Dört
gündür polis tam kapasite çalışıyor. Coğrafyamızın
hangi köşesinde kim hakkını arıyorsa, kim ekmekten
ve özgürlükten söz ediyorsa, Kürt-Türk fark etmiyor.
Coplar inip kalkıyor, gaz bulutları ortalığı kaplıyor,
Aralık soğuğunda panzerlerden su fışkırıp duruyor.
Bir yanda işçi sınıfının son süreçteki tarihine
geçecek olan bir dirayetle demiryolu emekçilere
25 Kasım eyleminden dolayı işten atılan sınıf
kardeşlerine sahip çıkıyorlar; trenleri durduruyorlar,
rayları kilitliyorlar.
Polis devrede!
Gecenin bir vaktinde, sabahın köründe çevik kuvvet
orduları tren istasyonu basıyor, sendikacıları
gözaltına alıyor, yetmiyor usulsüz biçimde trenleri
yola çıkarma işini üstleniyor. Ellerinden gelse
sivil/resmi polis ekiplerinden makinist kadrosu
icat edip bizzat tren sürecekler!
Sonra taşeron acısını çeken itfaiyeciler ortaya
çıkıyor. Yaptıkları şey, gayet basit, gayet anlaşılır.
İşlerini istiyorlar, güvence istiyorlar…
Polis devrede!
Üstelik bu kez polis tereciye tere satıyor; itfaiyecilere
su sıkıyor! Yetmiyor gaz kullanıyor; yetmiyor
coplar konuşuyor.
Ve Tekel işçileri… Dört gündür Ankara'yı kuşattılar.
Tekel'e bağlı fabrikaların kapatılması ve işten
atılmalara karşı eylem yapıyorlar. Kış, yağmur,
çamur, fark etmiyor onlar için, kararlı ve öfkeli
bir kitleyle ısrarla, inatla iktidarın karşısında
duruyorlar.
Polis devrede!
AKP Genel Merkezi'ni korumayı en birinci vazifesi
sayan Ankara polisi her gün saldırıyor, emekçiler
buz gibi suların içine yuvarlanıyor, sonra yine
ayağa kalkıp hakları için direnmeye devam ediyorlar.
İkinci gün yapılan saldırıdan sonra üçüncü gün,
bu kez gaz bulutları havada yine, Ankara'nın soğuğunda
günlerdir direnen emekçiler yerlerde sürükleniyor.
Ankara polisi arada milletvekili bile dinlemiyor.
"Canlı bomba istihbaratı aldık" diyor
Emniyet Müdürü; sanki dünyada açlıktan daha büyük
bir bomba varmış gibi…
Peki bütün bu olaylarda işçiler, tek bir kişinin
burnunu kanatıyorlar mı? Tek bir insan bu eylemlerden
ötürü canından, malından oluyor mu? Hayır!
Peki Bursa'da ne oluyor?
Bursa'da 19 maden işçisi aç gözlü maden patronu
üç kuruşluk önlemleri almadığı için iş cinayetine
kurban gidiyor; hatta cinayet de değil artık,
katliam gerçekleşiyor.
Olaydan sonra yazlığına çekilen maden patronu,
işçi ve sendika düşmanı Nurullah Ercan tam sekizinci
gün zahmet edip ortaya çıkıyor ve savcılığa gidiyor;
ifadesini veriyor, serbet bırakılıyor.
Peki Dolapdere'de ne oluyor?
Elde silah sokak kovboyları gibi DTP'lilerin üstüne
ateş eden ırkçı serseriler, savcılığın bir kapısından
girip öbür kapısından kahraman gibi çıkıyorlar.
Peki Tuzla'da kaçıncı ölümdeyiz?
Sayısını bilen var mı artık? En son Ercan Sancar'ı
yitirdi Tuzla işçisi; yine bir "normal"
kazada…
Ve öte yanda, ağzı zehir saçan ırkçılar ırkçısı
bir parti genel başkanı: Deniz Baykal…
"İşçilerin üstüne saldırılıyor ama öte yanda
PKK bayrakları açanlara kimse ses çıkarmıyor"
diye kusuyor içindekini. Sanki haftalardır onlarca
DTP'li tutuklanmamış gibi, sanki Kürt illerinin
cezaevleri çocuklarla dolu değilmiş gibi, sanki
Diyarbakır'da, Bulanık'ta katledilenler insan
değilmiş gibi, sanki yirmi beş yıldır binlerce
Kürt katledilmiyormuş gibi…
Aklı sıra Tekel işçileri üzerinden üç kuruşluk
bir prim yapmak istiyor, öte yandan en tiksinti
verici katliamların akıllarını veriyor.
Ya Gözümüzü Açacağız Ya Gözümüzü Oyacaklar!
Gerçekten başka bir şansımız yok. Kim bu ülkede
hakkını arıyorsa onun tepesine çöküyorlar. Elinde
sarı-kırmızı-yeşil bayrak da olsa saldırıyorlar,
kırmızı-beyaz bayrak olsa da saldırıyorlar!
Kürde düşman olursak eğer, bu bize saldırılmayacağı,
ekmeğimizin çalınmayacağı anlamına gelmiyor. Kürde
saldıranın sırtındaki üniforma ile bize saldıranın
sırtındaki üniforma aynı; gaz aynı gaz, cop aynı
cop!
19 cinayetten sanık Nurullah Ercan'ı rahat ettirmek
için elinden geleni yapanlar, Şemdinli'de de,
Ankara'da da aynı azgınlıkla saldırıyorlar.
Türkiye'nin gerçeği budur; ucuz politikacıların
ırkçı gevezelikleri değil, bilmem hangi emekli
generalin bilmem nerede nasıl ifadesinin alındığı
değil; Türkiye'nin gerçekleri işte budur!
Artık ya gözümüzü açacağız; ya da gerçekten gözümüzü
oyacaklar.
Ya örgütlü olarak bizi ezenlere haddini bildireceğiz
ve Şemdinli'nin çocuklarını da İstanbul'un itfaiyecilerini
de kardeşimiz bileceğiz; ya da onlar bizi böyle
sokaklarda sürükleyip duracaklar.
Yalanlara son artık!
Bizi kandırmalarına izin vermeyelim!
Bu coğrafyada yaşayan bütün yoksullar, bütün emekçiler
kardeştir!
Türkiye nüfusunun beşti biri bugün düpedüz açtır
ve biz hepimiz o beşte birin içindeyiz!
Gözümüzü açalım, gözümüzü oydurmayalım!
Ancak birlikte mücadele edersek kazanacağız; başka
şansımız yok!
Yaşasın İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği
Kahrolsun Sömürücüler ve Onların Faşist Yardakçıları
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm
18 Aralık 2009
Emek ve Özgürlük Cephesi
|