Gazze'de haftalardır oluk oluk
kan akıyor. Artık sayı saymaktan çoktan vazgeçti
herkes ama sayılar yine de var. Her gün, bir numaratörün
dönüşü gibi TV ekranlarında rakamlar değişiyor,
insanlar, çocuklar, yaşam parçaları, anılar, aşklar…
tümü sayılara dönüşüyor ve şimdilik üç haneli
olan rakamlara yeni biri eklendiğinde biz artık
o "biri"nin bir insan olduğunu bile
unutuyoruz. Sanki birileri, canlı birileri yitip
gitmiyor da büyük bir kan ırmağı herkesi ve her
şeyi, hepimizi sürükleyip götürüyormuş gibi…Guernika'nın
dehşetinden daha fazlası bu; tek bir dehşet günü
değil yaşanan, haftalardır her gün, avuç içi kadar
bir kentin ortasından bir saniye bile ara vermeden
bir kan ırmağı fışkırıyor.
Belki bundan daha fazla Siyonizmin korkunç küstahlığı
ve alaycılığı kahredici oluyor. Hiçbir şey gizli
değil; iletişim devrimi işte bunun için vardı
zaten; artık hiçbir şey gizli değil, her şey orta
yerde oluyor. Gazze'de söz konusu olan şey, çok
sonradan tanıklar tarafından güç bela aydınlatılacak
bir yerel katliam değil, bugün, şimdi, gözümüzün
önünde olup biten bir soykırımdır.
Artık bu konuda bir şey yazmak gerekmiyor. Zorunlu
olarak bir masanın başında ve doğal olarak sıcak
bir odada yazılan her şey, Gazze için somut bir
anlam taşımıyor. Sokaklardan ve cephelerden başka
yerlerde söylenmiş olan söz, söylendiği anda değerini
yitiriyor.
Aslında meseleye tarihsel bir yerden bakıldığında,
Gazze'de olan şey, 90'lardan bu yana yaşamakta
olduğumuz emperyalist kapitalist sistemin rakipsiz
kaldığı 1990 sonrası yeni dönemin en kritik noktası
ve net bir fotoğrafıdır. Emperyalizm tarafından
desteklenen bir zorba güç, altmış yıldan fazladır
Ortadoğu'nun kalbinde bir bıçak gibi duruyor,
her seferinde bütün dünyanın gözü önünde yapacaklarını
yapıyor ve her seferinde sadece emperyalizmin
değil, işbirlikçi Arap rejimlerinin ve bölgedeki
diğer bütün uşakların gizli desteğini arkasında
buluyor. Her seferinde sokaklar kaynıyor, milyonlarca
insan olup bitenleri lanetliyor ama her seferinde
aynı sokakları polisle dolduran devletler Siyonizmle
olan açık yada gizli ittifaklarını sürdürüyorlar.
"Ateşi ve ihaneti gördük" diyordu Nazım
bir şiirinde; Filistin'in gördükleri de aynıdır:
Ateş ve İhanet! Hatta bunun tam olarak bir ihanet
olduğu da söylenemez aslında; dünyanın bütün gericileri,
timsah gözyaşı dökenler de dahil olmak üzere,
Filistin'i, Filistin'deki direnişçi damarı hiç
sevmediler, o damarın tümüyle kurutulmasını her
zaman istediler. Şimdi İsrail'in istediği ve gerici
rejimlerin olmasını bekledikleri şey, Filistin'in
dizleri üstüne çöküp "tamam ben artık yoruldum"
demesi ve her Filistinlinin kendi yaşamını onursuzluk
yoluyla satın almasıdır. Filistinli olmaktan vazgeçmiş,
o kimliğin en temel öğesi olan direnişçiliği terk
etmiş bir Filistinli, ancak böyle yaşamını sürdürebilir
olacaktır; bütün emperyalistlerin ve bütün uşakların
istediği budur. Ülkesini ikiye bölerek dokunulmazlık
elde ettiğini zanneden Abbas da bu planın dışında
değildir.
Şu, artık kesin ve açık: Bugünden sonra bu topraklarda
barıştan ve silahların bırakılmasından söz eden,
ihanetten söz ediyor demektir. Bugüne kadar ondan
fazla sözde "barış" anlaşması imzalayanlar
gerçi her zaman böyle bir ihanetin altına imza
atmışlardı ama bugün artık durum daha nettir.
Son derece açıkça söylenmelidir ki, bugünkü İsrail
devletinin, onu yönetenlerin, onun katliamlarına
bir biçimde ortak olanların, ona hizmet edenlerin
bu dünyada yeri yoktur! Tümünün politik olarak
yok edilmeleri zorunludur ve bu konuda en küçük
bir tereddüt duygusu kanlı bir kısır döngünün
tekrarından başka işe yaramayacaktır. Çember sakallı
sahtekarlar bizi ilgilendirmez; biz devrimciler,
sosyalist güçler, "Yahudi düşmanlığı"nın
kenarından bile geçmeyiz. Musevi inancına sahip
herhangi biriyle sınıf mücadelesinin kapsamı dışında,
inancından, vb. ötürü hiçbir özel sorunumuz olamaz.
Ama bugünkü İsrail devleti, bu kanlı çete ve ona
şu yada bu biçimde hizmet eden herhangi biri,
herhangi bir kurum, gezegenimizden temizlenmesi
gereken bir urdur. Ve belki ancak, bu Siyonist
organizasyon tümüyle ortadan kaldırıldıktan sonra,
özgür bir Ortadoğu'da herkesin kendi kaderini
eşitçe belirlediği bir iklim yaratılabilecektir;
ondan önce değil. Tekel medyasına yerleşmiş gizli
Siyonizm hayranları da, "İslamcıların yörüngesine
girme" sendromuyla beyinleri dumura uğramış
sözde solcular da bunu zihinlerine iyice yerleştirmelidirler.
"Bak İsrail ne güzel yapıyor, biz onlar kadar
olamadık" diyen Kemalist kırması kontr-gerillacılara
ise denecek bir şey yok; onların zaten eğitim
yerleri Tel Aviv'dir!
Dolayısıyla, bugün her kim ağzının içinde ürkekçe
de olsa, "canım onlar da füze atmayı durdursunlar"
diye laflar geveliyorsa, alçaktır, utanmaz bir
yalancıdır ve onun sözleri Siyonist bombalardan
daha iğrençtir. Yurdu elinden alınmış, milyonlarcası
dünyanın dört bir yanına sürülmüş, açlık ve kıyımlar
altında varlığı güç bela sürdürebilen bir halka
diz üstü durmasını öğütleyenler, Olmert'ten daha
katildirler. Filistin halkını hiç tanımayan bu
alçakların beklentisi de budur zaten; çocuklarının
kanlı cesetlerini kollarında taşıyan insanlar
eninde sonunda isyan edip şöyle diyeceklerdir:
"Yeter artık! Lanet olsun bağımsız Filistin
düşüne, direnmeyelim ve köpekler gibi onların
çizmelerini yalayalım!"
Siyonist kasaplarla Filistin halkına durmadan
"sağduyu" öğütleyen bu alçakların buluştukları
nokta tam da budur: Yorgun ve yalvaran bir Filistin!
Bir şey daha kesin ve açık; kim ABD emperyalizminin
ve diğer emperyalist güçlerin işbirlikçisi ise
onun Filistin'in dostu olması imkansızdır. Gerici
Arap rejimleri, TC, vs… Bu kural, tümü için geçerlidir
ve bundan ötesi külliyen yalandır. Emperyalizmi
tümden, cepheden karşısına almayan bir "İsrail
kınaması" baştan aşağı sahtekarlıktır. Dün
de böyleydi evet, ama şimdi, artık bu kritik noktada,
IMF anlaşmaları için takla atanların, yeni dünya
düzeninin piyonluğunu yapanların Filistin "hassasiyeti"
diye gösterdikleri şey, korkunç bir suç ortaklığının
basitçe cilalanmasından başka bir şey değildir.
İsrail'le bütün anlaşmaları imzalayanlar, sivil
ve askeri bütün alanlarda açık bir işbirliği içinde
olanlar, her gelişinde Olmert kasabının elini
hararetle sıkanlar kürsülerde ne söylerlerse söylesinler
içi boştur, ucuz demagojidir. Ucuzdur, çünkü bu
topraklarda yaşayan insanların yüzde doksanının
ruh halini bilen bu Siyonist uşakları artık bu
"kahramanca"(!) konuşmalar ile kimseyi
ikna edemez haldedirler. Elçilik kapatılsın diyenlere
"biz bakkal dükkanı idare etmiyoruz"
diyerek sözde ağır devlet adamı pozu takınan başbakan,
bu anlamda haklıdır da; çünkü bir bakkalın da
kendine özgü bir vicdanı olabilir.
Daha önce de birkaç kez yazdık; Türkiye'deki dinci
hükümetlerin ve partilerin devlete karşı takiyye
yaptıkları doğru değildir. Onlar, işin en başından
beri dini inancı olan yoksul emekçilere karşı
takiyye yapmakta, onları kandırmaktadırlar. Bugün
miting meydanlarında yaptıkları da aynı şeydir;
dipten gelen öfkeyi biliyorlar ve telaş içindeler.
Türkiye oligarşisi, uzun yıllar boyunca açıktan
söyleminde her zaman yarım ağızla Filistin'i sevdiğini
söyledi. Ama Filistin'deki devrimci ve sosyalist
güçler, Filistin'in özellikle 1960'larda Ortadoğu'da
yarattığı devrimci rüzgar, onları hep rahatsız
etti. Her zaman bu devrimci güçlere karşı kutsal
anti-komünist ittifak içinde yer aldılar.
1960'lar boyunca Türkiye, İsrail, İran Şahı ve
Pakistan'daki Ziya Ül Hak gericiliği bir emperyalist
ittifak olarak gelişti. Bu ittifakın gizli ortağı
İsrail açıkça kendini ortaya koymadı; bunun Arap
dünyasında sıkıntı yaratacağı düşünülerek pek
ortalıkta görünmedi ama aslında bu ittifakın her
zaman bir parçası oldu. Gizli işbirliği, istihbarat
örgütlerinin kirli ilişkileri hep var oldu.
Aynı yıllar "Yeşil Kuşak" zamanlarıydı.
Sovyetlere karşı güneyde bir ittifak yaratmak
için ABD emperyalizmi bölgede kendisine bağlı
İslami grupları destekledi, El-Kaide dahil bütün
dinci gruplar ve şeriata göre yönetilen Arap rejimleri
ABD'nin sevgilisi oldu.
Bu zaman boyunca Türkiye'deki bütün hükümetler,
dincisi, milliyetçisi, sosyal demokratı… hepsi
ama hepsi İsrail ile üstü örtülü bir kirli ilişkiyi
sürdürdüler. Anlaşmalar yaptılar, askeri işbirliği
yaptılar, MOSSAD ve MİT ilişkilerini geliştirdiler,
kirli kontr-gerilla ilişkilerini ve eğitimini
İsrail ile birlikte yaptılar. Susurluk skandalının
silahları oradan geldi örneğin, katiller oralarda
eğitildi… Türkiye'nin son on yılına damgasını
vuran dinci hükümetler ise bu ilişkileri zirveye
çıkardılar. İsrail'le yapılan en önemli anlaşmalar
1996'da Erbakan hükümeti döneminde imzalandı.
Gazze'yi bombalayan israil uçakları, pilotları
alçak uçuş eğitimlerini türkiye'de konya ovası
üzerinde yaptılar. İsrail Gazze'ye saldırmadan
önce Olmert Türkiye'ye gelmiş ve bu saldırıyı
da konuşmuşlardır. Gazze'ye saldırı sadece basit
bir İsrail planı değildir. Siyonist İsrail ve
ABD emperyalizminin Ortadoğu'da politik inisiyatifi
yeniden eline alma çabasının bir parçasıdır. Hizibullah
karşısında yenilen, Irak'da, Afganistan'da ilerleyemeyen
İsrail ve Amerikan güçleri yeni saldırı planlarıyla
Ortadoğu'da inisiyatifi eline geçirmek istemektedir.
En zayıf halka Filistin direnişi olarak görülmüştür
ve bugün yaşanan vahşet bu zayıf halkayı kırmak
içindir. Buradan moral üstünlük yakalama çabasıdır.
Afganistan'a, İran'a, Suriye'ye, Hizbullah'a ve
Kürt yurtsever hareketine karşı girişilecek kapsamlı
saldırılar için moral ve pratik zemin yaratılmaktadır.
İsrail, bölgedeki en yakın müttefiki TC'nin bilgisi
ve onayıyla bu saldırıyı gerçekleştirmektedir.
Tayyip Erdoğan'ın timsah gözyaşı bile sayılmayacak
serzenişleri kimseyi kandıramaz.
Ayrıca Türk ordusu da, bu kirli işbirliğinin en
kritik halkasıdır. Yıllar yılı bu ilişki hiç kesilmedi,
hükümetler ne olursa olsun ordunun Siyonistlerle
olan işbirliği bir an olsun aksamadı.
Bütün bunları yazıp çizmek bile artık gereksiz.
Bugün artık yapılacak şey, başkalarının sahtekarlığı
ile özel olarak uğraşmak değil, bıkmadan, usanmadan,
yorulmadan Siyonist kasaplara karşı elimizde ne
varsa onunla mücadele etmek, emekçi kitleleri
sokağa dökmek, bunun için hiçbir özel gündemi
bahane etmemektir. Son derece açık olan gerçek,
aslında yoksulları ezip tüketen krizin sahipleri
ile Siyonizmi dünyanın başına bela edenlerin bir
ve aynı güçler olduğudur. Dolayısıyla emekçilerin
başka gündemleri ile Siyonist katliam arasında
bir çelişme yoktur. Filistin için sokağa çıkan
her emekçi, aynı zamanda kendisi için, kendi geleceği
için de sokağa çıkıyor demektir. Bu konuda mümkün
olan her şeyi yapmak, Türkiye devrimci hareketinin
boynunun borcudur. Direnen bir Filistin, Ortadoğu'nun
en temel direniş noktasıdır. Bu direniş ekseninin
kırılması soframızın küçülmesine karşı direnen
her emekçiyi daha zayıf, daha yalnız hale getirecektir.
Bu gerçeği görmeyen ve Ortadoğu Halklar Konfedarasyonu
gibi bir iddiası bulunmasına karşın harekete geçmeyen
Kürt yurtsever hareketi de ağır bir yanılgı içindedir.
Bu tutum karşısında da hiç bir devrimci ve yurtsever
sessiz kalmamalıdır. Filistin halkının yanında
yerini almalıdır.
Şimdi, Filistin zamanıdır.
Şimdi, Che'nin dediği gibi gerçek acıyı hissetme
zamanıdır.
Şimdi bütün gücümüzü Filistin direnişinin desteklenmesi
için seferber etme zamanıdır.
Filistin direnişi karşısında tutumu kimlerin ezilen
ulusların, halkların yanında olduğunu gösteren
bir turnusol kağıdına dönüştürmek ve topraklarımızın
İsrail Siyonizmi için bir an bile kullanılmasını
engellemek için
- İsrail'le tüm politik, diplomatik ve ekonomik
ilişkilerin kesilmesi, bütün anlaşma ve görüşmelerin,
yazışmaların derhal açıklanması somut şiarlarıyla
yürümeliyiz
Bunların gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ayrı bir
sorundur. Önemli olan bu noktada asgari olarak
yapılması gerekenlerdir. Bunları sokağı taşımaktır.
Ayrıca, devrimci ve emekten yana güçler, Filistin
halkının acil ihtiyaçlarının tümü için derhal
büyük bir yardım fonunun oluşturulması hedefini
önüne koymalıdır.
Devrimci sosyalist hareket tüm tarihi boyunca
can pahasına Filistin halkının direnişiyle omuz
omuza oldu. Bugün elindeki her olanağı direnişle
birleştirecektir
Kan içinde de olsa, çocuklarının yarısını yitirmiş
de olsa Filistin bu felaketin ortasından çıkacak,
küllerinden doğacak, bunu biliyoruz. Ama artık
Siyonistler için geri sayım başlamıştır. Dünya,
İsrail diye bir canavarın olmadığı, tümüyle ortadan
kaldırıldığı bir çağı görecektir; bundan hiç kuşkumuz
yok.
Gecenin en karanlık yerindeyiz. Ortadoğu'nun tertemiz
ve aydınlık sabahına işte bu karanlığın içinden
geçerek ilerleyeceğiz!
|