Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Dosya

 
 
 

Mahir ve Devrim
IV. Bölüm

Şahin ŞİMŞEK


2. BÖLÜM
A-Döneme kısa bir bakış

Ekim Devrimi ile emperyalist-kapitalist sistemin dışına çıkan Sovyetler Birliği ülkesi, 2. Paylaşım Savaşı'ndan sonra yalnızlıktan kurtulmuş, devrim Doğu Avrupa ve Asya'ya yayılmış ve dünyanın 1/3'ü kapitalist sömürünün dışına çıkmıştır. Paris Komünü'nü dışta tutarsak, proletarya ilk kez, Ekim Devrimi ile kendi iktidarını yaratırken, devrimin açmış olduğu yoldan bir dizi ülke proletaryası yürümüş ve sosyalizm, maddi bir güce dönüşmüştür.
Ayrıca, Ekim Devrimi ile artık sömürge devrimlerine dönüşen ulusal kurtuluş hareketleri; Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde önemli mevziler kazanmış, emperyalist-kapitalist sistemi tehdit eden en önemli güç olmuştur.
2. Paylaşım Savaşı'nda önemli ölçüde sarsılan emperyalist-kapitalist sistem, bu savaşta en az yıpranan, savaştan güçlenerek çıkan ABD emperyalizmi önderliğinde, yeniden örgütlenme, kendini yeniden üretme sorunuyla karşı karşıyadır.
İşte 2. Paylaşım Savaşı sonrasında, Marshall ve Truman Doktrinleri ile gündeme getirilen uygulamalar, sosyalizme ve ulusal kurtuluş hareketlerine karşı; emperyalist-kapitalist sistemin yeniden yapılanması politikalarıdır. Uzun süreli bir programı önüne koyan bu politikalar, ilk önce; Avrupa ve Japon kapitalizminin yaralarını sarmayı, giderek de, yeni sömürgecilik ekseninde, geri bıraktırılmış ülkeleri emperyalist-kapitalist sisteme entegre etmeyi amaçlamıştır.
Denilebilir ki, bu dönemde, dışta yeni sömürgecilik geliştirilirken; içte, ekonomik-siyasal-askeri karakterde bir entegrasyon yaşanmıştır. 3. Bunalım Dönemi olarak tanımladığımız bu dönemin en önemli özellikleri arasında bunlar sayılabilir.
Sözkonusu süreç 1970'lere geldiğinde, bu döneme kadar görece dengeli ilişkiler yaşanan emperyalist-kapitalist sistem içinde, sömürüden pay alma kavgası büyümüş, Avrupa ve Japon kapitalizmi, ABD emperyalizmini genelde rahatsız eden, bazı alanlarda tehdit eden bir konum kazanmıştır.
ABD emperyalizmi önderliğindeki sistem, doları uluslararası para birimi olarak kabul etmiş, ama değişmez para birimi dolar, 1971 Nikson Hükümeti Dönemi'nde devalüe edilmek zorunda kalınmıştır. Sosyalizmin ve ulusal kurtuluş hareketlerinin , özellikle de Vietnam Devrimi'nin yarattığı etki, emperyalist sistemin bunalımını derinleş tirmiş, sistem, 2. Paylaşım Savaşı sonrasında ilk kez ciddi bir krizle karşı karşıya kalmıştır.
Doğal olarak bu kriz, yeni sömürgecilik ilişkileri içinde, geri bıraktırılmış ülkelere yansıtılmıştır. Latin Amerika deneyleri derinleştirilerek, tüm yeni sömürgelere taşınmıştır. Emperyalist-kapitalist sistem, yeni sömürgeciliği korumak için, açık askeri faşist diktatörlükleri yaygınlaştırmıştır. Bu, dönemin en önemli özelliklerinden biridir.
Yeni sömürgeciliğin ilk uygulama alanlarından biri olan Türkiye, sözkonusu dönemde, durumun tüm özelliklerini yaşamaktadır.
Ayrıca, ülkemiz açısından yeni sömürgecilik, ithal ikameci model gereği, iç pazara yönelik olarak geliştirilmiş; bir yandan ülkede yeni sömürge olmanın derin krizi yaşanırken, diğer yandan sistemin tüm iç dengeleri, bu dönemde yeni özellikler kazanmıştır. Yeni sömürgecilik önemli bir kriz içindedir dedik; bu krizin faturası, işçi-köylü-memur vb tüm emekçi halka çıkarılmak istenmektedir. Öte yandan Oligarşik İttifak içindeki huzursuzluk ve çelişki had safhadadır. Yeni sömürgecilik, iç pazarı genişletirken; doğal olarak, emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda kapitalizm gelişmiş; başta kırsal alan olmak üzere, tüm alanlarda çarpık kapitalizm egemenliğini kurmaya başlamıştır.Oligarşi, bir ittifaktır ve tekelci sermaye ile diğer pre-kapitalist sınıfların zorunlu ittifakını tanımlar. Ancak, bu ittifak biçimi, zaman zaman önemli çatışmaları yaşar. İşte 1970 dönemi, böyle bir dönemdir.
1960 sonrasında, özellikle tekelci sermaye içinde sanayi kesimi, ithal ikameciliğin bir ifadesi olarak gelişmiştir. 1960'da GSMH'den % 16 pay alırken, 1970'de bu oran % 22'ye çıkmış; aynı dönemde, tarımın payı, %37'den % 26'ya düşmüştür. Ancak, bu gelişme, sanayi sermayesinin, tarım için ayrılan fonlara da el koyma isteğini artırmış, ama tarım burjuvazisinin desteğini alan AP İktidarı, bu sorunu çözmekten çok uzak kalmıştır.
Yine, başta tekelci sermayenin tüm kesimleri olmak üzere, küçük burjuva radikalizminin desteğini alan 1960 Askeri Darbesi ve bu dönemde oluşan 1961 Anayasası, tekelci sermayenin daha fazla sömürü isteğinin önünde bir engeldir. Özellikle ordu içinde varlığını koruyan küçük burjuva radikalizmi, Talat Aydemir, Fethi Gürcan vb olaylar sonrasında etkisizleştirilmeye çalışılmışsa da, potansiyel bir tehlike oluşturmayı sürdürmüştür. Sömürge tipi faşizmin kurumsallaşması her açıdan devam etmiş, OYAK bu yönde bir işlev görmüş, ama yine de bu kurumlaşma henüz tam olarak oturtulamamıştır. Bu eksendeki çelişkiler de, alabildiğine yoğundur.
Bu dönemde, dış borç yükü 300 milyon dolara çıkan, üretimi zayıflayan, parasını devalüe eden, kırsal alanda yoğun çözülme yaşayan, işsizliği büyüyen bir Türkiye vardır. Ve en yetkili ağızlar, bu dönemi "70 sente muhtacız" (S.Demirel) diyerek tanımlar.
Tüm bunlar, yeni sömürge sisteminin, iç ve emperyalist kapitalist sistemden kaynaklı sorunlarıdır.
Türkiye devrimi açısından ilk kez, sisteme karşı toplumsal tepki önemli ölçüde yoğunlaşmış, işçi-öğrenci-köylü-küçük üretici-aydın halk muhalefeti, yeni sömürgeciliği tehdit eden bir konum kazanmıştır.
Oligarşi içi çelişkiler bu dönemde önemli bir yer tutmasına rağmen, her şeye rağmen bir sürece yayarak farklı çözümlere başvurabilirlerdi. Ama, yükselen sınıf mücadelesi, demokrasi ve sosyalizm talepleri ile bütünleşmiş, tüm toplumsal kesimlerde yankı bulmuş, sistemin dengelerini bozacak bir potansiyel kazanmıştır.
Bu dönemde Emperyalizmin desteğini alan tekelci sermaye, tarihsel bir evrim içinde, ekonomik-siyasal-askeri açıdan örgütlenmiştir. Toplumsal sistem, her ne kadar bir dizi çelişki yaşıyorsa da, sistem kendi zıddını doğurmuşsa da; başta proletarya olmak üzere, tüm emekçi sınıflar bu sürece karşı hazırlıklı, örgütlü değilse, can çekişen yeni sömürgecilik kendini yeniden ve yeniden üretir. Tekelci sermayenin örgütlülüğüne karşılık, proletarya ve emekçi sınıflar, dönemin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek bir örgütlülüğe sahip değildir. Bilinç ve örgütlülük düzeyi düşüktür.
2. Paylaşım Savaşı sonrası gelişen yeni sömürgecilik; bu dönemde, yeni bir aşamaya ulaşacaktır. Şimdi artık ya yeni sömürgeciliği karakterize eden "emperyalist üretim ilişkileri" tam bir egemenlik kuracak ya da yönü sosyalizme dönük bağımsızlık-demokrasi mücadelesi nitel bir sıçrama yaparak, tarihsel rolünü oynayacaktır.
Toplumsal süreçler boşluk tanımaz. Örgütlü ve hazırlıklı olan sınıf, kendi politikasını egemen kılar; onu, zorla da olsa, toplumsal gelişmelerin merkezine koyar. Böylece, kendi içinde bir evrim yaşayan tarihsel süreç, sınıflar mücadelesi; hazırlıklı ve örgütlü sınıfın çizdiği yönde devinir. Ne var ki, bu devinime rağmen mücadele durmaz, devam eder. Bir tarihsel süreç olgunlaşır, yeni bir tarihsel sürece yerini bırakır. Elbette, tarihin motoru sınıf mücadelesidir. Her şeyi belirleyen de, bu savaşımdır.
Tarih, 1970 Mart'ını gösterdiğinde, bu özet başlıklar, ülkemizin kaba bir tablosunu çizmektedir.

B- Yayın politikamız
1970 yılının Aralık ayı, tarihsel bir toplantıya şahit olur. Bu toplantıda, partimiz THKP kurulur.
Özellikle 1965-70 döneminde, Devrimci Gençlik Hareketi başta olmak üzere, halk muhalefetinin içinde pişen temel kadrolar, artık bir zorunluluğun bilincindedir. Bu zorunluluk, toplumsal sürece, amatör bir çevre veya gençlik hareketi olarak değil, programlı ve disiplinli bir yapılanmayla önderlik edecek, proletaryanın en üst örgüt biçimidir, partidir.
Sık sık ele aldığımız gibi, bu dönemin ikili bir karakteri vardır. Birincisi, bir dizi ideolojik mücadele ile doğru devrimci çizgiyi yaratmak ki 1969 ve 1970 yılları bunun yoğun izlerini taşır. İkincisi ise, toplumsal muhalefete önderlik eden kadroların, toplumun en ileri kesiminin, bu doğru devrimci çizgi etrafında, süreci parti ruhu ile karşılamalarıdır.
Bundan dolayı, bir yandan işçi eylemlerinden köylü eylemlerine, küçük üreticinin taleplerinin savunulmasından öğrenci gençliğin tüm eylemlerine kadar, yaşamın ve mücadelenin içinde olan THKP-C öncülleri, diğer yandan özellikle Mahir Çayan önderliğinde yoğun bir ideolojik mücadele içindedirler.
Marksizm'le tanışan, onu mücadele içinde özümleyen kadrolar, bu yönüyle bir birikim kazanmışlardır. Ayrıca bu coğrafyada, şu ya da bu şekilde, elli yıllık bir sol birikim vardır. Bu birikimin olumlu yanları olduğu gibi, son derece olumsuz yanları da vardır. Dahası, bu döneme damgasını vuran, revizyonizm ve onun Kemalizm'le barışık-karışık versiyonlarıdır. TİP ve MDD süreçleri biliniyor. Ve bu oportünist önderliklerle, Türkiye Devrimi ileriye taşınamamıştır.
Süreç dinamiktir. İşçi-köylü-öğrenci-aydın tüm toplumsal kesimler, sınıflar yoğun bir hareketlilik içindedir. Kendiliğinden de olsa, tohum halindeki bilinç gelişmekte, emperyalizmi ve işbirlikçi Oligarşi'yi tehdit etmektedir. Bilinç ve örgütlülük düzeyi zayıftır; ama buna rağmen 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, bu ülkede yaşanmaktadır.
Gelişmeler tüm statüleri yıkmakta, yeni oluşumların önünü açmaktadır. 1971 Dönemi'nin ülkemiz ve halklarımız için ifade ettiği en önemli anlam, mevcut bütün statükoları sarsmasıdır, kısa ama nitelikli mücadele kesiti içerisinde, coğrafyanın tüm değer yargıları üzerindeki önemli etkileridir.
Burada, 15-16 Haziran direnişini özel olarak anmak gerekiyor. Yaklaşık yüz yıllık bir tarihi olan sınıf hareketi, dar, dağınık, sakattır ve sağcıdır. Sınıf ise, "kendisi için sınıf olma" durumundan uzaktır. Ama özellikle 1960 sonrasında, kapitalizmin ve siyasal mücadelenin gelişmesi, sınıf hareketine yeni özellikler kazandırmaktadır. 15-16 Haziran, sınıf hareketinin bu sürecinin adeta bir finalidir ve kendiliğindenci bir sınıfın, proletaryanın, kendisi için bir sınıf olma yönünde bu dönemde attığı en ileri adımdır. 15-16 Haziran Direnişi'nin verdiği siyasal mesaj ise, proletaryanın partisinin bir an önce yaratılmasıdır.
Başta Mahir Çayan olmak üzere, THKP-C öncülleri yoldaşlarımız, özellikle 1969'dan bu yana bunun bilincindedirler. Yaşanan ideolojik-politik mücadele ve devrimci kopuşlar, hep bu yöndedir. 15-16 Haziran Direnişi'nin siyasal mesajı, bunu bir kez daha onaylamış, revizyonizmin, kalkınmacı sosyalizmin, MDD'ciliğin etkisinden kurtulan kadrolar, proleter sosyalizm ekseninde yeni oluşumlar içine girmişlerdir.
Bu temelde, belirli bir anlayış ekseninde, kendi ayakları üzerinde, 1970 Aralık ayı içinde gerçekleştirilen bir toplantı ile, THKP'nin ilk somut adımı atılmıştır.
Elbette ki parti yenidir, gençtir ve bir önceki dönemin izlerini üzerinde taşır ama, öncüllerimizin kafası çok açıktır: Bu süreç, mücadele içinde yaşanacak, olumsuz izler iktidar yürüyüşünde silinecek, devrim kavgası büyütülecektir.
Toplantı gerçekleştirilir, yaşanan süreç değerlendirilir, programatik görüşler yeniden gözden geçirilir ve görevlendirmeler yapılır. Bu bir sıçramadır fakat kuşkusuz eksik olan bir çok şey vardır. Başta devrim anlayışı olmak üzere, programatik görüşlerin derli toplu hale getirilmesi kararlaştırılır. Yeni bir yayın organının oluşturulması kabul edilir. Program, tüzük ele alınır. Böylece, yeni bir anlayış, yeni bir çerçeve vardır artık... Ve bir dizi hazırlık yapılarak, bu oluşum, parti, kamuoyuna açıklanacaktır. Parti kurulmuştur ama kamuoyuna açıklanmamıştır. Sınıf mücadelesinin hızlı ivmesinin zorlaması sonucu, yeteri derecede hazırlıkların tamamlanmadığı bir sırada, 1971 Mayısı'nda, Elrom olayı ile partinin adı, kamuoyuna duyurulur.
1971 yılına bu zeminde girilir. Her şey yeniden harmanlanacak ve yeniden üretilecektir. Elbette bu "yeni", belli bir birikimin üzerinde yükselmiş olan bir "yeni"dir. Tarihine, geleneklerine sahip çıkan bir yenidir. Bu yeni, THKP-C'dir, THKP-C ruhudur.
KURTULUŞ/ "DEVRİM İÇİN SAVAŞMAYANA SOSYALİST DENMEZ", Mahir'in de vurguladığı gibi, partimizin yayın organıdır.
"AYDINLIK SOSYALİST DERGİ'YE AÇIK MEKTUP" ile Mihri Belli oportünizminden kopan THKP-C öncülleri, bu dergiden de koparlar. ASD'yi MDD'cilere bırakırlar. Kafalarında iktidar yürüyüşü vardır. Yeniyi yaratırken, her şeyin yeni olmasına özen gösterirler. "KURTULUŞ/DEVRİM İÇİN SAVAŞMAYANA SOSYALİST DENMEZ", bu anlayışla ve böyle bir ortamda çıkarılır. 1972 yılının ilk adımı budur.
Her alanda dönemin gereklerine uygun yeni bir anlayış, yeni taktikler geliştirilecektir. Bu yeni anlayışlar, doğal olarak eski anlayışlarla çatışacaktır. Hatta tıpkı Lenin gibi, yeni anlayışı yükseltmek için çubuk, yeni olanın tarafına, biraz da sert bükülecektir. Böyle de olmuştur. Ve yeni anlayış, eskinin yıkıntıları üzerinde yükselmiştir.
"KURTULUŞ/DEVRİM İÇİN SAVAŞMAYANA SOSYALİST DENMEZ", partimizin ilk ideolojik politik yayın organıdır. Ve bu yeni anlayışı, yeni bir yayın politikası ile yürütmek üzere çıkarılmaya başlanılmıştır. Derginin birinci sayısında (19 Mart 1971), "Yayın Politikamız" başlıklı yazı, bu yöndeki bir perspektif olarak yayınlanır.
Önce hesaplaşma sergilenir, özeleştiri verilir, kırtasiyecilik eleştirilir. DEV-GENÇ'in yayın organ olan "İLERİ", merkezi yayın organına bağlanır, yeni düzenlemeler yapılır.
Bu yeni anlayışın temelinde, bir yayın organı etrafında örgütlenme değil, bir strateji ekseninde örgütlenmek, yayın organını da bunun üzerinde inşa etmek vardır. Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi, yeni anlayışın temelidir. Yayın organı, PASS ekseninde, gerilla savaşı temelinde bir stratejiyi savunur. Ülkenin ve dönemin koşullarını dikkate almayan, dergi aracılığı ile örgütlenmeyi önüne koyan anlayışlar, "revizyonist anlayışlar" olarak tanımlanır ve reddedilir. Ve anlayış şöyle formüle edilir:
"Biz, emperyalizme karşı aktif mücadeleyi savunuyoruz. Politikleşmiş Askeri Savaş Metodunu, temel mücadele metodu olarak kabul eden bizler, bu savaşı askeri bürokrasi ile yürüteceğiz. Asla kırtasiyeciliğin bataklığına yuvarlanmayacağız. Tek bir ideolojik ve politik organla görüşlerimizi kitlelere ileteceğiz. Ayrıca, kitlelerin ekonomik ve demokratik mücadelelerine, bölgesel meselelere ilişkin olarak, onlara bilgi götüren, somut meselelerine ışık tutan KURTULUŞ özel sayıları çıkarılacaktır. Devrimci pratiğe ışık tutan uzun araştırmalar ve teorik, ideolojik polemikler ve çeviriler KURTULUŞ yayınevinin çıkaracağı broşürlerle yürütülecektir." (Bütün Yazılar Sf, 209-210)
Bugün bile değerinden hiçbir şey kaybetmeyen bir yaklaşım!
Burada bir parantez açmakta yarar var. Mahir'de, mekanikliğin zerresi yoktur. O, diyalektik yöntemi içselleştirmiştir. Ve, yukarıda aktardığımız sözlerinden de anlaşılacağı üzere ( ki KURTULUŞ / DEVRİM İÇİN SAVAŞMAYANA SOSYALİST DENMEZ'in siyasi pratiği de budur), Mahir, hiç bir zaman bir yayın organına karşı çıkmaz. Tam tersine onu zorunlu görür, ama bunu yeni sömürge bir ülkede her şeyin merkezine koymaz.
Mahir'in mekanik bir yorumu, pekala onun "dergiciliğe karşı olduğunu, birden fazla derginin hiç bir koşulda çıkmaması gerektiğini vb." savunur. Hatta; "Kitleler yayın organı ile bilinçlenmezler. Kitleler savaş içinde, pratik içinde öncünün yakacağı kıvılcımla bilinçlenirler, örgütlenirler" (B.Y. Sf, 209) sözlerini, bu tür mekanik anlayışlarına dayanak yaparlar. Oportünizm de yıllarca Mahir'i böyle suçladı, ona böyle çamur attı. Yani, Mahir'in "sol anlayışı", böyle ispatlandı!..
Hayır, çizilen bu eleştiri karikatürlerinin, mekanik yorumların, Mahir'le, Mahir'in, THKP/C'nin yayın politikası ile ilgisi yoktur. Mahir, "kırtasiyeciliğe" karşı çıkar, yayın organına değil...
Yayın organı, kitlelere, bilinç de taşır; ama vurgulanan, yeni sömürge bir ülkede bu rolün ikincil, tali olduğudur. Ayrıca, bir yayın organı, sadece kitlelere ulaşmanın araçlarından biri değildir. Nitelikli bir yayın organı, genelde devrim sempatizanlarına, özelde çizginin kendi taraftarlarına, kadrolarına; sürekli, sistemli ulaşma yöntemlerinin en önemlilerinden biridir. Bireyden bireye, bireyden gruba aktarım, her zaman belli yanlışlıkların, eksikliklerin riskini taşır. Düşüncelerin hafıza, algılama ve sübjektivizm ile malul olması riskini taşır.
Bireyler ve örgüt ne kadar çaba harcarsa harcasın, düşünsel alışveriş ya da eğitim temelindeki iletişimin düzenli ve sistemli olabilmesinin olanağı yoktur. Özellikle faşizmin baskı ve tahakkümü, bu iletişimi daha da kesintili, zorlu ve riskli kılar. Fakat gereken önlemler alındığı ve nasıl bir ülkede yayın çıkarılmakta olunduğunun bilinci ile hareket edildiği takdirde, bu riskler asgariye indirilebilir.
Öte yandan kuşkusuz yayın organından söz ederken, devrimci, sosyalist bir içerikten sözediyoruz. Gerçek bir düşünce akışından ve düşüncenin tahrik edilmesinden, geliştirilmesi, derinleştirilmesinden, eğitselliğinden söz ediyoruz.
Devrimci yayın organı, daha sık, daha da sık aralıklarla çıkarılan yayın organı, düzenli dağıtılan ve satılan yayın organı, gelir getiren, kimlik veren yayın organı, dostlar alışverişte görsün, 'rakip firmalardan' daha renkli, daha çok basan ve zorla da olsa daha çok "satılan" yayın organı, 'rakip firmalara' küfretme aracı olarak yayın organı, varlığın bir göstergesi ve tanımı olarak yayın organı, belli çevrelerin siyasal platformda hala ve her şeye rağmen gezinmelerinin aracı olarak yayın organı, "önderlik makamlarının" kutsanmasının ve o bir ya da bir-iki kişinin ayetlerinin ezberletilmesi için yayın organı, şehitler albümü anlamında yayın organı, slogan ve sözde örgütün birkaç cümleden ibaret düşüncelerinin hatmi için yayın organı... gibi moda "yayın organı" tarzları, kuşkusuz devrimci sosyalist yayın organı anlayışı ile bağdaşmaz.
Bu tarz yayın organı yaklaşımları ve pratikleri, devrimci basının da sempatizanlar ve halk nezrinde gereken işlevlerini yerine getirebilmesinin önündeki engeller haline gelmiştir ne yazık ki...
Öte yandan, iletişimin ve mücadelenin ihtiyaçları, daha önceki süreçlerde ve özellikle devrimin kitleselleşmesi koşullarında birden fazla yayını zorunlu kılar. O zaman Marksistler bundan da kaçmaz. Kaldı ki, sözkonusu mekanik mantığa göre, Lenin, hepten yanlıştır. Çünkü Rusya koşullarında siyasi gerçekleri açıklamada yayın organı temel bir rol oynamıştır. ISKRA, "ip" görevi görmüştür.
Yeni sömürge ülkelerde, siyasi gerçekleri açıklamada gerilla savaşı temel rolü oynar, ama yayın organı ve onun önemi, rolü, asla reddedilemez. Ayrıca öyle tarihsel dönemler olur ki, "nereden başlamalı?" sorusu, klasik yanıtlarda karşılık bulamaz. "Nereden başlamalı" sorusuna Lenin, Rusya koşullarında, "yayın organından" yanıtını vermiştir. Ve bu yanıt, stratejiktir. Bizim gibi yeni sömürge bir ülkede, sömürge tipi faşizmin sürekli olduğu bir ülkede, bu sorunun stratejik yanıtı ise, gerilladır. Ama öyle tarihsel anlar olur ki, bu stratejik yanıt, an ile, sürecin gereklilikleri ve olanakları çelişir. Bunu böyle kavramak gerekir.
Bugün, böyle mekanik-sol anlayış, bir çizgi olarak yoktur. Ama tek tek unsurlarda ve bazı çevrelerde bu tür eğilimlerin hala varlığını koruduğu biliniyor. Öte yandan geçmişte Mahir'e sağdan ve soldan , oklarını sorumsuzca fırlatanların, siyasal varlıklarını Mahir, THKP/C, daha sonra THKP/C MLSPB saldırıları üzerine oturtanların, bugün çok kaba ve ilkel tarzda bu çizginin karikatürlerini oluşturmaya çalıştıkları ya da bazı dergi sayfalarına hapsoldukları biliniyor. Bu durum, ülkemiz devrim mücadelesinin çarpıcı ironilerinden biridir.
Mahir, YAYIN POLİTİKAMIZ makalesinde, adını koymadan THPK-C'nin doğduğunu, oluşturulduğunu kamuoyuna ilan eder. Zaten yayın organında, bu örgütlü gücü siyasal mücadelenin bir parçası olarak ele alır. Parti, kamuoyuna ilk kez, bu yayın organında, kendi yayın organında açıklanır.
"Toplumun bütün kesimlerini sarmaya başlayan bu devrimci kasırga, genç militanlara devrimin arenasında sadece kendilerinin kaldığını gösterdi. Bu esen kasırga, devrimci kavganın çeşitli kesimlerinde fedakarca dövüşen genç militanların benliğinde, bilincinde ve kalbinde derin değişiklikler yaptı. Her çeşit feodal ve ataerkil ilişkileri parçaladı. Hayat, devrimci pratiğin içindeki işçi-köylü-öğrenci militanları bir araya getirdi. Böylece, Leninizm'in temelleri üzerinde, devrimci yoldaşlığın oluşturduğu, kelimenin geniş anlamı ile proleter devrimci bir örgüt doğdu. Bu örgüt, Türkiye'deki karşı devrim cephesinin bütün baskı, şiddet cebrini göğüsleyecek, kırsal alanlardan fabrikalara, üniversitelere kadar, bütün kesimlerdeki devrimci mücadeleyi yönlendirme gayretleri içinde olanların ürünüdür." (B.Yazılar /Sf, 208)
Kafa çok net... Yönü çok açık ve hedefi iktidar! Ama aynı oranda gerçekçi. Üzerinde yükseldiği zemini iyi tanır Mahir:
"Bu hareket, revizyonizmin uzun yıllar etkin olduğu bir ortamda yeşermiş, gelişmiş ve güçlenmiştir. O yüzden işler ne kadar sıkı tutulursa tutulsun, başlangıçta, şu veya bu ölçüde, bu ortamın izlerini içinde taşıyacaktır. Tersini düşünmek idealizmdir. Bu kalıntılar, savaş içinde, savaşıla savaşıla atılacaktır." (B.Y / Sf, 208)
İktidar kavgasını diyalektik kavramak, tam da budur. Yaşamı ve mücadeleyi tanımak, mevcut olana samimi, gerçekçi yaklaşmak, budur!..
Bu alıntıdaki cümleleri, ileride KESİNTİSİZ DEVRİM 2-3 'te bir kez daha tekrarlar Mahir. O, mücadele içinde öğrenir, öğrendiğini sınıf savaşımına uyarlar. İçinden çıkılan ortamın, revizyonizmin, üçüncü dünya devrimciliğinin, TİP, YÖN, MDD'ciliğin izleri, sonradan da açığa çıkacağı gibi, kaçınılmaz olarak sadece teorik planda değil, örgütsel planda da görülür.
Teorik planda, her ne kadar politik düzeyde bir kopuş yaşansa da, en açık biçimi, Kemalizm tespitinde görülür. Bu revizyonizmin ağır bastığı ortam, legal ilişkiler, en temel kadroların deşifre olmasına yol açmıştır. Ve ağır baskı koşullarında kadroların kendini koruması sorunu başta olmak üzere, bir dizi örgütsel sorun yaşanmıştır.
Hiçbir toplumsal-siyasal olgu, öznel talep ve başarılarla açıklanamaz. Verili nesnel koşullar o olguya rengini verir. Dünyanın en mükemmel örgütlenmesi bile, ülkelerinde devrim yapmış Marksist partiler bile, nesnel koşulların elverdiği sınırların dışında "değiştirme" eyleminde bulunamazlar.
Dolayısıyla, kaçınılmaz olarak, Mahir yoldaşın ifade ettiği "izler", THKP'de de vardır. THKP-C'yi bu anlamda idealize etmek, onun eksikliklerini, yanlışlarını görmemek, ona hakarettir. Marksist bir tarz değildir. THKP/C tarzı değildir.
Mahir'in sözünü ettiği bu "izler"in bir kısmını; aynı makalede, "Yayın Politikamız" başlıklı yazıda görmekteyiz.
"27 Mayıs Hareketi ile birlikte, reformist burjuvazi ile Finans Oligarşi arasında kurulan nispi denge, Türkiye'de sınırlı da olsa bir demokratik ortam yarattı." (B.Y / Sf, 207)
Makalenin ikinci paragrafı ise; bu ortamın, sol harekete "belli ölçülerde legalite kazandırıp geliştirdiğini", başta TİP revizyonizmi olmak üzere, M. Belli vb. revizyonizminin bu ortamda geliştiğini, bu ortamda "yayılma imkanı" bulduğunu saptar.
Burada neden sonuç ilişkilerinde, sonuç doğru tanımlanırken, neden; yani 27 Mayıs Hareketi, doğru tanımlanmamıştır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, bu dönemde, tekelci sermaye ile küçük burjuva radikalizmi arasında bir denge vardır. Ve bu denge, 1960 sonrasında oluşan ortamda önemli bir rol oynamıştır.
Ama dönemi, sadece buradan hareketle açıklayamayız. Bunların yanı sıra, henüz zayıf da olsa bir halk muhalefeti vardır ve bu muhalif eğilimlerin, nispi demokratik ortamın oluşmasında katkısı olmuştur. 1961 Anayasası'nda ifadesini bulan bu sınırlı demokratik ortam, asıl olarak yeni sömürgeciliğin nefes borularını açmak yönünde işlev görmüştür. Yeni sömürgeciliğin oturması için, nispeten "demokratik bir ortam" gereklidir, o dönemde, tekelci sermayenin buna ihtiyacı vardır.
Mahir'in 27 Mayıs değerlendirmesi bu çerçevede değildir. O, sorunun bir yanına işaret etmiş; dahası, buna paralel olarak, ileride görüleceği gibi, 27 Mayıs Hareketi için "ilerici" tanımlamasını kullanmıştır. İşte, içinden çıkılan dönemin "izleri" olarak belirlediğimiz teorik eksikliklerden ve yanlışlardan biri de örneğin budur.
Kemalizm değerlendirmesi ile dolaysız bağı olan bu konu, Mahir'de, dolayısıyla partimiz THKP'de, teorik bir zaafı oluşturmaktaydı. THKP'nin Kemalizm, Kürdistan vb. konulardaki ideolojik zaafları, Marksist bilgi kuramının ve yönteminin bir gereği, sonucu olarak; daha sonraki yıllarda, THKP-C'nin ikinci döneminde, THKP-C / MLSPB tarafından aşılmıştır. Teorik çerçevelerin, yaşamın değişen gerçekleri ve bilgi birikimine paralel gelişimi ifade etmeleri zorunludur. MLSPB'nin teorik düzeyde gerçekleştirdiği açılımlar, Mahir'in, "geçmişin izleri, savaşın içinde, savaşıla savaşıla atılacaktır" saptamasına uygundur.
Ayrıca Mahir, Kemalizm için; "küçük burjuvazinin sol kanadı" tespitini yapar. Kimi yazı ve çalışmalarında, "liberal burjuvazi" kavramını kullanır. Burada, ciddi bir çelişki yoktur. Ve yine "tekelci sermaye" tanımı, "finans oligarşi" tanımı ile özdeş kullanılmıştır. Lenin de bu iki kavramı sık sık aynı anlamda kullanır. Ama mekanik yaklaşım sahipleri, pekala buradan hareketle; yeni sömürge bir ülke için, Türkiye için, TC Oligarşisi'ni "finans oligarşi" olarak tanımlayabilir...
Oportünizmin Mahir'de çelişki arama çabalarının boşuna olduğu, 1970'lerden bu yana defalarca görüldü. Mahir döneminde de, PDA, Mihri Belli, TİP oportünizminin bu yöndeki yoğun çabaları biliniyor. Yalan, tahrifat, hatta provokasyon, oportünizmin klasik yöntemleridir. Ne var ki Mahir ve THKP-C, bütün bunlara karşı gereken yanıtları vermiştir. Gerek teorileri, gerek pratikleri, gerekse de yaşam içinde objektif karakterini kanıtlayan öngörüler ile...
1970'ten sonra ise oportünizm, adeta teorik ve pratik varlığını THKP-C'ye saldırı, temelinde buldu. Ondan uzaklık mesafesine göre devrimci mücadele içinde konumlandılar. Ama 1990 sonrasında tüm bunlar unutuldu ve yine aynı insanlar, gerilla mücadelesini, silahlı savaşımı kutsamaya başladılar. Geçmişte Mahir, THKP-C ve THKP-C/MLSPB için sarfettikleri sözlerin ve devrime karşı bu anlamda konumlanışlarının hesaplaşmasını yapmadan... Bu hesaplaşmanın gerektiği gibi yapılamamış olması ve bir önceki dönemin özeleştirisinin yapılmamış olması, rüzgar başka türlü estiği an bu tür oportünistlerin hızla söylemlerini ve konumlanışlarını değiştireceklerinin de kanıtıdır.
Devrim kavgası büyütülürken, oportünizminde devrimci ideolojiden ve pratikten gereken yanıtları alması, kaçınılmazdır.
C- Devrimde sınıfların mevzilenmesi
THKP-C öncülleri, bir dizi ayrışmayı yaşayarak, bir dizi ideolojik siyasal ayrışmada taraf olarak, 1970 sonlarında partileşmişlerdir.
Bir toplumsal sürecin hem ürünü, hem de onun aktif örgütlü gücü olan THKP-C, bu toplumsal siyasal sürecin içinden süzülerek yükselmiştir. Ve artık gündeminde tek bir madde yazılıdır: Parti!..
Bu, adeta bir depremdir. Her açıdan, her şeyle hesaplaşmak, yeniyi oluşturmak için reddetmek, yeniyi sadece siyasal düşüncede değil, davranışta, eylemde, ahlakta, tarzda temsil etmek zorunludur. Her şey yeniden harmanlanmakta, düşünce, davranış, eylem, ahlak, tarz, bir üst boyutta yeniden üretilmektedir.
Bu, geleneksel soldan, Marksizm adına oluşturulan "resmi ideolojiden", Leninizm esaslarına dayanan bir kopuştur. Leninizm'in bu topraklarda, bu coğrafyada yaşam bulmasıdır.
Elbette, bu kopuşma, "birden","aniden", "hemen" gündeme gelmemiştir. İncelediğimiz gibi, tohumları önceden atılan, ama o süreçte filizlenen bir olgudur. Filiz büyüyecek, kök salacak, dalları, budakları etrafa yayılacak ve sınıf savaşımı içinde yeniden ve yeniden budanacak, sulanacak, gübrelenecek, tek kelime ile; büyütülecektir.
Biliniyor, örneğin, "YENİ OPORTÜNİZMİN NİTELİĞİ", 1970 ortalarında yazıldı ve sözünü ettiğimiz tohumları burada görmek mümkündür. Bu yazı, THKP-C öncüllerinin Karadeniz çalışmalarında önemli bir yer tutmuştur. Yani, ciddi olarak savaşıma yöneliş ve dönemin özelliklerine göre hazırlık, baştan itibaren sözkonusudur.
Bir tarihsel evrim yaşanmaktadır ve bu evrimin, 1971 başlarında yeni bir çerçeveye, THKP-C çerçevesine oturması sözkonusudur. Her şeyin yeniden üretimi mücadelesi, ana bir eksene bağlanır. Yeni sömürge bir ülkede, Türkiye'de, devrimin stratejik planı olan Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'ne... Her şey buna göre ele alınır, biçimlendirilir. Çalışmalar bu temelde planlanır.
İşte, sözkonusu "YAYIN POLİTİKAMIZ" yazısı da, bu doğrultuda kaleme alınır. KURTULUŞ / DEVRİM İÇİN SAVAŞMAYANA SOSYALİST DENMEZ", THKP-C'nin politik yayın organı olarak, bu anlayışla örgütlenir. Öte yandan, "Kesintisiz Devrim" broşürlerinin oluşturulması için tartışılır, çerçeve çizilir, yazıma başlanır. Ve 1971 Mart-Nisan aylarında bu broşürün en önemli bölümü yayınlanır. Kesintisiz DEVRİM 2-3, sıcak mücadele koşullarının getirdiği güçlükler nedeniyle tamamlanamaz. Çerçevesi oluşturulmuş olan bu çalışma, daha sonra Mahir Çayan tarafından kaleme alınır. Ama bu çerçeve, THKP-C'nin temel siyasal görüşlerinin çerçevesi, 1971 başlarında somutlaşmıştır.
Ama oportünizm itiraz edecektir: Hayır, bunu Mahir kendi kafasından yazmıştır!.. Bu iddia yeni değildir. Oportünizm, çeşitli vesilelerle ve değişik gerekçelerle, bu tezini defalarca ileri sürmekten bıkmamıştır. Kaldı ki öyle olması, sözkonusu broşürün önemini ve değerini ne azaltır, ne de çoğaltır. Onun değerini belirleyen, içeriğidir, kimin yazmış ya da yazmamış olduğu değil...
Bu iddiaların kaynağı, Mahir'in 1971 Haziranı'nda esir düşmesi, Hüseyin Cevahir yoldaşın şehit düşmesi sonucu; partiyi Münir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli ikilisinin ele geçirmiş olmasıdır. Daha o günlerde yılgınlığın batağına sürüklenen bu şahısları, firarından hemen sonra tasfiye eden Mahir, Oligarşi ile soluk soluğa bir mücadelenin yürütüldüğü günlerde, ne yazık ki bu sorunla ve sonuçlarıyla da uğraşmak zorunda kalmıştır.
Aktolga ve Küpeli: "Mahir'in ifade ettiği görüşler bizim görüşlerimiz değildir" diyerek, tutumlarını ortaya koymuşlardı. Daha sonraki süreçlerde ise; "o söylerdi, biz uyardık" söylemi içine girerek, düşmanın ve oportünizmin oklarının tamamen Mahir'e yönelmesine hizmet etmişlerdir. Oportünizm, bu şahısların iddialarına dayanarak, THKP-C'yi siyasal parti olma kimliğinden uzaklaştırma çabası içine girmiş, onu Mahir'in kişiliğine indirgemeye çalışmıştır. Partiyi, "eklektik ve iç bütünlükten yoksun" bir zemine oturtma gayreti içine girilmiştir.
Başta THKP/C'nin devrimci savaş hedef ve anlayışlarından uzaklaştırılmasına en fazla ihtiyaç duyan Devrimci Yol oportünizmi olmak üzere, (daha sonra Dev Yol'dan ayrılan Devrimci Sol da bu söylemi sürdürmüştür) çeşitli kesimler, özellikle Aktolga-Küpeli olayını göstererek, THKP-C için "ideolojik birlik yoktu" tezini işlemişlerdir. Anlaşılacağı üzere, tüm THKP-C düşmanları, tam da THKP-C'nin siyasal oluşumunun "yorumlanmasında", aynı platformda buluşmuşlardır.
Bütün bunları, Mahir'in sözleriyle yanıtlamak gerekiyor: "Biz, ülkemizdeki devrimci harekete ilişkin bütün görüşlerimizi uzun bir broşürle ortaya koymaya karar verdik. Bu broşürün ilk kısmı, (Kesintisiz Devrim1 kastediliyor) birkaç güne kadar çıkacaktır." (B.Y. / Sf, 212)
Ancak, oportünizmin çarpıtmalarına karşı acil bir yanıt verilmesi gündemdedir. Ve "DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ" yazısı bu ihtiyaçtan dolayı kaleme alınır. Devamla Mahir, bunu dile getirir:
"Bu broşürde kendi görüşlerimizi ortaya koyarken doğal olarak, ülkemizdeki oportünist fraksiyonların görüşlerinin eleştirisini de yaptık. Bu broşürün bütününün çıkması biraz zaman alacağından ve de bazı arkadaşların acele cevap verilmesindeki ısrarından dolayı, biz bu cephenin "teorik" eleştirilerine, kısa bir şekilde KURTULUŞ'ta cevap vermeye karar verdik."(B.Y./ Sf.212)
Aynı yazıdaki bir dipnot, ayrıca bu çalışmaları, tartışmaları ve sonuçlarını ifade eder: "Bir kaç aya kadar, 2. ve 3. kısımları çıkacak olan KESİNTİSİZ DEVRİM broşürlerinde, bu mesele etraflı bir şekilde konulmuş olacaktır."
Aynı dipnotta, devrimci savaşın hazırlıklarının da ipuçları vardır: "Birkaç ay sonra anlaşılacaktır; devrimci savaş, kavanozda yetişmiş kampus "maocu" kalpazanlarının sandığı gibi, saksıda mı geliştirilecektir, yoksa devrimci pratikte yakılan kıvılcımla, emekçi halkın bilincinde, ruhunda, kalbinde mi gelişecektir." (B.Y./ Sf, 218)
Bu sözler, KURTULUŞ'un birinci sayısında, 15 Mart 1971'de yayınlandı. THKP-C, kendini 1971 Mayıs ayında, Elrom Olayı ile kamuoyuna ilan etti.
Mahir, aynı konuda, sözkonusu planlamayı, KESİNTİSİZ DEVRİM 1'in önsözünde, 1971 Nisan ayında bir kez daha ifade eder.
Bizzat Mahir'in kaleminden ortaya konulan ve o güne kadar "bizim böyle bir planımız, görüşlerimiz yok" denilmeyen, inkar edilmeyen-edilemeyen bu düşünceler, oportünizmin ve döneklerin daha sonraki tüm iddialarını çürütecek niteliktedir.
Bütün bunlar aynı zamanda, bir Marksist Parti için zorunlu olan ideolojik birliğin oluştuğunu da gösterir. Ardı ardına bir dizi siyasal süreç yaşanmış, revizyonizm ve oportünizmle hesaplaşma soncu, bu ideolojik netliğe ulaşılmıştır. Elbette ideolojik birlikten, aynı parti içinde herkesin aynı cümleleri tekrar etmesi zorunluluğu anlaşılamayacağı gibi, ilelebet herkesin aynı tezleri savunmak zorunda olduğu sonucu da çıkarılamaz.
İdeolojik birlik, o tarihsel koşullarda, başta devrim-örgüt-çalışma tarzı olmak üzere, bir dizi konuda sağlanmış, bu durum kendisini özellikle KESİNTİSİZ DEVRİM broşürlerinde somutlaştırmıştır. THKP-C de, bu temelde kurulmuştur.
THKP'ye giden yolda, THKP'nin oluşturulmasında ve daha sonraki mücadele sürecinde Mahir'in rolü çok nettir. Önderdir, siyasal programın oluşmasından partinin örgütlenmesine, politik faaliyetlerden askeri faaliyetlere kadar, hemen her alanda Mahir'in rolü belirleyici, sürükleyicidir. Bunun adı, askeri-politik önderliktir!..
Peki, parti her açıdan kurumlaşmış mıdır? Kuşkusuz hayır. Parti -Cephe, Parti-Cepheliler, kendilerini değerlendirirken,; daima çuvaldızı kendilerine batırmışlardır. Daima tüm açık yüreklilikleri ile kendilerine ilişkin gerçekleri ifade etmeyi bilmişlerdir. Ve bu gerçekleri tanımlarken, ölçüleri "başkalarının durumu" olmamıştır. Kıyas, olmamıştır. Onların ölçüleri daima, olması gereken, olmuştur.
KESİNTİSİZ DEVRİM 1-2-3 çerçevesinde ideolojik birlik sağlanmıştır ama yeni ve genç bir parti olarak THKP, başta illegalite olmak üzere, bir çok açıdan zaaflı bir süreci yaşamaktadır. THKP-C eylemleri, bu durumun ipuçlarını vermektedir. Ancak tüm bunlar, kaçınılmazdır. Tüm bunlar, yaşamın, mücadelenin, savaşın içinde olgunlaşacak, değişecektir. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir Marksist parti mükemmel olarak doğmamıştır. Bunun en güzel ve somut örneklerinden biri, RSDİP değil midir!..
Öte yandan mücadele, doğal bir ayrışmayı ve dökülmeyi de beraberinde getirecektir. Başta parti ideolojisini özümseyemeyen, parti saflarına sızan küçük burjuvalar olmak üzere, bazı geçici yol arkadaşları, daha ilk fırtınada, ilk dönemeçlerde, safları terkedecektir. Ve bunlar, yalan, iftira üretip, parti çizgisinin yanlış olduğunu ifade etmeye başlayacaklardır, önderliğe yüklenmeye, onun kişiliğinde çizgiyi, örgütü yıpratmaya çalışacaklardır.
THKP pratiğinde yaşanan da budur. İlk fırsatta, geçici yol arkadaşları, parti çizgisine ihanet etmiş, Mahir'in tutsaklığından da yararlanarak, partiyi geriye çekmeye, bölmeye çalışmışlardır. Aktolga ve Küpeli olayının özü budur. Oportünizm bu olaydan yola çıkarak, "ideolojik birlik yoktur" savına dört elle yapışmıştır. Bu, sadece gerçeğin çarpıtılması değil, idealize edilmiş Rosa'cı-Menşevik parti anlayışının da itirafıdır.
Öte yandan, oportünizm uzun yıllar boyu bir başka yalanı, tutamak edindi. Onlara göre; 12 Mart Açık Faşizmi karşısında THKP-C "şaşkındır" ve cuntayı desteklemiştir. THKP-C'nin gençlik tabanının oluşturduğu DEV-GENÇ, bu sav için kullanılır.
12 Mart'tan sonra DEV-GENÇ'in ilk açıklaması temkinlidir, ama asla "destek" yoktur. Ve kısa bir süre sonra, tavrını tümüyle net bir biçimde koyar:12 Mart, açık faşizmin icra dönemlerinden biridir.
Ayrıca, THKP, sürecin açık faşizme doğru evrildiğini, daha önceden de tespit ediyor, gelişmelerin bu yönde evrildiğini ifade ediyordu. Doğru bir sınıflar mücadelesi tahlili temelindeki bu öngörü ile, süreç bir kez daha doğru yakalanıyordu. Daha önceki bölümlerde incelediğimiz AYDINLIK SOSYALİST DERGİ'YE AÇIK MEKTUP yazısında, bu konu herkesin anlayabileceği bir açıklıkla dile getirilmiştir. (B.Y./ Sf,185)
Aynı konu, bir kez daha, tam da 12 Mart günlerinde, DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ broşüründe ifade edilir. Broşürün ilk sözü şudur:
"Ekonomik ve politik buhran hızla derinleşiyor. Hakim sınıflar kendi aralarında çeşitli fraksiyonlara bölünmüş, düzeni kendi resmi kanunlarıyla koruyamaz duruma gelmişlerdir. Bu yüzden, devrimciler üzerinde, karşı devrim cephesinin baskı, şiddet ve cebri, görülmedik bir derecede artmıştır. Temsili demokrasi hızla rafa kaldırılmaktadır. Artık sosyalist politikanın devrimci cesaretle sürdürüleceği bir ülke haline gelmiştir Türkiye." (B.Y. / Sf, 211)
Her şey bu kadar net iken, oportünizm klasik saldırılarını sürdürdü. Onun işi, görevi idi bu... Gıdasını, varlık koşullarını buradan alıyordu. Bu tarih hırsızlarına en iyi yanıtı, yine olgular, tarihsel gelişmeler verdi. 12 Mart Açık Faşizmi ile savaşım, en net ve yüksek biçimiyle, partimiz tarafından yürütüldü. Askeri ve politik planda...
Tarihe ve tarih hırsızlarına yanıt, devrimin tarzıyla verilmiştir. THKP, sosyalist devrimci bir siyasal olgu olarak, doğuşundan bu yana, Türkiye devrim sürecinin belirleyici faktörü olmuştur. Dost da, düşman da bunu kabul etmek zorunda kalmıştır!..
Oportünizm oklarını, M. Belli ile yollar ayrıldıktan sonra, THKP-C öncüllerine çevirmiştir. Mahir'in ifadesi ile, "...saldırmada tek cephe teşkil ettiler. Namlularını, görevleri gereği bize çevirdiler. Son iki üç aydır (1970'in sonu, 1971'in başları) hareketimiz, bu oportünist cephenin utanmazca tahriflerine, şarlatanca yalanlarına, rezilce iftiralarına ve haince provokasyonlarına maruz kaldı." (B.Y. / Sf, 211)
Ama tüm bunlar, yeniden biçimlenen politik tarzda ısrar etmeyi zorunlu kılmaktadır: "Bizi bu rezillikler ne üzüyor ne de kızdırıyor. Hiçbir şeyden şikayetçi değiliz. Oportünizmin herhangi bir kliği bize mültefit davransaydı, biz o zaman üzgün olurduk. Çünkü bu, bizim hareketimizde mutlaka geri bir yanın, oportünist bir yanın var olması demektir... Artık devrimciliğin ölçüsü geçmişteki kahramanlık menkıbeleri değil, devrimci pratiktir. Savaş açıktır, savaşmayanlar da açıktır ve ortadadır." ( B.Y. / Sf 211-212)
Daha önce de ele aldığımız bu politik tarz, çok nettir ve toplumsal-siyasal sürece parti kimliği ile müdahale edilme hazırlıkları olduğu dönemde, bunda ısrar vardır. Bu politik tarzın yönü, iktidara, iktidar savaşına dönüktür, ana halka budur!..
Biliniyor, M. Belli, sonraki yıllarda, çeşitli defalar, özellikle de Kızıldere Manifestosu nedeniyle yapılan röportajda: "Mahir'le aramızda çok büyük farklılıklar doğdu. Mahir ayrılıktan pişmandı." Hatta Mahir'in Kızıldere'ye giderken; 'Mihri Belli'den ayrılmamız yanlıştı" dediği üzerine spekülasyonlar yapılmıştır. Tüm bunlar, olgular tarafından çürütülen, üzerinde bu nedenle söz söylemenin gerekmediği, THKP'nin siyasal karakterine gölge düşürmeye yönelik çarpıtmalardır.
Kızıldere, PASS doğrultusunda, 12 Mart Açık Faşizmi koşullarında bir politik savaş manifestosudur. Ama aynı zamanda, bu savaşın yarattığı devrimci dayanışmanın da en üst biçimidir. Böyle dönemlerde, sıcak savaş koşullarında, yüreği devrimden yana atan herkesin katkısı önemlidir. Politik tarzımız, THKP tarzı, buna yüksek değer biçer. Ancak bu tarz, bu tarzın gereği, uzatılan devrimci kardeşlik elleri, oportünizmin siyasal kimliğimizi zedelemesine izin vermemizi gerektirmez. Bu politik tarzda ısrar, asıl hedef iktidar savaşı olduğundan, parti çizgimize, yeni bir vurguyu armağan eder: "Kendi örgütlü gücümüzle bu krizi derinleştirme..." (B.Y. / Sf, 211)
Leninizm iradeciliktir. Leninist devrim teorisi bu anlamda ihtilalin teorisidir. Leninizm, koşullara teslim olmayı, nesnel koşullarla yetinmeyi, onu devrimci irade ile değiştirip, onun üzerine çıkmayı ifade eder. Bu yanıyla Leninizm, Marksizmi kendine referans alan, evrimci, ekonomist, sağcı sosyalizm anlayışlarıyla taban tabana zıttır. Leninizm, kendiliğindenciliğin düşmanıdır. İradeyi, elbette nesnellikten koparmadan, kendisine şiar edinir.
Ve devrimci iradenin en yoğunlaşmış ifadesi, Leninist partidir. Nesnel koşulların bir ürünü olan Leninist parti, bu koşulları değiştirme eyleminde, proletaryanın en üst örgüt biçimidir. Bundan dolayı Leninist parti, yukarıdan aşağıya örgütlenme ilkesini benimser. Demokratik merkeziyetçilik, parti yaşamının en temel öğesidir.
İşte Mahir, ve THKP, bütün bunların alabildiğine bilincindedir. DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ broşürünün ilk cümlesi, bir stratejik tespittir. Yeni sömürgeciliğin en temel özelliğini tanımlar: "Ekonomik ve politik buhran, derinleşiyor."
Ve bunu izleyen yukarıda aktardığımız paragrafta, bu krizin, politik irade ile, onun en üst biçimi olan Leninizm'in esasları üzerinde kurulmuş Leninist bir parti ile "derinleştirilmesi" saptaması yapılır.
İşte bu, Leninizm ile her türden revizyonizm arasında, Leninizm'in bu ülkedeki temsilcisi THKP ile, revizyonizmin tüm tonları arasındaki temel ayrım noktasıdır. Oportünizm de bunun farkındadır. Bundan dolayı partimize, parti çizgimize en çok bu noktadan, iradecilik noktasından saldırır.
Oportünizm, büyük bir çarpıtma ile, partimizin kitlelere önem vermediği, nesnel koşulları hesap etmediği, her şeyi silahın ucunda gördüğü, öncü savaşı vb. tespitlerimizin bunun ifadesi olduğu yolundaki anti Leninist iftira kampanyasını örgütler. Tüm bunlara yanıt verildi. Ama, burada, bir kez daha, bir cümle ile yanıt verelim. Lenin, NE YAPMALI yapıtında ne kadar iradeci ise, biz de o kadar iradeciyiz. Bolşevik parti ne kadar Menşeviklerden farklı ise, partimiz THKP, oportünist parti ve gruplardan o kadar farklıdır.
DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ BROŞÜRÜ; özellikle Aydınlık Sosyalist Dergi (ASD) oportünizminin, M. Belli ve D. Perinçek oportünizminin kimi çarpıtmalarına karşı, programlanan KESİNTİSİZ DEVRİM koşullarında, acil bir yanıtın zorunlu olmasından dolayı kaleme alınmıştır. Doğal olarak bu broşürde, özellikle bu iki oportünist akım hedef alınmış, Demokratik Halk Devrimi'nde sınıfların mevzilenmesi, bu temelde formüle edilmiştir.
Bu broşürde Mahir, sınıf tahlillerinden yola çıkan, somutun soyutlanması olan formülasyonlar için, Marksistlerin formülasyonları nasıl ele alması gerektiği üzerine, son derece doğru, nefis bir özet yöntemin altını çizer. Şu sözleri hep aklımızda tutmalıyız:
"Bu formülasyonlar bilimsel soyutlamalar olduğu için, kelime yorumuna tabii tutulamazlar. Çünkü bu formülasyonlar, nitelik belirleyicidir. Bir başka deyişle, Marksist formüller, belli bir formülün birkaç kelime ile soyutlanmalarıdır. Ve bir kaç kelimelik soyutlama, bütün bir stratejik görüşü ifade eder." (B.Y./ Sf, 213)
Bu broşürde, üç alt başlık vardır ve bu alt başlıklar, DHD'de sınıfların mevzilenmesinde önemli bir yer tutar. İlk alt başlık şudur: "İDEOLOJİK ÖNDERLİK ESASTIR"
Bu alt başlık, şu formülasyonla başlar:
"Bizim gibi halk savaşının zorunlu bir durak olduğu ülkelerin devrimci mücadelesinde köylülük temel güçtür, proletarya önder güçtür ve proletaryanın öncülüğünün niteliği, ideolojiktir." (B.Y. / Sf, 213)
Bu bir formülasyondur ve Mahir'in ifade ettiği gibi nitelik belirleyicidir. Kelime yorumuna tabi tutulamaz. Önemli olan, bu tip formülasyonların arka planıdır. Bu formülasyon, bizim gibi, emperyalizmin açık ve gizli işgali olan ülkelerde zorunlu bir durak olan halk savaşı stratejisini ifade eder. Öncelikle bunu anlamak gerek...
Mahir, etraflıca ele almış: Çarlık Rusyası'nda 1. ve 2. Burjuva Demokratik Devrimi sürecindeki devrimde sınıfların mevzilenmesi ile, öz olarak aynı içeriğe sahip olsa da; örneğin Çin Devrimi'nde, MDD sürecinde sınıfların mevzilenmesi farklıdır. Her iki devrimin ortak paydası, Burjuva Demokratik Devrimin tamamlanmasıdır. Devrimin karakterinin, çözüme kavuşturacağı sorunların, öz itibarıyla Burjuva Demokratik Devrim olmasıdır.
Ama biliniyor ki, bütün bunlara rağmen 1905 ve 1917 Devrimleri'nde, şehirler temel alandır ve proletaryanın mücadelesi, nitelik belirleyicidir. Çin Devrimi'nde ise, kırlar temel alandır ve köylülüğün mücadelesi, devrimde nitelik belirleyicidir. Bunda yanlış bir şey yoktur; çünkü, Çarlık Rusya'sı ve Çin, farklı somut koşullara sahiptir. Çarlık Rusya'sı, her ne kadar yarı feodal ilişkileri temsil etse de, dünyanın altı sömürgeci ülkesinden birisidir. Çin ise, kendisi bir sömürgedir, emperyalizmin işgali altındadır. Her iki ülkede de burjuvazi iktidarda değildir ama, Çarlık Rusyası'nda devrimin ilerlemesi, burjuvazinin tercihine bağlıdır.
Çin Devrimi'nde, özellikle ulusal savaşımın ön planda olduğu dönemde, milli burjuvazi ile ittifak, devrimin zaferi için zorunludur. Çarlık Rusya'sında devrimin kitlevi gücü, esasta şehirlerdedir ve proletarya anahtar rol oynar. Çin Devrimi'nde ise, devrimin kitlevi gücü esas olarak kırsal alanlardadır, köylülük devrimin kitlevi gücüdür. Bunun dışında da, çeşitli farklılıklar vardır.
Ama somut koşulların farklılığı, iki ayrı devrim stratejisi yaratmıştır. Çarlık Rusyası'nda devrimin stratejik hedefi BDD'dir ve bu, şehirlerin anahtar rol oynadığı bir ayaklanma ile gerçekleştirilecektir. Çin'de ise, MDD stratejik bir hedeftir ve burada uzun süreli bir halk savaşıyla, köylülüğe dayalı bir halk savaşıyla devrim zafere ulaşacaktır. İşte bu temel farklılık, devrimde sınıfların mevzilenmesinde iki farklı formülü bize vermektedir.
Mahir bu gerçeği çok net kavramıştır; dolayısıyla tekrar tekrar bunun altını çizer, haklıdır!..
Yine bu mantığın devamı olarak, ikinci alt başlık önem kazanır: "KÖYLÜLÜĞÜN DEVRİMDE TEMEL GÜCÜ TEŞKİL ETMESİ, DEVRİMCİ SAVAŞTA KIRLARIN TEMEL ALAN OLMASINDAN DOLAYIDIR. (B.Y. / Sf, 221)
Yukarıda aktardığımız; "Bizim gibi halk savaşının zorunlu bir durak olduğu ülkelerin devrimci mücadelesinde köylülük temel güçtür, proletarya önder güçtür ve proletaryanın öncülüğünün niteliği ideolojiktir" formülasyonu, bu çerçevede ele alınmıştır. Ancak bu çerçeve, sorunu ele almakta önemli bir halka olmakla beraber, yeterli değildir. Tamamlanması gereken yönleri vardır. Bu çerçeve, toplumsal yapının karakterini; bu temelde ortaya çıkan sınıf ilişkilerini, proletaryanın nitel ve nicel gücünü, şehir-kır ilişkilerini ifade eder. Bunları dikkate alan bir bakış açısı, sorunu bütünsel değerlendirebilme şansına sahiptir.
Hemen belirtelim ki, Mahir; herhangi bir siyasal polemikte, çubuğu tersine büker. Bu, anlaşılır bir tutumdur. Keza, örneğin YENİ OPORTÜNİZMİN NİTELİĞİ yazısında, daha önce ele aldığımız gibi, Mahir, sorunun bu yanına da işaret etmiştir. Biz, burada sorunu bütünsel ele alma kaygısındayız. Dolayısıyla, siyasal evrimimizi yerli yerine oturturken, eğer eksik bir yan varsa görebilmek açısından, objektif temelde, bilimsel ahlaka sıkı sıkı sarılmaya çalışıyoruz.
Tekrar edersek, DHD'de sınıfların mevzilenmesinde temel ölçümüz; yeni sömürge bir ülkede Halk Savaşı ve Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi gerçeği ve bu stratejinin üzerinde yükseldiği toplumsal ilişkilerin bütünsel ele alınmasıdır.
Çin Devrimi gibi Vietnam Devrimi, 2. Bunalım döneminde zafer kazanan Küba Devrimi, daha yakın bir tarihsel dönemde gerçekleşen Nikaragua Devrimi vb. devrimler, halk savaşı stratejisi ile zafere ulaşmıştır. Ancak emperyalizmin bunalım dönemleri evrimi ve her ülkenin toplumsal-sınıfsal ilişkileri, kendine özgü ara aşamalar ve dönemler yaratmış, bu durum da sınıfların mevzilenmesini dolaysız etkilemiştir.
Proletaryanın önderliği temel, vazgeçilmez bir kuraldır ama devrimin içinde bulunduğu ara aşamalar, temel güçlerin bileşkesini etkiler, zaman zaman belirler. Yine aynı dönemden hareket edelim: 2. Bunalım dönemi'nde, örneğin Çin'de proletarya önder güçtür, köylülük temel güçtür ve burada, "proletaryanın önderliğinin niteliği ideolojiktir" formülasyonu geçerlidir.
Ama Emperyalizmin 3. Bunalım döneminde, kapitalist ilişkilerin egemen biçim olduğu bir süreçte, proletaryanın nicel ve nitel olarak daha da güçlendiği bir ülkede, yukarıdaki formülasyon, gerçeği gerektiği gibi ifade edemez. Bu gibi ülkelerde, proletaryanın devrimdeki rolü daha çok artmıştır, bu olgu temel güçler bileşkesini etkiler. Burada, genel olarak şöyle bir çıkarım daha doğrudur: Proletarya devrimde önder güçtür, işçi, köylü-küçük üretici, temel güçtür.
Mahir bu halkayı yakalamıştır. Aynı broşürün ilerleyen bölümlerinde şunları ifade eder:
"Demokratik Halk Devrimi, adı üstünde bütün halkın devrimidir. Bu aşamada halk ise, proletarya, köylülük ve şehir küçük burjuvazisidir. Halk devriminin temel güçlerini bu sınıflar teşkil ederler." (B.Y. / Sf, 217)
Burada sorun çok daha net biçimde ele alınmıştır. "Bu aşamada" sözleri, özellikle önemlidir. Toplumsal evrimin ulaştığı aşama ve buna uygun olarak devrimde rol oynayan sınıfların bileşkesine, yani "halk" kavramının sınıfsal bileşkesine işaret eder, onun çerçevesi çizilir.
Sorunu daha da netleştirmek için şu soru sorulmalıdır: 'Kır', nasıl bir kavramdır? Coğrafi bir kavram mı, yoksa toplumsal bir kavram mı? Uruguay, Latin Amerika'da, yeni sömürge bir ülkedir. Burada PASS geçerlidir ama "Latin Amerika'nın İsviçresi" olarak bilinen bu ülkede, 'kır' yoktur. Ayrıca, kapitalizmin gelişmesi, köylülüğü sınıfsal ayrışmaya uğratır, onu parçalar. Bu durumda "kırlar temel savaş alanı olduğundan, kırlar temeldir" formülü, ne kadar doğru olabilir?
İşte tüm bu soruların yanıtını ancak, DHD'nde sınıfların mevzilenmesi sorununun doğru bir analizine bağlarsak, yani yukarıda çerçevesini çizdiğimiz bütünsel yaklaşımla sorunu ele alırsak, gerçeği doğru formüle edebiliriz.
Bir yanılsamayı ele alarak devam edelim. Yanılsama şudur: DHD, özünde bir köylü devrimidir. Türkiye yarı feodal bir ülkedir, kırlar temeldir... 1970'lerde PDA oportünizmi benzer tanımlamalar yaparken; bugün bu tez, TKP/ML geleneği tarafından sürdürülmektedir. Bu yanılsamada, özellikle Stalin'in, "ulusal sorun özünde köylü sorunudur" ve Mao'nun "MDD özünde toprak / köylü sorunudur" tezleri temel alınır.
Bu tezler, şabloncu bir yaklaşımın ürünüdür ve büyük bir yanılsamayı ifade eder. Sık sık vurguladığımız gibi, 1. ve 2. Bunalım Dönemleri'nde, bağımlı ve sömürge ülkelerde zorunlu bir durak olan MDD'de anti-feodal mücadele, devrimin demokratik yanını oluşturur. Bu anlamda; Mao, "özünde bir köylü devrimidir" derken veya Stalin, bu tip ülkeler için, "ulusal sorun eninde sonunda bir köylü sorunudur" derken, doğruları ifade ederler.
Ancak bunları her dönem ve her ülke için geçerli bir şablona dönüştürmek, Marksizm'den fazlaca bir şey anlamamaktır. 1970'li yıllarda ülkemizde bu tip yaklaşımlar oldukça yaygın idi. Ve değişen dünyanın sunduğu bütün verilere rağmen, hala aynı görüşleri savunabilenler vardır.
Her şeyden önce, ulusal sorun her koşulda bir köylü sorunu değildir. Ulus ve ulusal hareket, kapitalizm dönemine ait kavramlardır. Kapitalizmin şafağında doğmuş, ama toplumsal süreçte farklı biçimler almıştır. Bundan dolayı, ulusal mücadele, farklı ülkelerde farklı biçimler almıştır. Çarlık Rusyası, bu durumun en somut örneğidir. Ulusal sorun, sınıf mücadelesinin yanında ikincil bir sorundur ve köylülerin toprak sorunu, ulusal taleplerden daha ön plandadır. Bundan dolayı Stalin; "Rusya siyasal yaşamının eksenini ulusal sorun değil, toprak sorunu oluşturur." diyor. (Marksizm ve Ulusal Sorun Sf.33) Stalin ulusal sorunda, Gürcistan ve İrlanda örneklerini inceler ve şu sonuca ulaşır: "Ulusal hareketin içeriği, elbette her yerde aynı olamaz. Bu içerik, hareket tarafından formüllendirilen çeşitli istemlere bağlıdır." (A.g.e. Sf.23)
Ayrıca Lenin'in şu sözleri, sorunu çok net ifade eder:
"Tüm toplumsal düzenin kapitalist karakterde olduğu koşullarda, ortaçağ kalıntılarına karşı yönelen her köylü devrimi, bir burjuva devrimidir. Fakat her burjuva devrimi, köylü devrimi değildir. Tarımın tamamen kapitalist tarzda örgütlendiği bir ülkede, kapitalist çiftçiler, ücretli işçilerin yardımıyla bir tarım devrimi gerçekleştirirse, örneğin toprak ve arazi üzerinde özel mülkiyeti ortadan kaldırırsa, bu pekala bir burjuva devrimi olur. Fakat asla bir köylü devrimi olmaz. Tarım ilişkilerinin halihazırda bir bütün olarak kapitalist ekonomi ile, bu ilişkilerin yok edilmesi için aynı zamanda kapitalizmin d e yokedilmesini gerektirecek kadar iç içe geçmiş olduğu bir ülkede, örneğin otokratik bürokrasi yerine sanayi burjuvazisini dümene getiren bir devrim olursa, bu bir burjuva devrimi olur. Fakat asla bir köylü devrimi olmaz." (Seçme Eserler 3. Cilt / Sf, 245-246)
Her şey çok açık... Buradan, toprak devrimi ile tarım devrimi, iki farklı kavram olarak karşımıza çıkar. DHD'nin zorunlu olması, Çin Devrimi'ni şablon olarak benimseyerek, bunun köylü devrimi olduğunu ileri sürmek, en hafif deyimiyle Lenin'in yukarıdaki sözlerinden hiçbir şey anlamamak demektir.
Mahir, DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ broşüründe, eski tezi, MDD tezini aşar. DHD tezini geliştirir ve tarım devrimi kavramı ile köylü devrimi kavramını yerli yerine koyar. (B.Y. Sf, 222)
Bu, Mahir'in siyasal düşünce evriminde, bir sıçramadır.
Bu noktada bir soru daha soralım: 1970 Türkiyesi ile bugünün Türkiyesi; 1970 döneminin toplumsal-siyasal-sınıfsal ilişkileri ile bugünün toplumsal-sınıfsal-siyasal ilişkileri aynı mıdır? Hatta yeni sömürgecilik, varlığını aynı özelliklerle mi sürdürmektedir? Dünya çapında yaşanan değişimler ve ülkedeki değişimler, bütün bunlarda da son derece ciddi farklılıklara yol açmamış mıdır?
Fakat bırakalım 1970 Türkiyesi'ni, bugünün Türkiyesi ile 1930'ların Çin'ini ele alarak değerlendirmeler yapmaya ve "çözümler" üretmeye çabalayanlar vardır.
Yukarıdaki sorunun yanıtı, P-C çizgisinin savunucuları açısından çok nettir. Sözkonusu dönemler, farklı ilişki ve çelişkiler yaratmıştır. Aynı sürecin kendi içinde evrim yaşayan halkaları olmakla birlikte, ortak payda üzerinde yükselinmiş olmakla birlikte, bu süreçlerin farklılıkları gün geçtikçe büyümekte ve özellikler değişiminden nitelik değişimine doğru yol alınmaktadır.
Ülkemiz, emperyalizme bağımlı yeni sömürge bir ülkedir. Emperyalizmin işgal biçimi gizlidir. Tüm toplumsal ve sınıfsal ilişkiler bu olgular temelinde, uluslararası kapitalizmin ihtiyaçlarına göre şekillenir. Dolayısıyla DHD'nin en önemli hedefi de budur. Yani, emperyalizme karşı mücadeleyi yükseltmek, yeni sömürgecilik ilişkilerine son vermektir. Ama, yeni sömürgeciliğin 1970'lerde almış olduğu biçimle, bugün almış olduğu biçim aynı değildir.
1970'lerde yeni sömürgecilik ithal ikameci bir modelle uygulanırken; bugün, ithal ikameciliğin yanı sıra ihracata yönelik bir sanayileşme gerçekleştirilmektedir. Bu süreç, 1980 sonrası belirginleşmiştir. Bunun anlamı; daha çok bağımlılık, emperyalist sermayenin ülkeye daha çok girmesi, emperyalizmin mallarının açık pazarda "mecburen" tüketilmesi, kapitalizmin yeni bir sermaye birikimi modeli yaşaması, hatta emperyalizm adına özellikle bölgede daha aktif rol oynamasıdır.
Ülkeye ve toplumsal ilişkilere ait bazı rakamlar verelim. 1970 Türkiyesi'nde, toplam nüfusun % 70'i kırsal alanda, %30'u kentlerde yaşar. Bugün bu rakam, adeta tersine dönmüştür. Yaklaşık olarak nüfusun %60'ı kentlerde yaşamaktadır. Bu rakamlar, Kürdistan'daki savaş nedeniyle, Kuzey Kürdistan'da bulunan dört bin köyden üç bininin zorunlu göçe tabi tutulmasını da içermektedir. Bu nüfus, metropollere yığılmış, kırsal ilişki ve çelişkileri de metropollere taşımıştır.
Yeni sömürgeci kapitalizm, özellikle 1960 sonrası gelişmiştir. 1960 yılında tarımda çalışan nüfus oranı %75 iken, bu oran 1970'de % 67'ye düşmüş; günümüzde ise, % 40'lara inmiştir. Aynı yıllarda sanayide bu oran % 6.3'den %10.6'ya çıkmış, bugün ise çok daha fazla yükselmiştir. Keza tarımda kapitalist ilişkiler, aynı biçimde hızla gelişmiştir. Bunun bir ifadesi olarak, 1948'de 1756 olan traktör kullanımı; 1974'de 2000'e, 1980'de ise 436.369'a çıkmıştır. 1990'lı yılların bu konuya ilişkin rakamı, elimizde yoktur.
Tüm bu gelişmeler, kapitalist ilişkilerin her alana egemen olmasına yol açmış, kırsal alanda sınıfsal ayrışma hızlanmış, çalışan nüfusun içinde ücretlilerin oranı hızla yükselmiştir. Bu rakamlar, 1960'da %18.8 iken, 1965'de %22.4'e; 1970'de %27.6'ya 1975'de %31'e ve 1980'de %33.4'e yükselmiştir. Günümüzün rakamları %50'lerle ifade edilebilmektedir.
Bu rakamlar, kapitalist sınıf ilişkilerinin en önemli sınıfı olan proletaryanın nicel gücündeki değişimleri göstermektedir. 1970 yılında iki milyonu sigortalı olan toplam dört milyon işçi varken, bu rakam 1980'de 7 milyona, bugün ise yaklaşık 15 milyona çıkmıştır.
Sendikalı işçi oranı her dönem düşüktür. Bu, günümüzde de geçerlidir. Ayrıca özellikle 1980 sonrasını, özellikle kirli savaşın getirdiği sorunlarla birlikte düşünürsek, coğrafyamızda korkunç oranda bir işsiz kitlesi olduğu, bilinen bir gerçektir. Her işsiz, yoksul proleter değildir ama kapitalizmin ekonomik-siyasal baskı mekanizmaları, onu feodal ilişkilerinden koparmakta, çarpık kapitalizmin payandası haline dönüştürmektedir.
Yukarıda verdiğimiz rakamların anlamı şudur: 1970 dönemine kıyasla bugün şehir -kır ilişkilerinde şehirlerin rolü artmış, köylülük yoğun bir çözülme sürecine girmiş, DHD'de proletaryanın kitlevi gücü gelişmiş, buna paralel olarak potansiyel rolü artmıştır. Artık örneğin 1. ve 2. Bunalım dönemlerinde olduğu gibi sömürge ve bağımlı ülkelerde "cılız" bir proletarya değil, özellikle nicelik açısından güçlü bir proletarya vardır. Nitelik açısından ise, daha da zayıf bir proletaryadan söz etmek zorundayız. Bunun nedenlerini ve çözümlenmesi ayrı bir konudur.
3. Enternasyonalin 6. Kongresi'nde, 1928 yılında, sömürge ve bağımlı ülkeler, farklı kategorilere ayrılmıştır. Ayrıca Stalin, yine aynı dönemde bu farklılıkların altını çizmiş ve "üç tip ülke" belirlemesi yapmıştır. Yani, yaşam şablonlara sığmıyor.
Tam da bu noktada, proletaryanın önderliği kavramına dönmek gerekiyor. Parti çizgimiz ve Mahir Çayan yoldaş, hiçbir zaman "fiili önderlik" ile "ideolojik önderliği" karşı karşıya koymamıştır. Tam tersine, örneğin YENİ OPORTÜNİZMİN NİTELİĞİ yazısında, proletaryanın fiili rolünün, bilinç ve örgütlülük düzeyine paralel olarak önem kazanacağının altını çizmiştir. Fiili önderlik kavramı bir ayaklanma stratejisini ifade ettiğinden, vurguyu sık sık ideolojik önderlik yönünde yapma gereksinimi duymuştur.
Bizim gibi yeni sömürge ülkelerin devrim stratejileri, elbette her ülkede özgünlükler gösteren Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejileridir. Yani, uzun süreli ve değişik özellikler gösteren, aşamaları olan bir halk savaşıdır. Bu strateji, farklı aşamalardan geçerek zafere ulaşacaktır.
Gerilla Savaşı'nın, politik gerçekleri açıklamada anahtar rolü oynadığı bir evrede; doğal olarak, proletaryanın ideolojik önderliği ön planda olacaktır. Ama devrimin kitlevi karakteri geliştikçe, yürütülen öncü savaşı kitleleri devrim saflarına kattıkça, proletaryanın fiili rolü buna paralel olarak artacaktır. Ve yukarıda çizdiğimiz tablonun sonucu, proletarya şehirde ve kırda devrimde önder rolü üstlenecektir. Sorunu bu temelde kavramak zorunludur.
O halde, DHD'de sınıfların mevzilenmesini, bu temelde yeniden ele almak, bu tarihsel sürecin yarattığı olguları da dikkate alarak formüle etmek, önemli bir siyasal ihtiyaçtır. Sorunu, daha çok klasik halk savaşlarını açıklayan "kırlardan şehirlerin fethedilmesi" biçiminde değil de, parti çizgimizin önemli bir sıçrama noktası olan, şehir-kır diyalektiğini ifade eden "BİRLEŞİK DEVRİMCİ SAVAŞ" formülasyonu ile birlikte düşünmek, ele almak, bu tarihsel süreci çok daha iyi açıklar.
PASS, klasik halk savaşından farklı olarak, şehir ve kır ilişkisini bütünsel ele alan Birleşik Devrimci Savaş'ın özellikleriyle tanımlanır. Politikleşmiş Askeri Savaş, bir halk ordusunu yaratacaktır ve bu da kırlarda vücut bulacaktır. Buradan, devrimin toplumsal hedefinden bağımsız olarak, yani devrimin anti-feodal bir devrim olup olmamasından bağımsız olarak (ki bizim devrimimiz köylü devrimi değil, tarım devrimini de kapsayan bir birleşik devrimdir) kırlar stratejik öneme sahiptir, ama şehirlerde mücadele süreklidir.
DHD, halkı bu tarihsel dönemde; proletarya başta olmak üzere, kır yoksullarının, küçük üreticinin, orta köylülüğün, şehir küçük burjuvazisinin, tüm halkın devrimidir. Devrimin temel gücünü bu sınıflar oluşturur. Bu, aynı zamanda, kurulacak halk iktidarının sınıfsal bileşkesidir.
Leninist Kesintisiz Devrim'in birinci adımı olan DHD'nde devrimde sınıfların mevzilenmesi, böyle formüle edilebilir. Devrimin önder gücü, proletaryadır. Köylüler, şehir ve kır küçük üreticileri, devrimin kitlevi gücüdür.
Aynı zamanda sosyalist devrimin de bazı görevlerini yerine getiren, yönü sosyalizme dönük DHD'nin sınıflar mevzilenmesi budur.
Bu arada, DEVRİMDE SINIFLARIN MEVZİLENMESİ broşüründe karşımıza çıkan bir başka kavrama, "proleter siyasi kitle partisi" kavramına değinmek gerekiyor.
Sözkonusu broşür özenle incelenirse ve bu arada Mahir'in parti-örgüt anlayışı gözönünde bulundurulursa; Mahir'in, "proleter siyasi kitle partisi" kavramını, proletaryanın partisi anlamında kullandığı, devrimde ideolojik önderliğin önemi ile birlikte ele aldığı anlaşılır.
Ancak kavramlar önemlidir ve parti konusunda "kitle partisi" kavramı karşımıza çıkar. Ama bu kavram Lenin'e değil, Rosa Lüksemburg'a aittir.
Mahir ise, parti konusunda Leninist halkayı son derece iyi yakalamıştır. Tutarlıdır, ısrarcıdır...
Leninizm,"kitle partisini" değil, sınıf partisini gündeme getirir. Mahir, "proletarya"ya, sürekli ve özellikle vurgu yapar. Ama devamla, "siyasi kitle partisi" der. Böylece bir yanlışın kapısı açılmış olur. Keza görülecektir, tıpkı Marksizmin içinden revizyonizmin çıktığı gibi, THKP/C içinden de, Menşevik-Sivil Toplumcu anlayışlar çıkar. Elbette bunların THKPC ile ilişkisi yoktur ama bunların bu kapıdan nefes aldıkları, revizyonizmi buradan temellendirdikleri açıktır.
Örneğin Devrimci Yol, gökten zembille inmedi. Bu noktalardan beslendi ve bugün ÖDP içinde "Muhalif Kitle Partisi" şiarını bayrak edinmişlerdir.
Eğer, sınıf bakış açısının bir sonucu olarak, 'proletaryanın partisine' gerektiğinden daha güçlü vurgu yaparsak, devrimde proletaryanın öncülüğü tartışmaları içinde "ideolojik öncülüğe" abartılı yaklaşırsak, yanılırız, yanıltırız. 2. Bunalım Dönemi'ne ait bir gerçeği; "ideolojik öncülük, proletarya partisinde fakir köylülerin sayıca ağır basması ve partinin, proletaryanın öncü müfrezesi olarak halk savaşını yönlendirmesidir" (B.Y./Sf,219) dersek, ve bunu "siyasi kitle partisi" formülü ile devam ettirirsek, bu durumda halkçı popülizmin de kapısını açmış oluruz.
Revizyonizm bu kapıdan girer, Mahir adına Mahir cezalandırılır. Birileri, "kendine DY'ciyim diyen herkes DY'cidir" biçiminde formüle ettikleri şekilsiz çevre anlayışına ulaşır. Bir diğeri, proletaryanın artan rolüne rağmen, "ideolojik önderlik esastır, bizde kitapların yazdığı proletarya yoktur" diyerek, proletaryanın değil, "halkın partisine" ulaşır.
Her şey yerli yerine oturmalıdır.
Şiarımız, sınıfın partisi, Leninist partidir.
Şiarımız, Mahir'in, THKP/C'nin şiarlarıdır.
Gücümüz, bu temelde THKP/C-MLSPB'nin yücelttiği ideolojik, politik, pratik niteliktedir.

<<YAZININ DEVAMI İÇİN BURAYI TIKLAYINIZ>>




 

 

 

 

[email protected]
[email protected]
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92