- BÖLÜM YA DA KISA BİR GİRİŞ
22 Şubat 2025 tarihli A. Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile Ekim ayı başından bu yana yeniden güncelleşen Kürt sorunu tartışmaları yeni bir boyut kazandı. Kürt yurtsever hareketin birçok kesimi başta olmak üzere, bazı çevreler bu çağrıyı “tarihsel çağrı” olarak tanımladı, umut ve endişe iç içe birçok değerlendirmeler şu ya da bu biçimde yerini aldı.
Hemen ifade edelim, bu konuda, şubat ayında kamuoyuna sunduğumuz “Kürt sonunu; Tasfiye mi Barış ve Demokratik Çözüm mü” yazımızda bir ana çerçeve sunmuştuk. Şeffaflıktan uzan işleyen bu süreç, örneğin 2013-2014 çözüm süreciyle kıyaslarsan fersah fersah geri bir noktada, Öcalan’ın çağrısıyla yeni bir boyut kazandı, hem teorik ve programatik hem de güncel açıdan, bu çağrı devrimci eksende eleştiriyi hak etmektedir. Bu anlamda sadece bir sayfalık bu çağrıyı, aşağıda paragraf paragraf ele alacak, politik duruşumuzu ve bakış açımızı özetleyeceğiz.
Bu açıdan, bir anlamda bu çalışmamız az önce ifade ettiğimiz Şubat 2025 tarihli “Kürt Sorunu: Tasfiye mi Barış ve Demokratik Çözüm mü” yazımızın devamı niteliğindedir.
Ayrıca bir kez daha ifade edelim, biz, sadece Kürt sorununu değil, her sorunu kendi açımızdan, ideolojik-politik bakış açısı ve duruşumuzdan hareketle ele alırız. Bizim için Marksizm ve Leninizm, bir başka ifade ile devrimci sosyalizm ana zemindir. A.Öcalan çoktan bu zeminden koptu, onun bu zeminden kopuşu yeni de değildir, daha net bir kavşağı ifade edersek, İmralı savunmaları önemli bir kırılma noktasıdır. Bu geriye dönüş, liberal savrulma ile örneğin aşağıda ele alacağımız “Çağrı’nın ideolojik-teorik zemini aynıdır, bir devamı ya da özetidir.
A.Öcalan ile artık Marksist-Leninist bir ideolojik-teorik zeminde tartışmanın, polemik yapmanın anlamı da yoktur. O kendi ideolojik-teorik zeminde, biz kendi zeminimizde sorunları ele alıyoruz.
Bu anlamda da ayrım çizgilerimiz çok nettir.
Herkes, kendi ideolojik- politik zeminine; A. Öcalan liberalizm, biz devrimci sosyalizm bayrağı altındayız
- BÖLÜM ÇAĞRIYA/ AÇIKLAMAYA DEVRİMCİ YANIT
Bir sayfalık “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” elbette A. Öcalan’ın kaleminden çıkmıştır, ancak anlaşılıyor ki, bu çağrı, aylar süren, hatta bir iddiaya göre bir yıl önceden başlayan “devlet yetkilileri” (siz MİT yetkilileri anlayın) yapılan görüşmelerin sonucu, her satırı bu “devlet yetkilileriyle üzerinden çalışılarak hazırlanmıştır. Nitekim S. Süreyya Önder tarafından sözlü açıklanan notta bu yönde bir işarettir.
Biz, yöntem olarak, bu çağrıyı paragraf paragraf inceleyerek politik eleştiri ve tutumumuzu ifade edeceğiz. Sanırız, bu yöntem daha net ve açıklayıcı olacaktır.
Açıklama başlığı şudur: “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”
Bir çağrı olduğu açık, ancak çağrının içeriğine bakılınca bu çağrı dolaysız, direk PKK’ye, ancak çağrı/ açıklama başlığı asıl olarak iktidara, egemen erke, devlete olması gerekli. Çünkü onurlu barış ve demokratik çözüm talebi on yıllar yurtsever hareket tarafından ifade edilirken, “demokratikleşme” söylemini dillerden düşürmezken, iktidar ve devlet bunlara kulağını tıkamış, tam tersine üst üste kapsamlı ve stratejik saldırılarını sürdürmüştür. O halde bu başlıkta anlamını bulan çağrı asıl iktidara ve devlete olması gerekir.
Bu paradoksu ifade ederek daha önemli ve asıl konulara geçelim.
1)Çağrının özünü de içeren ilk ve PKK’nin feshini ifade eden özlü paragraflar şudur:
“PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. asrı, iki dünya savaşı, reel-sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkârı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur.
Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır. 1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.”
Uzun PKK tarihi anlatmak bu yazının konusu değil, 1970 ortasından doğan PKK bugüne kadar sadece varlığını sürdürmedi, Kürdistan’ın dört parçasında örgütlü bir güç oldu, bir dizi demokratik kazanım, devrimci deney ve kavganın öznesi oldu. Başarı gibi başarısızlık, doğruları olduğu gibi yanlışları da oldu. Bağımsız ve Birleşik Kürdistan devrimini stratejik hedef olarak belirledi, milliyetçi ve reformist zeminde değil, ideolojik-politik- teorik zemini Marksizm- Leninizm oldu, Türkiye devrimci hareketinden 71 silahlı mücadelesinden, daha özel ifade ile P-C ve Mahir Çayan’dan etkilendi ve devrimci bir yerde durdu; “Kürdistan Devriminin Yolu” kuruluş manifestosudur. Bu anlamda PKK’nin doğuşu doğal olarak doğduğu dünya ve ülke zeminden, bu temelde ilişki ve çelişkilerden doğrudan etkilenmesi doğaldır; her politik örgüt/parti içinde bulunduğu dünya ve ülke zemininden etkilenir, tahlil eder, buna yönelik kurtuluş programı yapar.
Peki, dünya, bölge ve ülkede, bu zemin önemli ölçüde değişti mi?
Evet değişti.
En önemli değişim, dünyanın 1/3 kapsayan sosyalim cephesinde oldu, Reel sosyalizm çöktü. Sadece reel sosyalizm değil, bununla sıkı bağlar içinde devrimci ulusal kurtuluş savaşları da ciddi bir gerileme yaşadı. Böylece iki kutuplu dünya yerini çok kutuplu, emperyalist merkezlere bıraktı; emperyalistler arası çelişki yeni boyut kazandı, yeni ve kapsamlı hegemonya kavgası dünyanın her yerine yayıldı. Sosyalizmin “yan ürünü” olan “sosyal devlet” bir kenara atıldı, demokratik ve sosyal alanda bir dizi kazanım tasfiye edildi, neo liberal sömürü derinleşerek her köşeye yayıldı. Kapitalizm ve emperyalizm iç işleyişi, sömürü ve hegemonya biçimlerinde yeni biçimler ortaya çıktı. Kapitalizmin özü değişmedi, sömürü ve talanda sınır tanımaz oldu. Küreselleşme masalında ifade edilenin tam tersi “ulus devlet” yok olmadı, ulus devlet daha yetkinleşti, burjuva demokrasi adım adım budandı, sadece sömürge ve yeni sömürge ülkelerde değil, emperyalist ülkelerde de devlet yeni ve katı biçimler aldı. Yeni sömürge ülkelerde sürekli faşizm Metropol, emperyalist ülkelerde de burjuva diktatörlüğü başlıca iki devlet biçimi olarak egemenlik kurdu. Yeni sömürgecilik ve sömürgecilik ortadan kalkmadı, devam etti, ancak daha derinleşti, sömürge ve yeni sömürge ülkelerde yeni katmanlaşmalar oluştu. “Sosyalizm öldü” söylemi ve ideolojik saldırısı post modern bir kültürle iç içe işçi sınıfı halkın üstüne püskürtüldü.
Kısaca birçok alanda, kapitalizmin sömürü ve hegemonya biçimlerinde, emperyalistler arası ilişki ve çelişkilerde, emperyalizm ile sömürge ve yeni sömürge ülkeler arasındaki ilişki ve çelişkilerde, emperyalizme ve kapitalizme karşı alternatif güçler, yani sosyalizm ve devrimci ulusal kurtuluş savaşları ve bu eksende kurulan ilişki ve çelişkilerde ciddi değişimler söz konusudur. Bir başka ifadeyle, 1970 dünya ve ülke koşulları ile 1990 sonrası dünya ve ülke koşulları ve bu temelde günümüz koşulları aynı değil, ciddi değişimler yaşandı
Bu değişimleri uzatmak mümkündür. Elbette her değişimi devrimci politik hareketler dikkate alır, tahlil eder ve yeni yol ve yöntemler arar.
Bu doğrudur.
Bu konu da biz, devrimci kurtuluş kavgası yürütenler, birçok çalışma ile bu değişim ve dönüşümleri ele aldık, hatta bu değişim ve dönüşümleri çözümleyen stratejik görüşlerimizi halk devrimi programı düzeyine taşıdık.
Ancak Öcalan dünyadaki bu değişime dayanarak hem Marksist- Leninist ideolojik-teorik zeminden koptu, birçok akımdan bir parça alarak yeni ve liberal ideolojik- teorik zemine ulaştı ( bu ideolojik-teorik zemin uzun yıllar var, bugüne ait değil) hem de demokrasi ve devrim savaşımında en önemli araç olan örgütü/partiyi tasfiye önererek, politik mücadelenin en üst biçimini ret ederek yeni bir düzeye ulaşıyor.
Asıl sorun buradadır.
Tasfiyenin ikinci ana gerekçesi, “ ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler..” ise tümden hayaldir.
Kürt ulusunun kimliğinin reddi yüz yıllık bir tarihsel süreci kapsar ve ifade özgürlüğünde de ciddi bir gelişme olmadığı gibi, özellikle saray rejimiyle tam tersi daralma, yok etme, yasa ve anayasayı askıya alma, evrensel ve yerel hukuk sistemini bir kenara atma, keyfi, baskısı bir yönetim vardır. Evet, yurtsever hareketin sömürgeciliğe karşı uzun yılları kapsayan savaşımı, ödenen ağır bedellerle, egemen erki, oligarşiyi Kürt sorununda “vardır ama..” noktasına getirmiştir, ki saray rejimi bugün “Kürt sorunu yoktur “ demektedir, ancak Kürtler bireysel olarak var olsa da ulusal ve demokratik hakları yoktur. Özce, yüz yıllık inkâr ve imha, yer yer biçimsel değişim içerse de özünde kalın bir çizgi olarak, bu siyaset devam etmektedir. Bununla iç içe “ifade özgürlüğü” ise 1970 koşullarıyla kıyaslanamaz ölçüde geri ve ortadan kalkmış durumdadır. 1961 anayasayı çoktan ortadan kalktı, “nisbi demokratik” ortam rüya oldu, düşman hukuku sadece devrimci ve sosyalistlere karşı değil, artık burjuva muhalefete de uygulanıyor, tüm demokratik kazanımlar tasfiye edildiği biliniyor, kayyum siyaseti seçme ve seçilme hakkını kâğıt üzerinde sadece bir cümle düzeyine indirgedi. Onlarca başka örnek de verebiliriz. Kısaca, nereden bakarsak bakalım, Öcalan bir hayal, ütopya yaratıyor, saray rejiminde demokratikleşme eğilimi görürken somut gerçek tam tersi, diktatörlük eğilimi asıldır, açık faşizm sürekli hal almıştır.
Öcalan, 1990 ve T. Özal’lı yılları, bugün saray rejimini “kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler” olarak tanımlıyor, bunları dün “demokratik cumhuriyet” bugün “demokratik toplum” olarak gösteriyor; bu ütopik değerlendirme ve toplum biçimine yeri gelince yeniden döneceğiz.
Bununla bağlantılı olarak, çağrının özüne, çağrının son paragraflarını da dikkate alarak yeniden döneceğiz.
2)Daha önceki 7 maddelik açıklamada da Öcalan Kürt ve Türk ilişkilerine işaret etmiştir. Yeniden ve güncel düzenlemeye de işaret etmektedir. Öcalan iki paragrafı buna ayırmıştır, aktaralım:
“Kürt-Türk ilişkileri; 1000 yılı aşan tarihler boyunca Türkler ve Kürtler, varlıklarını sürdürmek ve hegemonik güçlere karşı ayakta kalmak için gönüllülük yönü ağır basan, hep bir ittifak içinde kalmayı zorunlu görmüşlerdir.
Kapitalist modernitenin son 200 yılı, bu ittifakı parçalamayı esas gaye edinmiştir. Etkilenen güçler, sınıf temelleriyle birlikte buna hizmeti esas bellemişlerdir. Cumhuriyetin tek tipçi yorumlarıyla birlikte bu süreç hızlanmıştır. Günümüzde çok kırılgan hâl alan tarihsel ilişkiyi, kardeşlik ruhu içinde inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir.”
1000 yıllık tarihsel süreçte Kürt ve Türk halkı iç içe ve daha çok da gönüllülük temelinde, ideolojik kaynağı da esas olarak din ve İslam olan bir ittifak, ya da birliktelik yaşadığı açıktır. Bu durum bu coğrafya da önemli bir kazanımdır, eşitlik ve özgürlük temelinde bu kazanımı güçlendirmek de bir görevdir.
Peki, bunu kim “parçalamaya” yönelmiş: “kapitalist modernite” ve bundan “etkilenen güçler”, “cumhuriyettin tek tipçi yorumuyla” bu süreç hızlanmış. Karmaşık bir anlatım var, ancak daha açık yorumlamak mümkündür. Kapitalizmin son 200 yılı yani 19. Ve 20. Yüzyılda emperyalistler Kürt ve Türk ittifakını bozmak için her şey yapmış, “ulus devleti” esas alan ve “etkilenen” güçler (bu güçler kim olabilir, Jön Türk ve Kemalistler) bu kardeşliye zarar vermiştir. Yumuşatmaya gerek yok, Jön Türkler ve bir anlamda onların devamı ve daha gelişmiş biçimi olan Kemalizm “cumhuriyetin tek tipçi yorumu” değil, tekçi, Milliyetçi, şovenist anlayışın ta kendisidir. Ayrıca “kapitalist modernite” denilen kapitalizmin ta kendisidir, bunun en pervasız, din ve Türkçü sos ile en vahşi, baskısı uygulamasını da örneğin saray rejimi sürdürmektedir.
Bir başka ifade ile Türk, Kürt, tüm ezilen halklar arasındaki kardeşlik ruhunu asıl zehirleyen, bozan Türk egemen sınıf ve onun politik temsilcileridir; yüz yıllık gerçek budur.
Ve ancak eşitlik ve özgürlük koşullarında, ancak Türk ulusal demokratik hakları kadar Kürt ulusunun da demokratik hakları meşru, haklı görülüp bu temelde ilişkilerin güçlenmesiyle büyük kardeşleşme mümkündür, görevimiz de budur.
3)A. Öcalan “demokratik toplumu” hedefliyor; “demokratik topum” çağrısının asıl muhatabı da, çağrının başlığında anlamını bulmanın tersine, iktidar ve devlettir.
Her şeyden önce kavramsal olarak “demokratik toplum” sorunlu bir kavramdır. Toplum, alt ve üst yapısıyla, birey, sınıf ve katmanları, bunlar arasındaki üretim ve bölüşüm ilişkilerini, bu temelde oluşan devlet ve devlet sınıf- birey ilişkilerinin toplamını ifade eder. Her toplum biçimi, üretim biçimi ve onunla sıkı bağ içinde sınıflar arası ilişki ve devlet biçimini kapsar. Tarihte çeşitli toplum tipleri, bu toplum tiplerine bağlı toplum biçimleri vardır; ama insanlık tarihi “demokratik toplum” diye bir toplum biçimine şahit olmamıştır. Bu anlamda bilimsel anlamda ne “demokratik toplum” ne de “demokratik devlet” kavram doğru değildir, sorunludur.
Ancak A. Öcalan “demokratik toplum” derken, en ilerisinden burjuva demokrasisini kast ediyor; hatta daha somut ifade edersek, sınırlı bir burjuva demokrasisini içeren kapitalist bir toplumu ifade ediyor. “Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır” derken, böyle bir toplum biçimini tanımlıyor.
Bugünün Türkiye’si böyle bir toplum biçiminden fersah fersah uzaktır.
Peki bu “demokratik toplumda Kürt ulusunun demokratik hakları nedir, Kürt ulusu için, Öcalan bir statüko öneriyor mu?
Bu önemli sorunun yanıtı son derece sorunludur, hatta Öcalan bu konuda en geri noktadadır.
Okuyalım:
4)“Aşırı milliyetçi savruluşun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır.
Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür.”
- Öcalan’ın sadece bugün değil, İmralı savunmalarından bu yana ana paradigması budur. Öcalan ulusların kendi kaderini tayin hakkı temel ilkesini çoktan ret etti, yönünü devlete döndü, teorisini de buna göre oluşturdu.
Uluslar kapitalizmin şafağında doğdu, ulusal pazar, uluslaşma sürecinin ana halkası oldu, ulus devletlerde buna bağlı tarihsel süreçte yerini aldı. Bu tarihin önünü açtı, feodal çiftleri yıktı, kapitalizmin tüm yeryüzünde egemenliğine adım adım ulaştı. Uluslar varsa, her ulusun ulusal ve demokratik hakları da vardır; bu bir gerçektir, bu realite Öcalan “yok” demesiyle de ortadan kalkmaz. Nitekim burjuva devrimleri, daha özel ifade edersek Amerika bağımsızlık savaşı ve insan hakları bildirgesi, bu temelde self – determinasyonu geliştirdi, bunu proletarya, Lenin ve Ekim devrimi ulusların kendi kaderini tayin hakkı olarak geliştirdi; ulusal sorunlar ile sosyalizm arasında güçlü, sıkı, kopmaz bağlar kurdu, ulusal sorunu emperyalizme karşı bağımsızlık sorununa dönüştürdü.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH), her ezilen ulus için, ulusal demokratik hakkı olarak, bağımsız devlet, federasyon, özerklik ya da kültürel özerklik bir haktır. Bu hakkın nasıl kullanacağı da o ezilen ulusa aittir (Lenin’in Finlandiya örneği son derece öğreticidir, başka onlarca örnek de verilebilir). Bu hak Kürt ulusu içinde geçerlidir. Öcalan tüm bu statüleri “aşırı milliyetçi savrulma” olarak tanımlıyor ve “toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” diyor. Yani Öcalan insanlığın yolunu açan ve aydınlatan sosyalizmin ana ilkesinin biri olan UKKTH ret ediyor, bunu “aşırı milliyetçi savrulma” olarak tanımlıyor, “toplum sosyolojine yanıt olmamak” olarak tanımlıyor.
Birincisi, tam tersine başta Çarlık Rusya’da Ekim devrimiyle ezilen ulusların özgürleşmesi tam da bu temel ilkeden hareketle gerçekleşmiştir, bu yoldan Asya, Afrika, Latin Amerika da onlarca ulus yürümüştür. Elbette işçi sınıfının önderlik ettiği uluslaşma süreci ile burjuvazinin önderlik ettiği uluslaşma süreci birbirinden de farklıdır; burjuvazi en ilerisinden burjuva demokrasisini hedeflerken, işçi sınıfı sosyalizmi hedeflemiştir.
İkincisi, bu tez, yani Öcalan’ın tezi Kürt ulusunun kazanımlarıyla da uyumlu değildir. Kuzey Kürdistan da burjuva milliyetçi önderlikle bir federasyon vardır, federal Kürt devleti! Rojava da ise, demokratik ve halkçı, demokratik özerklik vardır. Her iki statü de az çok bilinmektedir; Kürt halkının bu statülerle başta dil serbestliği olmak üzere, meclisi, partileri, bayrağı, kurumları, uluslararası ilişkileri vardır.
Peki, bunlar aşırı milliyetçilik ve toplum sosyolojine cevap değil mi?
Somut ve tarihsel gerçeklik milliyetçi de olsa, halkçı da olsa bu bir haktır, Kürtler bugün bu iki biçimde statü elde etmiştir ve toplum sosyolojisine uygundur.
Biz devrimci ve sosyalizm ekseninde elbette bu statülere eleştiriler yaparız, ama Kürt ulusunun bu tercihlerine saygı gösteririz.
Öcalan’ın “demokratik toplum” modeli bu statülerin gerisindedir, dahası önerdiği bir statü de yoktur. Önerdiği “kimliklere saygı” ve “demokratik örgütlenme” temelinde “devlet ve toplumla bütünleşme”. 90 Özal dönemini “demokratik cumhuriyet” olarak gören, saray rejiminin “yeni paradigmasını öven Öcalan, anlaşılan o ki sınırlı bir hukuki düzenleme ile Kürt ulusunun demokratik tüm haklarını ters yüz ediyor.
Beklentisi var, 21. yüz yılda, saray rejiminden demokrasi bekliyor: “Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir.”
Biz Kürt ulusuna, bugün, bu tarihsel koşul ve kazanımlara bağlı olarak statü derken, Öcalan tüm statüleri ret ediyor. Biz saray rejimini açık faşizmin süreklilik kazanması olarak tanımlarken, ortada bir demokratikleşme eğilimi değil, faşizmin kurumsallaşması eğilimini işaret ederken, Öcalan saray rejiminden demokrasi bekliyor.
İstanbul ve Hakkari’ye, Türkiye ve Kürdistan’a demokrasi geldi de bizim mi haberimiz yok!
5) Tüm bu anlatımlar asıl son iki paragrafta yeniden özetleniyor, çağrının özü de budur:
“Barış ve demokratik toplum döneminin dili de gerçekliğe uygun geliştirilmek durumundadır. Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum.
Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir. “
Bu noktada tekrara düşmeye gerek yoktur. Ve bazı noktaları özetle ifade etmekte yarar vardır.
- Dikkat edelim, Devlet Bahçeli’nin ilk açıklaması, “A. Öcalan DEM parti kürsüsüne gelsin, silahları bıraktığını ve örgütü feshettiğini haykırsın, umut hakkından yararlansın” sözleriyle “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı öz olarak aynıdır. Hatta Devlet Bahçeli’nin sözleri “umut hakkıyla” bir miktar daha ileridir. Bu özde aynılık, bir iddiaya göre son bir yılda yapılan görüşmelerin içeriği hakkında bize bir fikir vermektedir.
- Şimdi moda oldu, Devlet Bahçeli ve T. Erdoğan’a övgü dizmek. Hem toplumsal ve siyasal analize bağlı olarak, daha önce defalarca ifade ettik, bu eğilimin baş temsilcileri olan D. Bahçeli ve T. Erdoğan’dan ne Kürt halkı ne de Türk halkı demokrasi ve özgürlük adına bir gram bir kazanım göremedi, tam tersine hile, oyun ve katı diktatörlük eğilimi gördü. Bu övgü modasına uyanları da, bu noktayı eleştirel ele alanları da tarih not ediyor.
- Kürt ulusu, bugün ne elde etmişse, ne demokratik kazanım elde etmişse, parti önderliğinde, basitten karmaşığa geniş halk kesimleri örgütlemesinden ve silahlı mücadeleyi politik mücadelenin bir parçası olarak ele almasından elde etmiştir. Örgütsüz Kürt hiçbir şeydir, örgütlü Kürt her şeydir. Kazanımlar da, örneğin Rojava devrimi ve demokratik özerklik statüsü de silahsız savunulamaz.
- Saray rejiminin, sürekli faşizmin dayattığı tasfiyedir. Saray rejiminde oyun bitmez, uzağa gitmeye gerek yok, bırakalım devrimci hareketi, bugün burjuva muhalefet olan CHP’ye yaptıkları ortadadır. Kürt halkı saray rejiminin bin bir oyununa, saldırı ve tasfiye girişimine muhatap oldu, kapsamlı yaşadı. Hiç şüphesiz, eğer ciddi bir onurlu barış ve demokratik çözüm adımı varsa yurtsever hareket her bir bölüğü ile bunu değerlendirmek zorundadır; ama ortada oynanan oyuna da dikkat etmek zorundayız.Bu anlamda, daha önce ifade ettik, “onurlu barış ve demokratik çözüme evet, saray rejiminin oyunlarına hayır” ; açıklıktan yoksun yürüyen bu süreçte ne onurlu barış, ne de demokratik çözüm yönünde ciddi bir adım söz konusu değildir. Tam tersine saray rejiminin birçok olgu ve veriye bakarsak tasfiye dayatması içinde olduğu bir gerçektir.
- Sadece Türkiye halklarının değil, Kürdistan halklarının da gerçek ve tam kurtuluşu demokrasi savaşımının kazanımı ve bu kazanımların devrim ve sosyalizme bağlanmasıyla sağlanabilir. Yönünü devlete, sürekli faşizme dönen Öçalan’ın yanlış ve hayali teorik “açılımları” bir yana Kürt ulusu, demokrasi ve devrim kavgasında stratejik ittifaktır.
Bugünün somut, devrimci ve ana taktiği sürekli faşizmin özü olan saray rejiminin yıkılmasıdır; saray rejimi de varlığını sürdürmek için halk muhalefeti ile Kürt halkının muhalefeti arasındaki bağı koparmayı temel taktiğinin biri yapmaktadır. Oynanan oyunlarda bu zeminde biçim almaktadır. Saray rejiminin tüm çizgisine bakarsak, çok uzağa gitmeye gerek yok daha üç, beş ay önceye bakarsak, saray rejimine karşı gelişen burjuva muhalefet ile içinde DEM partinin de yer aldığı halkçı muhalefet arasına nasıl bir kama sokmak istediği bilinmektedir. Kürt yurtsever, halkçı harekete gülümsemek, sol ve devrimci harekete, burjuva muhalefet CHP’ye sopa ve saldırı ancak böyle okunur.
Emperyalizme karşı bağımsızlık, faşizme karşı demokrasi, kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesini en sivri ucu, hedefi de saray rejimidir.
Devrimci Kurtuluş bu yoldan yürüyor; bu temelde bir adım daha!
NİSAN 2025
COMMENTS