1970’li yıllardan
bu yana uygulanan Küreselleşme ve Neo-Liberal
politikalar, sermayenin serbest dolaşımının önündeki
engelleri kaldırmaya dönük bir dizi projeleri
içermektedir. Tüm dünyayı tek bir pazara dönüştürmek,
az gelişmiş ülkeleri uluslar arası tekellerin
pazar ve kâr alanı haline getirmek birincil hedeftir.
Bunun için bu tür ülkelere "kalkınma!"
modelleri sunulmuş; Kamunun küçültülmesi, özelleştirmeler,
mal ve hizmet üretiminin serbest piyasa koşullarına
uygun hale getirilmesi v.b. adımların atılması
için kredilendirme dönemi başladı. Türkiye de
bu hedef ülkelerin başında yer almakta ve bu kalkınma
modellerinin dayatıldığı bir dönemden geçmektedir.
Bu süreç, 24 ocak kararlarıyla (1980) başlamakla
birlikte esas olarak Türkiye’nin altına imza attığı
uluslar arası anlaşmalar ve verdiği taahhütlerden
başlanırsa, 1995 yılından, GATS anlaşmasından
ele almak gerekecek. Çünkü 2003 yılı, bu anlaşmada
verilen taahhütlerin artık uygulama yılıdır.
GATS NEDİR?
GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması),
küreselleşme hamlesi içinde , hizmet ticaretini
uluslar arsı tekellere açan ilk çok taraflı anlaşmadır.
Esas olarak 1985’ lerde imzalanan MAI (Çok taraflı
yatırım anlaşması) ve MIGA (çok taraflı yatırımları
garantileme ajansı), bu sömürü politakalarını
OECD üzerinden yürütüyordu. Çok gizli yürütülen
bu anlaşmalara Türkiye 1988’de imza atmış, ancak
basına yansıyıp gizliliği kalmayınca, görüşmelerin
durdurulduğu açıklanmıştı. Dünya Ticaret Örgütü
(WTO) kurulmasıyla küreselleşmede hedeflenen bu
ilişkiler, OECD’den alınıp DTÖ üzerinden yürütülmeye
başlandı. GATS, Dünya Ticaret Örgütü içinde yürütülen
ve 1995 yılında imzalanan bir anlaşmadır. Türkiye,
bu anlaşmaya kurucu üye olarak imza koydu ve DTÖ’ye
üyeliği ile birlikte 26 mart 1995’ te resmen bu
yükümlülüğün altına girdi; taahhütte bulunduklarının
alt zeminini 2002 yılı sonuna kadar tamamlamak
ve 2003 yılında uygulamakla yükümlüdür.
GATS’la Türkiye hangi taahhütlerde bulundu?
Kamu hizmetleri serbest piyasa
ticaretine açılacak. Bunun için uyum yasaları
aşamalı olarak çıkarılacak.
Kamusal alanlar tasfiye edilecek.
KİT ler özelleştirilecek.
Devlet her türlü hizmet alanından
elini çekip, ulus ötesi şirketlerin bu alanlardaki
işletme ve ticaretinin önündeki engelleri kaldıracak.
Uyum yasaları ile bu süreci. Taahhüt edilen tarihe
kadar tamamlyacak.
GATS’la Türkiye’nin piyasanın ve
rekabetin acımasız ellerine bırakmayı taahhüt
ettiği hizmet sektörleri şunlar:
Mesleki hizmetler; Bilgisayar,
uzmanlık gerektiren mesleki hizmetler,
Haberleşme hizmetleri; Telekomünikasyon
ve posta hizmetleri,
Müteahitlik, mimarlık, mühendislik
hizmetleri,
Eğitim hizmetleri; İlk, orta ve
Yüksek öğretim hizmetleri,
Çevre hizmetleri; çöp, temizlik,
su, kanalizasyon v.b. alt yapı hizmetleri,
Mali hizmetler; bankacılık. Sigorta,
sosyal güvenlik,
Sağlık hizmetleri,
Turizm hizmetleri,
Ulaşım hizmetleri; Deniz, hava,
kara ve demiryolu taşımacılığı.
Görüldüğü gibi Sosyal devletin
yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin neredeyse
tamamı özel şirketlere, hem de ulus ötesi şirketlerin
tekeline bırakılıyor. Artık yurttaş olarak hepimiz
eğitimi de, sağlık hizmetlerini de piyasa koşullarına
göre satın almak durumundayız. Çünkü Neo liberalizmin
yalnızca bir hedefi vardır: Liberalizasyon ve
alabildiğince kâr. Bunun için sosyal devlet ilkesi
buna bir engelden başka bir şey değildir ve üstelik
artık gereksizdir. Zira sosyalizmin halklar için
alternatif olduğu bir dönemde, sosyalizmin cazibesine
kapılmayı önlemek için Keynesyen Politikaları
gereğince sosyal devlet ilkesi benimsenmişti.
Artık buna gerek yoktu. Sermaye, Yeni Dünya Düzeni
masalı ile dünya halklarını yeteri kadar ikna
ettiğine inanmaktadır. Bu nedenle günümüzde artık
Keynesyen politikalar terkedilmiş, yerine Post-Fordist
politikalar uygulanmaktadır. (Fordizm’de kitle
üretimi, büyük ölçekli işletme, sendikal hak kullanımı
vardı. Post Fordizm, sipariş usulü üretime, sigortasızlık
ve sendikasızlığa dayanır.)
Türkiye de buna uygun bir yeniden
yapılanma taahhüdünde bulunmuş ve buna dönük somut
adımlar atmanın alt zeminini adım adım örmüştü.
Açıktan değil, gizlice ve aldatmacı gerekçelerle..
çünkü GATS görüşmeleri büyük bir gizlilik içerisinde
yürütülmektedir. Dünya Bankası ve IMF, ilkesel
olarak muhalefeti uyandırmadan tepkisiz bir ortamda
yürütülmesini şart koşmaktadır.
Bu süreç Türkiyede hangi söylem
üzerinden başlatıldı?
-Kaynak yok.. Devletten herşeyi
beklemeyin.. Kendi kaynağınızı kendiniz yaratın...
Ne yapıldı?
-Kemer sıkma politikaları uygulandı;
ek vergiler, zamlar oran olarak ve sıklığı ile
arttı. Tasarruf tedbirleri uygulandı. Devletin
hizmet sektöründeki fiyatlar (hastane, ilaç, eğitim,
yol-köprü ücretleri v.b...) özel sektörün önünde
bir artışla halka sunuldu. Okullara ödenek sınırlandırıldı....
Kamu harcamalarındaki tasarruf tedbirleri en çok
da personel harcamalarında uygulandı. Maaşlar
düşük tutuldu...
Hiç zaman kaybetmeden Özelleştirme İdaresi kuruldu.
Yüzlerce kamu kuruluşu satışa çıkarıldı..
Amaç neydi? Gerçekte kaynak yaratmak
değil, GATS’ta taahhüt edileni uygulama atmosferini
yaratmaktı. Çünkü bu kemer sıkma politikalarıyla
elde edilen kaynak kamuya geri dönmedi, devleti
küçültme hamleleri devam etti. Üstelik söylendiği
gibi Kamu harcamaları zaten fazla değildi. 2002
yılı istatistiklerine göre Ulusal gelirin sadece
%20’si Personel ödemeleri de dahil kamu harcamalarına
ait. (AB ülkelerinde bu harcama %42 dir) Geriye
kalan %80’i silahlanma, banka kurtarılması ve
faizlere aittir. (gelirin %22’si faiz ödemelerine
harcanmıştır.)
Özelleştirme hamlesinde devlet
yüzlerce kamu kuruluşunu elden çıkardı, burdan
8 milyar dolar gelir elde edildi. Ancak bu kuruluşların
özelleştirilmesi için de 8 milyar dolara yakın
harcama yapıldı. Kaynak yaratmak bir yana, dahası
yok pahasına peşkeş çekilen bu kuruluşların satışı
için IMF’den kredi alındı.
Amaç ortada: Devlet her ne pahasına
olursa olsun küçültülecek, hizmetten elini çekecektir.
Dünya Ticaret Örgütü ve onun kurumları olan Dünya
Bankası ve IMF, bütün bunlar için Türkiye ile
Standby anlaşmaları imzaladı.
IMF’nin niyet Mektupları
IMF, Türkiye ile 1999-2002 yılları
için üç yıllığına Standby anlaşmaları imzaladı.
Üçer aylık denetlemede, niyet mektubundaki hedefler
tutarsa, Türkiye’ye kredi verilecek. Niyetler,
GATS taahhütlerini yerine getirmeden ibarettir.
Yani tek kelimeyle ülkenin satışının taahhütleri
ve niyetleridir. Verilen krediler de "özelleştirmeleri
hızlandırma" ve "uyum yasalarını"
çıkartma kredileridir. Türkiye’ de niyet mektuplarının
gereğini yapmak üzere şu adımlar atıldı.
IMF’nin niyet mektuplarında şu kıstaslarda program
ve uygulamalar isteniyor:
1-Uyum yasalarının çıkartılması.(15
günde 15 yasa çıktı -Derviş yasaları)
2-Kamu alanının tasfiyesi hızlandırılacak.(
Tütün yasası ve Şeker Yasası ile tarım tasfiye
edildi. Bankalar yasasıyla banka tasfiyeleri başladı...)
3-Kamu çalışanlarının maaşları
düşük tutulacak.
4-Personel alımları sınırlandırılacak.
5-Kadro iptali uygulaması hayata
geçirilecek ( erken emekli etme, norm kadro uygulaması..)
6-Personel açığı, sözleşmeli personel
ile kapatılacak (eğitim iş kolunda kadro düşük
tutulup sözleşmeli hizmetli çalıştırmayla başladı,
sözleşmeli öğretmen ile devam ediyor..)
7-Ücretsiz mesai fazlası çalışma
özendirilecek, zorunlu ödenen ek ücretler düşük
tutulacak.
Bunun eğitim iş kolunda uygulaması
da şu: ek ders ve sınav ücretleri düşük tutuldu,
sınav görevlerinde sınırlı ödeme, eğitsel kol
görevlerine ücret ödememe uygulaması başladı.
OGYE, ekip çalışması ile çalışma gruplarını fazla
mesai yapmaya ve bunun karşılığında ücret talep
etmemeye alıştırma modelidir.
Yukarıdaki taahhütler ve atılan
adımlar, yavaş yavaş GATS anlaşmasının uygulama
zemini hazırlamış görünüyor. Şimdi sıra Yukarıdan
aşağıya devletin yeniden yapılandırılmasının yasalarını
çıkarmakta. Yani artık uygulama dönemi. Bunun
için bir dizi yasa tasarısı hazırlanmış bekliyordu.
Hükümetlerin "Reform" diye sundukları
bu yasalar, kamunun ve kamu çalışanlarının tasfiyesini,
hizmetin ticaretleşmesini ve köleliğin yasallaşmasını
sağlayan "yıkım"dan başka bir şey değildir.
Dayatılan yasalar başta "kamu yönetimi temel
kanunu" ile birlikte, "İller yasası",
"Mahalli İdareler" ve "Yerel Yönetimler
Yasası", Çalışma hayatı ile ilgili yasalar
olan "İş Yasası", ? 0;Kamu Per Rejimi
Yasası".
İŞ YASASI NE GETİRİYOR
Kamu işçileri ile ilgili mevcut
düzenlemeyi sağlayan 1475 sayılı yasa değiştiriliyor.
Yeni iş yasası ile:
1-Kıdem tazminatı kalkacak.
2-İşyeri devri (sigorta kesintiye
uğratılacak, ödenmeyecek. Sigortasız ve tazminatsız
çalıştırma yasallaşacak)
3-Ödünç işçi havuzu (İşveren emeğini
ucuza satın aldığı gibi işçisini başka işverene
kiralayabilecek. Yani işçinin bedeni de metalaşacak)
ile köle tüccarlığı yasal hale gelecek.
4-Taşeronlaşma yasallaşacak.
5-Çalışma saatleri 8 saatin üzerinde
olacak
6-Fazla mesaiye ücret ödenmeyecek,
yerine "telafi edici çalışma" getirilecek.
(Örneğin fazla çalışmanın karşılığında izin kullandırılacak...)
Daha önce meclisten geçen "İş
Güvenliği Yasası" nın 15 mart 2003 tarihinde
yürürlüğe girmesi gerekiyordu. Ancak dışardan
DTÖ, IMF ve Dünya Bankasının, içerden de TÜSİAD
ve TİSK’in dayatmasıyla İş Yasasının biran önce
çıkartılıp "İş Güvenliği Yasasının"
yürürlüğe girmesinin ertenlenmesi isteniyordu.
Nitekim AKP hükümeti İş Yasasını hızla görüşmeye
başladı, ancak yetişemeyince 3 ay sonraya erteledi.
Bu arada patronların istediği bir şey daha yaptı;
"İş Güvenliği Yasasının" da yürürlüğe
giriş tarihini 3 ay uzattı. Şimdi sıra memurlarda..
VE 657 KALKIYOR...
KAMU PERSONELİ REJİMİ
İş Yasası ile işçiler için getirilen
hükümlerin benzeri de kamu personeli için dayatılacak.
Yasa, fazla sayı(!)daki memurları tasfiye etmenin
ve mesaisi belli olmayan bir ortamda çalışmaya
zorlanacak az sayıdaki personeli rekabet ortamına
sokmanın yasasıdır. Bu yasa ile ne hedefleniyor?
657 sayılı Devlet Memurları Kanunundaki ceza ile
ilgili maddeler (Disiplin, soruştuma ve yaptırımlar),
yeni yasada daha da ağırlaştırılarak geçiyor.
Taslakta memuru işten çıkarma yetkisi illerde
valiye, ilçelerde kaymakama veriliyor.
Memur istihdamına son verilecek.
2 milyon kamu çalışanının sayısı 300 bine düşürülecek.
Norm kadro uygulaması ile çakılı
kadrolar oluşturulacak.(300 bin kadro, kilit kadrolar
demektir. Bu da bürokratlardan ve yöneticilerden
oluşan kadro olarak kalacak)
Kadro dışı personel tasfiye edilecek
Sözleşmeli personel uygulaması
getirilecek
Kıdeme, kadroya göre değil, "Performans"a
göre ücret uygulanacak
Esneklik. Üretim esnekleştirilecek.
Yıllık sözleşme değil, aylık sözleşmeler uygulanacak
ve bir yıl içerisinde birkaç kez işe girip çıkmalar
yaşanacak.
Esnek üretime dayalı olarak zorunlu
ücretsiz izne ayırmalar gerçekleşecek.
Ödünç memur çalıştırma yasallaşacak.
(İş Yasasındaki gibi)
Sosyal güvenlik sistemi değişecek:
Emekli Sandığı, SSK ve BAĞ-KUR tek bir havuzda
toplanacak.
Çalışma Usulünde verimlilik: Toplam
Kalite Yönetimi esasları işletilecek.
Milli Eğitim Bakanlığı da hiç zaman
yitirmeden personel rejiminde tasarlanan değişikliğe
uygun taslağı görücüye çıkardı.
Eğitim Kurumları ile İlgili Taslakta
neler var?
Her Eğitim Kurumu için Döner Sermaye
İşletme yönetmeliği hazırlanıyor. Her okulun 2
müdürü olacak. Biri İşletme Müdürü (Eğitimle ilgisi
olmayacak; işletme ve iktisatçı olacak), diğeri
eğitim yöneticisi.
Öğretmenlikte kademeli geçiş. Stajer
öğretmen (deneme süresi 3 yıl), Öğretmen, Uzman
öğretmen ve Baş öğretmen statüleri geçerli olacak.
Performans değerlendirmesi yapılacak
(Pilot okullarda uygulama başlamıştır.)
Kıdem ücreti yerine performansa
göre ücret uygulaması başlayacak.
Norm dışındakiler sözleşmeli çalışacak.
Ödünç çalıştırma burda da geçerli
olacak. Öğretmen, hizmetli, memur birden çok kurumda
görevlendirilecek.
Üretimde TKY esasları işletilecek(yine!)
TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ Nedir?
Başından beri çalışanlara yutturulan
Toplam Kalite Yönetimi (TKY), Liberalizasyonun
etüdü oldu. Okullarda uygulanan OGYE, MLO projesi
ve Norm Kadro Yönetmeliği, TKY’nin adım adım örülmesinden
başka bir şey değildiBugüne kadar özel işletmelerde
uygulanan TKY, artık kamuda da uygulanıyor. Tamamen
piyasa koşullarında oluşturulan TKY ile kaliteli
mal ve hizmetlerin üretileceği iddia edilmektedir.
‘Sıfır hata ile müşteriye ulaşmak’ gibi kulağa
hoş gelen hedefler belirlenmiştir. Oysa uzun ömürlü
mal ve hizmet üretmek, serbest rekabete dayalı
liberalizmin işine gelmez. Kısa süreli kullanım
ve piyasanın canlılığı, müşterinin sürekli talebi
ve sürekli kâr güdüsü esastır. Bu nedenle Toplam
Kalite anlayışında amaç, ürün kalitesini ve insanın
yaşam standardını yükseltmek değil, kâr döngüsünü
sürdürmektir.
TKY’de Kalite çemberlerine katılım, gönüllülük,
‘beyin fırtınası’ ile üretim gibi propagandası
yapılan işleyiş var. Oysa çalışanlar, iş güvencesinin
olmadığı, ücret artışının da kalite çemberlerinde
mesai sonrası yaptığı çalışmalara bağlı kılındığı
bir işyerinde kendilerini TKY uygulamaları içinde
zorunlu olarak bulmaktadırlar. Kalite çemberi
içinde beyin fırtınası ile tartışacakları şey;
verimi arttırmak ve fazla mesaiye gönüllü olarak
evet demektir. Buna karşın özlük haklar, ücretler,
sosyal haklar ve kişisel problemler kalite çemberlerinde
tartışılmayacaktır.
TKY’yi başlatan Japonya, üretimi
fazlasıyla arttırdı. Şöyle ki; Toyota fabrikasında
daha önce 6 saatte yapılan presleme işini 1 saat
12 dakikaya indirdi... Bu sistemde çalışanların
durumu ne oldu? İşçiler günde yaklaşık 18 saat
çalışarak bedenlerini ve beyinlerini fabrıkanını
verimlilik artışına adadılar. İşi garantilemek
için de yoğun bir rekabete girdiler.
Sonuç:
-Verimlilik arttı
-Sendikasızlaşma arttı
-İşçilerde ani ölümler de arttı.
İnsan Hakları Komitesinin açtığı davalara göre
yoğun çalışma ve rekabetin yarattığı stres sonucu
kalp hastalığına yakalananları oranı %54,1. Bunların
4,152’sinin ani ölümü ile ilgili dava açılmıştır.
Sözü edilen Kaliteden kasıt budur.
Üç kişinin (giderek dört, beş kişinin) yerine
bir kişinin çalışması, onların yapacağı işi tek
kişinin ücretiyle yapması demektir. .Emeğin ucuzlatılması
politikası. Performansın da ölçütü bu olacaktır.
Kim ki bu performansla çalışırsa, onunla sözleşme
yapılacaktır. Bu tempo ile sunulan hizmetin kalitesi(!)
de ortada.
Eğitim iş kolunda bu kıstasla çalışan
bir eğitimcinin vereceği eğitim işveren açısından
kalitelidir. Ancak veli ve öğrenci açısından içi
boşaltılmış bir eğitim olacağı kesin. Üstelik
bu hizmeti çok pahallıya satın alacaktır. Özelleştirilmiş
bir eğitim sisteminde "parası olan okusun"
ya da "paran kadar oku" dayatılacaktır.
Görüldüğü gibi Kamu Personeli Rejimi
ile, eğitim ve sağlık da dahil Kamusal alanın
tamamı GATS taahhütleri gereğince piyasanın acımasız
ellerine terkedilecektir. Bu tasarılar, ülkenin
gerçeği ve ihtiyaçlarından hareketle değil, tamamen
uluslar arası sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda
hazırlanmıştır. Çünkü, ne söylendiği gibi kamu
harcamaları fazladır, ne de devlet memurlarının
sayısı devlete yük olacak kadar çoktur. Türkiye’de
toplam memur sayısı 2 milyon olup, ülke nüfusuna
oranı %3,2 dir. Oysa AB ülkelerinde bu oran ortalama
%6,9 dur. Türkiyede bilinçli olarak uygulanan
yoğun bir işsizleştirme ve yoksullaştırma politikaları
neticesinde büyük bir yeni işçi kitlesi oluştu.
Tarımın tasfiyesiyle, ardından kamu alanında yaşanacak
işçi-memur tasfiyeleriyle bu yeni işçi kitlesi
olağan dışı bir orana ulaşacaktır. Üstelik büyük
bir oranı genç olan bu yeni işçi kitlesi sermaye
için ucuz emek cenneti demektir. Bu nedenle IMF’nin
fazla kaybedecek zamanı yoktur. AKP’nin de "Acil
Eylem Planı"nda bu vardır.
AKP ve "Acil Eylem Planı"
Tarih, 21 kasım 2002.. (Radikal)
. Yeni hükümetin Başbakanı Abdullah GÜL
Soru: Kilit konumda olanlar kadrolu, diğer tüm
çalışanlar sözleşmeli olacak. Bu nasıl olacak?
Abdullah GÜL: "Büyük projeleri çok dikkatli
bir hazırlık yapmadan açıklamıyoruz. Şu anda çok
mesul bir kişi olduğum için söyleyemem. Ama çok
hantal bir sistem var.. Bu sistemi Performans
ölçüm sistemine ve belirli kriterlere bağlı hale
getireceğiz... Bir taraftan sistem değişmeli ama,
insanların şahsıyla ilgili değişiklik olacağı
için memurları huzursuz etmeden yapmalıyız."
SONUÇ
AKP’nin hükümet olduktan 5 gün
gibi kısa bir süre içinde Acil Eylem Planına bu
yıkım yasalarını alması gösteriyor ki, IMF ve
Dünya Bankası, seçtirdikleri kukla hükümetlere
kendi eylem planlarını uygulatmaktadır. Öte yandan
emek örgütlerinin bu yasalar karşısında takındıkları
pasif tutum da oldukça düşündürücü. 1980’lerde
fiili olarak başlayan bu süreçten haberdar olmamaları
mümkün değil. Zira Şubat 2003’te AKP’nin taze
başbakanı Abdullah GÜL başkanlığında hükümet,
Personel Rejimi ile ilgili bir istişare toplantısı
düzenledi. Toplantıya Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve
KESK gibi sendikaların genel başkanları da davetliydi
ve o toplantıda hükümetin 2003 yılı sonuna kadar
bu reform yasalarının çıkartılması hususundaki
kararlılığı kesin olarak ifade edildi. Buna rağmen
sendikaların ve özellikle KESK’in, harekete geçmek
konusundaki çekingen tavırları, kuşku uyandırıcıdır.
Durum gösteriyor ki, geleneksellik, artık kanına
işlemiş olan bu örgütlerin muhalefet edecekleri
yok. Güçlü bir muhalefet için de gerekli olan
tek şey, mülksüzleştirilen ve yoksullaştırılan
halkın; çalışanıyla, işsizi ile buluşacağı ortak
bir mücadele zeminini yaratmaktır.
|