Dr. Kati Myllymaki
Finlandiyalı. 1997’den itibaren Finlandiya
Tabip Birliği Başkanlığı’nı yürütüyordu. Bir
yıl önce Dünya Tabipler Birliği Başkanlığı’na
seçildi. Dünya Tabipler Birliği’nin ilk kadın
başkanı değil ama kadın ve pratisyen hekim
olması önem taşıyor. Birinci basamağın en
iyi uygulandığı ülkelerden biri olan Finlandiya’da,
kışın 6, yazın ise 300 nüfusu olan bir köyde
halen aktif hekimlik yapıyor. Finlandiya Tabip
Birliği’nin yanı sıra uzun yıllar Finlandiya
Pratisyen Hekimlik Derneği’nde de faaliyet
göstermiş. Bir yıldır yürüttüğü Dünya Tabipler
Birliği Başkanlığı görevini ise, önümüzdeki
dönemde eş başkan olarak sürdürecek. |
Türk Tabipleri
Birliği’nin 53. Büyük Kongresi’ne katılmak üzere
Türkiye’ye gelen Dünya Tabipler Birliği (DTB)
Başkanı Dr. Kati Myllymaki, sağlıkta özelleştirmenin
sakıncalı olduğunu belirterek, sağlık hizmetlerinin
kamu tarafından yürütülmesi gerektiğini söyledi.
Dünyadaki en önemli sağlık sorununu “yoksulluk”
olarak tanımlayan Myllmaki, savaşların önlenmesi
gerektiğine işaret ederek, savaş ortamında sağlığın
bileşenlerinin oluşturulamadığına dikkat çekti.
Myllymaki, hekimlik ve tıp ortamı için etiğin
her zaman yasadan önce gelmesi gerektiğini ifade
etti.
Myllymaki’nin DTB’nin çalışmalarına ve dünyanın
öncelikli sağlık sorunlarına ilişkin olarak Tıp
Dünyası’nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
rSayın Myllymaki, öncelikle DTB ve çalışmaları
hakkında bilgi verebilir misiniz?
DTB 1947 yılında kuruldu. Kuruluş amacı Nazi Almanyası’nda
işlenen insan hakları ihlallerine, özellikle de
bir grup hekimin de içinde olduğu kişilerin, insanları
tıbbi araştırmalar yapmak için kullanmalarına
ilişkin olarak, yaşanan olayların vahşeti üzerine
bir grup doktor, biraraya gelerek DTB’yi kurdu.
1947’de hekimleri yargılamak üzere Nürnberg mahkemesi
kuruldu. Orada hekimler kendilerini savunurken
yasaları uyguladıklarını, varolan yasaların böyle
yapmalarını gerektirdiğini söylediler. Yaptıkları
yasalara uygundu belki ama etiğe değildi. Nazi
Almanya’sında ötenazi yasal bir konu idi. O dönemde
psikiyatrik hastalar, ağır hastalar ya da naziler
tarafından onanmayan kişiler ötenazi adı altında
öldürülüyor idi. 9 doktor için idama kadar varan
ağır cezalar verildi. Çünkü mahkeme şuna karar
verdi; “Evet yasalar vardır ama hekim için önce
gelen hastasının yaşamıdır, onurudur ve her koşulda
hastasının yaşamını korumak zorundadır hekim.
Yasa adı altında ölümlerine neden olmak, yardımcı
olmak etik dışı bir davranıştır.”
Ben kuruluş aşamasını anlattım ama bugün de Avrupa’da
bazı ülkelerde hala benzer uygulamalar yaşanıyor.
Örneğin Hollanda’da hekimlerin itirazına karşın
ötenazi yasal, Belçika’da da benzer şekilde; hatta
Belçika’da yasaların etiğin önünde olduğuna dair
bir yasa da var. Yani insan yaşamını hiçe sayan
yasaların olduğu ülkeler bugün de var. Bu sadece
ötenazi gibi konularda olmayabilir, insan hakları
ihlalleri, öldürmek çok ciddi birşey ya da yardımlı
intihar deniliyor buna. Bunun kadar ciddi olmasa
da bugün İzlanda’da örneğin; İzlanda halkının
tüm genetik verileri bugün bir Amerikan şirketine
satılmış durumda. Bu da aynı zamanda bir toplumun,
bir bireyin, insan haklarının ihlali anlamına
geliyor.
Tabi yalnızca etikle uğraşmıyoruz, halk sağlığı
da bizim önemli ilgi alanlarımızdan biri. Örneğin
tütün karşıtı mücadele bir faaliyet alanımız.
Kişisel olarak, Türkiye’de ne kadar çok sigara
içildiğini görmekten şaşkınlık duydum. Sağlık
alanında da tıpta da bazı modalar var. AIDS, kolesterol
vs ama bugün dünyada bir numaralı
öldürücü tütün. Buna karşı doktorlar, hemşireler
ve medya çalışanları işbirliği yaparak bir mücadele
yürütmeliler.
r
DTB dünyadaki en önemli sağlık sorununun ne
olduğunu düşünüyor?
Yoksulluk bir numaralı sağlık sorunudur, çünkü
insanlar aç kalmışsa, içecek temiz suları yoksa,
iyi bir konutta oturmuyor ise, onun sağlıklı olmasından
söz etmek ve sağlık çalışanından bir şey beklemek
mümkün değil.
r
Bugün DTB’nin en önemli gündem maddeleri arasında
neler var?
İki ana konu gündemimizde. Biri araştırma etiği
ile ilgili Helsinki Bildirgesi. Şu anda DTB, özellikle
araştırmalardaki deneklerin haklarını korumak
için bir takım önlemler alıyor. Çok yoksul insanların
yaşadığı bir Güney Afrika ülkesinde örneğin, uluslararası
bir firma geliyor, oradaki insanlar üzerinde araştırmalar
yapılıyor, oradaki araştırmanın sonuçlarından
batılı ülkelerin insanları ve uluslararası büyük
firmalar, tekeller yararlanıyorlar. Dolayısıyla
bu adaletsizliği gidermek için bir takım önlemler
almaya çalışıyor DTB. Bundan sonraki ilk toplantımızda
Eylül ayındaki genel kurulda, çok üst düzey uzmanlar,
bu denge nasıl sağlanacak,-tabii ki araştırmadan
vazgeçilemez- ama insanlar suistimal edilmeden
nasıl araştırma yapılacak ve sonuçlarını tüm dünya
insanların yararına nasıl sunabiliriz’i tartışacaklar.
Bu üst düzey uzmanlar arasında ABD’deki FDA ilaç
örgütü, Kanada üniversiteleri, suistimal edilen
ülkeler ve Güney afrikadan uzmanlar olacak.
İkinci gündem maddemiz İstanbul Protokolü. Bunu
da Eylül’de konuşacağız. İstanbul Protokolü, geçtiğimiz
yılların dökümanı, çok yeni bir doküman, bir Birleşmiş
Milletler vesikası. Ama bunun oluşumunda DTB,
TTB, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) çok aktif
rol aldı. Şimdiye kadar, otopsinin standart biçimde
yapılması için protokoller vardı ama işkencenin
tanımasına ilişkin bir doküman yoktu. Çok bilimsel
bir dökümandır. İşkencenin orta ve uzun dönemde
etkilerinin tanınmasıyla ilgili bir standardizasyon
dökümanı. İster BM dökümanı olsun, ister DTB dökümanı
olsun, en istemeyeceğimiz şey iyi bir çalışmanın
hazırlanıp raflarda kalması. İstanbul dökümanı
için de bunu düşünüyoruz. AB’den 1 milyon euroluk
bir destek alındı DTB olarak, 5 ülke pilot olarak
seçildi ve buralarda konunun bazı politikaları
anlatılacak. Türkiye bu pilot çalışmanın içinde
yok, çünkü daha önce bunun çalışması Türkiye’de
yürütüldü.
r
Dünya Tabipler Birliği’nin Irak’la ilgili çalışması
var mı?
Her zaman savaş karşıtı olmak hekimlerin temel
etik sorumlulukları. Çünkü savaşın pekçok olumsuzluğu
yanı sıra, insanları yoksullaştırdığını, elektriksiz,
susuz bıraktığını, hastalıklara meyli artırdığını
en iyi hekim bilir. Bu nedenle DTB de bir hekim
birliği olarak diğer sağlık meslek örgütleriyle
birlikte bir açıklama yaptı. Savaşa neden karşı
olunduğunu ve savaşta insanların nelerle karşılaştığını
anlatan bir açıklama yaptılar. Barış sağlığın
belirleyici arasında en önde geleni. Barış olmazsa
sağlığın belirleyicileri olarak tanımladığımız
unsurların hiçbiri olmaz. Dolayısıyla en temel
savunacağımız şey barıştır. Kongo’da olanlar unutulmuş
vaziyette, ortadoğu’da olanlar unutulmuş vaziyette.
Afganistan’ı örnek verebilirim.
Çatışma durmuş gibi görünmekle birlikte, savaşın
getirdiği en kötü şeylerden biri ülkelerin tüm
yapısallıklarını bozması. Örneğin Afganistan’da
bütün sosyal bütünlük bozulmuştur. O dayanışma
duygusu. Örgütlülük disiplinle ilgili teşkilatlar
ortadan kalkmıştır ve şu anda insanların sağlıklı
olduğundan söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla
önce savaşı önlemek gerekmektedir. Biz ülkelerin
politik durumlarına, kimin iktidarda olduğuna
bakmayız. Biz insanların sağlık hizmetlerine ulaşabilmeleri
konusunda bir telaş içindeyizdir.
r
DTB’nin Türkiye’nin sağlık sorunlarına ilişkin
tespitleri var mı? Varsa önerileriniz neler?
Sağlık sistemleri ile ilgiliyse sorunuz, bu konuda
dışardan gelen hiç kimse, hiçbir ülkeye herhangi
birşeyi öneremez, bu ülkelerin kendilerinin tercihleri
olmak zorundadır. Bizim üyelerimiz içinde Amerikan
Tabipler Birliği var. Fevkalade özelleştirmeci
bir sağlık sistemi önceliyor. Dünyaya da önerdiği
model bu; kendi kaotik özelleştirmeci sistemi.
Benim ülkemin de içinde olduğu İskandinav ülkeleri,
İsveç, Norveç Finlandiya, daha çok sağlığı sosyal
bir hizmet grubu olarak sunan, bir kamu hizmeti
olarak algılayan ülkeler var. Örneğin benim ülkemde
sağlık hizmetleri tamamen vergilerden alınan parayla,
vergilerden oluşmuş bütçeyle karşılanıyor. Benim
ülkem, hiçbir başka ülkenin sağlık sisteminden
etkilenmek istemez, kendi sistemini de değiştirmek
istemez. Çünkü birinci basamağı kuvvetlendirmiş,
vergilerden alınmış parayla ücretsiz sağlık hizmeti
sunan bir ülke Finlandiya. Bunu hiçbir şekilde
değiştirmez.
r
Buradan, genel olarak aslında sağlıkta özelleştirmenin
sakıncalı olduğunu ve sağlık hizmetlerinde kamusal
anlayışın öne çıkması gerektiği sonucunu çıkarabilir
miyiz?
Evet kesinlikle öyle. En azından Finlandiya’da
öyle algılanan ve öyle yürütülmesi istenen bir
şey.
r
Hekimlerin firmalarla, ilaç şirketleriyle ilişkileri
noktasında DTB neler öngörüyor?
DTB’nin bu konuda yayınlanmış bir bildirgesi var.
Orada bu konu detaylarıyla yer aldı (15 Mart 2003
Tıp Dünyası). Birincisi hekim bağımsız olmalı.
Hekim için öncelikli olan hastasıdır. Bazı şeyler
yasal yollarla, yasalarla bile yapılabilir. Ama
etiğin dışına çıkıldığı zaman hekimlik yasaları
ihlal edilmiş demektir. Burada yasaya düşmüş olmak
da önemli değil, mahkemeye düşmüş olmak da, etiğin
ihlal edilmesi daha kapsamlı bir şey. Tabii biz
biliyoruz, yalnızca ilaç endüstrisi değil, tıbbi
teknoloji endüstirsi de var. Burada en başta gelen
şey şeffaflık. Hangi firma ne nedenle hangi fiyatı
verdiği için ve neden o firma seçildi bunu bütün
toplum bilmek zorunda. Bunun için en önce yapılacak
şey ihalelerin bütün açıklığıyla izlenmesi ve
bunun topluma duyurulması.
r
Bildirgenin geldiği son aşama nedir?
Biraz önce konuştuğumuz gibi, adi bir suç olan
bir şey var ilişkide. Ama gözünüzün önünde cereyan
eden bir ilişki boyutu var. İlaç endüstirisi eğitim
alanına giriyor. Tıp çok hızlı ilerliyor ve bizim
kendimizi sürekli donatmamız gerekiyor. Biz dolayısıyla
bu kongreleri yapmak zorundayız. Ama bu kongreleri
bir ilaç firması düzenliyorsa, yüzde 50 eğitim
içinse, yüzde 50 satış için olabilir. Bunu ortalama
bir hekimin anlaması her zaman kolay olmayabilir.
Mümkün olduğunca endüstrinin katkısını azaltacağız
ve programların organizasyonlarının endüstiri
dışı kuruluşlar tarafından yapılmasını sağlayacağız.
r
Küreselleşmenin getirdiği tüm olgular geniş
halk kitlelerinin aleyhine işliyor. Küreselleşmeden
etkilenme noktasında DTB gibi kamu sağlığını,
insanlara sağlık hizmetlerinin götürülmesini sağlamak
isteyen örgütler ne yapmalı?
Küreselleşmenin olumlu yanından hepimiz yararlanabiliriz.
Uluslararası kuruluşlar biraraya gelirse, yan
etki olarak çocuk işçiliğinin, kadınların daha
da yoksullaştırılmasının karşısında durabiliriz
eğer bir birlik olursa. Mesela mart ayında Japonya’da
dünya su forumu yapıldı. Burada içme suyunun giderek
pahalılanması oysaki dünya nüfusunun yarısından
fazlasının nitelikli içme suyundan yoksun olduğu
ifade edildi. Burada Amerika’dan Japonya’dan ve
Fransa’dan büyük su şirketleri bu alandaki tek
çözümün özelleştirme olduğunu savundular. Ama
biz de biliyoruz ki, hem insanların yüzde 50’si
temiz suya ulaşamıyor, 1 milyar insan da günde
1 doların altında bir gelirle yaşıyor, nasıl gidecekler
de şişelenmiş temiz su alacaklar özelleştirilmiş
hizmet olarak? Hindistan’dan Hindu dinine mensup
bir delege, “Su Tanrının bu dünyaya ve insanlara
bahşettiği birşeydir nasıl bunu özelleştirerek
satma cesaretinde bulunursunuz” dedi. Aynı toplantıda,
Japon tabipler birliği bir oturum düzenledi, ben
de oradaki konuşmamda, suyun ticarileştirilmesinin,
sağlığa olacak olumsuz etkilerini anlattım.
r
ABD Başkanı George W. Bush gen teknolojisiyle
üretilmiş sentetik gıdaların üçüncü dünya ülkelerine
gönderilmesine karşı çıktıkları için Avrupa ülkelerini
tutuculukla ve insanların açlığa mahkum edilmesini
onaylamakla suçluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Evet bu konuyu biliyorum. Ama uzmanlar bu konuya
kesinlikle karşı çıkıyorlar. Dolayısıyla bilimsel
olarak uzmanların karşı olduğu bir konuda etik
ya da moral bir görüş vermemin anlamı yok. Zaten
doğru değil. Aslında eğer içten olsaydı bu ülke,
askeri harcamalarına bir baksın, dünyadaki askeri
harcamaları ne kadar kışkırttığına bir baksın;
bunları yapmak yerine gıda programlarına vs. destek
olmak çok daha anlamlı olur.
Dünyada bugün yeterli gıda var ama bunun ihtiyacı
olana ulaştırılması konusunda lojistik destek
yok. Dolayısıyla bir içtenlik sorunu var. O halde,
çözüm gen teknolojisi değil, bir irade oluşturulmasıdır.
Bir politik irade göstererek, yoksulların da gıdaya
ulaşmasını sağlamaktır. Böyle bir tartışmayı başlatmak
yerine gen teknolojisi demek doğru değil.
r
Sayın Myllymaki son olarak, hekimler ve sağlık
çalışanları açısından DTB’nin önceliklerinden
söz eder misiniz?
Bizim için hekim hakları, insan hakları ve hasta
haklarından ayrılamaz. Sağlık sistemi tartışması
da aslında hekim hakkı savunmak anlamına geliyor.
Ama bazı özel durumlarda, zor durumlara düşmüş
hekimler için özel programlar geliştiriyoruz.
Türkiye’ye birkaç kez mahkemeye düşmüş hekimler
için gelindi.
|