O kanlı sabahtan bu yana sekiz
yıl geçti…
Ölüm haberleriyle uyanıp isim listelerini yürek
sızısıyla okuduğumuz o karanlık günden bu yana,
koca sekiz yıl…
Oligarşik diktatörlüğün kanlı tarihinin en berbat
sayfalarından biri açıldı o gün. Daha fazlasını
göze almışlardı, sonradan itiraf ettiler bunu.
Daha fazlası da sonradan geldi zaten, ölüm oruçlarında
… can verildi.
Şimdi, aradan 8 yıl geçtikten sonra, dönüp yeniden
baktığımızda, bütün olup bitenlerin gerçek nedenini
bir kez daha anlıyoruz.
Devrimci hareketin bir kuşağını yok etmek istediler
evet; böylece devrimci hareketin yeni kuşaklarının
ve toplumsal mücadeledeki bütün güçlerin yüreklerine
korku salmak istediler, bu da doğru. Ama aslında
başka bir şeyi yapmak istediler: Bu onların gelecek
tasarımıydı. Yalnızca o günü hesaplamadılar; o
günün üzerinden daha uzağa, geleceğe baktılar
ve onu biçimlendirdiler.
Birincisi, bu topraklarda daha iyi bir dünya için
savaşmak isteyen yeni kuşaklara yeni bir zindan
çerçevesi çizdiler. Postmodernizmin dışarıda inşa
ettiği korkunç insan yalnızlığının hapishanedeki
karşılığını yarattılar. İstediler ki, her devrimci
hapishaneye girince tükensin, yalnız ve çırılçıplak
kalsın, bütün dayanışma biçimlerinin uzağında
çürüyüp gitsin.
İkincisi, aynı yalnızlık ve çıplaklığı deyim yerindeyse
eğer bir "19 Aralık Kriterleri" olarak
bütün topluma yaymak istediler. Büyük bir dehşet
tablosu yaratarak beyinlere kazımak ve toplumsal
düzeyde bir "tretman" yaratmayı amaçladılar.
Birincisi, ne olursa olsun devrimciler açısından
başarılamaz bir plandı. Nitekim hiçbir zaman tam
olarak başarılamadı. Devrimci akıl ve devrimin
ruhu her gedikten sızdı, her zaman ve her koşulda
kendine bir yol aradı buldu.
İkincisi ise zaten bu toprakların gerçekliği içinde
kendisine uzun süre yer bulamazdı. Öyle de oldu.
Yine sokaklar boş kalmadı, yine insanlar ellerini
kaldırıp insanca bir yaşam için seslerini yükselttiler
ve yükseltiyorlar.
Şimdi, 19 Aralık 2008'de, en son 1 Mayıs'ın görüntülerini
anımsıyoruz. Büyük bir kan banyosunun bile bu
topraklardaki devrimci damarı kurutamadığını,
sokakta savaşmak isteyenlerin cesaretini kıramadığını
görüyoruz.
Bu bir umuttur.
Bu bir güvendir…
Türkiye devrimci hareketi kırılarak, kıyılarak
geliyor. Yine de kendini üretiyor, yine de sokaklar
boş kalmıyor.
Öfkemiz büyük, belleğimiz taze. Unutmuyoruz, unutmamız
mümkün değil.
19 Aralık, uğrunda canlar verilmiş bir "devlet
dersi"dir. Ama herkes için bir ders… O günden
bugüne sokaklarda çınlayan "hesap soracağız"
sloganını duymazlıktan gelenler, duyup da umursamayanlar,
çanlar çaldığında pişman olacaklar.
Çünkü bu hesap gerçekten sorulacak. Türkiye devrimci
hareketi bunun üstünden atlayıp geçmeyecek, geçemez.
Öfkemiz büyük, belleğimiz taze. Unutmuyoruz, unutmamız
mümkün değil.
Sekiz yıl sonra, kırılıp eğilmeyenleri saygıyla
anıyoruz.
Alp Ata yoldaş, aklımızın bir köşesinde, daha
dün gibi…
Bu hesap sorulmadan içimizde huzur diye bir duygu
olmayacak.
Biz ölülerimizi saydık o gün. Tek tek…
Bir gün mutlaka; sıra onlara da gelecek…
16 Aralık 2008
HALK KÜLTÜR MERKEZLERİ
|