KÜRT SORUNU; TASFİYE Mİ BARIŞ VE DEMOKRATİK ÇÖZÜM MÜ?

HomeBDB AÇIKLAMALAR

KÜRT SORUNU; TASFİYE Mİ BARIŞ VE DEMOKRATİK ÇÖZÜM MÜ?

KÜRT SORUNU; TASFİYE Mİ BARIŞ VE DEMOKRATİK ÇÖZÜM MÜ?

Kürt sorununda, 2013-15 “çözüm sürecinin” çökmesiyle, Dolmabahçe mutabakatın, masanın devlet ve T. Erdoğan tarafından devrilmesi sonrası, 10 yılı kapsayan büyük bir yıkım ve “çökertme planı” süreci içinde hem iç hem de dış gelişmelere bağlı olarak yeni bir süreç, yeni bir tartışma başladığı açıktır.
Henüz hiçbir adım, olgu, somut bir gelişme yok, her gün, her saat değişen söylem eşliğinde, adeta papatya falı açarak bir dizi tartışma, yorum günlük yaşamda yerini aldı. Umut ya da umutsuzluk, beklenti, hayal ve gerçekler iç içe devam eden bir süreç ve tartışma var. Bu anlamda, aslında bazı somut gelişmeleri de beklemekte yarar vardır, ama bunca karmaşa içinde, bu sorunda, devası ve uluslararası bir aşamaya ulaşmış olan Kürt sorununda, en fazla söz sahibi olanların, devrimci ve sosyalistlerin daha güçlü sesinin çıkması da zorunludur.

ÖNCE GÜNCEL KISA BİR ÖZET

Güncel tartışma ve gelişmeler, 1 Ekim’de Devlet Bahçelinin DEM parti sıralarına giderek el sıkmasıyla başladı, sonra İmralı ve A. Öcalan ile görüşme çağrılarıyla devam etti. MHP ön aldı, AKP geri konumda mevzilendi, günlerce, bu eksende yorum ve komplo teorileri tartışıldı, nihayet aynı politikanın iki aktörü olduğu anlaşıldı. DEM parti bu “adıma” abartarak yaklaştı, büyük “önemler” atfetti, nihayet bir DEM parti heyeti Öcalan ile iki defa görüştü, flu resim kısmen, çok sınırlı netleşmeye başladı, DEM parti saflarından “her zamandan daha umutlu” söylemleri gelişti, Kandil temkinli yaklaştı, “süreci gözleyeceğini, somut bir gelişme olmadığını” açıkladı. Gözler asıl Suriye’ye çevrildi. Bir yanda HTŞ başta Türkiye (siz bunu saray rejimi anlayın) ve emperyalist güçler olmak üzere uluslararası düzlemde kendine meşruluk aradı, diğer yanda Hristiyan ve Alevilere yönelik yeni saldılar güncellendi, Rojava, Türkiye ve ÖSO isimli paramiliter güçlerin yoğun saldırılarına maruz kaldı, Halep ve Şam’a yeni plaka numaraları verildi, Neo-Osmanlı hayalleri ayağa kalktı, hegemonya savaşı yeni boyutlar kazandı.
Özetle iç içe, iç ve dış gelişmelerin iç içe olduğu bir süreç içinden geçiyoruz, bu süreçte her gelişme, artık uluslararası boyut alan Kürt sorunu, bu güçler savaşı içinde yeniden biçimlendirirken, yeni tartışma ve süreç başlamıştır.
Süreci ve Kürt sorunu ekseninde tartışmaları daha iyi anlamak için, hem iç hem de dış gelişmeleri özetlemekte yarar vardır.

İÇ GELİŞMELER

İç gelişmeleri birkaç başlıkta toplamak mümkündür.
Bir; derinleşen neo-liberal sömürü düzeni kendi sınırlarına fiziki olarak dayanmış, büyük bir yoksullaşma ve bu temelde büyük bir toplumsal çöküş yaşanmaktadır. Bu çöküş, sadece ekonomik alanda değil, siyasal, sosyal ve kültürel alanda da derin biçimde yaşanmaktadır. Saray rejimi, her gün, her sıkıştığında halktan “sabır” beklemekte, boş hayaller yaymakta, ancak her gün, her ay, her yıl daha kötü ve derin bir tablo ortaya çıkmaktadır. Yalan, rakamlarla oynamak, din, milliyetçilik ya da başka değerleri kullanmak artık çözüm üretmiyor. Tarım tümden çökmüş, sanayi de tek bir adım atılmamış, savaş ekonomisi ve talan tüm kaynakları emmiş; işçi, memur, emekli, tüm çalışanlar açlıkla terbiye edilmiş durumda. Ulusal gelirden pay alma, en üst ile en alt katmanlar arasındaki fark korkunç açılmış, ara katmanlar çökmüş, yoksullukta geniş halk kesimleri adeta eşitlenmiştir. Sadece ekonomik alanda değil, sosyal ve kültürel alanda da büyük çöküş ve yozlaşma halka dayatılmış, işçi ve emekçiler nefes alamaz hale gelmiştir.
İki; bu sosyoekonomik düzen üzerinde biçim alan devlet, yani sürekli faşizm, hiçbir sorunu (konut, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, kadın, din ve inanç özgürlüğü gibi bir dizi sorun) çözmemekte, demokratik tüm alanları kapatıp, tüm kazanımları tasfiye etmekte, kendi anayasa ve yasalarını askıya almakta, adeta çete hukuku işlemektedir.
Üç; bunun devamı olarak, Kürt ulusunun demokratik kazanım ve hakları yok sayılmakta, uluslararası bir konuma yükselen Kürt sorunu, hem çoklu krizin en önemli nedeni, hem de en önemli sonucu olmaktadır.
Dört; 31 Mart yerel seçimleri, saray rejiminin sadece tıkanmasını değil, aynı zamanda yeni arayışları da açığa çıkarmıştır. Burjuva muhalefet kısmi bir başarı elde etmiş, saray rejiminin meşruluğu tartışma konusu olmuştur.
Tüm bunları toplarsak, saray rejimi, çeteleşen devlet, çok yönlü bir kriz ortamında tıkanmıştır.
Bu tıkanmaya karşı, en sivri uç, toplumsal muhalefet Kürt hareketidir.
Bu çoklu krize karşı saray rejimi, burjuva muhalefet dahil, saray rejimine muhalefet eden tüm kesimlere yönelik yeni ve bir dizi saldırıyı devreye koymuştur.

DIŞ GELİŞME VE SURİYE

Sosyalizmin büyük geriye düşüşü sonrası, emperyalist- kapitalist sistem, hem kriz girdabından kurtulamamış, hem de bunun devamı olarak, bir yandan neo-liberal sömürüyü derinleştirirken, diğer yandan savaş ve işgalleri yeryüzüne yaymıştır.
Emperyalist- kapitalist sistem, reel sosyalizmin yenilgisi sonrası, iki kutuplu olmaktan çıkmış, güç ve çıkar temelinde çok merkezli, kendi arasında hegemonya kavgasının büyüdüğü bir sürece girmiştir. Bir başka ifade ile sosyalizm ve devrimci ulusal kurtuluş savaşları karşısında zorunlu olarak entegrasyona giren, çelişkilere rağmen emperyalist blok içinde saf tutan emperyalist güçler, hem çok merkezli hem de kendi arasında çelişkilerin yoğunlaştığı bir döneme girmiştir. 4. Bunalım döneminin ana özelliğinin biri de budur. Yaşadığımız son yıllar, bunun adeta bir resmi gibidir; bir yanda Ukrayna/NATO ile Rusya savaşı, diğer yanda adeta üçüncü dünya savaşının minyatürünün yaşandığı Orta Doğu, Filistin, Lübnan, Suriye, Kürdistan adeta savaş alanına dönüşmüştür.
Rusya karşısında, sadece Ukrayna yok, NATO ve tüm emperyalist güçler var. Orta doğu kan gölü, bir yanda ABD, İngiltere, İsrail ekseni, diğer yanda Rusya, İran ekseni, bir başka yerde Çin ve Almanya, Fransa gibi Avrupa merkezli hegemonya kavgası. Çok kez asimetrik bir savaş, dinamik bir süreç, bin bir bağla birbirine bağlı, karmaşık ilişkiler bütünü.
Saray rejimi, Kürt sorunu tümden tasfiye etmek için, hatta dış politikasının ana eksenine Kürt yurtsever hareketi tasfiyeyi koyduğu için bin bir ilişki ve tavizle, sık sık da dengelere oynayarak bu süreçte yerini aldı. Uzun yıllar, gelişen kapitalizm üzerinden “Neo- Osmanlı” hayalleri bu politika ve ilişkilerin merkezi oldu. İçte, yurtsever hareketi tasfiye etmek için “çökertme planı”, diğer adıyla “Tamil planını” devreye koydu, diğer yandan sömürge savaşını tüm Kürdistan’a yaydı. Rojava devrimini boğmayı her şeyin önüne koydu, bu temelde kirli ilişkiler kurdu, bir dizi savaş suçu işledi.
Suriye de Esat rejiminin çökmesi, her şeyi açığa çıkardı. Saray rejimi, uzun yıllar, ikiyüzlüce ABD, İngiltere, İsrail ekseninde yer alırken, öte yandan Rusya, İran eksenine de oynadı. Bir yandan Filistin soruna sahip çıkıyor göründü, Sünni İslam temelinde de bir dizi kirli ilişki kurdu, öte yandan işgalci ve sömürgeci İsrail ile iş tuttu. Esat rejimi çökünce, saray rejimi, HTŞ üzerinden “zafer” ilan etti. Bir yandan Rojava devrimini tasfiye için, örgütlediği, silah ve para desteği verdiği ÖSO ile yeni saldırıları devreye koydu, diğer yanda Neo Osmanlı rüyası için fırsatların geldiğini düşündü. Sünni İslam temelinde, bir dış politika geliştirdi; bu Neo Osmanlı yayılmacılığının ideolojik ekseni oldu.
Suriye, şimdi, çok merkezli, çıkar ve güç savaşları için yeni bir alandır. Şimdilik, İsrail, ABD, İngiltere ekseni kazandı, saray rejimi de bu pastadan pay aldı. Ama hegemonya kavgası devam ediyor ve daha derin kaotik bir süreç önümüzde duruyor.
İşte tüm bu gelişmeler, sürekli faşizmi, saray rejimini, yeni bir hamleye itiyor.
Bu hamle, “iç barış” adına, sadece burjuva muhalefeti, başta CHP olmak üzere diğer burjuva partileri saray rejimi hizasında tutmak değil, bununla birlikte, çok daha önemlisi, kör düğüm olan Kürt sorununu içte ve dışta, “Misak-ı Milli” hayalleri temelinde “çözmek” bu temelde Kürt ulusu üzerinde yeni bir oyunu devreye sokmaktır.
İşte İmralı hamlesi bundan dolayı yeniden güncellenmiştir.

GÜNCEL SÜREÇ VE ÖCALAN’IN 7 MADDESİ

Bu iç ve dış nesnel olgulara işaret ederek, daha güncele gelmekte yarar vardır.
Bir dizi yorum, gizemli atmosfer içinde, DEM parti heyetinin İmralı ziyareti ve açıklanan 7 madde, sisi kısmen dağıtmış, tablo tam olmasa da kısmen anlaşılır olmuştur.
Yapılan iki görüşmede kamuoyuna yansıyan en önemli belge, Öcalan’ın görüşlerini açıklayan, kısa ve özet 7 maddedir; buna geleceğiz…
Ancak, konuyu daha yakın anlamak için, hem saray rejiminin hem de Kürt yurtsever hareketin soruna nasıl yaklaştığını ve de tüm bu yeni hamle öncesi, Oslo, İmralı eski görüşme ve hamlelerini de akılda tutmakta yarar vardır.
100 yıllık bu devası sorun, bugüne kadar inkâr ve imha siyasetiyle Türk egemen sınıflar ve süreklilik içinde devletin aldığı tüm biçimler (Kemalist diktatörlük, sürekli faşizm ve sürekli faşizmin farklı dönemlerde aldığı çeşitli biçimler) tarafından ele alındı. Hiç şüphesiz, özellikle 1990 sonrası zaman zaman “Kürt sorunu var” cümleleri de kuruldu, dahası, direkt ve dolaylı görüşmelerde yapıldı. Bunların en kapsamlısı Oslo ve İmralı görüşmeleri oldu. Bugünkü İmralı hamlesi ile kıyaslanınca 2013-15 çözüm süreci çok daha kapsamlı, toplumsal ve siyasal boyutları geniş bir hamleydi.
Ancak, tüm bunlara rağmen ana eğilim, ana paradigma inkâr ve imha siyaseti oldu.
1 Ekim’de Devlet Bahçeli DEM parti sıralarına giderek el sıkması ve sonrası, bu projenin öndeki yürütücüsü görünen MHP ve Devlet Bahçeli için, hala “Kürt sorunu yoktur, çözüm süreci gibi bir süreç yoktur, silahları bıraksınlar, PKK kendini tasfiye etsin, Öcalan umut hakkından yararlansın” eksenindedir. AKP, özellikle de T. Erdoğan geri planda duruyor, onlara göre de “Kürt sorunu çözüldü, ya silahları bırakırlar ya da silahlarla gömülürler, ince ince bu hamle düşünüldü “.
Toptan bakarsak, devletleşen AKP-MHP bloku, 100 yıllık inkâr ve imhada ısrar ediyor, “Kürt sorunu yoktur” diyerek, sorunu “terör sorununa” indirgiyor; görünen o ki, bu “terör sorununu” da İmralı üzerinden çözmeye çalışıyor, Kandil dışta tutuluyor, yurtsever hareketi parçalama senaryoları da devreye souluyor.
Yurtsever hareket ve DEM parti, bu devrimci ve halkçı gelenek sadece bugün değil, 1993 yılından bu yana “onurlu barış, Kürt sorunun demokratik çözümü” diyor.
Ayrıca, bugün DEM parti içinde “her zamandan daha umutluyuz” diyenler olduğu gibi, özellikle Kandil temkinli ve saray faşizmin taktikleri gören bir yerden yaklaşıyor.
Bu noktada şunu ifade edelim, Kürt yurtsever hareketini tek bir parçadan görmek mümkün değil, elbette kendi içinde de farklı eğilimler olacaktır; bu genel çerçeve içinde en “yumuşak” halkanın da İmralı olduğunu ifade edelim. Her şeye rağmen, devleti ve onun strateji ve taktikleri en iyi tanıyan da yurtsever harekettir; bunu da ifade etmekte yarar vardır.
Anlaşılacağı üzere, devletin ana yaklaşımı ile Kürt yurtsever hareketin yaklaşımı birbirinden farklıdır. Faşizm, saray rejimi, “tasfiye” diyor, Yurtsever hareket “onurlu barış ve Kürt sorunun demokratik çözümü” diyor.
Bunun altını çizerek not düşelim….
Gelelim eldeki tek somut belge olan 7 maddelik açıklamaya.
Kürt ve Türk halklarının kardeşliğinin tarihsel ve güncel önemi, sorunun çözümünde en önemli alanın birinin TBMM olması, bu devası sorunda kişisel hesaplarının bir yana atılması gibi ana yaklaşımlar hiç şüphesiz önemlidir ve doğrudur. Ayrıca, Suriye ve Filistin / Gazze sorununa bakarak çözümün emperyalist çevrelerden değil, Ankara’da aranması da önemlidir. Bunlara özel bir itiraz yoktur.
Ancak, asıl ana ve güncel sorun şudur: “Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlığa sahibim.”
Öcalan, sadece bugün değil, 1993 yılından bu yana Kürt sorunun Ankara ile çözümünü ifade etmiştir, bu temelde tek taraflı defalarca (7) ateşkes pratiği de vardır. Ayrıca, politik değeri oldukça zayıf ve tartışmalı savunmasında (“İmralı Kavşağında Kürt sorunu” çalışmamızda etraflı ve eleştirel ele aldık), sonraki Oslo ve İmralı görüşmeleri sürecinde, Kürt sorunun çözümünü Ankara’da aramıştır. Bunda özel bir sorun yoktur.
Ancak artık uluslararası bir sorun olan Kürt sorununda Ankara, yani oligarşi ve bugün için somut devlet odağının merkezi olan saray rejiminin, bu devası sorunu demokratik bir zeminde, eşitlik ve özgürlük ekseninde çözüm politikası ya da yaklaşımı var mı, yok mu?
Asıl ve üzerinden atlanamaz soru budur.
Bu ana ve üzerinden atlanamaz sorunun yanıtı, yüz yıllık devlet geleneği ve somut yaşanan pratiklerde. Yüz yıllık inkâr ve imha siyaseti vardır, zaman zaman “Kürt sorunu vardır ve bizim sorunumuzdur” denilse de, asıl eğilim, ana paradigma budur.
Peki, D. Bahçeli ve T. Erdoğan, yani saray rejimi, bu ana eksenin bugün dışına çıkıp barış ve Kürt sorununun çözümü için “yeni” bir şey, söz, eğilim sunuyor mu? Henüz ortada böyle bir söz ya da eğilim yoktur, tam tersine, sadece Kürt hareketini değil, devrimci demokrat muhalefeti, CHP somutunda burjuva muhalefeti susturma, parçalama, tasfiye ve saray çizgisine çekme eğilimi ve pratiği vardır.
Yani, ortada, Öcalan’ın ifade ettiği “yeni paradigma”, demokratikleşme eğilimi, “demokratik dönüşüm” eğilimi yoktur; yüz yıllık paradigma devam ediyor, bu paradigmanın değişimi için yeni bir söylem ve eylem yoktur.
Peki, ne vardır, yaşanan süreç nedir; sürekli faşizmi kurumsallaştırma, bunun için yasal ve anayasal tüm engellerin askıya alınması, yeni ve burjuva muhalefeti de dahil ederek çok yönlü saldırı, Neo Osmanlı hayali temelinde işgal ve ilhak siyaseti. İçte, katmerli sömürü, talan ve yıkım, koyu baskı siyaseti ve bin bir oyun; dışta işgal, ilhak, Sünni İslam temelinde emperyalist hamle ve hayaller.

DEMOKRASİ Mİ SÜREKLİ FAŞİZM Mİ?

Devrimci siyaset somut olgu ve koşullara dayanır, tarihsel süreç ve süreçler temelinde, somut nesnel ve öznel koşulları tahlil eder, somuttan hareketle stratejik, dönemsel ve güncel hedefleri için mücadele eder. Somut koşullar, yani maddi/nesnel ve öznel koşullar hareket noktasıdır, buradan soyut kavramlara ulaşır, somut koşullar, nesnel ve öznel koşullarla sıkı ilişki kurar, sadece “yorumlama” eyleminde değil, “değiştirme” eylemiyle hedeflere yürür.
Burada “boş hayallere” yer yoktur, her “boş hayal” yeni ve büyük hayal kırıklıklarına zemin sunar; burada, bir başka uçta “koşullara teslim olmak” da yoktur. Boş hayaller, belki kulağa hoş gelebilir, ancak devrimci siyasette hiçbir anlamı yoktur; koşullara teslim olmak ise, kendiliğindencilik ve pasifizmdir. Devrimci savaş veya onurlu barış, nesnel ve öznel tüm koşulların sağlam bir analizi üzerinden ısrarlı bir kavgayı gerektirir.
Kürt sorunu, durduk yerde, üç beş maceracının ortaya attığı hayali bir sorun, ya da egemen ideolojinin ifade ettiği gibi “emperyalist kışkırtma/proje” değildir. Ulus ve bu temelde ulusal sorunlar kapitalizmin şafağında ortaya çıktı, eski çok halkçı ve milliyetçi imparatorluklar çöktü, uluslar ekseninde, ulusal pazar etrafında ulusal devletler ortaya çıktı; ulusal devlet, kapitalizm çağında, modern burjuva devleti olarak biçim aldı, feodalizmin evrimci ya da devrimci tasfiyesinde büyük rol oynadı, kapitalizmin önünü açtı. Burada ulus devlet, feodalizm karşısında ilerici bir rol oynar. Kürtlerin uluslaşma süreci, Osmanlı imparatorluğunun dağılma sürecine denk gelir, Osmanlı imparatorluğu çökerken, Balkanlarda, orta doğu da birçok ulus devlet inşa edilirken, Kürt ulusu bu süreçte geç kalır; hatta daha sonra emperyalist ve yerli diktatörlükler tarafından dört parçaya bölünür, her bir parça egemen devlet tarafından iç sömürgeleşir.
Yani, 100 yıllı aşkın, devasa bir sorundan söz ediyoruz, bu sorun orta doğu da çözülmeyen iki ulusal sorundan biridir; Kürt ve Filistin sorunu, orta doğu da iki çözülmeyen ulusal sorundur.
Demokrasi savaşımında en önemli halka olan Kürt ulusunun özgürlüğü sorununun kör düğüm olmasında birkaç ana noktayı yeniden özetlemekte yarar vardır:
Bir, Türk ulus devlete öncülük eden Türk burjuvazisi doğuştan emperyalizme bağımlı, ırkçı ve şovenizm doğdu. Bir yandan Türkiye işçi sınıfı ve halkları üzerinden katı bir diktatörlük kurarken, diğer yandan, bunun devamı olarak, Kürt ulusunun demokratik haklarını yok saydı, imha ve inkâr siyasetini tek yöntem olarak benimsedi. Kemalist diktatörlük, kapitalizmin gelişmesi programını önüne koydu, bir yanda zayıf olan burjuva sınıfı adım adım güçlendirilirken, ulusal pazarın oluşumunda engelleri ortadan kaldırırken, Kürdistanı bu pazarın bir parçasına dönüştürdü, Kürt isyanlarını kanla bastırıp iç sömürgeleştirdi.
İki, sürekli faşizm, 2. Paylaşım savaşı sonrası, yeni sömürgecilik üzerinden, Kemalist diktatörlüğün tüm ırkçı, şovenist, diktatör yanlarını aldı, her dönem, yeni biçim alarak, bugün saray rejiminden somutlaştı. Sürekli faşizmin bu tarihsellik içinde tek biçimi yoktur; açık, gizli, açık ve gizli yanların iç içe, en son tek adam ekseninde saray rejiminde somut biçim aldı. Tekelci sermaye ve içsel olgu olan emperyalizme dayanarak, Türkiye ve iç sömürge olan Kürdistan da halklar üzerinde katı bir diktatörlük kuruldu.
Üç, bir genelleme yaparsak, emperyalist çağda demokrasi hayal oldu, yerini siyasal gericilik aldı. Liberalizm ve neo-liberalizm, burjuva demokrasini inkâr etti; vahşi bir sömürüyü işçi ve emekçilere dayattı, bu sömürü de en önemli araç, kapitalizmin özeti olan ulusal devletler oldu; işte yeni sömürge ülkelerde sürekli faşizm, bu vahşi sömürünün devamı için, elbette her ülkede özgün biçimler alarak ortaya çıktı.
Bu noktada, bir başka soyutlama yaparsak; neo- liberal sömürü düzeni demokrasiyi reddeder hem sömürüyü derinleştirir hem de hak arayışı ve özgürlük talepleri karşısında katı bir devlet otoritesine ihtiyaç duyar.
Tüm bu somut olguları üst üste koyarsak, yüz yılı aşkın Kürt sorunun demokratik çözümünün neden gerçekleşmediği de anlarız.
Peki, bunlarla birlikte AKP ve saray rejimi, bu yüzyıllık sorunu çözmek için adım attı mı? Hayır, tam tersi sorunu bir yandan bin bir oyunla sürüncemeye bırakma taktiği izlerken, diğer yandan sorunun derinleşesinde aktif rol oynadı.
Peki, bugün saray rejiminde somut biçim alan devlet biçiminde, sürekli faşizmin kurumsallaşmasında bir değişim, demokratik bir eğilim, hatta “eski” dönemlerde şu ya da bu ölçüde olan “kısmi demokratik ortam ve iklim” için bir eğilim var mı?
Liberal hayalciler bir yana, mevcut durumda demokratik bir eğilimin zerresi yoktur, demokratik bir eğilimden değil, diktatörlüğün kurumsallaşmasından, aynı anlamda açık faşizmin süreklileşmesinden söz edilebilir.
Burjuva anlamda demokratikleşmeden uzak saray rejimi, işçi ve emekçiye ne ekmek ne demokrasi sunuyor, sadece devrimci muhalefeti değil, burjuva muhalefeti de terörize ediyor, hiçbir yasa, kural ve ahlak tanımadan saldırıyor. Yasaları ve anayasayı askıya alıyor, hukukta hiçbir norm kalmadı, saraya göre hukuk uygulanıyor. Burjuva demokrasisinin bir kazanımı olan seçme ve seçilme hakkı, kayyumlarla uzun yıllardır halkın elinden alındı. Talan ve yıkımda sınır yok, kural, norm, ahlak yok, kadına ve yaşam biçimine saldırı her gün yeni boyut kazanıyor, din ve milliyetçilik ile halk zehirleniyor, yeni işgal ve ilhak adımları emperyalist hayalleri süslüyor. Yani, özetle nereden bakarsak bakalım, hangi konudan başlarsak başlayalım, bir çete ülke yönetimine çökmüş, her alanda, sadece Kürt ulusuna değil, işçi ve emekçilere, tüm ezilenlere hem açık ve derin bir sömürüyü hem de bununla bağlantılı koyu bir baskı siyasetini kurmuştur.
İçinden geçtiğimiz süreçte hem Türkiye hem de Kürdistan halkları faşizm tarafından kuşatılmış ve yeni saldırılar gündemdedir.
Bu koşullarda, eşitlik ve özgürlük temelinde, Kürt ulusunun demokratik sorunları çözülebilir mi?
Teorik anlamda, burjuva demokrasisi çerçevesinde mümkündür, ama bunun bugün pratik bir karşılığı yoktur.

SONUÇ YERİNE

Tüm bunlara bağlı olarak;
Bir, yüz yılın yalanı şudur: “Türk ve Kürt kardeştir, et ve tırnak gibidir.” Bu yalan, AKP ve MHP dilinde bir yandan tehdit diğer yandan bu yalanın sık sık tekrarlanmasını görüyoruz. Kürt ulusu ve Türkiye halkları arasında, yüz yıllık kirli ve özel savaş taktiklerine, kışkırtma ve oyunlara rağmen, bir düşmanlıktan söz edilemez, tam tersine tarihsel bir dizi neden ve süreçlere bağlı olarak dostluk vardır. Ancak sorun bu değil, sorun egemen sınıfların örgütlü gücü devletin, sürekli faşizmin, Kürt ulusunu ve haklarını inkâr etmesidir. Bu anlamda faşizmin dilinde “kardeşlik” sömürgeciliği örtmek için kullanılan bir söylemdir.
İki, barış ile Kürt sorunun demokratik çözümü birbiriyle ilişkili ama iki ayrı kavram ve süreçtir. Yukarıda, somut olgulardan hareketle ifade ettik, demokratik bir çözüm için ciddi bir gelişme söz konusu değildir. Demokratik çözüm için onurlu barış ilk adımdır. Eldeki verilerde bugün barıştan uzak olduğumuz yönündedir; Kürt halkının barış talebi, yurtsever hareketin bir dizi adım ve barış için hamlesine rağmen sömürge savaşında ısrar vardır.
Üç, Elbette onurlu barış ve demokratik çözüm sadece Kürt halkı için değil, Türkiye hakları içinde olumlu, eşitlik ve özgürlük için son derece ciddi bir kazanımdır. Bu durumda hem onurlu barış hem de demokratik bir çözüm talep etmek doğrudur, bu yönde her adım önemlidir, değerlidir.
Bu yöndeki emek ve çaba bugüne kadar yurtsever hareket ve Kürt halkı tarafından ortaya kondu, bu emek ve çaba desteklenir; devrimci sosyalizm bu emek ve çabaları, dün olduğu gibi, bugün de bundan sonrada destekleyecektir.
Dört; ancak barış ve demokratik çözüm talebi ayrı, faşizmin bu eksende oyunları, hedef şaşırtma taktikleri ayrıdır. Bu talepler, sürekli faşizmin, saray rejiminin kurumsallaşmasına, tek adam rejiminin devamına kurban edilemez.
Bundan dolayı, onurlu barış ve Kürt sorunun eşitlik ve özgürlük temelinde demokratik çözümüne evet, saray rejiminin devamına, saray rejiminin oyunlarına hayır diyoruz.
Beş; burjuva muhalefet CHP’nin “yumuşama” ya da “normalleşme” adına başına neler geldiğini biliyoruz, saray rejiminin çeşitli oyun ve saldırıları yaşadığımız her gün gözlerimizin önündedir. Siz bunlara Kürt sorununda, Oslo ve İmralı süreçlerini de ekleyin. Tek ayak üzerinde kırk oyun oynamakta ustalaşmış saray rejimini anlamak için, bu olgu ve süreçleri alt alta toplayın, kocaman bir güvensizlik çıkar. Bırakalım Kürt sorunun demokratik çözümünü, onurlu bir barış için de asgari düzeyde de olsa güven önemlidir.
Evet, biz, sürekli faşizme, saray rejimine, AKP ve MHP’ ye güvenmiyoruz. Barış da demokratik çözümde güven üzerinden gelişir; bugün bu zemin yoktur.
Altı; Bırakalım Kürt ulusal sorunun demokratik çözümünü, onurlu bir barış için bile ne tek taraflı ateşkes ne de “umut hakkı” gibi küçük kırıntılarla yol alınamaz. Saray rejiminin devamı için, saray rejimi küçük kırıntıları “yem” olarak kullanabilir; ama bu “yem”ler bir statü değişimi, yani faşizmin yerini örneğin “demokratik cumhuriyet” e bırakmaz. Daha somut ifade edelim, dün örneğin Özal dönemini “demokratik cumhuriyet” demek, bugün de saray rejiminin küçük kırıntısına olmadık anlam yüklemek boş hayaldir.
Bu ülkede, “demokratik cumhuriyet” veya “demokratik dönüşüm” hiçbir süreçte, somut biçim almadı.
Yedi; Artık hem orta doğuda hem de tüm Kürdistan’da, her bir parçadaki gelişim, 21. Yüzyılda Kürt ulusu için statü kazanmayı zorunlu kılmaktadır; tarih Kürt ulusu için statüyü çağırıyor. Bağımsız devlet, federasyon, özerklik; hangi biçim alırsa alsın tüm bunlar Kürt ulusu için bir haktır; Kürt ulusu bu hakkı hangi biçimde kullanır, bunun kararı Kürt ulusuna aittir.
Rojava özyönetimi, Kürt ulusu için, bu tarihsel koşullarda en ileri örnektir. Rojava’ya saldırı ya da bu statünün tasfiye edilmesi karşısında direnmek yeterli değildir; sadece dağılmış Kürt ulusu değil, Türkiye halkı da Rojava öz yönetimin yanında olmalıdır. Unutmayalım, kendi burjuvazisinin sömürgeci savaşına karşı durmayan, faşizmin kurbanı olmaktan kurtulamaz.
Sekiz; Kürt halkı ve yurtsever hareket hem devrim hem de demokrasi savaşımında, Türkiye halkı ve devrimci hareket için stratejik ittifaktır. Kürt ulusunun özgürlüğü Türkiye halklarının özgürlüğü ile kopmaz bağla birbirine bağlıdır; başkasını ezen ulus özgür olamaz.
İki ülke iki devrim, ancak birleşik mücadele bundan dolayı sadece stratejik değil, aynı zamanda güncel de yaklaşımdır. Bu ana yaklaşım bizim için kutup yıldızı gibi yol göstericidir.
Bundan dolayı; Kürt ulusunun özgürlüğü, bin bir emekle elde edilen kazanım ve statü bizler için tereddütsüz savunulacak, bu kavganın savaşçıları olacağız. Kürt ulusu için, kendi kaderini tayin hakkı elzemdir, bu hakkı nasıl kullanacağı da Kürt ulusuna aittir.
Ancak artık uluslararası bir düzeye sıçrayan Kürt sorununda, sadece sömürgeci güçler, devletler değil, emperyalist güçler ve devletlerin de bir dizi politikası, oyunu, istismar yöntemi devrededir.
Adeta sırat köprüsünden geçiliyor, her güç yeni bir gelişme, olumlu ya da olumsuz gelişme güncelleşiyor. Tüm bunlara karşı duyarlı olmak zorundayız.
Eleştirel bir yöntemle, Kürt ulusunun özgürlük savaşımının yanındayız; emperyalistlerin ve saray rejiminin yeni oyun ve tasfiye planlarının karşısındayız.
Kol kola, omuz omuz, demokrasi ve devrim savaşımında ileri!

BARİKATTA DEVRİMCİ BİRLİK
ŞUBAT 2025

Newer Post
Older Post

COMMENTS

WORDPRESS: 0