IMF
ve Dünya Bankası soyguncularının zirvesine karşı
eylemler birkaç haftadır giderek hızlanarak devam
ediyor. Bir yandan devrimci güçlerin bir araya
geldiği "IMF/DB Karşıtı Birlik" bir
yandan da sendikalar ve diğer emekten yana güçler
yalnızca bilinen yasal zeminlerde değil mümkün
olan her meşru zeminde mücadeleyi sürdürüyorlar.
Bir yanda Kongre Merkezi açılışında yükselen devrimci
sloganlar Tayyip'in ezberini bozarken diğer yanda
IMF başkanı pabuçlanıyor, bir başka yerde öğrenciler
hazırlık toplantılarının tadını tuzunu kaçırırken
diğer yanda emekçiler Taksim'de yeri göğü inletiyor…
Bütün bunlar önemlidir. Eylemler için bulunan
her gedik, her fırsat ve yaratıcı yol meşrudur;
hiçbir kompleks ve grupçu kaygı duymaksızın her
türlü eyleme saygıyla yaklaşmak ve her protestocuyu
tek tek kutlamak gereklidir. İstanbul devrimci
hareketi 1 Mayıs'larda ve başka süreçlerde kazandığı
deneyimleri bu dönemde daha da pekiştirecek ve
militan kitle hareketi için yeni yollar bulacaktır.
En az bunun kadar önemli olan bir başka şey, emekçilerin
büyük kesiminin ve halkın bu protesto sürecine
duyduğu sempati ve sevgidir. Bu topraklarda IMF
'yi seven tek bir emekçi bile yoktur ve emperyalist
uşaklar dışındaki bütün insanlar eylemlere karşı
en azından soğuk bir tutum içinde değildir.
Ancak buna karşın eylemlere emekçilerin ve sendikaların
dahil edilmesi konusunda hala ciddi sıkıntılar
vardır. Sendikal çerçevenin klasik kısıtlılığının
ötesinde mevcut sendikal bürokrasinin tutumu da
bu konuda etkilidir. IMF/DB soyguncularından en
çok etkilenen kesim olan işçi sınıfının ve kamu
emekçilerinin en çok sokaklarda olması gerekirken
sendikal kesimin "biz sendikayız bu kadarını
yapabiliriz" tavrı emekçilerin azmini törpülemektedir.
Oysa, IMF/DB zirvesi gibi son derece kritik bir
süreç, herhangi bir "sendikal disiplin"
ve "genel merkez" vb. çerçevesine sığmayacak
kadar yakıcıdır. Hiçbir emekçi bu tür büyük dönemeçlerde
sendika merkezlerinin ne dediğini gereğinden fazla
umursamak zorunda da değildir. Burada söz konusu
olan sıradan bir miting değil, tarihsel boyutta
bir eylemdir ve bu tür durumlarda son söz sokakta
söylenir. Her emekçi atkısını boynuna takıp limonunu
cebine koyup bu tarihsel olaya katılmak zorundadır.
Kimse devrimcilerin "zirveyi yaptırmayacağız"
sloganını karikatürize edip emekçilerin umudunu
kırmasın. Onlar toplantılarını yaparlar yada yapamazlar;
sorun onların ne yapacağı değil, bizim ne kadar
büyük bir güçle ne kadar yüksek bir ses çıkaracağımızdır.
Bu topraklardaki emek ve hak mücadelesinin geleceği
böylesi günlerde çizilir; karşımızdaki güçler
oturup hangi ülkede ne kadar direniş potansiyeli
var diye hesap yaptıklarında bu ülkenin adı oraya
şöyle yada böyle yazılır. O ismin orada "yumuşak
başlılar" sınıfına yazılması gelecekte her
tür soygun politikasının pilot uygulama alanı
olacağımızın resmidir. Asıl mesele budur. Asıl
mesele bu ülkenin işçi sınıfının ve emekçilerinin
bu olumsuz nitelemeyi kabul edip etmeyeceğidir.
İstanbul'daki IMF/DB eylemleri bu kez artık
"maskeliler-ağırbaşlı emekçiler" ayrımına
mahkum değildir. Bir yanda "sokakta çatışanlar",
diğer yanda "sakin emekçiler" manzarası,
iki tarafa da ciddi haksızlıktır. İstanbul bunu
hak etmiyor; emekçiler bunu hak etmiyor.
6 Ekim bu bakımdan kritiktir. 6 Ekim'de bu topraklardaki
bütün emekçilerin tamamen meşru bir direniş hakkı
vardır ve bu hak için hiçbir emekçinin hiç kimseden
izin alması gerekmiyor. 6 Ekim'de Taksim'e gelen
hiçbir emekçi sendikal komutlara uyup geriye dönmek
ve işin kalan kısmını televizyondan izlemek zorunda
değildir! Her emekçi, her öğretmen, hemşire, vb.
için esas soru budur: Katılmak yada TV'den izlemek…
6 Ekim meşruiyet tarihidir. Herkes, evine giren,
"haneye tecavüz" halinde olan hırsızları
defetme hakkına sahiptir! Evindeki hırsızı defetmek
suç değildir; tarihsel olarak haktır, tümüyle
meşru bir durumdur.
İşçiler, emekçiler, gençler,
kadınlar, bütün emekçiler…
Emek ve Özgürlük Cephesi, 6 Ekim'de herkesi
ama herkesi sokağa çağırıyor!
Emek ve Özgürlük Cephesi, 6 Ekim'de bütün
sokakları, bütün alanları meşru sayıyor!
Emek ve Özgürlük Cephesi, bu topraklardaki
tek bir santimetre karenin bile "yasak bölge"
ilan edilmesine kabul etmiyor.
Emek ve Özgürlük Cephesi, hırsızı koruyan,
emeğini savunanı ise suçlu sayan hiçbir yasayı
kabul etmiyor!
Emek ve Özgürlük Cephesi, bu toprakların
ev sahibi olan emekçileri evine giren hırsızlara
karşı direnmeye çağırıyor!
Sokaklar yalnızca gençlere ait değildir; her emekçi
soygunculara karşı direnmenin onurunu yaşamalıdır.
Gelin o zaman, önce Taksim'e ve sonra daha ötesine
gelin, sokaklar şenlensin ve kulakların pası silinsin!
Gelin ve dünyanın efendileri umduklarını değil
bulduklarını yesinler!
Gelin ve onlar bu ülkenin adını da "zorlu
muhalefet" listesine kırmızı kalemle yazsınlar!
Kahrolsun Emperyalizm!
Yaşasın Devrim ve Sosyalizm
2 Ekim 2009
Emek ve Özgürlük Cephesi
|