Yeni iş yasası
çağı yakalamak, Avrupa Birliği (AB) müktesebatına
uyum sağlamak gerekçesi ile sermayenin istekleri
doğrultusunda TBMM'nde kabul edildi. Daha önce
de iş güvencesi sağladığı ileri sürülen bir yasa
kabul edilmiş, yürürlüğe giriş süreci yılan hikayesine
dönmüştü. İş güvencesine sahip olan bir işçi çalışırken
bugününden ve geleceğinden kaygı duymaz, güven
içinde yaşar. Ne var ki, "küreselleşme"
denilen yaşadığımız süreçte çalışanların bugününden
ve yarınından emin olmaları istenmez. Çünkü, onlar
ne kadar korku ve kaygı içinde iseler o kadar
uysallaşıp, her şeye buyun eğen teslimiyetçi bir
kimliğe, kişiliğe bürünmüş olacaklardır. Kuşkusuz
bu kişiliğin yaşama yansımaları ise oldukça farklı
olacaktır. Yeni İş Kanunu'ndaki düzenlemeler,
tam da bu türden bir işçi kimliği, kişiliği oluşturmaya
çalışmaktadır. Kuşkusuz İş Güvencesi Yasası ile
büyük bir içinde bunu gerçekleştirmektedir. Hem
İş Güvencesi ile ilgili düzenlemeler hem de iş
yasasındaki düzenlemeler çalışanlar için büyük
bir gözaltı olup, işyerlerini birer F Tipine dönüştürmüştür.
Yeni düzenlemeler ile işyerleri artık işverenler
için daha kolay denetlenebilir büyük birer hapishaneye
dönüşmüştür. Birer hapishaneye dönen bu işyerlerinin
temel özelliği tıpkı 1791 yılında İngiliz "reformcu"
Jeremy Bentham Panoptikon hapishanelerine benzemesidir.
Kuşkusuz mekan olarak değil, felsefe olarak. Panoptikon
hapishane planında merkezde bir denetleme mekanı
çevresinde de hücreler olan bir bina tasarlanır.
Hücredekiler gözlenip gözlenmediklerini bilmezler,
ancak sürekli olarak gözlendikleri duygusunu yaşarlar.
Çünkü hep kendilerini gözleyen birisinin olduğunu
düşünürler, ama dışarısını göremedikleri için
ne zaman kim taraftan denetlendiklerini, gözetlendiklerini
bilmezler. Yaşanması istenen duygu sürekli gözetildikleri
ve denetlendikleri yönündedir. Hücrelerinde ise
saklanacak, gizlenecek bir yerleri yoktur. Her
şey açıktır. Bu durumda mahkumlara kurallara itaat
etmek, "uyum"lu davranmaktan başka bir
şey kalmıyordu. Tersini sorgulamak bile anlamsızdı.
İşte Türkiye'deki çalışma hayatını düzenleyen
yasalar da bunu gerçekleştirmekte, işçilere işverene
karşı itaatkar olmak ve uyum içinde emirlerini
yerine getirmekten başka bir seçenek bırakmamaktadır.
Kısaca bir iki örnek ile bu büyük gözaltıyı ve
işyerlerinin birer panoptikon hapishaneye dönüştürülüşünü
açıklamakta yarar var. Bir işçi iş güvencesi sağlayan
en az 30 işçinin olduğu yerde çalışma ve altı
aylık kıdeme sahip olma gibi koşulu yerine getirse
de iş güvencesine sahip olamamakta, sürekli olarak
işgüvencesi olanaklarından yararlanamadan işten
atılma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Çünkü,
işveren bir işçiyi her an işçinin yetersizliği
ve davranışları nedeni ile işten çıkarabilir.
Çalışma temposunu ve üretkenliği bir işçinin fiziksel
ve zihinsel gücünün üzerinde belirleyen bir işveren
için bir işçiyi her zaman işten çıkarmak mümkündür.
Örneğin en çalışkan işçinin bile günde 85 gömlek
üretebileceği bir yerde işçinin yeterliliği günde
100 gömlek üzerinden belirlendiğinde işçi için
geriye sadece tek bir seçenek kalmaktadır: işten
atılmamak için, ustabaşının, şefin denetimine
bile gerek kalmadan "gönüllü" olarak
konulan hedefe yaklaşmak için yoğun bir çaba göstermek,
diğer işçilerden daha az gömlek üretmemek. Bu
yöntem, bu otodenetim işçinin verimliliğini artırırken,
onu yoğun bir çalışma temposuna zorlarken, işverenin
karlarına kar katmaktadır.
İş güvencesi ile ilgili yasal düzenlemeler panoptikon
hapishane ile bir denetim ve itaate sağlar da
iş yasası bundan geri kalır mı? Hayır. İş Yasası
yeni değişikliklerle bu büyük gözaltıyı daha da
pekiştirir. İş Yasası'nın 2. Maddesindeki "asıl
işveren-alt işveren" olarak adlandırılan
taşeronluk bunun en önemli araçlarından biri olup,
işçilerin kimlik ve kişilik aşınmasında önemli
rol oynayan bir düzenlemedir. Başlangıçta güçlü
sendikaları etkisizleştirmek için hayata geçirilen
bu uygulama, artık düşük ücretli işçi çalıştırmanın,
iş güvencesinden yoksun bırakmanın, kazanılmış
hakları vermemenin, kamu kesiminde özelleştirmenin
aracı olmuştur. İşsizliğin yüksek olduğu Türkiye'de
asgari ücretin altında bile çalışmaya razı olanların
var olduğu biz zamanda taşeron işçileri birikmiş
ücretlerini bile istemekten çekinmektedir. Düzenli
bir gelir elde etmeden yoksun kalan işçiler ekonomik
yaşam kadar işverene koşulsuz itaat nedeniyle
sosyal yaşamlarında da önemli sıkıntılarla karşı
karşıya kalmaktadır. Eve düzenli gelir getirememe,
yoğun çalışma, her an işsiz kalma gerilimi yaşayan
işçiler yoğun bir stres baskısı altında kalmakta,
adeta bir hapishanede yaşamaktadırlar. Uygunsuz
davranışları ile her cezalandırılacakları bir
hapishanede. Bunun sonuçları ise oldukça ağır
olmaktadır. Sürekli itaatin yarattığı gerilimin
sonuçları oldukça ağır olmaktadır. Öfke örgütlü
ve sağlıklı bir mücadele yerine, ilkel ve sağlıksız
bir tepkiye dönüşmekte, ailesine, sınıfına, topluma
yabancılaşma sürecini hızlandırmaktadır.
Taşeronluk sistemi yetmemiş olmalı ki, tasarıda
adı "ödünç iş ilişkisi", yeni iş yasasında
da "geçici iş ilişkisi" olan yeni bir
iş ilişkisi düzenlenmiş, böylece işçilerin işverene
itaatinin, büyük gözaltındaki oto denetimin temelleri
pekiştirilmiştir. Ancak yasanın gerekçesinde bu
yeni iş ilişkisinin AB müktesebatına uyum çerçevesinde
yapıldığı, yer yer uygulamada da görüldüğüne dikkat
çekilmiştir. Uygulamada görülmüş olması bunu yasalaştırmayı
değil, işçi lehine kaldırmayı gerektirirken, tam
tersi yapılmıştır. İş Yasası'nın 7. Maddesi ile
düzenlenen "geçici iş ilişkisi" şöyledir:
" İşveren, yazılı rızasını almak suretiyle
bir işçiyi başka bir işverene iş görme edimini
yerine getirmek üzere geçici olarak devrettiğinde
geçici iş ilişkisi gerçekleşmiş olur. Bu halde
iş sözleşmesi işverenle devam etmekle beraber,
işçi bu sözleşmeye göre üstlendiği işin görülmesini,
iş sözleşmesini geçici iş ilişkisi kurulan işverene
karşı yerine getirmekle yükümlü olur. Geçici iş
ilişkisi kurulan işveren işçiye talimat verme
hakkına sahip olup, işçiye sağlık ve güvenlik
risklerine karşı gerekli eğitimi vermekle yükümlüdür.
Geçici iş ilişkisi belirli süreli ve yazılı olarak
yapılır, gerektiğinde en fazla bir defa yenilenebilir."
Bu düzenlemeyle bir işveren dilediği işçiyi, dilediği
işverene "geçici" olarak verebilecektir.
Her ne kadar yasada, işçinin yazılı rızasının
alınması gerektiği belirtiliyorsa da bu uygulamada
olanaksızdır. İşsizliğin yüksek olduğu, iş bulabilmek
için daha düşük ücretlerle çalışmaya razı pek
çok insanın olduğu bir yerde işçiler bu rızayı
"gönüllü" olarak göstermemezlik edemezler.
Yasada işçinin geçici olarak aynı semtte, kentte,
aynı iş kolunda bir başka işverene verilip verilmeyeceğini
açıkça ortaya koyan bir düzenleme yoktur. Bunun
anlamı, asıl işveren isterse işçisini farklı bir
kentte, farklı bir işkolundaki işverene ödünç
verebileceğidir. Örneğin Cam sektöründe Mersin'de
çalışan bir işçiyi işveren Lüleburgaz'daki işletmesine
"geçici" olarak göndermek isteyebilir.
Bu durumda tüm düzenini Mersin'e göre kurmuş olan
işçinin iki seçeneği vardır. Ya işverenin bu isteğine
"rıza" gösterip Lüleburgaz'daki işletmeye
gidecektir, ya da bir süre işten ayrılmak zorunda
kalacaktır. Çünkü, işveren verdiği talimatı yerine
getirmeyen bu işçiyi daha fazla çalıştırmak istemeyebilir,
bu nedenle iş yükünü ağırlaştırabilir, işçiyi
işten ayrılacak düzeye getirecek bir tacizde bulunabilir.
Ya da buna bile gerek görmeden uygun bir gerekçe
göstererek hemen işine son verebilir. İşine son
verilen işçi artık bir gelirden yoksundur. İşverenin
teklifine mecburen "rıza" gösteren işçinin
ise yaşantısı alt üst olacaktır. Evli ve eşi çalışıyor
ise bu işçiye düşen ise yaman bir ayrılık. İşçi
iki seçenekle karşı karşıyadır. Ya yalnız gidecek,
ya da eşini de işten çıkartarak beraber gidecektir.
Bu çiftin eğitim çağında çocukları varsa, çocukların
sorumluluğu da eşlerden birine kalacaktır. Böylesi
bir yaşantı büyük huzursuzlukların kaynağı olmaktan
başka bir anlama gelmemektedir. Ancak böyle bir
yaşantı ile karşılaşmamak için panoptikon hapishanenin
kurallarına uymak gerekir: işverene koşulsuz itaat,
sürekli denetim ve gözetimin olduğu düşüncesi
ile işe, işyerine uyum ve üretken çalışma. Çünkü
hep biri sizi gözetliyordur duygusu ruhunuza işlemiş,
zihninizin tüm kıvrımlarında yer almıştır.
Yasa ödünç işçiliğin ne kadar süre ile gerçekleşeceğine
yönelik bir üst sınır da belirlememiş, sadece
"Geçici iş ilişkisi belirli süreli ve yazılı
olarak yapılır, gerektiğinde en fazla bir defa
yenilenebilir." demekle yetinmiştir. Bu durumda
bir işveren işçisini bir yıllığına ödünç verebileceği
gibi, belirli bir süre olarak on yılığına da verebilir.
On yıllık gibi uzun süre ile geçici işçi vermek
artık o işçinin ilk bulunduğu mekanla ilişkisinin
kesileceği, yeni bir sosyal ilişkiler ağı kuracağı
anlamına gelmektedir. On yıl sonra ise, geçici
işçiliğin bir kez daha uzatılmayıp, eski işine
dönmesi sosyal ilişkileri yeniden kurmasına yol
açacaktır. Ancak uzak mekanlara ikişer yıllık
olarak geçici işçi olarak göndermeler ise bu türden
sosyal ilişkilerin kurulmasını da önleyecektir.
Üstelik işçi sınıfının sürekli rotasyona tabi
tutulduğu böyle bir durumda sınıf bilinci ve dayanışması
da yeterince gelişmeyecektir. Geçici olarak gidilen
yerdeki ücretlerin düşük olması ise önemli gelir
kaybına yol açacaktır. Örneğin cam sanayiinde
800 milyon liraya çalışan bir işçi 300 milyon
lira alınan tekstil sanayiindeki bir işyerine
geçici olarak gönderildiğinde, orada geçireceği
süreye bağlı olarak da, önemli bir gelir kaybı
ile karşı karşıya kalacaktır. Yaşam düzeyi düşen
işçi ek iş bulmaya, fazla mesaiye kalmaya yönelecek,
eski gelir düzeyine ulaşamadıkça gergin ve huzursuz
bir yaşam sürecektir. Üstelik bu işçinin kredi
borcu, yüksek taksit ödemesi gibi yükümlülükleri
de varsa sorun daha da büyük olacaktır. Panoptikon
hapishane burada da koşulsuz itaatin gereklerini
yerine getirmekte, işçiye büyük gözaltında olduğunu
her hatırlatmaktadır. İşçi bu duygulara kavuştuktan
sonra geriye kalan ise hiçbir şey olmaktadır.
Çağdaş, AB'ye uyum çerçevesinde hazırlanıp, kabul
edilmiş İş Yasası'nın büyük gözaltısının, panoptikon
denetiminin araçları yukarıdakiler ile sınırlı
değildir. Bu örnekleri artırmak mümkündür, ancak
bu kısa değerlendirme bile yasa ile birlikte işçilerin
dünyasının alt üst olacağını, birer panoptikon
hapishaneye dönüşmüş işyerlerinde nasıl itaatkar,
kendi kendini denetleyen, sürekli gözetlendiğini
düşünen kişilere dönüşeceklerini çok açık olarak
ortaya koymaktadır. Yasa, artık sadece işyerinde
işçi üzerinde bir egemenlik peşinde değil, egemenliğin
çeperi genişletilmekte, eve, kahveye, sokağa taşınmaktadır.
İşçi yaşamının her anında, ister çalışsın, ister
çalışmasın sermayenin denetimi, gözetimi altındadır.
İşçi artık insani gereksinimleri olan, bunu tüm
veçheleri ile yaşayan bir özne değil, işveren
için sürekli denetim altında tutulacak, panoptikon
hapishanedeki bir mahkum olarak işin, üretim aracının
bir parçasıdır, bir nesnedir. Yen yasa işçiyi
tüm insani gereksinimlerinden koparmaktadır şeklindeki
bir değerlendirme hiç de abartı olmayacaktır.
İşçi artık özgürlüğünü kaybetmiş, sermayenin her
an kullanıp atabileceği bir tutsak köle olmuştur.
Kuşkusuz, çağdaş iş yasasına uygun olarak, çağdaş
bir tutsak köle! Hücreden kurtulup, zinciri kırıp,
özgürleşmek, dün olduğu gibi bugün de, yarın da
işçi sınıfının kendisine bağlıdır.
|