Özelleştirme
değil talan
- Genel
Başkanı olduğunuz Türkiye Ziraatçılar Derneği'nin
hedefleri nedir?
YETKİN - İsterseniz öncelikle derneği
biraz tanıtayım. 13 binden fazla üyesi olan, kamu
yararına bir dernek. Epeyce eski bir geçmişi ve
çok ciddi deneyimleri var. Derneğimizin amacı
demokratik, laik cumhuriyet ilkeleri çerçevesinde
çiftçileri bilgilendirmek, tarım sektörüne, kırsal
kalkınma projelerine ilişkin çalışmalar yapmak;
bu sorunlarla ilgili, demokratik bir çerçeve içerisinde,
çok yaygın bir biçimde sempozyumlar, paneller
düzenlemek. Devletin kurumlarıyla ve sivil toplum
örgütleriyle tabana dayalı ciddi araştırmalar
yapıyoruz. İlk kez bir sivil toplum örgütü olarak
birinci ve ikinci tarım kongrelerini düzenledik.
Bunu Türkiye'deki bütün sivil toplum örgütleriyle
birlikte yaptık. Çok da ses getirdi. Bir hayli
de riskliydi. Ama sonuçta başardık. Bir de Tanrı
rahmet eylesin, Sadullah Usumi adına her yıl tarım
basın ödülleri vermeye karar verdik. Sadullah
Usumi gerçekten yeri doldurulamayacak bir ağabeyimizdi.
Onunla Anadolu'yu karış karış birlikte dolaşmıştık.
- Sizce
24 Ocak kararları Türkiye'deki tarım sektörünü
nasıl etkiledi?
YETKİN - 24 Ocak 1980 süreci Türkiye
tarımının ipinin çekildiğinin başlangıç noktasıdır.
- İyi de
1950'li yıllar da Türkiye'nin tarım sektöründe
etkili olmadı mı? Türkiye'nin bir tarım politikası
var mı?
YETKİN - Tabii tarımın ipinin çekilme
süreci Marshall yardımıyla başladı. Türkiye'nin
hâlâ bir tarım politikası olamadı, zaten.
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçtiğimiz zaman Büyük
Önder Mustafa Kemal Atatürk , tarımda çok ciddi,
hem tarımda çalışan, hem üreticinin ekonomik anlamda
iyileşmesinde devrim niteliği taşıyan bir dönüşümü
başlatmış. Birtakım vergilerin getirilmesi, bugün
kapatılan Şeker Şirketi'nin o tarihlerde kurulması,
tarımsal sanayinin adımı olan Toprak Kanunu tamamıyla
o değişimin köşe taşlarıdır. Atatürk' ün yaşamı
boyunca, hatta '50'li yıllara kadar tarımın desteklenmesi
ilke edinilmiştir. Bu bir süreç olmuştur.
Ama hepimizin bildiği gibi Türkiye'de tüm boyutuyla
değişim süreci Marshall yardımıyla başlar. Bu
da '50'li yılların başına denk düşer.
Tarımın
sonu bekleniyor
- O dönemde
de tarımın desteklenmesi politikası yok muydu?
YETKİN - Belki bunun varlığı o dönemde
de gözlemlenebilir. Rakamlar, baktığınız zaman,
onu gösterir gibi olur, ama oradaki incelik şu:
Bizim anladığımız, ulusal çıkarlarımıza uygun,
tabana yaygın, eşitlikçi, demokratik, üretken,
ürettiğini kendi arasında paylaşan bir bakış açısından
çok, üretime yönelik bir projeksiyon.
Marshall yardımıyla birlikte Türkiye'ye bir borçlanma
süreci geldi. O dönem bittikten sonra devletçi
bir politikanın istendiğini ve özellikle de 1974-75'e
kadar tarıma devlet desteğinin azımsanmayacak
ölçüde olduğunu görüyoruz. Hatta 1980'e kadar
tarımı destekleme modeli vardı. Ta ki 1985 sonrası
dünyadaki küreselleşme rüzgârı Türkiye'yi de doğal
olarak içine alana dek.
Derken bu belli bir noktaya geldi ve düğmeye basılmış
gibi Türkiye'yi açık bir pazar olarak görme politikaları
uygulamaya konuldu. Yani bu neo-liberal politikaların
damgasını vurduğu bir süreç oldu. 24 Ocak, 1980
tarihi zaten demin de söylediğim gibi son derece
olumsuz bir sürecin bir başlangıcı olarak değerlendirilebilir.
O kadar da bilinçli yapılmıştır ki başlangıcı
olarak tarımda desteklemelerin kaldırılmasını
ve devletin tarımdan desteğini çekmesini, tarıma
dayalı KİT'lerin zamana yayılarak bir bir ortadan
kaldırılmasını görüyoruz.
- Bütün
bunlar da özelleştirme adı altında yapılmadı mı?
YETKİN - Evet, öyle oldu. Özelleştirme
doğru mudur, değil midir tartışmasına girmek istemiyorum.
Üstelik ben bu olaya siyah ya da beyaz olarak
da bakmıyorum. Eğer söz konusu bir kuruluş üretkense,
zarar etmiyorsa, insanlara istihdam sağlıyorsa
ve ulusal çıkarlara da uygunsa ille de özelleştirmek
zorunda değiliz. Ben olaya böyle bakarım. Ama
bu işler bilerek yapılmıştır.
Özelleştirme İdaresi bilerek kurulmuştur. Bunlar
Özelleştirme İdaresi'ne bağlanmıştır. Bunlar ''ekonomiye
yük'' adı altında özelleştirme kapsamına alınmıştır.
Ama bunlar yok pahasına talana açılmıştır. Bu
durumu özellikle tarımda çok bilinçli görüyoruz.
Tarım sektöründe kademe kademe gidildi ve kanser
gibi bütün tarıma bu yayıldı. Şimdi Türkiye tarımının,
kanserli bir hastanın ölümü beklenir gibi sonunun
gelmesi bekleniyor.
- Peki,
bundaki amaç ne olabilir?
YETKİN - Amaç çok açık. Teslim almak.
Türkiye Ortadoğu'nun en cazip pazarı. Ama bir
koşul vardı. Bu pazara girmek için Türkiye'nin
bir sömürge, bir açık pazar olması ve üretmemesi
gerekiyordu. Böyle bir süreç tabii ki sancılı
geçti. Tarım sektörü ne olursa olsun siyasi iktidarların
oy potansiyeli. Hep seçimlerden önce zaman zaman
taban fiyatları arttırdılar, ne olur ne olmaz
diye. Açık açık üreticinin ağzına bir parmak bal
çaldılar.
İpin çekildiği
tarih: 24 Ocak
- Hep, Türkiye
tarım ürünleri üretimi bakımından kendi kendine
yeten yedi ülkeden bir tanesidir, denir. Böyle
bir slogan üretilip de niye tamamıyla tersi davranılıyor?
YETKİN - Türkiye kendi kendine yeten
bir ülke gibi. 1950'li yıllara kadar gerçekten
Türkiye tarım üretimi bakımından kendi kendine
yeten ender ülkelerden birisiydi. Ondan sonra
yine de kendi kendine yeten bir durumu vardı.
Ama Türkiye'nin üretimden uzaklaştırıldığı, üretimden
vazgeçirildiği, aslında ipinin çekildiği tarih
24 Ocak kararlarıyla olmuştur. Yani bu Türkiye
için milattır. Piyasa ekonomisi adı altında uygulanan
bir politikadır bu.
''Devletçilik olur mu?'' dediler. Ayda mı yaşıyoruz?
Artı dediler ki:
''Devlet üretir mi? Devlet çalışır mı? Devlet
buğday satar mı? Devlet faaliyet gösterir mi?''
Böyle söyleye söyleye bunlar sadece bir iktidarın
söylemi gibi algılandı. Ama iş hiç öyle değildi.
Bu, uluslararası sermayenin Türkiye üzerinde oynadığı
oyunun bir parçasıdır.
- Peki,
Türkiye pazarını ele geçirmeyi başardılar mı?
YETKİN - Bana göre tamamıyla başardılar.
Türkiye şu anda üreten ve ürettiğini kendi iç
pazarında değerlendiren, ürettiğini tarımsal sanayiye
aktarıp işleyen ve dünyaya açılan bir pencere
değil artık. Hatta rakam da vereyim:
Türkiye 16-17 yıldır üretimden vazgeçirilmiştir.
Şu anda çiftçi, üretici, köylü tarlada değil,
artık kahvede; ölümü bekler gibi oturuyor.
- Peki Tariş,
Çukobirlik, Fiskobirlik gibi kuruluşlar ne yapıyor?
YETKİN - Bakın, destekler kaldırıldı;
taban fiyatlar açıklanmaz oldu. Bu söylediklerinizin
hepsi tarım satış kooperatifleridir. Devlet bunları
desteklemekten vazgeçti. ''Bunlar zarar ediyor''
denildi. Zaten bu politikalarla bu kuruluşlara
devre dışı kalmaları için zarar ettirildi.
Dendi ki:
''Bunlar kendi ayakları üzerinde dursun.''
İyi de, sen onun öz kaynağını desteklemezsen,
ya da bir aylık çocuğu sokağa bırakırsan o yaşayabilir
mi? Bu kuruluşları borcuyla harcıyla yapayalnız
bıraktılar. Tarım satış kooperatifleri Türkiye'nin
can damarlarıdır. Bugün bunlar bir bir kapatılıyor.
Yeni bir gelişme var; ibretle izliyoruz. Bundan
böyle tarım satış kooperatifleri alım yapmama
noktasına geldiler. Çukobirlik kapatılma tehlikesiyle
karşı karşıya. Tariş'in durumu biraz daha farklı.
Ama o da artık eski güçlü Tariş değil.
Buradaki amaç pazarı alma, üretmeme, çökertme
ve teslim alma. Bu amaca varıldı. Bunu başarmak
biraz uzun sürdü, ama sonunda yapıldı.
Türkiye pazarı cennet
- Bildiğimiz kadarıyla bayağı
kâr eden bir kuruluş olan Tekel sizce neden özelleştirilir?
YETKİN - Tekel'in özelleştirilmek istenmesini
hiç kimse bana anlatamaz. Bu, Merkez Bankası gibi
para basan, kâr eden bir kuruluş. Bu yapılmak
isteniyor, çünkü Türkiye'de sigara ve içki üretiminin
yüzde 63'ünü hâlâ Tekel elinde tutuyor. Son derece
kârlı bir kuruluş. Şimdi uluslararası sigara tekelleri
dünyada ve kendi ülkelerinde satış yapamıyorlar.
Ama Türkiye pazarı bir cennet. Uluslararası sigara
tekelleriyle yerli işbirlikçilerine kim engel?
Tekel. O zaman Tekel'in ortadan kaldırılması lazım.
Oynanan oyun bu.
- 1980'li yıllarda Thatcher döneminde
İngiltere'de iğneden ipliğe her şeyin özelleştirilmesi
gibi değil mi? Daha sonra İngiltere'de ne biçim
yanlışlar yapıldığı ortaya çıkmış ve geri dönülmesi
yoluna gidilmemiş miydi?
YETKİN - Bir de Türkiye'deki özelleştirme
bildiğiniz özelleştirme değil; talan etme, peşkeş
çekmeye dayalı. Biz bu oyunu özellikle SEK'te
gördük. SEK'i alanlar daha birinci yılda tesisleri
yıktılar ve oraları arsa olarak değerlendirdiler.
Bakın, bunlar bizim ulusal kaynaklarımız. Şu şeker
yasasına, tütün yasasına bakın. Tütün yasasının,
şeker yasasının altına imza atanların ulusal sevgiden
yoksun olduklarını düşünüyorum. Bir insan Türkiye'nin
ekonomisini yönetmekle görevlendiriliyor. Bu insan
belli bir misyonla geliyor. İsim zikretmek istemiyorum.
Bu Ahmet olmaz da Mehmet olur. Ama ona yaptırırlar.
Yaptırdılar da. Bu ülkede başta su, toprak, makine,
mühendis, çalışan, her şey var ve size ürettirmiyorlar;
kota koyuyorlar. ''Şeker pancarı üretmeyeceksin''
diyor. Niye? Efendim, şeker pancarı maliyeti çok
yüksek. O zaman yeniden düzenle bunu, kabul. Neden
üretimini durduruyorsun ki? Bugün şeker yasasında
yüzde 15 pay yapay tatlandırıcalara ait. Bu açık
biçimde işgaldir.
Ürüne destek verilsin
- İyi de yapay tatlandırıcıların
insan sağlığına çok zararlı olduğu, ölümlere yol
açtığı, klinik bulgularla onlarca yıldır ortaya
çıkarılmış durumda değil mi?
YETKİN - Bunu dünya âlem biliyor. Bir
de işin ilginç yanı, Türkiye'nin mısır açığı olduğu.
Biz yurtdışından mısır ithal ediyoruz. Onu da
tatlandırıcıda kullandırıyoruz. Bu kadar çarpık
bir düzen. Bugün rakamlarla ortada. Türkiye, tarımını
en az destekleyen bir ülke konumuna geldi. Bugün
ABD kendi çiftçisini destekliyor. AB ülkeleri
destekliyor.
- Peki, bunda amaç ne olabilir?
YETKİN - Çiftçiyi tarladan uzaklaştırıp
ürettirmemeye yöneltmek. Eğer çiftçiye destek
vermek istiyorsanız üreten insana ürün bazında
verin. Ürüne destek verin. Örneğin ürün başına
prim ödeyin. Prim sistemi Ege'de, Tariş'te çok
güzel uygulanan bir modeldir. Biz tarımcılar olarak
bunu savunuruz. Bakın, uygulanan politikaların
sonuçları bir günde değil, yıllar sonra ortaya
çıkar. Ne oldu? Türkiye kendi kendine yeten bir
ülkeyken şimdi değil. Bu yıl kuraklık oldu; tahıl
üretimi 16 milyon tona düştü. Bakar mısınız? Tam
iç tüketime yönelik bir dengede duruyor. Toprak
Mahsulleri Ofisi'nin piyasayı düzenlemesi lazım.
Ama IMF, ''Ne işi var? Devlet buğday alır mı?''
deyince onu da kenara çekmişiz. Bugün Türkiye'de
yetecek kadar buğday var, ama TMO'nun değil, tüccarın
deposunda... Şimdi, fiyatı yükseltecekler. Fiyatı
aşağı çekecek mekanizmayı TMO düzenler. Ama TMO
yok.
- Peki, şimdi piyasayı düzenlemek için ne yapılacak?
YETKİN - Belki de TMO fiyatları düşürmek için
çok ciddi ithalat yapmak zorunda kalacak. Geçen
yıl TMO piyasayı düzenlemek için 300 bin ton buğday
ithal etti.
Bakın, pamuk üretiminde dünyada üçüncü ülkeyken
Türkiye geçen yıl 500 küsur milyon dolarlık pamuk
ithal etti. Böyle bir şey olabilir mi?
Ya fındık?.. Aklım almıyor.
Başka ülke çökerdi
- Sizce izlenen bu politikalar
kimi ya da kimleri mutlu etti?
YETKİN - Halkı mutlu etmediği çok açık.
Bundan kazançlı çıkanlar bu işlerden kâr edenler
ve Türkiye'yi çökme noktasına getirenler.
O tarihten bugüne kadar bu politikalar uygulana
uygulana geldi. Başka bir ülke olsa daha erken
çökerdi. Ama bizim insanımız üretime yatkındır.
Yapabileceği başka bir şey de yok zaten.
Ama çok kötü bir noktaya doğru gitmek üzereyiz.
Görüyoruz, kırsaldan sık sık göçler, sosyal patlamalar,
boşanmalar, intiharlar, sosyal dengesizlikler,
yapısal bozukluklar artıyor. Böylece tükenişe
doğru giden bir süreci yaşıyoruz.
Aslında tablo bu ve insanlar bunu biliyorlar.
''İmkân bu kadar. Devlet bunu yapar mı?'' deniyor.
Olay bu değil ki...
Bakın, çiftçi namuslu insandır; borcuna sadıktır.
Bütün bu bitmiş hale rağmen gittiler, borcun yüzde
10'unu ödediler. Bir şeyler yapmak istiyorlar.
Ama görünmeyen birileri de diyor ki:
''Yapma.''
Ne yapsın bu çiftçi? Başka bir ülkeye mi gitsin?
IMF ile anlaşma
- Peki, bu politikalar daha
ne kadar sürer, sizce?
YETKİN - Daha epeyce süreceğe benzer.
Bu politikaların sürmesi sonucunda daha biz bir
yıl sıkıntı çekeceğiz. Çünkü IMF'yle anlaşma 2005'e
kadar sürecek.
- Çözüm nedir, sizce?
YETKİN - ''Kendi ayaklarımın üzerinde
durmak istiyorum. Ulusal çıkarlarıma uygun tarzda
yaşamak ve üretmek istiyorum'' diyen ulusal bir
blokla, ''Hayır, hiç de önemli değil. Gerekirse
yabancılar da Türkiye'den toprak alır, işgal de
eder; üretir. Canım, ne sakıncası var? Üretmesek
de olur. Önemli mi?'' diyenler arasında büyük
bir kavga veriliyor. Mücadelenin adını böyle koymak
lazım. Bu ülke Kurtuluş Savaşı'nı veren insanların
ülkesi. Biz Atatürk'ün çocuklarıyız. Belki şimdi
zayıf, kaybetmiş gibi görünebiliriz. Ama ülke
sevgimizle, içtenliğimizle, bize öğretilenlerle,
çalışma azmimizle kurtuluşu gerçekleştirebileceğimize
inanıyorum.
Halk mutlu değil
- Türkiye Uluslararası Fındık
Borsası'nda birinci üretici ülke durumunda. Ama
paralar nereye gidiyor?
YETKİN - Dünya fındık üretiminin yüzde
71'i Türkiye'ye ait. Ama fiyat Hamburg'da belirleniyor.
Bu yıl kuraklık fındığı vurdu. Ürün fazlası da
yok. Hep, ''Niye yüksek fiyat alalım? Ürün fazlası
var'' denir. Yalan, hepsi yalan. Dediğim gibi
bu yıl kuraklık vardı. Ürün fazlalığı diye bir
şey de yok. Olay şöyle gelişti:
Bunlar daha üretim olmadan üretimin fazla olacağını
ve doların yükseleceğini hesap etmişler. O günkü
kurdan ve ürün fazlası mantığıyla bunlar fındığı
zaten satmışlar. Ama kuraklık olup üretim azalıyor
mu? Dolar da düşünce bunlar ayazda kaldı. Akıl
almayacak yöntemlerle üreticiyi baskı altında
tuttular. Bunlardan ihracatçıyı kastediyorum.
Fındığın pazarı benim. Fiyatı ben belirlerim.
Para kazanmanın tam zamanı değil mi? Hayır. Hiçbir
şey yapılmıyor.
- Peki, bundan kim kâr ediyor?
YETKİN - Alivre, yani hayali fiyatla satış
yaparak kâr eden kuruluşlar. Uluslararası kuruluşlar
ve yerli işbirlikçileri Türkiye'nin ulusal çıkarlarına
darbe vurdular. Bu utanç verici bir durumdur.
Biz teslim alınmışız ve sanki bunu hissetmiyoruz.
Her şeyi alıp götürüyorlar artık.
Çiftçi namuslu insandır
- Bu durum nereye varacak?
YETKİN - Bir ulusun egemenliği, ulusal
bağımsızlığı kendi kendine yeterliliğiyle ölçülür.
Bir ülkenin gıda güvenliği ve yeterliliği yoksa
siz o ülkenin bağımsızlığından söz edemezsiniz.
Başka bir ülkeden borcu da eğer paranız varsa
alırsınız. Borcunuz varsa da hiç kimse size itibar
etmez.
Bakın sözünü ettiğimiz bu politikalar hiç kimseye
hayretmedi; hiç kimseyi düzlüğe çikarmadı. Arjantin'de,
Meksika'da Meclis'i bastılar.
Bakın, biz AB'ye tam üye olmadan Gümrük Birliği
Anlaşması'na imza atan tek ülkeyiz. Böyle bir
şey olabilir mi? Türkiye'nin bundan kaybı 72 milyar
dolar. Ayıptır, insanda utanma olur.
|