Türkiye bir süredir, 1915 Ermeni
katliamından ötürü kişisel "özür dileme"
kampanyası başlatan bir grup aydını tartışıyor.
Bilindiği gibi aslında oldukça değişik düşünme
biçimlerine sahip olan bir grup insan geçtiğimiz
ay bir araya gelmiş ve iki cümlelik bir imza metni
hazırlayarak imzaya açmışlardı. O günden bu yana
televizyon programlarından kahvehanelere dek bu
mesele tartışılıyor ve genel bir şovenist dalga
körüklenerek girişim sahipleri hedef tahtasına
çakılıyor. Solda ise kimi kesimlerde konuya canlı
bir ilgi gözlenirken, kimi kesimlerde ise yok
sayma ve geçiştirme tutumu gözleniyor.
Kuşkusuz böyle girişimlere dahil olup olmamak
ayrı bir tercih konusudur ve her zaman içeriğe
katılmak-katılmamakla ilgili değildir. Sonuç itibarıyla
siyasi süreç ve devrimci mücadele çeşitli kanallar
ve gündemler üzerinden yürüyen bir durumdur ve
kimi zaman bir gündemle ilgili olarak, konunun
içeriğine -genel olarak- katılmak ama o gündemin
doğrudan parçası olmamak mümkündür. Bu, siyasi
faaliyetin kendi seyri ile ilgilidir. Eğer bir
duyarsızlık ya da çekinme hali söz konusu değilse
mesele yoktur.
Devrimci Sosyalizm, bu girişimin genel olarak
olumsuz olduğunu düşünmemektedir. Bu türden girişimlerin
-büyükelçi eskilerinin iddiasının aksine- aslında
inkarcı oligarşiyi belki de bir ölçüde "rahatlattığını",
onlara "bakın bu ülkede herkes konuşuyor"
demagojisi için olanak sunduğunu düşünüyoruz evet,
ama öte yandan yüz yılık şovenist mührü zedeleyen
bu türden her girişimi de olumlu buluyoruz.
Devrimci Sosyalizm, bu girişimin yoğunluklu olarak
liberaller tarafından düzenlendiğinin, ürkekliğinin
ve zayıflığının elbette farkındadır; ama bu durum,
konunun kendisinin önemini ve girişimin bu topraklarda
riskli sayılabilecek yanını görmemize engel olmaz.
Hırant'ın kanının daha soğumadığı koşullarda,
devlet destekli cinayet şebekeleri sokaklarda
öldürecek insan ararken birileri inkarcı tarihin
en katı yasasını (ürkekçe de olsa) zedeleyen bir
kağıdın altına imza atma iradesini gösteriyorsa,
bu görmezlikten gelinecek bir iş değildir.
Devrimci Sosyalizm, bu tür girişimlere katılır
ya da katılmaz, bu, yöntem ve siyasi tercihler
meselesidir. Devrimci sosyalistler ve bir çok
devrimci, hatta dürüst aydın bu ülkede yıllar
yılıdır soykırım meselesindeki gerçeği yinelemekten
hiç vazgeçmedi; yani tarih bu imza metniyle başlamış
değildir.
Devrimci Sosyalizmin, tarih ve gelecek konusundaki
programatik tutumu bellidir. Bu tutum, herhangi
bir program maddesinde yazmayı bile gerektirmeyecek
kadar açıktır. Bu topraklarda kurulacak olan bir
halk iktidarının ilk gününde, ilk bildirisinde
bu iktidar, hiçbir tartışmaya ve kuşkuya yer vermeyecek
biçimde coğrafyamız üzerinde kimin burnu kanamışsa,
kim ulusal, etnik, dini, mezhepsel, cinsel, vb.
kimliğinden ötürü eza cefa görmüşse ondan özür
dilemeyi bir görev kabul edecektir. Devrimci halk
iktidarı, kirli geçmişin hiçbir parçasının yükünü
taşımak zorunda değildir ve taşımayacaktır. Bizim
tarihimiz, sarayların değil kulübelerin tarihidir.
Bizim tarihimiz, imparatorlukların, hanedanların,
maceracı paşaların değil, Baba İshak'ların, Şeyh
Bedreddin'lerin tarihidir. Kanla kurulmuş, kanla
sürdürülmüş imparatorluklar değil, bu topraklara
kanını akıtmış isyancılar bizim tarihimizin temelidir.
Ama bundan daha önemlisi, devrimci halk iktidarı,
horlanan ve kıyılanların çektiği acıları da yüreğinde
hisseden bir iktidar olacaktır. Dahası, devrimci
halk iktidarı, bununla da yetinmeyecek, bu topraklarda
özgür ve eşit olmayan, gönüllülüğe dayanmayan
hiçbir ilişki biçimi kabul etmeyecek, bunların
tümüne son verecek, insanların sahip oldukları
dini, etnik, mezhepsel, cinsel, vb. kimliklerinden
ötürü aşağılanmasına, onların ima yoluyla da olsa
hakarete uğramasına en küçük bir tolerans göstermeyecektir.
Devrimci halk iktidarının -moda deyimle söylersek-
"değiştirilmez ve değiştirilmesi dahi teklif
edilemez" temel yasası, (çocuk ve kadın istismarı,
uyuşturucu gibi konuların yanında) şovenizmin-ırkçılığın
her türünü mahkum eden, bu doğrultudaki her girişimi
tartışmasız biçimde şiddetle ezen bir yasa olacaktır.
Bütün bunlar, üzerinde tartışma dahi yapılması
gerekmeyen kesin kurallardır; bir devrimci iktidar,
bunlar olmadan devrimci iktidar olamaz.
Bütün bunlar, devrimci sosyalizmin iktidar gününde
düşüneceği şeyler de değildir; bunlar, bizim şimdi,
bugün sahip olduğumuz Marksist-Leninist genetiğin
kodlarıdır. Bunlara sahip olmayan hiç kimse kendisine
devrimci diyemez. Devrimcilik, şovenizm konusunda
açık, tereddütsüz bir tutum içerdiği zaman devrimciliktir
ve onun içinde hiçbir biçimde bir ırkçı damar
barınamaz. Şovenizme karşı mücadele, siyasi mücadelenin
ihtiyaç ve dönemeçlerine bağlı olarak zaman zaman
çok öne çıkabilir, zaman zaman başka güncel süreçler
ağırlık kazanabilir; ama özellikle bu coğrafyada,
bütün yaptığımız ettiğimiz işlerin temelinde,
derinliğinde bir yerde bu mücadele her zaman bir
eksen noktası oluşturur. Günlük hayatın ya da
kitlelerde yükselen alçalan dalgaların ritmine
bağlı değildir; toplumun -gericiler tarafından
yaratılan- genel ön yargılarına ters düşmeme gibi
kaygılara kurban edilemez, "toplumdan kopmama"
adına esnetilemez.
Devrimci Sosyalizm, bu konuda yapılan "aslında
o kadar değil şu kadar Ermeni ölmüştür" gibi
insanlık dışı demagojileri tiksinti verici bulur.
Ne "bırakalım bu meseleyi tarihçiler çözsün"
gibi zeka ve ahlak yoksunu düşünce sefilliklerini,
ne de "ama onlar da şunu yaptılar" gibi
zalimce ahmaklıkları ciddiye alır. Bir tek kişinin
dahi düşünceleri ya da etnik, vb. kimliği yüzünden
öldürülmesini veya zulme uğramasını kabul etmeyen
ve etmeyecek olan Devrimci Sosyalizm, bu türden
her cümleyi en az katliamın kendisi kadar insanlık
suçu sayar. Bu tür iğrençlikleri savunanlar, en
az 1915'in katilleri ya da 1938'in Dersim kıyımcıları
kadar suçludurlar.
Aynı biçimde Devrimci Sosyalizm, (daha önceden
de sokak çocuklarını adalara sürme önerisi getiren)
Nazi artığı bir milletvekilinin etnik köken imasına
ailesinin soy ağacını açıklayarak cevap veren
Abdullah Gül'ün o milletvekilinden daha ağır bir
suçlu olduğuna inanır. Bu topraklarda yıllardır
Ermeni olmayı aşağılık bir suç gibi gösteren yüzlerce
demecin, yüzlerce televizyon dizisinin karşısında,
bu tiksinti verici durumu "ben onlardan değilim"
diye yanıtlayan mantık hiç masum değildir ve şovenist
madalyonun diğer yüzüdür.
Şüphesiz, çoğu Washington elçiliği gibi istihbarat
onayı gerektiren "mühim" görevlerden
gelmiş olan sert kabuklu yaratıkların böylesi
bir bireysel girişimi anlaması, bu girişimi bir
"hak" olarak görmesi mümkün değildir.
"Devletin menfaatleri"ni halkların duygularının
yerine koymayı ömrü boyunca temel kural kabul
etmiş olan bu güruh, elbette bunu zedeleyen her
girişimi vatan hainliği ile eş görecektir. Burada
asıl sorun solun ne yaptığı ve ne düşündüğüdür.
Son derece açık, herkes biliyor ve herkes görüyor;
şu anda, bu yazının yazıldığı saatlerde bile bir
yerlerde birileri bu imza işini kotaran "hain"lerin
evlerinin, işyerlerinin adresini bir kenara yazıyor,
isimlerin kenarına kırmızı kalemle işaretler koyuyor.
Faşist-kontra cinayet makinesi bu topraklarda
hiç boş durmadı ve boş durmayacak. Bu şebekelere
hedef gösteren ve sonradan da katledilenler için
"rahmetliyi çok severdim" diyen riyakar
medya tilkileri de bu ülkede hiç eksik olmadı,
olmayacak. Dolayısıyla, önümüzdeki aylarda kaldırımlarda
yeni cesetler görmek, bu topraklardaki katil sürülerini
iyi tanıyan bizler için şaşırtıcı olmayacaktır.
Devrimci Sosyalizmin şovenizm konusunda bir tereddüdü,
"ama"sı, "fakat"ı yoktur.
Devrimci Sosyalizm enternasyonalist bir harekettir
ve bu enternasyonalizm, dünyanın neresinde olursa
olsun, özgür-eşit-kardeşçe olmayan her türlü ilişkiyi
reddeder, ırkçı yaklaşımın en "temiz"
görünen biçimlerine bile prim vermez.
Öte yandan Devrimci Sosyalizm, şovenizme karşı
mücadelenin de salt "anti-şovenist"
bir program ve söylemle başarıya ulaştırılacağı
kanısında değildir. Bu, esasen topraklarımız üzerindeki
devrimci mücadelenin yükseltilmesi, genel olarak
emekçi halkların devrimci saflara çekilerek dönüştürülmesi,
Marks'ın deyimiyle "değiştirenlerin de değişmesinin"
devrimci pratik içinde yaratılması meselesidir.
En küçük bir işçi hareketinden devrimci mücadelenin
en üst biçimlerine dek savaşın her cephesi bu
anlamda toplumun zehirden arındırılması mücadelesidir.
Her devrimci sosyalist, meseleyi böyle bir derinlikte
ele almalı ve güncel anti-şovenist duruş ve görevleri
atlamadan bu genel perspektifi bir kutup yıldızı
gibi izlemelidir.
Ne birini ne de diğerini ihmal edebiliriz.
Ama tereddüt yok! Asla yok!
Şovenizm, başı ezilmesi gereken zehirli bir yılandır
ve onun kaba biçimlerine olduğu kadar inceltilmiş
biçimlerine karşı da net bir tutum göstermek zorundayız.
Çünkü bu, devrimci olup olmama ile ilgili bir
sorundur. Önümüze koyduğumuz büyük devrimci hedefler
ve atılım süreçleri, deyim yerindeyse "malzemeden
çalınarak" inşa edilemez.
Irkçıların kara bayraklarından işçilerin kızıl
bayrağına bulaşan her küçük leke, bugünün ve geleceğin
inşasında çürük bir tuğladır.
27 Aralık 2008
|