VII.
BÖLÜM
THKP-C MLSPB'NİN OLUŞUM VE GELİŞİM SÜREÇLERİ
|
TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ CEPHESİ/MARKSİST
LENİNİST SİLAHLI PROPAGANDA BİRLİĞİ
1- THKP-C/MLSPB'NİN OLUŞUM VE GELİŞİM SÜREÇLERİ
1960-70 dönemi, Türkiye Devrim Tarihi açısından son
derece büyük önemi olan bir zaman dilimidir. Bu süreç,
Türkiye Devrim tarihinin dönüm noktasıdır. Çünkü, ülke
devriminin ilk devrimci çözümlemeler yapılmaya başlanmış
ve bu çözümlemelerin bir gereği olarak silahlı mücadele,
Türkiye gündeme girmiştir. Türkiye halkları ilk kez
devrimin stratejisini silahlarıyla somutlaştıran güçlerle
karşı karşıya gelmişler ve kısa sürede büyük bir sempati
geliştirmişlerdir. Silahlı devrimci hareketin, silahlı
egemen güçlerin karşısına halkın çıkar ve istekleriyle
dikilmesi, birkaç yıl içinde Türkiye Devrimci Hareketi'nin
önderlerini halkın kahramanları haline getirmiştir.
İdeolojik politik sistematiği ve ona bağlı tavrı açısından
bu güçlerin en önemlisi, TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ'dir.
Ve onun cephesi, TÜRKİYE HALK KURTULUŞ CEPHESİ'dir…
A) THKP-C'NİN İDOLOJİK EVRİM SÜRECİ
Nesnel politikleşmesi ve yapısallaşma sürecinde THKP-C'nin
yaşadığı ideolojik gelişim çizgisi, dönemin Türkiye'sinde
genelde sosyalist hareket içinde yaşanan teorik, ideolojik
evrimden de bağımsız değildir.
Bir başka deyişle, çizginin politik ve fiili faktörleri
olan, THKP-C'yi oluşturacak önder ve kadrolar, ideolojik
plandaki ilk sosyalist gıdalarını, içinden çıktıkları
65-70 dönemi Türkiye'sinin ideolojik-politik yükseliş
sürecinden almışlardır. Ve bir dönem bu sürecin eksik
ve yanlış ideolojik yönelimlerini üzerlerinde taşımakla
birlikte, Marksizim-Leninizm'i kavrayışlarıyla doğru
orantılı olarak, oportünizme ve revizyonizme karşı yürüttükleri
ideolojik mücadele ile, sözkonusu etkilerden uzaklaşıp,
bağımsız ihtilalci çizgiyi sistematize etmeye yönelmişlerdir.
Bu dönemde ülke devriminin belli başlı köşe taşlarını
şu şekilde belirtmek gerekmektedir:
1) Revizyonist ideolojilerin sürecin politik dinamizmi
karşısında zorlanması. Soyut sosyalist söylemler çevresindeki
toparlanmaların ve bunların yarattığı etkilerin, emekçi
kitlelerin amaç ve çıkarlarından uzaklığının somutlaşması,
revizyonist kadroların mücadele koşullarıyla çakışamaması
nedeniyle beklentiler ve seçeneksizlik üzerinde varolan
revizyonist şekillenmelerin çözülmeye uğraması.
2) Başta Çin ve Küba olmak üzere Latin Amerika, Asya
ve hatta Afrika'daki Ulusal Kurtuluş ve Sosyalizm hareketlerinin
derin etkisi.
3) Yoğunlaşan ekonomik bunalımın kendiliğindenci yönü
ağırlıkta sınıf girişimleri yaratarak özellikle militan
gençlik hareketlerine politik bir zemin oluşturması,
onun hareketliliğiyle buluşmaktaki potansiyeli….
4) Oligarşi bloku içindeki çelişkilerin, yönetim bunalımı
yaratması ve bu bunalımın çeşitli şekillerde halka yansıması.
Siyasal, ekonomik tıkanıklıkların dayatmasıyla gündeme
getirilen 27 Mayıs Cunta'sını izleyen yıllar, ülkemizdeki
toplumsal uyanışın ivme kazandığı, kitlelerin ve gençliğin
politik duyarlılığının yükseldiği, işçi sınıfının nicelik
ve nitelik olarak belli bir gelişme kaydettiği ve özelde
sol platform içinde hızlı bir canlanmanın görüldüğü
yıllar olmuştur.
Dönemin bu karekteristiklerine bağlı olarak 60'lı yılların
ikinci yarısına doğru daha fazla belirginleşmeye başlayan
siyasal oluşum ve yapılanmalar, süreçte sol hareket
içinde layık oldukları yerleri tutmuşlar, gerçek misyonlarına
oturmuşlar ve ülkedeki genel sol potansiyel ve kitleler
üzerinde kendi çizgileri doğrultusunda etkinlik kurmaya
başlamışlardır.
İşte tam da bu gelişme seyri içerisinde ilk olarak,
döneme damgasını vuran belli başlı siyasal oluşumlardan
biri olan ve ülkemizin ayırt edici sosyal, ekonomik,
politik vb. koşullarını görmezden gelerek sağ-pasifist,
parlamenterist bir rota izleyen TİP doğmuş, önemli sayılabilecek
bir sol potansiyeli o seçeneksizlik ortamında peşinden
sürüklemiştir.
Yine bu süreçte ortaya çıkan ve TİP'in işçi kuyrukçusu
'sosyalist Devrim' çizgisine tepki olarak doğup gelişen
Milli Demokratik Devrim (MDD) hareketi, sol görünüm
ve lafızlarla, oldukça kabarma gösteren ve henüz yönünü
gerçek anlamda tayin etmek durumunda olmayan aktivist
eğilimlere hitap ederek, özellikle gençlik kesimleri
içinde kendisine önemli bir hareket alanı yaratmıştır.
Bu tarihsel süreçte, genel olarak dünyada gelişmekte
olan ulusal kurtuluş mücadeleleri ve sosyal hareketlilikler,
ülkenin gençliğini ve aydınları derinden etkilemiştir.
TİP görüşlerini savunan insanlarca 1965 yılında oluşturulan
Fikir Klüpleri Federasyonu (FKF), her ne kadar başlangıçta
sosyalist düşüncelerin propagandasını yapmak ve tartışmak
amacıyla ortaya çıkmış bir aydın-öğrenci platformu olsa
da zaman içinde koşulların onu zorladığı bir konum aldı.
Önce, demokratik mevzilerde sosyalizmi savunanlarla
savunmayanların saflaştığı bir odak haline geldi. Daha
sonra ise dönemin ciddi bir politik fonksiyonu olan
kitlesel hareketlerin aydın öğrenci oluşumlarının yönünü
zorlaması, büyük ölçüde ve hızla etkilemesi sonucu,
onu oluşturanların belirlemeleri dışında, işçi-köylü
kesimlerinin talepleri çerçevesinde aktivasyonları oldu.
Bu kitlesel talepler, yine yasal sınırlar içinde kalmak
kaydıyla, gösteriler, mitingler, protestolarla, bir
dönem hem oligarşinin hem de kitlelerin ilgi odağı haline
geldi.
TİP'in 'sosyalist devrim' tezinin özündeki parlamenter
mücadele anlayışının muhalifi olan MDD taraftarlarının,
TİP içinde sürdürdükleri mücadelenin yansımasıyla, bu
eğilimin denetimi altına giren FKF, MDD'cilerden kaynaklanan
bir olgu olan anti-emperyalist tavır alışlara da yöneldi.
Ne var ki bu tavır alışlar, bizzat yönlendirme, organize
etme biçiminde değil, ortaya çıkan anti-emperyalist
yönelimlere adapte olma, onları destekleme şeklindeydi.
FKF, o dönem anti-emperyalist eğilimleri genel olarak
bünyesinde topladı. 1969'da ise TİP taraftarları tamamen
FKF'nin dışına çıktılar. Böylece bir saflaşma daha da
tamamlanmış oldu.
Halk Savaşı, Halk Ordusu, Gerilla Savaşı kavramları,
1969 Kongresi sırasında büyük ölçüde belirginleşmişti.
Mihri Belli'nin bu kavramlara karşı açık olmayan tutumu
ise saflaşmayı o yönde de belirginleştirdi. P-C öncüleri
bundan böyle Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı ile yürümenin
mümkün olmadığını, kendi yollarını çizeceklerini orada
açıkça ilan ettiler.
MDD Hareketi, yarattığı 'sol' imaja karşın özünde sağ
oportünist bir çizgi üzerindeydi. Türkiye Devrimi'nin
yoluna ilişkin olarak ve sınıfların mevzilenmesi konusunda
yaptığı yanlış teorik tespitler, devrim anlayışı konusundaki
oportünist rengini açığa çıkaran en önemli saptamaları
olmuştur. Bunun yanı sıra TİP'in pasifist anlayışlarını
ihtilalci yönelimlerle mahkum ederek ideolojik evrimleşmenin
belli başlı hesaplaşmalarından birini orada tamamlayan
dönemin en ileri militan kadrolarının MDD Hareketi içinden
çıktığı yadsınmaz bir gerçektir. Bu dönemin ortaya çıkardığı
siyasal oluşumlardan bir diğeri ise Çin Devrimini tam
anlamıyla kendisine şablon yapan 'Proleter Devrimci
Aydınlık' (PDA) Hareketidir.
Bir yandan dönemin Türkiye'sinde yaşanan bu gelişmelerin
sonucu olara sosyalist hareketlenme içinde sözkonusu
oportünist ve revizyonist çizgiler boy verirken, diğer
yandan 27 Mayıs Anayasası'nın sağladığı görece demokratik
ortam, işçi sınıfının kendi içinde örgütlenmesine (DİSK'in
kuruluşu) ve başlangıçta ekonomik demokratik temelde
de olsa kendi hakları için mücadeleyi yükseltmesine
uygun koşulları oluşturmuştur.
Giderek boyutlanan bu kitle aktiviteleri, ideolojik
şekillenmelerin de fonksiyonlarından biri haline geldi
ve DEV-GENÇ'e de belli ölçülerde yön verdi. Örgütsel
plandaki soru ve arayışların ivmesini hızlandırdı. Özellikle
Dev-Genç döneminde, yaygın ilişkiler nedeniyle, gerek
kırsal kesim açısından gerekse proletarya açısından
ivedilikle hissedilip değerlendirilme olanağı doğuran
gelişmeler önemlidir. Başta Ankara, İstanbul ve
daha geç bir süreçte de olsa İzmir ve Karadeniz olmak
üzere Erzurum, Malatya, Antep, Hatay, Yozgat, Aydın,
Antalya, Adana, Mersin, Konya (ilçeleri), Bursa gibi
yurdun hemen birçok bölgesinde örgütlenmeye ve tabana
sahip olan, kitlelerin ciddi ölçüde benimsediği bir
güç haline gelen Dev-Genç, kitleyle düşünsel plandaki
alışverişi de sağlamaya çalıştı.
Örneğin, FKF'nin doğuş sürecinde, daha önceki işçi hareketlerinin
etkisiyle sarmalanmış Dev-Genç'liler, toprak işgalleri
karşısında köylülerin devrimci potansiyellerini görmek,
bunu değerlendirmek olanağı buldular. Fakat köylülerle
ilişkilerde umut duyarak istedikleri sonucu, kalıcı
ve sistematik bir örgütlenme oluşması açısından elde
edemediler. Köylülerin ekonomik süreçteki zorlanmasıyla
ortaya çıkan ve boyutlu bir görünüm arzeden girişimlerinin
yükselip geri çekilmesine karşın daha etkili bir şekilde
işçi eylemlerinin boy vermesi, Dev-Genç'i şehirlere
yöneltti.
Proletarya ile kurdukları ilişkilerde sınıf karakterinin
önemli ve farklı yanlarını bizzat yaşamaları, onları
ciddi oranda etkiledi. Söke ve Maraş bölgelerindeki
PDA çalışmalarının dışında ülkedeki bütün köylülük hareketlenmelerinde
Dev-Genç'liler bulunmuşlar, bunlara egemen olmaya çalışmışlardır.
Yine 70 yazında 15-16 Haziran Hareketinde, işçi sınıfıyla
birlikte son derece yüksek ve şanlı bir mücadele örneği
ortaya koymuşlardır. Proletarya kendisine ilişkin nitelik
verilerini de bizzat kendisi sunmuştur. 15-16 Haziran,
hem sınıfın mücadele içinde büyüyüp yükselmesinin, bayrağının
altında güçlenmesinin, hem de devrimcilerle buluşmasının
çok önemli tarihsel bir örneğidir.
Bu arada özellikle belirtmek gerekir ki, önderlerinden
kadrolarına kadar hemen hemen her THKP/THKC öncülü,
mutlaka kitlelerle ilişkide pratik deneyimler yaşamıştır.
Bireysel gelişim süreçlerinde en basit ve en alt çalışma
tarzlarından geçerek politikleşmişlerdir. Bütün
bunlar bilinen örgüt kriterleri içindeki çalışmalarına
henüz tekabül etmeyen çalışmalar olsa da partinin hem
ideolojik belirginleşmesinin hem de Marksist-Leninist
örgütsel kıstasları yakalamalarının ön süreçlerini oluşturmuştur.
İşçiler (herhangi bir ciddi örgütlenme içinde olmaksızın,
kendiliğindenci dinamiklerle) daha 1969'larda fabrikalarda
polisle silahlı çatışmalara girişmişler, ölüler vermişlerdir.
Dev-Genç'in yaygın ilişkilerine ve halkın hemen hemen
her kesiminden yoğun ilgi ve destek görmesine rağmen
bu gelişmelerle çakışamaması, diğer yandan faşist saldırıların
artması gibi etkenlerin soru ve yanıtlarıyla dönem yeni
bir çehre kazandı. Ayrıca, sempatizan kesimin bir bölümünün
silahlı çatışmalar nedeniyle saflardan geri çekilmesi
sonucu ortaya çıkan saflaşmada, öne fırlayan unsurların
her anlamda militan karakter göstermesi gündeme geldi.
Şimdi en büyük sorun, dayatan politik örgüt konusuydu.
Kendi iç işlerliği, hatta birçok yanı ile ciddi ve disiplinli
olarak tanımlanabilecek gençlik örgütlenmeleri ile ülkenin
hızla dönüşen politik iklimine yanıt oluşturmak sözkonusu
değildi. Gelişmeler, akademik, demokratik, ekonomik
çalışmalar boyutunu çoktan aşmış, bunlar üzerinde anti-emperyalist,
anti-faşist ve henüz nitelenmese de anti-oligarşik özellikler
kazanmıştı. Sorun, bu şekilde yürüyen pratiğin, politik
ekseni ile çakışan ve çalışmalarda başgösteren açmazları
da çözümleyecek gelişme diyalektiğine sahip siyasal
yapılanmanın oluşmasındaydı.
TİP'i ele geçirip ideolojik dönüşümü sağlayarak proletaryanın
savaş partisi haline getirmek şeklinde beliren fikre,
önder yoldaş Mahir Çayan; "bu uğraşın, başlatmak
zorunda oldukları mücadeleyi geciktireceği" düşüncesiyle
karşı çıktı. Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı gibi dönemin
sembol halinde varlıklarını sürdüren isimleri ile yapılan
görüşmelerin oluşturduğu olumsuz yargı sonucunda bağımsız
örgütlenmeyi, proletaryanın ve tüm diğer emekçilerin
savaş yapılanmasını yukardan aşağıya ivedilikle kurma
fikri THKP-C öncülerinin kafasında iyice netleşti.
Dönemin zorunlu olarak açılan görece demokratik koşulları,
ülkemizde Marksist-Leninist klasik eserlerin hızla ve
yoğun bir şekilde Türkçe'ye çevrilmesine ve o güne kadar
dar bir aydın çevresiyle sınırlı ideolojik-politik tartışmaların
tabana doğru halka halka yayılmasına olanak tanımıştı.
Aynı olanak, Marksist eserlerle tanışan gençliğin, dünya
devrimci pratiğine ilişkin çokça basılan kitapları da
okumasını sağlamıştır. Özellikle toplumun en dinamik
ve uyanık kesimi olarak, devrimci pratiğe öncelikle
yatkınlık gösterme ve katılma özelliği olan öğrenci
gençlik, ideolojik düzeyinin yükselmesi doğrultusunda
Türkiye devriminin teorik ve pratik sorunlarına daha
bilinçli ve aktif olarak inisiyatif koymaya başlamıştır.
Dönemin silahlı savaş örgütlerinin ve silahlı mücadelesinin
yanısıra, ideolojik çizgilerinin de belirginleşmesinde
özel misyonu olan bazı üniversitelerde yoğunlaşan tartışmalardan
çıkan görüşler, bir dönem, mücadelenin kırdan mı yoksa
şehirden mi başlatılacağı konusunda muğlak kaldı. Önce
dağlara çevrilmiş olan ilgi, bir süre buralarda yoğunlaştı.
Fakat Mahir Çayan ve arkadaşlarının kırsal kesimde bizzat
katıldıkları çalışma ve araştırmaların sonucunda, köylerin
mevcut potansiyellerinin başlangıç için uygun olmamasını
saptamalarının yanısıra, 15-16 Haziran'la pratik olarak
öne çıkıp bir anlamda kendini bağıran proletaryanın
tavrıyla yeniden şehirlere yönelindi.
THKP öncülleri, "Aydınlık Sosyalist Dergi'ye Açık
Mektup" ile 'Aydınlık' çizgisine karşı ideolojik
tavırlarını netlikle ortaya koydular ve Türkiye'nin
hemen her bölgesinde aynı süreçte ortaya çıkan bir saflaşmayı
daha yaşayarak 1970 Aralığında "proletaryanın savaş
örgütünün kurulduğunu" açıkladılar.
Bugün THKP-C'nin yaşadığı ideolojik evrim sürecinde
kaleme aldığı yazılar incelediğinde, ilk yazılarla son
dönemde yazılanlar arasında bazı farklılıklar olduğu
görülür. Bu farklılıklar esas yönüyle pratik içindeki
ideolojik gelişim seyirlerinin aşamalarıdır. Kesintisiz
II-III'ün sistematiği kuruluncaya kadar sürdürülen ideolojik
mücadele ve araştırma-tartışma-sorgulama dönemlerinde
yazılan yazılar, doğal olarak bu kesitlerin özelliklerini
içermektedir. Sözkonusu yazılarda, örneğin; MDD çizgisinin
izlerini somut olarak izlemek olasıdır. Ne var ki, THKP-C'nin
teorisyenleri, statik ve dogmatik bir kafa yapısına
sahip olmadıklarından, süreç içerisinde bu olumsuzlukları
dıştalayarak, iç tutarlılığa sahip, kendi örgüsü içinde
zaaf taşımayan, ülkenin gerçeklerine ve politik verilerine
göre sentezlenmiş doğru devrimci çizgiyi belirginleştirmişlerdir.
Ancak, THKP-C'nin bu ideolojik evrim çizgisi (ve partileşme
süreci) oldukça sınırlı olanaklarla ve zorunlu mücadele
koşullarında geliştirilmeye çalışıldığından, bir takım
ideolojik saptamaların ve formülasyonların açılımı yeterince
gerçekleştirilememiştir. Bizzat P-C yazılarında da ifade
edildiği gibi "Türkiye'ye Özgü Yol", "Birleşik
Devrimci Savaş", "Ulusal Sorun" vb. ideolojik
konuların açılması planlanmış, kısmen çalışmalar da
yapılmış, ancak olanaklar sonuca varmaya elverişli zaman
ve zemini vermemiştir.
Sonuç olarak, Mahir'in de belirttiği gibi, her yeni
şey, olgu ya da düşünce, içinden çıktığı ortamın izlerini
bir süre üzerinde taşır. Bu genel bir doğrudur. THKP-C
de, gerek örgütsel, gerekse ideolojik planda, üzerinde
yükseldiği zeminin çeşitli faktörlerini bir süre üzerinde
taşımıştır. Ancak hem dışta oportünizme ve revizyonizme,
hem de parti içinde ortaya çıkan sağ sapmaya karşı yürüttüğü
ciddi ideolojik mücadele sonucunda saflarını sakat anlayışlardan
yalıtma yolunda ilerlemiştir. Aynı işlevi kendi politik
gelişimine de hizmet etmiş, daha sonraki kuşaklara devrimci
bir çizginin çok yönlü mirası bırakılmıştır.
Dolayısıyla THKP-C'nin siyasal devamı olan MLSPB için
temel sorun; bir çizgi arayışına girmek, veya stratejinin
ana temalarını aramak değil, onun eksik bıraktığı
ideolojik sorunlara onun ruhu ve gözüyle çözümler getirmek,
onu savaşta üretmektir.
B) POLİTİK EVRİM SÜRECİ
Bilindiği gibi, proletaryanın savaş örgütü, üç cephede
birden yürüttüğü mücadelesiyle gelişir, güçlenir ve
kitleleri kucaklayarak iktidara ilerler. Başka bir anlatımla,
işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin kurtuluşu için yola
çıkan bir devrimci hareket ile proletarya hareketi arasındaki
bağ, başlangıçta subjektiftir, ideolojiktir.
Bu bağın objektif, yani organik bir ilişkiye dönüşmesi,
geniş kitlelerle kucaklaşabilmek; ancak ve ancak sözkonusu
devrimci örgüt ya da partinin üçlü bir sacayağı üzerinde
yükselteceği sağlıklı ve başarılı politik mücadele,
ekonomik, demokratik mücadele ve ideolojik mücadele
ve ideolojik mücadelenin diyalektik bütünlük içinde
yürütülmesiyle gerçekleşir. Bağlantılı olarak; mücadele
yöntemleri arasındaki temel tali ilişki sistematiği
de doğru kurulmak zorundadır.
Bu bağlamda partimiz THKP-C'ye baktığımızda, bu üç mücadele
biçimi arasındaki bütünlüğü, Marksizm-Leninizm ışığında
sentezleyerek ülkenin o günkü koşullarında mümkün olduğunca
uygulamaya çalıştığını ve saptamalarını gücü oranında
hayata geçirdiğini görürüz.
Bu üç mücadele biçiminden politik mücadeleyi temel,
ekonomik, demokratik ve ideolojik mücadeleyi buna tabi
olarak ele alan ve bu anlayışla pratiğe geçiren THKP-C,
yaklaşık 1.5 yıl gibi oldukça kısa bir süre içinde hem
egemen sınıflar bloğu oligarşi'ye karşı politik planda
verdiği dişe diş mücadelesiyle düşmanın yüzünü teşhir
ederek siyasi gerçekleri açıklamış, hem ideolojik olarak
sosyalist hareket içerisindeki elli yıllık kuyrukçu,
pasifist ve revizyonist kliklerin hegemonyasını parçalayarak
devrim programının ancak silahla savunulacağını göstermiş,
hem de kitlelerin kendiliğinden gelişen ekonomik, demokratik
mücadelelerini örgütleyerek devrim mücadelesindeki gerçek
işlevlerini kazanmalarına çalışmıştır.
Kaldı ki, o dönemde THKP-C çok önemli dezavantajlarla
karşı karşıyaydı. Bu dezavantajlardan birincisi; o güne
kadar ülkede silahlı mücadele olgusunun söz konusu olmaması,
dolayısıyla ilk olmanın getirdiği deneyimsizlik ve herşeyi
kendilerinin yaratma zorunluluğunun ağırlığı, amatörlük
ve içinden çıkılan legal demokratik örgütlenme sürecinin
alışkanlıklarından sıyrılarak kısa sürede illegal proletarya
partisinin kural ve disiplinine kanalize olma güçlüğü,
ayrıca yine bu süreçte büyük ölçüde deşifre olmamalarının
yarattığı gizlilik sorunları...
İkincisi; THKP-C'nin daha doğar doğmaz 12 Mart Cuntası'yla
yüzyüze gelmesinin getirdiği azgın ve takip koşullarının
sonucunda birçok parti kadrosunun şehit ya da esir düşmesi...
Üçüncüsü; Mahir yoldaşın da belirttiği gibi partimizin
ayaklarının revizyonizmin batağından yeni kurtulmasının
yol açtığı hareket yeteneği yavaşlılığı ve yoğun oportünist,
revizyonist saldırılar. Dördüncüsü; parti içerisinde
ortaya çıkan sağ sapma ve M. Ramazan ile Y.Küpeli döneklerinin
hareketi bölerek mücadeleye yapısal planda sekte vurmaları,
düşmanın ötedenberi tanıdığı ve nicel olarak dar kadroların
yoğun bir kuşatma altında oluşları vb....
Fakat bütün bunlara karşın THKP-C, büyük bir kararlılık
ve yüksek bilinçle her seferinde yaralarını sarma inisiyatifini
göstermiş, kendisini yenilemiş ve mücadeleyi yeniden
daha ustalıkla omuzlamayı bilmiştir. THKP-C önderleri
şu gerçeği sağlıklı kavramışlardır; proletaryanın
öncü partisi olma iddiasındaki bir savaş örgütü, "önce
mücadelenin önündeki dezavantajları kaldıralım, sorunları
çözelim, daha sonra savaşırız" anlayışıyla hareket
etmez. O bilir ki; sorunlar savaşla, savaşta çözülür.
Gelişmenin (mücadelenin) olumlu ve olumsuz yanları bir
bütündür. Ve bu çelişme olmadan, gelişim olası değildir.
Bu, diyalektiğin temel yasasıdır, savaşın ana kuralıdır.
Tersini düşünmek ya da iddia etmek, özünde mücadeleyi
belirsiz bir tarihe kadar tatil etmektir.
THKP-C bu anlayışı şu şekilde dile getirmiştir: "Bir
savaş örgütü, masa başlarında değil savaş içerisinde
doğar, gelişir ve güçlenir." Yada başka bir ifade
ile, bir savaş örgütü içinde taşıdığı hata, zaaf ve
eksiklikleri, ancak ve ancak savaş içinde savaşa savaşa
atabilir. Bu demek değildir ki savaş, bazı genel perspektifler
ışığında plansız, programsız ve özgün taktiklerinden,
anlayışlardan uzakta yürütebilir. Ne var ki bütün bu
olguların doğuş realitesi de, uygulanırlığı da ancak
savaşın içinde, mücadelenin her cephesindeki pratiklerle
sağlanabilir. Pratik ne ölçüde programlar ad o ölçüde
pratiğe bağlıdır. Soyutlamacı, kurgucu mantıklar doğmatizmin
mantıklarıdır ve sürekli olarak, asla savaşmayacak felçli
doğumlar yaparlar.
Genel çizgi ve eklemlenmenin (stratejinin) ötesindeki
politik, pratik taktikler güncell politik, pratik, örgütsel
verilerden sentezlenir. Bu veriler, değerlendirilip
Marksizmin yasalarının süzgecinden geçirilerek yaşama
sunulur. Devrimci volantirizmle kuramlar arasındaki
ilişkiyi özenle dengelemek gerekir. Bu konudaki skolastik
mantık, pratiğe egemen olmak, stratejinin gerektirdiği
taktikleri yaratmak yerine sonuçta bizi, kurgularımızı
hayata dayatmaya götürür ki, sosyalist eylemin en gerici
biçimlerinden biri budur.
Siyasal savaş örgütü THKP-C, bu anlayıştan hareketle
en zorlu cunta koşullarında bile her türlü olanaksızlık
ve dezavantajlara karşın, gücüyle orantılı olarak savaşı
yükseltmiştir. Bir yandan Türkiye devrimci hareketi
içinde "Devrim için Savaşmayana Sosyalist Denmez"
şiarıyla ve bu şiarın gereklerini yaşama geçirerek köklü
bir silahlı mücadele geleneği yaratırken, diğer yandan
yürüttüğü bu silahlı mücadele (silahlı propaganda) ile
12 Mart Faşist Cuntası'nın yüzündeki ilericilik maskesini
indirmiş, onun niteliğini teşhir etmiştir. Birinci Erim
Hükümetinin kendi senaryosunu oynamasına izin vermemiş,
siyasi gerçekleri deşifre ederek kitlelerin kalbinde
ve bilincinde derin izler bırakmıştır. Bu arada 12 Mart
Faşist Cuntası'nın teşhiri ve buna karşı verilen mücadeledeki
yeri bakımından THKO'nun yürüttüğü silahlı mücadeleyi
de vurgulamalıyız.
Daha 69 Kongresi'nden sonra farklı bir örgütlenmeye,
birimler halinde kadro grupları eğitim ve çalışmalarını
düzenlemeye, illegal çalışmayla legal ilişki ve çalışmaların
ayrıştırılmasına yönelen P-C öncüleri, kafalarında politik
açılımlarıyla hazır olan, vazgeçilmez ve tartışılmaz
belirleyicilik şekillenmesiyle mücadele anlayışını bir
süre Dev-Genç'in olanakları içinde olgunlaştırdılar.
İllegalitenin de bu paralelde bir anlayış halinde belirginleşmesi
ve ona uygun tutumlara yöneliş, aynı döneme tekabül
eder.
Bir yandan bombalama ve kamulaştırma eylemleri yürütülürken
diğer yandan Dev-Genç'in yarattığı kitlesellik, savaşa
hazır bir zemin oluşturuyordu. Devrim sempatizanlarının
yanısıra kitlelerin potansiyel durumu, hareketlenmeye
çok açık bir ortam sunuyordu. Devrimcilerin girişimlerinin,
eylem ve diğer aktivelerinin yarattığı olgunlaşmış ilişki
zemini, onların gidecekleri ve gelecekleri yerdir. Yani,
ona yönelir ve onun içinde yaşar ve oradan çoğalırlar.
Tarihte savaş ve parti diyalektiğini çözümleyemeyen
kuramcıların yazıp çizdikleri binlerce cilt eserin değil
de, bu diyalektiği yaşayan politik kumandanların görüşlerinin
ileri çağlarda bile insanlığa nasıl ışık tuttuğunu biliyoruz.
"… bir de aklımızı kurcalayan türlü hal ve şartların
haddi hesabı olmayan sayısına bakın, işin ucunu kaçırmamak
için katetmek zorunda kaldığımız uzun, adeta sonsuz
mesafelere, önümüze çıkan binbir kombinezonun labirentlerine
bakın! Teorinin bütün bunları sistematik bir şekilde,
yani açık seçik ve etraflı olarak, her eylemi mutlaka
yeterli bir nedene bağlayarak ele alması gerektiğini
düşünecek olursak, bilgiç bir dogmatizme sürüklenmek,
birtakım soyut kavramların içinde bocalayıp durmak ve
o her şeyi bir bakışta kavrayan büyük komutana hiçbir
zaman rastlamamak korkusu üzerimize bir karabasan gibi
çökecektir." İşte, pratiğin önemini
kavramadaki atalet, bu karabasandan hiç kurtulamamak
demektir.
Günümüzde de hala türevlerine rastladığımız bir oportünist
ve sağ pasifist anlayış (bu niteliği zaman faktörüyle
orantılı olarak daha çok nesnelleşmiştir), THKP-C'nin
savaşının tam anlamıyla iradi bir savaş süreci olmadığını,
"onun açık faşist cuntaya karşı savaşmak
zorunda kaldığını" yani istemeye istemeye
kendini bir savaşın içinde bulduğunu öne sürer. Bu anlayış,
savaşmanın koşulları olmadığı halde dış etkenlerin zorlamasıyla,
iradi bir seçim olmayan 'rağmen savaşmak' anlamına gelen
ve devrimci volantirizmin özüne aykırı bir anlayıştır.
Evet, P-C programladığı, düşündüğü her girişim ve taktiği
sonuçlandırmadan, savaşı çok yönlü ve yaygın olarak
örgütleme zeminine oturtma, sistemleştirme süreçlerini,
gereksinmelere uygun zenginlikte yaşayamadan savaşmıştır.
Fakat bu durum, oligarşi ile zorunlu olarak tutuşulmuş
bir güreş olmaktan uzak, dönem koşullarının doğru değerlendirilmesi
sonucu mevcut olanaklarla girişilen bir mücadeledir.
İç ve dış koşulların sentezi olarak, 'savaşmak' iradi
olarak saptanmış, seçilmiş, uygulanmıştır.
THKP-C, 12 Mart Cuntası'nın gelmesi nedeniyle 'savaşmak
zorunda kalmamış', tersine daha önce başlatmış olduğu
bir savaşı, stratejinin bir gereği ve sonucu olarak
açık faşizmle birlikte boyutlandırarak, siyasi gerçekleri
teşhir programı kapsamında bayrağı yükseltmiştir. Masum
bir sözcük gibi görünen 'zorunda' kavramı aslında
son derece önemli ve sakat bir anlayışı ele vermektedir.
Nitekim faşizmin o süreçteki yüzünün (ve elbetteki aynı
bağlamda emperyalizmin ve oligarşinin) siyasal teşhirinin
yapılması görevinin nasıl anlaşıldığı ve devrimci yorumunun
nasıl yapıldığı, Mahir Çayan'ın daha sonra Y. Küpeli-M.
R. Aktolga ihanetçilerine karşı yürüttüğü polemiklerde
de ifadesini bulur. Mahir, bu 'savaş muhariplerinin'
savaşıp yenildikten sonra akıllarının başlarına gelme
acizliği ile, veya düşman karşısında paniğe kapıldıkları
an bağrıştıkları 'savaşmamalıydık, geri çekilmeliydik,
öyle savaşılmazdı' temalarına karşılık olarak, geri
de çekilinebileceğini, partinin bunu düşündüğünü fakat
o süreçte mutlaka faşizmi teşhir görevlerini yerine
gerçekleştirmeleri gerektiğini, silahlı propagandayı
yaşama geçirerek bunu Türkiye Devriminin bir olgusu
haline getirdikten sonra bir süre beklemenin ve yeniden
hazırlanmanın sözkonusu edilebileceğini ifade etmiş
ve bu kapsamda bazı taslaklar kaleme almıştır.
Politikleşmiş Askeri Savaşın yasaları kuşku yok ki düşmanın
ve halk kitlelerinin her türlü tarihsel-sosyal-kitlesel-psikolojik
ve iktisadi verilerinden yola çıkılarak saptanır. Devrim
politikasının alt yapı taşlarıdır bunlar... Ve politikleşmiş
askeri çarpışma, Aristo'nun genlerini taşıyan iki düzenli
ordunun meydan muharebesi değildir. O anlamda saldırı
da, her üç cephedeki çalışma koşullarının düzenlenmesi
de, gerektiğinde geri çekilmek de yine siyasal-tarihsel-sosyal
ve psikolojik faktörleri ile; devrim güçlerinin ve
düşmanın durumunun, kitlelerin verilerinin değerlendirilmesinin,
son tahlilde savaşın dönem, aşama sorunlarının bütün
ilişki ve çelişkileriyle ele alınarak sınıf mücadelesinin
proletarya ve onun müttefikleri adına devreye sokulmasını
gerektirir.
Ve bazen 'yenilgiler' devrim tarihlerinde birçok zaferden
daha güçlü etkilerle kendi misyonunu belirler. Çünkü
yaratılan stratejik direniş, düşmanın hareket mevzilerinin,
psikolojik üstünlüğünün önüne dikilir. O gerilim ve
denge anlarıdır ki, sessizlik, teslim oluş veya direniş,
belirleyici sınıflar olgusu olarak süreci uzun erimli,
uzun soluklu ve çok yönlü olarak belirler. Sonuç maddi
veriler açısından ne olursa olsun...
Neden aynı yoğunlukta baskılar değişik dönemlerde farklı
yankılar bulur? Ya da neden aynı güç ve enerji harcanarak
yapılan kitle çalışmalarında daima aynı sonuç alınamaz?
Neden bir silahlı propaganda eylemi aynı hedefi vursa
da yarattığı etki ve sonuçlar değişik zamanlarda bir
hayli farklı olabilir? Çünkü sorun sadece kendi birim
değeri çapında değildir. Öylece soyutlanarak değerlendirme
de yapılmaz. Zamanlama, hitap zemini, onu hazmetme veya
ona karşı direnme şeklindeki duyarlılık ölçütleri, değişkenliği
belirler.
İşte 12 Mart Açık Faşizmi'nin yarattığı gerekliliklerin
kitleler nezdinde yaşanan ve oligarşi ile halkın devrimci
güçleri arasındaki tarihsel savaş geriliminin devrimci
çözümünün P-C'nin savaş yönteminin ve tercihinin anlamı
budur. Aynı silahtan çıkan merminin seyri bazen ufak
bir gürültü ve görüntü şeklinde iz bırakır, bazen de
sıkıştırılmış bir mayının patlaması gibi yankısını uzun
zaman sürdürür. P-C'nin savaşma, üstelik gücünün elverdiği
en üst düzeyde savaşma kararı ve bu kararı uygulamaktaki
pratik başarısı bugün o mayının kulaklarda hala yankılanmakta
oluşunun tek nedenidir.
Sınıflar kavgası, düşman açısından da devrim cephesi
açısından da (bunun bilincinde olunsun, olunmasın) kesintisiz
bir süreçtir. Ve güçler arasında nesnel bir denge
sözkonusu olmadan doğal ve politik bir ateşkes mümkün
değildir. Öyleyse geri çekilme, ancak sürecin gündemini
gerçekleştirdikten sonra yeni bir gündemin hazırlığı
amacıyla sözkonusu olabilir. P-C'nin saptaması ve amacı
da buydu.
Bir savaş örgütünün, özellikle bizim gibi yeni sömürgelerde,
savaşın objektif koşullarının sürekli varolması nedeniyle,
stratejisinin belirginleşmesi koşullarında, partileşme
süreci de yaşanmış demektir. Çünkü subjektif politik
halka budur ve savaşın-örgütlenmenin diyalektik zemini
orasıdır. Daha sonra ve hala partileşme sürecinden dem
vuranlara yönelik olarak, bu savlarının, P-C'nin gelişim
evresini ve onun iç mantığını bilmeme cehaletinden kaynaklandığı
gibi iyimser bir yoruma girmemize olanak olmadığından,
durumun sadece politik nitelemesini yapmak zorundayız.
Pratikte böyle bir örgütün gerçekleşme şansı hiç mi
hiç yoktur. Tıpkı yapıştırılan P-C etiketinin, çizilen
örgüt şeması ile bağdaşıklığı olmadığı gibi...
Dev-Genç potansiyeli içindeki P-C öncüllerinin nitelik
ve nicelik gücünün götürücü fonksiyonlarını gören Mihri
Belli gibilerinin esas olarak bu durumdan kaynaklanan
pragmatizmleri sonucu, hep birlikte oluşturulacak yeni
TİP alternatifi gündeme getirilmiştir. Geniş tabanlı,
bütün potansiyeli kapsayan bir platform içinde yepyeni
bir parti yaratmak savlarının hüsranı ve gerçeklikten
uzaklığı, Türkiye Devriminin bu konudaki yaşanmışlıklarının
olgunlaştığı bir tecrübe olmuştur.
Savaş örgütünün yaratılması/oluşumu; mücadele dışı koşullardaki
saflaşmalar ya da örgütsel şekillenmelerle değil, ancak
ve ancak mücadele düzleminin olgunlaştırılıp geliştirdiği
verilerin M-L prensip ve anlayışlarla toparlanması,
sistematize edilmesi olasıdır. Ki o süreçte zaten varolan
bir çalışma ağı sözkonusudur. Politikleşme sürecinin
gerekleri sadece yaşamdan soyut bir ideolojik netleşme
olgusu olarak yaşanmamıştır, çalışma alanlarındaki
işlevler içinde pratik ışığında belirginleşmiş ve kitlelerin
verileriyle bütünleşerek yaşanmıştır.
Dünya devrim tarihinde hiçbir örneği görülmemiştir ki,
M-L bir örgüt ya da parti, önce üzerinde taşıdığı hata,
zaaf ve eksikliklerden arınsın, yapısını çok yönlü olarak
oturtsun (ki o yapının mücadeleye ilişkin her bir
görevin yerine getirilişiyle bir adım daha ilerlemesi,
bir ölçü daha oturması yaşamın da, kavganın da ana felsefesidir),
çelikleşsin, her türlü sorununu çözsün. Kaldı ki, başlangıçta
saptanan sorunlar mücadelenin her gününde gelişmenin
karakterine uygun olarak yeni çehrelere bürünür.
Değişen yeni boyutlar kazanır, büyür, genişler ama asla
tükenmez.
Her çözüm getirilen sorun, yeni açılan, sıçranan
perspektifin yeni sorunlarına bağdaşıktır. Sorunlar
da bu bağlamda birbirlerinin gelişme ardıllarıdır ve
onları mücadeleden bağımsız çözümlemek olası değildir.
Bu bağlantıları koparmak, bir sonraki perspektif
için mücadelenin dinamiklerinden kopuk bir sayfa açmak
demektir.
Savaşma-örgütlenme, örgütlenme-savaşma ilişkisinin iç
bağlantılarını gözardı etmek ve sanki bu iki kavram
birbirinin karşıtıymış ya da herhangi biri soyut öncelliğe
sahipmişcesine mekanik bir anlayışla mücadelenin temel
gerçeklerini zorlamak, felsefi olarak materyalizme denk
düşmeyeceği gibi siyasal anlamda da, ütopyasından dolayı
mücadeleyi ebediyete intikal ettirmektir.
Nitekim 70'lerin platformcularından, 74'lerin yeni platformcularından
ve partileşme süreççilerinden ve 80 sonrası 'önce güçlü
örgüt', 'önce detaylı hesaplaşma', 'önce geniş platformlarda
tartıştırma' yanlısı savaş tatilcilerinden gereken bütün
dersler tekrar tekrar tarihimize yazılmıştır. Savaş
özgücünde gereken devrimci dinamiklere sahip olmamanın
değişik görünümlerdeki yansımaları vücuda girmiş Marksizmi
inkar mikrobunun ateşli hastalıkları ya da kavrayışsızlık
gibi nedenlerle bu tarz hastalıkların özellikle stratejik
savunma döneminde yoğunlaşmak üzere daha uzun yıllar
bizi uğraştıracağı anlaşılmaktadır. Ne var ki, savaşın
gerçek anlamda rotasına oturması ve sıcak-yaygın savaş
koşulları, bu tür hastalık mikroplarına karşı aman tanımaz...
Görünen odur ki, bir gerçeğin bütün yakıcılığıyla var
olması da onlarca ders de, bizzat yinelenen ve yaşanan
gerçeğin varlığı da bilinçlenmek ile bu bağlamda eşdeğer
olamamıştır. Aksi halde, hala P-C üzerinde -ne amaç
ve niyetle olursa olsun- iddiaları bulunanların yedeklerinde
çokça bulundurdukları Mahir'in şu sözlerine karşın,
bu tarz aykırılıklarla karşı karşıya kalmazdık. "Bu
hareket, revizyonizmin uzun yıllar etkin olduğu bir
ortamda yeşermiş, gelişmiş ve güçlenmiştir. O yüzden
işler en kadar sıkı tutulursa tutulsun başlangıçta şu
ya da bu ölçüde bu ortamın izlerini içinde taşıyacaktır.
Tersini düşünmek idealizmdir. Bu kalıntılar savaş
içinde savaşıla savaşıla atılacaktır."
Altını çizdiğimiz cümle, bir ortamın panoramasından
çıkarılan çözümlemeyi içermektedir. Bu gerçekleri elbette
bizim de yadsımamız, P-C'nin eksiklerini, eksikliklerimizi
görmezden gelmemiz veya farklı görünümlerle ortaya koymamız
sözkonusu değildir. Fakat ihtilalciliği ve mücadele
çizgisini yakalayıp yakalayamamanın katalizörü, nesnel
durumu doğru saptadıktan sonra yönelinen çözüm yolundadır.
O çözüm yollarıdır ki; hangi çıkış noktasından kaynağını
alırsa alsın bütün oportünist yorumlar son tahlilde
sabık birkaç kavramda buluşur, onlara takılır kalır.
Sözgelimi; 74'teki süreçte bir oportünist çizgi, daha
siyaset sahnesinde belirir belirmez ne diyordu anımsayalım:
" Devrimci hareketin buhranı ise ideolojik-politik-örgütsel
tüm alanları kapsamaktadır. Bu, genel yenilgi dönemi
sonrası bizlerin önüne siyasi mücadeleyi her şar altında,
her durumda yürütebilecek, sağlam ilkelerin aydınlattığı
sistemli bir eylem planına sahip güçlü bir örgüt sorununu
dayatıyordu. Ama önce ne yapılması gerektiğine karar
verebilmek için yenilgi döneminin beraberinde getirdiği
teorik krize bir son vermek gerek.. Şimdi sorun bu noktada
düzlüğe çıkmak, teoriyi ayakları üzerine oturtmak sorunudur.
O halde teorik mücadeleyi bu ana halkaya tabi kılmak
ve Türkiye devriminin temel sorunlarına (devrim anlayışı,
çalışma tarzı, parti anlayışı) yönelik bir tartışma
sürdürmek gerekmektedir. Yani teorik bir bütüne, bir
sistematiğe sahip olmak zorunludur. Proletarya partisinin
inşa yolu bu şekilde bir ideolojik ve politik, örgütsel
mücadele sürecinden geçecektir. Bu süreç içindeki ideolojik
keşmekeşi sona erdirecek ideolojik birliği oluşturmak
esas görev halkası olarak kavranmalıdır. Politik örgütsel
birliğin yolu ideolojik birlikten geçer. İdeolojik birliğini
yolu ise ideolojik mücadeleden..." (DG.1.Sayı)
(1)
Ülkemizde geniş zamanların politik gelişme seyri içinde
solda egemenliğini yıllar boyu sürdüren revizyonist-reformist
görüş ve akımların oluşmalarının ve yaşamlarını sürdürmelerinin
sınıfsal-tarihsel gerçeklerini, bunların emperyalizmin
III. Bunalım Döneminin geri bıraktırılmış ülkelerindeki
benzerlik özelliklerini incelediğimizde, bu mantıkların
savaşın momentlerini bir türlü yakalayamadığını tekrar
tekrar görürüz. Elbette, objektif bir incelemecinin
ve materyalizmin gerçekçi yorumcularının gözü ve yöntemleri
ile..
Bir kavramı kabul etmek veya reddetmek, özellikle kavram
kargaşasının yoğun olduğu (sınıf dışı arayışların baş
gösterdiği veya henüz Marksizmin çok yönlü kavranışının
etkin bir çoğunluğa tekabül etmediği boşluk dönemlerinde
veya pratikteki sonuçların doğurduğu yenilgi dönemlerinde,
sınıf gerçeklerine karşı sarsılan değerlerin fazlalaştığı)
süreçlerde, daha çok ona yüklenen anlamlarla varlık
kazanır. Ayrıca yeri gelmişken özel olarak belirtmek
gerekir ki; bir ideolojiyi mevcut bir çizgiyi savunduğunu
söyleyen örgütlenme, grup ve çevrelerde, nerede ve ne
zaman ideolojik mücadeleden (öne çıkarılan, mücadelenin
diğer cephelerinden soyutlanan 'örgüt içi ideolojik
mücadele'yi kastediyoruz) dem vuruluyorsa; kafalarda
var olan ama belki henüz açıklanma veya netleştirme
zemini yakalanamayan farklılaşmalar sözkonusu demektir.
O halde ciddiyetle değerlendirilmesi gereken bir durum
ve sürekli önümüzde bulunduracağımız bir olgu olarak;
benzer tutumlar karşısında duyarlı olmak, pratik dışı
soyutlamacılıklara itibar etmemek, bunların gündemlerde
ağırlık kazanmasına ağırlık kazanmasına izin vermemek,
ayrıca açılımların yapılmasında zorlayıcı olmak gerekmektedir.
Aksi halde ortamın kendilerince yakaladıkları özelliklerine
göre, 74 saflaşmalarında olduğu gibi, daha önce P-C'yi
ciddi biçimde eleştirip teoride ondan uzaklaşan ama
saflaşmada tabanın eğilimleri uyarınca tam tersi bir
tutum alarak; "biz P-C'yi harfi harfine savunuyoruz"
demek zorunluluğu (!) duyan DY öncüllerinin benzerleriyle
sık sık karşılaşır ve onları layık oldukları yere gerekli
zaman dilimi içinde oturtmakta güçlük çekeriz.
Bu durum, mücadelenin önemli zaaflara uğramasına neden
olur. Hatta bu insanların konumlarına göre çizginin
gerçek anlayışlarının arşivlenmesine sebep olabilir.
Çağdaş ulusal ve sınıfsal savaşlarımızın spartaküsleri,
nasıl ki sadece iyi bir kılıca değil, iyi bir kaleme
ve dile de sahip olmak zorunda iseler, günümüzde yazılanları,
söylenenleri ve pratiği yorumlayıp doğru ifade edebilmek
için sadece iyi bir gözlüğe değil çok kuvvetli merceklere
de sahip olmak zorundayız. Çünkü ne yazık ki ülkemizin
devrim mücadelesi henüz geridir, tam olarak berraklaşmış
değildir ve pratik sığlıktan dolayı henüz Halep'le arşın
bir araya gelememiştir.
"Aklın temel kavramlar arasındaki bu yer altı
gezintisinden kaptığı şeyler, içerisini yer yer aydınlatan
ışık huzmeleri-işte teorinin getirdiği! Teori, problemleri
çözmek için hazır formüller vermez; ortaya koyduğu ilkelere
aklın faaliyetlerini sınırlamaz. Sadece aklın eşyaya
ve ilişkilerine bir göz atmasını sağlar- Onu eylemin
yüksek bölgelerinde serbest bırakır, orada kendi doğal
yetenekleri ve enerjisiyle doğruyu ve haklıyı tek bir
berrak fikir halinde birleştirmesini ister."
(Engels)
Şimdi de Türkiye Halk Kurtuluş Partisi'nin (ve aynı
şekilde Marksist-Leninist Silahlı Propaganda Birliği'nin)
devrimci sınıflar savaşını nasıl ele aldığını; stratejik
ve taktik aşamalar bağlamında özlüce ifade edelim. Her
şeyden önce, Demokratik Halk Devrimi'nin zorunlu bir
dönem olduğu bizim gibi yeni sömürge ülkelerde halk
savaşı'nın alternatifsiz bir model olduğunu saptayan
THKP/C, devrim stratejisi olarak; Politikleşmiş Askeri
Savaş Stratejisini benimsemiş, bu stratejiyi; stratejik
savunma, stratejik denge, stratejik taarruz evreleriyle
belirlemiştir.
Bu üç stratejik aşamayı kendi kapsamında dört taktik
dönemle çözümleyen partimiz, dönemin ve ülkemizin özgün
ekonomik-politik-sosyal özelliklerinden dolayı, klasik
halk savaşından ayrı, kendi stratejik bünyesinin zorunlu
bir uzvu olarak öncü savaşını geliştirmiştir. Halk savaşı'nın
temel rotası kırlardan şehirlere yönelik olmakla birlikte
savaş taktik olarak şehirlerden başlar.
Birleşik Devrimci Savaşta başlangıçta öncelikle kırlar
temel, şehirler yardımcı savaş alanlarıdır. Böylece
kır-şehir bütünselliğini teorik olarak saptayan THKP-C,
öncü savaşını şehirlerden başlatmış ve saptadığı anti-oligarşik,
anti emperyalist hedefler doğrultusunda mücadelesini
yükseltmiştir. Mücadele biçimi olarak politik mücadeleyi
temel, ekonomik, demokratik, ideolojik mücadeleyi ona
bağımlı ele alan partimiz, politik mücadelenin temel
faktörü olarak silahlı propaganda'yı görür.
Sonuç olarak; THKP, ortaya çıkışından Kızıldere eylemine
kadar olan 1.5 yıl gibi oldukça kısa bir tarihsel kesitte
SP temelinde yükselttiği siyasi gerçekleri açıklama
kampanyasıyla düşmanı büyük ölçüde yıpratarak onun gerçek
yüzünü teşhir etme mücadelesini başarıyla götürmüştür.
Suni dengeye yönelerek emperyalizme ve oligarşi'ye indirdiği
psikolojik darbelerle halk kitlesini derinden sarsmıştır.
THKP-C, bu süreçte politik planda 12 Mart Faşist Cuntasının
erken, niteliksiz, programı muğlak ve şaşkın doğum yapmasında
büyük etken olmuştur. Silahlı eylemleriyle Türkiye'de
ilk defa karşı-devrim cephesine yönelik devrimci adımlarla
dengeyi sarsmış, emperyalizmle yerli işbirlikçileri
arasındaki ihanet ittifakını deşifre etmiş ve bu kısa
sürede yürüttüğü başarılı öncü gerilla savaşıyla derin
bir sempati ve prestij sağlamıştır.
Keza bu mücadele sürecinde, Türkiye soluna çöreklenmiş
sağ-oportünist, revizyonist, pasifist, kuyrukçu, cuntacı,
reformist, şabloncu anti M-L çizgileri, hem ideolojisi
hem de pratiği ile mahkum ederek Türkiye devriminin
bu anlamda ilki olmuştur. İhtilalci yolu aydınlatma
ve radikal bir silahlı devrim geleneği oluşturması bakımından
THKP-C süreci, aynı zamanda nesnel olarak Türkiye devriminin
başlangıç sürecidir. Ve devrimin daha sonraki süreçlerine,
eksiklikleriyle de olsa zengin ve köklü deneyimlerle
dolu canlı bir miras devretmiştir.
C- ÖRGÜTSEL EVRİM SÜRECİ
Bütün ülkelerde devrimci hareketlerin yaşadığı evrimleşme,
doğal bir kendiliğindenciliğin, amatörlüğün ve geleneksel
devrimci-demokratik örgütlenme çalışmalarının süzgecinden
geçerek nitelik sıçramalarını yapar.
Bu nitelikleşme sürecinde, söz konusu çalışmalar içerisinde
öne çıkan, asgari Marksist formasyondan geçmiş, ülkenin
sosyal, ekonomik, politik, kültürel gerçeklerinin bilincinde
olan, Marksizmi-Leninizm'i bir eylem kılavuzu olarak
kavramış ileri ve dinamik unsurlar ülke politikasına
inisiyatif koyarlar. Öncü devrimci girişimleriyle devrim
stratejisi, çalışma tarzı ve programları, örgüt anlayışı
gibi devrimin temel teorik konularında ideolojik perspektiflerini
saptarlar. Bunu örgütsel varlık haline dönüştürüp somutlaştırarak
devrimci sınıf savaşımının ilk adımlarını atarlar.
Nitekim ülkemiz özelinde de bu süreç yaşanmış ve artık
1960'lı yılların sonuna gelindiğinde Türkiye devriminin
yolunda nitelik dönüşümü sağlanarak ilk iradi adımlar
objektif kılınmıştır.
Süreçte bu şekilde cisimleşen THKP-C, partileşme aşamasında
FKF ve DEV-GENÇ içindeki genel devrimci-demokratik çalışmalar
(ki bu çalışmalar ülkenin belli başlı siyasal gelişme
olgularıyla sıkı bir ilişki kurmuştur) arasından öne
fırlayan, bu çalışmalar sırasında kendini örgütçülük
planında ve ideolojik-politik olarak geliştirip yetkinleştirmiş,
en ileri, en aktif, en bilinçli ve inisiyatif sahibi
unsurların bir araya gelmesiyle, oportünizme ve revizyonizme
karşı verilen yoğun ideolojik mücadele içinde onları
mahkum ederek, bağımsız Marksist-Leninist devrimci çizgi
oluşturulmuştur.
Çizgi üzerinde sağlanan ideolojik-örgütsel birlik, o
anın savaş ve politika taktiklerine yanıt verebilecek
düzeydedir. Ayrıca ortaya çıkan yeni durumların soru
ve sorunlarını karşılayabilecek dinamizm ve politik
kapasiteyle, Marksist-Leninist örgüt ilkelerine sahip
merkezi örgüt yapısının oluşturulması, sürecin ilk adımları
tamamlanmıştır.
Partimiz THKP-C'nin kuruluşu, 1971 Şubat-Mayıs Gerilla
Hareketi olarak adlandırılan bir dizi eylemle devrimci-demokrat
kamuoyuna ve halk kitlelerine duyurulmuştur. Daha 69
kongresinde ilan edilen bağımsız çizgi ve hemen ardından
başlatılan girişimlerden sonra örgüt olayı açıkça olmasa
da yayınlarda konu edilmiş, 1970 Aralığı'nda Türkiye
Halk Kurtuluş Partisi kurulmuştur. Şubat-Mayıs Gerilla
Hareketi ise partinin kamuoyuna açıkça ilan edildiği
eylemlerdir.
Bu durum açıklanmadan ve resmileşmeden önce de ülkenin
var olan bütün çelişmelerinin bizzat içinde bulunarak,
onların deneyimlerinden geçerek pratik ve ideolojik-politik
önderliğiyle belirginleşmiş politbüro, fiili olarak
sözkonusudur. Yine bu arkadaşlar arasında da kendi özgün
ve öne çıkan yanlarıyla (fakat politik-askeri liderliğinin
birliği ilkesinin özüne dokunur bir tarzda değil,) doğal
bir işbölümü vardı. Onun dışında ise görev bölümü temelinde
bir hiyerarşi gerçekleştirilmişti. Politbüro'nun çevresindeki
halka olarak 1970 Kasım'ından sonra belli bir bileşim,
zaman zaman toplanarak örgütlenmenin üst düzey platformunu
oluşturuyordu. Ayrıca çeşitli il ve bölgeler, çalışma
alanları ve düzen kurumları planında saçaklaşmış bir
örgütsel tablo oluşturulmuştur.
Temel olarak; politik askeri liderliğin birliği anlayışıyla,
illegal esaslar üzerinde, yukardan aşağıya şekillenen
ve merkezi yanı ağır basan, demokratik merkeziyetçilik
ilkesi ekseninde kurulan THKP-C, oportünist ve revizyonist
örgüt anlayışlarının (aslında salt teoride ifade ettiklerinin)
tersine, ilk etapta saflarında işçi sınıfından yada
emekçi kökenden gelen-gelmeyen ayrımı yapmaz. Yapısını
önce, esas olarak profesyonel devrimcilerden oluşturur
ve kadro-kitle çalışmasına bu anlayışla yönelir.
THKP-C, ilk evrede özellikle kadro birimlerini daraltarak
saptamış, eski çalışma tarzının parçalanamadığı bölgelerde
bunun üzerine yeni anlayışları oturtmaya çalışmaktan
kaçınarak ilk dönem için ileri unsurları buralardan
çekmeyi yeğlemiştir. Partinin kuruluşundan Kızıldere
eylemine kadar ki -parti için ancak bir soluk sayılabilecek-
sürecinde, üstelik zorlu cunta koşullarında sürdürdüğü
SP faaliyetleri ile kitlelerde yarattığı derin sempatinin
sonucunda oluşan ve DEV-GENÇ döneminden devralınan geniş
devrimci sempatizan potansiyel, THKP-C'nin kitle tabanını
oluşturmuştur. Bu potansiyel parti saflarında örgütlü
ve parti merkez disiplinine bağlı olarak mücadele içinde
sistemli programlarla ve gereken zaman dilimlerinde
olgunlaştırılmadan, Kızıldere eylemini izleyen örgütsel
yenilgi ortamı doğmuştur.
Her ne kadar Kızıldere eylemi kendi başına bir örgütsel
yenilgi değil, partinin birinci dereceden önem taşıyan
bir eyleminin aldığı askeri darbe ise de izleyen süreç,
kalan kadro ve elemanların nitelikleri nedeni ile örgütsel
yenilgi tablosu yaratmıştır. Bunun belirleyici yönü;
parti ilkelerinin, işleyişinin, mücadele anlayışlarının
yukarıdan aşağıya kurulan mekanizmanın dikey ve yatay
işlevlerinin mevcut potansiyele nüfuz ettirilerek kalıcı
bir oluşum haline getirilebilecek zamandan yoksun olunması,
hiyerarşik mekanizmaların savaşın bizzat sunacağı politik
ve askeri fonksiyonlarla nitel-nicel genişleme sürecinin
yaşanmamasıdır.
Bu noktada, eğer böyle bir süreç yaşanmamış ise -ki
önderler bunun bilincindedir- daraltılmış kadro birim
ve çalışmalarının geri çekilmesi seçeneği öne sürülebilir
ki, ülkenin siyasal eksenindeki gelişmeler karşısında
olanaklara ve koşullara rağmen savaşmak, bilinçli olarak
saptanan ve öne çıkarılması zorunluluğu olan tarihsel
bir politik taktiktir.
Ülke kısa sürede, ivmesi çok güçlü bir alt-üst oluş
içine girmiştir. Ardı ardına bir nitel sıçramalar dizgesi
yaşanmaktadır. O güne kadar tanınmayan, somut olmayan,
bilinmeyen bir çok tarihsel ve politik olgu birbiri
peşi sıra ülke gündeminde boy göstermektedir. Revizyonist
ideoloji egemenliği parçalanmış, silahlı mücadele olgu
haline gelmiş, halk kentlerde ve kırda oligarşiye karşı
yer yer bizzat kullandığı silahını -tez zamanda bilinç
üstüne çıkardığı şiarlarla- devrimcilerin elinde yükselirken
görmüş ve ondan önce (ne de sonra günümüze kadar) göstermemiş
olduğu bir sempati geliştirmiştir. Öte yandan yine ilk
kez faşizm, devleti 12 Eylül'de olduğu gibi baştan sona
olmasa da kısmen reorganize ederek açık ve yoğun biçimiyle
halkların karşısına dikilmiştir. Bu durumda politik
taktik, elbette savaşmak olacaktır! Bu taktiğin doğruluğundan
ötürüdür ki Kızıldere eylemi devrim sempatisinden ve
taraflığından önemli bir çözülüş yaratmamış, tam aksine
yıllarca sonra dahi prestijin odağında kalmaya devam
etmiştir.
P-C'nin o süreçteki etki ve prestijinin sadece emekçi
kitleler üzerinde değil, halkın hemen her kesiminde
var oluşu da dikkate değer bir olgudur. Gençlik içinde,
ordu kesiminde, Anadolu'nun bir çok yöresindeki mahalli
çalışmalarda, aydın ve sanatçı çevrelerinde, Zonguldak'ın
maden işçilerinden Karadeniz ve Ege'nin küçük üreticilerine
kadar birçok kesimde yaygın bir P-C sempatisi vardır.
Ve bunların çoğu denetimden uzak değildi.
Fakat bilinen evrensel bir M-L gerçek vardır ki bir
partinin çok yönlü ve sistemli mekanizmasının oturmuş
ve kalıcı kılınabilmesi uzun vadeli ve kesintisiz bir
savaşım gerekir. Nihayet, sonucu tayin eden, bütün koşulların
bileşkesi olmuştur. THKP-C'nin 12 Mart Açık Faşizmi'nin
azgın baskı, işkence ve katliam koşullarında sürdürdüğü
sınıf savaşımında bir çok kadrosunu esir ya da şehit
vermesi, hareketin manevra yeteneğini azaltan ve mücadeleyi
zorlayan etkenlerden biri olmuştur.
Öte yandan P-C'nin örgütsel sürecinde yaşanan önemli
sorunlardan biri de, Mahir'in 1971 Haziran'ında esir
düşmesiyle birlikte parti içinde ortaya çıkan sağ sapmadır.
Söz konusu sapmaya iki açıdan bakılmalı. Birincisi;
örgütün gücünü bölmesi ve mücadeleye sekte vurması bakımından
geriletici olması, ikincisi; parti saflarının böylesi
zehirli bir sapmadan arınması bakımından kısa vadede
güç kaybına yol açsa da uzun vadede çizginin esenliği
açısından ferahlatıcı olmasıdır. Nitekim cezaevinden
firar eder etmez, Mahir, bu döneklerin derhal partinin
en üst organı içinde yargılanmalarını gündeme getirmiştir.
Sağ sapmanın başını çekenlerin teşhir edilmelerine ve
partiden ihraçlarına karar verilmiştir.
THKP-C bu konudaki "12 Mart Sonrası Türk Solu"
başlıklı yazısında genelde pasifist cepheyi nitelerken,
parti içindeki ayrılığa ilişkin şunları yazmaktadır:
"…Soldaki bu oluşum partimizi de etkilemiş ve
partimizin içinde ufak bir grup partimizin ideolojik,
teorik ve stratejik görüşleriyle eylemlerine Narodnizmin,
Anarşizmin teori ve pratiği diyerek pasifist cephenin
parti içindeki uzantısı olmuşlardır.
Bu sağcı unsurlara göre;
- THKP-C'nin ideolojik-stratejik temellerini açıklayan
Bir Nolu Parti ve Cephe Bildirileri ve de Kurtuluş dergisindeki
"Devrimde Sınıfların Mevzilenmesi" yazıları
anarşizmin, fokoculuğun ve Narodnizmin teorileridir.
- Şubat-Mayıs Gerilla Hareketleri, yani partimizi kitlelere
tanıtan ilk silahlı devrimci eylemler, bu Narodnik ideolojinin
pratikleridir. Temellerinde sol oportünist ideoloji
yatmaktadır.
- THKP-C'nin devrimci öncü savaşı, bir avuç adamın oligarşiyle
olan düellosudur.
- PAAS fokocu bir stratejidir.
- SP yanlıştır, örgütleyici değildir. Asla temel alınamaz.
- İçinde bulunduğumuz dönemde devrimci görev, merkezi
yayın organı etrafında örgütlenip, işçilerin ekonomik-demokratik
mücadelesini yönlendirmektir, vb…
Partideki sağ çizginin öz olarak ileri sürdüğü eleştiriler
bunlardır. Bu eleştiriler Kıvılcımlı ve Şafak pasifistlerinin
partimize yönelik olarak gündeme getirdikleri saldırıların
tümüyle aynıdır.
Partimizin ideolojik-politik ilkelerine aykırı bir rota
izleyen grupçuk, parti Genel Komite üyelerinin oy çoğunluğu
ile partiden ihraç edilmiştir. İtirazları burada ayrıca
eleştirmeyi gereksiz görüyoruz.
Parti Genel Komitesi'nin kararı, parti çizgisinin ML'nin
dünyanın ve ülkemizin somut koşullarına uygulanmasının
oluşturduğu proleter devrimci çizgidir. Ve eylemler
de, bu Leninist ideolojik-politik çizginin pratiğe yansımasıdır."
Evet, P-C yazınında belirtildiği gibi, partimizin ihtilalci
çizgisini revize edip sağ-oportünist bir rotaya sapanlar,
Mahir ve diğer bazı kadroların esir düşmesiyle birlikte
gerçek renklerini ortaya koymuşlardır. Esir düşen yoldaşların
boşluğunu fırsat bilerek sağcı, pasifist anlayışlarını
demagoji, spekülasyon ve devrimci ahlaka sığmayan yöntemlerle
parti içinde egemen kılmaya çalışmışlardır.
Bu süreçte THKP-C, bir yandan parti içinde yaşanan ve
tasfiye edilen sağ sapmanın saflardaki ideolojik etkilerini
ortadan kaldırmak ve özellikle de ideolojik-politik
olarak geri unsurlarda ortaya çıkabilecek kafa karışıklıklarını
gidermek için iç ideolojik faaliyetleri yoğunlaştırırken
diğer yandan parti çizgisinin gereği olarak devrimci
savaşımı boyutlandırmaya yönelmiştir.
Tam bu aşamada silahlı devrim cephesi içindeki THKO'nun
üç önderinin idamları gündeme gelmiş, bunun üzerine
harekete geçen THKP-C ve THKO kadroları, Türkiye devrimci
hareketi ile karşı-devrimin tarihi hesaplaşması niteliğine
bürünen bu durum karşısında seyirci kalmayarak hem üç
THKO önderini idamdan kurtarmak, hem de bu olay nezdinde
devrimci hareketin yükselen prestijinin gölgelenmesini
engellemek amacıyla, düşmanı pazarlığa zorlamayı hedefleyen
üç İngiliz teknisyeni rehin alma eylemini tasarlamışlardır.
30 Mart arifesinde anti-emperyalist, anti-oligarşik
nitelikteki bu eylem gerçekleştirilmiş ve eylem üssü
olarak Kızıldere saptanmıştır. Ancak eylemin programlandığı
şekilde yürümemesi üzerine THKP-C ve THKO'nun en ileri
kadrolarından oluşan eylem güçleri, düşmanın üstün askeri
kuvvetleri tarafından kuşatılmış ve teslim olmayı değil
savaşarak ölmeyi seçen yoldaşlarımız uzun bir çatışmadan
sonra topluca katledilmişlerdir.
Partimiz THKP-C'nin Kızıldere'de yediği bu büyük darbenin,
onun siyasal devamı olan hareketimiz için anlamını özet
olarak maddelemek gerekirse;
- Önce, partimizin Kızıldere'de aldığı darbe, büyük
çapta örgütsel boyutları olan taktik plandaki bir askeri
darbedir.
- THKP-C, savunduğu devrimci eylem çizgisinin bir devamı
olarak Kızıldere eylemini gerçekleştirmiştir.
- Kızıldere, o günün koşullarına THKP-C'nin örgütsel
yapısının sürekliliğinin hemen gerçekleştirilemeyeceği
ölçüde büyük bir imha hareketi olduğu için, savaşın
geçici olarak kesintiye uğraması bakımından stratejik
öneme sahiptir. Stratejik yenilgi değildir, stratejinin
yenilgisi değildir.
- Dolayısıyla Kızıldere'den sonra temel görev, yeni
bir strateji ya da ideolojik-politik çizgi arayışı değil,
THKP-C'nin dağılan örgütsel yapısının reorganizasyonu
görevidir.
- Kızıldere bir intihar eylemi yahut bir çıkmazın zorunlu
sonucu değil, devrimci direniş manifestosunun yazıldığı
bir anıt, bilinçli bir devrimci seçenektir.
Bu anlamıyla Kızıldere, örgütsel ve askeri sonuçlarıyla
bir yenilgi olmakla birlikte siyasal sonucu itibariyle,
kitlelere somut mesajlar vermesi ve geride derin bir
sempati ve büyük bir prestij bırakması, silahlı mücadele
olgusunun etkilerinin zaafa uğratılmaması bakımından
son tahlilde politik bir adımdır.
Büyük gerilla, savaş teorisyeni Ernesto Che Guevara'nın
dediği gibi, "Dünya devrimler tarihinde öyle yenilgiler
vardır ki, kolay kazanılmış zaferlerden daha üstündür."
D- KIZILDERE SONRASI DURUM VE GÖREVLER
Ülkemizde 1900'lerin ilk çeyreğinde görülmeye başlanan
sol filizlenme, çevreleşme ve hareketliliklerin evrimi
60'lı yılların sonlarına kadar incelendiğinde görünen
şudur ki: Sağ pasifist çizgilerin karekteristik bir
egemenliği vardır. Aydın hareketi olma özelliğini aşamamış,
kendi tarihselliği içindeki nitel-nicel dönemeçleri
henüz ciddi anlamda yaşamamışlardır. Spontane yanı önde
olan sınıfın ve kısmen topraksız -az topraklı köylülüğün
hareketlilikleri karşısında da onunla buluşamamış, buluşmanın
politik ve örgütsel perspektifini açamamışlardır. Dolayısıyla
girişimleri soyut kalan, kitlelerle ciddi bağlar kuramayan
legal-illegal örgütler; devrimci çalışma tarzı yerine,
kendi sağlarındaki güçlere bel bağlama geleneği oluşturmuşlardır.
'Kemalizm'e yaslanmaktan cuntacılığa kadar uzayan bu
çizginin öne çıkan olguları parlamenterizm, işçi kuyrukçuluğu,
evrimcilik olmuştur.
1926 yılında III. Enternasyonal çalışmaları sırasında
'Partilerin durumu üzerine EKK'nin Örgütlenme Raporu'nda,
"Doğu Ülkeleri" başlığı altında, içinde ülkemizin
de bulunduğu örgütlenme çalışmaları şöyle anlatılıyordu:
"Devrimci hareket Doğu'da geçtiğimiz yıl büyük
ilerlemeler kaydetti. Devrimci hareketin büyümesiyle
birlikte ve buna dayanarak, Doğu ülkelerinde devrimci
ve komünist partilerin ve örgütlerin bulunduğu ülkeler
şunlardır: Çin, Japonya, Kore, Endonezya, Türkiye, Suriye,
Filistin, İran, Cezayir, Tunus, Mısır, Hindistan, Güney
Afrika ve başkaları. Bundan başka Bağımsız Moğolistan
Cumhuriyeti, İç Moğolistan (Çin) ve Tannu-Tuwo (daha
önce Urian-Hai bölgesi) devrimci halk partileri de Komintern
ile yakından ilişki içindeler."
Mustafa Kemal'in, 14 arkadaşı ile birlikte katlettirdiği,
III.Enternasyonal'in kuruluş kongresine katılan 51 kişiden
biri olan Mustafa Suphi ise bu kongrede daha 1919 yılında
şu şekilde konuşuyordu:
"Moskova'da dünyanın geleceğini değiştirecek
olan bu görkemli III. Enternasyonal'de proletaryanın,
ezilen Türk köylülüğünün ve işçi sınıfının adına, özgürlüğün,
eşitliğin, kardeşliğin adına, zalim ve yırtıcı emperyalizmden
çok çekmiş, kapitalizmin pençesi ve batı uygarlığının
şiddeti altında mahvolan silahlı bir halkın adına konuşmak
büyük bir mutluluk. Gerçek şu ki, Türkiye'de diğer devletlerde
olduğu gibi, halkın canına kastedip kanını emen birçok
barbar ve alçaktan başka bir de sadece Ermenilerin değil,
fakir işçi ve köylü kitlesinin de kanını akıtan Osmanlı
Padişahları vardır. Barbarlığı temsil edenler halk kitleleri
değil Osmanlı padişahları'dır.
.....1908'den itibaren Türk gençliğinin bir kısmı halkın
esenliğini sosyal bir devrimden başka bir şeyde bulamayacağını
anlamıştı. Ama o sıralar sosyalist çalışma kısıtlanmıştı.
Ezilen halkın korunması için yükselen elem içindeki
insanların güçlü sesi boşuna nefes tüketiyordu. Arkadaşlarımdan
sadece bir kaçı giriştikleri işe sırt çevirmediler ve
burada, Rusya'da devrimci Türk ocağını örgütlediler.
Doğu'daki gerekli ekonomik ve sosyal değişimin sosyal
devrimle gerçekleşebileceği yolundaki inançları Ekim
olaylarından sonra iyice pekişti.
Sizlere bu inancın halen Türk proletarya ve aydınları
arasında varolduğunu ispatlayan bir örnek vereceğim.
Devrim ertesinde, İstanbul Üniversitesi, Nobel Ödülü'nün
kime verileceği sorusunu sorduğu zaman Türk gençliği,
Profesörlerin yaptığı baskıya karşın yoldaş Lenin'i
seçti; ve bu, sosyal devrim fikirlerinin Doğu'da ne
kadar etkili olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu. Büyük
saygın usta ve onun eylemleri, tüm devrimci dünyayı
temsil etmektedir ve Türk gençliği de yaptıkları seçimle
devrimci dünyaya bağlı olduklarını göstermişlerdir.
Yoldaşlar, çok açıktır ki Fransız-İngiliz kapitalizminin
başı Avrupa'da olsa da, gövdesi Asya'nın verimli topraklarındadır.
Biz Türk sosyalistleri için önemli ve birinci görev
Doğudaki kapitalizmin kökünü kazımaktır. Ancak bu yolla
Fransız-İngiliz üretimini hammaddeden yoksun bırakabiliriz.
Türkiye, İran, Hindistan ve Çin, Fransız-İngiliz endüstrilerine
kapılarını kapayarak, onu Avrupa borsalarına akma olanağından
yoksun bırakacak, bu durum iktidarın proletaryanın eline
geçmesi ve sosyalist düzenin yerleşmesiyle sonuçlanacak,
eli kulağında bir bunalıma yol açacaklardır. Buna ulaşmak
için bölgesel devrimci hareketin ajitasyon yürütmesi
ve Doğu halklarının Fransız-İngiliz emperyalizmine karşı
ayaklanmaları lazımdır."
Ne var ki gerek o yıllarda gerekse de daha sonraki süreçlerdeki
Türk Solu hiçbir zaman devrimci bir atılımı nesnelleştiremedi.
Revizyonizmin görüş ve tavırları içinde bocalamaktan
kurtulamadı. Ta ki, 60 sonrası döneme kadar.
60'lı yılların sonlarında, yaşanmakta olan döneme ait
özgün şartların yanı sıra toplumsal-siyasal uyanışa
da koşut olarak devrimci hareket, on yılları bağrında
taşıyan dev adımlar atmıştır, birikimlerini sıçratma
evresi yaşamıştır. Türkiye topraklarında ilk kez devrimci
savaş ve strateji sorunları, devrimin somut olguları
haline gelmiştir.
Bilindiği gibi mücadeleler, ister devrimci çizgide,
ister revizyonist-oportünist çizgiler üzerinde olsun;
kendi süreci içinde de, izleyen süreçlerde de olası
sonuçları açısından incelendiği gibi, ortaya koyduğu
maddi ve manevi güçleri açısından da incelenir. Yapısallaştırdığı,
gündeme soktuğu, var olan programları etkelediği-belirlediği,
sürecini dolduran norm ve taktiklerin yerine alternatifler
sunduğu ve bunları gerçekleştirdiği çerçeveler içinde
değerlendirilir.
Bu bağlamda P-C, bir çok revizyonist devrim anlayışı,
çalışma tarzı yol ve yöntemlerinin üzerini varlığıyla-mücadelesiyle
ve hatta yenilgi biçimiyle çizmiştir. Söz konusu önemli
dönemde bu ülkede ilk kez politikleşmiş bir askeri savaş
uygulanmış, siyasi gerçekler ve devrimci alternatifler
silahlı propaganda içeriğinde sentezlenerek, kitlelere
hem maddi biçimleriyle hem de moral unsurlarıyla tanıtlanmıştır.
Bu gerçekler kitleleri derinden sarsmış, devrim programlarının
nasıl sunulacağı ve nesnelleşeceği evrensel bir çap
içinde dosta da düşmana da gösterilmiştir. Aynı şekilde
ideolojinin, Marksizmin literatüründen derlenmiş sözcükler,
saptamalar, soyut ve kalabalık bilgelik modeli ya da
ajitasyon materyali, tartışma aracı değil; politik bir
hesaplaşma sistematiği olduğu, Türkiye devriminin gündemine
işlenmiştir.
Mücadele ve örgüt biçimleri arasında diyalektik bütünlük
kurularak silahlı mücadeleden silahsız ajitasyon ve
propagandaya, ideolojik mücadeleden kitlelerin günlük
mücadelesine kadar her alanda devrim hareketiyle kitle
hareketlerinin çakışma, özdeşleşme koşul ve momentleri
gösterilmiştir.
Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi, yaşanan sürecin
bir parti gereksinmelerine, evrimleşmesine olanak tanımaması
ve çeşitli iç çözümlemelerini gerçekleştirmesi açısından
soluklanamaması nedeni ile, bir yandan mücadele bütün
hızıyla düşmana karşı sürdürülmekteyken öte yandan kendi
bağrındaki sağ sapma oligarşiye yedeklenmiştir. Parti
bu ağırlıkları bütün ciddi boyutlarıyla omuzlarına yükleyerek-
yürümeye değil- koşusunu sürdürmeye çalışmıştır. Bir
örgütün (partinin) ideolojik ve politik planda da, örgütsel
planda da nesnel kriterlerle hayat geçirdiği her hesaplaşma,
onun ileriye atılmış önemli adımlarıdır.
Bu bağlamda, sözgelimi ideolojik platformda 'barışçıl
geçiş' revizyonist tezi, P-C'nin en geniş potansiyeli-tabanınca
tartışılmış, red ve mahkum edilmiş olduğu için bu doğrultuda
yaşanmış saflaşmanın radikalliği; benzer yaklaşımların
potansiyelde bir daha kendisine yol açamamasını getirmiştir.
Bu verdiğimiz örnek uç bir örnek olduğu için, bir
örgüt tabanının bizzat yaşadığı ve üzerinde saflaşmış
olduğu tezlerin o taban için ne ifade ettiğinin öneminin
vurgulanması amacıyla kullanılmaktadır.
İşte, partide ortaya çıkan sağ-sapma da bu yanıyla ilgi,yankı
bulmamış, örgütün en üst kademesinde (politbüroda) görev
yapmakta olsalar da iki ihanetçinin geriye dönüşü olarak
nitelenip kısa zamanda mahkum edilmiştir. Bu durum nezdinde
Mahir Çayan'ın politik duyarlılığının ve kişisel inisiyatif
rolünü de görmek gerekir.
Fakat ne yazık ki, stratejik-örgütsel olgunlaşmanın
partinin bütün kadro ve kadro adaylarına nüfuz ettirilmesi
için gerekli mücadele süreçleri yaşanamamış olduğu için
Kızıldere eyleminden sonra geride kalan unsurlar edilgenlik,
bekleme ve şaşkınlık içine girmişlerdir.
Bu koşullarda sağcılık önce bir iç statiklik olgusu
halinde belirdi. O statik dönemdeki öznelleşmeler sonucunda
birçok kişi ve kesimin her birinin, kendisine kendi
kavlince yollar arayıp bulmasıyla da, yenilgi sonralarının
klasik görünümleri, esas olarak geçmişten kalan devrimcilerde
ortaya çıktı. Üstelik, sempatizanlardaki savaşma potansiyeline,
yönelimine, arzusuna ve kitlelerdeki 71 mücadelesinin
yaşayan prestijinin sunduğu devrimden yana olgulara
rağmen...
Oysa Marksist-Leninist ideolojiyi kavrayanlar açısından
sorun çok açık ve net olmalıydı. P-C 70 Aralığı'nda
bir dizi eylemle kuruluşunu açıklamıştı. Bu şekilde
devrim stratejisinin somutlaştırılmasıyla birlikte "partileşme
süreci" esas olarak o stratejiyle çarpışacaklar
için, ülkemizde tamamlanmış bulunmaktaydı. Ancak partinin
yaşamış olduğu gelişmeler nedeniyle, önüne koyduğu hedeflerin,
programların gerçekleşme koşulları ortadan kalkmış,
mücadele kesintiye uğramış ve devrimcilerin önündeki
stratejik taktikler değil ama politik taktiklere ve
örgütsel plandaki taktiklere ilişkin görevler değişmişti.
Dolayısıyla somut koşullar örgütün yeniden yapılanmasını
öne çıkarmıştı.
P-C'nin yapısının reorganizasyonu, ideolojik-politik-stratejik
ilkelerinin yaşama geçirilmesinin bir parçasıydı ve
kesinlikle ondan bağımsız düşünülemezdi. Çünkü bir partinin
öncelikli faktörleri onun ideolojik-politik çizgisi
ve ilkeleridir. Maddi güçlerin dağınıklığının giderilmesi,
fonksiyonerleşmesi ise, yine bu ilkeler çevresinde yürütülecek
mücadeleye bağlıdır.
Mücadelenin yükseltilen her evresi onun platformunda
genişleyen bir halka demektir. Ve bu durum yukarıdan
aşağıya geliştirilecek görev ve işlevleri kapsar.
O anlamda, P-C'nin ideolojik-politik-örgütsel ilkeleri
üzerinde gerçekleştirilmesi gereken görev; bu anlayışları
savunan devrimcilerin asgari örgütlülüğü yeniden sağlayarak,
stratejiyi gücü oranında hayata geçirmek, bağlantılı
olarak da öncelikle dağınık P-C sempatizan kitlesini,
potansiyelini örgütleyerek partinin yapısını reorganize
etmekti.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan halklarının kurtuluş mücadelesi
içinde çelikleşmiş, kararlı ve bilinçli öncülerin, aynı
zamanda THKP-C'nin politik askeri kadroların oligarşi
tarafından katledildiği darbe, kuşkusuz sıradan bir
örgütsel darbe değildi. Yalnızca ağır kayıplar verilen
örgütsel bir sınırlılık taşımaması nedeniyle aynı zamanda
parti örgütünün hiyerarşik yapısının ve ilişkilerinin
dağılmasını doğurdu.
Toparlanma ve mücadeleyi yeniden başlatma yönelimiyle
yola çıkan bazı girişimler ise; belirleyici unsurların
o nitelikte görevlerle çakışan, o girişimleri P-C ekseni
haline getirebilecek dinamizmi ve politik seviyeyi taşımamaları,
süreç içinde de o momenti yakalayabilecek iç devingenliğe
sahip olmamaları nedeniyle başarıya kavuşamamıştır.
Buradan çıkan en önemli sonuç; Kızıldere sonrasında
hızlı bir toparlanmanın gerçekleşmemesi ve Kızıldere'nin,
1975 yılına kadar- oldukça uzun bir dönem- silahlı devrim
cephesinin suskunluğa boğulacağı tarihsel bir kesitin
başlangıcı olması idi. Devrimci potansiyelde bu yılların
egemen olguları;şaşkınlık,yılgınlık, belirsizlik, bekleyiş
ve ikincil olarak da arayış idi..
Kızıldere'de parti önderliğinin katledilmesi ile parti
hiyerarşisinin dağılmasının ardından, geçmişte partimiz
saflarında yer almış unsurlara; örgütsel gelişimin ve
devrimci geleneklerin, Bolşevik prensiplerin zorunlu
kıldığı önderliği omuzlama ve bunun gerektirdiği örgütsel,
siyasal ve tarihsel sorumlulukları yerine getirme görevi
düşüyordu. Ya da Kızıldere sonrası, bu ideolojik-politik-stratejik
ilkelerin bilincine varanlar açısından, -geçmişte parti
yapılanması içinde bizzat yer alsın, almasınlar- halkın
kurtuluş ve sosyalizm mücadelesine sahip çıkarak, partinin
dağılan yapısını yeniden inşa görevini omuzlamak sorumluluğu
düşüyordu. Bu sorumluluğun somut anlamı; çizgi paralelinde
mücadele idi.
Tarihte birçok devrimci hareketin saflarında, yenilen
darbelerin ardından gün ışığına çıkan ortam özellikleri,
1972 Türkiye'sinde, bu kez kendi özgün yanlarını taşıyarak
THKP-C saflarında görüldü. Gene tarihte birçok önderliğin
başına gelenler, bu süreçte, bir dönem omuz omuza yürüyenlerin
çeşitli biçimlerde geriye dönüşleriyle partimizde yaşanacaktı.
Kızıldere'den sonra, başta -konumlarından dolayı- tutsak
devrimciler olmak üzere içerdeki ve dışarıdaki unsurların
örgütsel-siyasal görev ve sorumlulukları tartışılmaz
çizgiler taşıdığı halde, onların bu çizgilerin dışına
düşmeleri söz konusudur. Sorunun bir diğer yanı da burada.
Onlar, yaşanılan sürecin, Marksist-Leninist perspektiflerle
ortaya konacak değerlendirme ve dersleri ışığında mücadelenin
kaldığı yerden devam ettirilmesi bilinç, inisiyatif
ve kararlığıyla hareket etmek yerine, yenilgi döneminin
şoku ve ağırlığı altında ezildiler. Ya yılgınlığa düştüler
ya da genel açısından aykırı arayışlara yöneldiler.
THKP-C'nin geride kalan güçlerinin, 1975'li yıllara
kadarki evrimlerini karakterize eden ögeler bunlar olacaktı.
Bu arada önemli bir konunun vurgulanması gerekiyor:
Yenilgi dönemleri idealizmin-yılgınlığın-sağcılığın
verimli toprağıdır. Ki bu durum ne yazık ki politik
bir saptama olacak kadar devrimler tarihinde genelleşmiştir.
Bir çok devrimci mücadele tarihi incelendiğinde,
ağır darbeler ve yenilgi koşullarında; yılgınlık, inkar,
pasifizm, umutsuzluk, şaşkınlık, felsefi idealizm, ahlaki
çöküntü, derin bir bireycileşme, kaçış, çürüme, çizgiye
ve devrime inançsızlık, özgücüne güvenmeme, arayış,
tasfiyecilik vb. değişik durumların aynı özde boy attığını
görürüz. Hatta dönem dönem egemen olgular haline geldikleri
de olur.
Fakat sonucu daima, yenilgilerden ileriye dönük dersler
çıkaranlar, onunla çelikleşenler ve yenilgileri zafere
giden yolda yoğun deneyimler durağı olarak ele alanlar
belirler. Bu, tablonun ana rengidir. Her ne kadar,
genç devrimci süreçlerde biraz güç belirginleşse de...
Söz konusu yenilgizedeler, bir yandan iç hesaplaşmalarında
boğularak tercihlerini, çizgiyi objektif ve subjektif
tasfiyeye yönelen bir oportünizmden, ihanetten yana
koydular. Elli yıllık revizyonist tezleri yeniden piyasaya
sürmenin hazırlığı içinde debelenip duran bu "kalıntılar",
tarihsel sorumluluklarını; kendilerine umut bağlayan
THKP-C sempatizanlarına "çocukluk yapmamaları,
uslu durmaları" yönündeki öğütlerle, direktifler
ya da sürece seyirci kalarak yerine getirdiler.
THKP-C'nin ideolojik-politik-örgütsel ilkelerini savunma
ve hayata geçirme üzerinde samimi bir sorunları kalmamıştı.
Bir kısmı bunu süreç içinde açıkça ortaya koyarak gerçek
yerlerinde konumlanırken, bir kısmı da THKP-C'yi savunur
görünmeyi oportünist bir taktik olarak gündemlerinin
odağına oturttular ve bu tehlikeli tasfiyeci çizgi ile
geniş bir sempatizan potansiyeli peşlerinden sürüklemeyi
başardılar.
Hapishanelerdeki ve yurt dışındaki kalıntıların, ülkenin
verili koşullarını çözümleyebilme yeteneksizliklerinin
yanı sıra, herhangi bir ilerletici öngörüye sahip olmadıkları
da açıktı. THKP-C'nin geriye bıraktığı sempatizan potansiyelin
(ki bu potansiyel maddi bir örgüt gücü olmamasına karşın
Kızıldere'den sonra sürekli yeni sempatizanlarla beslenmiştir)
dinamiklerini değerlendiremediler.
Yine bu potansiyelin o kapasite ve güç sınırlılığı
içinde ilişki ve çalışmalarda gösterdikleri kararlılığın,
isteğin ve dinamizmin temelindeki siyasal gerçekleri
göremediler. Görenler için ise; bütün bunların kendi
amaç ve niyetleriyle örtüşmemesi durumu vardı.
Her şeye yenilgi psikozu ile, "her şey bitti"
cehaletiyle veya "yeni son"lara yol açmama
endişe ve korkusu ile yaklaşıyorlardı. Bu durum elbette
'yeni başlangıçlar' yaratma konusunda tüm basiretleri
bağlıyordu. Bu vektörlerin yaratacağı bileşke; son tahlilde
'eski'den hayli uzak olmak zorundaydı. Ve 'eski'nin
hatalarından uzaklaşmak yönelimi, eskiyle hesaplaşmak,
eskiyi yargılamak ve 'değerlendirmek' tez ve kargaşaları;
eskiye sırt çevirmek noktasında sağ bir kimlik kazandı.
Yeni sempatizanlar ise, gerekli bilinç, yetenek, tecrübe
ve insiyatiften henüz yoksun olduklarından, yukarda
tanımladığımız görevi omuzlayabilecek durumda değillerdir.
Nitekim yıllarca, cezaevlerinin komutları ve soyut bir
yurtdışı ütopyası peşinde beklentilerini sürdürdüler.
Geçmişte partimizle ilişki içinde olan ve Kızıldere
sonrası döneminin koşulları içinde birinci dereceden
sorumluluklar üstlenmesi gereken bazı elemanlar, görevlerinin
gerektirdiği bilinç ve inisiyatiften uzak bir şekilde,
yurtdışında küçük bir sempatizan çevreyle birlikte,
teoride partinin ideolojisine sıkı sıkıya bağlı kalma
savunusu içinde, fakat pratikte dar bir grup eğitimi
dışında herhangi bir aktivasyon göstermeyerek oyalanıp
durdular. Savaşın zemininden ve koşullarından uzak böylesi
bir "eğitim" sürecinin havanda su dövmek olduğunu
zaman bütün çıplaklığıyla kanıtladı. Bir kez daha bağırdı
ki; sınıf mücadelesinin her türlü eğitimi, sınıf
mücadelesinin koşulları içinde olasıdır. Eğitim, mücadelenin
kendisidir. Mücadele içinde eğitilir, eğitildiğimiz
için mücadele ederiz.
Bu arada, o dönem kafaları fazlaca bulandıran, 'yenilginin
nedenlerini ararken' bazı iyi niyetli insanların dahi
açmazlarından biri haline gelen, gündem maddelerinin
belli başlılarından birine "P-C geri çekilmeli
miydi" sorununa değinmeden geçmeyelim. Bu soru,
günümüzde de varlığını korumaktadır.
Bütün tanım ve kavramlarda olduğu gibi, geri çekilme
(ricat) konusunda da Marksizmin, bütün zaman ve mekan
olgularını kapsayan genel doğruları ile bunlar üzerinde
yükselen, bu temelde gelişen fakat zaman ve mekan özgünlükleriyle
değişen konularını karıştırmamak gerekir. Aksi halde
yapılan, Marksizmin-Leninizm'in temel felsefesinden
bir şey anlamamak demektir. Üstelik bu, sadece kavramamak
veya karıştırmaktan öte anlamlarla yüklüdür.
Leninizm geri çekilmeyi, savaşan devrimci güçlerin,
bir süre için kendini temel varlık koşulları ile birlikte
korumak için saldırıdan vazgeçmesi, değişik bir taktik
uğruna saldırıyı ertelemesi olarak anlar. Geri çekilmenin
tasfiyeden kesin ve net çizgileriyle ayrılabilmesinin,
ayrılma zorunluluğunun anlamı budur; maddi ve manevi
varlık koşullarının korunma şartı...
Geri çekilme kararının, Marksizmin savaş normlarına
tekabül edebilmesinin, onun gereklerini kucaklayabilmesinin
özü; zorunluluktan kaynaklansa dahi iradi bir durum
olmasıdır. Seçenekler üzerinde belirlenmesidir.
Saldırıyı, savaşı kazanmanın politik ve askeri ön koşulu
olarak belirleyen sınıf savaşımında, bu genelleme içerisinde
bazı özel dönemlerde, mücadelenin kritik aşamalarda,
ve mutlaka belli bir zamanlama içinde geri çekilme olasıdır.
Parti, düşman saldırısının onun zorlanmamasına, güçler
dengesinde aleyhine bir gelişme olmamasına karşın çeşitli
nedenlerle geri çekilmeyi veya taktik saldırıyı ertelemeyi
de öngörebilir.
Burada geri çekilme ve saldırıyı erteleme kavramlarının
da birbirinden ayırt edilmesi gerektiğini, bunların
farklı objektif görünüm ve sonuçlarından dolayı değişik
pratik ifadeler kazandığını da vurgulamak gerekir. Saldırıyı
erteleme, esas olarak bir zamanlama ve o an içinde mümkün
olabilecek bir politik askeri girişimin daha çaplı,
verimli ve kalıcı sonuçlar adına (belki de düşmanın
daha zayıf veya o anda saptanabilen, görülebilen somut
bir açmazını, geldiğini kollama adına) ileriki tarihlere
bırakılmasıdır.
Geri çekilme kararı, var olan temel kazanım, değer
ve mevzilerin terk edilmemesi, gerilememesi kaydıyla
mümkün olabilir. Devrimci mücadele ciddi kazanımlara
ve dönemin gelip geçici akıntılarına kapılmadan, savaşın
çok yönlü-uzun vadeli perspektiflerine oturabilen, sağlam
siyasal mantıklara tekabül eden geri çekilmeler ile
başlangıçtaki amaç ve niyet ne olursa olsun son tahlilde
objektif bir tasfiyeye varan veya ona yol açan 'geri
çekilmelerin ayırtına varılamaması, bu önemli durumun
en ciddi alt başlığıdır.
Geri çekilme kararı alan bir hareket (bir örgüt bir
parti) geri çekilme sürecinde ve bu sürecin sonunda,
kararı aldığı anda elinde bulunan örgüt ve etkinlik
verilerini, sürecin sonunda geri çekilmenin ona sağladığı
avantajlarla yeniden savaşa sürebilme koşullarına sahip
bulunmalıdır. Yoksa, sürecin o an elde bulunanları aşındırdığı,
veya kazanılmış mevzilerin statik zaman koşullarında
gerilediği, yitirildiği geri çekilme, bir savaş taktiği
olmaktan çıkıp, mücadele yolunda objektif olarak geriye
yürüme anlamına gelir.
Devrim güçlerinin bu şekilde savaştan uzak süreçler
yaşamaları, Leninist sınıf mücadelesinin temel çelişkilerine
aykırıdır. O süreçler, hem geri çekilen güçlerin, eski
değerlerin uzağına düşmelerine hem de o güçlerin yöneldikleri
hedeflerde yaratmış oldukları etkilerin çözülmesine
yol açar. Kitleler için de, düşman için de aynı şeyleri
söylemek olasıdır.
Çünkü savaş, onu çevreleyen bütün koşullarla bağlantılarına,
atılamaz diyalektik köprülerine karşın başlangıçtan
itibaren kendi karakterini, kendi özel dinamiğini, yaşam
bağımsızlığını çizen canlı bir organizmadır. O organizmayı
besleyemediğimiz her gün, her saat son tahlilde gerileme
sürecine tekabül eder. Ne yaşamın ve ne de savaşın dingin
bir anı yoktur.
O nedenle siyasal geri çekilme bir mevzi geri çekilme
değildir. Salt askeri planda kalan geri çekilmelerdeki
askeri, taktik, pratik sonuçlarla siyasal geri çekilmenin
sonuçları ve koşulları birbirine benzemez.
O halde siyasal geri çekilme yadsınmalı mıdır?
Hayır, siyasal ve örgütsel geri çekilme de olasıdır.
Ve siyasal bir taktik olarak, stratejinin gerekleri
içinde öngörülen geri çekilme dönemleri olur. Fakat
bu saptama, seçeneksizliğin belirlediği bir saptama
olarak ortaya çıktığı (ve çoğu kez zorunluluklarla gerçekleşmiş
bir olumsuz sonucun sonradan konulmuş adı da olabildiği)
hallerde geri çekilme şiddetle yadsınmalıdır.
Çünkü teorik olarak ahlaki gerçekler açısından bunun
tanımı geri çekilme değil, bir siyasal bozgun, bir örgütsel
yenilgi veya bir taktik dönem yenilgisidir. Yenilginin
her zaman topyekün bir imha olmadığı, bulunulan mevziler,
kazanılmış olgular üzerinde düşmanın saldırısı veya
iç zaaflar dolayısıyla tutunamayıp geriye düşmeyi de
içerdiği, bu gerilemenin hızla aşılamaması halinde yaşanılan
sürecin geri çekilme değil, yenilgi süreci olduğu unutulmamalıdır.
Siyasal geri çekilme ve taktik geri çekilme kavramlarının
pratik anlamını, geri çekilmenin ancak devrim cephesinin
kazanımlarının ağırlıklı olarak elde tutulabilmesi koşullarında
doğru ve savunulabilir olduğunu somutlayabilmek açısından,
ülkemiz ve aynı zamanda yeni sömürgelerdeki anti-emperyalist,
anti-oligarşik iktidar mücadelelerinin verileri üzerinde
düşünelim.
Çoğu kez yapıldığı gibi, Marksizm-Leninizm'in ricat
taktiğinin zaman mekan sistematiğinde değerlendirilmeden
genelleştirilen ve tepkilere neden olan mantığını somuta
indirgeyerek kendi koşullarındaki yanıtını arayalım.
Baştan itibaren mevcut ve ilan edilmiş bir sınıfsal
karşıtlık, objektif savaş cepheleri ve emperyalist işgalin
varlığından dolayı sınıfsal, bir avuç işbirlikçi dışında
ulusun genelinin kurtuluş ve çıkarlarını temsil etmesinden
dolayı ulusal olan, ulusal-sınıfsal bir objektif savaş
zemini vardır, savaş koşulları vardır. O savaş,
halkların statik evrelerinde, emperyalizmin ve oligarşinin
silahlarının maddi ve manevi bir otorite gücü olarak
kullanıldığı, esas olarak silahsız nüfuz etmeyi içeren,
sürekli saldırının var olduğu özellikle gösterir. Halkların
sözkonusu dönemlerdeki statik durumu, özünde bir ulusal-sınıfsal
potansiyel taşımakla birlikte sözcüğün tam anlamıyla
sadece potansiyel bir karakter taşır.
O dönemde düşmanın silahsız temelde gelişen ama silahı
her an halka çevrili-fakat ateşlenmemiş bir tehdit unsuru
olarak tutmasını içeren- tavrı, onun kendi yaşamını,
çağın tehditlerinden uzak sürdürmesine hizmet eden korunma
savaşıdır. Öz olarak, devletin silahlarının gölgesinde,
ama henüz o silahların tam olarak ateşlenmediği bir
silahlı savaş,düşman tarafından sınıf çıkarlarının karşıtlığı
temelinde ilan edilmiş ve uygulanmakta olan bir savaş
vardır. Sözkonusu dönemlerde, henüz karşı cephe anlamında
savaşın aktif bir tarafı yoktur. Fakat halkların varlığının,
çıkarlarının taşıdığı anlamda görünen dinamikler vardır.
Artı, dünya çapında somutluk kazanmış, mazlum halkların
başkaldırı ve sınıfsal mücadelesi, üretici güçlerin
ilerleme yasaları vardır.
Ve o yasalar, sadece emekçi kitleler nezdinde değil,
egemenlik güçleri nezdinde de, gelişimin önüne geçilemez
bir işlerliğe sahip olduğunu kanıtlamıştır. Halklar,
salt varlığıyla dahi, emperyalizmle birlikte iflas etmiş
burjuva demokrasilerinde, yeni sömürgelerin faşist oligarşilerinde
devletlerin gerçeğinin tehdididir. Bütün bu devletler,
kendi egemenlik sınırları içinde, o süreçteki sınıf
mücadelesinin çapı ne olursa olsun, durmaksızın işleyen
çağdaş proleter devrimlerinin kurallarından ötürü, 1917'den
bu yana her geçen günün aleyhlerine işlediğinin bilincinde
ve paniğindedirler.
Bu ilan edilmiş savaş, halkın mücadelesinin, onun en
ileri unsurlarınca açılan karşı cephe tarafından yükseltilmeye
başlandığı süreçlerden itibaren objektif bir hal alır.
Halk ve onun devrimci öncü güçleri açısından durum,
mevcut bir saldırıya karşı savunma savaşıdır. O anlamda,
güçlerin dengelenme dönemine kadar, halkın düşmanın
saldırısına bizzat yanıt verebileceği, taktik saldırılarını
nicel ve nitel olarak sürdürebilecek duruma geleceği
süreçlere kadar, devrimci bir tırmanma sözkonusudur.
İşte o tırmanmanın, güçlerin bir denge haline erişeceği
döneme kadarki politik fiziğinden söz ederken geri çekilmeyi
öngörebilmek zordur. Çünkü bu dönemdeki bütün saldırılar,
devrimci hareketin her ileriye atılışı, her adımı, yukarıya
tırmanılmakta olunan bir duvarın üzerindeki hareketine
benzer. Bir an ellerinin çözülmesi, biraz daha aşağıdan
tutunulabilmesinin veya o noktada durabilmesinin şartlarını
çoğu kez sunmaz. Tırmanışın yeniden aşağıdan ve baştan
başlamasının zorunluluğunu doğurur.
Geri çekilmenin bir anlamda doğal ve politik bir ateşkes
olarak kavranmasına ilişkin tezlerin bu dönem için öne
sürülmesi, özellikle bu anlamından dolayı olanaksızdır.
Devrimci gücün o zamana kadar yarattığı siyasal birikimlerini
ve kendi fiziğini koruyarak geri çekilebilmesi ancak
stratejik dengeye ulaşıldıktan sonra gündeme gelebilme
şansına sahiptir.
Aksi halde adı ve amacı ne olursa olsun savaştan uzaklaşan
devrimci gücün tavrının anlamı son tahlilde bozgundur,
yenilgidir. Bu yenilgilerin fiziksel veya siyasal, 'ideolojik-politik'
olup olmadığı ve o bağlamdaki açılımları aykırıdır.
Onun bıraktığı ve henüz güçsüz, nicel ve nitel olarak
cılız olan mevziler düşman lehine dönüştürülecektir.
O halde stratejik savunma aşamasındaki (tırmanma dönemi)
bütün duraksamalar (geri çekilme...), doğrudan doğruya
oligarşiye, stratejik denge aşamasında, koşulları kim
daha iyi değerlendirir ve kullanırsa ona, stratejik
taarruz aşamasında ise devrimci güçlere (nihai saldırı
ve sonuç için rahatlıkla kullanacağı koşullar, amaçlarına
yönelen objektif veriler nedeniyle) hizmet eder.
III. Bunalım Dönemi'nin devrimci mücadelelerinde geri
çekilme, bu genel ve özel anlamları içinde değerlendirilmelidir.
Siyasal savaşın bir örgütün dar varlığıyla somutlaştırdığı
durumlarda, o örgütün savaş arenasından geri çekilmesi,
siyasal savaş henüz kendi varlığıyla sınırlı olduğu
için, öncü savaşı güçlerinin ricadı, objektif olarak
mücadelenin ricadı olarak yorumlanmamıştır.
Bunların dışında, savaşın esas güçlerine, temel cephesine
denk düşmeyen, taktik, özel, lokal geri çekilmeler de
gündeme gelebilir. Sözgelimi, sürmekte olan bir savaşın
genel seyrinin çıkarları açısından belli bir bölgeden,
belli bir çalışma alanından, saptanmış kurallar ve amaçlar
temelinde taktik olarak geri çekilinebilir. Ne var ki,
yine ancak saptanmamış, kendi dışımızda oluşmuş nedenlerin,
faktörlerin belirleyiciliğinden değil, esas olarak iradi
kapsamda bir geri çekilmeyi tartışabiliriz.
Öte yandan, bir hareketin çeşitli nedenlerle savaş soluğunun
düne nazaran aynı güçte çıkmadığı, fiziki varlığının
tahrip olduğu, düşmanın saldırıları nedeniyle veya kendi
iç olumsuzluklarının yol açtığı zaaflar dolayısıyla
geçici olarak tırmanışını o noktada durdurmasını, gücünü
yeniden toparlamanın somut ve hızlı aktivasyonları içinde
olmasını gerektiren dönemler, bir geri çekilme dönemi
olarak adlandırılamaz. Bir düzenleme, reorganizasyon,
organizmanın sağlık kontrolü olarak değerlendirilir.
Son olarak, her geri çekilme, ne savaşın kendi stratejik
dönemleri açısından ne de savaş seyri açısından, duraklama,
gerileme ile özdeşleştirilmemelidir. Kendi özel faktörleri,
devrimci savaş açısından hangi gerekliliklerine tekabül
ettiği değerlendirilmelidir.
Özel olarak, savaşımızın temel güçlerinin imha edilmesiyle
sonuçlanan 72 dönemi için, bir geri çekilmeden ne öncesi
ne de Kızıldere sonrası için söz edebilmek ya da durumu
bu şekilde tanımlamak doğru değildir. Kızıldere eylemini
gerçekleştirmeden önce güçlerimizin değerlendirilmesi
belli önder ve kadroların geçici olarak savaşın esas
cephesinin dışına çıkarılması olası mıydı, doğru muydu?
Her iki soruya da olumlu yanıt verilemez. Her şeyden
önce 71 dönemi mücadelesinin, Politikleşmiş Askeri Savaşın
halklar nezdinde ilk yapı taşlarının atılması süreci
olduğunu şimdiye kadar zaten tekrar tekrar vurguladık.
Bu sürecin başarısız bir silahlı mücadele girişimi olarak
tarihe geçmesi, veya bunu sağlamak olanakları feda etmeyi
içerse de halde politik askeri savaşı, eldeki bütün
gücü seferber ederek artık ülkenin nesnel bir olgusu
haline getirme seçenekleri gündemdeydi. Parti tarafından
bu seçenek tercih edilmiş, o tercihin doğruluğunu da
zaman kanıtlamıştır.
Nitekim Kızıldere yenilgisi, Türkiye Devrim Tarihine
belki birçok başarılı sayılan sonuçtan daha radikal
ve kalıcı faktörler sunmuş, bu faktörler yeniden inşanın
temel taşlarından, belirleyici olgularından olmuştur.
E- MLSPB'NİN KURULUŞUNA KADAR THKP-C SEMPATİZAN
POTANSİYELİ VE ORTAMIN ÖZELLİKLERİ
73 Seçimleri ile birlikte gizli faşizme geçiş süreci
yaşandı. Ancak geniş halk yığınlarının hoşnutsuzluğunu,
tepkilerini örgütlü bir güç çevresinde somutlaştırıp
siyasal bir eyleme dönüştürebilecek bir proletarya partisinin
olmayışından dolayı, oligarşi'nin siyasi arenaya sürdüğü
reformist maskeli umut bezirganları, kitlelerin taleplerine
sözde sahip çıkarak onların muhalefet potansiyellerini
düzen sınırları içinde tutmaya çalıştı. Bu şartlar içinde
yapılan seçimler sonucu CHP ağırlıklı CHP-MSP Hükümeti
kuruldu.
III. Bunalım döneminin oligarşik diktatörlükleri
genellikle, açık faşizm döneminin yoğunlaşmış baskı
ve terörü ile yaşamlarının basıncı iyice artan kitlelerin
patlama noktasına gelmesini engellemek ve suni dengeyi
sürdürebilmek, ortamı nötralize etmek amacıyla açık
faşizm süreçlerini, belli başlı gereksinimlerini giderdikten
sonra hızla dönüştürmek isterler.
Bu dönüşüm sürecinde çoğu kez reformist görünümler altında
sundukları görece esnek programlar uygulayacak hükümetleri
işbaşına getirirler. Ya da o güne kadar yıpranmamış
bazı yeni güçleri taze kan olarak sunarlar. Bunu da,
cuntaların lanse ettiği hükümetlerle değil, tam tersine
görünümde cuntalara karşı tezlerle alternatif haline
getirilen hükümetler yoluyla gerçekleştirirler.
73 Seçim ortamının yarattığı göreceli serbestlik ve
CHP-MSP Koalisyonu döneminde yukarıdaki politika temelinde
oluşturulan siyasal koşullarda, sınırlı da olsa legal
çalışma ve örgütlenme olanakları doğdu. Bir müddet sonra
12 Mart'ın yarattığı psikolojiden sıyrılmaya başlayan
(başta gençlik kesimi olmak üzere), halka sınıf ve tabakalarının,
ekonomik, demokratik, akademik istemleri doğrultusunda
hareketliliği hızla yükselmeye başladı.
Ekonomik, demokratik ve akademik mücadele çıkışlı legalite
sınırları içinde gelişen bu mücadelede gençlik, önemli
ve aktif bir rol oynamaktaydı.Bu gençliğin büyük kesimi
ise THKP-C sempatizanlarından oluşuyordu.
74 dönemi tablosunu ortaya koyarken ve onu çözümlemeye
çalışırken, genel, özel, subjektif ve objektif öğeleri
ayrı ayrı saptamak gerekir. Yaptığımız saptamalar, tıpkı
önce bir peysaj eskizini çıkarmak, sonra buradaki her
figürün, her renk ve tonun karakterini ayrı ayrı belirlemek
niteliğinde olmak zorundadır. 74 ortamının, tarihin
bir önceki diliminden alıp üzerine olduğu gibi giydiği
ortak giysiler de vardır, özel aksesuarlar da.
O halde bir yanıyla genel bir P-C potansiyelinden, P-C
sempatizanları zemininden sözedebilsek de, diğer yanıyla
bu P-C düşüncesi ve pratiği üzerinde yükselmiş ortam,
kısa bir süre sonra kendilerini farklı şekillerde tanımlayacak
özel yanları olan, ileriye dönük heterojen veriler sunan
bir ortamdır.
"İlkin düşünce, türdeş öğelerin bir birlik durumu
olduğu denli bilinç nesnelerinin kendi öğelerine ayrılmasıdır
da. Çözümleme olmadan bireşim de olmaz. İkinci olarak
düşünce, yanlışlık yapmaksızın, ancak varolmuş bulunduğu
bilinç öğelerini de bir araya getirebilir."
(1)
Açık faşizm sürecindeki devrimci mücadelenin göbeğinde
de mevcut olan sağ ve sol tasfiyeci akımlar, özgürlüklerine
ve esas misyonlarını icra etmelerine giderek daha fazla
olanak tanıyan atmosferlerine kavuştular. Ve görünümdeki
metamorfoz gerçekte kimlik bulma, kimlik açıklama, fısıldanan
kimlikleri haykırma süreciydi.
73'de başlayan bu süreç, mücadelenin seyri içinde büyük
ölçüde tamamlandı. Giderek süreçler değişecek, gündemler
farklılaşacak ve başka vektörlerle daha değişik tablolar
çizilecektir.
Bu dönem var olan THKP-C potansiyelini, homojen bir
taban olarak görmeyip değişik kategorilerde değerlendirmek
gerekiyor. Bir kısmı, geçmişteki gençlik örgütlenmeleri
içerisinde şu ya da bu düzeyde ilişkisi ile yer almış
ve THKP-C'nin Kızıldere sonrası örgütsel yenilgisi ile
dağılmış unsurlardır. Bir diğer bölümü, Kızıldere sonrası
THKP-C'nin görüşlerine ve savaşımına sempati duyan ve
onu asgari kıstaslar üzerinde savunan, genellikle daha
genç (yeni kuşak) sempatizanlardan oluşuyordu. Diğer
bir kısmı ise, düzenin olumsuzluklarına karşı tepki
duyarak tercihini devrimden yana somutlaştıran ve THKP-C
sempatizanlarıyla girdikleri ilişkilerde saflarda bulunan
unsurlardı.
Derli toplu ifade etmek gerekirse, genel olarak bu potansiyeli
eski ve Kızıldere sonrası oluşan yeni kuşak sempatizanlar
olarak iki kaba
1975'de var olan geniş THKP-C sempatizan potansiyeli,
dağınık ve ağırlıklı olarak koşulların belirlediği kümelenmelerden
oluşuyordu. Merkezi yönlendirmeden ve politikanın bütünlüğünü
yanıtlayabilmekten çok uzak, amatör çalışma alanları
faaliyetleri içerisindeydiler. Bu durum, çeşitli grupların
ortaya çıkıp bu potansiyel kapsamında düşünmeye başlamasına,
bu doğrultudaki arayışlara, toparlama, saflaşma döneminin
başlamasına kadar böylece sürdü.
Kendiliğindenci sürecin sempatizan potansiyeli, partinin
Kızıldere sonrası durumunu, sürecin görevlerini bütün
yönleriyle çözümleyebilmek ve merkezi inisiyatifi geliştirebilmek
durumunda değildi. Sendikalarda, öğrenim kurumlarında,
derneklerde, yurt dışında, kısacası değişik çalışma
zeminlerine göre öne çıkan, belirginleşen özellikler,
farklılıklar gösteriyorlardı. Bu durumdaki potansiyelden,
THKP-C çizgisinin gerektirdiği görevleri omuzlamaları
beklenemezdi. THKP-C'nin yeniden yapılandırılmasında
ise, hem örgütlenme anlayış ve prensipleri uyarınca
hem de potansiyelin sunduğu veriler nedeniyle, yatay
veya aşağıdan yukarıya bir süreç izlemesi olası değildi.
A) Gruplaşmalar, Tasfiyecilik, Resmi ve Gayri-resmi
inkarcılık:
Bir parti çizgisi doğru stratejik-taktik ilkelere dayanıyorsa,
yenilgi ve darbe dönemlerinde ortam koşullarının gerekli
kıldığı politik taktikler gündeme getirilir. Teorinin
revizyonu, ideolojik inkarcılık, örgüt nihilizmi, savaş
yabancılaşması değil..
Her ağır darbe ve taktik -örgütsel- fiziki yenilginin
ardından ideolojik politik çizgiyi revize etme yolunu
seçenler, devrim isteyebilir ama devrim için yola çıkmanın
gerektirdiği siyasal fonksiyonlara sahip olmadıklarından
dolayı bir türlü iktidar alternatifi bir yapılanma oluşturamazlar.
Genellikle düzen sınırlarını fazlaca zorlamayan bir
düzlemde hareket etme tavrını benimserler. Hangi iddialarla
yola çıkarlarsa çıksınlar, sonuçta bu düzlemde saf tutarlar.
Kızıldere sonrası ortamda durum bir yönüyle bu şekildedir.
Sürecin bu yönünde ilerlemeye başlayanların durumu esas
olarak devrimci çizginin yaşam bulmaya başlamasıyla
berraklaşacak ve siyasal konumlanışı belirginleşecektir.
Bilindiği gibi, alternatifi henüz oluşmamış bir çizginin,
niteliği ve durumu ile çakışmayan politik boşlukları
doldurması ve devrimci sürece yapay yanıtlar sunması
olasıdır.
THKP-C, ideoloji ve mücadele planında güçlü evrensel
bir miras bırakmıştır. Yaşanan süreç dikkatle incelendiğinde,
P-C'nin teorik evrimini son derece hızlı bir şekilde
gerçekleştirdiği görülür. Bunun nedeni, kısaca da ifade
edilebilmesinin yanı sıra çok yönlü anlamlarla yüklüdür.
her şeyden önce P-C, savaşın her cephesinin tümüyle
içindeydi. Ve yaşam-kuram diyalektiğini gerçek anlamda
yaşamaktaydı.
Mahir Çayan'ın ilk yazılarından "Kesintisiz Devrim
II. III" bildirgesine uzanan çizgi, somut bir ideolojik
gelişim çizgisidir. P-C anlayışında dogmatizme yer yoktur.
Yapılan saptamalar yaşam dinamiği olan tezlerdir. Ve
yaşamın, bilimin gelişen değişen yanlarıyla birlikte,
o süreklilik içinde tekrar tekrar sağlaması yapılır.
Yaşamla sınanır, yaşamı sınar. Ne var ki her
türlü yadsımacılığa, savaşın getirdiği yeni sonuçlarla
değil ama çeşitli subjektivizmlerle belirlenen 'değişme'lere,
inkarcılıklara karşı tavrı da o ölçüde nettir, acımasızdır.
Partimizin ideolojik evriminin bitmiş olduğunu elbette
söylemiyoruz. Yalnız hiçbir 'yeni', onun savaşla özdeşleşmiş
temel çizgilerine, stratejisinin köşe taşlarına dokunamaz...
Örgüt ve devrim anlayışının zaafa uğramasına prim verilmesi
olası değildir. Sıcak mücadelenin hızlı ve kısa sürecinde
parti, birbirinin ardılı olması gereken bütünlüklü bir
programın aşamalarını oluşturan gelişim ve yerleşim
dönemlerini yaşama olanağı bulamamıştır. Dolayısıyla,
önüne koyduğu teorik-ideolojik programın tamamını da
gerçekleştirememiştir.
Bu nedenle çeşitli saptamaların açılımları yapılmadığı
gibi, eksik bırakılan ve birinci dereceden önem taşıyan
konularda boşluklar da sözkonusu olabilmiştir. Sözgelimi
Kürdistan ve Kemalizm sorununda böyle ciddi bir boşluk
vardı. Kemalizm, Birleşik Devrimci Savaş, Suni Denge
gibi kavram ve saptamaların yeterince açılmadığı görülüyor.
Dönemin belirleyici devrim olgusu olan THKP-C, bu niteliğine
bağlı olarak, Kızıldere sonrasındaki, resmi ve gayrı
resmi inkarcıların ve oportünizmin her çeşidinin saldırı
odağı haline getirilmiştir. Akıl almaz tahrifatlarla,
kelime cambazlıklarıyla dahi P-C tahrif edilmeye başlanmıştır.
Savaş kaçkınlığının makul ve mazur hale gelebilmesi
için zorunlu olunan P-C'yi mahkum etme savaşı, edinilen
her silahla yükseltilecektir...
1974-75 yılları, Türkiye'de saflaşmaların, gruplaşmaların
yoğun olarak yaşandığı yıllardır. Uzun zaman devrimin,
mücadele ve örgütlenmenin sorunlarından uzak yaşayan
geçmişin kalıntıları ya da bunların türevleri, siyasal
arenada kendi çelişkilerine uygun olan yerleri almaya
başladılar. Kafalarında kimisinin hala tam olarak yenememiş
olduğu THKP-C ideolojisinin fazla tehlike arzetmeyen
yanlarını harmanlayıp piyasaya sürmenin hazırlıkları
yapılıyordu. Çekilinen köşelerden, icazetli mücadele
koşullarında 'en ileri' olmak için denizin durulması
beklenmişti. Ve işte şimdi tam sırasıydı..
Yalnız bu baylar harekete geçer geçmez kafalarını son
derece ciddi bir olguya çarptılar. Evet, potansiyelin
çoğunluğu onları abartıyordu, onlardan çok şey bekliyordu.
Ama P-C stratejisi üzerinde o denli duyarlı idiler ki
bu çizginin temellerinin 'onlar tarafından dahi' zaafa
uğratılmasına, saptırılmasına izin vermeyecekleri çok
açıktı. Bu görünen köye uygun olarak oportünizm kılık
kıyafetini hemen ayarlamak gereksinimi hissetti. Durum,
II No'lu MLSPB bülteniyle şu şekilde saptanıyordu; "Hapishanelerde
her şeyin bittiğini sanarak susanlar 1972 sonrası yılgınlık
ortamında yeniden Maksizmi öğrenerek (!) teslimiyetçi
teorilerini sistemleştirdiler. Ancak bunu hemen açığa
vurmadılar. Af'tan yararlanarak çıkan bu hainler, P-C'nin
geniş sempatizan kitlesiyle karşılaştılar. THKP-C sempatizanlarından
tecrit olmamak ve bir kesimini peşlerinden sürükleyebilmek
amacıyla teslimiyetçi teorilerini sinsice, adım adım
ileri sürdüler..." Gerçek düşüncelerini savunmaları
halinde bu potansiyelden tecrit olacaklarını bütün somutluğuyla
görmüşlerdi.
Geçmişin mücadele süreçlerinde hangi konum ve fonksiyonlarla
yer almış olurlarsa olsunlar, cezaevlerinde ve dışarıda
bulunan bütün kesimlerin ortak özelliklerinden biri
de; önderliğin pratik içinde ve pratiğin bilinen bütün
normlarının bizzat en önünde belirginleşmiş, doğal ve
tartışılmaz bir biçimde benimsenmiş durumundan ötürü,
onun yitirilmesiyle içine düştükleri güven bunalımıdır.
Önderliğin manevi otoritesi savaş içerisinde o denli
pekişmiş bir konum ve belirleyicilik göstermekteydi
ki, değiştirilen görüşlerin dahi bir çok kesimce herhangi
bir endişe duyulmaksızın benimsenmesine varan yüksek
bir güven düzeyi oluşmuştu. Bu olgunun zedelenmemesinin,
zaafa uğramamasının önemli nedeni, söylenenlere, savunulanlara,
saptanıp ortaya konulanlara, hemen akabinde önderliğin
kendisince yaşam verilmesiydi.
Kadro ve aktif parti elemanlarının, parti karar ve görüşlerini
kabul edip, onları, verilen perspektifler içinde uygulama
kapasitesi ile; var olan sistematik bağlar, yukardan
aşağıya yönlendirme sekteye uğradığı zaman, elindeki
o zamana kadar birikmiş politik-örgütsel verilerle bütünleşip
onları salt kendi iradesi ile yürütme, uygulama dinamiği
gösterebilmesi farklıdır. Fakat parti kadrosundan, hatta
parti aday kadrosundan beklenilen de ikincisidir. Onların
niteliği bu ikinci durumun gereklilikleriyle çakışmak
zorundadır. Fakat ne yazık ki önderlik kurumlaşmasına
ilişkin belirttiğimiz algılamaların yanı sıra, daha
önceki bölümde ifade ettiğimiz gibi kadroların normal
ve olağan işlerlik süreçleri yaşayarak, olgunlaşmış
ilişki ve çalışmalardan geçmemesi, parti sistematiğinin
olgunlaşmaması, savaşın güncel taktiklerine, değişen
durumlara ayak uydurabilmesi, onları göğüsleyebilmesi
durumuna kavuşulamamış olunması nedeniyle, yenilginin
ilk sonucu şok ve moral çöküntüsü şeklinde gündeme gelmiştir.
Bir yanıyla Kızıldere ile somutlaşan ve başlayan yenilgi
sürecinin sonucu değil, nedeni de bu durumdur. Neden-sonuç
ilişkisini sarmal bir bağlantı içinde görmek ve değerlendirmek
gerekiyor.
Bir sarsıntının akabinde, 'düşünme-değerlendirme' dönemi
başlamıştır. Tarihte bir mücadelenin, bir devrimci çalışmanın,
hatta herhangi bir çarpışmanın -global ya da lokal-
devam eden örgüsü içinde onu ele alıp değerlendirmekle,
'bitti' hükmünü verdikten sonra (olumlu ya da olumsuz,
kazanılmış ya da yitirilmiş olsun) değerlendirmek, ezici
bir genellemeyle, farklı sonuçlar ortaya koymuştur.
Pratik içinde, fakat pratiğin yanıltabilir ikincil etkenlerinden
uzaklaşarak objektif yargılara varabilenler, veya pratiğin
zayıf olduğu süreçlerin çözücü etkilerinden uzak iradecilik
ve politik güçle objektif olabilme dinamiğini düşüncede
ve eylemde gösterenler de olmuştur... İşte onlar, tarihin
çarklarına ivme kazandırabilenlerdir. Varsın doğrular
olgunlaşmamış olmasın, onu olgu haline getirebilecek
olan, düşünce ve eylem gücü somutluğunda, insandır diyebilenler,
aydınlığın güvencesidir.
Cezaevlerinde, yenilgiden sonraki ilk dönem bu bilinçten
uzak yaşandı. Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan'ın mahkeme
ve cezaevi tavırlarının olumsuzluğunun da yardımıyla,
anında damgalanabilen ve yankı-taraftar bulamayan ihanetçi
tutumlarının yarattığı endişe, tartışma ve görüşlerin
şekillenmesindeki etkenlerden biri oldu. Bir yanıyla,
yenilmiş bir pratiği bütünlüklü olarak değerlendirip
savunma-savunmama ikilemi, diğer yanıyla onu eleştirmek
yoluyla ihanetçilerin saflarına düşürebilir, onlarla
özdeşleşilir endişesi, kafalardaki soru ve yadsıma noktalarının
özgürce açılımının önünde bir dönem için engel oluşturdu.
Politik bir kapasite sorunu olan, stratejiyi ve onun
pratiği olan çalışma tarz ve anlayışlarını bütün bağlantıları
ile kavramaları, eksik-hata ve doğruları içinde çok
yönlü analizden geçirerek değerlendirip savunmaları
gerçekleşmemişti.
Dolayısıyla tersten başlayan ilk çıkışlar, yüzeysel
ve ilkel bir tarzda, tek tek eylemlerin mahkum edilmesi
noktasında gündeme getirildi. Ve giderek gündeme kavramlar
sokulmaya başlandı. Eylemlerin yadsınmasıyla kendine
bir çıkış yolu bulan 'eleştirelliğin' bu yöntemine daima
dikkat edilmelidir. Çünkü devrim saflarındaki bireylerde
tehlike çanlarının çaldığı iki tipik belirtiden biri
de budur: Temel mücadele yönteminin hatalarını genelleştirmek
ve öne çıkarmak. Ve ikincisi; zaaflı devrimcilerden
yola çıkarak bütün devrimcileri yargılamaya kalkmak...
Herkesin belirgin bir tarzda yolunu çizmeye başladığı
bu dönemde, gelecekler belli olsa da görüşler muğlak
tutulmaya devam ediliyordu.
Ve ilk saflaşmalar, kopuşmalar 'basit nedenler' görünümü
altında yaşandı. Her ne kadar açıkça ifade edilmese
de karşılıklı olarak hemen hemen herkes karşısındakinin
kafasının belirleyici çelişkisini yakalamıştı. Ve yaşamın,
bunların açıkça ifade edileceği zamana kadar tahammülü
olmaması gerçeği üzerinde, temelde belli bir özden kaynağını
alan ama henüz sözkonusu 'öz' gündem maddesi olmadığı
için, çeşitli biçimsel nedenli farklılaşmalar yaşandı.
Öte yandan, değişik bölgelerde bulunanların her biri
bir diğerine bel bağlayarak, ondan çözüm umarak beklentilerini
sürdürdüler. dışarıdakiler cezaevlerindekilere, cezaevindekiler
yurtdışına bel bağlayarak bir dönemi yerken, bu arada
kendi manevi otorite, misyon ve saygınlıklarını da yediler.
Yine de bütün günahlarına karşın içlerinden bazıları,
çizginin aşamalı kemirilmesi programlarını uygulama
zeminini bularak özellikle Ankara'da gençlik kesimine
egemen olmayı başardılar.
Gerçekten de geçmişin kalıntıları, farklı görünümlerine
ve bu yolda harcadıkları değişik çabalara rağmen, özünde
rengin farklı tonlarından oluşan bir kompozisyon çiziyorlardı.
THKP-C'nin ideolojik, politik, stratejik ve örgütsel
ilke, görüş ve anlayışlarını tahrif ve inkar ederek
onu ihtilalci özünden uzaklaştırıp içi boş bir ucube
haline getirmek, THKP-C'nin tarihsel çizgisini setlemek,
kırmak ve yok etmek için onun temel taşlarını oluşturan
kuramlarını akıllarınca çürütmeye yönelmek, sistemli
saldırılarını adım adım uygulamakta, adeta gizli bir
koalisyon oluşturmuşlardı.
Amaçlarına varma yolunda tam bir taktik birliktelik
içindeydiler. Bu taktik uyarınca, ilk etapta THKP-C
teori ve pratiğine açıkça saldırılmayacak, ona en genel
anlamda sahip çıkılarak hem potansiyelin üzerine oturma
hem de prestijini sömürme avantajları kullanılacaktı.
THKP-C, önderlerinin can bedeli savundukları ve uyguladıkları
siyasal görüşlerinden yalıtılacak, düşmanın bile saygı
duyduğu yönlerine, devrimci atılganlıklarına, politik
cesaret ve iradelerine, yiğitlik ve tutarlılıklarına
sahip çıkılacaktı. Böylelikle, yaşamdan soyutlanmış
misyonlara hapsedilerek anılacaklardı.
Lenin'in dediği gibi, ölümlerinden sonra devrimci önderlerin
görüşleri fark edilemez ve cezalandırılamaz bir şekilde
dönüştürülecek, bir hale ile süslenerek oportünizmin
sömürü faktörü haline getirilecek, tüketilecekti…
Bugün bütün bunlar artık uzak bir yaşanmışlığın ifadesinden
başka bir şey değildir. Ve bu nedenle de ideolojik mücadele
vb. fonksiyonları değil, tarih yazımı, aktarımı ön plandadır.
Bu arada, 74'lerde potansiyel üzerine 'birlik' sağlama
tartışmalarının ve bazı sistematiklere bağlanabilecek
çalışmalardan sonra bir platform vb. yaratılarak partiyi
inşa etme teoremlerinin üzerinde bir yanıyla daha durmak
gerekiyor.
Günümüzde de kimilerinin politik açmazlarını oluşturan
bu tarz savlar, o dönemde de savunulmuş, gerçeklerle
ne ölçüde bağdaşabildiği -bağdaşma olasılığının hiçbir
biçimde bulunmadığı- dönemin devrimcilerince yaşanmıştır.
Gerek yurtdışında, gerekse ülkede oluşan 'platform'
fikirlerinin kendi sav mantığı içinde dahi gerçeklik
kazanabilmesi için öncelikle farklılıkların ve aynılıkların
açıkça ve geniş bir açı içinde tartışılması, onların
ağır basan yanları beraberliğe elveriyorsa, bunun gerçekleştirilmesi
gerekirdi.
Bu noktada, hep gözardı edilen önemli bir tartışma noktası
daha vardır: Tartışmacıların durumu.. Hiç kimseye
'eski'liği adına yeni süreçleri belirleme hakkı tanınamaz.
Eğer sözkonusu kişiler, bir çizgiyi, bir misyonu ara
vermeksizin sürdürmüş ve politik yaşamında zaaf göstermemişse
kuşkusuz bu tartışmamızın dışındadır. Ne var ki, ülkemizdeki
'platformcular' hep inkarcılık sürecine giren insanlar
olmuştur. Bu tür tartışmalar da yorgun eski tüfeklerin,
kendilerine biçtikleri yeni rolün platformu olmuştur.
Devrim pratiğinde herhangi bir politik ve örgütsel görev
almak gibi bir niyetleri olmayan birtakım insanlar,
ülke devriminin sorunlarını tartışmak, programlar yapmak
için masaya otururlar. Huşu içinde başlayan bu tartışmalar,
birlik ve beraberliğin de sadece o masalarda kaldığı
bir masa tenisi maçının sona ermesi gibi biter, gider…
Devrim süreçlerinde 'yurtdışı', en fazla platformların,
cephelerin, ittifakların kurulduğu-ve o ölçüde de en
fazla dağıldığı- çalışma alanıdır. Pratiğin odağından
uzak devrimcilerin, teorinin lafızları ışığında ve çoğu
kez kitabi teoremlerle ve yine pratikten uzak olmanın
aşındırdığı iradecilik ve özgüven yoksulluğuyla, 'güç'
ve nicelik arayışlarıyla ve/veya daha rahat bir çalışma
ortamının zaafa uğrattığı Leninist örgüt anlayışının
hantallaşan, Menşevikleşen, 'esneyen' perpektifleriyle
kurdukları beraberlikler soyut ve sunidir. Pratiğin
gerçekleriyle karşılaşır karşılaşmaz da güneş görmüş
dondurmaya dönerler. Erir, yavanlaşır, amaç ve özelliklerinden
tümüyle uzaklaşırlar.
İnsanların, 'ya yarın değişirse, değiştirmek zorunda
kalırsak' endişesiyle görüşlerini yazılı hale getirmekten
kaçındığı, sözgelimi sosyal emperyalizm gibi bir tez
üzerinde dahi, düşüncedeki ciddi eğilime rağmen 'THKO
sempatisini kaybetmemek için' açık olarak herhangi
bir şeyin söylenmediği, ayrı program, ayrı eleştiri
ve mantıklar çerçevesinde platforma hitap etmeye başlayan
insanların karşılarında buldukları ortamın daha önce
düşünemedikleri verileri karşısında, (öyle olmadığı
halde) 'P-C'yi tamamen savunuyoruz' diye ortaya çıkmaları…
tarzında örnekler ve özellikler taşıyan bir ortamın
"platformu" nereye oturtulabilir?
'Platform' ve 'genel toparlama' mantığının odağında
olduğu çeşitli girişimler gündeme gelmiştir. 'Düşünce
bazında farklılaşmaları engelleyelim, olası görünen
kamplaşmaların daha fazla uzaklaşmaların önüne geçelim'
niyetiyle girişilen birlik amaçlı ama kopuşmaların somutlaştığı
çeşitli tartışmalar olmuştur.
Daha sonra sağ ya da sol görüşlerini belirginleştirecek
grupları kapsayan geniş yelpaze içinde cereyan eden
iletişimler sırasında, partiyi kısa vadede ya da uzun
vadede yaratma düşünceleri, var olan ikilemlerden biriydi.
Ve bu durum son derece normaldi. Çünkü mantıkların
en önemli katalizörlerinden birisi budur.
Öte yandan, pratik olarak 'bir platform'dan, gerçekten
'birlik' yaratma girişimlerinden sözetmek gerekirse,
bu yolda da çabalar harcanmış, sözgelimi bir bölgede
tekrar kurulan Dev-Genç bünyesinde bir süre bölgenin
bütün potansiyeli toplanmıştır. Fakat mantığın karakteri
nedeniyle kaçınılmaz sonuç, girişimin yerel ve geçici
kalması, revizyonist çalışma tarzı içinde örgütlenmeden
uzak olarak yaratılan bir yapay ve yatay birlik çerçevesinde,
potansiyelde o dönem var olan olumlu özelliklerin de
eritilmesi olmuştur.
B) Kısaca Tasfiyeci Grupların Durumları:
1-'Sekizlik Tasfiyeler'
Savundukları görüşleri ilk olarak sekiz sayfalık bir
yazıyla açıklamalarından ötürü, devrimci çevrelerde
'sekizlikçiler' olarak adlandırılan bu sağ tasfiyeci
grubun başını çekenler, bizzat THKP-C içinden ya da
Dev-Genç çalışmaları içinden gelmekteydiler.
Kısa devrim, yakın zafer umutlarıyla devrimci hareket
saflarına katılan bu kişiler, açık faşizmin zorlu mücadele
koşullarında yılgınlığa kapılmış, kafalarında kurdukları
dünyalar yıkılmıştır. Zaaflarından kaynaklanan yılgınlıkların
nedenlerini ise THKP-C çizgisinde aramaya başlamışlardır.
Çok geçmeden de, devrimci mücadelenin pratikte tarihin
çöplüğüne atmış olduğu PDA'nın arşivlerinde, aradıklarını
bulmuşlardır. Yeniden keşfettikleri PDA tezlerini başlangıçta
bir bütün olarak benimsediklerini ilan etmek yerine,
parça parça ileri sürerek, THKP-C sempatizan çevreleri
üzerinde geçmişten kalmış olmanın avantajını kullanmak
yoluyla belli bir toparlama yaratmaya çalıştılar.
Adım adım ortaya koydukları görüşleri şu belli başlı
saptamalardan oluşuyordu: THKP-C'nin 1971 pratiği o
günün koşullarında doğruydu, ancak günümüz koşullarında
devrimin karşısına çıkan sorunları yanıtlayabilmek için
THKP-C'yi çok yönlü aşmak gerekir. Onu aşmanın yolu,
doğru yönlerini almak, yanlış yönlerini atmaktan geçer.
THKP-C önderleri kararlı, yiğit ve cesur idiler ancak
ideolojik ve politik olarak yeterli değildiler. Kendi
özgüçlerine güvenmedikleri için Sovyetler Birliği'nin
etkisinde kaldılar ve onun sosyal emperyalist yüzünü
görmezden geldiler. Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi
yanlıştır. Ne Marksizm Leninizm'de yeri vardır ne de
dünyanın herhangi bir ülkesinde görülmüştür. Bu tezler,
Latin Amerika'da Fokocu örgütlerin görüşleriyle Marksizm-Leninizm
teorisinin kaynaştırılmaya çalışılmasıdır. Eklektizmdir.
THKP-C narodnik bir harekettir….
Başlangıçta "geleceğe yönelik çalışmaların doğru
temeller üzerinde yükselebilmesi için geçmişin zaaflarının
değerlendirilmesi gerektiği" şeklinde tanımladıkları
ve ilk bakışta olumlu ve makul görünümüyle kimsenin
yadsıyamayacağı bu genel doğrunun ardında yatan gerçeğin,
ihanetin teorik kılıfı ve utangaç, temkinli çıkış noktası
olduğu böylelikle anlaşılacaktı.
Sekizlikçiler, siyaset sahnesinde dönemin belli başlı
iki kesiminden biri olan legal cephecilerle kozlarını
paylaşırken bu kekemeliklerinin tersine inkarcılıklarını
hızla örgütsel, ideolojik, politik bir anlayışlar bütünlüğüne
kavuşturdular. Ve o bütünlük içinde savundular. Özellikle
İstanbul'daki tartışma gündemini onların yazıları belirlemiştir.
Bu yazının niteliğine karşı, legal cepheciler de dahil
olmak üzere, potansiyel olarak P-C görüşleri savunuldu.
Bu görüşler ciddi bir biçimde yadsınarak onlara karşı
sınırlar kısa bir sürede net olarak çizildi.
2) Kurtuluş Tasfiyecileri:
Daha sonra Devrimci Gençlik Gençlik-Devrimci Yol'u oluşturacak
insanlarla 75 ortalarına kadar aynı zeminde hareket
eden ve daha sonra bu platformdan koparak, bir süre
sonra 'kurtuluş' adı ile hareket edecek olan bu çevrenin-
süreçte ön plana çıkarıp tartıştıkları konular farklı
olmasına rağmen- izledikleri taktikler 'sekizlikçiler'le
benzer yönler taşıyordu.
Bu çevre, Kemalizm ve Ulusal Sorun'u özellikle işleyerek
THKP-C çevreleriyle bağ kurmaya çalıştı. THKP-C'nin
"Kemalizm"in sınıfsal temelini doğru çözümleyemeyip,
oluşum sürecinde TİP, Yön vb. hareketlerin etkisinde
kalması ve sonuçta bu konuda hatalı bir yaklaşım sunmasının
yanı sıra, Türkiye devriminin temel sorunlarından biri
olan Ulusal Sorun'a çözüm getirememiş olması nedeniyle,
var olan bu gedikten hareketle ortama yerleşmeye çalıştılar.
Bu konuları Truva Atı gibi kullanarak P-C çevrelerinde,
'eksik ve yetersiz ideolojinin' bu boşluğunu doldurarak
ideolojik yetkinlik göstermek görünümü ile etkinlik
sağlamak istediler.
Her ne kadar THKP-C'yi savundukları, ancak eksik ve
yanlışlarını düzeltmeye çalıştıkları imajını yaratmak
istedilerse de potansiyelin P-C tahrifatına karşı yoğun
bir duyarlılık içinde olması dolayısıyla, bu taktik
te sürecin hızla yadsıdığı bir yöntem olarak kaldı.
DG'cilerin aksine görüşlerini daha açık ifade etme yolunu
tercih eder etmez, P-C potansiyelinden tecrit oldular.
Daha sonra 'Kurtuluş Sosyalist Dergi' aracılığıyla TKP'nin
görüşlerini zenginleştirip modern ambalajlarla piyasaya
sürmeye devam ettiler.
Kurtuluş öncüllerinin, değişen devrim ve örgüt anlayışlarını,
yeni tezlerini ortaya koyarak o dönem P-C potansiyelini
yitirmemek amacıyla görüşlerini açıklamayıp aksini ifade
ettikleri için farklılaştıkları ve bu temelde saflaştıkları
DY öncüllerinin durumu, mevcut potansiyel açısından
ne idi?
Bilindiği gibi bazı tavırların kendisine geçici ve suni
temeller bulunabilmesi her zaman olanaklıdır. Yeter
ki yönelimi, içinde bulunduğu konjonktüre oturabilsin.
Siyaset sürekli yeni Tar Baby'ler doğurmakta üretkendir.
DY'nin geniş bir potansiyel oluşturmasını, koşullarla
buluşması şeklinde değil, kafalarındaki farklılığa rağmen
kitlelere "sen haklısın" taktiğiyle (!) açıklamak
gerekir.
1895'te Dühring'in görüşlerine Almanların gösterdikleri
ilginin Marks ve Engels tarafından nasıl değerlendirilmiş
olduğunu anımsayalım. Sosyalistler oldukça geri bir
teori düzeyiyle arayışlar içinde iken gereksinim duydukları,
bekledikleri düşünce adamı kimliğini Dühring'i tanır
tanımaz onun göğsüne takıvermişlerdi. Bernstein bu durumu
şu şekilde ifade eder: "Marks ve Engels teorisinin
genel sonuçlarını kabul ediyorduk. Ama temellerini,
temellerinde yatan fikirleri yeterince özümlemeksizin,
onların görüşleri ile Lasalle'in görüşü arasında var
olan temel farklılıkların doğru bir anlayışına varmaksızın.
Burada da pratik uygulamalardaki farklılıklardan başka
bir şey görmüyorduk."
Nitekim giderek benzer durum DG-DY ilişkileri içinde
de yaşanmıştır. Pratikteki tablonun rahatsızlığı ortada
idi. Temel esprileri yakalayarak ta olsa, inancında
ve asgari olarak bilincinde oldukları P-C ideolojisini
yaşadıkları pratikle bağdaştıramadıkları için çelişkiler
içinde bocalayan aktif sempatizanların bir kısmının
amaç ve enerjileri eritilip revizyonist çalışmaya adapte
edilebilmiş, bir kısmı çelişkilerini, açmazlarını çözemeyip
bireysel tutumlar içinde gerileyerek bozulmuş, bir kısmı
da özellikle 76'dan başlayarak tavrını koymuş, arayışını,
savaşı somutlaştıran örgütlerden yana sonuçlandırmıştır.
Kurtuluş için durum daha farklı olmuş, esas olarak kendi
görüşleri çerçevesinde ama o görüşlerin P-C'nin temel
esprilerini yadsıdığı, tümüyle bunun dışında bir çizginin
içeriğiyle yüklü olduğu da hiçbir zaman somut olarak
ifade edilmeden, örgütsel ve politik tutum geliştirmişlerdir.
Yine bilinmektedir ki, diyalektikte yadsıma yalnızca
hayır demek ya da bir şeyi, bir fikri yok saymakla özdeş
değildir, mutlaka o anlama gelmez. her şeyin, her ilişkinin,
her fikrin oldukça zengin yadsıma biçimleri mevcuttur.
3) DEV-Genç Tasfiyecileri:
Sağ tasfiyeci çevrelerin üçüncüsü, önce Devrimci Gençlik,
daha sonra da Devrimci Yol adını alan kesimdi. Bunlar,
Kızıldere'den sonra THKP-C'nin örgütsel tasfiyesine
karşı çıkmamışlar ve DG adı ile faaliyete geçene kadarki
zaman dilimi içinde, sonradan ortaya sürdükleri kibar
oportünist tezlerini şekillendirme çabası içinde olmuşlardır.
Bu sağ tasfiyeci akımın özelliği, daha önceki görüşleri
ve pratiği savunmadığı halde, olduğu gibi savunduğunu
ileri sürmesi idi. Fakat içine girmeye çalıştığı bu
giysiye karşın tümüyle bir iç kılıksızlık durumu göstermekteydi.
Düzeni bozulmuş kavramlar, içi boşaltılmış, soysuzlaştırılmış
formülasyonlar, yalıtık 'partileşme süreci' şekilsizliği
ile yıllar boyu geniş bir tabanı sözcüğün bütün yüküyle,
oyalamayı başardılar.
THKP-C'nin teorik-pratik-örgütsel-stratejik görüşlerini
savunduklarını iddia ede ede legal cepheciliği tezgahladılar.
'Eski' olma ve THKP-C'yi savunuyor görünmenin sağladığı
avantajlarla THKP-C çevreleri içinde önemli bir yer
edindiler. Bu oportünist şeflerle ilişkiye geçen insanlar,
günün koşullarının gerektirdiği adımların atılmasını
sağlayacak politik kavrayış ve cesaret, tecrübe ve insiyatiften
yoksun olduklarından ve de bu sempatizan unsurların
durumunu yanıtlayabilecek başka bir oluşumun yokluğundan
ötürü bir süre onlara yedeklendiler.
THKP-C zemininde safların henüz tam olarak belirginleşmediği
o günlerde 'legal cephecilerin' yaşanan sürece ve geleceğe
ilişkin savundukları ise kısaca şunlardı:
"Yaşanan süreç, partileşme sürecidir",
"bu süreçte temel mücadele biçimi ideolojik mücadeledir",
"sürdürülecek ideolojik mücadele içinde proletarya
partisinin ideolojik-politik-stratejik çerçevesi oluşturulacaktır.",
"12 Mart açık faşizmi ile birlikte, diğer tüm çalışma
ve mücadele yolları kapandığı için THKP-C zorunlu olarak
Silahlı Propaganda yöntemine başvurdu.", "Bugünkü
koşullar farklıdır, legal çalışma şartları vardır."
diyorlardı.
Legal cephecilere göre, uzun bir parti hazırlığı dönemi
yaşanacak, bu hazırlık döneminde temel alınan ideolojik
mücadelenin aracı olarak legal yayınlar çıkarılacak,
bu yayınlar aracılığıyla geniş kitleler örgütlenecek,
esas alınan sözkonusu çalışma yöntemi içinde proletarya
p partisinin ideolojik-politik-örgütsel-stratejik görüşlerini
hayata geçirecek kadrolar yetiştirilecekti. Bu 'sabır'
gerektiren çalışmalar sonucunda ise proletarya partisi
kurulacak, henüz bu parti olmadığı için silahlı propaganda
yapılmayacaktı. Silahlı mücadeleyi bu şekilde 'ustaca'
ekarte eden görüş, bir ölçüde makul olabilmek için hemen
ekliyordu: elbette, bütün bunlar demek değildir ki,
süreçte hiç silah patlamayacak…
Bu sağ tasfiyeciler 1977 1 Mayıs'ına kadar geçen zamanda,
THKP-C sempatizanlarının büyük çoğunluğunu çevresinde
toplayarak ihtilalci özlerini "partiyi bekleyin"
parolasıyla gemleyecek, o güne kadar ki oportünist yayınları
aracılığıyla işlediği düşüncelerden sonra onların artık
yadırgamayacaklarına inandığı anda da "DY Bildirgesi"
ile görüşlerini daha cesurca ifade etmeye başlayacaktı.
Partinin yaratılması yolunda bilinçli bir adım nasıl
anlaşılmalıdır. Bu her şeyden önce bir siyasi çizgi
sorunudur. (abç) Türkiye devriminin sorunlarına
çözüm getirmeyi içerir. Marksizm'in Leninizm'in uygulanmasıyla
devrimin yolu, devrimci mücadelenin hedefleri ve bu
hedeflere varmak için kullanılacak bir politikaya ihtiyaç
vardır. (DY Bildirgesi S. 48) diyerek açık ve nihayet
net bir biçimde, mücadele etmek için siyasi bir çizgiye
sahip olunması gerekliliğini, böylesi bir çizginin ise
var olmadığını, devrimin sorununu öncelikle (ve elbette
ideolojik mücadele yoluyla!) bu çizgiyi yaratmak olduğunu
ifşa ediyorlardı. Bu ifşaata rağmen 'P-C'yi savunmaya
devam ediyor' ve amaçladıkları gibi, birkaç yıldır üzerinde
çalıştıkları ve izole ettikleri tabanın nicelik olarak
önemli sayılabilecek bir bölümünü peşlerinden sürüklemeye
devam ediyorlardı. "Devrimci hareket, kendisinin
siyasi varoluş koşulu olan görüşlerini henüz sistemleştirmiş
değildir." (Bildirge'den) demekle bu stratejinin
üzerini çiziyorlardı. Ve bu çizginin merkezine geçirdikleri
bütün "savaşacağız" menşeyli halelerle tabana
gösterdikleri seraplara karşın artık ifadede gerçek
yerlerine oturuyorlardı.
Sürecin bir diğer tarihi ironisi, bütün bu oportünist
şeflerin 1974'ten önce, silahlı mücadeleden ödün vermemek,
revizyonizmle kalın çizgiler çekmek ve sınıfın içinde
olmak temelinde biçimlendirilecek bir parti yaratmak
gibi konuları odağa oturtarak bunları ilkesel sorunlar
olarak saptadıkları ve bu temelde hem fikir oldukları
bir 'birlik' platformu kuralları saptamış olmalarıdır.
4) Yurtdışı Tasfiyecileri:
Bu 'sol' tasfiyecileri 12 Mart Mültecileri olarak tanımlamak
gerekir. Kızıldere sonrası THKP-C'nin örgütsel yapısının
tasfiye edildiği ve P-C saflarında dağınıklığın egemen
olduğu günlerde, ülkeye dönerek dağınık ilişkilere yön
vermeye ve savaşı güçleri oranında yeniden örgütlemeye
çalışmaları gerekirken, yurt dışında kalmayı seçmişlerdir.
Mülteci grubunu oluşturanlar, geçmişte P-C'nin yurtdışı
görevleri için atadığı "yurtdışı komitesi"nde
görevli olan kişileri bünyesinde barındırıyordu. Legal
ve yarı-legal örgütlenme biçimlerini yadsımak yoluyla
'sol' kimliklerini tanımladılar. Çalışmalarının belirgin
yönü, yurtdışında, çevrelerinde topladıkları kişileri
önce pratik devrimci faaliyetlerden uzak ve toplantılarında
'teorik eğitimden' geçirmek, bunun ardından da askeri
olarak eğitmek idi.
Bütün bunları yaparken, çok yakında ülkede başlatılacak
yoğun bir mücadelenin hazırlığı içinde oldukları imajını
veriyorlardı. Bu 'parti okullarında' eğittikleri bazı
insanlara 'parti kadrosu' payesi veriyorlar ve ilerde
(?) bu 'parti kadrolarını' Türkiye'ye göndererek P-C
sempatizanlarını toparlamayı, savaşı başlatmayı umuyorlardı.
Kendilerin partinin devamı olarak görüyorlar, fakat
ülkede partinin savaşa başlaması için bir hazırlık dönemi
yaşanması gerektiğini öne sürüyorlardı. "Geniş
birlik-platform" tartışmaları sırasında yurda gelerek
bu kesimlerle kısmi tartışmalarda bulundular."
P-C'yi yaşatma, P-C olarak çıkma", fikirlerine
karşılık "yanlışları sürdürmeme", özeleştiri
yapma fikirlerini savundular. Fakat, 'P-C adına çıkarsak
geniş birliği sağlayamayız' şeklindeki savlarla yüzyüze
gelince bu ilişkileri daha fazla sürdürmeyip kendi dünyalarına
ve kendi hazırlıklarına geri döndüler.
Ancak hazırlık döneminde nasıl bir mücadele ve örgütlenme
hattı izleyecekleri, bu hazırlığın nerede biteceği sorularına
verilebilecek net bir yanıta da sahip değillerdi. Bu
suskunluklarına karşın yürüttükleri devekuşu faaliyeti,
onların hazırlıktan ne anladıklarını ve bu hazırlığın
son bulmasının divana kaldığını, savaşın başlama şansının
bu ellerde mümkün olamayacağını bağırarak söylüyordu.
5) Acil Tasfiyecileri:
İlk defa, 184 sayfalık "Türkiye Devriminin Acil
Sorunları" adlı broşürle ortaya çıktıklarından
devrimci çevrelerce '184'lükler' veya 'Acilciler' olarak
adlandırıldılar. Sağ ve sol görüşler ve pratikler içinde
debelenip durdular. Bir taraftan legal ve yarı legal
çalışma ve örgütlenme biçimlerini teorik olarak ve büyük
oranda pratikte de reddederken, diğer taraftan yaşamın
zorlamasıyla legal ve yarı legal çalışma ve örgütlenme
girişimlerinde bulundular. Bir taraftan hızlı 'öncü
savaşı' savunuculuğu yaparken diğer taraftan yurtdışı
mültecileriyle aynı kapsamdaki 'uzun süreli hazırlık'
anlayışı içinde son çözümlemede derin bir pasifikasyona
saplandılar.
Bir ara mültecilerle birleşerek "Proletarya Partisini"
(THKP-C) kurduklarını açıkladılar. Bu birleşme öncesinde
karşılıklı olarak birbirlerine kendi durumlarını abartarak
aktardıkları için, yurt dışında parti okullarından geçmiş
çok sayıda kadro ve çeşitli ilişkilere sahip bir grupla
yurt içinde ülke çapında örgütlü bir diğer grubun birleşmesi
doğal (!) olarak parti için gerekli her türlü veriyi
sağlamış bulunuyordu...
Bu yapay temeller kısa sürede çatırdadı. Ve herkes geldiği
yere geri döndü. Acilciler 1978 yılında P-C görüşlerini
tümüyle terk ederek geleneksel, sol çıkışlar arzeden
sağ karakterli çizgide konumlandılar.
F- KURULUŞ MANTIĞI, YÖNTEMİ VE MARKSİST-LENİNİST
SİLAHLI PROPAGANDA BİRLİĞİNİN KURULUŞ EVRESİ
Dünya konjonktüründe, 60'lı yılların başından sonuna
doğru yoğunlaşan bir ivmeyle yaşanan tarihsel dinamikte;
bağımsızlık, sosyalizm ve demokrasi mücadelesi, bazı
metropollerden birçok geri kalmış yeni sömürgeye kadar
çeşitli ülkelerde değişik görüntüler, değişik çıkış
noktalarıyla yaşanmıştır.
Bu tarihi dinamikle iç içe fakat ülkemizin on yıllarının
sınıfsal, sosyal, kültürel, siyasal seyrinin ortaya
koyduğu birikimlerle yaşanan 68-72 sürecinin asli yönü,
sınıf mücadelesinin gerçek boyutlarının ülke ve tarih
koşulları uyarınca yakalanması ve tarihimizin en önemli
dönemeçlerinden birine girilmesidir.
Bu, Türkiye emekçi sınıflarının Devrimci Kurtuluş yolunun
açılması evresinde, esasta burjuva ideolojilerinin yön
ve biçim verdiği geleneksel revizyonist perspektifler,
teorik ve pratik planda burjuvaziye borçlanmalarının
muhteşem aczini yaşıyorlardı. O durumda elbetteki
hem kendi iç dinamiklerinin hem de kendilerini çevreleyen
koşulların dayattığı faktörlerin karmaşası içinde sürecin
soru ve sorunlarını yanıtlayabilmeleri son derece zor
olacaktı.
Görevin, sınıfsal, tarihsel, siyasal, psikolojik, kültürel
olgular bütünlüğüne çözümler sunmak olduğu ve aynı zamanda
bu olguların nesnelleşmesini sağlamak olduğu bir senteze
nitelik olarak oturabilmek, dönemin önderlerinin karşısına
devasa çizgileriyle kendini çizmişti.
Sorunun özü, tarihsel dönemecin kriterlerini yakalayıp
gereken ihtilalci adımları attıktan sonra, bu adımları
stratejik yürüyüş sistematiğine dönüştürebilmek, iktidar
mücadelesinde asli unsur olabilmekti.
Marksizmin bir dünya görüşü, yaşam-savaş bilimi düzeyinde
içselleştirilmesi ve bunun yanı sıra bir kadro çekirdeği
olarak doğmak zorunluluğu, mücadelenin her fonksiyoner
unsuruna görev-nitelik kapasitesinde olgunlaşma süreçleri
dayatır. Böylelikle, savaşmak-değerlendirmek -eleştirel
yargıyla çözümlemek- savaşmak dizgesindeki zayıflıklar
ya da savaşın olgunlaşmamış evrelerinde karşı devrimin
dayatmalarına yanıt vermedeki zaaflar, yenilgi koşullarının
belirleyicisi haline gelir.
Mücadele ivmesinin yoğun ve o oranda da ağır olduğu
tarihsel dönemeçlerde veya yenilgilerden sonra veya
tarihi uzlaşma evrelerinde bunalım ve açılım birlikte
yaşanır. İdeolojik ve toplumsal yaşamdaki açılımların
yanı sıra sınıf mücadelesinin pratik açılımı da çoğu
kez bu süreçlere eşlik eder. Bununla birlikte sağlıksız
tıkanıklıklarla yolların bir müddet kesildiği de olur.
Bunalım ve açılım, karşıtların birliği diyalektiği içinde,
terazinin kefelerine her biri kendi kavlince yerleşir.
Sözkonusu karşıtlığın çatışmasının sağlığı; devrimci
ideolojinin ve pratiğin o kesitteki niteliğine, siyasal
gücüne ve sınıf savaşımında oturmayı başardığı mevziye
göre belirlenir. Çatışmanın değiştirdiği koşullara,
gereken anda doğru ihtilalci müdahalede bulunulmadığı,
bu müdahalenin organizasyonu olan örgütlenmenin taktik
adımları atılmadığı taktirde, bunalım-açılım bir ikilem
olmaktan çıkar, birbiri ile özdeşleşir, 'çıkış' adına
en sarp yollara sapılır, çıkmaz sokaklara girilir.
Leninizm'in de, Leninist örgüt kavramlarının da karakteri
alabildiğine soysuzlaştırılır, devrimci savaş kaybedilmiş
süreçler yaşamaya mahkum edilmiş olur. Döneme açmazlar
damgasını vurur. İhtilalci irade doğru kullanıldığında
ise, o iklimin toprağına ayaklarını basan, tarihsel
seyrin koşullarının biçimlendirdiği bir dinamik uç verir,
ayağa kalkmaya başlar.
Onun ayağa kalkarken ellerini dayadığı toprağın tavı
nasılsa, hangi evrensel koşullarla sarmalanmışsa, doğrulma
ritmi de, doğrulmanın niteliği de öylece belirlenir.
Aksi bir yaklaşım, doğanın ve devrimin diyalektiğinin
gerçeklerinden uzaklaşmak, zaman-zemin bileşimi içinde
olgunlaşan koşulların fenerini söndürmektir.
Sınıflar mücadelesinde birçok olgu ve yeni'nin birlikte
yaşandığı dönemlerde analiz ufkumuz da genişleme şansına
kavuşur. Fakat yine de çelişkileri ve görünümdeki verilerin
yarattığı uyumsuzluklar tablosunu çözümlemek, eski olguları
yenilerle sentezleyip teori pratik eşgüdümünü yaratmak,
elbette kolay ve basit politikalarla yanıtlanamaz.
Doğru olan her politik eylem, politik adım, politik
işlev, kendi ifadesiyle kendi başına bir birim çözüm
olsa da bunu yerli yerine oturtmak, öncülleriyle ardıllarının
siyasal savaş grafiğini bütünleyebilmek gerekir. Aksi
taktirde savaşın somut verilerine ilişkin ortaya konmaya
çalışılacak en kapsamlı soyutlama dahi taktik çözümlerden
uzak düşer. Biçimsel kalmak ve formel mantık tahribatlarına
yakasını kaptırmak tehlikesinden kendini kurtaramaz.
Dolayısıyla yöntemde temel sorunumuz, bilgi ve eylemi,
kendi klasik içeriğinin bilincinde olan ama ona meydan
okuyan-döğüşen ve onu yenen olgular haline getirebilmektir.
İdealizmin nefes almadan yaydığı tehlikeli ışınlardan
korunmayı sağlamanın; revizyonist, oportünist kapıların
kapatılmasının ana çizgisi, klasik nedenselliklerden,
soyutlamacı ve formülasyoncu vulgarizmden uzak durmaktır.
"Marksizm özünde, bilim tarafından elde edilen
sonuçların bir özümleme ve bireşim yöntemi olduğu için
niteliği gereği açık olmak durumundadır. Öyle ki, pratiğin,
koşulların her yeni verisini hazinesine kaydeder ve
onları zenginleşme, dönüşme yasasıyla yorumlayıp taktik
adımlarını üretir, yeniyi sunar." Ve "diyalektik
materyalizm kendi özü gereği kapalı bir bütün oluşturmaz"
temeli son derece önemlidir. Marksizm gerçeğin bilgisidir.
Dünyayı, bilimin onu kavrama başarısı gösterdiği düzeyde
açıklaması gerekir. Yeni bilginin de pratiğin her ilerlemesi
doğru eksen üzerinde var edildiği ölçüde, Engels'in
deyişiyle "materyalizmin yeni bir biçimini içerir."
İşte, ideolojik politik stratejik bütünlük içinde, MLSPB'nin
kuruluş evresine de bu aydınlanma kriterleri ile bakmak
zorundayız. Görevlerimizin diğer boyutu ve hemen bu
noktada bizi belirleyen diğer koşul, mücadelemizin yeniden
tesisine, atılımına ve ana yolunda tökezlemeksizin yürümesine
ilişkin doğru dersler aktarımını gerçekleştirebilmek,
çizgimizin yaşadığı her tecrübenin bizzat yaşamamış
insanlarca, içselleştirilmiş mücadele ve kazanım olguları
haline gelmesini sağlamak amacıdır. Bu amaç, objektivizmin
yalın ve sağlam rotasını zorunlu kıldığı gibi herhangi
bir 'an'ı için önem taşıyabilecek çeşitli detay ve bilgi
zenginliğinin yanı sıra, her türlü çatışma veya uyumun
sağlıklı aktarımı görevidir.
Siyasal savaş misyonumuzun açılım sunabilmesi için önce
süreçler, örgütsel ve politik işlevler ele alınmalı
ve onun iç bağlantıları, koşullandırmaları, evrimsel
verileri, volantirizmin sunduğu gereklilikler açıklanmalıdır.
Aynı zamanda onun genel sistematiğinin getirdiği özel
çıkarımların da doğru nitelenmesi gerekir.
Formel kurallarla hareket ederek nesnelliğe kavuşma
çabası, politik kısırlıktan başka bir şey değildir.
Ancak teori ve pratiğin iç mantık düzenini zedelemeksizin
örgütsel-taktik açılımlara soluk kazandırmak olasıdır.
Bir değerlendirmenin son tahlilde gerçek huyunu tanımlayacak
olan, örgütün politik çözümleriyle de çakışması, yahut
pratiğe ilişkin özeleştiriler yapıyorsa, bu noktada
tezlere, programlara da dönülüp bakılmasıdır. Bütün
tezlerinin ve bütün programlarının doğru olduğunu iddia
eden bir hareketin sürekli başarısızlıklara uğramasını
"kader"le açıklamıyorsak politikalara bakmaktan
başka seçeneğimiz yoktur. Ne var ki, Türkiye devrimci
hareketinde bilimsel çözümleme yerine üç şey yapılır.
Bir; başarısızlıklar karşısında paniğe kapılanarak inkarcılık
gündeme getirilir. Her şey yanlıştır, ideolojiyi inkar
etmek gerekir. Savaşmak çözüm getirmediğine göre savaşmamayı
formüle eden yeni ideolojiler bulmak için kollar sıvanır.
Çoğu zaman bunu dahi tek başlarına yapma gücünü kendinde
bulamayan insanlar, revizyonist cepheye iltica eder
ya da devrime ilişkin her şeyi terk eder. İki; başarısızlıklar
görmezden gelinir. Yapay iç düşmanlar yaratılarak bedeller
bu suçluların sırtına yüklenir, örgüt suçsuz önderleriyle
yoluna devam eder... atılan küçük adımlar abartılarak
subjektivizm içinde "devrime yürünür"... Üç;
çözümleme ve özeleştiri kisvesi altında çok şey konuşulup
hiçbir şey söylenmez. Ya devrimci görevler tartışmalara
hapsedilir ya da "lider"lerle örgüt elemanlarının
gerçek bağlarını koparan politik samimiyetsizlik uygulanır.
Yani, kafaları karışık olan ya da düşündüğünü söyleme
cesareti olmayan "liderler", tabanı uyutmaya
başlar. Çıkarımlar stratejiye hayat verebilecek
olgular olmak zorundadır.
Salt yöntem açısından dahi, konu gündem tahtasına asıldığında
ne dediğini bilmeden görev icabı saldıracak modern E.
Dühring'lerle de karşılaşılacaktır. Ne var ki hiçbir
çarpık biçimin, doğru içeriğin yolunu tıkama gücü olmamasının
güveni, savaş programının azimle savunulmasıyla birleşince
bütün bunlar, gelip geçici sorunlar olarak kalır.
"Varlık yalnızca dış dünya biçimleridir, ve
düşünce, bu biçimleri hiçbir zaman kendinden değil,
ama tastamam ancak dış dünyadan çıkartıp üretebilir.
Ama böylece tüm ilişkisi tersine döner. İlkeler araştırmanın
çıkış noktası değil, sonucudur. Doğaya ve insan tarihine
uygulanamazlar. (Kafadaki soyut tasarı biçimine gönderme
yapılıyor.) Bunlardan soyutlanırlar.
Doğa ve insan dünyası ilkelere uymaz, ilkeler ancak
doğa ve tarihe uydukları ölçüde doğrudur. Sorunun tek
materyalist çözümü budur. Bay Dühring'in bunun karşısına
çıkardığı anlayış idealisttir. Bu anlayış sorunu tamamen
baş aşağı koyar ve gerçek dünyayı fikren, şemalardan,
dünyadan önce nerede olduğu bilinmeyen ve düşünülemeyen
bir zamandan beri var olan plan ya da kategorilerden
hareket ederek kurar, tıpkı bir Hegel gibi"
(Engels)
O halde hareketimizin tarihsel çözümlemesini yaparken,
ne geçici yenilgilerimizi ne de eksikliklerimizi çıkış
noktası olarak ele almadan onu savaşın laboratuarına
yatıralım ki, değerlendirmelerimiz, gözlerimizi tekrar
tekrar savaş ufkuna çevirme eylemimizin ifadesi olsun.
Hareketimizin içinden çıktığı ortamın somut zemin özelliklerini
aktardıktan sonra onun biçimlenişini birinci dereceden
etkileyen faktörlerin tarihsel ve felsefi açılımı için
bir kez daha Engels'in sözleriyle açıklamaya çalışalım:
"Eğer inşa evriminin herhangi bir döneminde
zihinsel ve tarihsel olduğu denli fizik evren ilişkilerinin
de böyle inandırıcı ve kesin bir sistemi gerçekleşmiş
olsaydı, bu, insan bilgi alanının sınırlarına varmış
ve toplumun bu sistemle uyum içinde örgütlendiği andan
başlayarak gelecekteki tarihsel gelişmenin askıya alınmış
olduğu anlamına gelirdi ki, bu da bir saçmalık, tam
bir anlamsızlık olurdu. Demek ki insanlar şu çelişki
ile karşı karşıya bulunuyor, bir yandan tüm ilişkileri
içinde evren sistemi üzerinde eksiksiz bilgi edinmek
ve öte yandan, hem kendi öz nitelikleri ve hem de evren
sisteminin niteliği nedeniyle bu sorunu tamamen çözmeye
hiçbir zaman yetenekli olmamak. Ama bu çelişki yalnızca
iki etkenin, evrenin ve insanın niteliğine dayanmaz.
Bütün entelektüel gelişmenin başlıca kaldıracıdır da.
Ve tıpkı örneğin çözümlerini sonsuz bir dizi ya da sürekli
bir kesir içinde bulan o matematiğin problemleri gibi,
hergün ve ara vermeden insanlığın sonsuz ilerleyici
evrimi içinde çözümlenir."
"Gerçekten dünya sisteminin düşüncedeki her
yansıması nesnel olarak tarihsel durum ve öznel olarak
düşünce sahibinin fizik ve ruhsal niteliğiyle sınırlı
kalır."
Devrimci sorun hiç kuşku yok ki, bu Marksist bilgiler
temelinde bunları bilerek, "sadece sınırlı"
yaşamak değil, devrimci dinamizmi sınırların çözümüne,
açılımına ve aşılmasına egemen kılmaktır. Bütün bunların
kapsamında atılacak doğru bir adım, o aradaki mücadele
verilerinin ülke koşulları ve evrensel yasalarla örtüşerek
büyür. Büyümesinin nitel, nicel çerçevesini devrimi
kucaklayacak olgunluğa kavuşturamayınca, gündeme gelen
zaaflar ve bir dış müdahale , her anlamda bir gerileme
süreci yaratır. Bu sürece karşı da ciddi bir ihtilalci
ve örgütçü aktivite gösterilemeyince, çözülme, erime,
dağılma evresi baş gösterir.
Bu noktada önemle dikkat edilmesi gereken konu, benzer
çıkış noktalarının, görünümdeki benzer süreçlerin veya
yine yüzeysel algılamalarla varılan sonuç benzerliklerinin
yanılsamalarıyla, önemli tarihi farklılık ve özellikleri
gözden kaçırabilmek, dolayısıyla devrimci değerlendirme
ve yargılama görevine idealizmin kirli ellerini bulaştırmaktır.
Partilerin (örgütlerin) kuruluş evreleri ve kuruluş
biçimleri de kendi öznellikleriyle, kendi verili koşulları
içinde değerlendirilir.
Marksist parti tarihleriyle evrensel karşılaştırmalar,
partinin yaşadığı dönemin değişik dinamikleri gözetilerek
yapılır. Bu karşılaştırmada da tarihsel evrimi zedeleyecek
herhangi bir yöntem ihlali, bizi doğrudan doğruya oportünizmin
karanlığına iter. Hatalı tarihsel özdeştirmeler, hatalı
örnekler, yersiz göndermeler, değişim faktörlerini kapsamayan
kuramcı tutumlar, amaç ne olursa olsun hayata ve mücadeleye
hizmette bulunma şanslarının olmaması nedeniyle son
tahlilde hayata karşı bir yerde konumlanırlar.
Genel değerlendirme ve çözümlemenin ötesinde, herhangi
bir eylemi, herhangi bir dönemi, herhangi bir taktiği
ve işlevi M-L analize-tabi tutmanın tek yolu, kendi
zaman ve zemin olgularını kullanmaktaki başarıya bağlıdır.
Bir anlamda doğadan daha zengin, hızlı ve dinamik koşullandırmaları,
boyutları olan sınıflar mücadelesinin organik yaşamındaki
nesnel değişimler, kafaları ve özellikleri de kendi
seyrine uygun diyalektiği içinde değiştirir, yeniden
biçimlendirir.
Buradan hareketle, geçmişi bugünün gözüyle ve verileriyle
yargılamak, aykırı sonuçlar doğurur. Şüphesiz bir yanıyla
bu da yapılır. Geçmişe, bugünün daha olgun, zengin ve
gelişmiş gözlem gücüyle de bakılır. Özellikle tarihsel
dersler bu şekilde çıkarılır. Ama bunun, doğru yöntemin
baş aşağı çevrilmiş orijinallikleri de içeren biçimlerde
oportünist tahrifat malzemeleri de yapıldığı da olur.
Bu tarz anti-Leninist yöntemler, mücadelenin realitesiyle
çakışmadığı için pratik değer kazanması sözkonusu olmasa
da özellikle devrimci mücadelenin bunalım süreçlerinde
bazı çarpılmış gereksinmelere bir süre için hitap etme
olanağı bulabilir. Dönemin politik boşluklarından ve
karmaşalarından medet umanlar, tipik sağ ve sol tahrifat
reçetelerini dönemin, örgütün gereksinim ve sorunlarına
tercüme ederek piyasaya sürebilirler. Lenin'in Taktik
Üzerine Mektuplar'ında saptadığı gibi bütün bunlar nesnel
olguları ve mücadeleyi yadsıyan dogmalardan başka bir
şey değildir: "Marksçılık bizden, her tarihsel
duruma özgü sınıf ilişkilerinin ve somut özelliklerin
doğru ve nesnel çözümlemesini yapılmasını ister. Marks
ve Engels tarihsel sürecin her özel döneminin ekonomik
ve siyasal koşullarıyla zorunlu olarak değişebilen genel
görevlerinin sadece sınırların belirlenme yeteneğindeki
formüllerin ezberlenmesiyle ve yinelenmesiyle alay ederek,
her zaman, bizim kuramımız bir dogma değil, bir eylem
kılavuzudur demişlerdir. Öyleyse devrimci proletaryanın
görevlerini ve eylem biçimlerini belirlemede şimdi ona
kılavuzluk etmesi gereken nesnel olgular nelerdir?"
Bir yanıyla THKP-C'nin de MLSPB'nin de kuruluşlarını,
süreçlerini ve geçici yenilgilerini incelerken bu Marksist
perspektifleri egemen kılmaya özen göstermek, diğer
yanıyla da yanlış çıkarımların ve tahrifatların gerçeğini
Materyalizmin yöntem ve perspektiflerindeki yerlerine
oturtarak nitelemek gerekmektedir.
MLSPB'nin kuruluş evresinden önceki dönemde, THKP-C
yenilgisinin yargılanmasına ilişkin tahrifatlarla açılan
yelpazenin faktörleri, günümüze kadar uzanan birçok
farklılaşmanın öncül faktörlerinden olmuştur.
THKP-C'nin taktik askeri yenilgisi üzerinde, özellikle
onun potansiyelinde oynayanların muğlak tanımlamalarla
uzun yıllar ifade etmedikleri gerçekler pratikte ifadesini
bulsa da bunların gerçek yüzlerini kapsamlı bir ideolojik
mücadele ile teşhir edebilmek sözkonusu olmamıştır.
Bu bizim eksiğimizdir.
Saptanan siyasal ve örgütsel olguların teorik açılımlarıyla
ve yoğun bir iletişim kurularak P-C sempatizanlarına
egemen kılınamaması, her türlü P-C inkarcılığının yıllar
boyu P-C potansiyelinden tecrit edilememesi gerçeğini
gündemde tutmuştur.
THKP-C sürecini doğru ve net tanımlamak, MLSPB'nin üzerinde
yükseldiği koşulları da iyi anlamak ve kuruluş mantığını,
kuruluş amaç ve yöntemlerini çözümleyebilmek açısından
da önemlidir. Çünkü, MLSPB, onun organik bir başka süreci,
bir anlamda kendisidir.
Kızıldere darbesinin örgütsel çözülmeye yol açmasını,
daha ötesi dönemin kaderini tayin edici rol oynamasını,
onun sürecinin ve örgütsel organizmasının özelliklerini,
dönemin devrimci durumlarını çözümleyerek anlayabiliriz.
Stratejik bir yenilgi sözkonusu değildir. Çünkü Lenin'in
deyimiyle, "Stratejinin konusu: devrimin belirli
bir aşaması temel kabul ederek emekçi sınıfın başlıca
darbesinin doğrultusunu saptamak....."tır. Dolayısıyla,
o doğrultu, ana sistematiktir. Devrimci bir sürecin
bütününü kapsayan, o sürecin adımlarının sistematiğinin
adıdır.
Stratejik yenilgi ise işte bu asal sistematiğin yanlış
veya hatalı kurulmasından , bu eklemlenmenin yanlış
saptanmış ve uygulanmış olmasından kaynağını alan yenilgidir.
Bu nedenle 'stratejik yenilgi' kavramı doğrudan doğruya
stratejinin yargılanması gerekliliğini dayatan bir çıkarımdır.
Yenilginin niteliği ne olursa olsun son tahlilde devrimci
durumun yükselmesinin önüne geçtiği için, stratejinin
uygulanmasını engellediği, kesintiye uğrattığı ve sürecin
seyrini böylelikle belirlediği için 'stratejik yenilgidir'
veya 'stratejik önemde bir yenilgidir' şeklindeki tanımlamalara
gitmek ise, en iyi niyetli yorumla kavram kargaşasıdır.
Öte yandan, bir örgüt-parti yaşamının ötesinde ülkedeki
genel devrimci durumun düşman karşısında çözülmesi sonucu
geçici bir yenilginin yaşanması durumunda da 'stratejik
yenilgi' kavramının genel olarak kullanılması doğru
değildir. Böyle bir durum da kavramı karşılamaz. Değişik
stratejiler izleyen parti ve örgütlerin içinde sürecin
gerçeklerine aykırı yollar üzerinde olanlar açısından
ancak özelde sözkonusu edilmelidir.
'Taktik yenilgi' ve aynı ya da yakın anlamda kullanılan
'stratejik öneme haiz bir yenilgi' nitelemeleri de hatalıdır.
Taktiğin sözcük karşılığıyla ve genel anlamda kullanılmasıyla
(bilinçli ya da bilinçsiz), Marksist literatürdeki politik-stratejik
kapsamı birbirine karıştırılmaktadır.
Kızıldere darbesinin taktik bir yenilgi diye nitelenmesi,
salt o eylemin değerlendirilmesi olamaz. Kızıldere şehitleri,
Ankara ve İstanbul'daki tıkanıklıklarını Karadeniz ilişkileri
ve olanakları içinde çözümlemeyi düşünmüşlerdir. İstanbul'da
İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'un cezalandırılması
eyleminin gerçekleştirilmesiyle, oligarşi'nin artan
ve tümüyle partiye yönelen saldırganlığı, aynı süreçte
parti içindeki inkarcıların tasfiyesinin de getirdiği
örgütsel hantallaşmanın etkisiyle, Ankara olanakları
büyük ölçüde yitirilmiştir. Bütün bunlardan dolayı hemen
yönelmek durumunda kaldıkları Karadeniz yolunun Kızıldere'de
noktalanması, kendi içinde bu seyrin belirlenmesi anlamındaki
taktiğin yenilgisi olarak ifade edilse dahi tartışma
götürür.
Kaldı ki bu tartışma ancak P-C koşullarının bütün detaylarıyla
incelenmesi ve 72 Şubat-Mart verilerinin zemininde yapılabilir.
Onun ötesinde, P-C hattının taktik yenilgisi denince,
strateji konaklarından, strateji kapsamında belirlenmiş
ve iç diyalektiği nedeniyle yerleşik, aşamalı, ülkenin
ekonomik siyasal tahlilleri temelinde geliştirilmiş
taktiklere ilişkin yenilgi tezi, P-C mücadelesi açısından
ayakları yere basamayacak bir teorem olarak kalmaya
mahkumdur. Çünkü o noktada bu taktik aşamaların, kendi
zamanının koşulları içindeki uygulamasını, daha somut
ifade ile, henüz kır gerillacılığından olgulaşmış haliyle
sözetmek erken olduğu için, P-C'nin şehirlerdeki taktik
mücadelesini mahkum etmek gerekmektedir!
Yani denilebilirse; mücadeleye şehirlerden başlamak
yanlıştır, P-C taktik evreyi yanlış saptadığı için yenilmiştir.
'İşte o zaman tanımın taktik yenilgi' veya stratejik
öneme haiz taktik yenilgi' olabilmesi olasıdır. Yoksa,
güncel taktiklerle stratejik taktikleri karıştırma cehaletinin
pençesinden kurtulamayız. Bir yenilgiye yol açan, onun
öne çıkan koşulu olan durumun (stratejik, taktik, askeri
veya örgütsel) diğerlerini de belirleyeceği açıktır.
Onları da kendine göre biçimlendirir. Fakat teşhisimiz
yine de rasgele olamaz. Belirleyici faktörleri hangisi
üzerinde taşıyorsa onu saptamak gerekir.
Örneğin, bir strateji üzerinde ve o stratejinin uygulamaya
sokulması gereken taktik evresindeki mücadele sırasında
örgütsel bünyede oluşan bir çöküntü veya parti önderliğinin
sağ veya sol tasfiyeciliğin eline geçmesi, stratejinin
örgütsel yenilgisidir. Diğer politik eklemleri kurarken
ortaya çıkacak yanlışların dayanağı olmaması için de
bu kavramları kullanmada özen göstermeliyiz. Aksi, bunları
bilinçli olarak kendi perspektiflerinin ifadesi bazında
kullanan oportünizmin yeni olanaklara kavuşmasına yardım
etmek olur.
MLSPB, THKP-C sürecinde ülkemiz devrimine sokulmuş olan
politik olgular üzerinde yükselmiştir. Bu olguları yeniden
ve toparlayarak ifade edersek:
1)Açık faşizmin ülkede o güne dek yaşanmamış bir saldırganlık
boyutuyla devrimcilere ve halk kitlelerine yöneldiği
bir açık terör döneminde, bütün olanaksızlıklara ve
devrimin bütün gençliğine karşın, iktidar mücadelesi
hedeflerine yönelinmiş, emekçilerin talepleri politik
bir askeri savaşla dile getirilmiş, anti emperyalist
bilinç yine bu eylemlerle somutlanmıştır. Bu savaş,
kendi koşullarında halk kitlelerinde de düşman üzerinde
de ciddi bir yankı bulmuştur.
2) Kızıldere darbesi partinin örgütsel yenilgisi ile
bütünleşerek çizgimizin yapısal planda bir süre için
çözülmeye uğramasına yol açmıştır. Savaş kalesinin yıkılması,
askeri ve politik kadroların yitirilmesiyle, savaş önderlikten
yoksun kalmıştır.
3) Önder kadroların yitimiyle örgütsel ve pratik işlevlerin
durmasının hemen ardından onların yerinin doldurulmaması
nedeniyle, örgütsel ve pratik yaşantı sürdürülememiştir.
Yeni verilerle yeni bir süreç yaşanmasına gerek kalmadan
en değerli elementer faktör olan 'yaşamış' insanların
içinden, yapılanmayı ve savaşı tekrar kucaklayabilecek
kimse çıkmamıştır.
4) 68-72 mücadelesini yaşayan insanlardan geriye kalan,
mücadele içinde çeşitli düzeylerde görev yapmış eski
kadroların yenilgiyi taşıyacak kapasitede olmamaları
nedeniyle, koşulları dönüştürmek yerine kendileri dönüşmüş,
ihanet ve inkarcılık çeşitli boyutlarıyla çizgimizin
ve Türkiye devrimin gündemine sokulmuştur.
5) Parti, kendi eleman ve ilişkilerinin nitel dönüşümlerini
ve evrimlerini yaşatacak süreçlerden geçme olanağı bulamamış
olduğu için, sözkonusu belirli insanların oluşturduğu
kesimin niteliğini kısa sürede algılayıp, onları örgütsel-ideolojik-politik
planda mahkum ederek (hatta daha önce mahkum edilmiş,
kendi teşhirlerini yaşamış olanları da vardır), siyasi
kararlılıkla yargılayıp teşhir ederek kendi yolunu kendisi
belirleyebilecek niteliğe sahip halkalarına da sahip
değildir.
6) Silahlı mücadele, sınıflar çatışmasındaki birinci
dereceden faktör olmasının zorunlu bir sonucu olarak,
bütün yeni sömürgelerde, özellikle de bu adım kuvvetli
bir politik yorumun perspektifini içeriyor ve mücadelenin
diğer cepheleriyle bütünleşebiliyorsa, hızla geniş bir
sempati potansiyeli yaratır. Bu potansiyeli örgütlü
güce dönüştürmek her zaman benzer partilerin en önemli
sorunlarından biri olmuştur.
THKP-C'nin, sürecin bu problemlerini toparlayabilecek
ömrü olmamıştır. Fakat hızlı evrimine, ciddi yenilgisine,
o yenilginin ihanet ve inkarla derinleştirilmesine rağmen
Türkiye devriminin gündemine sokmuş olduğu uzun soluklu
ideolojik saptamalar ve bunların politik somutlanışı,
P-C potansiyelinin zemininin, 74 döneminin en önemli
siyasal olgularından biri olmasını sağlamıştır.
7) P-C potansiyeli, asgari politik düzeyine, yetersizliklerinin
pratik çözümsüzlüklerine ve bu bağlamda çeşitli yalpalamalara
açık kapılarına rağmen doğru önderlikle, doğru temellerde
yükseltilecek bir örgütlenmenin gelişimine paralel olarak
aşama aşama da olsa kucaklanabilme verilerini genel
olarak sunmaktaydı.
8) İdeoloji, bizzat onun somut evrimini yaşamış olanlar
tarafından, iç bağlantı ve gelişme ilkeleriyle ve, yeni
gereksinimler uyarınca zenginleştirilerek kavratılma
olanaklarından yoksun olduğu için, onun adına ve onun
merkezkaç kuvvetiyle meydana gelen gruplaşmaların öznelliklerini
sergiliyordu.
Bu faktörler, ülkemiz devriminin genel teorik ve politik
seviyesi ve silahlı mücadelenin geleneksel örgütlenme,
devrim ve çalışma tarzı anlayışlarını parçalama durumu
yenilgiyle birlikte değerlendirildiğinde dönemin verileri
daha iyi anlaşılacaktır.
Ne var ki bu verili durum mutlaklık değildi. Ve tek
başına zaman öğesi bile onu değişik çelişkilerle bütünleşmeye
götürebilirdi.
Panoramanın, yeni bir ivme kazandırıcı güç olmadan savaşı
yeniden başlatacak ilkeli dinamikler kazanabilmesi olası
değildi. Zincirleme evrimlerde her yeni halkanın varlık
koşullarının yaratılması ve somutlaştırılması durumlarında
olduğu gibi... Bu önemli noktayı kavrayamayanlar -belki
kendileri de farkında olmadan- savaştan bağışık süreçlerin
kurallarını Tevrat, savaş kaçkınlarını Musa bellerler.
MLSPB'nin kurucularının bu ortam içindeki tarihsel adımlarının
anlamını değerlendirirsek, düşüncede somutlaştırılan
girişim, yaşanan süreçte -kısa zamanda- düşüncenin pratiğe
dönüşmesiyle olgunlaştı.
Marksist-Leninist bir partinin ya da örgütün kurulmasını
salt bir tarihe indirgemek mekanik soyutlama olur. Kuruluşları
birer süreç olarak tanımlamak gerekir. Dönemin sunduğu
veriler, bu verilerle buluşan kuruluş mantığının yakalanması
ve o mantığın yaşam faktörü haline getirilme inisiyatifi
ile olgunlaşması, hatta bir yönüyle tek tek kurucuların
evrimleri, kuruluş döneminde taşıdıkları eksiklik ve
zaaflar, ancak o ortamın koşullarında değerlendirilirse
objektif sonuçlara ulaşılabilir.
MLSPB öncülleri, 70 yılı sonlarında devrimci düşünceyi
benimsemeye başlayan kuşaktan gelir. Değişik devrimci
çevrelerle ilişkileri, tartışmaları ve kendilerini eğitme
çabaları 30 Mart 1972'ye kadar sürer. Devrimci mücadele
içinde aktif ve etkin bir şekilde yer alma istek ve
kararlılığında olan bu insanlar, birer devrimci olarak
eğitimlerini ilerletmek, kendilerini silahlı savaşta
daha gelişkin olarak yer alacak şekilde hazırlamak,
birlikte çalışabilecekleri devrimcileri bulabilmek gibi
amaçlarla Suriye ve Filistin kamplarına gitmeye karar
verirler.
Tam bu süreçte 30 Mart Kızıldere eylemi gerçekleşir.
30 Mart'tan bir gün sonra yola çıkılır. Suriye sınırında
yakalanıp bırakılmalarını içeren bir zaman kaybından
sonra yola devam ederek kamplara ulaşırlar.
1973 başında ülkeye dönüldükten sonra eski çevrelerle
yeniden ilişkiye geçilir. Çeşitli etkinlikler bu çevrelerin
genişletilmesi ve disipline edilmesi amacıyla kullanılır.
Değişik kesimlerden devrimci, ilerici sempatizanlarla
ve yüksek öğrenim çevresiyle ilişkiler geliştirilmeye
çalışılır. Bu ilişkiler daha çok ekonomik, demokratik
ve akademik platformlardaki çalışmalara ilişkin pratik
işlevleri kapsamaktadır.Aynı süreçte, mahalli sempatizan
gruplarıyla, grupların düzeyine bağlı olarak genellikle
düzenli eğitim çalışmaları organize edilip yürütülür.
Anadolu'da bağımsız iki sendika kurdurtulur.
P-C görüşleri benimsenip savunulmaya başlandıktan sonra
bu ilişkiler ve sistematik olduğu gibi sürdürülür. Savunulmakta
olan düşüncelerin sistemli bir bütün olarak P-C yazılarında
bulunması, devrimci çalışma anlayışını ve kültürünü
ifade eden formülasyonlar, bu doğal bütünleşmeyi sağlamıştır.
Bağımsız örgüt kararına varılıncaya kadar, var olan
ilişkiler politik ve askeri olarak eğitilmiş, P-C düşünceleri
isem kullanmadan savunulmuş ve benimsetilmiş, arkadaşların
bu doğrultuda çalışmalar yapmaları sağlanmış, devrimci
ahlak, disiplin, illegalite anlayışlarının kavranmasına
ve yaşama geçirilmesine çalışılmıştır. Bir grup
olarak yapı içindeki çalışmalardan ve bunun sistematiğinden
sadece kendi içlerinde sorumlu olduklarının bilinci
verilmiş, kısacası, insanlar örgütlü insanların sahip
olması gereken özelliklerle donatılmaya çalışılmıştır.
Aynı dönemde canlanmakta olan devrimci ortamın özellikleri,
devrim sempatizanlarına bu bağlamda yansıyan olumlu
dinamikler, bu çalışmaları destekliyor ve ivmesini hızlandırıyordu.
İlişkiler ve faaliyetlerin düzeyi, sempatizan arkadaşların
gelişimine ve düzeylerinin yükselmesine bağlı olarak
yükseltiyor, farklı işleyişler içine giriliyordu.
"Toplum sadece bireyler yığını değildir. Bu
bireylerin birbirleri karşısındaki yerini gösteren ilişkilerin
toplamıdır. Toplum, insanı insan olarak ortaya koyduğu
gibi kendisi de onun tarafından ortaya konur."
(Marks)
Evet, toplumu tanımlamak ve farklı bir adım atmak zorunluluğu
vardı. M. Belli'nin sinema salonlarında "devrimci
parti" kurmaya çalıştığı, Devrimci Yol öncüllerinin
P-C sempatizan dinamizmini sistemli olarak eritmeye
uğraştığı, Yurt Dışı'nın "P-C biziz" iddiasına
karşın son derece umutsuz bir tablo çizdiği bu dönemde,
P-C ve devrim mücadelesi sorularının tümünün yanıtı
aynı noktaya çıkmaya başlamıştı: Örgüt, yeniden P-C
yapılanması.. "ileriye doğru atılacak her
adım, gerçek bir ilerleme, bir düzine programdan yeğ"
idi... (Marx, Gotha Programı'nın Eleştirisi)
P-C'nin belki de olabilecek her türlü tahrifatının gerçekleştirildiği
daha sonraki yılların devrim tablosunda hareketimizin
özel bir yeri olması, biraz da kuruluş adımızın Leninist
örgütçü irade ve inisiyatifinden kaynağını alır. Bu
tür taktik girişimler, önemli bir ikilemle, oportünizm
ve ihtilalcilik katalizörleriyle ayırt edilir.
Bir ideolojinin savunulmasının ancak onu pratikte
yaşayarak mümkün olacağına inanan ve diğer çevrelerin
buna pek niyetli gözükmediklerini anlayan MLSPB kurucuları,
bu doğrultuda harcadıkları çabalardan sonra örgütün
kuruluşuna yöneldiler.
O aşamada P-C ismiyle çıkmamak, kuruluşu THKP-C/MLSPB
olarak gerçekleştirmek doğru görüldü. MLSPB pratiğinin
süreç içerisinde diğer samimi P-C sempatizan ve çevrelerini
de hareketlendireceği ve bir kanala akıtacağı öngörülerek,
potansiyelin toparlandığı ve savaşın geliştiği aşamada
isim değişikliği yapılması düşünüldü. Ve 1975 yılında
MLSPB'nin kuruluşu gerçekleştirildi., sürecin mücadele
programı formüle edildi.
MLSPB, anti-emperyalist, anti-oligarşik Demokratik Halk
Devrimi'ni hedefler.
MLSPB, Demokratik merkeziyetçiliği temel alır ve yukardan
aşağıya örgütlenir.
MLSPB, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisini izler.
MLSPB, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisinin temel
yöntemi silahlı propagandadır.
MLSPB, legal ve yarı legal kitle ilişki ve kanallarında
geniş olarak bulunmayı amaçlar ve devrimin bu kan damarlarını,
kurulduğu andan itibaren örmeye başlar.
MLSPB, politik askeri liderliğin birliğine inanır.
MLSPB, Enternasyonalist bir örgüttür ve dünya halklarıyla
dayanışma, programında önemli bir yer tutar. Fakat,
ittifaklarını, özgücüne güven ve karşılıklı bağımsızlık
ve saygı temelinde geliştirir.
Stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik saldırı
aşamalarından geçecek olan Halk Savaşı boyunca gerilla
mücadelesinin açtığı yolda ekonomik, demokratik, ideolojik
mücadele sürdürülür.
MLSPB, üyelerinde ve tüm elemanlarında, savaşçı bir
sosyalistin kültürünü ve davranış tarzını yerleştirmeyi
amaçlar.
MLSPB, gizliliği esas alır ve örgüt yapısını bu temelde
geliştirir. Fakat en açık çalışma yöntemlerini, devrimci-demokrat-ilerici
çevrelerle bağları da yadsımaz, önem verir.
MLSPB, devrimini yapmış ülkelerin pratikleriyle zenginleşir.
Fakat hiçbir ülkeyi kendisine model almaz. O kendi ülkesinin
siyasal, ekonomik, sosyal, tarihsel ve kültürel yapısı
temelinde geliştirilmiş THKP-C ideolojisi doğrultusunda
savaşır ve bu ideolojiyi geliştirmeye çalışır.
MLSPB, yeni sömürge Türkiye'de, sürekli faşizm koşullarında,
halkın bağımsızlık ve sosyalizm kavgasında yalnızca
gerçek düşmanlarını karşısına almaya özen gösterir.
MLSPB'nin iki konferans arası en yetkili organı Merkez
Komitesi'dir. MLSPB üyelerinin oluşturduğu kadro birimleri
ve buna bağlı aday kadro , aktif sempatizan ve taraftar
ilişkileri, MLSPB tüzüğüne göre şekillenir.
1975 yılında gerçekleştirilen kuruluştan sonra bir dizi
eylemle varlığını kamuoyuna ilan eden THKP-C/MLSPB,
legal ve yarı legal çalışmalarında 'Devrimci Kurtuluş'
adını kullanmıştır.
En üst yetkili organ olarak Genel Komite çerçevesinde
Konferans'larını gerçekleştirmiştir.
Fabrikalarda, akademik birimlerde, bölgesel çalışmalarında,
Anadolu'nun çeşitli kent, kasaba, ve köyünde mücadelesini
geliştirmeye çalışmıştır.
12 Eylül sürecinde, İstanbul, Adana, İzmir, Manisa,
Turgutlu, Kars, Konya gibi illerde yenilen darbeler
sonucu 500'den fazla devrimci, MLSPB toplu davalarında
yargılanmaya başlamıştır.
Bu devrimcilerin yargılandıkları eylemlerden bazı örnekler
vermek gerekiyor.
THKP-C/MLSPB'nin POLİTİK ASKERİ EYLEMLERİ
THKP-C/MLSPB'nin POLİTİK ASKERİ EYLEMLERİ (*)
Öncü savaşı sürecindeki eylemler, siyasal propaganda
ve ajitasyon amaçlıdır. Halka ülkenin gerçeklerini açıklamanın
bir yöntemidir. Ülkede var olan suni dengeyi zayıflatmanın,
devrimin ve devrimcilerin gerçeklerini ve programını
anlatmanın bir yoludur. Stratejik savunma aşaması bir
mevzi savaşı değildir ve devrimci gücün, devrime güvenin;
sempati ve desteğe dönüşmesini amaçlar.
Dolayısıyla da direkt devlete emperyalizmin ve oligarşi'nin
halk düşmanı temsilcilerine yönelir. Bu temel amacının
yanı sıra, halkı korumaya, halka zarar verenleri cezalandırmaya
yönelik yöresel eylemler gerçekleştirilir.
MLSPB, politik hedeflerinin dışında kalan hedeflere
yönelen ve halk safındaki insanlara zarar veren hiçbir
tavra girmez. Öte yandan, Emperyalizme, Oligarşiye ve
Faşizme yönelik bütün devrimci tavırlara saygı duyar,
bunları sonuna kadar destekler.
Devrimci savaş sırasında istenmeyen bazı olaylar meydana
gelmiş, çok ender de olsa arkadaşlarımız tarafından
gerçek hedeflerinin dışına çıkılabilmiştir. Hareketimiz,
bu davranışların özeleştirisini Türkiye halklarına verecektir.
Ve en ciddi özeleştiri, savaşın bundan sonraki aşamalarının
pratiği olacaktır.
1971-1972 gerilla savaşı süresince gerçekleştirilen
eylemlerden bazıları:
1) Ziraat Bankası'nın Küçükesat şubesinin günlük hasılatı
halkımızın devrimci kurtuluş savaşında kullanılmak üzere
kamulaştırılmıştır.
2) Kanlı Pazar'da şehit düşen devrimcilerin anısına,
16-17 Şubat'ta Amerikan askeri deposu Tuslog'un Zincirlikuyu
merkezi, Tuslog'un Şişli şubesi, ABD-Türk Dış Ticaret
Bankası'nın Elmadağ şubesi, ABD Başkonsolosluğunu, emperyalist
Amerikan kuruluşu IBM'in Gümüşsuyu'ndaki merkezi bombalanmıştır..
3) Salıpazarı'ndaki Amerikan askeri botu bombalanıp,
tahrip edilmiştir.
4) Türk Ticaret Bankası'nın Erenköy şubesinin günlük
hasılatı halkımızın devrimci savaşımında kullanılmak
üzere kamulaştırılmıştır. Bu eylemde kullanılan Amerikalı
Astsubay A. Donald'ın arabası da yakılarak imha edilmiştir.
5) Coca Cola, Pe-Re-Ja, Elvan, Mercedes-Benz, Otomarsan
Fabrikası, Akbank ve daha birçok şirket ve kuruluşun
hissedar sahipleri olan Kadir Has, Mete Has, Adanalı
büyük toprak ağası Talip Aksoy'un günlük hasılatları,
halkımızın devrimci kurtuluş mücadelesinde kullanılmak
üzere kamulaştırılmıştır.
6) Amerikan emperyalizminin Ortadoğu maşası Siyonist
İsrail'in Türkiye Başkonsolosu Efraim Elrom kaçırılmış
17 Mayıs tarihinde faşist bakanlar kuruluna yönelik
olarak ortaya konulan tutuklu devrimcilerin serbest
bırakılması ve Cephe Bülteninin TRT'den okunması koşulları,
tanınan süre içinde yerine getirilmediği için Elrom'u
halk adına mahkum edilmiş ve kurşuna dizilmiştir.
7) İngiliz emperyalizminin üç ajanını Kızıldere'de cezalandırılmıştır.
İstanbul Maltepe'de oligarşi'nin askeri kuvvetleriyle
günlerce çarpışılarak direniş destanı yazılmıştır.
Kızıldere'de ise komünist direnişin, halklara bağlılığın,
devrimci dayanışmanın en yüksek örneği verilmiştir.
MLSPB, emperyalizme, oligarşi'nin sivil ve askeri hedeflerine
yönelik yüzlerce eylem gerçekleştirmiştir.
1) 1975 Mayıs: Zircirlikuyu ABD askeri deposu Tuslog
garajının bombalanması.
2) 1975 Eylül: Ataköy'de NATO askerlerinin dinlenme
tesisinin bombalanması.
3) 1975 Ocak: ABD Başkonsolosluğunun bombalanması.
4) 1976: Mart: ABD'ye ait 71 B 1483 plakalı resmi otonun
bombalanması.
5) 1976 Mart: İtalyan Bankası'nın bombalanması.
6) 1976 Nisan: Cihangir ABD Dil Merkezi'nin bombalanması.
7) 1976 Nisan: İran Havayolları'nın bombalanması.
8) 1976 Kasım: İsrail Havayolları EL-AL'ın bombalanması.
9) 1976 Kasım: İran Havayollarına ait
10) 1976 Kasım: Mısır Konsolosluğunu bombaladık.
11) 1976 Mart: Son Havadis Gazetesini bombaladık.
12) 1976 Haziran: Halkların kurtuluş mücadelesinde kullanılmak
üzere Kocamustafapaşa Tekel Deposunun günlük hasılatını
kamulaştırdık.
13) 1976 Kasım: Philips'i bombaladık.
14) 1976 Ocak: Yeni Mahalle Polis Karakolunu bombaladık.
15) 1976 Şubat: Kumkapı Emniyet Başkomiserliği'ni bombaladık.
16) 1976 Şubat: Fatih Emniyet Amirliği'ni bombaladık.
17) 1976 Mart: Yusuf Paşa Akbank şubesi'ni bombaladık.
18) 1976 Mayıs: Bahçelievler Akbank şubesi'ni bombaladık.
19) 1976 Mayıs: Aksaray Koç Holding'e ait Tofaş Oto
Bayi'ini bombaladık.
20) 1976 Mayıs: Yeşiltepe polis karakolu'nu bombaladık.
21) 1976 Mayıs: Faşist merkezlerden biri olan Ülkü Ocakları
Derneği'ni bombaladık.
22) 1976 Mayıs: Küçükçekmece Büyük Ülkü Derneği'ni bombaladık.
23) 1976 Haziran: Üsküdar MHP İlçe Merkezi'ni bombaladık.
24) 1976 Haziran: Zeytinburnu Sümer Polis Karakolu'nu
bombaladık.
25) 1976 Ekim: Yenibosna Ülke Ocakları Derneği'ni bombaladık.
26) 1976 Ekim: Kanarya Ülkü Ocakları Derneği'ni bombaladık.
27) 1976 Kasım: Faşist Kemal Ilıcak'ın yönetimindeki
Tercüman Gazetesine ait oto pazarlama Şirketi TER-OTO'yu
bombaladık.
28) 1976 Kasım: Yeşilyurt Polis Karakolu'nu bombaladık.
29) 1976 Kasım: Taksim UEDT Bankası'nı bombaladık.
30) 1976 Kasım: IV. Levent Akbank şubesi'ni bombaladık.
31) 1976 Ocak: Kapitalistlerin merkezlerinden İstanbul
Sanayi Odası'nı bombaladık.
32) 1976 Şubat: Levent İş Bankası şubesi'ni bombaladık.
33) 1976 Şubat: Kocamustafapaşa Karakolu'nu bombaladık.
34) 1976 Şubat: Devrimci mücadelemizde kullanılmak üzere
Kurtuluş Tepeüstü İş Bankası'nın hasılatını kamulaştırdık.
35) 1976 Şubat: Hakim Albay Süleyman Takkeci'nin evini
bombaladık.
12 Mart ve 12 Eylül'de başlayan açık faşizm dönemlerinin
vazgeçilmez savcısı ve hakimi olan faşist Süleyman Takkeci
birçok devrimci yurtseverin ölümle cezalandırılmasında
başrolü oynadığı gibi yoldaşlarımız Ahmet Saner ve Kadir
Tandoğan'ın idam edilmelerinin de sorumlularındandır.
Örgütümüz faşist kimliğini daha bu zamandan saptadığı
Albay Süleyman Takkeci'yi 12 Mart yargılanmalarındaki
tutumuyla yargılamış ve hakkında ölümle cezalandırma
kararı almıştır. Ancak bu karar bazı nedenlerle gecikmiştir,
bir uyarı olarak evi bombalanmıştır. Ancak azılı bir
faşist olan Takkeci, savaşçılarımız tarafından mutlaka
cezalandırılacak.
36) 1976 Haziran: Çiftehavuzlar Yapı Kredi Bankası'nı
bombaladık.
37) 1976 Kasım: Yeni Levent Ülkü Ocakları'nı bombaladık.
38) 1976 Kasım: Faşist katillerin barındıkları saldırı
üssü olarak kullandıkları Isparta Yurdu'nu bombaladık.
39) 1976 Kasım: Yeni Bosna Akbank şubesi'ni bombaladık.
40) 1977 Ocak: Haznedar Ülkü Ocakları'nı basarak bir
faşisti öldürüp, altısını yaraladık.
41) 1977 Şubat: Kocasinan Ülkü Ocakları Derneği'ni basarak
silahlara ve belgelere el koyduk.
42) 1977 Şubat: Ülkemizi emperyalizme satanlardan, emperyalizmin
ve tekelci burjuvazinin ülkemizdeki en sadık yöneticilerinden
azılı anti komünist Celal Bayar'ın köşkünü bombaladık.
43) 1977 Şubat: Murat Bayrak'ın köşkünü bombaladık.
Türkiye'nin bir diğer azılı faşist kapitalistlerinden
olan ve aynı zamanda Türkiye'den önce yaşadığı Yugoslavya'da
Nazilerle işbirliği yapan kralcı Çetnik birliklerinde
görev alarak Yugoslav halklarına karşı çeşitli saldırılara
katılan Murat Bayrak hakkında da örgütümüz ölümle cezalandırma
kararı almıştır. Sancak Tül Fabrikasının ve Sancak Air
Havayolları'nın sahibi olan Murat Bayrak işçilere karşı
yürüttüğü faşist terörün hesabını mutlaka verecek. Ve
savaşçılarımız örgütümüzün aldığı bütün kararı bütün
benzer kararlar gibi yerine getirecekler.
44) 1977 Şubat: Faşist katillerin barındıkları ve saldırı
üssü olarak kullandıkları Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nda
faşistlerin barındıkları yeri bombaladık.
45) 1977 Şubat: Yeni Bosna Karakolu'nu bombaladık.
46) 1977 Şubat: Avcılar'da polise ait bir araç bombaladık.
47) 1977 Mart: İşçi sınıfının can düşmanı, kan emici
kapitalist işbirlikçi Sabancı'ya ait Sabancı Holding'in
Genel Merkezi'ni bombaladık.
48) 1977 Mart: Tekelci burjuvazinin sadık partisi AP'nin
Samatya Şubesini bombaladık.
49) 1977 Haziran: İstanbul Sanayi Odası'nı bombaladık.
50) 1977 Ocak: Moda Yapı Kredi Bankası'nı bombaladık.
51) 1977 Mart: Cemil Topuzlu Caddesi İş Bankası şubesi'ni
bombaladık.
52) 1977 Kasım: Ataköy Emlak Kredi Bankası'na ait bekçi
kulubesini ve banka şubesini bombaladık.
53) 1977 Aralık: Küçük Çekmece Büyük Ülkü Derneği'ni
bombaladık.
54) 1977 Aralık: Eyüp MHP İlçe Binası'nı bombaladık.
55) 1977 Şubat: Eyüp Emniyet Amirliği'ni bombaladık.
56) 1977 Şubat: Yeni Bosna -Kuleli Ülkü ve Dayanışma
Derneği'ni bombaladık.
57) 1977 Mart: Halit Narin'in Erenköy'deki evini bombaladık.
58) 1977 Mayıs: Taksim'deki İntercontinental Otelini
1 Mayıs 1977 Katliamını protesto etmek amacıyla bombaladık.
59) 1977 Mayıs: Küçükçekmece Büyük Ülkü Derneği'ni bombaladık.
60) 1977 Kasım: Üsküdar MHP İlçe Binası'nı bombaladık.
61) 1977 Ocak: Ülkü Ocakları Haznedar Şubesi'ni basarak
bir faşisti öldürdük, üçünü de yaraladık.
62) 1977 Kasım: MHP Bakırköy ilçe ikinci başkanı Hikmet
Ay'ı ölümle cezalandırdık.
63) 1977 Nisan: Topkapı Yapı Kredi Bankası'nın hasılatını
devrimci mücadelemizde kullanılmak üzere kamulaştırdık.
64) 1977 Ağustos: Beşiktaş'ta Deva Fabrikası'nı bombaladık.
65) 1977 Eylül: Çifte Havuzlar Türk Ticaret Bankası'nın
hasılatını kamulaştırdık. 66) 1977 Aralık: Tutsak savaşçılarımızın
sıcak mücadele içindeki görevlerine bir an önce dönmeleri
amacıyla Toptaşı cezaevinden firar eylemini gerçekleştirdik.
67) 1978 Şubat : Burjuvaların eğlence, kumar, yozluk
ve ahlaksızlık merkezlerinden Moda Deniz Kulübü'nü bombaladık.
68) 1978 Mart: Küçükköy 500 Evler Yapı Kredi Bankası'nı
bombaladık.
69) 1978 Nisan: Fikirtepe İş Bankası ile Ziraat Bankası'nın
hasılatını kamulaştırdık.
Aynı anda gerçekleştirilen yukarıdaki eylemlerimiz de
Vietnam kasabı, uzun yıllar Dünya Bankası Başkanlığı
yapmış ve ABD Savunma Bakanlığı görevinde bulunmuş Mc
Macnamara'nyn Türkiye'ye gelişini protesto için yapılmıştır.
70) 1978 Mayıs: Avcılar'da Petrol Ofisi'ne ait aracın
günlük hasılatını kamulaştırdık.
71) 1978 Mayıs: Bakırköy AP Binasını kurşunladık.
72) 1978 Mayıs: Bakırköy'de faşist İrfan Geçit'in elektrikçi
dükkanını bombaladık.
73) 1978 Mayıs: Cerrahpaşa l Mayıs Mitingini düzenledik.
Örgütümüz, uluslararası proletaryanın birliğinin kapitalizme
karşı savaşımındaki kararlılığının, dayanışmasının ve
savaşma azminin dosta da düşmana da gösterildiği gün
olan 1 Mayıs'ın kutlamaları için ülkemiz özgülünde bir
ay öncesinden çeşitli kararlar almış, savaşçılarımız
bir ay boyunca silahlı ve silahsız birçok ajitasyon
ve propaganda faaliyeti yürütmüş ve bu faaliyetler bütün
ülke genelinde l Mayıs gününe doğru giderek yaygınlaştırılmıştır.
1 Mayısla ilgili olarak alınan ve uygulanan birçok kararın
yanında örgütümüz l Mayıs 1978 kutlaması için aldığı
bir diğer karar da Cerrahpaşa semtinde bir miting düzenlenmesi
kararıdır. Bu karar gereğince savaşçılarımız hazırlıklara
girişmiş ve savaşçılarımız önderliğinde işçi, memur,
öğrenci ve çeşitli kesimlerden katılmalarla miting görkemli
bir biçimde gerçekleştirilmiş ve bölgedeki çeşitli bankalar
l Mayıs 1977 Katliamı'nı protesto etmek için yakılmıştır.
Bu arada mitingimizi engellemek amacıyla miting alanına
sevk edilen güvenlik kuvvetlerine ait bir polis otosu
örgütümüzün güvenlik görevlileriyle karşılaşmışlar ve
çatışma çıkmış, bu sırada da görevli polis Ahmet Yetiş
vurulmuştur.
74) 1978 Haziran: Emekli Yarbay Cihangir Erdeniz'i ölümle
cezalandırdık.
Cihangir Erdeniz, önderlerimizden Mahir Cayan ve Hüseyin
Cevahir'in Maltepe'de kuşatıldığı ve günlerce süren
çatışmalarda görev almış ve önderimiz Hüseyin Cevahir'i
şehit etmiştir.
Bunun üzerine örgütümüz bu halk düşmanı katil hakkında
ölümle cezalandırma kararı vermiş ve bu karar tespit
edilen suçundan yedi yıl sonra da olsa uygulanmıştır.
Bu arada Cihangir Erdeniz cezalandırılırken olaya müdahale
eden, çatışmanın içine kendisini atan Mustafa Erdem
istenmeyerek vurulmuştur.
75) 1978 Haziran: Altı Yol'da 15-16 Haziran Mitingini
düzenledik ve Kuşdili MHP binasını tarayarak Ahmet Yılmaz
ve Seyfullah Ekşioğlu'nu ölümle cezalandırdık.
Örgütümüzün şanlı eylemlerinden biri de 15-16 Haziran
Kadıköy Altıyol mitingidir.
Türkiye proletaryasının sorunları için sınıfsal başkaldırı
geleneğinin oluşumunda önemli bir yeri olan 15-16 Haziran
1970 direnişinin 8. yıldönümü adına alman miting kararı
günler öncesinden örgütümüzün tüm birimlerine tüm savaşçılarına
iletilmiş ve ülke genelinde 15-16 Haziran bildirileri
dağıtılmış, işçi semtlerinde ajitasyon ve propaganda
konuşmaları yapılmıştır.
Miting günü ise savaşçılarımızca miting alanına gelen
bütün yollar kesilmiş, gerekli güvenlik önlemleri alınmış
ve yaklaşık bin kişilik kitle tarafından miting, konuşmalar
yapılarak, sloganlar atılarak kutlanmıştır.
Bu arada örgütümüzce alınan karar gereğince savaşçılarımız,
miting sonrasında bölgede bulunan bankaları ve kapitalist
işletmeleri bomba ve molotof kokteylleri kullanarak
tahrip etmiş, ayrıca yine bölgede bulunan faşist parti
MHPnin Kuşdili Merkez binası ateş altına alınmış binada
bulunan faşist katillerden Ahmet Yılmaz ve Seyfullah
Ekşioğlu cezalandırılmışlardır.
76) 1978 Temmuz: Bağlarbaşı İş Bankası'nı bombaladık.
77) 1978 Ağustos: Bağlarbaşı İş Bankası'nın günlük hasılatını
kurtuluş savaşımımızda kullanmak üzere kamulaştırdık.
78) 1978 Eylül: Kadıköy İETTnin günlük hasılatını kamulaştırdık.
79) 1978 Ekim: Göztepe'de MHP il Başkanı Recep Haşatlı
ve Mustafa Haşatlı'nın ölümle cezalandırma kararını
infaz ettik.
İstanbul'un en büyük iplik tüccarlarından biri olan
Recep Haşatlı MHP il Başkanı seçildikten sonra organlarımızın
kararlarınca savaşçılarımız tarafından takibe alınmış,
bu arada oğlu Mustafa Haşatlı'nın da İstanbul'un Zeytinburnu-Küçükçekmece
ve Kadıköy bölgelerinde devrimcilere karşı terör estiren
faşist timlerde görev yaptığı saptanmıştır. Bunun üzerine
örgütümüz her iki faşist katil hakkında ölümle cezalandırma
kararı almış ve karar savaşçılarımızca uygulanmıştır.
80) 1978 Kasım: Hipodrom'a ait hasılatı mücadelemizde
kullanılmak üzere kamulaştırdık.
Savaşçılarımız tarafından gerçekleştirilen bu eylem
sırasında çatışma meydana gelmiş ve bu çatışmada görevli
polis Ali Rıza Baydilli vurulmuştur.
81) 1978 Aralık: Bayrampaşa MHP Binası'nı kurşunladık.
82) 1978 Aralık: Eyüp Elmastaşoğlu İşhanı'nı bombaladık.
83) 1979 Ocak: Zeytinburnu MHP İlçe Yönetim Kurulu Üyesi
Arif Üzüm'ü ölümle cezalandırdık.
84) 1979 Ocak: Avcılar'da İGS Personel Müdürü Mehmet
Gümüşbostancı'yı ölümle cezalandırdık.
İGS'deki görevinden önce Madeni Eşya Sanayi Fabrikası'nda
görevli olan Mehmet Gümüşbostancı çalıştığı, personel
müdürlüğü yaptığı her iki fabrikada da silahlı faşist
timler kurarak işçiler üzerinde terör estirmiş, sendikal
hakların takipçisi olan birçok işçiyi işten attırdığı
gibi bölge jandarma karakolunda işkence yaptırtmış ve
kadın işçilere sürekli sarkıntılık yapmıştır. Aynı zamanda
ÎGS firmasında hisse sahibi de olan Mehmet Gümüşbostancı'nın
saptanan bu suçları nedeniyle hakkında ölümle cezalandırma
kararı alınmış ve bu karar savaşçılarımızca uygulanmıştır.
85) 1979 Ocak: Zeytinburnu MHP ilçe başkanı İsmail Aslan'ı
ölümle cezalandırdık.
86) 1979 Mart: Halkların kurtuluş mücadelesinde kullanılmak
üzere Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne ait hasılatı kamulaştırdık.
Elde edilen hasılat devlete ait olup direkt devlet kasasından
elde edilmiştir. Ayrıca eylemimiz sırasında Salih Dursun
isimli görevli istenmeden vurulmuştur.
87) 1979 Mart: İncirli İş Bankası'nı taradık.
88) 1979 Nisan: Beşyüzevler AP Binası'nı taradık.
89) 1979 Mayıs: Küçükköy Ziraat ve Yapı Kredi Bankası'nı
taradık.
90) 1979 Mayıs: Küçükköy Türk Ticaret Bankası'nı taradık.
91) 1979 Mayıs: Topçular îş Bankası,Yapı Kredi ve Akbank'ı
taradık.
92) 1979 Mayıs: Çamlık Akbank'ı yaktık.
93) 1979 Mayıs: Topçular Akbank'ı taradık.
94) 1979 Mayıs: Ataköy'de Amerikalı asker (Amerikan
askeri deposu Tuslog'da görevli) Thomas Mosley'i ölümle
cezalandırdık. Ve Andrea Renat'ı yaraladık.
95) 1979 Mayıs: Konya Akşehir Ülkü Ocakları Derneği'ni
bombaladık.
96) 1979 Haziran: Bakırköy MHP İlçe Başkanı Bekir Şendilmen'i
ölümle cezalandırdık.
97) 1979 Haziran: Kocasinan Türk Ticaret Bankası'm kurşunladık
98) 1979 Haziran: Emekli Başkomiser, Kandemir Emlak'ın
sahibi Muzaffer Candanoğlu'nu ölümle cezalandırdık.
99) 1979 Temmuz: Başkomiser Ahmet Ateşli'ye suikast
düzenledik.
Ahmet Ateşli örgütümüze yönelik operasyonlara ve savaşçılarımızın
sorgulamalarına gönüllü olarak katılan, işkenceci, Merter'de
katledilen devrimciler; Ömer Çimeken ve Tamer Tabak'ın
katillerinden, yeraltı dünyası ile sıkı ilişkiler içinde
olan bir polistir.
Bütün bu suçları nedeniyle örgütümüzce hakkında ölüm
kararı verilmiştir. Ancak karar infaz edilirken yaralı
kurtulmayı başarmıştır. İkinci kez bombalı saldırımızdan
da kurtulmasına rağmen karar halen yürürlülüktedir.
100) 1979 Ağustos: Kocasinan'da devrimci katili faşist
Lokman Kodakoğlu'nu ölümle cezalandırdık.
101) 1979 Ağustos: Kartal'da MHP Üçe Başkanı Haydar
Çağlar'ı ölümle cezalandırdık.
102) 1979 Ağustos: Fatih'te faşist Sedat Şen'i ölümle
cezalandırdık.
103) 1979 Ağustos: Gebze'de Başkomiser Zülküf Karaaslan'ın
evini taradık.
104) 1979 Ağustos: Küçükköy'de faşist Halis Öztürk ve
Süleyman Yılmaz'ı ölümle cezalandırdık.
105) 1979 Ağustos: Beşiktaş'ta işçi sınıfının düşmanı
Tek Gıda İş Sendikası Bölge Sekreteri Ergün Kaboğlu'nu
ölümle cezalandırdık.
106) 1979 Eylül: Kartal Akbank'ı yaktık.
107) 1979 Eylül: Gebze Halk Bankası ye Akbank'ı taradık.
108) 1979 Eylül: Gebze'de MHP evraklarının bulunduğu
binayı yaktık.
109) 1979 Eylül: Zeytinburnu MHP Yönetim Kurulu Üyesi
ibrahim Çalık'ı ölümle cezalandırdık.
110) 1979 Eylül: Hergün Gazetesini taradık, faşist Mürsel
Ka-rataş'ı ölümle cezalandırdık ve Muzaffer Akıncı ile
Hulusi Yavaş'ı yaraladık.
Hergün Gazetesi yıllarca faşist propagandanın en önemli
yayını olduğu kadar aynı zamanda faşist katillerce de
üs olarak kullanılmıştır. Hergün Gazetesinin bu niteliğini
saptayan hareketimiz savaşçıları Hergün Gazetesini basmışlar.
Ancak gazetenin işletme yöneticisi hakkındaki ölüm kararını
ele geçirememeleri nedeniyle yerine getirememişlerdir.
Daha sonra geri çekilen savaşçılarımız bu arada Hergün
Gazetesini koruma görevi olan ve yine bölgede devrimci
ve yurtseverlere karşı saldırı üssü olarak kullanılan
Malatya Öğrenci Yurdu'nun Faşist katilleriyle karşılaşmışlar
ve onlara da ateş açarak ikisini yaralamışlardır.
111) 1979 Ekim: Gebze'de MHP İlçe Başkanı Yılmaz Taşkın'ı
ölümle cezalandırdık.
112) 1979 Ekim: Bayrampaşa'da faşist M. Ali Özkan'ı
ölümle cezalandırdık.
113) 1979 Ekim: Zeytinburnu MHP tice Yönetim Kurulu
Üyesi Meriç Dikici 'yi ölümle cezalandırdık.
114) 1979 Ekim: Çemberlitaş Sosyal Sigortalar Kurum'una
ait hasılatı kurtuluş savaşımızda kullanmak üzere kamulaştırdık.
115) 1979 Kasım: Bakırköy MHP İlçe Başkanı Mehmet Başak'ı
ve Polis Şükrü Cengiz'i ölümle cezalandırdık.
116) 1979 Kasım: Hasköy Akbank ve İş Bankası'nı yaktık
ve ABD ile ilgili ikili anlaşmaları protesto mitingi
yaptık.
117) 1979 Kasım: Bahçelievler Akbank'ı taradık.
118) 1979 Kasım: Zeytinburnu MHP Gençlik Kollarında
görevli Mehmet Cura'yı ölümle cezalandırdık.
119) 1979 Kasım: Çağlayan Yapı Kredi Bankası'nı taradık.
120) 1979 Aralık: Kartal'da Ülker Bisküvi Fabrikası'na
ait aracı yaktık.
121) 1979 Aralık: Ümraniye Garanti, Anadolu ve Türk
Ticaret Bankalarını yaktık.
122) 1979 Aralık: Şişli'de Başkomiser Hilmi Kaya'yı
ölümle cezalandırdık.
Hilmi Kaya 1971'de önderlerimiz Mahir Cayan ve Hüseyin
Cevahir kuşatıldıkları Maltepe operasyonuna gönüllü
olarak katılan polislerden biri olduğu için örgütümüz
tarafından cezalandırıldı.
123) 1979 Aralık: Bakırköy'de ABDli Elmor Cooper, Robert
Fri-end, Klark Budo, James Shimit'i ölümle cezalandırdık.
Emperyalizmin yeni sömürgesi olan Türkiye'de özellikle
ABD emperyalizmi tam bir denetim kurmuş, kendine bağımlı
oligarşi aracılığıyla sömürü ve denetimi sürdürürken
aynı zamanda üsleri, askeri depolan, havaalanları, konsoloslukları,
ajanları ile her tarafı ağ gibi sarmıştır.
işte ölümle cezalandırdığımız ABD'liler de İstanbul
Haramidere'de üslerde çalışan görevlilerdendir.
124) 1979 Zeytinburnu İş Bankası'nı taradık.
125) 1979 Ümraniye'de Zafer Ticaret'i bombaladık.
126) 1979 Üsküdar-Dudullu'da Kastamonu Emlak ve Zafer
Ticaret'i bombaladık.
127) 1980 Ocak: Bakırköy'de Koç Holdinge ait Migros
kamyonuna el konularak Demirel Hükümeti'yle IMF arasındaki
anlaşmaları protesto etmek amacıyla halka dağıtımını
gerçekleştirdik.
128) 1980 Ocak: Kocasinan'da İsrail Hava Yollan El-Al
Müdürü Abraham Elazar'ı ölümle cezalandırdık.
Filistin topraklarını işgal altında tutan, ABD'nin Ortadoğu'daki
jandarması Siyonist israil devletinin Filistin halkı
üzerindeki katliamlarını protesto etmek için bu eylem
gerçekleştirilmiştir, İsrail Havayollarına ait EL-AL
büroları İsrail gizli servisi MOSSAD'ın şubeleri durumundadır.
Abraham Elazar'da EL-AL müdürü ve MOSSAD ajanıdır.
129) 1980 Ocak: Yeşiltepe'te faşist Ayhan Yazıcı'yı
ölümle cezalandırdık.
130) 1980 Ocak: Yıldırım Ziraat Bankası'nı taradık.
131) 1980 Ocak: İncirli Akbank'ı taradık.
132) 1980 Ocak: Pendik Akbank'ı yaktık.
133) 1980 Ocak: Cevizli Garanti Bankası'nı kurşunlayıp
yaktık.
134) 1980 Ocak: Pendik Türk Ticaret Bankası'nı taradık.
135) 1980 Ocak: Konya Akşehir'de bir devrimcinin vurulmasından
sorumlu faşist polis Hulusi Irkılata'nın evini kurşunladık.
136) 1980 Ocak: Faşist hakim Selahattin Çetin'in (Konya-Akşehir)
evini kurşunladık.
137) 1980 Ocak: Akşehir'deki Akbank ve Pamukbank'ı bombaladık.
138) 1980 Ocak: Zeytinburnu İGS ve BOZKURT Mağazaları'nı
yaktık.
139) 1980 Ocak: Zeytinburnu Şabanağa'da Ziraat Bankası'nı
yaktık.
140) 1980 Ocak: Kocamustafapaşa'daki İş Bankası'nı yaktık.
141) 1980 Şubat: Gaziosmanpaşa Yapı Kredi Bankası'nı
bombaladık.
142) 1980 Mart: İncirli Lassa bayi'ini yaktık.
143) 1980 Mart: Tekelci kapitalist Halit Narin'in evini
bombaladık.
144) 1980 Mart: Kuşdili'nde faşist Cihangir Özbek'i
ölümle cezalandırdık.
145) 1980 Mart: Gaziosmanpaşa'da faşist Mehmet Pehlivan'ı
yaraladık.
146) 1980 Mart: Alibeyköy'de AP Lokalini kurşunladık.
147) 1980 Mart: Kocasinan'da faşist İbrahim Yıldırım'ı
ölümle cezalandırdık.
148) 1980 Şubat: Eyüp Gümüşsüyü Polis Noktası'nı kurşunladık.
149) 1980 Mart: Kanarya Yapı Kredi Bankası'nı kurşunladık.
150) 1980 Nisan: Bayrampaşa'da Adana bölgesi faşistlerinden
Zeki Memili, Kazım Memili, Meftun Küpeli ve Harun Yanartaş'ı
ölümle cezalandırdık.
151) 1980 Nisan: Alibeyköy'de faşist Orhan-Ahmet ve
Şükrü Bölükbaşı'yı ölümle cezalandırdık.
Bu cezalandırma eylemine dışardan müdahale eden bekçi
Ali Samur vurulmak zorunda kalınmıştır.
152) 1980 Nisan: Sofular'da faşist Yusuf Çobanoğlu'nu
ölümle cezalandırdık.
153) 1980 Nisan: Küçükköy'de Faşist Hayrettin Gökalp
ve Ali Şahin'i ölümle cezalandırdık.
154) 1980 Nisan: Güngören'de faşist Burhan Kaya Mutlu'yu
ölümle cezalandırdık.
155) 1980 Nisan: Beşiktaş'ta ABD'nin ülkemizdeki görevlilerinden
Sam Novello ve Ali Sabri Bayraktar'ı ölümle cezalandırdık.
156) 1980 Nisan: Bağcılar İş Bankası'nı bombaladık.
157) 1980 Mayıs: Kumkapı'da faşist Enver Caka'yı ölümle
cezalandırdık.
158) 1980 Mayıs: Parseller Türk Ticaret Bankası'nı taradık.
159) 1980 Mayıs-Haziran: Tozkoparan Emlak Kredi Bankası'nı
taradık.
160) 1980 Haziran: Kartaltepe'de MİSK Sendika Sekreteri
Ahmet Metin İzer'i ölümle cezalandırdık.
161) 1980 Haziran: Esenler'de, Yugoslavya'da Nazi işbirlikçisi
faşist Nazım Kan'ı yaraladık.
162) 1980 Haziran: Ümraniye'de İGS mağazasının ve faşist
Ümit Yeşiltepe'ye ait dükkanı kurşunladık.
163) 1980 Haziran: Rami'de Gaziosmanpaşa MHP İlçe Başkanı
Emekli Binbaşı Ali Rıza Altınok ile MHP kadın kolları
başkanı Fahriye ve Nilgün Altmok'u ölümle cezalandırdık.
164) 1980 Haziran: Topçular'da işçi sınıfının düşmanı
Grundig fabrikası müdürü Mustafa Yılmaz'ı yaraladık.
165) 1980 Haziran: Merter'de faşist Özcan Korkmaz'ı
ölümle cezalandırdık ve Kemal Dursun, Abdullah Anaç,
Zeki Kaya'yı yaraladık.
166) 1980 Haziran: Tozkoparan'da Polis Muzaffer Uz'u
ölümle cezalandırdık.
Muzaffer Uz'u İstanbul Birinci Şube'de görevli işkenceci
siyasi polis olması nedeniyle cezalandırdık.
167) 1980 Temmuz: Güngören'de MİSK yöneticileri Turgut
Deniz, Aybars Tekin, Turgut Cermen'i ölümle cezalandırdık.
MHP'ye bağlı MİSK Kale Kilit Fabrikasına başka sendika
sokmuyordu, işçilerin örgütlenmesini engelliyordu. Bu
faşistlerde MİSK'in yöneticileriydi. Kale Kilit'te faşist
denetimin kırılması için bu yöneticileri ölümle cezalandırdık.
168) 1980 Esenler'de faşist Orhan Cebi'nin yazıhanesini
kurşunladık.
169) 1980 Temmuz: Tozkoparan'da Emlak Kredi Bankası'm
taradık.
170) 1980 Ağustos: Güngören'de faşist Esin Başlamışlı,
Ataman Sıkbaş ve Muhtar Mecit Kurşun'u ölümle cezalandırdık.
171) 1980 Ağustos: Çağlayan'da faşist muhbir Ömer Yamak'ı
ölümle cezalandırdık.
172) 1980 Ağustos: incirli Akbank'ı kurşunladık.
173) 1980 Eylül: Şişli'de faşist Mustafa Demir ve Tayfun
Sepetci'yi ölümle cezalandırdık.
Bu cezalandırma eyleminde olaya müdahale eden ve silah
çeken polis Refik Sarıdağ vurulmak zorunda kalınmıştır.
174) 1980 Ekim: Şenesenevler Karakolu'nu bombaladık.
175) 1980 Ekim: Ümraniye Karakolu'nu bombaladık.
176) 1980 Ekim: Ümraniye'de faşistlere ait Coşkun Okey
Salonu'nu bombaladık.
177) 1980 Ekim: Ümraniye'de faşist Fikriye Yönetsel'in
evini ihtar amacıyla taradık.
178) 1980 Ekim: Gaziosmanpaşa'da faşist Osman Çan'ı
ölümle cezalandırdık.
179) 1980 Kasım: Tozkoparan'da faşist Hasan Yıldız'ı
ölümle cezalandırdık.
180) 1980 Aralık: Kanarya Akbank'ı kurşunladık.
181) 1980 Aralık: Ümraniye'de polis Yılmaz Ünal'ın evini
kurşunladık.
182) 1980 Aralık: Erenköy'de devrimcilere yönelik operasyonlara
katılmış emekli Albay Nurettin Kumral'ı ölümle cezalandırdık.
183) 1980 Aralık: Parseller Türk Ticaret Bankası'nı
kurşunladık.
184) 1981 Mayıs: Suadiye'de 2. Şube Amiri Başkomiser
Ahmet Ateşli'nin arabasına bomba yerleştirdik ve polis
Ahmet Temelli'yi ölümle cezalandırdık.
185) 1981 Mayıs: Küçükçekmece Vergi Dairesinin hasılatına
el koyduk.
Bu eylemimizde bankada görevli jandarma Mustafa Karpuz
müdahale edince vurulmak zorunda kalınmıştır.
186) 1981 Nisan: istanbul Emniyet 2. Şubeyi bombaladık.
ikinci şube, bütün şubeler gibi işkence merkezidir.
Binlerce dev-rimci-yurtsever burada işkenceden geçirilmiş
ve pek çok devrimcinin kanı akıtılmıştır. Bu nedenle
örgütümüz tarafından bombalanmıştır.
187) 1981 Eylül: Okmeydanı Yapı Kredi Bankası'nın hasılatını
kamulaştırdık.
Bu eylemimizde bankayı bekleyen jandarmalar teslim olmamış,
Dursun Sayın ve Yaşar Günaydın isimli erler vurulmak
zorunda kalınmıştır. Hedef seçilmemiş olmasına rağmen
direnmeleri ve engel olmaları üzerine vurulmuşlardır.
188) 1981 Temmuz: Yedikule'de Başkomiser Behzat Peker
ve polis Hüseyin Ünal'ı yaraladık.
EYLEMLER DOSYASINA EK
Örgütümüz MLSPB aynı süreçte Güney ve Batı Anadolu bölgelerinde
de emperyalizme, oligarşiye ve faşizme karşı yüzlerce
eylem gerçekleştirmiştir. Tek tek sayılabilmesi mümkün
olmayan bu eylemlerden, Güney Bölgesinde;
1) 1978 Eylül'ünde Osmaniye MHP binası bombalanmış;
2) 1978 Aralık ayında İsrafil Arıkan ve Halil Erdoğan
isimli faşistler ölümle cezalandırılmış;
3) 1979 Mayıs'ında faşistlere yardımıyla tanınan Dr.
Hüseyin Kabasakal ölümle cezalandırılmış;
4) 1979 Aralık ayında Kadirli Ziraat Bankası bombalanmış;
5) 1979 Eylül'ünde faşist Yahya Kayacı ölümle cezalandırılmış;
6) 1980 Ocak ayında faşist Suayip Dayan ölümle cezalandırılmış;
7) 1980 Nisan ayında faşist Hacı Mehmet Yılmaz ölümle
cezalandırılmış;
8) 1980 Mayısı'nda İbrahim Özsüt, İbrahim Almaçimen,
Ziya Kafalı isimli faşistler cezalandırılmış;
9) 1980 Şubat ayında polis Mehmet Aslan (Tarsus) ölümle
cezalandırılmış;
10) 1980 Mayıs ayında Adana MHP İl binası ve faşistlerin
üssü olan Büyük Sürmeli Otel'i taranmış;
11) 1980 Temmuz ayında Hasan Aran, Ahmet Aran isimli
faşistler ölümle cezalandırılmış;
12) 1980 Nisan ayında, AP gençlik kolu başkanı Nihat
Terkeşlioğlu ölümle cezalandırılmış;
13) 1980 Ağustos ayında, Kurmalı Lassa Lastik bayii
taranmış;
14) 1980 Ağustos ayında faşist Ali Ekber Güney cezalandırılmış;
15) 1980 Ekim ayında polis Hasan Kılıçtürk ölümle cezalandırılmış;
16) 1980 Ekim ayında faşist Şahin-Ekerbiçer ölümle cezalandırılmış;
17) 1980 Kasım ayında işgal güçlerinden Amerikalı subay
William Harrington ölümle cezalandırılmış;
18) 1980 Kasım ayında, Astsubay Abdullah Demir ölümle
cezalandırılmış;
19) 1980 Kasım ayında, ihbarcı Mehmet Kandemir ölümle
cezalandırılmış;
Batı Anadolu Bölgesinde;
1) 1977 Şubat ayında İş Bankası Manisa Şubesi bombalanmış;
2) 1978 Aralık ayında AP Manisa îl binası bombalanmış;
3) 1979 Mart ayında Manisa Merkez Polis karakolu bombalanmış;
4) 1979 Nisan ayında Turgutlu Emniyet Amirliği basılmış,
çıkan çatışmada iki bekçi ve bir polis cezalandırılmış;
5) 1979 Nisan ayında Manisa Ülkü Ocakları taranmış;
6) 1978 Mart ayında Turgutlu Emniyet Amirliği Lojmanı
taranmış;
7) 1979 Haziranı'nda Manisa İş Bankası'na pankart asılarak
taranmış;
8) 1979 Ağustos ayında Turgutlu'da Zeki Yamankara, Emin
îz-budak, Arif Şanlı, Ali Aktan isimli faşist elebaşılar
ölümle cezalandırılmış;
9) 1979 Temmuz ayında, Nurettin Gürateş yoldaşın anısına
Manisa Alabey karakolu kurşunlanmış;
10) 1979 Eylül ayında Aziz Şahin ve.Demir Kahveci isimli
faşistler ölümle cezalandırılmış;
11) 1979 Kasım ayında Cemal Özsemerci isimli faşist
ölümle cezalandırılmış;
12) 1980 Nisan ayında çatışma sonucunda bir polis cezalandırılmış,
bir başkası da yaralanmış;
13) 1980 Ocak ayında Aygün Soylu isimli faşist cezalandırılmış;
14) 1979 Kasım ayında Emin Koşmaz isimli faşist cezalandırılmış;
15) 1979 Aralık ayında Cemil Aydın isimli faşist cezalandırılmıştır,
Ve diğerleri...
Türkiye ve Kürdistan halklarının kurtuluşu gerçekleşene
kadar MLSPB devrimci mücadelesini devam ettirmeye kararlıdır.
Emperyalizmin kovulup, oligarşik diktatörlük yıkılana
ve halklar bağımsız ve özgür olana dek silahlarımız
susmayacaktır. Daha savaşımızın başındayız. Gerillalarımız
düşman cephesini yarana, iktidarı ele geçirinceye kadar
politik-askeri saldırılarını sürdürecektir. Halk kitlelerinin
içinde ve onun bağrında eylemlerimiz bu zafere kadar
sürecektir.
Bunu bir kez daha haykırıyoruz!
ZAFERE
KADAR SAVAŞ!
DİPNOT
(1) Bu "tartışma", yaklaşık 20 yıllık bir
zaman dilimi boyunca sürdürülüyor ve hala herhangi bir
"sonuç" alınmış değil. Giderek yeni yeni kuşaklar
bu tartışmalara çekiliyor. Ülkenin devrim tarihine ilişkin
hafıza silinmeye çalışılıyor, her devrimci devrimi ve
tartışmayı kendiyle başlayan ve biten bir süreç haline
getiriyor neredeyse...
sözkonusu çeyrek asırlık "tartışma"larda,
evet, değişen bir şeyler daha var: Her geçen yıl sorular
çoğalıyor. Devrime ilişkin söylenecek sözler neredeyse
sadece sorulardan oluşmaya başlıyor. Soruları soran
"önderler" tarafından herhangi bir yanıt geliştirilemeyen
bu sorular, tartışmak üzere 'kadroların' önüne koyuluyor.
Böylelikle, dünya devrim tarihinde kerameti sadece tartışmaktan
menkul yeni bir kadro tipi oluşuyor.
20 yıl önce bugünkü özelliklerine göre daha fazla pratiğe
yakın olduğunu söyleyebileceğimiz bu soru ve sorunlar,
her zaman kendisine yaygın bir tartışmacı kesimi bulabiliyor.
Bu olgu, hem tartışmacıları, hem de tartıştırmacıları
'güç'leri konusunda yanıltıyor ve onlara cesaret veriyor.
"Demek ki doğru yoldayız" çıkarımlarına da
yol açan sözkonusu geniş tartışmacı kesim, gerçekte,
politik bir kesim olmaktan çok, sosyal bir kesim olmaya
yakındır.
Bu devrim taraftarları, tümüyle mitoz bölünmeye uğramış,
atomize olmuş eski kadroların açtıkları yolda, ama onları
artık "aşma" söylemiyle tartışma işlevine
katılmaktadır. Son derece "demokratik" ortamlarda
yürütülen tartışmalarda böyle bir ortama katkıda bulunmanın
cazibesiyle, birkaç soru da kendileri üreten 80 sonrası
gençliği, ne yazık ki, bu katılımcılık çizgilerini savaşın
sıcak sayfaları açılıncaya kadar, giderek daha çok yoğunlaşan
bir kesim olarak sürdüreceklerdir.
Düşünsel sistematiği ve programı katılımcıların katkılarıyla
oluşturmak kuşkusuz cazip bir fikirdir. Ama Leninizm'in
sosyalizm mücadelesinden, örgüt kavramlarının gerçekliğinden
uzak platformlarda, işlev için değil, tartışmak için
buluşmak, bu çizginin belirleyici karakteri olmuştur.
Katılımcıların "yorulmuşlar" kesimini doğal
olarak, endişelerimizin dışında tutuyoruz. Bu ortamlar
onlar için gerçekten güzel bir tatlı sudur. Fakat gençlik,
sadece sosyalizmin genel sorunları üzerine değil, bu
çizginin tarihi ve devrimci pratik üzerine de sorular
üretmeye başladığı zaman (ki aralarından gerçekten savaşmak
isteyenler soracak) ayrımı görecektir. Kaldı ki, 25-30
yıllık kader arkadaşı öncülerin bile hiç değilse bazı
yanıtlarda buluşamamış olması, her bireyin başka bir
kafa yapısı ifade ettiği bu ortamın özellikleri konusundaki
başka bir espridir. Bu espriyi, 90'lı yıllar boyunca
(dönemin politik verilerinden dolayı) yaşamayı sürdüreceğiz
gibi gözüküyor...(geri
dön İ)
ANA SAYFAYA DÖNMEK
İÇİN TIKLAYINIZ
|