sorunun yanıtı, P-C çizgisinin savunucuları
açısından çok nettir. Sözkonusu dönemler, farklı ilişki
ve çelişkiler yaratmıştır. Aynı sürecin kendi içinde
evrim yaşayan halkaları olmakla birlikte, ortak payda
üzerinde yükselinmiş olmakla birlikte, bu süreçlerin
farklılıkları gün geçtikçe büyümekte ve özellikler değişiminden
nitelik değişimine doğru yol alınmaktadır.
Ülkemiz, emperyalizme bağımlı yeni sömürge bir ülkedir.
Emperyalizmin işgal biçimi gizlidir. Tüm toplumsal ve
sınıfsal ilişkiler bu olgular temelinde, uluslararası
kapitalizmin ihtiyaçlarına göre şekillenir. Dolayısıyla
DHD'nin en önemli hedefi de budur. Yani, emperyalizme
karşı mücadeleyi yükseltmek, yeni sömürgecilik ilişkilerine
son vermektir. Ama, yeni sömürgeciliğin 1970'lerde almış
olduğu biçimle, bugün almış olduğu biçim aynı değildir.
1970'lerde yeni sömürgecilik ithal ikameci bir modelle
uygulanırken; bugün, ithal ikameciliğin yanı sıra ihracata
yönelik bir sanayileşme gerçekleştirilmektedir. Bu süreç,
1980 sonrası belirginleşmiştir. Bunun anlamı; daha çok
bağımlılık, emperyalist sermayenin ülkeye daha çok girmesi,
emperyalizmin mallarının açık pazarda "mecburen"
tüketilmesi, kapitalizmin yeni bir sermaye birikimi
modeli yaşaması, hatta emperyalizm adına özellikle bölgede
daha aktif rol oynamasıdır.
Ülkeye ve toplumsal ilişkilere ait bazı rakamlar verelim.
1970 Türkiyesi'nde, toplam nüfusun % 70'i kırsal alanda,
%30'u kentlerde yaşar. Bugün bu rakam, adeta tersine
dönmüştür. Yaklaşık olarak nüfusun %60'ı kentlerde yaşamaktadır.
Bu rakamlar, Kürdistan'daki savaş nedeniyle, Kuzey Kürdistan'da
bulunan dört bin köyden üç bininin zorunlu göçe tabi
tutulmasını da içermektedir. Bu nüfus, metropollere
yığılmış, kırsal ilişki ve çelişkileri de metropollere
taşımıştır.
Yeni sömürgeci kapitalizm, özellikle 1960 sonrası gelişmiştir.
1960 yılında tarımda çalışan nüfus oranı %75 iken, bu
oran 1970'de % 67'ye düşmüş; günümüzde ise, % 40'lara
inmiştir. Aynı yıllarda sanayide bu oran % 6.3'den %10.6'ya
çıkmış, bugün ise çok daha fazla yükselmiştir. Keza
tarımda kapitalist ilişkiler, aynı biçimde hızla gelişmiştir.
Bunun bir ifadesi olarak, 1948'de 1756 olan traktör
kullanımı; 1974'de 2000'e, 1980'de ise 436.369'a çıkmıştır.
1990'lı yılların bu konuya ilişkin rakamı, elimizde
yoktur.
Tüm bu gelişmeler, kapitalist ilişkilerin her alana
egemen olmasına yol açmış, kırsal alanda sınıfsal ayrışma
hızlanmış, çalışan nüfusun içinde ücretlilerin oranı
hızla yükselmiştir. Bu rakamlar, 1960'da %18.8 iken,
1965'de %22.4'e; 1970'de %27.6'ya 1975'de %31'e ve 1980'de
%33.4'e yükselmiştir. Günümüzün rakamları %50'lerle
ifade edilebilmektedir.
Bu rakamlar, kapitalist sınıf ilişkilerinin en önemli
sınıfı olan proletaryanın nicel gücündeki değişimleri
göstermektedir. 1970 yılında iki milyonu sigortalı olan
toplam dört milyon işçi varken, bu rakam 1980'de 7 milyona,
bugün ise yaklaşık 15 milyona çıkmıştır.
Sendikalı işçi oranı her dönem düşüktür. Bu, günümüzde
de geçerlidir. Ayrıca özellikle 1980 sonrasını, özellikle
kirli savaşın getirdiği sorunlarla birlikte düşünürsek,
coğrafyamızda korkunç oranda bir işsiz kitlesi olduğu,
bilinen bir gerçektir. Her işsiz, yoksul proleter değildir
ama kapitalizmin ekonomik-siyasal baskı mekanizmaları,
onu feodal ilişkilerinden koparmakta, çarpık kapitalizmin
payandası haline dönüştürmektedir.
Yukarıda verdiğimiz rakamların anlamı şudur: 1970 dönemine
kıyasla bugün şehir -kır ilişkilerinde şehirlerin rolü
artmış, köylülük yoğun bir çözülme sürecine girmiş,
DHD'de proletaryanın kitlevi gücü gelişmiş, buna paralel
olarak potansiyel rolü artmıştır. Artık örneğin 1. ve
2. Bunalım dönemlerinde olduğu gibi sömürge ve bağımlı
ülkelerde "cılız" bir proletarya değil, özellikle
nicelik açısından güçlü bir proletarya vardır. Nitelik
açısından ise, daha da zayıf bir proletaryadan söz etmek
zorundayız. Bunun nedenlerini ve çözümlenmesi ayrı bir
konudur.
3. Enternasyonalin 6. Kongresi'nde, 1928 yılında, sömürge
ve bağımlı ülkeler, farklı kategorilere ayrılmıştır.
Ayrıca Stalin, yine aynı dönemde bu farklılıkların altını
çizmiş ve "üç tip ülke" belirlemesi yapmıştır.
Yani, yaşam şablonlara sığmıyor.
Tam da bu noktada, proletaryanın önderliği kavramına
dönmek gerekiyor. Parti çizgimiz ve Mahir Çayan yoldaş,
hiçbir zaman "fiili önderlik" ile "ideolojik
önderliği" karşı karşıya koymamıştır. Tam tersine,
örneğin YENİ OPORTÜNİZMİN NİTELİĞİ yazısında, proletaryanın
fiili rolünün, bilinç ve örgütlülük düzeyine paralel
olarak önem kazanacağının altını çizmiştir. Fiili önderlik
kavramı bir ayaklanma stratejisini ifade ettiğinden,
vurguyu sık sık ideolojik önderlik yönünde yapma gereksinimi
duymuştur.
Bizim gibi yeni sömürge ülkelerin devrim stratejileri,
elbette her ülkede özgünlükler gösteren Politikleşmiş
Askeri Savaş Stratejileridir. Yani, uzun süreli ve değişik
özellikler gösteren, aşamaları olan bir halk savaşıdır.
Bu strateji, farklı aşamalardan geçerek zafere ulaşacaktır.
Gerilla Savaşı'nın, politik gerçekleri açıklamada anahtar
rolü oynadığı bir evrede; doğal olarak, proletaryanın
ideolojik önderliği ön planda olacaktır. Ama devrimin
kitlevi karakteri geliştikçe, yürütülen öncü savaşı
kitleleri devrim saflarına kattıkça, proletaryanın fiili
rolü buna paralel olarak artacaktır. Ve yukarıda çizdiğimiz
tablonun sonucu, proletarya şehirde ve kırda devrimde
önder rolü üstlenecektir. Sorunu bu temelde kavramak
zorunludur.
O halde, DHD'de sınıfların mevzilenmesini, bu temelde
yeniden ele almak, bu tarihsel sürecin yarattığı olguları
da dikkate alarak formüle etmek, önemli bir siyasal
ihtiyaçtır. Sorunu, daha çok klasik halk savaşlarını
açıklayan "kırlardan şehirlerin fethedilmesi"
biçiminde değil de, parti çizgimizin önemli bir sıçrama
noktası olan, şehir-kır diyalektiğini ifade eden "BİRLEŞİK
DEVRİMCİ SAVAŞ" formülasyonu ile birlikte düşünmek,
ele almak, bu tarihsel süreci çok daha iyi açıklar.
PASS, klasik halk savaşından farklı olarak, şehir ve
kır ilişkisini bütünsel ele alan Birleşik Devrimci Savaş'ın
özellikleriyle tanımlanır. Politikleşmiş Askeri Savaş,
bir halk ordusunu yaratacaktır ve bu da kırlarda vücut
bulacaktır. Buradan, devrimin toplumsal hedefinden bağımsız
olarak, yani devrimin anti-feodal bir devrim olup olmamasından
bağımsız olarak (ki bizim devrimimiz köylü devrimi değil,
tarım devrimini de kapsayan bir birleşik devrimdir)
kırlar stratejik öneme sahiptir, ama şehirlerde mücadele
süreklidir.
DHD, halkı bu tarihsel dönemde; proletarya başta olmak
üzere, kır yoksullarının, küçük üreticinin, orta köylülüğün,
şehir küçük burjuvazisinin, tüm halkın devrimidir. Devrimin
temel gücünü bu sınıflar oluşturur. Bu, aynı zamanda,
kurulacak halk iktidarının sınıfsal bileşkesidir.
Leninist Kesintisiz Devrim'in birinci adımı olan DHD'nde
devrimde sınıfların mevzilenmesi, böyle formüle edilebilir.
Devrimin önder gücü, proletaryadır. Köylüler, şehir
ve kır küçük üreticileri, devrimin kitlevi gücüdür.
Aynı zamanda sosyalist devrimin de bazı görevlerini
yerine getiren, yönü sosyalizme dönük DHD'nin sınıflar
mevzilenmesi budur.
Bu arada, DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ broşüründe
karşımıza çıkan bir başka kavrama, "proleter siyasi
kitle partisi" kavramına değinmek gerekiyor.
Sözkonusu broşür özenle incelenirse ve bu arada Mahir'in
parti-örgüt anlayışı gözönünde bulundurulursa; Mahir'in,
"proleter siyasi kitle partisi" kavramını,
proletaryanın partisi anlamında kullandığı, devrimde
ideolojik önderliğin önemi ile birlikte ele aldığı anlaşılır.
Ancak kavramlar önemlidir ve parti konusunda "kitle
partisi" kavramı karşımıza çıkar. Ama bu kavram
Lenin'e değil, Rosa Lüksemburg'a aittir.
Mahir ise, parti konusunda Leninist halkayı son derece
iyi yakalamıştır. Tutarlıdır, ısrarcıdır...
Leninizm,"kitle partisini" değil, sınıf partisini
gündeme getirir. Mahir, "proletarya"ya, sürekli
ve özellikle vurgu yapar. Ama devamla, "siyasi
kitle partisi" der. Böylece bir yanlışın kapısı
açılmış olur. Keza görülecektir, tıpkı Marksizmin içinden
revizyonizmin çıktığı gibi, THKP/C içinden de, Menşevik-Sivil
Toplumcu anlayışlar çıkar. Elbette bunların THKPC ile
ilişkisi yoktur ama bunların bu kapıdan nefes aldıkları,
revizyonizmi buradan temellendirdikleri açıktır.
Örneğin Devrimci Yol, gökten zembille inmedi. Bu noktalardan
beslendi ve bugün ÖDP içinde "Muhalif Kitle Partisi"
şiarını bayrak edinmişlerdir.
Eğer, sınıf bakış açısının bir sonucu olarak, 'proletaryanın
partisine' gerektiğinden daha güçlü vurgu yaparsak,
devrimde proletaryanın öncülüğü tartışmaları içinde
"ideolojik öncülüğe" abartılı yaklaşırsak,
yanılırız, yanıltırız. 2. Bunalım Dönemi'ne ait bir
gerçeği; "ideolojik öncülük, proletarya partisinde
fakir köylülerin sayıca ağır basması ve partinin, proletaryanın
öncü müfrezesi olarak halk savaşını yönlendirmesidir"
(B.Y./Sf,219) dersek, ve bunu "siyasi kitle partisi"
formülü ile devam ettirirsek, bu durumda halkçı popülizmin
de kapısını açmış oluruz.
Revizyonizm bu kapıdan girer, Mahir adına Mahir cezalandırılır.
Birileri, "kendine DY'ciyim diyen herkes DY'cidir"
biçiminde formüle ettikleri şekilsiz çevre anlayışına
ulaşır. Bir diğeri, proletaryanın artan rolüne rağmen,
"ideolojik önderlik esastır, bizde kitapların yazdığı
proletarya yoktur" diyerek, proletaryanın değil,
"halkın partisine" ulaşır.
Her şey yerli yerine oturmalıdır.
Şiarımız, sınıfın partisi, Leninist partidir.
Şiarımız, Mahir'in, THKP/C'nin şiarlarıdır.
Gücümüz, bu temelde THKP/C-MLSPB'nin yücelttiği ideolojik,
politik, pratik niteliktedir.
<<YAZININ
DEVAMI İÇİN BURAYI TIKLAYINIZ>>
|