Çok
değil, üç saatlik yağmurda boğulup gittik!
Ne Amazon ormanları ne Pasifik adaları... İstanbul'un
orta yerinde, İkitelli'de üç saatlik yağmur, ocağımızı
söndürdü.
Suyun suçu yok!
O kendi yasalarını uyguladı; doldu, taştı ve neresi
uygunsa oradan gürledi üstümüze geldi.
Suyun suçu yok!
Yine "şom ağızlı" diye suçlananlar,
yıllardır "ideolojik" oldukları için
dikkate alınmayanlar haklı çıktı. Bir günlük,
hatta bir saatlik yağmur Trakya'dan Silivri'ye,
oradan da İkitelli'nin can almasıyla ünlü Ayamama
deresine dek ortalığı yıkıp geçti, geride henüz
sayılamayan işçi ve emekçi ölülerini bıraktı.
Ölülerimizi daha tam olarak sayamadık bile. Bu
kez de yeni-sömürge ülkenin çarpık kentinin bütün
manzaraları vardı: Hayvan gibi dolduruldukları
F Tipi "servis" minibüsünün kapılarını
açamadan ölen gencecik işçi kadınlar, TIR garajında
uyurken ölümle yüzleşen şoförler, sürüklenen arabalar,
çatılar, yoksul insanların bütün varlığı olan
eşyalar...
Başbakanlar, bakanlar, belediye başkanları...
Çeneleri düştü birdenbire! "Dere intikamını
aldı" dedi koca bir başbakan kameralara bakıp
utanmadan; sanki kendisi Pakistan'ın başbakanıymış
gibi! Bakanlar "elimizden geleni yaptık ama
nasıl oldu bu" gibi laflar mırıldanıyorlar.
Daha bunlar bir şey değil; yarın birileri çıkıp
"takdiri ilahi" derse şaşırmayız; yada
vali örneğin "vatandaş da yüzme öğrensin"
derse ona da şaşırmayız; alıştık hepsine.
En sevdikleri laf da şu meşhur "kaçak yapılaşma"
lafı... Dönüp dolaşıp yine bizim evlerimize getirecekler
sözü. Yine dönüp dolaşıp bizim ölülerimizi "kentsel
dönüşüm" soygunculuğuna malzeme yapacaklar.
Böyle durumlarda belediyelerin "seçim dönemlerinde
kaçak yapılaşmaya izin verdiği" üzerinden
başlayan bir açıklama biçimi hemen ortalığı kaplıyor.
"Cahil vatandaş olmayacak yere ev yapıyor,
siyasiler de ona izin veriyor!" Bütün bildikleri
bu kadar işte!
Ancak bu kadarını söyleyip bırakmak, hem olayı
hafife almak anlamına geliyor, hem de aslında
sorunu kişiselleştirmek demek oluyor.
Bu coğrafyada rüşvetin normal bir işlem olduğu,
her türlü yapı ve ruhsat yolsuzluğunun diz boyunu
aştığı elbette doğru.
Yine bu coğrafyada en küçüğünden en büyüğüne her
yöneticinin sadece ve sadece üç gün ilerisini
görerek üç günlük ufukla plan yaptığı da bilinmeyen
şey değil. Bu anlamda "çarpık kentleşme"
denilen şey, milyonlarca insanın yığıldığı bu
tablo yeni-sömürge Türkiye'nin tipik manzarasıdır.
Ama hepsi bu kadar mı? Daha doğrusu "çarpık
kentleşme" denilen şey, üç beş kötü politikacının
eseri mi? Asıl mesele "metropol" denilen
şeyin ta kendisi değil mi? Milyonlarca insanı
daracık bir toprak parçası üzerine yığan kapitalist
metropoller, üzerine kuruldukları toprağın ve
doğanın kendi dengelerini nasıl bozuyorlar. Suyun
ve insanın toprakla ilgisini kesen, insanı beton
yığınlarına, suyu daracık kanallara hapseden,
yağmurun doğal emilme ve akış yollarını bozan
bu kentleşme biçimi katliamın gerçek sorumlusu
değil mi? Kentlerdeki küçücük yeşillik alanları,
denge sağlayıcı bataklıkları, tarım alanlarını
ortadan kaldırmakla öğünen bugünkü sistem dururken
üç beş rüşvetçi belediyenin üstüne her şeyi yıkabilir
miyiz?
Gerçek sorun, kardan başka bir şey düşünmeyen,
her alanda ve her konuda insanı değil parayı düşünen
kapitalist sistemin kendisindedir. Dere yatağında
TIR parkı yapmak suçtur; ama on milyonluk böyle
devasa ve ucube bir şehri yaratmak ve bununla
övünmek daha da büyük suçtur.
Suyun suçu yok!
Başını sokacak bir ev derdindeki insanların da
suçu yok. Kimse bizi "cahillikle" suçlamasın!
Biz ne aptalız ne de intihar meraklısıyız. Deprem
tehlikesiyle burun buruna olan bir kentte hala
çürük çarık evlerimizde oturuyorsak, keyfimizden
değil, cahilliğimizden hiç değil. 17 Ağustos'ta
onlar güvenli villalarında otururlarken beşik
gibi sallanan evlerimizde ecel teri dökenler bizlerdik.
Suç sizin paradan başka bir şey düşünmeyen düzeninizde,
para kasalarını insan yaşamından ve insan onurundan
üstün tutan sisteminizdedir.
Ve biz işte tam da onu yıkacağız!
Bizi genç ölülerimizin üzerine kurduğunuz o iğrenç
saltanatı, yılışık unutkanlıklarınızı, sahtekar
üzüntülerinizi, hepsini ama hepsini tarihin çöplüğüne
gömeceğiz!
İnsanca ve onurlu bir yaşam!
İstediğimiz bu ve alacağız!
Üç damlalık yağmurda boğulup gitmekten bıktık
artık!
Emekçilerin coşkun selini yaratacağız ve bütün
o şatafatınız bu selin altında kalacak! Her şeyinizi
elinizden alacağız ve size alınterinin ne olduğunu
öğreteceğiz!
Daracık arabaların içinde boğulup giden genç emekçilerin
kanı üstüne yemin ediyoruz. Hesap soracağız!
Emek
ve Özgürlük Cephesi sel katliamında yaşamını yitiren
emekçilerin acısını yüreğinde hissediyor; ailelerine
başsağlığı diliyor.
Emek ve Özgürlük Cephesi, bütün emekçileri bir
sel gibi patronların düzeninin üstüne akmaya çağırıyor.
6-7 Ekim 2009 yoksulluğumuzun gerçek yaratıcıları
olan IMF ve Dünya Bankası yetkililerinin kentimizi
kirleteceği günlerdir.
Gelin bu kiri, bu çamuru birlikte süpürüp temizleyelim!
Gelin bu hırsız sürüsünü emekçi kentimizin sokaklarından
defedelim!
Emeğine
ve Özgürlüğüne Sahip Çık!
Gelecek, Biz Nasıl İstiyorsak Öyle Gelecek!
10 Eylül 2009
Emek ve Özgürlük Cephesi
|