A) GİRİŞ
Raporumuzun bu bölümüne kadar olan bölümlerinde
son yirmi yılda dünyada ve Türkiye'de ekonomik,
siyasi ve sosyal alandaki dönüşümü incelemeye
çalıştık.
Bu bölümde ise bu süreçle birlikte yaşanan üretim
sürecindeki dönüşüm ve devletin değişen rolünün
sendikalara etkisi, sendikal örgütlenme sorunu,
örgütlenmeyi geliştirmek için geliştirilen mücadele
biçimlerini incelemeye çalışacağız.
Geride bıraktığımız 30 yıllık dönemde sermaye,
sendikaların emek piyasalarındaki faaliyetlerini
eleştirmişler; bu örgütlerin emek esnekliğini
engellediklerini, ücret hadlerini işçilerin marjinal
gelir verimliliğini aşacak biçimde yükselttikleri
için potansiyel istihdamı daralttıklarını ve maliyet
enflasyonu yarattıklarını iddia etmişlerdir. Bunun
yanısıra sosyal güvenlik, asgari ücrete de işsizlerin
düşük ücretli işleri kabul etmelerini önledikleri
gerekçesiyle karşı çıkmışlardır.
Onlara göre devletin izleyeceği politikalar şunlar
olmalıdır: istihdamı artırmak amacıyla sermaye
önündeki kısıtlamaların kaldırılması, finansal
teşviklerin artırılması, sosyal güvenlik ödentilerinin
azaltılması, sanayide etkinliği artırmak amacıyla
devlet teşebbüslerinin özelleştirilmesi ve ekonominin
kontrollerden arındırılarak rekabete açılması,
emek piyasalarının esnekliğini geliştirmek için
sendikaların gücünün azaltılması, toplu pazarlığın
etkinliğinin zayıflatılması gibi politikaları
savuna gelmiş ve sonunda Türkiye örneğinde olduğu
gibi 21. Y.Y.'a girerken bu isteklerini elde etmiştir.
Geride bıraktığımız dönem sermayenin etkinlik
alanını genişletmesinin yanısıra uygulamaya konan
bu politikalar nedeniyle sendikaların gittikçe
gücünü ve etkinliğini yitirmesine tanık olmuştur.
Hem iç hem de dış piyasalardaki rekabetçi baskının
yapışı, içe dönük sanayileşme ve korumacılıktan
uzaklaşılmasına ve ihracata yönelik sanayileşme
ile serbest ticaret politikalarına dayanan liberal
ekonomik politikaların benimsenmesine yol açtı.
Buna bağlı olarak, özellikle II.Dünya savaşı sonrasında
ulusal ekonomilere ve demokrasilerine damgasını
vurmuş bulunan sendikalar bugün sadece artan işsizlikten
değil, aynı zamanda daha uzun dönemli olduğu sezilen
başka bazı gelişmelerden, örneğin çalışmanın niteliğini
değiştiren ileri teknolojilerden, yeni üretim
ve yönetim tekniklerinden, küreselleşme sürecinden,
işgücünün yapısındaki değişmelerden, sendikalaşmaya
sıcak bakmayan beyaz yakalıların işgücü içerisindeki
ağırlığının artışından olumsuz yönde etkilenmekte,
tüm dünyada üye kaybetmektedirler.
Küreselleşme ve çok uluslu şirketlerin artan önemi,
uzunca bir süre ulusal sınırlar içinde korunmuş
bulunan sendikaların pazarlık gücünü zayıflatmaktadır.
Sendikalar ayrıca bazı ülkelerde güçlenen sendika
karşıtı kamuoyundan da zarar görmüşlerdir. Yine
bu dönemde izlenen neo-liberal politikalar bağlamında
başlatılan kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirilmesi
uygulamaları da, Türkiye gibi örgütlü işgücü kamu
kamu işyerlerinde ağırlıklı olan ülkelerde sendika
harekelinin gücünü zayıflatan en büyük etkenlerden
birisi olmuştur.
İşte sendikal örgütlenmenin sorunlarının bu saptamalar
ışığında değerlendirilmesi gerekmektedir.
B) DÖNÜŞÜM VE SENDİKASIZLAŞTIRMA
Çalışmamızın bu bölümünde bu güne kadar uygulanan
klasik örgütlenme çalışmalarını başarısız kılan
bu küresel ve neoliberal dönüşümün sonuçlarına
göz atacağız.
Bu yeni sürecin ortaya çıkardığı sonuçları kabaca
ifade edersek:
1) YENİ KÜRESEL İŞBÖLÜMÜ
Ulusötesi sermaye, önemli ve stratejik sanayileri
elinde tutmakla birlikte, asıl olarak üretimin,
değişimin ve yönetimin bilgisini, değerlerini(ideolojisini)
ve yoğun teknoloji üretimini bir işkolu çerçevesinde
örgütlenmektedir. Bununla birlikte, standardizasyon,
çevresel kriterler, eşitsiz ortaklıklar, şirket
evlilikleri ve yutmaları gibi araçları devreye
sokarak, sermaye içi tasfiyeyi de gerçekleştirmektedir.
Kirli, katma değeri düşük, yoğun sınıf mücadelesini
içeren sanayileri, daha diktatoryal, emek ve çevre
standartları görece daha düşük ülkelere kaydırmaktadır.
Bilgi-değer ve yoğun teknoloji üretim egemenliğini
elinde bulunduran ulusötesi sermaye, ihraç ettiği
sanayi ile birlikte, esnek çalışma-esnek üretim
yöntemleri ve kuralsızlaştırılmış çalışma koşullarını
da birlikte ihraç etmektedir. Oluşturulan ekonomik
işlevsellik ve etkinlik ulusötesi sermaye tekelinde,
dünyanın tüm bölgelerinde merkezileşmekte, tüm
üretim süreci bu ilişki ile denetlenebilmektedir.
2) YENİ ÜRETİM VE İSTİHDAM KOŞULLARI
Geçtiğimiz aylarda Türkiye'de de yasal desteğini
kazanan Esneklik uygulamaları uzun zamandır, neo-liberal
politikalar ve küreselleşmenin etkisiyle değişen
üretim ve birikim biçimine paralel olarak beraberinde
şu değişimi getirmiştir:
a) Verimliliğin artışını sağlayan ve çekirdekte
yer alan daha az işçi ile daha çok ve "kaliteli"
üretimi sağlayan, kalite çemberleri, toplam kalite
ve post-fordist iş örgütlenmesi gelişmiştir.
b) Üretim sürecindeki dalgalanmalara ve krizlere
bağlı olarak tam istihdama dayalı, tam gün, kesintisiz
ve sürekli çalışma yerini, esnek çalışma, esnek
çalışma zamanı, esnek istihdama bırakmıştır. Çevre
iş gücü olarak yoğun bir işsiz ordusu ortaya çıkarmıştır.
c) Yığınsal ve istikrarlı üretimin yerini, stoksuz,
değişken üretimi sağlayan "tam zamanında
üretim" almıştır.
d) Mali açıdan büyüyen şirketlerin üretimlerini,
taşeronlarla, fason atölyeler eliyle, büyük işletme
ortamlarında gerçekleştirmekten vazgeçmişlerdir.
Bu parçalamayı aynı ülke içinde yaptıkları gibi,
değişik ülkeler arasında da yapabilmektedirler.
e) Yarı zamanlı çalışma, eve iş verme, küçük işletmelerde,
taşeron ve fason atölyelerinde çalıştırma ile
çalışanlarla toplu pazarlık yapmanın nesnel ilişkileri
ortadan kaldırılmıştır. Kayıt dışı çalışma ile,
herhangi bir sözleşmeye bağlı olmaksızın işverenin
tek taraflı belirlediği koşullar altında çalışma
işçilere dayatılmıştır. Çocuk emeği ve kadın emeği
sömürüsü yoğunlaşmıştır.
f) Özellikle büyük ölçekli fabrikalara sahip,
şirketler, Toplu İş Sözleşmesi yerine, Bağımsız
İşyeri Sözleşmesini dayatmakta ve bunu başara
bilmektedir. Bu konuyu ayrı başlık altında inceleyeceğiz.
g) Özellikle ciddi bir büyüklüğe ulaşan hizmet
sektöründe, bireysel sözleşme ağırlıklı bir ilişki
haline gelmiştir. Kalite çemberleri ve toptan
kalite organizasyonları da özellikle imalat sektörü
içinde bireysel sözleşmelerle birlikte yürütülmektedir.
Aşırı çalışma her sektörde yoğunlaşmıştır.
h) Eski üretim ve istihdam ilişkilerinin önemli
özelliklerinden olan ve toplu sözleşmelerle sermayeye
yüklendirilen iş güvencesi, iş sağlığı gibi haklar
çalışma ilişkileri dışında, çalışanların bir bedel
ödeyerek kazandıkları hizmetler haline getirilmiştir.
ı) Borsa, hisse senedi, tahvil gibi finans araçlarıyla
işçinin sermayeye dolaylı bağımlılığı geliştirilerek,
işçi kimliğini dejenere eden şirket aidiyeti ilişkisi
geliştirilmiştir. Bu gün özellikle merkez ülkelerde,
işçilerin toplam geliri içindeki, ücretlerin oranı
düşerken, borsa, hisse senedi ve rant ilişkilerinden
kaynaklanan gelirlerin oranı artmaktadır.Özellikle
son yıllarda bu ilişki sayesinde şirket vatandaşlığı,
dünya vatandaşlığı gibi yeni kavramlar geliştirilmeye
çalışılmaktadır..
k) İşçinin şirketiyle olan bu ilişkisi, sendikaların,
ücret ve sosyal haklar zeminindeki geleneksel
konumlanışını nesnel olarak ortadan kaldırmaya
zorlamaktadır.
l) Yeni iş örgütlenmesiyle sınıf içindeki parçalanmışlık
yoğunlaşmıştır. Özellikle hizmet sektörü kategorisinde
istihdama indirgenmiş nitelikli iş gücü, imalat
sektöründeki ayrıntılı iş bölümünün neden olduğu
basit işler üzerinde genişleyen niteliksiz iş
gücü ve asıl önemlisi de, işsiz yığınlar karşısında
işe sahip olma ve onu da her an kaybetme kaygısının
yarattığı tepkisizlik, özgün sorunlar olarak ortaya
çıkmıştır. Tüm bu olgular, işçi sınıfı içinde
geleneksel dayanışma zemin ve ilişkilerini ciddi
bir tahrifata uğratmaktadır.
m) Sürecin en önemli gelişmelerden biride, mülksüzleşme
ile işçi sınıfının niceliğinin arttırmasıdır.
Ama bununla birlikte mevcut sınıf içi ilişkilerdeki
parçalanmışlığa ek olarak, işçileşen yığınların,
geldikleri sınıf ve toplumsal grubun özelliklerini
hala taşıyor olmaları, nicel bir artışın yanında,
sınıf içi parçalanmışlığı derinleştiren etmen
olmaktadır.
3) KÜÇÜK VE ORTA BOY İŞLETMELER
Esnek üretim organizasyonunun en önemli sonuçlarından
birisi küçük ve orta boy işletmelerin sayısal
artışıdır. Teknolojideki gelişmelere bağlı dolarak,
işletmeler küçük birimler halinde örgütleniyor
, dev bir ahtapotun kolları gibi çalışıyorlar.
Bu işletme yapılarının tipik bir sonucu yeni sanayi
havzalarının oluşturulmasında görülüyor. Emperyalist
ülkelerde, özellikle maden demir-çelik gibi sektörlerde
faaliyet gösteren büyük ölçekli fabrikaların bulunduğu
eski sanayi bölgeleri bir bir kapanırken, bunların
yerini yüksek teknolojiye dayalı ürünlerin üretildiği
küçük ve orta ölçekli işyerlerinin bulunduğu bölgeler
alıyor. Bağımlı ülkelerde ise sanayileşme, yeni
uluslararası işbölümüne bağlı olarak, özellikle
emek yoğun hafif tüketim maddelerini üreten sektörlerde
ve dünya çapındaki üretimin, daha emek yoğun olan
aşamalarında yoğunlaşmaktadır.
Bunun sonucu, bu tip ülkelerde küçük ve orta işletmelerden
oluşan yeni organize sanayi bölgelerinin kurulmasıdır.
Türkiye'deki Çorlu-Çerkezköy-Lüleburgaz, Kartal-Ümraniye-Esenyurt,
Gebze-İzmit- Adapazarı, Adana- Mersin-Gaziantep,
İzmir- Manisa- Denizli, Bilecik-Bozüyük-Eskişehir,
Bursa vb. bu tür bir işbölümü sonucunda gelişen
sanayi bölgeleridir.
4) YENİ İŞ ORGANİZASYONLARI
Sendikalara karşı kullanılan daha rafine bir taktik
de, bazı işletmelerin çağdaş insan kaynakları
yönetiminin "katılımcı" personel politikalarını
uygulamaları ve davranış bilimleri yöntemlerini
benimsemeleridir. Buna bağlı olarak, nitelikli
çekirdek işgücünü istihdam eden yüksek teknolojiye
dayalı işletmelerde, Japon tipi ''toplam kalite
yönetimi'' anlayışı hakim kılınmaya çalışılıyor.
''Kalite çemberleri'' gibi araçlarla sürdürülen
bu emek yönetimi tekniği, çalışma sisteminde (ücretler,
ça1ışma saatleri, izinler vb.) onaya dayalı bir
''esneklik'' sağlamayı amaçlıyor. ''Esneklik'',
sermayenin kar oranlarını arttırabilmek ve pazar
payını genişletebilmek amacıyla gündeme getirdiği
temel politikaların başında geliyor.
Bu kategoride, sendikalara açıkça karşı çıkılmamakta,
aksine ilerici ve insancıl yönetim teknikleri
uygulanarak, sendika işçiler için gereksiz hale
getirilmek istenmektedir. Bu işletmelerde ücretler
ve maaşlar sendikalı işyerlerindeki ücret ve maaşlara
eşit ya da onları aşan düzeylerde ödenmekte, işlerin
dağıtımında esnekliğe ve işçilerin değişik işlerde
çalıştırılmasına önem verilmekte, işçilerin işyeri
kararlarına katılmaları teşvik edilmektedir.
5) İŞÇİ SINIFININ DEĞİŞEN YÜZÜ
a) Çevre ve Çekirdek İşgücü
Esnek işgücü piyasaları işletme bazında kullanılan
çekirdek işgücü ve ihtiyaç duyulduğunda istihdam
edilen çevre işgücü (part-time, geçici, mevsimlik
işçiler) kavramlarım beraberinde getirmiştir.
Esnek işgücü piyasası ikili bir işgücü pazarı
yaratmıştır. Firmalarca talep edilecek çekirdek
işgücü yeni teknolojilerin ve üretim tekniklerinin
öngördüğü yeteneklere sahip olacak ve sürekli
çalışmak üzere istihdam edilecektir. Diğer taraftan
çevre işgücü ya da çekirdek işgücü dışında kalan
grup, firmanın pazardaki rekabet gücüne göre geçici,
kimi zamanlı ya da diğer atipik istihdam ilişkileri
çerçevesinde çalıştırılacaklardır. Küreselleşme
ile işletmelerin dünyanın çeşitli bölgelerinde
bulunan üretim faktörlerinin en karlı bileşimini
bir araya getirmek suretiyle üretimde bulunmaları
farklı işlerin farklı coğrafyalarda yapılmasını
mümkün kılmıştır, işlerin bölünerek farklı işyerleri
ve ülkeler arasında dağıtılması işgücü piyasasını
oluşturan işçileri sahip oldukları vasıf düzeyiyle
bağlantılı bir işbölümüne iter. işin vasıf gerektirmeyen
emek yoğun süreçleri işgücü piyasasının çevresel
olan alanında gerçekleşirken, vasıf gerektiren
sermaye yoğun üretim süreçleri işgücünün merkez
alanında yapılır. Esnek üretim sisteminin emek
gücünde yarattığı iki sınıf; "merkez"
ve "çevre" olarak da tanımlanmaktadır.
Merkezdeki emek gücü gerçekten de esnek üretim
sistemlerinin merkezinde yer alıp, ileri teknoloji
kullanabilen emek gücünü tanımlar. Çevre olanı
ise, piyasa koşullarına göre işe alınıp, geçici
sürelerle sözleşmeyle çalıştırılan ve piyasadaki
daralmayla birlikte işlerine geçici ya da sürekli
olarak son verilen emek gücünden oluşur.
Uluslararası yatırım yapan şirketlerin aşırı kar
elde etmek için izledikleri stratejilere bağlı
olarak yeniden yapılandırılan uluslararası işbölümünün
temelini "esnek uzmanlaşma" oluşturmaktadır.
Sermayenin esneklik stratejisine bağlı olarak
da yaşanan bu değişimler işçi sınıfının yapısında
da belirli değişmeler yaratmaktadır, işçi sınıfının
iç yapısındaki farklılaşma bir başka deyişle "heterojenleşme"
ilk olarak çekirdek işgücü ile çevre işgücü farklılığı
olarak ortaya çıkıyor. Çekirdek işgücünün niteliği
özellikle metropol ülkelerde hızla değişmekte,
geçmişte imalat sanayi işçileri çekirdek işgücünü
oluştururken, bugün çekirdek işgücü statüsüne
teknolojik ve bilgi yoğun sektörlerde, göreli
olarak yüksek ücret ve rahat çalışma koşullarına
sahip beyinsel işgücü oluşturmaktadır. Diğer yandan
çevre işgücünün gerek gelişmiş, gerekse az gelişmiş
ülkelerde üretim ve özellikle hizmet sektöründe
yoğunlaştığı görülmektedir. Taşeronlaşmanın artması
çevre işgücünü genişleten başlıca unsurlardan
biridir. Taşeronlaştırma üretimin aşama ve bölgesel
olarak parçalanmasına ve emeğin düşük maliyetle
kullanılmasına olanak sağlamaktadır, taşeron işçileri
çoğunlukla sigortasız ve geçici olarak çalıştırılmaktadır.
Çevre işgücünün örgütlenmesinin önündeki en önemli
güçlüklerden biri, istihdamın dağınık yapısıdır,
Gerçekten de kısmi zamanlı çalışma, geçici ya
da mevsimlik çalışma, evde çalışma gibi atipik
istihdam biçimleri işçilerin bir araya gelmesini
engellemektedir.
Bu yeni çalışma biçimleri özellikle kadın, çocuk,
göçmen, azınlık ve ulusal eşitsizliğe maruz kalan
emekçilerin üzerindeki sömürüyü yoğunlaştırıyor
.Çünkü kadınların, çocukların, göçmenlerin ve
ulusal eşitsizliğe maruz kalan ( ezilen halk)
emekçilerin,'(örneğin Avrupa'da Türklerin, ABD'de
Meksikalıların ya da Türkiye'de Kürtlerin) daha
düzensiz bir biçimde ve daha düşük ücretlerle
çalıştırılmaları kolay görülüyor.
Devletin ekonomideki rolününün değişmesine bağlı
olarak kamu çalışanlarının büyük bir bölümü de
bu yeni işçi kitlesine dahil oluyorlar. Ayrıca
kentlerin yoksul kenar mahallelerinde yoğunlaşan,
kısa süreli işlerde çalışan yarı işçi-yarı işsiz
kitleler ve kayıtdışı sektör çalışanları da yeni
işçi kitlesi içinde giderek daha fazla önem kazanıyorlar.
İşletme yapıları ve sektörel dağılım açısından
bakıldığında, yeni işçi kitlesinin yeni sanayi
bölgelerinde; hizmetler alanındaki işkollarında;
ana işletmelerden çok, ana işletmelere üretim
yapan yan sanayilerde yoğunlaştığı görülüyor.
Yeni sanayi bölgelerindeki üretim birimleri, farklı
işkollarında yeralan ama emek yönetimi açısından
ortak politikalara sahip küçük ve orta ölçekli
işletmelerden oluşuyor. Hizmetler alanındaki gelişme
ise turizm, büro-ticaret, ulaştırma, haberleşme,
banka-finans, sağlık, eğitim, enerji ve yerel
hizmetler gibi işkollarında somut olarak yaşanıyor.
İşçi hakları açısından bakıldığında, yeni işçi
kitlesinin esnek çalışma sistemine bağlı hale
getirildiği görülüyor. Esnek çalışma, işçiler
arasında ücret farklılığı, sendikasız, hatta sigortasız
çalışma, düzensiz çalışma saatleri, düzensiz vardiya
sistemi, yoğun işçi sirkülasyonu,yani işten atılmalar
gibi olgularla ortaya çıkıyor.
Bütün bunların sonucu olarak, işyerine bağımlılığı
zayıf, sınıfsal bağları gevşek, dağınık ve düzensiz,
çok katmanlı (heterojen) ve çoğunlukla genç yeni
bir işçi kitlesiyle karşı karşıya olduğumuz açıktır.
Bu yeni işçi kitlesini ağır sömürü koşullarında
çalıştırmak temel bir sermaye stratejisi olarak
dünyanın dört bir yanında hüküm sürüyor. Türkiye'de
yeni işçi kitlesinin oldukça önemli bir sayıya
ulaştığı, hatta işçi sınıfının ana gövdesini oluşturduğu
da gerçektir.
b) Nitelikli İşgücü
Bu çerçevede,nitelikli jşgücünün-beyaz yakalı
işçilerin, yani büyük ölçüde kafa emeğini kullanan,
eğitim düzeyi yüksek ve genel olarak çekirdek
işgücü içinde yer alan işçilerin nasıl değerlendirilmesi
gerektiği sorulabilir. Burada aslında bir yandan
da bilginin metalaşmasına bağlı olarak, kafa emekçilerinin
proleterleştirildiği bir süreçle karşı karşıyayız.
Mühendis, mimar ve hekim örneklerinden yola çıkılırsa,
bu meslek gruplarının ücretli istihdamında eskisinden
farklı bir emek sermaye ilişkisinin geliştiği
görülecektir. Özellikle hekimlerin, sağlık hizmetlerinin
metalaştırılmasına (özel hastaneler vb.) paralel
olarak ücretli istihdamı artıyor, mühendis emeği
ise üretim sürecinde karar mekanizmasındaki merkezi
konumunu giderek yitiriyor; bu anlamda ''vasıfsızlaşıyor''.
Yeni teknolojiler üretim sürecinde dikey ayrışmayı,
bir başka deyişle derinlemesine işbölümünü zayıflatırken,
üretimde kafa ve kol emeğinin daha çok içiçe geçmesine
yol açıyor. Bu ise, eskiden üretimdeki karar süreçlerinde
merkezi bir role sahip olan ücretli mühendislerin
karar sürecinin dışına itilmesini ve doğrudan
üretimin içinde yer almasını doğuruyor. Bu 'vasıfsızlaşma'',
yüksek teknolojiye uyum sağlayamama ya da eğitimsiz
olma değil, üretim sürecinin bütününe müdahale
edememe anlamına geliyor. Karar mekanizması ise
yeni teknolojilerin bilgiyi denetleme imkan sağlaması
nedeniyle doğrudan doğruya sermayedarın kendisine
geçiyor.
Gerek kafa emeğinin gerekse çekirdek işgücü içinde
yer alan kol emeğinin, göreli olarak daha iyi
koşullarda ( daha yüksek ücret, daha iyi çalışma
koşulları vb.) istihdam edildiği de biliniyor.
Ama yeni emek yönetim teknikleriyle işverenin
karı için tüm yeteneklerini seferber etmeye yöneltilen
çekirdek işgücü de, bu biçimde aslında eskisinden
daha yoğun bir sömürüye tabi tutuluyor.
Ancak işçi sınıfı içindeki farklılaşma ve bunun
yol açtığı ''çıkar farklılığı'', bu durumun bilince
çıkmasının önünde engel oluşturuyor. Çekirdek
işgücünden tümüyle farklı koşullarda çalıştırılan,
daha ağır çalışma şartlarına sahip çevre işgücünün
varlığı, çekirdek işgücü içinde yer alan işçilerin
kendi durumlarını muhafaza etmeye yönelik bir
zemin oluşturuyor. Yeni bir işçi aristokrasisi
görüntüsü oluşturan bu durum, kuşkusuz, bu işçi
kitlesinin sınıf olma özelliğini yitirdiği anlamına
gelmez. Olsa olsa geçici bir ''mutlu, fakat işsizlerin
oluşturduğu tehdit nedeniyle tedirgin azınlık''
konumu kazandıklarını gösterir.
Burada işletmeye bağımlılık ve daha yüksek çalışma
standartları, diğer işçi sınıfı katmanlarından
uzaklaşma gibi eğilimler , yeni bir emek hareketinin
yaratılmasının önünde somut engeller oluştursa
da bu engeller aşılmaz değildir .Bu kesime yönelik
sınıfın birliğini öne çıkaran sürekli bir ideolojik
kampanya, burjuva ideolojisi tarafından sınıfın
çeşitli katmanları arasına örülen duvarları parçalamaya
hizmet edecektir.
Bununla birlikte çekirdek işgücünün yeni bir emek
hareketinin gerçek bir parçası haline getirilebilmesi,
örgütsüz ve dağınık çevre işgücünü, yeni bir emek
hareketinin oluşumunda ana gövde yapabilmeye bağlıdır.
Bu ise yeni işçi kitlesinin, sınıf mücadelesinde
kazanacağı mevzilerin korunması ve güçlendirilmesiyle
olanaklıdır.
C) DÖNÜŞÜM VE MEVCUT SENDİKAL
YAPILAR
Esnek çalışmanın işçiler açısından en önemli
olumsuz sonucu sendikal dayanışmayı azaltmasıdır.
Esnek çalışan işçiler istihdam ilişkisini toplu
iş sözleşmesi yerine, bireysel hizmet akdi ile
kurmayı tercih etmektedirler. Bu nedenle sendikaların
güç kaybetmesinin en önemli nedenlerinden birisi
de esnek çalışma sistemlerinin yaygınlaşmasıdır.
Çok sayıda işçiyi kapsayan büyük işyerlerindeki
güçlü kitle sendikacılığı, yeni üretim organizasyon
sistemin! engelleyen bir faktördür. Süreç içinde
çevre işgücü tümüyle sendikasız kalırken, az sayıda
nitelikli çekirdek işgücü, kitle sendikacılığı
ve iş kolu sendikacılığı yerine, firma ile bütünleşmiş
işyeri sendikacılığım getirmiştir. Büyük ölçekli
firmalarda küçülme eğilimi de kitle sendikacılığım
tehdit eden bir gelişme içindedir. Yeni sistem
işçi ve işveren arasında yeni türden bir ilişkiler
ağı oluştururken, sendikaların işçiler ile olan
bağını geri plana atan bir eğilime de yol açmaktadır.
Taylorist ve Fordist sistemde emeğe bağımlılık
en aza indirilmeye çalışılırken, yeni sistemde
emeğe bağlılık üst düzeylere çıkmaktadır. İşçinin
üretim gücünden en üst düzeyde yararlanmayı amaçlayan
yeni üretim örgütlenmeleri, bu sistemi gerçekleştirirken
otomatikman emeğe bağımlılığı da en üst düzeye
çıkarmış olmaktadır. Emeğe olan bu artan bağımlılık
doğal olarak sendikaların daha da güçlenmeleri
için bir potansiyel oluşturmakla beraber, mevcut
gelişmeler henüz bu potansiyelin kullanılması
biçiminde olmamıştır.
Diğer yandan istihdamın çekirdek ve çevre olarak
dağıtılması, işçilerin çıkarlarının farklılaştırılması,
aralarında rekabetin teşviki, ücretlerin bireysel
beceri temelinde belirlenmeye çalışılması, takım
çalışmasının getirdiği işçiler arası diğer bireysellik
anlamında ayrışmalar, dayanışmanın azaltılmasına
yol açılması, rekabette yenik düşüldüğünde işyerinin
kapanacağı ve işsiz kalınacağının bilinçlere yüklenmesi
gibi durumlar aynı zamanda sendikal örgütlülüğün
ve bilincin yıpratılmasına yol açmaktadır, işten
atılma ve işsizliğin bir kader olduğu ve bu nedenle
çalışacak bir iş bulduğunda işçinin şükretmesi
gerektiği, kurtuluşun sermayenin güçlendirilmesinden
geçtiği, sendikaların zayıfladığı gibi söylemler
yeni liberal dönemde sıkça tekrarlanmakta ve bu
da işçileri ideolojik açıdan olumsuz etkilemektedir.
Küreselleşen dünyada özelleştirme ile birlikte
esneklik, yeni dünya düzeninin yapıtaşları olarak
sunulmaktadır. Esneklik Neo-liberalizmde yeni
bir yapılanma olarak algılanabilir. Küreselleşme
dönemkide sınai ve mali sermaye için sınırların
önemi çok daha azalmıştır. Küreselleşmeyle bir
ürünün hangi parçasının nerede üretileceği ve
nerede satılacağına ilişkin geniş olanaklar varken,
sendikalar için sınırlar varlığım korumaktadır.
Üstelik yasak ve sınırlamalar ülkelere göre değişmektedir.
Küreselleşme ile sendikaların da uluslararasılaşmalarını
artırmaları gerekmektedir. Esneklik sendikaların
temel işlevi olan toplu iş sözleşmelerin! etkilemektedir.
Çalışma koşullarının bireyselleştirilmesi ile
bireysel pazarlık yolu açılmaktadır. Esnekliğin
toplu iş sözleşmelerindeki etkisi, toplu iş sözleşmelerinin
kapsamında daralma ve içeriğinde değişim olmak
üzere iki şekilde olmaktadır. Sonuçta sendikalar
esneklik karşısında; örgütlenme, toplu iş sözleşmesi
ile işçilerin birliğini sağlama, toplumsal bir
güç oluşturma, örgüt yapılarını sağlamlaştırma,
kamuoyu ile iletişim sağlama açısından doğrudan
etkilenmektedirler.
Yeni teknolojilerin istihdam seviyesi üzerindeki
olumsuz etkisi, hizmet sektörü istihdamındaki
artış ve atipik çalışma şekillerinin yaygınlaşması
ve diğer esneklik uygulamaları sendika üye sayışım
ve pazarlık gücünü olumsuz yönde etkilemektedir.
Çevre işgücünün sendikalaşmadan uzak olması, az
sayıda nitelikli işçinin sürekli işgücü haline
gelmesi, işkolu sendikacılığı yerine işyeri sendikacılığım
ön plana çıkaracak bir gelişme olarak ortaya çıkmaktadır.
Ayrıca esnek üretim ile küçük ve orta ölçekli
işletmelerin ön plana çıkması kitle sendikacılığını
tehdit etmektedir.
Küreselleşme süreci en olumsuz sonuçlarını sendikal
hareketin baskı altına alındığı yapılanmalarda
göstermektedir. Yapısal değişim, teknolojik gelişmeler
ve neo-liberal ekonomik politikalar sendikalaşma
eğilimini ve oranlarını olumsuz etkilerken, küreselleşen
ekonomi olumsuz etkileşimi şiddetlendirmiş ve
sendikal hareketin uluslararası sermaye karşısında
pazarlık gücünü ciddi derecede zayıflatmıştır.
Son on yıl içersinde karşılaştırmalı verilerin
sağlanabildiği 66 ülkeden 35'inde sendikalaşma
oranı % 20'den daha fazla düşmüştür. Küreselleşme
süreci ile birlikte emeğin örgütlenme ve toplu
pazarlık hakkını kullanabilme özgürlüğü zorlaşmaktadır.
Uluslararası rekabetin yoğunlaşmasına paralel
olarak yaşanan uluslararası şirket birleşmeleri
ve satın almalar, sermaye ile örgütlü işgücü arasındaki
ilişkinin uluslararası boyut kazanmasını hızlandırmaktadır.
Sendikal hareketin dünyası içinde uzun bir süredir
olan yönelimlerden biri sendikalı-sendikasız ayrımının
oluşmasıdır. Giderek sendikalara karşı duyulan
güven eksikliği nedeniyle sendikaların tabanında
ciddi azalmalar ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan
bir diğer gelişme ise işgücünün nitelik düzeyindeki
değişmeler nedeniyle sendikal hareketlerdeki değişmelerdir.
Nitelik düzeyindeki artışlar çalışanların yüksek
gelir elde etmelerine yol açmakta, buna karşılık
vasıf düzeyi düşük işçilerin ise gelirlerinde
bir değişiklik olmamaktadır. Bu bağlamda nitelikli
işçi, sendikası olmadan da yüksek ücret alabilmekte,
niteliksiz işçilerin ise sendikalı olmaları önünde
ciddi engeller bulunmaktadır. Sendikasız, niteliği
yüksek işçilerden oluşan bir hizmet ya da bilgi
işkolundaki işyerlerinin sayısal artışı mümkün
olabilecektir. Sendikal hareket açısından karşılaşılan
bir başka gelişme ise, ülkelere göre sendikal
anlayışta ortaya çıkan farklılaşmadır. Gelişmekte
olan ülkelerde işlerin niteliği kayıtlı sektörden
kayıtsız sektöre kaymaktadır. Bu durum sendikal
örgütlenmeyi baltalamaktadır. Diğer yandan özellikle
son yıllarda sendikaların işyeri işletme düzeyinde
örgütlenme eğilimi içinde oldukları gözlenmektedir.
Özellikle işkolu/ulusal/sektörel düzeydeki pazarlıklardan
işletme/kurum düzeyindeki pazarlıklara doğru bir
kayma gerçekleşmektedir.
Emeğin ikame edilebilirliğinin artması işçilerle
işverenler arasındaki pazarlığın tabiatını kökünden
değiştirmekte, sendikaların gücünü zayıflatmaktadır.
İşçilerin ikame edilebilirliği arttıkça işçilerin
pazarlık gücü dolayısıyla alacakları ücret de
o kadar düşük olacaktır. Ücret tespiti uygulamalarının
zayıflaması ile işgücü piyasasında pazarlık gücü
en düşük olan grupların ücretleri düşmüş, böylelikle
vasıflı ve vasıfsız işçiler arasındaki eşitsizlik
artmıştır. Ücret eşitsizliğinin artması sendikalaşmadaki
gerilemeden kaynaklanmıştır.
Diğer taraftan toplumun tüm yerleşik ilişkilerinin
alt üst oluşu işçi sınıfı içinde de karşılığını
bulmaktadır. Bireysel, sosyal, geleneksel, ahlaki
değerlerin, cinsiyetler ve kuşaklar arasındaki
ilişkilerin köklü değişikliğe uğramasıyla ortaya
çıkan karmaşık sorunlara mevcut yapılarıyla sendikalar
yanıt üretememektedir.Güçlenen bireyselleşme ve
bireysel var oluşa kilitlenen yaşam anlayışı,
yaşanan sahipsizlik koşullarında, dayanışma duygularını
ve anlayışlarını da nesnel olarak aşındırmaktadır.
Tüm bu gelişmeler, tarihsel olarak önemli işlevler
görmüş sınıf örgütlenmelerinden olan sendikaların
yükseldikleri zeminde ciddi erozyon ve kaymalara
neden olmuştur. Geleneksel sendikal yapılanmanın
bu sürece uyum gösterecek anlayış ve yapısal değişimi
yaşayamaması, kendisini bir yapısal kriz olarak
ortaya koymaktadır. Yani, değişim sürecinin işçi
sınıfı saflarında yarattığı sonuçların, geleneksel
sendikal hareket içinde kalınarak çözülemeyeceği
giderek daha da belirginleşiyor. Sendikal harekette
yeniden yapılanma, bir başka deyişle yeni bir
sendikal hareketin yaratılması ihtiyacı bugün
bütün çıplaklığıyla karşımızda duruyor.
1) YENİ SENDİKAL STRATEJİLER
Yeni işçi kitlesiyle birlikte yeni emek hareketlerinin
de ortaya çıkmaya başladığını belirtmiştik. Kuşkusuz
bu ikisi aynı şey değil; üstelik gelişme çizgisine
bakıldığında yeni emek hareketleri birebir yeni
işçi kitleleriyle örtüşmüyor. Başlangıç evresinde
yeni emek hareketleri işçi sınıfının geleneksel
kesimlerine dayanıyor ama gelişim sürecinde yeni
işçi kitlelerine de yöneliyor ve giderek hareketin
ana gövdesi yeni işçi kitlelerinden oluşmaya başlıyor.
En azından şurası açık: Giderek daha etkin bir
şekilde yeni işçi kitleleri örgütlenmenin odağına
yerleştirilmedikçe emek hareketlerinin güç kazanabilmesi
mümkün görünmüyor.
Biraz açalım: Geleneksel bir işçinin tanımı "düzenli
istihdam edilen sanayi (kol) işçisi ve erkek"
şeklindedir. Geleneksel sendikaların üzerine oturduğu
temel de budur. Örneğin Türkiye'de 1960 ve 1970'li
yıllarda sendikal hareketin gövdesi kamu işçileri
ile büyük ölçekli özel imalat sanayii fabrikalarında
çalışan işçilerdir. Haliç havzasında 1960'ların
sonunda metal sanayiinde 10-15 fabrikada 20 bine
yakın işçi çalışmaktaydı. Yani nerdeyse fabrika
başına 1500-2000 işçi düşüyordu. 500'den fazla
işçi çalıştıran büyük ölçekli işletmeler örgütlenmenin
temelini oluşturuyordu. Almanya'da Ruhr havzası
ya da ABD'de Kuzey Doğu eyaletlerindeki dev sınai
kompleksler de benzer özellikteydi.
1980'lerden sonra Siemens'in üst düzey bir yöneticisinin
dediği şey yaşandı: "Eskiden okyanusun durgun
sularında yüzen dev transatlantikler gibiydik;
şimdi hızla akan nehirde giden sürat tekneleriyiz".
Yani işletme ölçeği küçüldü; üretim parçalandı;
yeni hegemonik sektörler ve üretimin bilgi-teknoloji
yoğun aşamaları çokuluslu şirketlerin merkezi
denetiminde ve büyük ölçüde anavatanında kalırken,
alt aşamaları başka ülkelere-bölgelere aktarıldı.
Buralarda taşeron firmalar, fason imalatçılar
gibi hiyerarşi ağının alt mekanizmaları aracılığıyla
yoğun bir emek sömürüsü başladı. Geleneksel sanayiler,
işletmeler ve emekçiler yerini yeni işletme yapılarına,
emek yönetim tekniklerine ve yeni işçi kitlelerine
bırakmaya başladı.
Sendikaların ilk tepkisi varolanı koruma şeklindeydi.
Bu tepki kah yeni korporatist yaklaşımlarla (işletme
sendikacılığı, yeni yönetim tekniklerine uyum,
mikro ve makro "uzlaşma" biçimleri vb.)
kah savunmacı mücadele yöntemleri (istemezük yaklaşımı)
biçiminde ortaya çıktı. Ancak sadece varolanı
koruma güdüsünün sendikal örgütlülüğün erozyonunu
önlemeye yetmediği çok geçmeden anlaşıldı. Örgütlülüğü
geliştirmek, "örgütsüzleri örgütlemek"
ve yeni mücadele yöntemleri bulmak yönündeki arayışlar
her tarafta çoğalmaya başladı. Önce yeni liberal
politikalara (özelleştirme, sendikasızlaştırma,
ücretlerin düşürülmesi, çalışma koşullarının kötüleşmesi
vb.) karşı daha etkili mücadele araçları devreye
sokulmaya başlandı. Bu mücadelede ağırlıkla sınıfın
geleneksel kesimleri yani geçmişten gelen örgütlülük
yeni koşullara göre tahkim edildi. Örneğin G.Kore'de
KCTU metal sanayi işçilerinin mücadelesinden doğdu;
G.Afrika'da maden işçileri yeni örgütlenmenin
ilk çekirdeğini oluşturdu.
Ama mücadele geliştikçe sadece işçi sınıfının
geleneksel kesimleriyle sınırlı kalınamayacağı
ve mutlaka yeni içi kitlelerine nüfuz etmek gerektiği
anlaşıldı. Örgütlenme biçimleri buna göre yeniden
oluşturuldu. Ve pek çok ülkede yaratıcı ve yenilikçi
örgütlenme kampanyaları başlatıldı.
ILO 'nun yaptırdığı bir araştırmaya göre 4 dünyanın
çeşitli ülkelerinde çeşitli sendikalar değişen
koşullara yanıt verecek yeni stratejiler geliştirdiler.
Bu yeni stratejiler, "toplu sözleşme yoluyla
elde edilen ücret, çalışma koşulları, sosyal haklar"
biçiminde özetlenebilecek geleneksel yöntemin
dışına çıkıyordu. Yeni stratejileri üç başlıkta
toplamak mümkün: yeni üye tabanı oluşturmak (yeni
örgütlenme); sendikal örgüt yapılarını değiştirmek
ve diğer toplumsal hareketlerle ilişkiler.
Örgütlenme kampanyaları iki ana kesimi hedefliyor:
işçi sınıfının geleneksel kesimleri ve geleneksel
olmayan yeni işçi kitleleri. Geleneksel kesimler
kamu sektörü ve emek yoğun büyük sanayiler gibi
kurumsallaşmış alanları kapsar. Geleneksel olmayan
kesimler ise işgücüne yeni katılan kesimleri kapsar:
Bir yanda yüksek nitelikli "beyaz yakalı"lar,
diğer yanda ise düzensiz istihdam edilenler (geçici,
kısmi zamanlı çalışan, kayıtdışı, evde çalışan
vb.).
Kürselleşme ve değişen endüstri ilişkileri sendikaların
işçi sınıfının geleneksel kesimleriyle olan ilişkisini
de olumsuz etkilemiştir. Sermayenin akışkanlığı,
belirli sanayilerin küçülmesi, özelleştirme, işletme
ölçeğinin küçülmesi ve esnek çalışma koşulları
vb. sınıfın bu kesimini geleneksel gücünü kıran
etmenlerdir. Bir başka etmen devletin değişen
rolüdür. Sendikalar bu alandaki güçlerini koruyabilmek
ve akışı tersine çevirebilmek için; istihdamın,
çalışma koşullarının ve sosyal güvenliğin korunması;
eğitim, insan kaynakları ve yeni yönetim teknikleri
gibi konularda politikalar üretilmesi; üyelere
yarar sağlayıcı hizmetler (eğitim, sağlık, hukuksal
hizmet vb.) gibi arayışlara yönelmiştir. Bazı
sendikalar üye mobilizasyonunu arttırarak ve iş
güvencesi yoluyla yeni yararlar sağlayarak üyelerini
korumakta başarılı oldular. Mesleki eğitim, işsizlik
sigortası, sosyal güvenlik, iş değişimi gibi özel
politikalarla üyelerin sendikanın işlevi konusundaki
geleneksel algılarını kırdılar; bu da üyelerin
sendikaya olan bağlılığını arttırdı ama bu örnekler
daha çok Avrupa ülkelerindedir.
ILO Raporu'nun bulgularına göre politika seçenekleri
şöyle sıralanıyor: Sendikalar üretim ve bölüşüm
ilişkilerine müdahale etmeli; istihdam politikalarının
oluşumunda rol almalı; toplumun kırılgan kesimlerinde
daha örgütlenmeli; kooperatifler, konut politikaları,
sağlık fonları, sosyal güvenlik gibi alanlarda
daha katılımcı olmalı; sadece üyelerle sınırlı
kalmayan ve toplumun ezilen-yoksul kesimleriyle
bağı güçlendiren bir çalışma sergilemelidir.
İşçi sınıfının geleneksel olmayan kesimleri Rapor'da
şöyle sıralanıyor: Nitelikli işgücü ve beyaz yakalılar
ile düzensiz istihdam edilenler, kayıtdışı çalışanlar,
kadınlar, çocuklar, göçmenler, yabancı işçiler
vb. Bu alanda kısmi zamanlı çalışma, evde çalışma,
geçici çalışma gibi yeni çalışma biçimleri gözleniyor.
Tipik bir işçi artık "erkek ve düzenli çalışan
kol işçisi (mavi yakalı)" değildir. Yeni
işçi kesimi özellikle gelişmekte olan ülkelerde
sendikal hareketin temel yönelim alanı içindedir.
Sendikal hareketin geleceği açısından formel ve
enformel sektör çalışanlarının nasıl ortaklaştırılacağı
kritik bir öneme sahiptir. Aslında bu iki kesimin
bir araya gelmesine olanak sağlayan pek çok ortak
nokta bulunabilir. Düşük ücretli çalışanlar iki
sektör arasında gidip gelirler; yani bazen formel
sektmörde bazeb enformel sektörde iş bulabilirler.
Çoğunlukla aynı mahallede otururlar; benzer ihtiyaçlara
sahiptirler. Bu ortak noktalar ortak bir sendikal
eylem için de temel oluşturur. Nitekim yeni emek
hareketlerinin ortak özelliklerinden biri örgütlenmeyi
işyeri sınırları içine hapsetmemeleri, işçilerin
oturma bölgelerini örgütlenme bölgeleri haline
dönüştürmeleri ve işyeri sorunlarının ötesinde
işçi ailelerinin tüm yaşamını mücadelenin ana
konusu haline getirmeleridir. Bu yaklaşımın odağında
ise bir bölgedeki, işkolu ayrımı olmaksızın tüm
işyerlerindeki işçileri toplumsal yaşamın bütününde
(işyeri, ev, mahalle) toplumsal bir hareket olarak
örgütlemeyi ve mücadeleye yöneltmeyi hedefleyen
bölgesel örgütlenme perspektifi bulunmaktadır.
Bu yaklaşım sendikaların kendi iç yapılarında
ve işleyişlerinde de bazı önemli değişimler yaratıyor.
ILO Raporu'na göre bu alandaki değişimler; sendikaların
yeni endüstriyel organizasyona göre örgütsel biçim
değiştirmeleri; ademi-merkezi üretim birimlerinde
çalışan işçileri kapsayan yeni örgütsel formlar-birimler;
yeni kesimlere yönelik sendikal hizmet ve bunların
organizasyonu/finansmanı; ulusal ve sektörel bazda
birleşmeler olarak özetleniyor.
2) UYGULANAN STRATEJİLER VE
SONUÇLARI
Teknolojinin ve iletişim olanaklarının gelişmesiyle
birlikte uluslararası sendikalar arasındaki dayanışma,
bilgi ve deneyim alışverişi de artış kaydetti.
Bugünün uluslararası sendikal yapıları artık internet
tabanından çok daha geniş kitlelere hitap edebiliyor,
daha dinamik bir yapı sergileyebiliyor. Birleşen
ve etkinliklerini artıran çokuluslu ve yerel şirketlere,
uluslararası sendikalar da birleşerek cevap verdi.
a) Sendikal birleşmeler
Bizleri en çok heyecanlandıran gelişmelerden birisi,
Uluslararası Sendika Ağı (UNI)'nin kurulmasıdır.
UNI, 1998 yılı boyunca süren yoğun görüşme trafiğinden
sonra uluslar arası dört Sendika Federasyonunun
[Uluslarası İletişim Federasyonu (CI), Uluslar
arası Grafik Federasyonu (IGF), Uluslar arası
Medya ve Eğlence Federasyonu (MEI) ve Uluslar
arası Ticari Sekreterlik, Profesyonel ve Teknik
Çalışanlar Federasyonu- (FIET)] 1999 - yılında
yaptıkları Kongrelerinde aldıkları karar sonrasında
1 Ocak 2000 günü resmen kurulmuş oldu. Ve böylece
140 ülkeden 800 sendikada örgütlü 15 milyonu aşkın
işçi gücünü birleştirmiş oldu.
UNI bu büyük yapıyı, daha işlevsel bir idari mekanizma
kurabilmek, kurucu dört Federasyonun bu yapı içerisinde
erimesini veya tabanından kopmasını önlemek, yeni
sendikal stratejiler geliştirebilmek için küresel,
bölgesel ve sektörel olarak yapılandırdı.
UNI'nin bu bağlamda yapısı içerisinde dört bölge
örgütü ( UNI Avrupa, UNI Apro-Asya Pasifik, UNI
Amerika ve UNI Afrika), kurucu dört Federasyonun
faaliyet gösterdiği 13 Ana Sektör Örgütü ( Kumarhane,
Ticaret, Ticari Satış Temsilciliği, Elektrik,
Finans ( Banka ve Sigorta), Grafik, Saç Bakım-Güzellik,
Sanayii-Bilgi Teknolojileri ve İş Hizmetleri,
Medya- Eğlence ve Sanat, Posta ve Bağlı Servisler,
Emlak ve Güvenlik Hizmetleri, Sosyal Güvenlik
ve Bireysel Sağlık Hizmetleri, Telekominikasyon,
Turizm) ve üç meslekler arası (interprofessional)
Grup ( Kadın, Genç ve Yönetici & Profesyonel
Personel) barındırmaktadır.
UNI sendikalar arası sürekli etkileşimi sağlamak
amacıyla ve birbirine yakın bölgelerdeki sendikaların
işbirliğini geliştirmek amacıyla ayrıca örneğin
UNI Avrupa içerisinde UNI-Avrupa Güney Avrupa
Grubu, UNI-Avrupa Akdeniz Grubu gibi gruplar oluşturuldu.
Yine bu yapılanmanın yanına, sendikaları geliştirmek,
uluslararası dayanışmayı artımak ve çok uluslu
şirketler karşısında etkin stratejiler belirlemek
amacıyla özel brimler kuruldu (UNI Kampanya ve
Örgütlenme Bürosu, UNI Sendikal Gelişme Bürosu,
Çok Uluslu Şirketler Bürosu ve Toplu Sözleşme
Bürosu).
Elbette bu muazzam yapının kısa zamanda aktif
hale gelmesi küresel iletişim olanakları sonuna
kadar kullanılarak ve internetin etkin olarak
kullanılmasıyla gerçekleştirilebildi. Uluslararası
alanda, işçi sağlığı iş güvenliği kampanyaları,
bilgisayar ve internet teknolojisinin geri kalmış
ülkelerdeki sendikalara kazandırılması, sendikalar
arası ortak eğitim ve örgütlenme projeleri geliştirilmesine
dönük kampanyalar düzenlendi.
UNI'nin 5-9 Eylül 2001 tarihinde Berlin'de yapılan
Kongresinde ilan edilen sloganı Yeni Yüzyılın
Sendikal Anlayışını yansıtmaktadır: "Sendika
Üyelerini Küresel Oyuncular Yapmak!"
Yine bu Kongrede kabul edilen öncelikler de Yeni
Yüzyıl'da sendikaların gündemini de yansıtmaktadır:
Küreselleşmeye sosyal yön, Güçlü Sendikaların
İnşası, İşverenlerle Sosyal Diyalog, Çokuluslu
Şirketlerle Yapılacak Sözleşmeler, Dayanışma Çalışmaları,
UNI Online, UNI ve Eşitlik, UNI Hizmetleri, Küresel
UNI Ailesi, UNI ve İletişim.
Sendikal birleşmeler, Avrupa çapında birçok ülkede
görülmektedir. Örneğin farklı sektörlerden sendikaların
oluşturduğu sendikal yapılar, Avusturya'da 500
bin, Almanya'da 3 milyon, Hollanda'da 450 bin
üye düzeyine ulaşmaktadır. Bunun dışında benzer
sendikal birleşmeler, İsviçre, Belçika, Fransa,
İtalya, Portekiz, İspanya, Danimarka ve diğer
ülkelerde onbin üyeli sendikalardan yüzbinlerce
üyeye sahip sendikalara evrilmiştir.
b) Genç İşçilere Dönük Kampanyalar
Dünya sendikal hareketinin küresel dönüşüme örgütlenme
düzeyinde cevabını büyük ölçüde genç işçiler ve
kadın işçiler üzerinden verdiğini izliyoruz. Bu
konuda Basın-İş'in üyesi bulunduğu Uluslararası
Sendika Ağı UNI'nin üye sendikalar arasında yaptığı
bir araştırmaya göre genç işçilere dönük başarılı
kampanyalardan bazıları şunlardır:
Avusturya'da ve Almanya'da meslek okullarını ve
diğer okulları gezen bir sendikal bilgilendirme
ve örgütleme otobüsü kullanılıyor. Bu gezici birimler,
sendikalar hakkında bilgi vererken aynı zamanda
öğrencilerin sorularını yanıtlıyor ve sorunlarına
çözüm getirmeye çalışıyor aynı zamanda okullarda
bulundukları zaman zarfında öğrencilerin otobüs
çevresinde toplanmasını ve dikkatlerini çekmek
için, kalem kitap ve benzeri sendikal logoları
taşıyan eşyalar dağıtılıyor, müzik yayını, çeşitli
içecek ve yiyecek servisi yapılıyor. Bu yolla
sadece Avusturya'da ve 2001 yılı içerisinde 3800
gencin sendikalara üye olması sağlandı.
Bunun dışında, Yunanistan'da OTOE Sendikası ve
Endonezya'da Aspek genç üyelerine dönük yaz aylarında
gençlik kampı kuruyor, onların ileride sendika
liderleri olarak yetişmesi ve örgütlenme faaliyetlerine
aktif rol almaları için eğitim çalışmaları yapıyor,
birlikte hareket etme olanaklarını artırmaya dönük
grup çalışmaları yaptırıyor. Aspek bunun yanısıra
gençlere dönük özellikle yabancı dil ve bilgisayar
konusunda bilgi ve becerilerini artırmalarını
sağlayacak kurslar düzenliyor.
Norveç'te LO Konfederasyonu gençler için çalışma
hayatı öncesi pasif üyelik kampanyası başlattı.
Bu üyelik süresince, her türlü yardım yapılıyor,
iş hayatında yol gösteriliyor ve geleceğin potansiyel
üyeleri yaratılıyor.
İrlanda'da IBOA Sendikası hokey maçlarında biltlerin
büyük bir kısmını alıyor ve gençlerin maça daha
ucuz gidebilmesini ve sendikayla ilişkiye geçmesini
sağlıyor. Bu sendika şu sıralar gençler için yine
ucuz biletli bir komedi gecesi düzenlemeye çalışıyor.
İsveç Sendikası SIF, genç işsizlere, çalışanlara
ve öğrencilere dönük bir interaktif web sayfasını
hayata geçirdi. Bu sayfa sayesinde binlerce gençle
hem kariyer planlaması yapma yönünde düzenlenen
seminerlerde biraraya gelindi ve sendikanın gençler
arasındaki popularitesi arttı hem de üye oranlarında
büyük artışlar sağlandı.
Benzeri birçok örgütlenme proje ve kampanyaları
bir çok sendika tarafından hayata geçirildi. Bu
proje ve kampanyalar gençlerin ilgisini sendikalara
çekmek, sendikaları sadece toplu pazarlık yapan
geleneksel çizgiden kurtarıp, geleneksel sorumluluklarının
yanısıra kültürel, sosyal ve iş hayatına ilişkin
çeşitli hizmetler sunabilen, danışmanlık yapabilen
daha aktif sendikal yapılar oluşturmak yönünde
büyük yarar sağladı. Sendikal taban, öğrencileri,
işsizleri de kapsayacak şekilde genişletildi.
Örgütlenme alanı işyeri düzeyinden kurtarılıp,
okullar, sosyal faaliyetlerin gerçekleştirildiği
ortamlar örgütlenme alanı içine dahil edildi.
c) Konfederal Örgütlenme Kampanyaları
I) ABD'de AFL-CIO Deneyimi
ABD İşçi Sendikaları Konfederasyonu (AFL-CIO)
1994 Kongresi'nde Soğuk Savaş döneminin başkanı
Kirkland'ın yerine Hizmet İşçileri Federasyonu
Başkanı Sweeney başkan seçildi. Yeni yönetim örgütlenmeyi
öncelikli hedef yaparak bu ülkede sendikal harekete
yönelik yeni liberal saldırılara karşı bir örgütlenme
seferberliği başlattı. Tek tek işkolu sendikalarının
örgütlenme çalışmalarının yanısıra, AFL-CIO bu
çabaları ortak ve kollektif hale getiren bir çalışmaya
girişti. AFL-CIO son genel kurulundan sonra örgütlenmeye
20 milyon dolarlık bir fon ayırdı. 1998 yılı bütçesinin
üçte birini örgütlenme için kullanmayı benimsedi;
işkolu sendikalarından da aynı karrı almaları
istendi. Örgütlenme seferberliği çerçevesinde
üç yeni proje hayata geçirildi: Örgütlenme Enstitüsü,
Sendika Yazı Projesi ve Sendika Kenti Projesi.
Örgütlenme enstitüsü 1989 yılında sendikal örgütlülüğü
geliştirmek için kuruldu. Enstitü sendikal örgütlenmeci
olarak çalışmak isteyen kişilere çeşitli düzeylerde
kurslar veriyor ve bu kursları bitiren örgütlenmeciler
çeşitli sendikalarda ve işçi bölgelerinde çalışmaya
başlıyor. AFL-CIO'ya bağlı 16 işkolu sendikası
bu enstitünün eğitim programının uygulanmasına
doğrudan katılıyorlar. Enstitünün temel amacı
"örgütsüzleri örgütleyebilecek" kadroları
yetiştirmek. Sendika yazı (union summer) projesi
kapsamında ise AFL-CIO özellikle üniversite öğrencileri
arasından sendikal örgütlenmeye ilgi duyan gençleri
yaz aylarında örgütlenme faaliyetine katıyor.
Bu konuya ilgi duyan üniversite öğrencileri yaz
mevsiminin başlangıcında kısa bir kursa alınıyor;
daha sonra cep harçlığı karşılığı sendikasız işçilerin
yoğun olduğu bölgelerde sürmekte olan örgütlenme
faaliyetlerine katılıyorlar. Sendika kenti (union
city) kapsamında AFL-CIO işçilerin oturduğu kasabalarda
veya banliyölerde, kentsel yaşamın sendikaların
katılımıyla düzenlenmesine yönelik bir projeyi
hayata geçirmeye çalışıyor. Eğitim, sağlık, ulaşım,
çevre, kültürel etkinlikler gibi konularda sendikal
katılımı öngören bir çaba sürdürülüyor. Sendika
Kenti'nde sendikal hakların güvence altında olduğu
yeni bir dayanışma kültürünün egemen olacağı bir
yaşam biçiminin kurulması amaçlanıyor. Bir kasaba
ya da semt Sendika Kenti ünvanı almak istiyorsa,
o kentteki sendikal birimler biraraya gelerek
bir yerel meclis oluşturuyor ve AFL-CIO'ya başvuruyor.
Başvuru kabul edilirse, AFL-CIO buraya belli bir
fon ayırıyor, sendika toplantılarının bir kısmı
burada yapılıyor; özel mitingler, şenlikler tertip
ediliyor; dayanışma projeleri (yaşlılara, çocuklara,
ev kadınlarına vb. yönelik) yaşama geçiriliyor.
Bütün bu çalışmalar sonucunda AFL-CIO özellikle
hizmet işçileri arasında ve yeni sanayi bölgelerinde
örgütlülüğünü arttırmaya başladı. Göçmenlerin
sendikal örgütlülüğü son yıllarda hızla yükseliyor.
En önemli kazanımlardan biri ise akademik dünyada
(akademisyenler ve öğrenciler) ve medyada emeğin
sorunlarına yönelik ilginin hayli artmış olması.
II) İngiltere'de TUC Deneyimi
İngiliz İşçi Sendikaları Konfederasyonu, TUC,
geçen 20 yılda 5 milyon üye kaybetti. TUC bu eğilimi
tersine çevirmek ve örgütlenmeyi sendikal faaliyetin
birinci maddesi yapmak için 1998 Ocak ayından
itibaren "Yeni Sendikacılık" kampanyası
başlattı. Bu kampanyanın sloganı, "Ya Örgütleneceğiz
Ya da Fosilleşeceğiz!" TUC bu amaçla yeni
bir Örgütlenme Akademisi kurdu. Akademide 1000
aday arasından seçilen 36 örgütlenmeci adayının
eğitimi 26 Ocak 1998 tarihinde başlatıldı. Bu
36 adaya gelecekteki sendikal önderler olarak
bakılıyor. Eğitimi TUC'a bağlı 18 işkolu sendikası
finanse ediyor. TUC örgütsel yapısında sadece
işkolu sendikaları yer almıyor. TUC Yönetim Kurulu'nda
işkolu sendikalarının yanısıra bölge komiteleri
de yer alıyor. İngiltere'deki altı bölgede TUC'un
bölge faaliyetleri bölge sekretaryaları tarafından
koordine ediliyor. Bölgedeki sendikaların temsilcilerinden
oluşan bölge meclisi düzenli toplantılar yapıyor.
Ayrıca yaklaşık 300 kasaba veya kentte TUC bölge
konseyleri bulunuyor. Bu konseyler TUC politikalarını
o bölgede yaşama geçirmek ve bölgedeki sorunları
çözmek için çalışıyor. TUC Genel Konseyi'nde kadınlara
ve siyah işçilere kota var.
III) Güney Afrika'da COSATU Deneyimi
Güney Afrika Sendikalar Konfederasyonu COSATU
1985 yılında kuruldu ve aradan geçen 13 yılda
2 milyon üyeli bir konfederasyon oldu. COSATU
ırk ayrımcılığına karşı mücadele ile işçi haklarının
geliştirilmesi mücadelesini birlikte yürüttü.
COSATU'nun bu denli hızlı büyümesinde, kullandığı
örgütlenme yöntemleri önemli bir işlev üstlendi.
COSATU'dan önceki örgütlenme faaliyetleri tek
tek işyerlerinde sürdürülüyor ve yavaş işliyordu.
Bu faaliyet küçük kazanımların korunmasını amaçlıyor
ama büyük kaynak tüketimine yol açıyordu. COSATU'nun
kurucu sendikalarından NUM (maden işçileri sendikası)
bu biçimi değiştirdi ve bölgede kitle mobilizasyonu
temelinde kısa sürede örgütlendi. Bu örgütlenmede
işçilerin işyerinden ve işyeri dışındaki yaşamından
kaynaklanan sorunları ile işçi ailelerinin ve
çevre halkının sorunlarını bir bütün olarak ele
alan bir yaklaşım benimsendi. İşkolu ve bölge
örgütlenmesinin içiçe yürütüldüğü bu model COSATU'nun
temel örgütlenme biçimini oluşturdu.
IV) Güney Kore'de KCTU Deneyimi
Güney Kore'de devlete yakın olarak bilinen FKTU
federasyonu bulunuyordu. Ancak 1980 sonrasında
işçi mücadelelerinin artmasıyla birlikte işçilerde
yeni bir konfederasyon arayışları başladı. 1987
büyük işçi eyleminin ardından Kore İşçi Sendikaları
Konfederasyonu (KCTU) kuruldu. KCTU başlangıçta
devlet tarafından tanınmadı, sendikacılar tutuklandı.
Uzun bir süre yasal olarak faaliyet yürütememesine
rağmen kullandığı mücadele ve örgütlenme biçimleriyle,
geçen yıllarda kendini kabul ettirdi. Son yıllarda
Güney Kore'de yapılan büyük işçi eylemlerinin
önderliğini KCTU çekti. Zaman içinde FKTU da bu
eylemlere katıldı. KCTU ICFTU'ya da üye oldu.
KCTU'nun ilkelerinin içinde örgütsüz işçilerin
örgütlenmesine özel bir önem veriliyor çünkü sendikalaşma
oranı sadece yüzde 13. Bunun için aktif örgütlenme
kampanyaları düzenleniyor. KCTU'nun örgütsel yapısında
işkolu sendikaları ile bölge konseyleri bulunuyor.
Genel Kurul'un delegeleri işkolu sendikalarından
geliyor. Genel Yönetim Kurulu'nda bölge başkanları
da yer alıyor.
D) TÜRKİYE'DE SENDİKASIZLAŞTIRMA
Türkiye'de sermaye sınıfının stratejileri
bir yapısal değişimle beraber karşımıza çıkıyor
ve bu emek hareketini de çok ciddi olarak etkiliyor.
Türkiye kapitalizmi 1980'lerden sonra bir "yenilenme"
(!) dönemine girdi. 1990'lardan itibaren bu "yenilenme"
küreselleşme olgusu ve stratejisiyle bütünleşti.
Son ekonomik programlar bu konudaki nihai adımların
atılmasını öngörüyor. Örneğin tarım alanındaki
politikalar sonucu kentlere yoğun bir işgücü akımı
olacak. DPT´nin tahminine göre Türkiye´de kentleşme
yüzde 80-90 düzeyine çıkacak. Bunun sosyo-ekonomik
tabloyu ciddi ölçülerde değiştireceğini görmek
lazım. Sermayenin dünya çapında izlediği stratejiye
daha önce değinmiştim. Bunun Türkiye´deki yansıması
kamu alanında taşeronlaştırma ve özelleştirme
ile serbestleşmedir. Diğer yandan özellikle sanayi
alanında organize sanayi bölgeleri şeklinde bir
organizasyon gelişiyor. Bu gelişme, Türkiye´de
ücretli işçilerin sayısının dokuz-on milyona çıkmasını
doğuran etkendir. Bunun daha da hızlanacağı görülüyor.
Bugün kriz ortamında üretim ve yatırım aksamış
durumda ama bu belki de "standardı ne olursa
olsun yeter ki üretim ve istihdam olsun"
yaklaşımının egemen olması için bilerek tercih
ediliyor. Türkiye eninde sonunda düşük standartta
da olsa bu günkü işsizlerinin bir bölümüne ve
kentlere akacak yeni işsiz kitlelerine belirli
bir istihdam yaratmak zorunda.
Bunun emek hareketine yansıması ise şöyle: Bugün
Türkiye´de çeşitli sektörlerde ve çeşitli bölgelerde
organize sanayi bölgeleri var. Seksen yeni organize
sanayi bölgesinin planlandığını biliyoruz ve tarımdaki
reform sonucu kırdan kente göçün artmasıyla birlikte
kuralsız, kayıt dışı, çok düşük ücretle çalışan
yeni bir işgücünün kentlerin çevrelerinde toplanacağını
bugünden kestirmek mümkün.
Bu organize sanayi bölgelerinde işverenler örgütleniyor;
yani bunlar bir yandan TOBB'a ya da TÜSİAD´a üye
olabiliyorlar, ama ayrı tarz bir örgütlenmeleri
de var. Organize sanayi bölgelerindeki işverenler
dernek kuruyorlar ve bu derneklerin amaçlarından
biri buralardaki işçilerin örgütlenmesini engellemek.8
Bu çok önemli; yani işçi sınıfı içerisindeki heterojenleşme,
sınıf bilincinin zayıflaması gibi olumsuz etmenlerin
dışında çok temel ekonomik sebeplerden kaynaklanan
örgütlenme talebi bile böylesine bir duvarla karşı
karşıya kalıyor. Bir de buna hukuksal yapıda 12
Eylül sonrası sendikalaşmayı engelleyen antidemokratik
düzenlemeler katıldığında gerçekten sermaye sınıfının
kendi içerisinde, sınıfsal temelde yeni döneme
uygun çok ciddi stratejiler oluşturmuş olduğu
görülüyor.
Bu sorun sadece hukuksal yapıda demokratikleşmeyle,
bir takım hakların kağıt üzerinde kazanılmasıyla
çözülebilecek bir sorun değil çünkü bu sorun,
aynı zamanda işçi sınıfın yapısındaki değişikliklerden
de kaynaklanıyor. Geçmişte ücretli emekçilerin
büyük ölçüde düzenli istihdam içinde düzenli işçilerinden
oluştuğunu ve büyük ölçekli kamu ya da özel sektör
işletmelerinde çalıştığını görüyorduk. Oysa şimdi
işletme yapıları esnekleşiyor, küçülüyor ve buna
bağlı olarak istihdam biçiminde de ciddi değişiklikler
söz konusu.
Türkiye için bunların en önemlisi kayıtdışı istihdam.
Ama bunun yanısıra geçici ya da sabit süreli taşeron
işçiliği gibi belli bir düzene dayanmayan istihdam
biçimleri de gelişiyor. Kadınların istihdamı arttıyor,
gençlerin istihdamı arttıyor, çok yaygın bir çocuk
işçilik kullamını var ve bütün bunlar aslında
Türkiye´de bir yeni işçi kitlesinin ortaya çıkmasına
yol açıyor. Öte yandan çok ciddi bir gelişme ise
1980 sonrasında kamu emekçilerinin, yani memurların
işçileşmesi.
Kısacası çok parçalı, heterojen yeni bir işçi
kitlesiyle karşı karşıyayız. Yeni işçiler geleneksel
tarzda örgütlenemiyorlar; bir başka deyişle kendiliğinden
bir biçimde, sadece ekonomik temelde bir sendikaya
üye olup toplu pazarlık mekanizmasından yararlanamıyorlar.
Bunun önünde ciddi hukuksal engeller var; bunun
önünde sermayenin stratejisinden kaynaklanan engeller
var, ama bunun önünde bir de bu çok parçalı işçi
sınıfının, yeni işçi kitlesinin kendiliğinden
bir sınıf bilincine ulaşması önündeki engeller
de var. Dolayısıyla kendiliğinden bir işçi sınıfı
bilincinin doğmasını engelleyen bu ortam aynı
zamanda bu kitle içerisinde milliyetçiliğin, dinsel
ideolojinin ve bir takım cemaat kalıplarının etkili
olmasını getiriyor.
Peki bütün bu gelişmeler karşısında sendikal hareket
ne yapıyor? Türkiye´de sendikal hareketin bütün
bunlar karşısında esasen hala varolanı koruma
güdüsüyle hareket ettiğini görüyoruz; varolanı
koruma, yani tutuculuk. Ama bunun bir çıkış olmadığı,
olamayacağı giderek daha fazla sendikal aktivist
tarafından görülüyor. Bunun nedeni de şu: on milyon
ücretli emekçi içerisinde örgütlü işçilerin sayısı
bir milyona inmiş durumda. Oysa sınıfsal çelişmeler
devam ediyor, sınıfsal mücadele her alanda sürüyor;
yaşanan kriz sınıf çelişkisini hızla derinleştiriyor.
Dolayısıyla "nasıl bir örgütlenme, nasıl
bir örgüt yapısı ve sermayenin politikaları karşısında
ne tür bir yeni mücadele stratejisi" oluşturulması
birincil mesele olarak emek hareketinin gündemine
girmiş durumda.
Alında Türkiye'de bu konuda bazı olumlu adımlara
da kısaca değinmek gerekiyor. Birincisi 1990 sonrasında
kamu emekçilerinin yenileyici bir dinamik olarak
emek hareketine katılmasıdır. Kamu emekçilerinin
mücadelesi emek hareketinin bütününe teşmil edilebilecek
özellikler taşımaktaydı. Hakların kazanımını yasalarda
değil meşrulukta arayan fiili mücadele ve işçi
sınıfının bir parçası olma bilincinin giderek
yaygınlaşması olumlu özelliklerin öne çıkanlarıdır.
Ayrıca kamu emekçileri hareketi işçilerle birlikte
örgütlenme, yatay örgütlenme (yerel-bölgesel örgütsel
birimler vb.) ve gelişkin bir iç demokrasi gibi
yeni bir emek hareketinin yaratılması açsısından
son derece önemli konularda da potansiyel bir
güce sahipti.
Ama ne yazık ki bu potansiyel güç hayata geçirilemedi.
Ayrıntılarına burada giremeyeceğim bir süreç sonunda
kamu emekçileri hareketi, yenileyici özelliklerini
sınıfın bir bileşeni olarak işçi sınıfının diğer
kesimleriyle buluşturma ve ortak örgütlenme yerine
dünyada örneği çok az olan "memurların üst
örgütü"ne dönüştürüldü; yatay örgütlülükleri
de içeren yeni bir örgütsel yapı yerine klasik
örgüt yapısı benimsendi; emekçi inisiyatifini
temel alan bir sendikal demokrasi yerine "fikirler
koalisyonu" işleyişi belirledi. Sonunda grevsiz
ve toplu sözleşmesiz dernek statüsünde bir "sendika
yasasıyla" boğuşma noktasına gelindi. Buradan
nereye gidilebilir? Bunu sadece kamu emekçilerinin
meselesi olmaktan çıkarıp "Türkiye'de işçiler
ve kamu emekçileri yeni emekçi kesimleri de örgütlenmenin
odağına alarak yeni bir emek hareketi inşa edebilir
mi?" sorusuna dönüştürmek gerekiyor.
Diğer taraftan Emek Platformu adıyla çeşitli meslek
gruplarını ve işçi Konfederasyonlarını biraraya
getiren bir bütünleşme yaşandı. Her ne kadar bir
süreklilik arz etmese de ve kurumsal bir yapıya
kavuşmasa da geleceğe dönük ciddi bir açılım yarattığı
açıktır.
Yine örgütlenmenin odağa alındığı bir çalışma
Türk-İş tarafından başlatıldı ve bu konuda sendikalarla
birlikte ortak proje üretimi konusunda çeşitli
toplantılar yapıldı.
Yine Sendikalar Kanunundaki örgütlenmenin ve sendikal
birleşmelerin önündeki engellerin kaldırılması
yönünde yapılan tartışmaların yaşandığı bir ortamda
Çalışma Bakanlığının Sendikalar Kanununda değişiklik
yapılması doğrultusunda sendikalara sunduğu teklif
eğer örgütlenmenin önündeki yasal engellerin kaldırılması
yönünde gerekli baskı hükümet üzerinde kurulabilirse
yeni gelişmeler için uygun bir ortam yaratılabilir.
Kısacası Türkiye'de yeni bir emek hareketinin
ipuçları vardır. Türk-İş, DİSK, Hak-İş Konfederasyonları,
bağlı sendikalar ve Kamu emekçilerinin sendikalarında
yaşanan sorunların aşılması ve örgütlenmeye ivme
kazandırmak için ciddi tartışmalar devem etmekte
ve çeşitli projeler hayata geçirilmektedir. Kısacası
temel tartışmalar yapılmış, bazı örgütsel kararlar
bile alınmış ve fakat bu kararlar henüz hayata
geçirilememiştir.
Ama artık zorunluluklar dönemindeyiz; eskisi gibi
kalma tercihimiz artık geçersizdir. Ya imkanlarımızı
ve çabalarımızı yeni bir emek hareketinin inşasına
yönelteceğiz ya da İngilizlerin dediği gibi "fosilleşeceğiz"!
Ama yeni bir emek hareketi atölyelerden, mahallelerden,
bürolardan, okullardan, hastanelerden, fabrikalardan
serpilmeye devam edecek..
Arjantin'deki İşsiz İşçiler Hareketi ve örgütlenme
deneyimi, tüm dünyada artık sıkça gördüğümüz sendikal
birleşmeler, AFL-CIO'nun uygulamaya geçirdiği
örgütlenme kampanyası, genç işçilere dönük aktif
örgütlenme kampanyaları gibi strateji ve projelerin
hayata geçirilmesi günümüz koşullarında gereklilikten
öte bir zorunluluk haline gelmiştir.
E) SONUÇ
Neo-liberal ekonomi politikalarının uygulanmaya
başlandığı 1980'li ve özellikle küreselleşme olgusunun
ağırlığını hissettirdiği 1990'lı yıllarda tüm
dünyada sendikasızlaştırma yönünde çeşitli girişimlere
sıkça rastlanmış, üretim ve birikim sürecinde
yaşanan değişime bağlı olarak işçi ve işyeri tipindeki
değişim sendikaları zayıflatmıştır.
Bunun temel nedeni, bir örneği geçtiğimiz aylarda
Türkiye'de uygulamaya sokulan Esnek istihdam modeli,
kayıt dışı çalışmanın teşviki, bir avuç çekirdek
işgücü dışında kalan çevre işgücünün her türlü
güvenceden yoksun oluşu, özelleştirmeler, taşeron
uygulamaları, işsiz sayılarındaki artış, sendikalların
kamuoyunda prestij kaybına uğraması ve yukarıdaki
bölümlerde ortaya koyduğumuz işgücü piyasasındaki
değişimdir. Buna sendikal yapıların dönüşüme gerekli
cevabı verememesi de eklenince yaşadığımız çöküntü
kaçınılmaz olmuştur.
Yukarıda bir kısmını aktardığımız olumlu gelişmeler,
geleceğe dönük olarak bizleri umutlandırmaktadır.
Bundan sonraki süreçte, işsizlik olgusu yeni iş
yasası kapsamında yaşanacak değişimle birlikte
düşünüldüğünde çekirdek işgücünün ve geleneksel
sendika üyelerinin haricinde kalan işçilerin örgütlenmesine
dönük daha ciddi sorunlar yaşanacağı muhakkaktır.
Küreselleşme ile yayılan teknolojik devrim emek
dünyasında ve istihdamın yapısında köklü bir değişim
yaratmaktadır. Ancak, sendikalar ve daha genel
olarak emek hareketleri, sermaye dönüşümlerim
yansıtan pasif aynalar değildirler: kimlikleri
ve stratejileri sık sık tazelenir ve yeniden biçimlendirilir.
Tıpkı toplumsal hareketler gibi, sendikalar ve
emek hareketleri de hatalı ve kötü gidişatlardan
ders çıkarır, her derde deva olacağı öne sürülen
kabul görmüş reçeteleri yeniden gözden geçirir
ve yüzleştikleri sorunlara daha yapıcı yaklaşımlar
geliştirirler (Bu yaklaşımlara örnek olarak "Yeni
Sendikal Stratejiler" bölümünde ele aldığımız
deneyimleri gösterebiliriz).
Sendikalar kendilerini yeniden işlevsel kılabileceklerini
göstermiş, hatta 'bilgi çağını' yakalamak için
yeni arayışlar içerisine bile girmişlerdir. Sendikaların
kendi web sitelerini kurmaları ve "siber
grev gözcüsünün" ortaya çıkışı, işgücü örgütlenmesinde
de yeni bir çağın sinyallerini veriyor, İngiliz
TUC (Sendikalar Kongresi) lideri John Monks, Liverpool'da
sendikacılar için modern elektronik altyapısını
hizmete soktuğu sırada yaptığı konuşmasında "bilgi
teknolojisinin hızına ayak uydurmakta geç bile
kaldık, oysa gelecekte sendikaların bulunması
gereken yer bu" diyordu. Modern iletişim
yöntemleri, sendikalar arası diyalogu ve sermayeye
karşı devam eden örgütlenme mücadelesini pekiştirmektedir.
1990'ların ortasında tüm Kuzey'de sendikalar yeniden
canlanmaya başladı. Örneğin 1990'larda Fransa,
Belçika, Yunanistan, İspanya ve Kanada'da, bütünüyle
olmasa da hemen hemen Güney'dekilere eş genel
grevler baş gösterdi. Sendikalar, neo-liberalizmi
idare etmekle meşgul olan sosyal demokrat partilerden
boşalan işçi sınıfı liderliğine yeniden soyundular.
Toplumsal yeniden oluşum, bir on yıl alabilir,
yahut 1980'ler sonrası Kuzey'de işçi sınıfı tecrübesinde
olduğu gibi yoğun bir iktisadi yeniden yapılanma
sürecinin ardından on yıldan fazla da sürebilir.
Bu iyiye gidiş, biraz düzensiz, kararsız ve sallantılı
bir yapıda olmasına karşın yine de gerçek bir
görüntü sergiliyor. ILO, 1997 yılında yayınladığı
Küresel İstihdam Raporunda yüzyılın sona erdiği
bu dönemde dünya genelinde sendikaların durumunu
'yıpranmış fakat meydan okumak için ayağa kalkmakta'
şeklinde nitelendirir.Geçen on yılda işgücündeki
sendika üyelerinin oranı tüm dünyada, kimi yerlerde
keskin bir düşüşe varan ölçüde, azalmıştır. Ne
var ki rakamlar hikayenin yalnız bir bölümünü
anlatmaktadır. Bölgeler arasında ve her bölgenin
sınırları, içinde sendika üyesi çalışan sayısında
hatırı sayılır değişimler yaşanmıştır. Örneğin
genel eğilimin aksine 1980'lerin ortasından 1990'lara
kadar İspanya ve Hollanda'da sendika üyeliklerinde
önemli artışlar görülmüştür. Düşüş en fazla Doğu'da
yoğunlaşırken Güney önemli ilerlemelere sahne
olmuştur. Ayrıca birçok ülkede sendikaların ulusal
politikalar üzerindeki etkisi artmış durumdadır
ve yukarıda gördüğümüz gibi, sendikalar tarafından
da yeni davranış ve stratejiler dağarcığı geliştirilmiştir.
Geçmişte olduğu gibi, rakamsal düşüşlere sahne
olan dönemler aynı zamanda siyasi yenilenmenin
yaşandığı dönemlere rastlamaktadır. ILO'ya göre
burada söz konusu olan 'rakamların ağırlığından
ziyade militan sendikacılıktır' (ILO, 1998 Küresel
İstihdam Raporu). Çoğu işçi, yegane temsil edilme
aracı olan sendikayı terk etme lüksüne sahip değildir.
Sendikalar i98o'lerde ya-şanana benzer çekilme
dönemlerinin ardından kendilerim yeniden gerekli
kılmak için mücadele verirler.Emek hareketinin
karşı karşıya kaldığı sorunlara gelince, 1999-2000'de
ILO ve ICFTU sponsorluğunda gerçekleştirilen elektronik
konferansta geliştirilen liste konuya giriş için
iyi bir başlangıç olabilir. 20. yüzyılda örgütlü
emek konulu bu konferans için hazırlanan arka
plan belgesi aşağıdakileri içeriyordu:
1. İstihdam ve sendika üyelik kalıplarının değişimi
- kol işçiliğinin ve kamu sektörünün düşüşü,
2. Emek-idare ilişkilerindeki değişimler - tarihsel
sermaye-işgücü toplumsal uzlaşmasının zayıflaması,
3. Sendikaların kamusal statüleri - sendikalar
üzerindeki yasal kısıtlamalar ve endüstriyel ilişkilerde
devletin rolünün azalması,
4. Ekonomik ortamın düşmanca tutumu - Altın Çağ'ın
sona ermesi, esnek finansal kapitalizmin üstünlüğü,
5. Uluslararası ekonomi - küreselleşmenin şimdiye
kadar istihdam ilişkilerinde süregelen ulusal
düzenlemeye meydan okuması.
En ilgi çekici olansa, farklı sendikalardan bu
gündeme ilişkin gelen yanıtların alanı ve derinliğiydi.
Doğru soruları sormak, yolun yarışım aşmak demektir
ve sendikalar (biraz geç de olsa) Kuzey çalışanlarının
yüz yüze geldiği esas sorunlara hitap etmeye başlamışlardır.
Yeni idari stratejiler, sendikaları daha ulusalcı
bir yaklaşıma zorladı. Kuzey varoşlarının aşırı
sömürülmüş giyim sanayisi işçileri (genellikle
göçmenler) ise neo-liberalizmin empoze ettiği
koşullara karşı alışılmadık şekillerde yanıt vermişlerdir.
Geleneksel sendika stratejileri, sendikasız ve
on derece kötü çalışma koşullarıyla işçi çalıştıran
acımasız işverenler tarafından sindirilmiştir.
Bundan dolayı, Andrew Ross'un ifade ettiği gibi,
"eylemciliğin başı çeken yönü, büyük, ünlü
şirketlerin imajım hedef alan kampanyalara çevrildi"
(Alıntı: Munck, 2003, 128). Özellikle ABD'de herkesçe
bilinen markalara karşı yürütülen bu tür kampanyalar
başarılı olmakla kalmamış, üretimle tüketim arasındaki
ve Kuzey'le Güney işçileri arasındaki kopukluğu
da (hem teoride hem de uygulamada) gideren bir
köprü görevi görmüştür.Emeğin uyanışına dair aşırı
bir iyimserliğe kapılmadan önce, emeğin karşı
karşıya kaldığı çok ciddi sorunlara da eğilmekte
fayda var. Manu-el Castells, sendika dışından
ama geniş anlamıyla ilerici bir konumdan sendikalara
şunu tembihlemektedir: "Eğer sendikalar yatırımın
belirlediği çerçeve içinde pazarlığa devam ederlerse,
yatırımın küreselleşmesi ve bilgilendirilmesi
karşısında alt olacaklardır" (Alıntı: Munck,
2003,128).
Geçmiş, ilham kaynağı ve tarihsel tecrübenin kaynağı
olabilir, ancak bize çözüm sunmaktan yoksundur.
Günümüz toplumu oldukça karmaşık bir yapıdadır
ve daha önce olmadığı kadar büyük bir hızda değişmektedir.
Sermaye dinamiktir ve bu değişimin hızım belirlemektedir.
Yeni kapitalizmin tamamıyla sindirmeyi başaramadığı
emek ise hala geçmişe ait iktisadi yapılar, siyasi
yansımalar ve özlemlerle bir anılıyor. Kısacası
post-modernizmin bizlere salık verdiği kendini
yemden keşif hiç de kolay değil.
Kamu ve ileri teknoloji gibi iki sektöre kısaca
değinecek olursak, günümüz sendikalarının uygulamada
karşı karşıya olduğu en önemli sorunların birkaçını
ele alabiliriz. Kuzey ülkelerinin çoğunda devlet
yapısının yeniden inşası ve tertibi, kamu sektörü
çalışanlarının konumlarını esaslı bir şekilde
değiştirmiştir. Kamu/özel, kar amaçlı/kamu hizmeti
ayrımı büyük ölçüde ortadan kalkmış durumdadır.
Şu anda uluslararası düzeyde bile kamu hizmetleri
piyasa mantığına tamamen bağlı bir konumdalar.
Sonuçta Peter Fairbrother'ın açıkladığı gibi,
"geniş tanımıyla devlet sektörü içerisinde
endüstriyel ilişkiler artık eskiden olduğu gibi
önceden tahmin edilebilir bir yapıda değildir"
(Alıntı: Munck, 2003, 129). Bu durum, yeni birtakım
taktiklerin geliştirilmesine yol açabilir, ancak
kısa vadede görülen etkilerinden biri, Kuzey ülkelerinin
birçoğundaki geleneksel sendika kalelerini yıkmasıdır.
Aynı şekilde, bilişim ve iletişim sektörlerinin
'esnek işçileri' veya 'ağ işçileri, geçmişte rıhtım
ve maden işçilerinin yaptıkları gibi, bir gün
yeni sendikal mücadelenin öncüleri olabilirler.
Ne var ki günümüzde çoğu kısa dönem kontratlı
bu işçilerin sendikalaşması güç görünüyor.
Diğer taraftan internet devriminin gözü yükseklerde
olan genç kahramanları, eskinin bir kalıntısı
olarak gördükleri sendikalara pek iltifat etmiyorlar.
Ancak yukarıda incelediğimiz genç işçilere dönük
kampanyalar bu düşünceyi değiştirmektedir. Artık
sendikalarının başlıca görevi, bu genç kesimin
üyeliğini sağlamak ve 'yeni ekonomi'de onların
da eylem kapasitesinden yararlanmaktır.
Günümüzün iktisadi küreselleşmesiyle (bkz. sekizinci
bölüm) ancak küresel çaplı bir sosyal çözümün
başa çıkabileceği anlaşılmıştır. Son olarak, "Sendikalar,
kendilerini yeniden keşfetmedikleri sürece 21.
yüzyılda siyasi ekonomi içerisindeki rolleri gitgide
küçülecektir"(Alıntı: Munck, 2003, 128).
F) YARARLANILAN KAYNAKLAR
1) Munck, Ronaldo, "Emeğin Yeni Dünyası",
KitapYayınevi, 2003
2) Çoban, Tonguç, "Kriz ve Yeni Emek Hareketi",
www.sendika.org , 2003
3) Mahmutoğulları, Mesut, "Küreselleşme ve
Yeni Sendikal Anlayışlar", www.antimai.org.tr,
2002
4) "Toplumsal Hareket Sendikacılığı",
www.sendika.org
5) Union Network İnternational, "Küresel
Örgütlenme Raporu", 2002
6) UNI-Youth, "21 Successes Organising Young
Workers", 2002
7) Dubbins, Simon, "An Overview of the Current
Merger Trend", UNI-Europe, 2001
8) Ansal Hacer, "Esnek Üretimde İşçiler ve
Sendikalar", Birleşik Metal-İş Sendikası,
2003
|