Mahir
ve Devrim
II. Bölüm
Şahin ŞİMŞEK
|
B- TİP'ten Kopuş Devam Ediyor ya da Aren Oportünizminin
Niteliği
1969 yılının yaz aylarında THKP-C öncüllerinin işçi
sınıfına yönelik gerçekleştirdikleri devrimci çalışmalarından
biri de, TİP oportünizminin oldukça etkin olduğu Zonguldak
ve onun ilçesi olan K. Ereğlisi'ndeki faaliyetlerdir.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, özellikle 1965 sonrasında,
işçi-köylü-gençlik sınıf ve kesimlerinden oluşan toplumsal
muhalefet, kendiliğindenci, ama sürekli bir yükseliş
içindedir.
Toplumsal muhalefetin yeni-sömürgeci toplumsal sistemi
zorladığı, bu sistem için ciddi bir potansiyel tehlike
oluşturduğu açıktır. Dahası, bu toplumsal muhalefet,
hızla Marksizm ile buluşmakta, örgütlü bir güce dönüşmektedir...
Ancak bütün bunlara rağmen, farklı sınıf ve tabakaların
anti-emperyalist, anti-feodal, anti-kapitalist tepkileri,
önemli ölçüde parçalıdır, mahalli karaktere de sahiptir.
Bu dönemde sözkonusu muhalefet odakları, siyasal mücadele
ekseninde bir dizi bağla birbirine bağlanıp, merkezi
bir güç oluşturmaktan uzaktır.
Bunu, dönemin koşulları açısından doğal karşılamak gerekir.
Çünkü, Türkiye Devrimci Hareketi henüz yenidir, çocukluk
dönemini yaşamaktadır.
Başta, bu dönemde önemli bir güç olan TİP olmak üzere,
bir dizi siyasal oluşum, toplumsal muhalefetin çok arkasında
kalmışlardır. Program, çalışma tarzı, örgüt anlayışı
vb. bir bütün olarak siyasal konumları, toplumsal muhalefeti
iktidar kavgasına kanalize etmekten oldukça uzaktır.
Dönemin ayrışma ve tartışmaları da bunu açıkça gösterir.
Tek tek patronlara veya işverenlere karşı, dar ekonomik
sorunlar ekseninde gelişen mücadele, kendiliğindenci
mücadeledir. Ve politik mücadelenin yönlendirmediği
proletarya kendi başına sosyalist bir bilince ulaşamadığı
gibi, politik mücadeleyi de örgütleyemez. İşçiler, tüm
toplumsal sınıf ve kesimlerle bir dizi ilişki kurarak,
siyasal iktidara karşı, bu sınıf ve kesimlerle birlikte
mücadele ederek siyasallaşırlar. Böylece kendiliğindenci
bilinç, siyasal-sosyalist bir bilince dönüşür. Bunun
için, her şeyden önce, tüm toplumsal muhalefete müdahale
edecek, sınıfa, tüm emekçi kesimlere bilinç taşıyacak
proletaryanın örgütü, proletarya partisi, hayati bir
öneme sahiptir.
Lenin şunu söyler:
"İşçiler arasında sosyal demokrat bilincin olamayacağını
söyledik. Bu bilinç, onlara dışarıdan getirilmeliydi.
Bütün ülkelerin tarihi göstermiştir ki; işçi sınıfı,
salt kendi çabasıyla yalnızca sendikal bilincini, yani
sendikalar içinde birleşmenin, işverenlere karşı savaşım
vermenin ve hükümeti gerekli iş yasalarını çıkarmaya
zorlamanın vb. gerekli olduğu inancını geliştirebilir...(Ne
yapmalı,S.38)
"İşçiler, hangi sınıfları etkiliyor olurlarsa olsunlar;
eğer zorbalık, baskı, zor ve suiistimalin her türlüsüne
karşı tepki göstermede eğitilmemişlerse ve bunlara karşı,
başka bir açıdan değil de, sosyal demokrat açıdan tepki
göstermede eğitilmemişlerse; işçi sınıfı bilinci, gerçek
bir siyasal bilinç olamaz... (a.g.e. Sf 79)
"Siyasal sınıf bilinci, işçilere ancak dışarıdan
verilebilir, yani ancak iktisadi savaşım dışından, işçilerle
işverenler arasındaki ilişki alanının dışından verilebilir.
Bu bilgiyi elde etmenin olanaklı olduğu biricik alan,
bütün sınıf ve katmanların devletle ve hükümetle ilişki
alanı, bütün sınıflar arasındaki karşılıklı ilişkiler
alanıdır. Onun için, işçilere siyasal bilgi vermek için
ne yapmalı sorusuna yanıt, 'pratik içindeki işçilerin
ve özellikle ekonomizme eğilim gösterenlerin çoğunlukla
yeterli buldukları işçiler arasına gidilmelidir' yanıtı
olamaz. İşçilere siyasal bilgiyi verebilmek için, sosyal-demokratlar,
nüfusun bütün sınıfları arasına gitmek zorundadırlar.
Onlar orda ise, birliklerini bütün yönlere sevk etmek
zorundadırlar." (a.g.e. Sf 89)
Döneme karakterini veren, kendiliğindenci bilinci, yani
"tohum halindeki bir bilinci" (Lenin) sosyalist
bilince ulaştırmaktır, onunla buluşturmaktır. THKP-C
öncüllerinin görevi ve çabası da, bu yöndedir.
1965-70 döneminin, bu dönemdeki sınıf savaşımının birer
ürünü olan, özellikle devrimci gençlik hareketi içinden
çıkan devrimci kadrolar, bulundukları alanın sorunları
temelinde mücadele ile yetinmezler.
Devrimci kadrolar, toplumun tüm sınıf ve tabakaları
ile ilişki kurmaya çalışırlar. Ege'de, Karadeniz'de
tütün ve fındık üreticileri ile, köylülerin toprak taleplerinde,
toprak işgallerinde onlarla birliktedirler. Anti-emperyalist
gençlik eylemlerinde yerlerini alırlar. Özellikle 6.
Filo'ya karşı gerçekleştirdikleri protestolarda, tüm
toplumun sesi olurlar.
Boykotta, işgalde, anti-faşist mücadelenin tüm alanlarında
en önde yürürler. Sınıfla ilişki kurmak, onların ekonomik,
demokratik, politik taleplerine sahip çıkmak için, fabrikalara,
grevlere koşarlar. Bu dönem, az sayıda kadro ile yığınlara
hızla ulaşma dönemidir ve her toplumsal hareketin, birçok
toplumsal kesimi doğrudan etkilediği bir dönemdir.
İşte, M. Çayan önderliğinde, Necmettin Giritlioğlu'nun
omuzlarında yükselen Zonguldak K. Ereğlisi'ndeki sınıfa
yönelik çalışmalar da, böylesi bir karaktere sahiptir,
sözkonusu siyasal-toplumsal amaçları taşımaktadır. Bu
çalışmalar esnasında, 1969 yılı başında 'Çıkış' adlı
mahalli-yerel bir dergi çıkarılır.
Elbette, işçi sınıfına bilinç, salt, "işçi"
söylemiyle, ya da onun soyut politik hedefi olan "sosyalizm"
programı ile götürülemez. Sınıfa sosyalist bilinç, her
şeyden önce, politik mücadele temelinde, toplumun tüm
demokratik sorunlarına sahip çıkarak, içinde bulunduğu
devrim aşamasının tüm görevlerine sarılarak taşınır.
Ancak TİP, tam da bu noktada, Leninizm'den tamamen kopar.
Kalkınmacı bir sosyalizm anlayışını, dar bir "sosyalizm"
söylemiyle süsler. Toplumun tüm demokratik talep ve
özlemlerine kulaklarını kapatır. Tüm bunları da, tamamen
reformist bir zeminde, parlamenter mücadele ile sınırlı
bir zeminde, reformlar peşinde koşarak yapar.
M. Çayan'ın, bir TİP üyesi olarak kaleme aldığı "Türk
Solu" dergisinin 88. sayısında, 22 Temmuz 1969'da
yayınlanan "Aren Oportünizminin Niteliği"
makalesi, bu ilişki ve çelişkilerin getirdiği devrimci
bir siyasal içeriğe sahiptir.
Bu makale, mahalli-yerel bir alanda yaşanan bir çalışmanın
eksenindeki bir polemiğin, devrimin o dönemdeki sorunları
ile bütünleştirilmesidir, devrim sürecinin genel sorunlarının
bir parçasına dönüştürülmesidir.
Bu polemik yazısının ana ekseni, o dönemin en önemli
siyasal tartışma ve ayrışma konusu olan "Sosyalist
Devrim" ile "Milli Demokratik Devrim"
arasındaki ilişkidir. Bu polemik, aynı zamanda devrimci
mücadele sürecinin temel anlayışlarını yansıtır.
TİP, özetle: Türkiye'de kapitalist üretim ilişkilerinin
egemen olduğunu, Burjuva Demokratik Devrimin asıl olarak
1923'lerde Kemalist hareketle tamamlandığını, anti-emperyalist
ve anti-feodal mücadelenin gündemde olmadığını, tüm
bunların sosyalist devrimle çözüleceğini savunur. Bu
amaçlara ulaşmak için de, parlamenter yolu benimser.
141-142. maddelerin kalkması için, reformlar için mücadele
verir. Bu bakış açısını yansıtmak amacıyla, sözkonusu
polemikten konuya ilişkin bir aktarma yapalım:
"Biz, proletaryanın öncülüğünde sosyalist devrimi
savunuyoruz. Onlar ise, burjuva reformistleri olan asker
ve sivil bürokrasinin öncülüğünde demokratik devrimi
savunuyorlar.
Türkiye, demokratik devrimi geniş ölçüde tamamlamıştır.
(1923) Bu nedenle, önümüzdeki aşama, sosyalist devrim
aşamasıdır... Emperyalizm ülkemizde daha ziyade askeri
niteliktedir. Ve bizim kavgamız; sosyalist, yani anti-emperyalist,
anti-feodal ve anti-kapitalist bir mücadeledir. Eğer
söyledikleri gibi emperyalizme karşı olan küçük burjuvalar
varsa, sosyalist mücadele anti-emperyalist ve anti-feodal
mücadeleyi içerdiği için, bizim yanımıza gelerek mücadeleye
katılırlar. Demokratik devrimi Lenin, otokrasiye karşı
Rusya'da savunmuştur. 8 saatlik iş günü vs. için. Türkiye'de
otokrasi mi var? Türkiye'de demokrasi vardır... "
"Ayrıca sosyalist devrim ile demokratik devrim
aşamalarının birbirine karıştığı, tarihin bir çok döneminde
görülmüştür, bunun böyle olması doğaldır..."
"6.Filo'ya karşı meşhur Kanlı Pazar'da anti-emperyalist
sloganlar, örneğin "Kahrolsun Amerika" gibi
sloganlar, "Toprak Köylünün, Fabrika İşçinin"
gibi sosyalist bir sloganın yanında sönük kalmıştır.
Bu da pratikte içinde bulunduğumuz devrimci aşamanın
sosyalist aşama olduğunun kanıtıdır." (Aktaran
M. Çayan. Bütün Yazılar S. 21)
Görüldüğü gibi tam bir teorik keşmekeşlik egemendir.
Bu reformist "sosyalist devrim" tezi karşısında
M. Çayan bu süreçte, içinden çıktığı dönemin ve ilişkilerin
derin izlerini taşıyan MDD tezini savunur.
Anti-emperyalist, anti-feodal bir devrim olan MDD (Milli
Demokratik Devrim), emperyalizm karşısında tam bağımsızlığı
ve köylülüğün toprak sorununu çözen demokratik devrimi
içerir. Özünde, 1 ve 2. Bunalım Dönemleri'nde, sömürge
ve yarı sömürge ülkelerde, toplumsal sürecin feodalizm
olduğu ülkelerde, doğru biçimde MDD olarak tanımlanan
bu devrim anlayışı; 3. Bunalım Döneminin yeni sömürgecilik
örgüsü içinde, toplumsal sürece kapitalizmin damgasını
vurduğu bir ülkede, Türkiye'de geçerli bir tez değildir.
Ancak ülkeyi "yarı-sömürge, yarı-feodal..."
(B.Y. Sf. 22) ele alan Mahir, bu dönemde MDD'yi savunur.
Lenin'in "İki Taktik" eserine ve Mao'nun "Yeni
Demokratik Devrim" anlayışına dayanarak savunulan
bu tezi aynı zamanda, 3. Enternasyonal'in sömürge ve
bağımlı ülkeler için öngördüğü; özellikle de Çin Devrimi'nden
esinlenildiği ve bunu Stalin'in de formüle ettiği biliniyor.
Mahir, MDD'yi savunurken tam da bunlara dayanmıştır.
(B.Yazılar Sf. 22)
Hemen belirtelim ki MDD tezi, ülkemiz gerçeğine uymaz.
Mahir bunu, "Kesintisiz Devrim 2-3" de aşmış
ve doğru bir anlayışa ulaşmıştır. Ancak yine de, TİP
ve onun "Sosyalist Devrim" tezi karşısında,
M. Belli - D. Perinçek ve benzerlerinin değil, M. Çayan'ın
savunduğu MDD tezi, ileri ve devrimci bir konumdadır.
Aren oportünizminin, toptancı ve pragmatist mantığının
karşısında Mahir, ilkeli ve diyalektik yöntemi benimser.
"Toprak Köylünün, Fabrika İşçinin" sloganını,
Aren oportünizmi toptancı bir mantıkla ele alır. Mahir
ise bunu diyalektik yöntemle ayrıştırır, her sloganı
yerli yerine koyar. Popülist ve özünde Rosa Lüksembourgcu
"Fabrika işçinin..." sloganını, bilimsel sosyalizm
temelinde, Leninist bir tarzda ele alır. Ayrıca bir
bölgedeki fabrikanın bizatihi o bölgedeki işçilerin
değil, işçilerin devletine ait olduğu ve şiarın olsa
olsa işçi devletinin kurulması aşamasının (sosyalist
aşamanın) bir şiarı olabileceğini..." (B. Yazılar
S, 23 ) söyleyerek sorunu doğru, bilimsel kavrar.
"Anti-emperyalist küçük burjuvalar gelir, sosyalist
mücadeleye katılır, çünkü sosyalist mücadele, anti-emperyalizmi
içerir..." oportünist mantığı; o dönemde, Aren
oportünizmine, TİP'e aittir. Ama bu yaklaşımın hiç de
Marksist yönü yoktur. Mahir, "...biz proleter sosyalistlerin
feodal unsurlar hariç, köylülüğün bütünüyle beraber
yürüdüğümüz sürece, önümüzdeki devrimin demokratik devrim
olduğunu, ancak bu aşamaya geçtikten sonra proletarya,
yarı proletarya ve yoksul köylü ittifakı ile sosyalizmi
kurmanın mücadelesinin yapılmasının mümkün olacağını..."
ve , "...her sınıf kendi sınıf iktidarı için mücadele
edeceğinden, bağımsız bir güç halinde, bağımsız örgütleriyle
ortak hedef için yanımızda yer alacağı..."nı söylerken,
sadece demokratik devrim ile sosyalist devrim arasındaki
ittifak sorununu doğru biçimde ele almakla kalmaz; ilkeli,
pragmatizmden uzak bir tutumu benimser.
Mahir, Marks'ın okulunda sürekli öğrenir. Lenin'den,
Stalin'den, Mao'dan, tüm Marksist klasiklerden öğrenir
ve bu öğrenme sürecinde ulaştığı evrimi, polemiklerinde,
teorik çalışmalarında başarıyla kullanır. Doğru olan
da budur. Öte yandan öğrenme, doğal olarak etkilenmeyi
içerir, özellikle etkilenme ile başlar. Doğru ve yanlış
da bu süreçte yerli yerine oturur. Örneğin, "Aren
Oportünizminin Niteliği" makalesinde bunu çok net
görürüz. Felsefi bir temelde gelişmesi gereken çelişki
üzerine tartışmalarda; çelişkinin, "antogonist"
ve "antogonist olmayan..." karakteri üzerine
Engels ve Lenin'in tanımlamaları doğrudur. Ama, tam
bu noktada, biraz da ifade kolaylığı sağlayan "uzlaşır
çelişki" ve "uzlaşmaz çelişki" kavramlarının
altı, doğru bir biçimde doldurulmaz. Mahir, öğrenir
ama bu öğrenme sürecinde, örneğin Mao'nun bu yanlış
felsefi kavramlarını da kullanır. (Bkz. B. Yazılar Sf,19)
Etkilenme, bununla sınırlı değildir. Yukarıda dönemin
en önemli polemiklerinden biri olan "Sosyalist
Devrim" ile "Milli Demokratik Devrim"
tartışmalarında, bu etkiyi görmek mümkün.
Ne var ki tüm bunlar doğaldır, kaçınılmazdır. Öğrenen,
öğrendiğini yaşamın canlı ilişkilerine aktaran, süreci
de ayrıştırır. Yaşam ayrıştırır. Diyalektik yöntemi
içselleştiren Mahir, devrimci teoriden ve devrim mücadelelerini
vermiş ülkelerin pratiğinden öğrenir, ama yaşamın içinde
doğru ve yanlışı da, bir ihtilalcinin yöntemiyle ayrıştırır.
C- Leninist Devrim Teorisine Giriş ya da "Revizyonizmin
Keskin Kokusu"
"Revizyonizmin Keskin Kokusu" makalesi, Türk
Solu Dergisi'nin 91 ve 92. sayılarında, 12 ve 19 Ağustos
1969 tarihinde iki makale olarak yayınlandı.
Bu makaleler, iki açıdan ele alınabilir. Öncelikle,
daha önce de ele aldığımız gibi; Mahir, bu dönemde,
MDD tezini savunmaktadır. Sözkonusu makalenin ilk sözleri
de giriş cümlesi de bunu gösterir.
"Bilindiği gibi Türkiye, yarı-sömürge ve yarı-feodal
bir ülkedir. Böyle bir ülkede devrimci mücadele, bağımsızlık
ve demokrasi için yapılan mücadeledir. Yani emperyalizmin
ve uzantıları müttefiklerinin temizlendiği milli bir
demokrasiye sahip tam bağımsız Türkiye'yi kurma mücadelesidir.
Bugünkü devrimci mücadele, milli demokrasiye sahip,
bağımsız Türkiye'yi kurma mücadelesi, yalnız proleter
devrimcilerin değil, bütün Türkiyeli yurtseverlerin
ortak mücadelesidir."
1969'da savunulan devrim perspektifi budur.
Bu perspektiften yola çıkılarak, daha önce de ele aldığımız
gibi, "Türkiye yarı-sömürge ve yarı-feodal bir
ülkedir..." tespiti, buna paralel ele alınan MDD
tezi ifade edilir. Çizilen çerçeve, ülkenin somut koşulları
ile örtüşmez... Milli bir demokrasiyi hedefleyen; "bağımsızlık
ve demokrasi" mücadelesi ile sınırlı bir bakış
açısı; dardır, devrimci demokratizmin en önemli kaynağıdır.
Sosyalizm ile mesafeli bir perspektif, sözkonusu "Revizyonizmin
Keskin Kokusu" makalesinin asıl içeriğini de oluşturmaz.
İkincisi ve makalenin ruhunun gerçek normlarına kavuşması
ise, Emek-TİP revizyonizmi ile, Marksizm esasları üzerine
yapılan polemikte kendini gösterir. Bu polemikte Mahir'in
Leninizm'i doğru tarzda kavrayışı çok daha somut bir
biçimde görülür.
Marksizm, doğal olarak kendi tarihsel önceli ile; idealist,
ütopik, anarşist vb. akım ve anlayışlarla çatışarak,
siyasal bir polemik içinde, Mark ve Engels'in elinde
bir kuram kimliğine ulaşır. Dünyayı sadece yorumlamayan,
onu değiştiren, dogma değil eylem kılavuzu olma kimliğine
kavuşur. Başta ütopik sosyalistler olmak üzere, mezhepçe
anarşistlerle, burjuva demokrasisine tutunan sosyal
demokrasi ile; Hegel, Prudhon, Bakunin vb. ile yapılan
bir dizi siyasal polemiğin gerçekleştirilmesi, Marksizmin
kendi ayakları üzerinde durmasında önemli katkılar sunmuştur.
Yine, emperyalist çağın Marksizmi olan Leninizm, kendini
Marks ve Engels'in tezleri ile sınırlamamıştır. Yeni
dönemin, emperyalist çağın temel özelliklerini tahlil
edip, Marksizmin ruhuna, "tek değişmeyen şey diyalektiktir"
anlayışına sadık kalarak, anarşizmle, revizyonizmle,
enternasyonal oportünizmin her rengi ile, sol komünistlerle
bir dizi polemik yürüterek ete kemiğe bürünmüştür.
Siyasal polemik bizde, TDH'de sık sık yapıldığı gibi,
içerikten yoksun küfür, hakaret furyası değildir. Lenin,
çok usta bir polemikçidir; ve her siyasal polemiği,
karşısındaki düşünceyi yerli yerine oturtmak, yerleştirmek
için tam bir berraklıkla, somut-nesnel olgulara dayanarak
yapar. Her polemiği, bir siyasal olguyu, bir siyasal
gerçeği çeşitli açılardan ele alarak açıklar, sınıfsal
çözümlemeleri içerir. Bize gerekli olan da budur; siyasal
polemiği, Lenince yapmaktır.
Mahir, Emek-TİP revizyonizmi ile girdiği polemikte,
"Revizyonizmin Keskin Kokusu"nda, tam da bunu
yapmıştır. O, Marksizmin evrensel tezlerini Lenin'e
dayanarak savunmakla kalmaz, siyasal polemikte tarz
olarak Lenin'in tarzını benimser...
Revizyonizm; sadece barışçıl yoldan sosyalizme geçiş,
parlamenterist yol, burjuva demokrasisinin kutsanması,
Menşevik örgüt anlayışını savunmaz. Aynı zamanda bunları
savunurken, başta Marks, Engels, Lenin olmak üzere tüm
Marksizm kuramcılarının düşünce ve tezlerini yoğun biçimde
çarpıtır. İşte söz konusu siyasal polemik, Emek-TİP
revizyonizminin, Lenin'in "Devlet ve İhtilal"
isimli eserini çarpıtmasına, Leninizm'in esaslarına
bağlı kalarak verilen bir yanıttır.
Konu şudur: Emek-TİP revizyonizmi, onun adına Kenan
Somer, "Devlet ve İhtilal" adlı Marksist-Leninist
klasiklerin belki de en başında gelen eseri tanıtır,
ama bu eserin 1917 dönemini kapsadığını, 52 yıl sonra
proletarya devrimi için bir metot olarak değerlendirilemeyeceğini,
"böyle değerlendirmenin bilimsel düşünceye temelden
aykırı bir sapıklık olacağını, 'Devlet ve İhtilal'in
Ekim Devrimi'nden sonra yayınlanabildiğine göre ihtilal
üzerinde doğrudan doğruya bir etkisinin olmadığını,
sosyalist devrim için ihtilalden başka da bir yolun
olduğunu" söylemiştir. Tüm bunlar için gösterdiği
kanıt da, Marks'ın 1872'de ileri sürdüğü, İngiltere
ve Amerika için bir istisna olarak ifade ettiği "barışçıl
yoldan sosyalizme geçmenin mümkün olduğu"na ilişkin
tezidir. Kenan Somer, bu teze dayanarak, çağın sosyalizminin
gerçeklerini yadsır ve 1800'lerin İngiltere-Amerika'sı
ile Türkiye'yi özdeşleştirmeye çalışarak revizyonizmine,
devrim kaçkınlığına oralardan dayanaklar arar.
İşte Mahir, bu revizyonist tezlerle hesaplaşır; Marksizmi,
Lenin'i savunur.
Marksizmi savunmak,"Marksizmi savunuyorum"
demekle veya Marks, Engels, Lenin, Stalin'den bolca
alıntı yapmakla mümkün olan bir iş değildir. Marksizmi
savunmak, somut koşulların doğru analizini yapmak, genel
ile özel arasında doğru bağlar kurmak, diyalektik yöntemi
özümsemek, olguları ve olayları tarihselliğe bağlı kalarak
ayrıştırmakla mümkündür.
Lenin'in "Devlet ve İhtilal" isimli eseri,
Leninizm'in en temel yapıtlarından biridir. Lenin, (Emek-TİP
revizyonizminin çarpıttığı, barışçıl sosyalizm anlayışına
dayanak yapmak istediği, Marks'ın 1871-1872 döneminde
Amerika ve İngiltere için, "istisna" olarak
ele aldığı "barışçıl geçiş" konusu dahil)
Marks ve Engels'in düşünce evriminin, özellikle proletarya
diktatörlüğü tezinin -ki bu tez Leninizm'in temel tezidir-
her aşamasını büyük bir titizlikle ele alır. İlk proletarya
diktatörlüğü deneyimi olan Paris Komünü'nü inceler ve
proletarya diktatörlüğünün sosyalizm anlayışının ana
noktalarını belirler. Devlet konusunu, bu temelde, doğru,
evrensel açıdan çözümler, tüm idealist sapmalardan arındırır.
Parlamenter yolu her şeyin önüne koyan sağcı sosyalizm
savunucusu revizyonizmin iddia ettiği gibi, "Devlet
ve İhtilal" yapıtı, 1917 koşulları ile sınırlı
değildir. Aynı şekilde bu yapıtın Ekim Devrimi'nin üzerinde
doğrudan bir etkisinin bulunmadığı iddiası, bir tersyüz
mantığının ürünüdür. Tam tersine, "Devlet ve İhtilal",
Ekim Devrimi'ni de kapsayan bir evrenselliğe sahiptir.
Bilimsel sosyalizmin temel yaşamsal hatları bu eserde
mevcuttur. Devrimci şiddetten öcü gibi korkan tüm revizyonistler,
bu eseri, aynı zamanda sosyalizmin ilk büyük muzafferi
olan Lenin'in "Devlet ve İhtilal" yapıtını
sevmezler; çünkü onlar zaten Lenin'e düşmandır. Çünkü
onlar, sosyalizmin pratiği ile uzlaşamazlar. Onların
sorunu, sosyalizmin teorisini hafifleterek, kendilerine
mevcut düzen içinde soldan bir yer açmaktır.
Mahir, "barışçıl geçiş sorunu" başta olmak
üzere; parlamenter mücadelenin önemi, Marksistlerin
sorunu ele alış tarzı, proleter devrim, proletarya diktatörlüğü
vb. konularda; bu polemikte, "Revizyonizmin Keskin
Kokusu (1)" de Leninizm'i savunur. Konuya ilişkin
değerlendirmeler, bütün dönemler için aynı derecede
önem taşımaya devam etmektedir.
Ancak, hepsi bu değil... Bu polemik makalesinde de Mahir,
politik tarz ve yöntem konusunda önemli bir noktada,
Leninist bir zeminde durur. Sürecin bir çok açıdan bir
"ilkler" süreci olması, siyasal gelişmelerin
çok büyük bir hızla akması, ciddi saflaşmaların gerçekleşmesi
ve özellikle Mahir açısından önemli evrensel tezlerin
oluşturulması süreci olduğu göz önüne alınırsa; bütün
bunların yanı sıra tarz ve yöntem konusundaki devrimci
duruşun önemi, çok daha iyi anlaşılacaktır.
Mahir, diyalektik yöntemi çok usta kullanır. "Somut
koşulların analizini", "genel-özel ilişkisini",
"parça-bütün" diyalektiğini Marksist açıdan
özümler, Marksist bilgi teorisini bu yönleriyle yaşama
akıtabilir. Hatta bu yöntemi, Lenin'e dayanarak, emperyalizm
koşullarında Çarlık Rusyası'nda, hem emperyalist hem
de askeri-feodal karakterin nasıl yan yana olduğunu
açıklar. (B.Y. Sf. 55) Burada yöntem, diyalektik yöntem
çok önemlidir. Mahir de, Lenin'den öğrendiği gibi; kalıpçı,
mekanik değildir.
"Emperyalizmin olmadığı ve 'kapitalizmin gelişmesinin
eşit oranda olmaması' kanunu bulunmamışken, bulunmasına
da imkan yokken; Marks ve özellikle Engels'in bir tek
ülkede değil, bütün Kara Avrupası'nda birden sosyalist
devrimin başarıya ulaşacağını öneren tezine, "kapitalist
ülkelerin gelişmesinin eşit oranda olmaması" kanununun
bulunması ile birlikte, tek ülkede sosyalizmin zaferinin
mümkün olmasını oluşturan tekelci kapitalist dönemde;
nasıl ki buna dört elle sarılan Troçki oportünizmin
batağına saplanmışsa, aynı dönemde artık Leninizm tarafından
kabul edilmeyen "barışçıl yoldan sosyalizme geçiş"
istisnasına dört elle sarılanlar da, gırtlaklarına kadar
oportünizm bataklığına gömülmüşlerdir. (B.Yazılar S,49)
Burada, Marksist yöntemin, diyalektik yöntemin kendisi
vardır. Ve ayrıca aynı zamanda, Troçkizmin en temel
tezinin, emperyalist çağda dünya devrimi tezinin, tek
aşamalı sürekli devrim tezinin kaynağının formüle edilmesi
sözkonusudur. Demek ki M. Çayan, Troçkizmle doğru ve
devrimci tarzda mesafe koymaktadır.
M. Çayan, yine diyalektik yöntemi kullanarak, daha sonra
geliştireceği Bunalım Dönemleri teorisinin; emperyalist
çağda, emperyalistler arası ilişkiyi, buna alternatif
olan sosyalist ülkeler ve ulusal kurtuluş hareketlerinin
emperyalizmle ilişki biçimlerini ve sömürü ve istismar
biçimlerinin almış olduğu şekle göre konumlanan bunalım
dönemlerini ayrıştırmayı, ilk kez bu makalede ifade
etmiştir.
"Yazımızın başından beri gerekli olduğu için belirttiğimiz
gibi, kapitalizmin 1. Bunalım Dönemi'nde Lenin, kapitalizmin
tekelci döneme girmesiyle birlikte burjuva devlet bürokrasisi
ve militarizmin tekel öncesi dönemine nazaran çok daha
kuvvetlendiğini belirterek, kapitalizmin bu yeni özellik
ve şartlarına uygun olarak, Marks ve Engels'i derinleştirerek
Leninist İhtilal teorisini önermiştir." (B. Yazılar
Sf .51)
Mahir, aynı Leninist mantığı devam ettirir:
"20. Yüzyılın ikinci yarısında ise, kapitalizmin
3. Bunalım Dönemine girdiğini ve ölümünü biraz daha
ileriye atabilmek için 1. Bunalım dönemine nazaran bürokrasi
ve militarizmine 1. Bunalım Dönemi ile kıyaslanmayacak
ölçüde çok daha sıkı yapıştığını söyleyen bu dönemin
Marksist ustaları, Lenin'in ihtilal teorisinin bu dönemde
çok daha fazla önem kazandığını ve evrensel geçerliliğe
sahip olduğunu açıkça belirtmekte ve bu evrensel geçerliliği
kabul etmeyen sözde Marksistleri de Marksizm Leninizm'e
ihanet etmekle suçlamaktadırlar." (B. Yazılar Sf,
51)
Zincirin ucundan yakalayıp, zaman ve koşulları hesap
ederek ulaşılan sonuç budur; doğrudur. Çünkü, Leninizm
iradeciliktir, Leninist devrim teorisi, ihtilalcidir.
Mahir, bu sonuçla sınırlı kalmaz; onu güncel politik
hedeflerle, pratiğe ışık tutan siyasal sonuçlarla bütünleştirir.
Leninist devrim teorisi ihtilalcidir; bu, doğal olarak,
proletaryanın en ileri örgüt biçimi olan parti sorununu
bu temelde ele almayı gerektirir. Leninist örgüt anlayışı
ile; örneğin Rosacı Menşevik örgüt anlayışı, taban tabana
zıttır. Birincisi ihtilalciliğe, kadroya, hareketli-
kurallı bir örgüte özel vurgu yaparken, ikincisi kendiliğindenciliğe,
soyut bir kitleselleşmeye, hantal bir örgüte vurgu yapar.
Mahir'in duruşu çok nettir. "Devlet ve İhtilal"
yapıtını Lenin, Marks'ın devlet anlayışını derinleştirerek
oluşturmuştur. Marksizmin 'devlet teorisini' ve yine
Marks'ın 'sınıf mücadelesi ve proletarya diktatoryası'
düşüncesini derinleştirerek az sayıda profesyonel ihtilalciden
oluşmuş, çelik gibi bir disipline sahip, manevra kabiliyeti
yüksek, devrimci teoriyi eylem kılavuzu kabul etmiş
öncü bir partinin yönetiminde, zorla burjuva devlet
cihazını parçalayarak kurulan proletarya diktatoryası
aracılığıyla sosyalizme geçişi belirleyen 'ihtilal teorisini'
kapsamaktadır." (B.Yazılar. Sf, 51)
Lenin, bu örgüt modeline 1917'de, "Devlet ve İhtilal"
eserinde değil; çok önceleri, 1902'de, NE YAPMALI'da
ulaşır. "Ne Yapmalı" ile "Devlet ve İhtilal"
eserleri, aynı mantığın birbirine eklenen iki halkasıdır.
Ancak "Revizyonizmin Keskin Kokusu (1)" makalesinde
Mahir, "Devlet ve İhtilal"den hareketle, örgüt
konusunda Leninist halkayı yakalamaktadır.
Gerçekten de, Leninist devrim teorisi ile Leninist örgüt-parti
anlayışı birbirine kopmaz bağlarla bağlıdır. Lenin,
1890 sonbaharında bu konu ile yoğun biçimde ilgilenir.
"Nereden Başlamalı" ve bir örgütlenme planı
olarak, "Bir Yoldaşa Mektup" makalesini yazar;
buradaki örgütlenme planını, 1902 yılında "Ne Yapmalı"da
etraflıca o dönemde egemen olan kendiliğindenci ekonomizmle
hesaplaşarak ele alır. "Ne Yapmalı"da ifadesini
bulan Leninist anlayış, farklı çevrelerce kurulan ama
o süreçte bir dağılma yaşayan RSDİP'e gerçek bir örgüt-parti
kimliği vermek için, ideolojik birliği yerli yerine
oturmak için partiyi bu temelde, sağlam temelde yükseltmek
için formüle edildi. Bu Leninist anlayış, Lenin tarafından
çıkarılan Iskra'da işlendi, "Iskracı" olan
tüm parti çevrelerince benimsenmesi çabası verildi.
1903'te; parti kongresine gelindiğinde bu anlayış partiye
önemli ölçüde nüfuz etmişti. Kongre'de kazanılan Bolşevik
anlayışın zaferi de tamamen buna, Lenin'in bu yöndeki
olağanüstü çabasına bağlıdır. Kongre sonrasında yazılan
ve 1904 yılında, Kongre'deki gelişmeleri etraflıca ele
alan, "Bir Adım İleri İki Adım Geri" eseri,
bu tartışmaların ve Leninist parti-örgüt anlayışının
bir ürünüdür.
Lenin'in kaleme aldığı, "Nereden Başlamalı",
"Bir Yoldaşa Mektup", "Ne Yapmalı",
"Bir Adım İleri İki Adım Geri" ve bunları
tamamlayan bir dizi makale ve konuşma, Leninist örgüt
anlayışını bize etraflıca açıklar. Her Marksist, her
P-C'li, bunları büyük bir titizlikle okumalı, incelemeli,
kavramalıdır.
Mahir, "Revizyonizmin Keskin Kokusu(1)"de,
yukarıda aktardığımız pasajda, bunu çok net yakalamıştır;
"Revizyonizmin Keskin Kokusu (2)" de ise,
aynı mantığı geliştirmiştir. "Leninizm'in Devrim
teorisi, örgütlenme ilkesi belirtilmeden kolay kolay
anlaşılamaz." (B. Yazılar. Sf, 61) diyen Mahir,
"Ne Yapmalı"cı bir mantıkla, Leninist örgüt-partinin
önemi ve temel ilkelerini ele almıştır. (Bkz.S. 62-63)
Tam bu noktada, denilebilir ki; Mahir, "Son Gençlik
Hareketi Üzerine" başlıklı makalesinde yakaladığı
partinin, -herhangi bir partinin değil Leninist bir
partinin- önemini, bu siyasal polemik yazısında tamamen
netleştirmiştir.
Bu, oldukça önemli bir halkadır, gerçek bir ilerlemedir.
THKP-C'nin Leninist örgüt-parti anlayışı ekseninde,
teorik olarak bu makalede temellerinin atıldığı söylenebilir.
Bu aşamalar kat edilerek THKP-C somutlaşmıştır.
Mahir, "Revizyonizmin Keskin Kokusu (2)" de
, özellikle de bu makalenin üçüncü bölümünde nefis bir
özet yapar. 1917 Şubat ve Ekim devrimleri arasındaki
dönemi; yani 2.Burjuva Demokratik Devrim ile Ekim Sosyalist
Devrimi arasındaki dönemi özetler. (Bkz. S. 65-70)
Bu özet doğrudur, önemlidir. Mahir, bu özette yer yer
Troçki'nin "Ekim Dersleri" broşüründen alıntı
yapar... Mahir, Troçki ile mesafelidir ve Troçki'nin
değil, Lenin'in politik zeminindedir. TDH'de bazı dar
kafalı, antika akımların Mahir için "Troçkist"
vb. dedikleri biliniyor; ve mekanik bir yaklaşımla pekala,
Stalin'in eleştirdiği, "Ekim Dersleri" broşüründen
alıntı yapmak, "Troçkizm" olarak adlandırılabilir...
Bizim derdimiz, bu tip antik çağa ait, zaman tünelinde
kalmış akımlara hak ettikleri yanıtı vermek değildir;
onlar bu yanıtı hep aldılar ve yeri geldikçe de alacaklardır.
Bizim derdimiz başkadır... Bizim, devrim diye bir derdimiz
var ve Marksizmin okulunda sürekli öğrenerek bu eylemi
yapacağız...
Stalin ve düşünceleri, Mahir tarafından önemli ölçüde
benimsenir. İleride ele alacağımız gibi; Mahir, dogmatik
olmadığı için, Stalin'e rağmen, ondan farklı tespitler
de yapar. Örneğin, hem de çağ tespitinde önemli bir
yer tutan 3. Paylaşım Savaşı'nın, Emperyalizmin 3. Bunalım
Dönemi'nde çıkıp çıkmaması konusunda Stalin'le çelişir.
Keza, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Troçkizm'le
Mahir arasındaki fark, Troçkizm'le Leninizm arasındaki
fark kadardır. Ancak, bu mesafeye rağmen; Lenin döneminde
değil de, özellikle 1935'lerden sonra resmi bir hale
dönüşen, adı "Resmi İdeoloji"ye çıkan, Troçkizmi
"Faşist", "Karşı Devrimci" vb. kavramlarla
tamamen yok sayan bir anlayışla da Mahir, belirli bir
mesafe koymaktadır.
Mahir, Marksizm okulunda öğrenir, dedik. Başöğretmen,
Lenin'dir, ölçüde mihenk taşı da budur. Ama, o aynı
zamanda Marksizmin tüm usta ve siyasal kişiliklerinden
öğrenir. Mahir'in resmi ideolojiden kopuşunun ilk kıvılcımlarını,
bu yazıda görürüz. O, resmi ideolojinin yöntemini benimsemez
ve o sürecin egemen modasının tam tersine, Troçki'ye
küfür etmek şöyle dursun, ondan yararlanması gerekiyorsa
yararlanan tutumu ile politik bir karakterini gösterir.
Söz ettiğimiz Emek-TİP revizyonizmi ile yapılan polemiğin
yer aldığı "Revizyonizmin Keskin Kokusu" çalışmasında,
Mao'ya da yaklaşır.
Emek-TİP revizyonizmi, "Barışçıl yoldan sosyalizme
geçiş" için Lenin'i çarpıttığı gibi; Mao'yu da,
Mao'nun "İktidar namlunun ucundadır" sözünü
ve bunun niteliğini de çarpıtır. Revizyonizmin iddiası,
bu sözün, genel, evrensel bir karakter değil de; Çin
için, parlamentosu vb. olmayan, legal mücadele imkanı
olmayan Çin ülkesi için geçerli olduğudur. (Bkz. Sf,
71) Mahir, doğru olarak, bu çarpıtmaya yanıt verir ve
bu sözün; "İktidar namlunun ucundadır" veya
"Dünya ancak tüfekle değişebilir" (Mao) sözlerinin
evrensel bir nitelik taşıdığını, devrimin özüne ilişkin
olduğunu savunur. Böylece, revizyonizme karşı onun,
"barışçıl yoldan sosyalizme geçiş" tezine
karşı güçlü bir barikat oluşturur.
Siyasal mücadelede, siyasal tarz, siyasal kimliği yansıtır;
ve bu en az politik tespitler, tezler kadar önemlidir.
Herhangi bir politik tezi, farklı sınıflara ait politik
akımlar da yapabilir; ama aynı politik tespite rağmen
politik tarz farklıdır.
İki kere iki dört eder; bunu herkes söyleyebilir, bilimsel
bir gerçektir. Ama, örneğin bu gerçeği burjuvazi toplumsal
düzeninin ebedi olduğu yönünde kullanabilir. Proletarya
ise, değişimin zorunluluğu yönünde, toplumsal düzenin
yıkılması yönünde değerlendirir. Daha farklı örnekler
de verilebilir. Bu ülkede, bir çok akım demokratik devrim
tespiti yapar, herkes bunu farklı anlar; silahlı mücadele
der, ama bunu da farklı anlar, farklı uygular. Bu konuda,
ne yazık ki özellikle bizim mücadele tarihimiz, çok
'zengin' örneklerle doludur. Ama sürekli vurguladığımız
gibi, politik tespit ve tezlerin önemi kadar, en az
bunun kadar, politik kimliği yansıtan tarz da önemlidir.
İşte sözkonusu "Revizyonizmin Keskin Kokusu"
başlıklı polemik yazısında; bu konuda, "bilimsel
namus" vesilesi ile Mahir şunları söyler:
"Namuslu bir aydın kişi, bir doktrini kabul etmese
bile, o doktrine ilişkin bir eseri, diyelim ki görevi
gereği tanıtırken, eseri yazarının düşüncesine uygun
olarak tanıtmak zorundadır.
Siz Marksist düşünceye inanmayabilir, Marksist dünya
görüşünü, dünya görüşü olarak kabul etmeyebilirsiniz
bay Somer...
Ama bu size bir doktrini tahrif etmek hakkını vermez.
Belli bir dünya görüşünü savunmak ayrı bir şeydir, bu
görüşe karşıt olan bir dünya görüşünü tahrif etmek ayrı
bir şeydir.
Kişi kendine ve bilime saygılı ise, kendi dünya görüşüne
karşıt görüşleri, bu görüşlerin yer aldığı eserleri
tahrif ederek kendi düşüncelerini savunmak yoluna gitmez.
Tam tersi bir davranışla, karşı olduğu düşünce sistemini
ve bu sistemin yöntemlerini, önce o düşünce sisteminin
sahiplerinin tez ve yöntemlerini, sonra da kendi düşüncesinin
tez ve yöntemlerini ortaya koyarak "ret yoluna"
gider." (M.Ç Bütün Yazılar Sf, 52-53)
Bu, bir politik kimlik sorunudur; Mahir, proletaryanın
politik kimliğini yansıtıyor, onu temsil ediyor.
Kendimize ve bilime saygılı olmak, tüm sorunları nesnel
açıdan ele almak, tahrifat yapmamak, bu tip bozuk kişilik
özelliklerinden uzak olmak, her koşulda doğruları savunmak,
her türlü kaygıdan uzak olarak bunları bayrak yapmak,
bir politik tarzdır.
Mahir'den bunu öğrendik; resmi ideolojiden kopuşu da
sağlayan bu tarzı, bir bayrak gibi taşıyacağız !
Ayrıca, ileride ele alacağımız ve bizler için politik
bir manifesto niteliğinde olan "Kesintisiz Devrim
1, 2, 3" deki tezlerin, özellikle de "Kesintisiz
Devrim 1" bölümünde ayrıntılı ele alınan Leninist
devrim teorisinin hammaddesi, bu siyasal polemiktir,
diyebiliriz. "Revizyonizmin Keskin Kokusu",
siyasal bir evrim içinde önemli bir uğraktır ve "Kesintisiz
Devrim -1"deki görüşlerin nüvesidir.
Mahir, Leninizm halkasını tutmuştur ve o halkayı sıkıca
kavrayarak devrim yürüyüşüne devam edecektir.
D- Netleşmede Yeni Bir Adım veya "Sağ Sapma,
Devrimci Pratik ve Teori"
1969 sonrasında, tüm toplumsal sınıf ve katmanlarda
yankısını bulan düzen değişikliği talebi, 1970 yılına
gelindiğinde somut taleplerle bütünleşti ve işçi-köylü-gençlik-aydın
hareketi, dönemin en yüksek aşamasına devindi. Yükselme
eğilimi içindeki sınıfsal mücadele, anti-emperyalizm
platformunda büyüdü ve keskinleşti.
Gelişmelerin Oligarşi'yi ürküttüğü, arayış içine ittiği
açıktı...
Ama aynı zamanda, bu gelişmeler, devrimci saflarda da
önemli ayrışmalara yol açmakta; genel söylemler, "devrim",
"sosyalizm", "milli kurtuluşçuluk",
"proletarya" vb. kavramlar yerli yerine oturmaktadır.
Dönem; "birleşmek için ayrışmak lazım" (Lenin)
denildiği, düşük bilinç seviyesinin Marksizm'le beslenip
canlandığı, daha somut hedefler için adımların atıldığı
ve bu temelde ayrışmanın ve netleşmenin hazırlandığı
bir dönemdir.
İşte 1970 yılına bu panoramada girildi...
TİP revizyonizmi ile hesaplaşma bitmemişti; dolayısıyla,
yoğun halkçılıkla mamul "sosyalist devrim..."
tezi ile ideolojik hesaplaşma bu yılda da devam etti.
Ancak, 1962'den sonra, Özellikle M. Belli tarafından
dillendirilen, ama 1965 sonrasında çok daha fazla netleşen,
"sosyalist devrim" tezine karşı bir şemsiye
rolü oynayan "Milli Demokratik Devrim" tezi,
bu tez etrafında kümelenen anlayışlar da yerli yerine
oturtulmak zorundadır. Kavramlar artık sorunu çözmede
yeterli değildir. Kavramların arkasındaki anlayışlar
önemlidir.
1961 yılında 12 sendikacı tarafından kurulan Türkiye
İşçi Partisi (TİP), bu dönemde benimsediği programında,
sosyalizm kavramına yer vermez; ancak 1964-65 sonrası
"sosyalizm" kavramını söylemde kullanmaya
başlar. Mümtaz Soysal tarafından çıkarılan Yön dergisi,
"Türkiye'nin yönünün bağımsızlıktan, planlı ve
hızlı kalkınmadan..." yana olduğunu açıklar. Bu
çerçevede bir dizi yazı sunar. Bu tezlerden, TİP ve
TİP içindeki MDD'ciler yoğun biçimde etkilenirler. "Kalkınmacı
Sosyalizm" anlayışı, 1964 İzmir Kongresi'nde benimsenen
"Kapitalist Olmayan Yol" tezi eşliğinde, tüm
TİP tarihine damgasını vurur.
TİP, "1. dönem" olarak da adlandırılan Mehmet
Ali Aybar döneminde, Aybar tarafından dillendirilen,
"yukarıdan aşağı örgütlenme modeline", "tepeden
inmeciliğe" karşı, Leninizm'e karşı, "aşağıdan
yukarı örgütlenme" modelini savunur. "Demokratik
sosyalizm", "güler yüzlü sosyalizm",
bilimsel sosyalizme karşı, revizyonizmin cephaneliğinden
alınıp, Bernstein'in Türkiye versiyonu haline dönüştürülür.
Elbette, bütün bunlar, " kalkınma", "plan",
"Kemalizm" renkleri ile harmanlanarak... İşçi
söylemi, "otuz bin üye" söylemi ile devam
eder; ama "en geniş hürriyet..." sözde kalır.
Aybar TİP içindeki tüm muhalifleri baskı altına alır...
"İkinci dönem" olarak adlandırılan Aren-Boran
dönemi de, özünde Aybar döneminden farklı değildir.
Sadece, bir seçim partisi olan TİP, sınıfın değil, "tüm
emekçi sınıfların...", sadece ve sadece muhalefet
partisi'dir. Dolayısıyla, Aybar revizyonizminden nitelik
farkı olmayan Aren-Boran revizyonizmi ile, "sosyalist
devrim..." tezi üzerinde, (1970 Ocak ayında ve
15 sayı olarak yayınlanan Aydınlık Sosyalist Dergi (ASD)'de
Mahir, "Sağ Sapma, Devrimci Pratik ve Teori"
yazısı ile bir kez daha hesaplaşır.
Revizyonizm, "Emek Dergisi"nde sosyalist devrimi
savunurken şunları söyler: "...Bugün sosyalist
toplumu kurma sürecinde bir an olan sosyalist devrimi
gerçekleştirmeden, Türkiye'de anti-emperyalist ve anti-feodal
bir mücadeleyi başarıyla tamamlamak olanaksızdır. Buna
karşılık anti-emperyalist mücadele kazanılmadan ve feodal
kalıntılar ayıklanmadan sosyalist toplumu kurmaya başlamak
mümkün değildir.
Bir başka deyişle, sosyalist devrimin gerçekleşmesinden
sonra, sosyalist düzeni kurma sürecinin ilk evresi,
anti-emperyalist mücadele ve feodal kalıntıların yok
edilmesi olacaktır." (Emek Dergisi'nden Aktaran
Mahir, B. Yazılar Sf, 83 )
1970 Türkiye'sinde anti-emperyalist, anti-feodal mücadeleyi
bir bütün olarak yadsımak mümkün olmuyor. Bundan dolayı,
"sosyalist devrim" savunucusu TİP, önce "sosyalist
devrimi" gerçekleştirip iktidara geldikten sonra,
tabi ki seçim yoluyla oyların % 51'ini alıyor ve barışçı
yoldan sosyalizme geçiliyor; bu kez de anti-emperyalist
ve anti-feodal mücadele veriliyor...
Bu bir saçmalıktır ve Mahir bu saçmalığın ipliğini pazara
çıkarıyor.
Ancak bu saçmalık daha sonra örneğin B. Boran'ın yazılarında
da görülür. (Bkz. Sosyalist Yay, B.Boran) Kökeni, 2.
Dönem TİP'ten 1978'deki kopuşa dayanan ve bugün TİP'in
kalkınmacı sosyalizm anlayışından uzaklaşarak, "aşamacı"
devrim anlayışını eleştiren, aşamasız, demokratik görevleri
de içeren bir sosyalist devrimi savunun SİP (Sosyalist
İşçi Partisi) ve tüm 'sosyalist devrim' savunucularında
da aynı mantığı görmek mümkündür. Bunlar, özellikle
de son yıllarda yükselen demokratik taleplerin yoğun
etkisi ile anti-emperyalist ve anti-faşist mücadeleyi,
sosyalist devrim sonrasına ertelemektedirler.
Leninist Kesintisiz Devrim, böylece bu baylar tarafından,
tıpkı öncülleri olan TİP revizyonizminin yaptığı gibi,
tersyüz edilmekte, mantık tersten kurulmaktadır.
Mahir, "Proleter devrimci hareket, emperyalizme
teslimiyeti empoze etmeye çalışan Aren (Emek) oportünizmi
ile daha hesaplaşmasını bitirmemiştir ( Sf. 86)"
diyerek, saçmalığı eleştirmiştir.
"Sağ Sapma, Devrimci Pratik ve Teori" makalesinin
ilk hedefi budur. Ama bu çalışmanın /makalenin bir diğer
hedefi ise, MDD içindeki sağ sapmadır.
Daha önce ifade ettiğimiz gibi, "Sosyalist Devrim"
- "Milli Demokratik Devrim" saflaşması, Türkiye
Devrimci Hareketinde o dönemin en önemli siyasal saflaşmalarından
biridir. Ama bu ilk saflaşmada her şey sadece bu iki
siyasal merkezden birinde saf tutmakla sınırlı da değildir.
Sınıf mücadelesi, kendi mecrasında aktıkça, siyasallaşma
hızlandıkça, Türkiye Devrimci Hareketi'nin rönesansı
olan bu dönemde taşlar, süreç içinde yerli yerine oturur.
Bu anlamda, Türkiye Devrimci Hareketi'nin devrimci damarını
oluşturan ama yoğun bir biçimde devrimci demokratizmi
içeren MDD tezi, kendi içinde de netleşmek, ayrışmak
zorundadır.
Ayrıca, zaten MDD bir platformdur; yani, Türkiye devriminin
öncelikle MDD olduğunu ifade eden bir platformdur ve
örgütsel bir kimlikten uzaktır... Öte yandan TİP, menşevik,
anti-Leninist bir partidir. "Sosyalist devrimi"
savunur. Ama yine de bir örgüt karakteri vardır. Sosyalist
devrim, TİP çatısı altında savunulmaktadır. Ancak, MDD
platformu için böyle bir çatı, örgüt yoktur; MDD platformu,
bir dizi oluşumu bünyesinde barındırır.
Böylesi şekilsiz bir platformda, ayrışma zorunludur...Ve
bu ayrışmada siyasal karakter öncelikli bir yer tutar.
"Sağ Sapma, Devrimci Pratik ve Teori" makalesinin
asıl hedefi, MDD içinde yer alan ve kendini PDA oportünizmi
olarak şekillendiren sağ sapmadır... Polemik, o dönem
PDA'nın en önemli teorisyeni olan Şahin Alpay (sonradan
PDA ile yolları ayrılmıştır ve bugün Türkiye'nin en
büyük holdinglerinden birinde danışmandır) ile yapılır.
Sağ sapmanın temel tezi özetle şöyledir:
"Türkiye proletaryası, milli demokratik devrime
öncülük edebilecek objektif ve sübjektif şartlara tam
olarak sahip değildir. Proleter devrimcilerin bugünkü
başlıca görevi, proletaryayı bu şartlara kavuşturmak
için mücadeledir."
"Ülkenin iktisadi gelişme seviyesi, işçi sınıfının
siyaset sahnesindeki rolünü ikincil kılmaktadır."
(Aydınlık Sayı 12'den aktaran, Mahir. B.Yazılar S,87-88)
Proleter devrimcilerle her türden küçük burjuva devrimciler
arasındaki en temel ayrım noktalarından biri, proletaryanın
önderliği sorunudur.
Bu dönemde, 1970'lerde, küçük burjuvazinin tüm tonları,
dönemin burjuva ve küçük burjuva görüşlerinden yoğun
biçimde etkilenmektedir. D. Avcıoğlu, bu tür etki alanları
yaratan insanların belki de en başında gelir. Keza,
D. Avcıoğlu, "kalkınma", "plan",
"devrim" derken; proleter bir devrimden değil,
küçük burjuvazinin önderlik yapacağı, anti-emperyalist
milli bir devrimden söz eder. Kapitalist olmayan kalkınma
yolunu önerir. Doğal olarak, böyle bir "devrimde",
"milliyetçi devrimciler ön planda rol oynamaya
adaydır." Küçük burjuvazinin programını en çıplak
biçimde savunun D. Avcıoğlu, en çok da MDD içindeki
tüm sağ anlayışları etkilemektedir. Bundan dolayı, PDA'da
ifadesini bulan sağ sapma, proletaryanın devrimdeki
rolünü bir yana atarken, Kemalistlerin rolünü ön plana
çıkarmaktadır.
Mahir, sağ sapmanın bu tezini haklı olarak, 2. Enternasyonal'in
ünlü "üretici güçler teorisi" ile ilişkilendirir.
Yazısının "objektif şartlar ve MDD teorisi"
ara başlıklı alt bölümünde, Leninist Kesintisiz Devrimin
özünün, ona proletaryanın önderlik etmesi olduğunu söyler.
"İşçi sınıfının köylülükle bağının" kayıp
değil, kazanım olduğunu savunur, ve tüm bunları Çin
devrimi başta olmak üzere dünya devrim deneylerinin
canlı pratiğinde ölçer. Mahir, daha önce ele aldığı
Leninist Kesintisiz Devrim tezini, bu yazılarında daha
da geliştirir.
Bilindiği gibi, Leninist Kesintisiz Devrim, Çarlık Rusya'sında,
BDD (Burjuva Demokratik Devrim) tamamlanmayan bir ülkede;
devrimci rolünü yitirmiş burjuvazinin yapamadığı devrimin,
çağın devrimci sınıfı olan proletaryanın önderliğinde
yapılması, bunun hızla proleter bir devrime dönüştürülmesidir.
Menşevizm, BDD gerçeğinden hareketle, bu devrime burjuvazinin
önderlik yapmasını savunur, proleter devrimden uzak
durur. Troçkizm ise, sol bir mantıkla, BDD ve köylülüğü
atlar, "işçi hükümeti" adı altında sosyalist
devrimi savunur. Leninizm, bu iki sapmadan tamamen uzak,
proletaryanın öncü rolü ile geniş köylü potansiyelinin
kaynaşmasının üzerinde yükselir. Marks ve Engels'in
Alman Devrimi'ne ilişkin öngörülerini geliştirerek çağın
temel özelliklerinin tahlilinden hareketle, tüm Kıta
Avrupası'nda kıtasal bir devrim gerçekleştirilemeyeceğini,
emperyalist zincirin en zayıf halkasından koparılacağını,
toplumsal-sınıfsal çelişkilerin en yoğun olduğu ülkede,
Rusya'da devrimin olacağını ileri sürer.
Leninizm, Kesintisiz Devrimi savunurken, proletaryanın
önder rolünde ısrarcıdır. Mahir de ısrarcıdır. "Emperyalist
dönemle birlikte, tarihin lokomotifinin burjuvazi değil
proletarya olduğu esprisi, Leninist Kesintisiz Devrim
düşüncesinin özüdür." (B.Yazılar Sf,98) "İşçi
sınıfının rolü, artçı değil, öncü bir roldür."(B.Yazılar
Sf,96)
Mahir, devrimde proletaryanın rolünü, soyut, kuru bir
iddia olarak değil, başta Çin Devrimi olmak üzere, dünya
devrimci pratiğinin örnekleriyle ele alır. Türkiye gerçeğinin
tahlilini yapar ve tezlerinin somut dayanaklarını ortaya
koyar.
"İki milyon civarında imalat sanayinde çalışan,
dört milyona yakın proletaryanın bulunduğu ve nüfusunun
% 70'i köylülükten oluşan, tarımda feodal ilişkilerin
yanında kapitalist ilişkilerin uç verdiği bir ülkede
(Türkiye'de) proletaryanın milli demokratik devrimde
öncülüğü için objektif şartlar yoktur; ve bu şartlara
sahip olabilmesi için, "köylülükle, özel mülkiyetle
bağları tam olarak kopmalıdır" diyen görüşün devrimci
olmadığını, devrimci pratiğin canlı pınarı açıkça göstermektedir...
"(M.Ç./B.Yazılar Sf,103)
Bu rakamlar 1970 Türkiye'si için doğrudur; ama bugün
için bu rakamlar oldukça farklılaşmıştır. Kapitalizm
gelişmiş, kentleşme yoğunlaşmış ve proletaryanın nicelik
gücü, 1970'ler Türkiye'si ile kıyaslanamayacak derecede
büyümüştür. Sınıf ilişki ve çelişkileri, aradan geçen
ve çok hızlı akan olağan değişimlerin yanı sıra olağan
dışı özellikler taşıyan süreçlerin de etkileriyle yirmi
yıllık zaman dilimi içinde bir hayli değişmiştir.
1970 yılına ilişkin olarak, Batman'da, Singer'de, Demir
Döküm'de, Ereğli'de, işçi karakteri incelenir ve sınıfın
niteliğine ilişkin şu tespit yapılır:
"...Aylardan beri süregelen işçi sınıfı hareketi,
işçi sınıfının sınırlı da olsa, 'kendi kendine sınıf'tan,
'kendisi için sınıf' durumuna geçmekte olduğunun belirtileridir.
Bütün bu hareketler, işçi sınıfının potansiyel öncülüğünün
fiili bir öncülüğe dönüşebileceğinin ilk işaretleridir..."
(B. Yazılar Sf,107)
Tüm bunlar, örneğin Çin devrimi ile kıyaslanırsa, Türkiye
devriminde proletaryanın rolünün çok daha net olduğunu
gösterir.
Mahir, proletaryanın devrimdeki öncülüğünde ısrarcıdır.
Ancak, her şeye rağmen, son derece objektif bir değerlendirme
yapar ve proletaryanın önderliğinin fiili değil, ideolojik
olduğunu söyler.
İşte, her türden oportünizm bu tanımlamayı çarpıtır;
ideolojik önderliği fiili önderliğin karşısına koyar.
Mahir'in devrim anlayışını, PASS'tan hareketle tam olarak
karikatürize ederek onun anlayışının proletaryasız olduğunu,
öncülüğün "öncülere" ait olduğunu ileri sürer.
Mahir'in hiçbir yazısında, "pratik-fiili önderlik"
ile "siyasal-ideolojik" önderlik karşı karşıya
değildir... Proletaryanın rolünü bir yana atan, "ikincil"
ele alan sağ sapmaya karşı, MDD içinde savaş açar, proletaryanın
önderliğini bayrak yapar. Dahası, devrim sürecinde,
"proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyine"
bağlı olarak fiili rol oynayacağını, hiçbir çarpıtmaya
yer bırakmayacak tarzda ifade eder.
"Türkiye proletaryasının pratik öncülüğü (fiili
öncülüğü) için, proletaryanın sübjektif şartlarının
(bilinçlenme ve örgütlenme düzeyinin yüksek olması)
olgunlaşmış olması gerekir; yani bilimsel sosyalizm
silahı ile teçhizatlanmış öncü bir proletarya müfrezesinin
var olması, proleter yığınların oldukça büyük bir kısmının
kendi partisinin komutlarına kulak vermesi ve işçi-köylü
ittifakının sağlanması, bu ittifak üzerinde bütün anti-emperyalist
sınıf ve zümreleri kapsayan bir milli cephenin kurulmuş
olması, veyahut bu yolda epeyce mesafe katedilmiş olması
gerekir..." (B.Yazılar Sf,105)
Ölçü, mantık doğrudur. Ölçü, "bilinçlenme ve örgütlenme
düzeyi"dir.
Bu tespitlerin yapıldığı dönemden bu yana, yıllar geçti...
Devrimde proletaryanın rolü daha çok netleşti. Ama,
"fiili" öncülüğü, "ideolojik öncülüğün"
karşısına koyan oportünizm, arpa boyu yol almadı!
Denilebilir ki; Mahir, MDD platformunda, küçük burjuvazinin
önderliğine karşı, proletaryanın önderliğini bayrak
edinir.
Devam edelim... Leninist devrim anlayışında proletaryanın
önderliği önemlidir; Mahir, bu yazısında, tam bu noktada,
bir sıçrama yapmıştır. Bu sıçrama, doğal olarak MDD
ile sosyalist devrim ilişkilerine yansımaktadır. Aktaralım:
"Devrimle birlikte kurulacak olan işçi-köylü iktidarı
içinde proletarya bu devrimi derinleştirerek, proletarya
devrimi için dönüşümü sağlama imkanlarına sahip olur."
(B.Yazılar Sf, 90)
"Demokratik devrim ile sosyalist devrim arasında
bir Çin Setti yoktur. Stalin'in deyişiyle, burjuva demokratik
devrim ile sosyalist devrimi bir tek zincirin iki halkası
olarak ve bir tek tablo olarak görmek gerekir."
(B.Yazılar Sf, 91-92)
Daha önce, "Son Gençlik Hareketi Üzerine"
ve " Revizyonizmin Keskin Kokusu" yazılarında;
Mahir, demokratik devrim ile sosyalist devrimi, tıpkı
Mao gibi, "iki devrim süreci" olarak ele almış
ve bundan dolayı çözümlemesini netleştirememişti.
Ancak burada, proletaryanın önemi, devrimde proletaryanın
hegemonyası, her iki devrim arasındaki ilişkiyi güçlendirmiş
ve "tek bir zincirin iki halkası olarak ve tek
tablo olarak", aralarında "Çin Settinin"
olmadığı iki devrim olarak çözümleme noktasına ulaşmıştır.
Bu arada her ne kadar, hala "MDD" kavramı
kullanılsa da, varılan sonuç, gerçek bir ilerlemedir.
Bu ilerleme, Kesintisiz Devrim 1-2-3'de devam edecektir.
Tam da bu noktada söylenmesi gereken şudur: Mahir, MDD
tezini en çok Stalin ile Mao'dan beslenerek savunur.
Ve daha çok da Çin Devrim deneyimini referans olarak
ele alır. Fakat bu konuda Mao'nun "Yeni Demokratik
Devrim" anlayışı ile adı konulmayan bir hesaplaşma
içindedir. Ne var ki bu hesaplaşma daha çok, henüz tanımlanmayan,
cepheden çatışmayan bir kopuşun ayak sesleridir.
Mahir, ülkesinin coğrafyasında, kendi ayakları üzerinde,
M-L'nin doğruları ile ilerlemektedir.
Doğal olarak, bu ilerlemenin her adımı, bir hesaplaşmadır.
Bu konuya, Mao'nun "Yeni Demokratik Devrim"
anlayışını ele alacağımız bölümde yeniden ve daha geniş
biçimde döneceğiz.
Oportünizmin temel özelliklerinden biri, kendi öz gücüne
güvenmemek, sağındaki güçlerden medet ummak, onlara
bel bağlamaktır.
PDA'da ifadesini bulan sağ sapma, proletaryanın objektif
ve sübjektif olarak devrimde önderlik yapamayacağını
ileri sürerken, gerçekleri ters yüz eder, Kemalistlere
önderlik rolünü verir. Tabii, kendisi de "Milli
Cephe..." söylemi içinde, artçı rolüne talip olur.
Oportünizmin bu niteliği hiç değişmemiştir. Bu gelenek,
PDA geleneği, bugün oportünizmle sosyal şovenizmi bütünleştirerek
karşı-devrimci bir karaktere bürünmüştür. Ama denilebilir
ki, onun bu özelliği, çok eskilere, MDD içindeki bu
saflaşmalar dönemine kadar uzanır. Kemalistlere övgü
dizmek ise, sadece o günlere özgü değildir. 12 Mart'ta
Açık Faşist Diktatörlük alkışlanarak, 1975-80 döneminde
"Milli Birlik Hükümetleri" formülleri gündeme
getirilerek, bugün de KUKM (Kürdistan Ulusal Kurtuluş
Mücadelesi) karşısında, Sevr'ci bir mantıkla, "İkinci
19 Mayıs Çıkarması" söylemi dillendirilerek, MGK
solculuğu yapılarak ipliği pazara çıkan Kemalizm diriltilmeye
çalışılmaktadır.
Bunca yıla ve bunca acı tecrübeye rağmen oportünizm
cephesinde değişen bir şey yok!..
Mahir doğru bir halkayı tutmuştu ve "bugün emperyalizme
karşı ilk boy hedefi Kemalistler değil, proleter devrimcilerdir"
(B.Yazılar Sf.108) diyerek, proletaryanın bağımsızlığını
göz bebeği gibi korumuş, savunmuştur. Bir yandan, en
geniş kesimleri anti-emperyalist mücadelede bir cephe
mantığı ile yan yana getirmeyi savunurken, diğer yandan
proletaryanın bilinçlenmesine ve örgütlenmesine özel
önem vermiştir. Birbiri ile diyalektik bir ilişki içinde
bulunan bu iki görev, Mahir'de "ünlü ikili görev"
olarak tanımlanmış, çelişki yasasının usta bir kavrayışı
ile bu iki görevi, birbirine eklenen zincirin iki halkası
gibi yakalamıştır. Proletaryanın partisinin inşası ile
ulusal bir cephe karşı karşıya getirilmemiştir. Öncelik
birinciye, proletaryanın partisine verilerek çıkış noktası
çağın devrimci gücünden yana formüle edilmiştir.
"... Proleter devrimciler olarak bizlerin ana görevi,
işçi sınıfına sosyalist bilinç götürmek ve işçi kitlelerini
öz örgütlerine kavuşturmaktır...." (B. Yazılar
Sf, 115)
"...Ama bütün bunları yaparken, proletarya hareketinin
siyasal bağımsızlığını göz bebeğimiz gibi koruyacağız!"
(B. Yazılar Sf,113)
"... İçinde bulunduğumuz aşama, demir gibi bir
disipline sahip bir proletarya örgütünün içinde bu hareketi
merkezileştirmektir..." (B.Yazılar Sf,110)
Her şey çok net... Mahir, proletaryanın partisinden
söz etmektedir; ve THKP, bunun bir ifadesi olarak aynı
yılın sonunda somutlaşmıştır...
Bu dönemde, kökenini 3. Enternasyonal'den alan, Lenin'in
2. Kongre'de ileri sürdüğü tezlerden de sapmayı ifade
eden, onun yanlış yorumuna dayanan "işçi-köylü
partisi", modadır. PDA ve ondan kopan İ. Kaypakkaya,
bu yaklaşımların derin izlerini taşır...
Ama Mahir'in duruşu, bakışı çok nettir. Kavramlar bu
dönemde henüz tam olarak yerli yerine oturmamıştır;
ama mantık, bakış açısı çok nettir. Mahir adına "biz
halkın, işçilerin, köylülerin, lazın, kürdün, türkün
partisiyiz" diyenler; bunu, bunca siyasal ve toplumsal
evrime rağmen, adeta, otuz yıl önceye dönerek koyu bir
halkçılık şerbetine bulayanlar, özünde Mahir'i değil,
PDA'yı savunmaktadırlar. Bu güçlerin, KUKM'ne karşı
yaklaşımlar başta olmak üzere, Körfez savaşı'nda vb.
aynı platformlarda olmaları ise, hiç tesadüf değildir.
Bir platforma, sağdan ya da soldan, hangi yönden girildiği
önemli değildir. Önemli olan, o platformun ortak paydalarındaki
buluşmalar ile, alınan tutumların ülke politikaları,
halkların geleceği adına ne ifade ettiğidir.
Yönü ileriye olanlar Mahir'e sadıktır, onu geliştirebilir;
pragmatizmi kendine kıble yapanlar ise asla!..
Gerçek bir proletarya partisi, elbette sosyalist hareketin
birikimine dayanır. Bu birikimi görmeyenlere, özgücüne
güvenmeyip Kemalistlerden beslenenlere Mahir'in yanıtı
çok nettir: "Türkiye'deki sosyalist hareketin yarım
asırdan fazla bir geçmişi, bir tarihi vardır..."
(B.Yazılar Sf,109) Dahası, TİP'in, 1965 seçimlerinde
almış olduğu 300 bin oy için de bu birikimin temel rol
oynadığını ileri sürer.
Proleter devrimci hareket, bu tarihsel birikime dayanarak
parti kimliğine kavuşacaktır. Ancak bu, aynı zamanda
politik tarz sorunu, yaşamsal önem taşımaktadır. Tarihsel
birikimi görüp onu eleştirel ele alanlarla; her şeyi
kendi ile başlatıp, kendi ile bitiren ben merkezci anlayış
sahipleri aynı olabilir mi? Elma ile armut toplanmaz.
İnkarcı tarz ile eleştirel tarz, tarihsel olanla olmayan,
sosyalist harekete bütünsel bakan ile bakmayan, kolektif
olan ile bencil olan, hiçbir zaman aynı kefeye girmez.
Bunlar iki farklı tarzdır, iki farklı sınıf tavrıdır.
Mahir'in tarzı, proletaryanın tarzıdır; proletaryanın
tarzı, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi tarzıdır...
Bu politik tarzı, hep yükseklerde tutacağız.
Bu bölümde son söz olarak şu söylenebilir: Yukarıda
ele aldığımız gibi, proletaryanın önderliği ve bağımsızlığı,
devrimci savaşımda özel bir yer tutar. Bu yaklaşım,
sosyalist hareketin Kemalizm'in yoğun etkisi altında
geliştiği bir dönemde, aynı zamanda Kemalizm'den kopuşun
ilk işaretleridir. Ancak buna rağmen bu kopuş tam sağlanamamıştır,
programatik düzeyde yerli yerine oturmamıştır. Bundan
dolayı, "Milli Devrim", "Milli Devrimci
Yol", "İkinci Milli Kurtuluş", "
Kemalizm, emperyalizme tavır alıştır" kavramları,
bu temelde "CHP" değerlendirmesi, Kemalizm
lekeleri olarak varlığını sürdürür.
MDD içindeki bu sağ sapma ile hesaplaşma, bu yazı ile,
"Sağ Sapma, Devrimci Pratik ve Teori" yazısı
ile sınırlı değildir. Bu yazı, bu hesaplaşmada birinci
raunttur ve 1970 yılının Haziran ayında yayınlanan,
Aydınlık Sosyalist Dergi'nin 20. sayısında devam eden
bu polemik, "Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine"
yazısı ile devam etmiştir.
<<YAZININ
DEVAMI İÇİN BURAYI TIKLAYINIZ>>
|