Mahir
ve Devrim
III. Bölüm
Şahin ŞİMŞEK
|
E- İdeolojik Mücadelede Israr veya "Yeni Oportünizmin
Niteliği Üzerine"
Mahir'in, MDD içinde boy veren sağ sapmaya karşı yazdığı,
"Sağ Sapma, Devrimci Pratik ve Teori" yazısına,
Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) 16. ve 17. sayılarında
yanıt verir. PDA cephesi, Mahir'in yanıtına sözde karşılık
olmak üzere, tam bir çarpıtmayı içeren çeşitli polemikler
geliştirir. İdeolojik mücadelenin önemini kavrayan,
doğru çizginin, bu sapmalarla hesaplaşılarak yaratılacağına
inanan Mahir tarafından bu kez, "Yeni Oportünizmin
Niteliği Üzerine" yazısı kaleme alınır.
Ancak, bu yazıda Mahir, PDA'nın ideologlarından olan
Şahin Alpay'ı olduğu kadar; PDA oportünizminin tüm teorisyenlerini,
özellikle de Doğu Perinçek, H. Berktay ve Ş. Alpay'ı
hedef seçer. Polemiklerini bunlarla da yürütür.
PDA oportünizmi, Perinçek'in kişiliğinde, Milli Demokratik
Devrim'de proletaryanın temel gücü oluşturduğunu ileri
sürerken; bunu tıpkı TİP revizyonizmi gibi, işçi dalkavukluğu
çizgisinde yapmıştır. İşçilerin partide çoğunluğu oluşturacağını
ileri sürmüşler ve "Bizim partimiz milli kurtuluş
cephesidir. Bizim partimizin komutanı Mustafa Kemal'dir..."
(Bkz. S. 158-159-160) demişlerdir. Mahir ise, bu tezlerin
tam karşısında, çok net biçimde tavrını koymuştur:
"...Bizim partimiz ne milli cephe partisidir, ne
de bizim partimizin komutanlığı, küçük burjuva radikallerine
aittir. Bizim partimiz, sosyalistlerin partisi, Marksist
bir partidir ve partimizin de eylem kılavuzu Kemalizm
değil, bilimsel sosyalizmdir..." (B. Yazılar, S.
160)
Mahir, bilimsel sosyalizmi rehber alır ve dönemin politik
ihtiyacını da bu temelde çok net kavrar: Proletaryanın
Partisi!..
Ancak bu parti, hemen "kurulabilecek", istenince
bir çırpıda gerçek olacak bir yapılanma değildir. Öncelikle
toplumun en ileri kesimlerinin somut bir örgütsel çatı
altına toplanmasını ifade eder. Ama bunun için de, Marksizmin
esasları üzerinde, somutun doğru analizini içeren programın
ve programatik görüşlerin net bir biçimde ortaya çıkması
gerekir. Amorf, şekilsiz, "milli" veya "halk"
partisinden değil, Leninizm'in ilkeleri üzerinde yükselen
proletaryanın partisinden söz ediyoruz. Böyle bir partinin,
her şeyden önce ideolojik birliğinin sağlanması zorunludur.
Peki bu nasıl olacak? Her şeyden önce, yaşamın içinde,
sınıf mücadelesinin canlı pratiği içinde, bir dizi sapma
ile dövüşe dövüşe ideolojik birlik yakalanacaktır.
İşte, Mahir'in PDA oportünizmi ile giriştiği ideolojik
kavga, tam da böyle bir sürecin hizmetindedir.
PDA oportünizmi, başlangıçta Marksizmi kendisine referans
almış, fakat bunu dönemin Çin toplumuna son derece yapay
bir şekilcilikle birebir uyarlamaya çalışmıştır. İlk
sürecinde, Mao Tse Tung'u fanatikçe savunur. Dönem,
uluslararası sosyalist hareketin önemli sancılar yaşadığı
bir dönemdir ve TDH de bu eğilimlerden fazlasıyla nasibini
almaktadır.
Kendi özgücüne güvenmeyen, Marksizm-Leninizm'e, onun
yaratıcı gücüne inanmayanlar, kendilerini hep bir yerlere
havale etmişlerdir. Referans noktası; kimileri için
SBKP'dir, kimileri için ÇKP'dir, kimileri için de daha
sonra AEP olacaktır... PDA oportünizmi ise Mao Tse Tung'un
bilinen temel bir dizi doğru tezlerine rağmen, bu tezlerle
hiç ilgisi olmayan bir biçimde kendini "Mao'cu"
olarak tanımlar.
Bu tip kraldan daha çok kralcı olma tarzı, yeni değildir
ve birçok Marksist önderin-devrimcinin başına gelen,
burada Mao'nun başına gelmektedir. Bu noktada; "ben
Arabım, ama Arap benden değildir..." diyen Hz.
Muhammed'in sözlerini anımsamaktan, böyle Maocular düşman
başına demekten başka yapacak bir şey yoktur.
PDA oportünizmi, 1970 yılında; ülkeyi yarı-feodal, yarı-sömürge
olarak ele alır, MDD tezlerini savunur. Ama MDD tezleri,
yukarıda da ele aldığımız gibi, proletaryanın önderliğinin
ve halk savaşının reddine dayanır; Kemalistlerin önderliği
savunulur: "İşçi sınıfı temel güçtür..." denilir.
"Gerilla savaşından mı, yoksa halk savaşından mı
yanasın..." söylemi ile gerilla mücadelesi, halk
savaşı, silahlı mücadele temelden yadsınır.
İşte böyle bir ortamda, sınıf mücadelesinin her türlü
pratiğinin yanı sıra kendini öğrenmeye adayan Mahir,
Mao Tse Tung'u da inceler ve Mao Tse Tung için şunu
söyler:
"Mao Tse Tung'un Marksizm-Leninizm hazinesine katkıları
sorunu, bugün Marksist çevrelerde tartışılan son derece
önemli bir sorundur. Mao Tse Tung'un Leninizm hazinesine
katkılarını ana hatları ile başlıca iki başlıkta toplayabiliriz:
1-Milli Demokratik Devrim teorisi,
2-Proleter Kültür Devrimi
Mao'nun bu iki önemli katkısının özlerini ve temel unsurlarını
Lenin'de de görmekteyiz. Fakat Marksizm-Leninizm'in
bu son derece önemli iki ilkesi, en mükemmel şekillerini,
Mao'nun siyasi pratiği içinde almışlardır. Bu nedenle
Leninizm'in bu iki önemli ilkesini açıklarken; Çin'in
somut pratiğinden hareket ederek, Mao'nun siyasi pratiği
içinde değerlendirme yapmak zorundayız. (B.Yaz. S,147)
Mahir, Çin Devrimi somutundan hareket ederek, MDD tezini,
bunun yanı sıra, proleter kültür devrimi tezini, Mao'nun
Marksizm-Leninizm'e "katkısı..." olarak tanımlamıştır.
Doğrudur, her iki tez de; MDD tezi ve Proleter Kültür
Devrimi tezi, nüve halinde Lenin'de vardır. Özellikle
Stalin, Çin Devrim deneyini de göz önüne alarak, MDD
tezini geliştirmiştir. Enternasyonal içinde, daha çok
da 1928 yılında yapılan 6. Kongrede, bu konuda yoğun
tartışmalar yaşanmıştır.
Ve Mao, tam da bu tartışmalar içinde, özellikle de Stalin'den
esinlenerek, MDD'yi formüle etmiştir. Ancak, hemen belirtelim
ki, Mao'nun, MDD tezini, daha doğru bir ifade ile "Yeni
Demokratik Devrim" tezini geliştirirken, Çin somutundan
yola çıktığı doğrudur. Ama bu tezin kendisi, ne ölçüde
Leninist Kesintisiz Devrim tezine uygundur? Bu tartışılır...
Daha doğrusu bu tez, Çin somutunu yansıtırken, bir "katkıyı"
değil, bir sapmayı içerir...
Bu anlamda, MDD için; "Mao'nun Marksizm-Leninizm'e
katkısı..." demek abartılı, doğru olmayan bir yaklaşımdır.
Eğer Mao'nun bir "katkısından" söz etmek gerekirse;
bu, MDD tezi ile bağı olan, sömürge ve yarı-sömürge
ülkeler için Mao'nun formüle ettiği "HALK SAVAŞI"
tezidir. Bunu böyle anlamak gerekir.
Dikkatle incelenirse; Mahir, MDD tezini savunur ama
bunu özellikle de Stalin'in Çin Devrimi'ne ilişkin ileri
sürdüğü görüşler etrafında formüle eder. Bu tezler,
2. Bunalım Dönemi'nde, sömürge ve yarı-sömürge, yarı-feodal
ülkeler için geçerlidir ve Mahir, tam da bu çerçevede
MDD'yi ele almıştır. 3. Enternasyonal içindeki tartışmadan
biraz daha geniş bir değerlendirme yaparsak, Mahir'in
Leninist Kesintisiz Devrim teorisinde ele alındığı,
çerçevesini çizdiği MDD ile Mao'nun YDD tezi arasında
önemli farklılıklar vardır.
Denilebilir ki, Mahir'in zaman zaman Mao adına dillendirdiği
MDD tezi, 1. ve 2. Bunalım Dönemleri için son derece
doğrudur. Ama 3. Bunalım Dönemi için, bugün için doğru
değildir. Zaten, Kesintisiz Devrim 1-2-3, tam da bunun,
devrimci tarzda aşılmasını ifade eder.
İşte bu çerçevede, özünde Mahir'in "Kesintisiz
Devrim 1-2-3" öncesi ele aldığı, savunduğu MDD
tezi, doğrudur. Yani, 2. Bunalım Dönemi'nde, sömürge
ve bağımlı ülkelerde, yarı-feodal bir toplumsal sürecin
yaşandığı ülkelerde, Çin, Vietnam vb. ülkelerde, MDD
zorunlu bir duraktır. Burada devrimin "milli"
karakteri, bir anlamıyla uluslaşma sürecini ifade etmektedir.
Aynı zamanda, nüfusun büyük bir çoğunluğunu oluşturan
(Çin'de % 90 ), feodal ve yarı-feodal ilişkiler içinde
bulunan köylülüğün en önemli demokratik talebi, topraktır.
Devrimin demokratik karakterini de bu sorun, toprak/köylü
sorunu oluşturur. Bundan dolayı, örneğin yine bu polemik
yazısında, "Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine"
başlıklı makalesinde Mahir, "Milli Demokratik Devrim,
özünde bir köylü devrimidir" der.
"Milli Demokratik Devrim'in özünde köylü devrimi
olmasının doğal sonucu olarak, sınıf mevzilenmesinde
köylüler, devrimin temel gücüdür." (B. Yazılar
S,149) "Milli Demokratik Devrim'de işçi sınıfının
önderliğinin, bir ideolojik öncülük olmasıdır. İşçi
sınıfının ideolojik önderliği, çoğunluğunu yoksul köylülerin
teşkil ettiği işçi sınıfının öz örgütünün köylü devriminin
komutanı olmasıdır." (B. Yazılar S,151-152) tanımlamaları,
tam da bu çerçevede, doğrudur.
Mahir, MDD tezini böyle savunur. Yine, Mao'yu, bu çerçevede
ele alır. Denilebilir ki Mahir, bu yazısında, Maocu
geçinen PDA oportünizmine karşı, çubuğu Mao'dan yana
bükmüştür.
Dönem, Mahir'in yoğun okuduğu, araştırdığı, devrim için
sonuçlar çıkardığı, Türkiyeli Sol'un ideolojik yanlışlıklarını
teoride de yenmeye çalıştığı bir dönemdir. Dolayısıyla
her teorik çaba, doğal olarak birden bire yerli yerine
oturmamıştır. Ama o, boş durmaz, öğrenir, öğrendikçe,
öz güven temelinde, düşüncelerini ve tezlerini daha
güçlü bir biçimde savunur.
Mahir, Lin Piao'yu da, öyle öğrenir ve savunur.
Lin Piao; "Yeryüzünün tümünü ele alırsak, eğer
Kuzey Amerika ile Batı Avrupa'ya dünyanın şehirleri
denilebilirse; Asya, Afrika ve Latin Amerika da dünyanın
kırlık bölgelerini teşkil ederler. Çağdaş dünya devrimi
bir bakıma, şehirlerin kırlık bölgelerden kuşatılması
görüntüsünü vermektedir" der.
Mahir, bu düşünceyi eleştirmez, biçimle yetinen Lin
Piao'yu destekler. Elbette, bu sadece bir "görüntüdür"
ve Marksist teori görüntüye değil, somut olgulara dayanır.
Ekim Devrimi ile devrim fırtınasının "doğu"ya,
sömürge ve bağımlı ülkelere kaydığı doğrudur ve dünya
devrim süreci de bu görüşü haklı çıkarmıştır. Ama, buradan
hareketle tüm dünyayı "şehir" ve "köy"
diye ayırmak, uzun süreli HALK SAVAŞI tezini, böylesi
bir ölçütle, dünya ölçeğinde ele almak, en azından mekanik
bir yaklaşımdır.
Leninizm, devrim zincirinin, geri ülkelerde değil, çelişkilerin
en yoğun olduğu ülkelerde, zincirin en zayıf halkasından
koparılacağını söyler. Bu "en zayıf halka"
pekala geri bir ülke olabileceği gibi, gelişmiş kapitalist
bir ülke de olabilir. Denilebilir ki 'geri kalmış bir
ülkede çelişkiler daha yoğundur.' Bu saptama, genelde
doğrudur, bunun nesnel-somut-toplumsal nedenleri de
vardır, ama yine de teorize edilemez. Lenin; "Rusya'da
devrime başlamak kolay, sosyalizmi kurmak zordur. Batı
Avrupa'da devrime başlamak zor, sosyalizmi kurmak kolaydır..."
derken, bir anlamda da bu gerçeğin altını çizmektedir.
Zor olan, imkansız olan değildir.
Ve devrim gibi toplumsal bir eylem, üretici güçlerin
gelmiş olduğu seviyeye birebir bağlı değildir, nesnel
ve öznel koşulların oluştuğu her ülkede mümkündür. Devrim,
imkansızı istemek, zor olanı gerçekleştirmektir.
Öte yandan Mahir, "Proleter Kültür Devrimi"ni,
devrimin teorisine ve pratiğine "bir katkı"
olarak tanımlar. Proleter Kültür Devrimi'nin unsurları,
Lenin'de vardır. Buna Stalin'i de eklemek gerekir. Ama
tarihsel seyir içinde bir kavram olarak en yüksek biçimini,
Mao Tse Tung'da bulduğu açıktır.
Proleter Kültür Devrimi'nin özü şudur: Proletarya, kendi
sosyalist devrimini yaparak, sadece kendi tarihi için
bir "giriş" yapmıştır. İktidarı kaybeden burjuvazi,
Lenin'in ifadesi ile yüz kat saldırganlaşmıştır. Uluslararası
sermayeden ve ülke içinde, özellikle de küçük meta üretiminden
beslenerek, kapitalist restorasyon için mücadele eder.
Bundan dolayı, sosyalizm, sınıf mücadelesinin durduğu
veya ortadan kalktığı bir toplumsal sistem değil, yeni
koşullarda, yeni biçimler alan, yoğunlaşan sınıf mücadelesinin
sürdüğü bir toplumsal sistemdir.
Burjuvazinin tüm direncini kırmak, yeni toplumu ve o
topluma ait yeni insanı yaratmak, proletarya diktatörlüğünün
görevidir. İşte bu süreçte, özellikle siyasi ve kültürel
alanda devrimi sürekli kılmak, kitlelerin bilinç ve
kültür seviyelerini yükseltmek, onları yönetime katmak,
vazgeçilmez bir görevdir. Proleter Kültür Devrimi, devrimin
sürekliliği içinde bunu gerçekleştirir. Bu yanıyla,
Mao Tse Tung tarafından ileri sürülen bu kavram doğrudur,
sürekli/kesintisiz devrim mantığı içinde Marksizm/Leninizm'e
bir katkıdır.
"PROLETER KÜLTÜR DEVRİMİ" alt başlığında,
yaklaşık 3-4 sayfada ele alınan bu konuda, (S.162-166)
Mahir'in söylediği her söz, bugün sosyalizmin sorunları
olarak karşımızda duran bir dizi probleme, bilimsel
sosyalizm temelinde bir "giriş" niteliğindedir.
Önemli olan budur, bunun değerini kavramaktır.
Çin Devrimi'nde ise, Büyük Proleter Kültür Devrimi olarak
tanımlanan süreç doğru uygulanmadı, bir dizi yanlışlar
yapıldı. Örneğin, Lin Piao bir dönem, özellikle ÇKP
içindeki sağ sapmalara karşı yüceltildi, ama sonra "hain",
"komplocu" oldu, hatta şaibeli bir uçak kazasına
kurban gitti. Bunlar savunulamaz. Bütün bu "uygulamalara"
karşı durmak ve "devrimci mücadelenin, devrimin
çıkarları adına" onlardan etkilenmemek, onları
ya da türevlerini tekrarlamamak; bizim özellikle altını
çizdiğimiz "politik tarz" konusu ile, politik
proleter kişilik ve ahlak sorunu ile kopmaz bağlarla
bağlıdır.
Politik mücadele, özellikle bir proletarya partisi içinde
tam bir "aleniyet" ilkesi ile, son derece
dürüst-temiz biçimde yürütülür. Olgular önemlidir, niyet
değil... Ve eleştiri-özeleştiri, devrimci içeriğe sahiptir;
komplocu, kumpasçı, fırsatçı, pragmatist, şantajcı vb.
özellikler taşımamak zorundadır. Deniliyor ki; "Mao
sağ sapmaya karşı sol sapma ile, Lin Piao ile ittifak
yaptı, sağ sapmayı tasfiye etti. Sol sapma tehlike oldu,
bu kez sağ ile ittifak yaptı, asıl tehlikeyi ortadan
kaldırdı." Bunlar sadece söylenmiyor, büyük bir
"taktisyenlik", "politik öngörü"
ile ödüllendirilip, bunlar üzerinde sayfalarca yazılıp
çiziliyor. Yani pragmatizm, komploculuk, kumpasçılık,
çeşitli gerekçeler yaratılarak kutsanıyor. Bu politika
yapma tarzı, gerçekte bütün 3. Enternasyonal partilerine
hakim olan tarzdır ve sosyalist mücadele tarihinin kara
lekelerinden biridir. Sosyalist harekete sinmiş bu lekeden
kurtulunmadan sosyalizm gerçek kimliğine kavuşamaz.
Proleter Kültür Devrimi'nin, Çin Devrim sürecinde yanlış
uygulandığı, hatta onun maddi temeli olan sosyalist
ekonominin rolünün gözden uzak tutulduğu açıktır. Ama
bütün bunlar devrimler tarihinde bir kavram olarak,
bir "katkı" olarak Proleter Kültür Devrimi'nin
önemini ortadan kaldırmaz.
Bilindiği gibi, sosyalizmde geriye dönüş sorunu, ekonomi-siyaset
veya alt yapı-üst yapı ilişkisi, hep Marksist çerçevede
tartışıldı, tartışılacaktır da... Bu tartışmaların Stalin'i
ve Mao'yu da kapsayacak tarzda yapıldığı biliniyor.
Ama önemle altını çizmek ve unutmamak gerekir ki reel
sosyalizm pratiği, ekonomik indirgemeci bir sosyalizm
anlayışına sahiptir ve bu anlayış en yüksek ifade biçimini,
Kruşçev-Brejnev revizyonizminde bulmuştur.
Bu tip tartışmaların SBKP-ÇKP polemiği ile, 1963 polemikleri
ile hızlandığı -ki 1963 polemiklerinde ÇKP daha doğru
bir noktadadır, sonradan bu duruşunu yitirmiştir- 1970'lerde
ise bir çok şeyi belirleyen önemli bir ölçüte dönüştüğü
biliniyor.
SBKP'de kalın çizgilerle görülen ekonomik indirgemeci
tarzın mantığı şudur: Çağımız kapitalizmden sosyalizme
geçiş çağıdır. Tarımda ve sanayide sosyalist ekonomi
zafer kazanmıştır. Bundan geriye dönüş mümkün değildir.
Komünizme geçiyoruz. (Hatta komünizme geçiş için 1980
ortaları gibi net tarihler verilir.) Sınıflar ortadan
kalkmıştır, sınıf mücadelesi ortadan kalkmıştır. Bütün
bunlardan dolayı devlet artık proletaryanın devleti
değil, tüm halkın devletidir. Sosyalizm, özellikle de
ekonomik açıdan kapitalizme üstünlük sağlayacaktır ve
barışçıl yoldan sosyalizme geçiş, "ileri demokrasi"
ve "kapitalist olmayan yol" tezinin öngördüğü
gibi gerçekleşecektir...
Mahir, bu ekonomik indirgemeci sosyalizm anlayışı ile
ciddi biçimde hesaplaşır.
Mao'nun; "kapitalizmin mi yoksa sosyalizmin mi
kazanacağını; bütün bir tarihsel çağı kapsayacak, uzun
ve dolambaçlı bir mücadelenin sonucu tayin edecektir"
sözlerini temel alır. Ve özünde, Marks'ta da var olan,
daha gelişmiş biçimi Lenin'de görülen ve bugün bizim
için son derece önemli olan üç temel sonucu ifade eder:
"1-Emperyalizm dünyada var olduğu sürece,
2-Özünde köylü mülkiyeti sayılabilecek küçük üretim
varlığını sürdürdüğü, kolektif mülkiyet var olduğu sürece,
3-Sınıflı toplumların bin yıllık alışkanlıklarının etkisi
ile sosyalist devrimden sonra da kapitalizmin yeniden
restore edilmesinin her zaman mümkün olduğu..."(B.Yazılar
S,163)
bu formülasyon doğrudur ve sadece SBKP'de değil, ÇKP
içinde de görülen "üretici güçler geliştikçe artık
geriye dönüş olmaz" tezine vurulan büyük bir darbedir.
Mahir, tam bu noktada, doğru olarak sosyalist topluma
geçişin, diğer toplum biçimlerine geçişten oldukça farklı
olduğunu ele alır ve önemli bir saptama yapar.
Bir biçimde, üzerinden atlanan, sosyalist hareketçe
de, örneğin SBKP-ÇKP-AEP çatışmasının boyutlu yaşandığı,
"sosyal emperyalizm" vb. teorilerin tozu dumanı
içinde birçok kavramın birbirine karıştığı bir dönemde,
üzerinde fazla durulmayan bir saptama yapar Mahir. Bu
saptamaya göre; sosyalizm ile kapitalizmin sanayi toplumları,
iki farklı sanayi toplumu olma özellikleri içeren toplumlardır.
Üretici güçler içinde önemli bir yer tutan üretim araçları,
her iki toplumda da aynı olmasına rağmen, üretim ilişkilerinin
farklılığı, durumu belirler.
"Bir kere kapitalizm (sanayi kapitalizmi) ve sosyalizm,
sanayi devriminden sonra ortaya çıkmış olup, ileri teknolojinin
ürünü olan düzenlerdir. Makine çağının toplumsal düzenleridir.
Bu anlamda üretici güçler geliştikçe, ekonomiye teknoloji
egemen oldukça, feodal kalıntılar ve ideolojiler giderek
geriler ve yerini yeni düzenin, "kapitalist düzenin"
ilişkilerine ve ideolojisine bırakır. Artık, geriye
dönüş imkansızdır." (B. Yazılar S,164)
Üretim araçları; makine, fabrika, teknik seviye vb.
her iki toplumda da (sosyalist ve kapitalist toplumda),
her ikisi de sanayi toplumu olduğundan dolayı, aynıdır.
Farklılık, bunlar üzerindeki mülkiyet biçiminde ve üretici
güçlerin önemli bir öğesi olan insandadır.
Bundan dolayı, insana önem vermeyen, onun siyasal, kültürel
gelişmesini dışlayan bir sosyalizm, bilimsel sosyalizm
değildir.
İktidarı ele geçiren proletarya, "egemen sınıf
olarak" örgütlenir, yani proletarya diktatörlüğünü
örgütler. Ama iktidarı almak, sadece ilk adımdır. Tüm
toplumu komünizm hedefleriyle, tedricen değiştirir,
burjuvazinin direncini kırar. Fakat sınıf mücadelesini
gevşetemez. Başta küçük üretim olmak üzere, tüm üretim
ilişkileri karşısında sosyalizmin zaferi sağlanır. Bu
zafer, başta alışkanlıklar olmak üzere, insanın özel
mülkiyet kalıntılarından arınması ile devam eder, insan
değişir. Artık, yeni insandır. Zafer, dünya ölçeğine,
uluslararası sermayenin tüm kalelerinin yıkılmasına
kadar taşınır.
"Sosyalist devrimde iktidarı ele geçirmek, sadece
başlangıçtır. Büyük çapta üretimi gerçekleştirmek, sosyalist
ekonomiyi yaratmak, o güne kadarki sınıflı toplumların
"yabancılaştırmasına" maruz kalmış insanın
"tabiatını" değiştirmek gibi görevleri vardır.
Bu nedenle sosyalist devrim sadece mülkiyet biçimini
değiştirmek, sadece yeni ekonomiyi yaratmakla sona ermez.
Proletaryanın sınıf olarak ortadan kalkmasına kadar
üst yapıda siyasi bir devrim olarak devam etmek zorundadır.
Bu ihmal edilir veya önemsenmezse, yani ideolojik ve
kültürel mücadele, üretici güçlerin geliştirilmesi ile
beraber yürütülmezse, kapitalizmin restore edildiği
görülür." (B.Yazılar S.165)
Mahir'in Che'yi son derece iyi okuduğu biliniyor. Ama
Che'nin sosyalizmin kuruluşu ile ilgili yazılarını okumuş
olması, o günün Türkçe'ye tercüme edilmiş kitapları
açısından pek olası değil. Ne var ki olaylara ve olgulara
aynı pencereden bakmak, bilimsel sosyalizmi gerçekten
özümsemiş bir ihtilalcinin kafasıyla yorumlamak, Mahir'i
ve Che'yi, aynı sosyalizm anlayışından kaynağını alan
aynı yorumlarda ve tanımlamalarda buluşturmaktadır.
Bu sosyalizm anlayışı, Sovyetler Birliği, Çin ve diğer
ülkelerin pratiklerinden farklı, bunlardan kopuşu ifade
eden bir sosyalizm anlayışıdır.
Mahir'in sosyalizm anlayışı, eleştirel yaklaşımı içeren
bilimsel sosyalizm anlayışıdır. Herhangi bir ülkeyi
veya partiyi kendine "merkez" olarak görmez.
Eğer bir merkezden söz edilecekse; bu merkez, enternasyonalist
bilimsel sosyalizm anlayışıdır. Yani kuramın kendisidir.
Bir ülkenin, bir partinin yorumu değil... Bir ülkeyi,
bir partiyi "merkez" olarak ele almak, bilimsel
sosyalizmin ruhuna aykırıdır, onu daraltmak, onu bağnazlaştırmaktır.
Dolayısıyla Mahir, tüm dünya devrimci deneyimlerinden,
eleştirel bir yaklaşımla yararlanır ve onlara gerçek
anlamda sahip çıkar. Dar, şabloncu bir bakış açısı ile,
dünya devrimlerinin birer parçası olan, bu yanıyla da
dünya devrimine katkı sunan devrim deneylerini, devrim
önderlerini inkar etmek, Mahir'in tarzı değildir. O,
kendi doğruları ile, tümünü çözümlemeye çalışır, tümünden
kendi coğrafyasının başarılı sonuçlarını yaratmak için
sentezler almaya çalışır. Bu yöntemi, Mao'dan Stalin'e,
Che-Fidel'den bütün Üçüncü Bunalım Dönemi devrimcilerine
kadar geçerlidir.
Öğrenme eylemini süreklileştiren, kendi doğruları ile
öğrendiğini savunan bu mantık karşısında şabloncu mantık,
örneğin PDA oportünizmi, Küba Devrimini ve onun önderlerini
koyu bir inkara tabi tutar.
PDA oportünizmi, Küba Devrimi'nin, "dar deneyci
bir anlayışın tesadüfi sonucu" olduğunu, "Küba
hakim sınıflarının ve ABD emperyalizminin uykuda olduğu
koşullarda" gerçekleştirildiğini; Fidel Castro
ve Che Guevara'nın "küçük burjuva maceracıları"
olduğunu ileri sürer.
Bu iddiaların PDA ile sınırlı olmadığı, 1970'ten bu
yana her türden revizyonizmin, oportünizmin aynı ve
benzer iddiaları ileri sürdüğü biliniyor. Dün bu koroya
katılanlar, Küba Devrimi'ne cepheden tavır alıp, onun
"sosyal emperyalizmin sömürgesi" olduğunu
ileri sürenler; bugün, bir zorunluluk olarak Küba'ya
övgüler dizmektedirler. Ama bu övgüler de yanıltıcıdır,
çok fazla anlamlı da değildir.
MDD içindeki söz konusu sağ sapmaya karşı; PDA oportünizmine
karşı, Küba Devrimi'ni, onun önderlerini savunmak, onurdur.
Mahir, hem Küba Devrimi'nden öğrenir, hem de bu onuru
taşır.
"Evet, Küba Devrimi, Marksizm-Leninizm hazinesine
büyük bir katkıdır ve Küba Devrimi'nin muzaffer proleter
devrimcileri olan Fidel Castro, Che Guevara ve arkadaşlarından
bizim gibi yarı-sömürge ülke Marksistlerinin öğreneceği
pek çok şey vardır. Çünkü biz Marksizm'i entelektüel
gevezelik ve dünya devrimci hareketinin trafik polisliğini
yapmak için okuyup öğrenmiyoruz. Biz, dünyayı değiştirmek
için, dünyanın Türkiyesi'nde devrim yapmak için öğreniyoruz."
(B.Yazılar. S,144)
Küba Devrimi'ni doğru kavrayan Mahir, Küba Devrimi'nin
sol yorumuna dayanan Regis Debray'ın fokocu anlayışı
ile de hesaplaşır.
Fokocu görüş özetle; fokonun, yani gerillanın partiyi
yaratacağına, şehirlerin devrimcileri burjuvalaştıracağına,
kırları proleterleştireceğine, dolayısıyla şehirlerin
reddine, askeri liderliğin temel olduğuna ve diğer politik
mücadele araçlarının inkarına dayanır.
Küba Devrimi ile bu fokocu anlayışın ortak bir yanı
yoktur. Dahası fokocu anlayış, bizzat Kübalı devrimcilerin
yoğun eleştirisine maruz kalmıştır.
Mahir, başarılı bir şekilde kavradığı Küba Devrimi'nden
çıkardığı sonuçları, Kesintisiz Devrim 1-2-3' de geliştireceği
devrim teorisinde, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nde
sentezlemiştir.
"Fidel-Guevara Ve Küba Deneyi Karşısındaki Tavrımız"
alt başlığı ile verdiği bölüm (B.Y./S,142-147) bu konuda
son derece önemli bir özeti içermektedir.
Ayrıca THKP-C öncüllerinin Küba Devrimi'ne ilişkin araştırmaları
ve ortaya koydukları yazılı ürünler bununla sınırlı
değildir. Hüseyin Cevahir yoldaşın, "Küba Devrimi
Üzerine" başlıklı yazısını da burada saygıyla anmak
gerekir.
F- MDD, Tam Kopuş ve Parti ya da "Aydınlık
Sosyalist Dergi'ye Açık Mektup"
1970 yılı, Türkiye toplumu ve Türkiye Devrimci Hareketi
açısından önemli bir halkayı ifade eder. Tüm toplumsal/sınıfsal
gelişme ve çelişkiler, bu dönemde önemli bir evrim yaşamakta,
yeni bir aşama ise çatışmalı bir biçimde kapıyı çalmaktadır.
Kemalist dönemin özellikle de 1930 ile 1940'lı yıllarının,
uygulanan devlet kapitalizmi ve savaş dönemi politikalarının
sağladığı sermaye birikimi üzerine oturduğu bilinmektedir.
3. Bunalım Dönemi'ne karakterini veren yeni-sömürgecilik,
bu dönemde olgunlaşmış, tekelci sermaye, diğer sermaye
grupları ile çelişkilerinde, kendi lehine gelişme sağlamıştır.
1970 Türkiyesi'nde egemen olan anlayışların tersine,
1960 darbesi; "ilerici", anti-emperyalist
değil, böyle bir görüntü içinde emperyalizme bağımlılığı
hızlandıran gerici darbeler dizisinin başlangıcıdır.
Başta ABD emperyalizmi olmak üzere, Avrupa emperyalizminin
desteğini almış, birikimini güçlendirmiş olan sanayi
sermayesinin önünü açmıştır. Bu arada özellikle askeri
bürokrasi içinde önemli bir güç olan küçük burjuva radikalizmi
ile uyum sağlayarak, Oligarşi içinde bir denge yaratmıştır.
OECD'nin baskıları sonucu, sanayi kapitalizmini geliştirmek
amacıyla "Planlı Dönem" başlatılmıştır. 1.
Dönemde % 12.3, İkinci Dönemde %11.2 ve Üçüncü Dönemde
% 12.2 oranında sanayinin gelişmesi öngörülmüş ve bu
rakamlar aşağı yukarı gerçekleştirilmiştir. Bu gelişme,
sömürüde sanayi sermayesinin pay oranının yükselmesini
doğurmuş ve Oligarşi içi dengeler bozulmuştur. Sanayi
çevrelerinin bir denge içinde üzerinde anlaştıkları
Adalet Partisi iktidarı, sanayi sermayesinin bu ihtiyacına
yanıt verebilecek durumda değildir. Çünkü diğer egemen-sömürücü
kesimlerin de desteğini alarak ayakta durmaktadır.
Öte yandan,1961 Anayasası'na yansıyan küçük burjuva
radikalizminin talepleri, özellikle sanayi sermayesi
için bir tehdit oluşturmaktadır. Sosyalizmin yüksek
prestijinden, dev boyutlara ulaşan ulusal kurtuluş hareketlerinden
de etkilenen, dünyadaki hakim dalganın etkisiyle sol
jargon kullanan, ordu içinde varlığını hissettiren bu
kesimin önünün kesilmesi, emperyalizm ve özellikle de
sanayi sermayesinin gündemindedir. OYAK, yeni-sömürgeciliğin,
sömürge tipi faşizmin bir ürünü olarak; 1960 sonrasında,
emekli generallerin tekelci sermayeye bağlanması yönünde
kurulmuştur. Dolayısıyla küçük burjuva radikalizmine
değil, emperyalizme ve tekelci sanayi sermayesine yaslanmışlardır.
Gelişmelerin yönünün kapitalizmden yana olduğu, bu yönde
önemli adımların atıldığı bir dönemde gerçekleşen bütün
bu gelişmeler, Oligarşi içindeki çelişkileri yoğunlaştırmış,
suni dengeleri bozmuştur.
1965 sonrası hızla yükselen sınıf savaşımı, dönemin
finalidir. Anti-emperyalist gençlik eylemleri, demokratik
üniversite mücadelesi, anti-faşist taleplerle bütünleşmiş,
ciddi bir toplumsal odak haline dönüşmüştür. Toprak
işgalleri yoğunlaşmış, bunlar küçük üreticilerin talepleri
ile bütünleşmiş, hak arama kavgası büyümüştür. İşçi
hareketi, fabrika işgallerinden grevlere uzanan bir
mücadele mayası tutturmuş ve Türkiye işçi sınıfı açısından
adeta bir "milat" olan 15-16 Haziran Direnişi,
1970 Haziranı'nda, döneme damgasını vurmuştur. Tüm bunlar,
adeta bir final yılının yaşandığını göstermektedir.
Her sınıf, doğal olarak kendi penceresinden sorunları
kavrıyor; örgütlü ve güçlü olan, yaşanılanları kendi
lehine çevirmeyi başarıyor. Toplumsal gelişmelerin doğası
da, o yıllarda bir kez daha yaşanılan da budur. Daha
örgütlü ve hazırlıklı olan tekelci sermaye, emperyalizmin
desteği ile süreci kendi lehine çevirecek ve böylece
günümüze kadar uzanan yeni bir tarihsel süreci başlatacaktır.
İşte, 1971 yılının Ocak ayında, "Kurtuluş Yayınları"
tarafından broşür olarak çıkarılacak olan "AYDINLIK
SOSYALİST DERGİ'YE AÇIK MEKTUP", böyle bir tarihsel
zeminde yayınlanmıştır. Ve daha girişinde, kritik bir
noktada olunduğunu ifade eder. Açık faşizm günlerinin
yaklaşmakta olduğunu saptar:
"Hakim sınıfların sınırlı demokratik hakları rafa
kaldırma hazırlıkları içinde oldukları, proleter devrimci
hareketi ezmek için oyunların tezgahlandığı şu günlerde..."
(B.Y./S,185)
Dönem, "birleşmek için ayrılığın" zorunlu
olduğu, her kopuşun aynı zamanda bir netleşme olduğu
bir dönemdir. Doğaldır ve bu durum, özünde devrimcidir.
Yani sonradan ve özellikle de Mihri Belli tarafından
dillendirilen, "ayrılık olmasaydı", "Mahir
duygusal davrandı...", "Mahir'e ben söyledim,
o da kabul etti, ama..." tarzındaki açıklamalar,
doğru değildir. Hem doğru değildir, hem de tarihsel
materyalizmin zorunluluk kavramıyla tamamen terstir.
Bilindiği gibi MDD (Milli Demokratik Devrim) kavramı,
1961'den itibaren Türkiye solunda Mihri Belli tarafından
kullanılmaya başlanılmıştır. MDD tezi ile, Sosyalist
Devrim tezi, 1965 sonrasında Türkiye Devrimci Hareketi'nde
yaşanan en ciddi siyasal ayrışma konularından biridir.
Bir dönem, özellikle 1965 seçimlerinde TİP, tüm sol
akım ve birikimi bünyesinde toplamış; TİP içinde bulunan
MDD'ciler de "TİP'i devrimcileştirme" politikası
izlemişlerdir. Ama yaşamın gerçekleri, plan ve tasarılara
galebe çalmış, hiç bir zaman demokratik bir nitelik
kazanamayan TİP içinden MDD'ciler tasfiye edilmişlerdir.
Ve 1970 yılına gelindiğinde, TİP ve sosyalist devrim
savunucuları ile MDD savunucuları arasındaki kopukluk,
ideolojik alandan çıkıp, örgütsel alanları kapsamaya
başlamıştır.
Ancak, MDD sadece bir takım kavramlar üzerindeki anlayış
ve yaklaşım birliğinden oluşan bir platformdur. Örgütsel
bir kimlik taşımaktan uzaktır. Sözkonusu platformda
farklı oluşumlar vardır ve bu farklı oluşumlar, bir
netleşme, ayrışma süreci yaşamaktadır.
MDD içinde ilk ciddi kopuş, Mahir Çayan tarafından kaleme
alınan "Sağ Sapma, Devrimci Pratik ve Teori"
ve "Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine" yazılarında
siyasal hedef olan PDA oportünizmi ile yaşanır. Ve bu
ayrışma; MDD içinde "Beyaz Aydınlık", "Aydınlık"
diye tanımlanan çatışmalara kadar uzanır.
Dikkat edilirse; bu ayrışmalara açık bir biçimde damgasını
vuran, siyasal karakterdir. Yani, TDH'de daha sonra
yaşanacak olan sudan bahanelere, kişisel çelişkilere,
dayalı bir ayrışma değildir yaşanan... Ciddi siyasal-toplumsal
kaynağı olan ayrışmalar yaşanmıştır. Bu tür ayrışmalar,
"olmamalı" demekle olmayacak, niyetten bağımsız
siyasal gelişmelerdir.
MDD, bir platformdur. Burada her çevre, örgütsel sürecini
kendi içinde, kendi anlayışları temelinde yaşamaktadır.
DEV-GENÇ içinde THKP-C öncülleri, DÖB (Devrimci Öğrenci
Birliği) etrafında THKO öncülleri, kendi yollarında
ilerlemektedirler.
Mihri Belli, 1970 sonlarında, 29-30 Ekim tarihinde,
MDD içinde, legal bir parti için toplantı, kurultay
örgütler. THKP-C öncüleri de bu toplantıya katılırlar.
M. Çayan katılmaz, ama E. Kürkçü, Sinan Kazım Özüdoğru
ve arkadaşlarını bu toplantıya gönderir. Bu toplantı
ile, zaten belirli bir kopukluk yaşanan ilişkiler, tamamen
kopar.
M. Belli, kendini "eski tüfek" olarak, MDD'nin
ideolojik önderi olarak görür. Doğrudur, MDD kavramının
Türkiye sol literatürüne girmesinde M. Belli'nin rolü
vardır. Ancak, M. Belli'nin MDD anlayışı, özünde TİP'in
"kalkınmacı sosyalizm" anlayışından, "kapitalist
olmayan yol" tezinden çok farklı değildir. Şehirleri
temel alan, sınıfın öncülüğünü cuntacı bir anlayışla
Kemalistlere bırakan, MDD'yi legalleştiren bir anlayıştır
bu... Popülist bir karaktere sahiptir. Bundan dolayı
da MDD içinde, kendi yolunda yürüyen, bunun ilk adımlarını
siyasal planda "Revizyonizmin Keskin Kokusu",
" Sağ sapma, Devrimci Pratik Ve Teori", "Yeni
Oportünizmin Niteliği Üzerine" yazılarında koyan
M. Çayan ve THKP öncülleri ile farklılaşma zorunludur.
Burada iki farklı anlayış, iki farklı perspektif ve
özünde iki farklı sınıf tavrı vardır.
Her şey bu kadar değil...
Giderek netleşen Devrim-Örgüt-Çalışma Tarzında somutlaşan
farklı anlayışlar, farklı sınıf tavırları ile ilişkilere
karakterini vermektedir. M. Belli, MDD içinde manevi
bir otorite kurmak ister, bunu "eski" olmasıyla
açıklar. Benmerkezci tavırda ısrar eder, "ben bilirim,
tarih benim, gelen arkamdan gelsin" noktasına kadar
gider. Pragmatizm, bu yaklaşıma başka bir karakter verir.
Daha önce yolları ayrılan, "Aydınlık-Beyaz Aydınlık"
sürecinde PDA oportünizmine tavır almak zorunda olan
M. Belli, bu toplantıda ona tekrar yanaşır.
Artık, Lenin'in ifadesi ile, "üzerinde ısrar edilirse,
öne çıkarılırsa, insanlar ayrılığın köklerini-kollarını
araştırmaya koyulursa, her küçük ayrılık, büyük bir
ayrılık haline gelebilir. Eğer belli hatalı görüşler
sapmakta başlangıç noktası olarak iş görürse, eğer bu
hatalı görüşlerde yani ayrılıklardan ötürü, partiyi
bölme noktasına getiren anarşist girişimlerde birleşilirse,
her küçük farklılık çok büyük önem kazanır." (Bir
Adım İleri İki Adım Geri S.72) denilen bir aşama söz
konusudur.
AYDINLIK SOSYALİST DERGİYE AÇIK MEKTUP, bu tartışma
ve ayrışma sonunda kaleme alınmıştır. Bu döneme kadar,
Türkiye sosyalist hareketine revizyonizm, sağ bir sosyalizm
anlayışı, cuntacılık, Kemalizm'e kan veren düzen solculuğu
egemendir. Ve bu ilişkiler genellikle, Lenin'in tanımladığı
"çevre ruhu" ekseninde, soyut bir hümanizm
eşliğinde, ataerkil ilişkilerle karışık bir tarza sahiptir.
Sınıf mücadelesi keskinleşmekte, bu tip ilişkileri parçalamakta,
farklılıklar büyük ayrılıklara dönüşmekte, dün birlikte
olunan insanlarla yollar hızla ayrılmaktadır. Burada
duygusallığa, eski alışkanlıklarla yetinmeye yer yoktur.
Birlik, ideolojik karakterlidir ve devrimci yoldaşlık
da bunun üzerinde yükselir.
"Artık ayrılık parolamız!"
Mahir, tavrını, bakış açısını, ilişkilerini buna göre
düzenler. Mahir; "Gerçek anlamda birlik, bilimsel
sosyalizmin temelleri üzerinde kurulabilir. Birlik,
şu veya bu kişinin etrafında kümelenme değildir. Hareketin
birliği, Leninizm'in ilkeleri üzerinde birliktir,"
demektedir. (B. Yazılar S,186)
Bu doğru tavır, devrimci yoldaşlık dahil her ilişkiye
yön vermektedir. Mahir, tutarlı politik tarzında ısrar
eder. "Bu mücadele, sınıf mücadelesidir. Burada
el titremesine, tereddüde ve karamsarlığa yer yoktur.
Sınıf mücadelesinde proletarya yoldaşlığının dışında
feodal ve ataerkil ilişkilere yer yoktur." (B.Yazılar
S,189)
"Sosyalistler arası ilişkiler, askeri kışla ilişkileri
değildir. Her geçen yıl kıdeminin arttığını zanneden
ve başkalarından itaat bekleyen kişinin kafası sosyalist
değil, olsa olsa asker kafasıdır." (B. Yazılar
S,195)
"Varsın bütün oklar üstümüze yağsın. Biz doğru
bildiğimiz bu yolda sonuna kadar yürüyeceğiz. Bu yolda
çeşitli suçlamalara, haksız kötülemelere, iftiralara,
küfürlere hatta provokasyonlara hedef olacağız."
(B.Yazılar S, 196)
Bu bir tarzdır: Leninist tarzdır!
Buradan herkesin öğreneceği, bugün için de sorgulayacağı
bir devrim mantığı vardır. Ortadoğu devrimciliği de
bir tarzdır ve Mahir tarzı ile, THKP-C tarzı ile taban
tabana zıttır. Siyasi otorite, doğal bir manevi otorite
üzerinde yükselir. Büyük bir sevgi ve saygıya dayanır.
Bu ilişkide, "rütbe", "kıdem", "kışla
ilişkisi" yoktur. "Tapınma","yaşasın
önderimiz" diye bağırma, dinsel motiflerle her
gün dua etme yoktur. Burada, devrimci yoldaşlık vardır.
Mahir, bunu bayrak edinir. Görüşlerinin yanı sıra bu
tarzından dolayı da oportünizmin oklarına hedef olur.
Oportünizm ona "bölücü", "kariyerist"
der. Sekter olmakla suçlar. Ama o, doğru bildiği yoldan
sapmaz. İnandığını söyler, söylediğini yapar. Hem de
bütün bunları kapalı kapılar ardında değil, her zaman
herkesin önünde yapar.
Bu tarz, tarihe eleştirel yaklaşır. "Biz Türkiye'de
Marksist hareketin tarihine sonuna kadar saygılıyız.
Ve onun bir devamı olarak kendimizi görmekteyiz."
(B.Yazılar S, 194) Tarihi kendisi ile başlatıp bitirenlere
Mahir'in yanıtı çok nettir.
İşte bütün bu temeller üzerinde ayrılık artık parola
olmuş, Mahir Çayan, Mihri Belli'nin başını çektiği ASD
ile tüm bağlarını koparmış, kendi yolunu netleştirmiştir.
Bu anlamda "ASD'ye Açık Mektup", MDD içindeki
sıradan bir ayrışmayı değil, Mahir'leri THKP-C'ye sıçratan
devrimci bir kopuşu ifade eder.
MDD platformu, TİP ve onun "sosyalist devrim"
tezi karşısında devrimci bir platformdur. Ama bu tek
başına yeterli değildir. Dahası, sınıf savaşımının ayrıştırıcı
niteliği, bir dönem birbirine cephe alanları aynı noktada
buluşturabilir. Zaten, bu dönemde yoğunlaşan bir dizi
tartışma da böyle bir işlev görmüştür. Başta devrim
anlayışı olmak üzere, çalışma tarzı ve özellikle de
örgütlenme anlayışı eksenindeki tartışmaların böyle
bir karakteri vardır. Örneğin, Leninist örgüt/parti
anlayışının iki temel noktası; "demokratizm"
ve parti üyelerinin "sınıfsal karakteri" sorununda,
TİP/Emek revizyonizmi ile PDA ve Mihri Belli oportünizmini
aynı noktada buluşturmaktadır. Nedir bu nokta? Menşevik,
yatay, Leninizm dışı bir örgüt modelidir.
Siyasal tartışma ve polemiklerde Leninizm halkasını
kavrayan Mahir, yine bu tartışmalarda; tıpkı TİP/Emek
revizyonizmi ile mücadelede olduğu gibi, Leninizm'i
ısrarla savunur. Mihri Belli'nin oportünist örgüt/parti
anlayışına karşı, "Ne Yapmalı" ve "Bir
Adım İleri İki Adım Geri"de içselleşen Leninist
örgüt/parti anlayışını bir mevzi olarak savunur. Ve
"savaş örgütü" kavramına ulaşır. (Bkz. B.
Yazılar S, 201-202-203)
MDD'yi savunmak, reformizmin önünde engel değildir.
Legal bir parti veya sözde illegal bir parti de pekala
reformist olabilir. Ve bu durum belki de en yakıcı tarzda,
önce örgüt/parti anlayışında ortaya çıkar. Demokratizmi
kutsayan, liberal aydın hastalığına yakalanan bir parti,
ya da tam tersi bir görünüm sunduğu halde tek şef, önderlik
makamı, ulu önder anlayışlarıyla örgütü lider ve diğerleri
diye saflaştıran, gerçek kurumlaşmayı yadsıyan bir parti,
kaçınılmaz biçimde, giderek farklı sınıfların özlemlerini
yansıtır; sosyalizmi değil, en ilerisinden halkçılığı
savunur. Lenin'in, tasfiyeciliğin önce örgüt sorununda
ortaya çıktığını söylemesi boşuna değildir. İşte M.
Belli oportünizmi de özünde budur; legal bir parti ile,"tarih
benim" çarpıklığı ile meşruiyet aramaktır. Doğal
olarak, Leninist parti anlayışı, böyle bir partinin
anlayışı ile bağdaşmaz. Leninist parti örgütünün yapısı,
onun bir savaş örgütü olduğunun en somut biçimidir.
Reformizm, sağcı sosyalizm anlayışının bir devamı olarak,
sömürge ve bağımlı ülkelerde zafere ulaşan halk savaşlarına
karşıdır. Bu dönemde, devrimci bir mevzide olmanın temel
koşuludur halk savaşı tezi. Her kim ki bu teze karşı
çıkmış, savaş değil düzen örgütüne dönüşmüştür.
Biliniyor ki Mahir, MDD'yi savunduğu dönem de dahil
olmak üzere, her zaman halk savaşını savunmuştur. Ancak
burada sorunun tüm sömürge ve bağımlı ülkeler için geçerliliğinin
altı, doğru olarak çizilmekle beraber, yakalanan halka,
sorunun dogmatik değil devrimci tarzda ele alınmasıdır.
"Leninizm'in dünyanın yarı sömürge ve sömürge ülkeler
için öngördüğü devrim teorisi; işçi sınıfı önderliğinde
köylü ordusunun halk savaşıyla kırlardan şehirleri kuşatma
teorisidir."
Biz, hiçbir sömürge ve yarı-sömürge ülkenin, kıtanın
veya bölgenin Leninizm'in bu evrensel ilkesini geçersiz
kılabilecek kendine özgü şartlar taşıdığını kabul etmiyoruz."
Bu, sorunun evrensel yanına, sömürge ve bağımlı ülkelerdeki
evrensel yanına vurgudur. Ve devam ediyor Mahir:
"Mahalli, tarihi, gelenek, görenek veya üretici
güçlerin gelişme seviyesi, sadece Leninizm'in evrensel
devrim teorisinin taktiklerine yön verecek unsurlardır.
Bu farklılık, her ülkenin devrim stratejisinin kendine
özgü aşamalarının niteliklerini biçimlendirir."
Bu sözler, klasik halk savaşından kopuş ve Politikleşmiş
Askeri Savaş Stratejisine sıçrayışın ilk tohumlarıdır.
Ve aynı anlayışın devamı olarak şunlar vurgulanır:
"Biz, devrimin işçi-köylü ittifakı temeli üzerinde
emperyalist boyunduruğun en zayıf olduğu kırlardan şehirlerin
fethi rotasını izleyen bir halk savaşı ile zafere erişeceğini
söylüyoruz. Bu devrim anlayışında köylülük temel güçtür,
proletarya önder güçtür. Proletaryanın önderliği, ideolojik
önderliktir." (B.Yazılar S,198)
Bu, son derece özlü bir formülasyondur. Bu özlü formülasyonda
klasik halk savaşının izleri elbette vardır. Ama "işçi-köylü
ittifakı temelinde" kavramı için düşülen dipnotta
- "kimilerinin zannettiği gibi, proletaryanın önder
güç olması, devrimin itici güçleri arasında olmaması
demek değildir. İşçiler ve köylüler devrimin itici güçleridir."
(B. Yazılar S, 198 /3 nolu dipnot) - demektedir. Bu
dipnotta, işçi sınıfının "devrimin itici gücü"
olarak tanımlanması, yani ona bilinç ve örgütlülük seviyesine
göre "fiili rol" atfedilmesi, klasik halk
savaşı tezi ile sınırlanılmaması sözkonusudur.
Mahir'de evrensel yan ile özgün yanı sentezleme çabası
vardır ki; iki yöne de ayağını sağlam basmıştır ve bunları
harmanlamaktadır. Evrensel olanla yetinmek, dogmatizme
sürükler, somutla yetinmek ise inkâra yöneltir. Mahir,
diyalektiği çok iyi kavrayan, somut koşulları doğru
analiz eden çok iyi bir sentezcidir. Devrim konusunda
yukarıdaki sözleri çok iyi kavramak gerekir.
Kopuş vardır ama, evrensellikten kopmadan, yeninin tohumlarını
atan bir kopuştur bu...
Ayrıca, ASD'ye açık Mektup'ta, bu çatışma sürecinde,
hem dönemin tartışmaları açısından hem de bir bütün
olarak devrim süreci açısından anlamlı olan iki konuda,
iki önemli formülasyon vardır.
Birincisi, revizyonizm konusundadır:
"Bir kere, revizyonizm Marksizm'in resmen inkârı
değildir. Tam tersine revizyonizm, Marksizmin bazı tezlerinin
gayrı resmi inkârıdır. Kelime anlamı düzeltme, kontrol
etme olan revizyonizm, Marksizmin lafızlarına sahip
çıkarak, özünün belkemiğinin inkârıdır." (B.Y.
S,204)
Oportünizm ise, revizyonizmi Marksizmin resmi inkârı
olarak ele alır ve bir dizi sakat mantığı da bunun üzerinde
inşa eder. Halbuki revizyonizm, Marksizmin içinden çıkar,
onu saptırır. Bunu yaparken resmen Marksizmi inkâr etmez.
Marksizmi savunuyor görünerek, onun devrimci özünü,
örneğin proletarya diktatörlüğü teorisini inkâra yönelir.
Eğer revizyonizm Marksizmi açıktan, resmen inkâr ederse,
o revizyonizm değil, dolaysız burjuva ideolojisi olur.
Lenin,"revizyonizm son tahlilde burjuva ideolojisidir"
derken, bu gerçeği ifade etmektedir. Unutmayalım; yıllarca
oportünizm, bu çarpıtmaya dayanarak, idealizmin bir
teorisi olan "sosyal emperyalizmi" savundu.
İkincisi ise, yakıcı bir konu olan ulusal sorundur.
1970 Türkiyesi'nde Kürt ulusal sorunu, siyasal gündemde
bu denli ağırlıklı bir yer işgal etmiyordu. Bu yıllarda,
Kemalizm'in de etkisi ile sorunun üzerinin örtülmesi,
bundan TDH'nin yoğun biçimde etkilenmesi ve KUKM'nin
henüz rüşeym halinde olması sözkonusudur. Mücadele birçok
sorunu açığa çıkarır, küllerin üzerindeki örtüyü kaldırır,
gerçekleri yakıcı hale getirir.
Türkiye merkezli, sınıf mücadelesi eksenli gelişen mücadele,
1970 Türkiyesi'nde, Kürt ulusal sorununu "ikincil",
"devrim yürüyüşünde sonradan çözülecek bir sorun"
olarak görülür. Marksizmin yeni kavrandığı-kavranmaya
çalışıldığı, Kemalizm'in politika üzerinde bir sis perdesi
oluşturduğu bu dönemde, sözkonusu sorun doğru bir rotada
ele alınamamıştır. Genç proleter devrimci hareket ise
konuya önem verir ve bu öneme bağlı olarak aceleci bir
tutum benimsemez. Hüseyin Cevahir yoldaş, bu konuda
araştırma yapmak üzere görevlendirilir.
Yine de şu söylenebilir: 1970 dönemi dahil, bu döneme
kadar en ileri, nitelikli çalışma, Hikmet Kıvılcımlı'ya
aittir. Kürdistan'ın bir ülke, Kürtlerin ise bir ulus
olup olmadığı yönünde bir dizi tartışmanın olduğu veya
tüm bunların hiç dile getirilmediği bir dönemde Dr.
Hikmet Kıvılcımlı'nın çalışması çok anlamlıdır. Dönemin
bu yöndeki en ileri halkasını oluşturur.
Mahir'in Hikmet Kıvılcımlı'yı olan saygısı biliniyor.
Hatta M. Belli'nin "tarih benim" sözlerinin
karşısında H.Kıvılcımlı'ya hak ettiği yeri ve sevgiyi
sunuyor.
Öte yandan Hüseyin Cevahir Kürdistan'a ilişkin ciddi
bir araştırma yapar. Sözkonusu araştırmanın metinleri,
dönemin savaş ve yoğun çatışma koşullarından dolayı
ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır. Fakat dönemin tanıklarının
aktardığına göre, bu ürünlerin "resmi görüşle"
ya da Kemalizm'in yoğun etkisi altında çalakalem ortaya
sürülen Kürdistan tespitleriyle ilgisi olmadığı yönündedir.
Bu ortamda Mahir'in şu tanımlaması da oldukça anlamlıdır:
"Mihri Belli'yi göre, Türkiye'deki milli meselenin
her zaman ve her şart altında tek bir çözüm yolu vardır:
Kürt emekçi halkının çıkarlarıyla bağdaşan tek bir formül
vardır; o da, meseleyi şartlar ne olursa olsun, misak-ı
milli sınırları içinde ele almak gerekir.
Oysa bu görüş, temelden yanlıştır ve anti-sosyalist
bir görüştür. Bilindiği gibi, devrimci proletarya milli
meseleyi ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının
ışığında ele alır." (B. Yazılar S, 205)
Özünde tek bir paragrafta ifadesini bulan ve formülasyon
niteliğinde olan bu sözler, Kürt ulusal sorununa bir
"giriştir". Fakat çok etraflı, kapsamlı bir
giriş niteliğinde değildir. Ayrıca, bu formülasyon,
sorunu tam açıklamaktan bir hayli uzaktır. Marksizmin
sorunu ele alışının kısa bir özetidir. Bu yanıyla Kürt
sorununda, konunun 1970'lerde TDH'nde ele alınış tarzından
net bir kopuşun tanımlandığı iddiası abartılıdır.
Ancak diyalektik yöntemi iyi bilen bir düşüncenin, Kürt
ulusal sorunda her koşulda "Misak-ı Millici bir
çözüm" dayatmasına karşı bir direnç göstereceği
açıktır. İşte Mahir'de bu direnç vardır. Dolayısıyla,
M. Belli'de somutlaşan, özünde Kemalizm'in yoğun etkisini
ifade eden, sorunu "Misak-ı Milli" sınırları
içinde, resmi devlet sınırları içinde ele alan egemen
görüşü "temelden yanlış ve anti-sosyalist",
"burjuva ve küçük burjuva milliyetçi" olarak
tanımlar. Sorunun Misak-ı Milli sınırlarının dışında
ele alınabileceğini söyler. İşte bu paragrafın önemi
de buradadır. Yani Kürt ulusal sorunun her koşulda Misak-ı
Milli sınırları içinde ele alınmasının mümkün olmadığının
tanımlanmasındadır.
Kürdistan bir ülkedir ve Kürtler bir ulustur. Bunun
doğal sonucu olarak, Kürt ulusu, kendi kaderini tayin
hakkını nasıl kullanacağı konusunda, söz ve karar hakkına
sahiptir. Söz ve karar hakkı, onundur. Marksizm örneğin
"kültürel özerklik" vb. savunan Viyana/Avusturya
ekolünden farklı olarak, ulusal sorunu; "devlet
içi sorun" olarak değil, "emperyalizme karşı
mücadele sorunu, sömürgeler sorunu", bunun "proleter
devrime bağlanması sorunu" olarak ele alırken;
ulusların "eşitliğini" ve "özgürlüğünü"
bayrak yapar. Bu temelde programında ulusların özgürce
ayrılma, bağımsız devlet olma hakkını formüle eder.
Bu gerçeği göremeyenler, Kürt ulusu adına, sorunlara
Misak-ı Milli sınırları içinde, "çözüm" arayışı
içindedirler. Hatta Kürt ulusal sorununu devrim sonrası
çözülebilecek bir sorun olarak görenler hiç de az değildir.
Bu, her şeyden önce koyu bir şovenizmdir. UKKTH (Ulusların
Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı) ilkesinin kaba bir inkârıdır.
Ayrıca Kürdistan, ayrı bir ülkedir ama aynı zamanda
sömürgeci güçler ve emperyalizm tarafından dört parçaya
bölünmüştür. Böylesi bir sonuç, Kürt Ulusal Sorunu'nun
Misak-ı Milli sınırları içinde ele alınamayacağını çok
kesin bir biçimde gösteriyor. İşte o dönem Mahir'in
tanımladığı tohum halindeki düşüncenin önemi burada
yatar.
Bu tohum tespit, bu diyalektik düşünceden alınan ışık,
MLSPB tarafından giderek daha fazla geliştirilmiş ve
Kürt ulusal sorununun doğru çözümlenmesi temsil edilmiştir.
TDH'nde, Kürt ulusal sorununa yönelik en ciddi birinci
katkı, H. Kıvılcımlı'ya aittir. İkincisi ise, birincisini
aşan biçimde, günün somut çözümlerini de içeren biçimde
ele alınması ile, MLSPB'ye aittir.
Böylece, öncüllerin bıraktığı miras, sadece politik
mücadele geleneği açısından değil, politik çizgi-ideolojik
zenginleşme açısından da rehber olmaya devam ediyor...
Onların mirasını korumak, onların önderliğinde iktidar
yürüyüşüne devam etmek onurdur; bu onuru hep taşıyacağız.
<<YAZININ
DEVAMI İÇİN BURAYI TIKLAYINIZ>>
|