BASINA
VE KAMUOYUNA
( TAKDİR - İ İDARİDEN TAHSİL - İ VERGİ’YE!!
)
17 Ağustos 1999 Kocaeli Depremi
üzerinden 4 yıl geçti. Beklendi ki, yerbilimcilerin
on yıllardır ülkemizin deprem riski konusundaki
uyarılarını dikkate almayan siyasal iktidarlar,
bu kez felaketten ders çıkartırlar. Yılların ihmal
ve rant politikalarıyla kırk bine yakın insanımızın
can kaybına ve yirmi milyar dolar maddi zarara
neden olan siyasal sorumsuzlar, planlı kentleşme
ve güvenli yapılaşmaya yönelik düzenlemeleri acilen
gerçekleştirirler. Olmuş ve olası afetlerin yarasını
saracak maddi, kurumsal ve hukuksal önlemleri
ivedilikle alırlar.
Ancak uzun bir zaman geçmesine
karşın, depremzedelerin yaşamsal gereksinimlerini
karşılamakta aciz kalan hükümetlerin geleceğe
ilişkin etkin ve kalıcı bir önlemde almadığı açıktır.
Bu acı gerçek Ulusal Deprem Konseyi ve Sayıştay
raporlarında da dile getirilmiştir.
Ülkemizin Jeolojik konumu nedeniyle
coğrafyamızın önemli bir bölümünde olduğu gibi,
yirmi milyon insanımızın yaşadığı İstanbul ve
çevresini etkileyecek bir yıkıcı depremin pek
yakında olduğu biliniyor. Birbiriyle örtüşen birçok
senaryoya göre yıkıma uğrayacak 70.000 binanın
30.000 kadarının yassı kadayıf gibi kat kat ve
üst üste yığılacağı öngörülüyor. Yıkıma uğrayacak
yapı sayısının 600.000 civarında olacağı tahmin
ediliyor. Bu depremde 50.000 insanımızın öleceği,
300.000 kişinin yaralanacağı, 250.000 kişinin
işyerleri yıkılacağı için işsiz kalacağı, 400.000
ailenin evsiz kalacağı öngörüsü abartılı bulunmuyor.
50-60 milyar dolarlık bir ekonomik kayıp bekleniyor.
Ve ellerimiz bağlı, bekliyoruz maküs kaderimizi.
Kaderci bir avuntuyla, “depremle birlikte yaşamaya
alışmalıyız” safsatasıyla.
Peki toplumun “huzur ve refahı
... ülküsünden ayrılmayacağına” namus ve şerefi
üzerine and içen yasama organı üyeleri, yürütmeden
sorumlu bakanlar kurulu ne yapıyor. Birkaç milyar
dolar borç alabilmek için ülkemizi sömürgeleştirecek
yasaları bir gecede meclisten geçirecek eşsiz
bir özveri(!) gösterebiliyorlar. Oysa sadece İstanbul
da milyarlarca dolarlık kayba yol açacak, her
yıl gayrısafi milli hasılanın %1-3 ‘ünü harcadığımız
doğal afetlerle ilgili yasalar meclisin ve ilgili
bakanlıkların tozlu raflarında taslak ya da tasarı
olarak bekletiliyor.
“Ekonomik kurtuluş için” AB’ye
girmek amacıyla “uyum yasalarını” uyumadan, bir
çırpıda meclisten geçirenler nedense imar yasasını,
afetler yasasını, yerel yönetimler yasasını dört
yılda düzenleyemediler. Anlaşılan siyasal iktidarın
gözünde sadece gelecek borç krediler var, eurolar
var dolarlar var. İnsan yok, çocuklarımız yok,
İstanbul’da, Bursa’da, Muş’ta, Tekirdağ’da, Çankırı’da,
Adana’da, İzmir’de, Kahramanmaraş’ta, Erzincan’da
Denizli’de, Afyon’da, Balıkesir’de, Muğla’da vd.
ölmesi, yaralanması, işsiz ve aşsız kalması beklenen
canlar yok. İnsan gözden çıkartılmış. Toplum doğal
afetler karşısında kaderiyle başbaşa, yapayalnız
bırakılmıştır. “Devletin Zirvesi” İMF’nin ertelediği
borç ödemesi karşılığında ABD emperyalizmin çıkarları
için Irak’a asker göndermek için toplanırken,
on binlerce insanımızın canına ve milyarlarca
dolar maddi yıkıma yol açacak deprem tehlikesine
karşı bir türlü toplanamamıştır. ABD’ye hizmet
tezkeresi için tatilde iken bile toplanacağı anlaşılan
Meclis, deprem için olağan mesaisindeyken bile
toplanamamıştır.
Umalım bu aymazlığın altında büyük
rant hesapları yatmasın. “Deprem yoksulları vurur”
genellemesinden hareket eden fırsatçılar beklenen
büyük yıkımı kendileri için bir yatırım olanağı
olarak görmesinler. Umalım siyasal iktidarın bu
umursamazlığı “ekonominin yeniden canlanması”
için, inşaat sektörünün dirilmesi için, yeni vergiler
ihdas etmek için, toplumun afet durumundaki itaatkar
ruh hali için, çalışanların ekonomik ve sosyal
haklarının kısıtlanması için, yeni zamlara meşruiyet
sağlamak için, enflasyona gerekçe bulmak için,
sağlık hizmetleri piyasasının gelişmesi vb. için,
felaketi bir fırsat olarak görmesinden kaynaklanmasın.
Geçtiğimiz yıl kimi iş çevrelerinin
İstanbul depremine ilişkin bilimsel görüşlerin
açıklanmasının turizmi baltaladığı iddiası bu
yaklaşımın bir belirtisi olarak hatırlarda. İnsan
yaşamını önemsemeyen, sadece kar dürtüsüyle hareket
eden bu egemen çevrelerin iktidarlar üzerindeki
etkisi biliniyor. Ancak onlar açısından korkulacak
bir şey yok. Varsıl olanaklarıyla muhtemelen işyerleri,
sağlam konutları ve değerli canları zarar görmeyecek.
Ekleyelim, ticari çıkarları da. Felaket sonrası
rantlarından yararlanacakları mutlak. Ceset torbasından,
cenaze levazımatın dan da yeterince kazanamazlarsa
eğer, mezarlık turizminden kazanacakları muhakkak.
İstanbul’da inşaa edilecek ve kapısına “Dünyanın
En Büyük İhmal ve Sorumsuzluk Mezarlığı” anıtı
dikilecek bu mezarlığı dünyanın her yerinden milyonlarca
turistin ziyaret edeceği kesin!
Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın
taşıdığı deprem, heyelan vb. jeolojik riskler
ve yaratabileceği zararlar ortada iken çözüme
yönelik adımlar atılmıyor.
Sismik anlamda aktif olan Alp Kuşağında
yer alan ülkemizde deprem olgusu göz ardı edilmeyecek
bir gerçek olup, ülkemiz bir çok fay tarafından
kesilmektedir. Yer ve konumları bilinen bu fayların
bir bölümü deprem oluşturabilecek nitelikte aktif
faylardır Dolayısıyla deprem olgusu açısından
aktif fayların izlenmesi önemli ve gereklidir.
Özellikle depreme bağlı zararların azaltılabilmesi,
bir doğa olayı olan depremin afete dönüşmemesi
için zemin koşulları dikkate alınarak mühendislik
hizmetlerinin depreme dayanıklı yapı üretimine
yönlenmesi sağlanmalıdır. Sağlam olmayan mevcut
yapıların güçlendirilmesi konusuna, ülkenin olanakları
elverdiği ölçüde ve zaman yitirmeden, ağırlık
verilmesi gerekmektedir. Ne yazık ki doğanın kendisi
bize ders vermeyi sürdürüyor. 1948’de İhsan Ketin
‘den yakın geçmişte yitirdiğimiz Aykut Barka’ya
kadar çok sayıda Jeoloji mühendisi, ülkemizin
deprem riskini ülke ve dünya bilim çevrelerine
taşımış ancak bu konudaki uyarılar yıllardır plansız
ve rant hırsının yönlendirdiği imar ve yapılaşma
politikalarında göz ardı edilmiştir.
4 yıl önce 17 Ağustos ve 12 Kasım'da
yaşadığımız depremler on binlerce yurttaşımızın
yaşamını yitirmesine 1 00 binden fazla konut ve
işyerinin yıkılmasına neden olmuştur. Fay sadece
jeolojik bir kırık oluşturmakla kalmamış, siyasal,
sosyal, ekonomik , kültürel ve bilimsel kurum
ve anlayışları da sarsmıştır .Depremden hemen
sonra sıkça duyduğumuz '' Artık hiç bir şey eskisi
gibi olmayacak'' cümlesinin de geçen 4 yılda hamasi
söylemin ötesine geçmediği kısa sürede ortaya
çıkmıştır . Geçtiğimiz 4 yıl içinde gerçekleşen
Afyon, Sultandağ, Çankırı - Orta , Tunceli - Pülümür
ve Bingöl depremlerinde yüzlerce canın yitirilmesi
bu aymazlığın devam ettiğinin göstergesidir.
4 YILDA OLANLAR
l
Ülkenin Kızılay, Sivil Savunma Teşkilatı
ve Afet İşleri gibi kurumlarının ne halde olduğu
ve liberalizm hayalleri uğruna, kamu varlıklarının
nasıl peşkeş çekilerek tasfiye edildiği ortaya
çıkmıştır. Yönetenlerin yönetemez, bilgililerin(!)
bilgisiz, ilgililerin(!) ilgisiz olduğunu deprem
açığa çıkarmıştır.
l
İnsanlarımız kışları naylon çadırlarda
geçirmiş; donmuş, yanmıştır.
l
Afet fonunda bir milyon TL. çıkmıştır.
l
Enkazlar günlerce arama kurtarma ekipleri
beklemiş, dozerle denize dökülmüştür.
l
Yıllardır çözüm önerileri sunanlar, halktan
yana olanlar suçlanmış; sözlerine itibar edilmemiştir.
l
İstanbul’da oluşabilecek bir depremin yaratacağı
felaket karşısında somut bir çözüm uygulaması
yoktur. Bedeli kimin ödeyeceği ortadadır.
l
Deprem sonrası tarım alanları, dolgu alanları
yine ihale yöntemleri ile rantçılara peşkeş çekilmiştir,
l
Doğal afetlerle birebir ilgili meslek odaları
yönetenler tarafından halen muhatap alınmamaktadır,
l
Deprem sonrası kimse, hatta sistem dahi
kendini sorgulamamıştır,
l
Bilim çevreleri de nesnel değerlendirmeleri
bir yana bırakıp rantçı zihniyete teslim olmuştur,
l
Deprem ertesinde ulusal ve uluslararası
dayanışma ve paylaşmanın en güzel örneği sergilenerek
toplanan bağışlar ve yardımlar ile Hükümet’ce
çıkarılan ek vergilerle elde edilen milyarlarca
doların oluşturduğu kaynaklara ait sağlıklı bir
bilgi kamuoyuna açıklanmamıştır. Bu konuda tek
yetkili olan ve yardımları denetlemekle görevli
Sayıştay hükümetin çıkardığı KHK’larla devre dışı
bırakılarak anayasal suç işlenmiştir.
l
Ülkede kentleşme ve sanayileşme politikalarının
yeniden gözden geçirilmesi gerekirken yapılmamıştır.
l
4708 Sayılı Yapı Denetim Kanunuyla temel
bir kamu hizmeti olan denetim konusu özelleştirilerek
piyasanın kar hırsına terkedilmiştir.
l
“Deprem kavramını bir kazanç kapısı yapan
ve her depremden sonra ekranlara fırlayarak sözde
bilimsel açıklamalarla kendisini ve şirketini
pazarlayan yer röntgencisi rantçı profesörler
ve bilimadamları türemiştir.
l
Deprem fuarları açılıp, deprem nasıl pazarlanır,
nasıl paraya çevrilirin hesabı yapılmıştır.
l
Eski müteahhitler yeni yapı denetimcisi
yapılmışlardır.
l
Depremzedelere yapılan prefabrik konutları
su basmıştır.
l
Deprem felaketinden sonra kaybolanlar halen
bulunamamıştır.
l
Yurt içinden ve yurt dışından gelen yardımlar
nerede, nasıl ve kime harcandı halen açıklanmamıştır.
l
Yerel yönetimlerimiz deprem konusunda halen
bilgisiz ve ilgisizdirler.
l
4 yıldır hiçbir politikacı depremzedelerin
sorunlarını paylaşmamıştır.
l
Olabilecek yeni depremler için hiç bir
hazırlık yapılmamıştır.
l
“Deprem yaralarını sarmak” için çıkarılan
“Ek vergiler” başka amaçlar için kullanıldı. Çeşitli
adlar altında toplanan 7 kat trilyon para’nın
4 katrilyonundan azı bu amaçla kullanıldı.
l
Siyasi iktidarlar bu geçici vergileri kalıcı
duruma getirdi. 2003 yılının Ocak - Haziran döneminde
bu vergilerle 1 katrilyon 104 trilyon 926 milyar
TL toplanmışken, yasanın gerektirdiği alanlara
yanlızca 61 trilyon 314 milyar TL harcandı.
Olumsuzluklar saymakla bitmiyor;
bitmez gibi görünüyor ve aşağıdaki soruların yanıtları
da hala verilmiş değildir..
Dünya bankasının kamunun küçültülmesi
talepleri doğrultusunda bugüne kadar doğal afet
zararlarının giderilmesi ve bilimsel çalışmalara
kaynak özelliğine sahip Afet Fonu kaldırıldı.
NEDEN?
17 Ağustos ve 12 Kasım Depremlerinden
sonra sadece Marmara Bölgesinde yoğunlaşan imar
planlarına esas jeolojik/jeoteknik etütler, deprem
riski taşıyan diğer alanlarda yapılmamıştır. NEDEN?
Her ölçekteki planlama ve yapılaşma
öncesinde jeolojik ve jeoteknik etütleri zorunlu
kılacak imar ve şehirleşme yasasının ivedilikle
yasalaşması için çalışmalar sonuçlanmamıştır.
NEDEN?
İçerik olarak afet sonrası zararların
giderilmesine yönelik hazırlanan ve 1965 yılından
beri yürürlükte olan 7269 sayılı doğal afetler
yasasının afet öncesi yapılması gereken araştırmaları
da içerecek şekilde yeniden düzenlemesi yapılmamıştır.
NEDEN?
Belirttiğimiz gibi imar yasası,
doğal afetler yasası öncelikli iken siyasi iktidar
yapı denetimi, deprem sigortası gibi dünya bankasının
istekleri olan bir kısmı Anayasa Mahkemesince
de iptal edilmiş yasaları yürürlüğe koymuştur.
NEDEN?
Zorunlu deprem sigortası ile halen
yürürlükteki 7269 sayılı yasa arasında afetzedelerin
hak sahipliği konusunda çelişki varken bu sorun
giderilmemiştir. NEDEN?
NELER YAPILMALI!
l
Doğa olaylarının afete dönüşmemesi için
önlem “afet”ten önce alınmalıdır.
l
Bunun birinci adımı akla, bilime, plana
dayalı kentleşme ve sanayileşmedir.
l
İkinci adımı mühendislik ilkelerine dayalı
güvenli yapılaşmadır.
l
Tüm bunların toplumsal yaşamda gerçekleşebilmesi
için yaptırımlar içeren yasaların düzenlenmesi
acil bir zorunluluktur. Bu anlamda imar yasası,
afetler yasası, yerel yönetimler yasası aklın
ve bilimin ışığında yeniden düzenlenerek meclisten
geçirilmelidir.
l
Güvenli yapılaşmayı kamusal bir hizmet
olmaktan çıkartıp, ticari bir meta haline getiren,
böylece şirketlerin kar hesaplarına terkeden,
uygulamada hiçbir işlevi bulunmayan, Yapı Denetim
Yasası yürürlükten kaldırılmalıdır. Yerine merkezi
idare, yerel yönetimler ve meslek odalarının eşgüdümlü,
ortak kamusal denetimini esas alan bir yasa düzenlenmelidir.
l
Sadece deprem sonrası oluşan zararları
karşılamak üzere ve yeni bir vergi anlayışıyla
hazırlanan, bilimsel temele dayanmayan bir bölgelendirmeyi
esas alan, “zorunlu deprem sigortası” uygulaması
yürürlükten kaldırılmalıdır.
l
Acilen sadece beklenen “İstanbul Depremi”ne
yönelik olarak, kamusal ve özerk ayrı bir örgüt
kurulmalıdır. Bu örgüt Sayıştay tarafından düzenli
olarak denetlenmeli, karar alma mekanizmalarında
meslek odaları, sivil toplum örgütleri yer almalıdır.
Bir yasayla kurulacak bu kuruma imar ve planlama
yetkileri verilmeli, kat mülkiyeti yasası, imar
yasası, borçlar hukuku, istimlak hukuku vb. mevzuatta
bu yetkileri etkileyebilecek mevzuat değişiklikleri
yapılmalıdır.
İstanbul’un yapı stoğunun belirli
bir program dahilinde, öncelikler doğru belirlenerek
iyileştirilmesi, onarılması ve güçlendirilmesi,
yıkılıp yeniden yapılması, bilim insanlarının
ve mühendislerin gösterdiği yönde uygulamalarla
kentin yeniden kurulması için bir seferberlik
açılması artık bir yaşamsal zorunluluktur. Bu
kurumun görevi bu çerçevede çalışmalar yapmak,
yaptırmak, denetlemek ve yaptırımlar uygulamak
olmalıdır.
l
Anayasal suç olan ovaların, akarsu yataklarının,
deniz ve göl kıyılarının, tarım alanlarının ve
ormanların yerleşime açılması şeklindeki yağma
politikalarından, maddi ve politik rantı amaçlayan
imar aflarından derhal vazgeçilmelidir.
l
Ülkemizin % 95’i depremden etkilenebilir.
Ancak bilinmelidir ki sadece %5’inde yıkım meydana
gelebilir.Ovalarımız, KAF ve diğer aktif tektonik
hatların tehlikeli bölgeleri yerleşime kapatılmalıdır.
l
Doğal afetlere yönelik çalışmalar, Sosyal
Devlet anlayışının bir parçası olarak Kamu görevleri
arasında kalmalıdır. Dünya Bankasının dayatmaları
ile bu konularda çalışma yapan kurumların küçültülmesi,
Mahalli İdareler Yasası ile hizmetin yerelleştirilmesi
ve piyasa koşullarının inisiyatifine bırakılması
savunulamaz.
l
1999 Depremlerinin etkili olduğu alanlarda
başlatılan imar planına esas Jeolojik-Jeoteknik
etüt çalışmaları ülkemizin heryeri için zorunlu
kılınmalı ve en azından I ve II. Derece deprem
bölgesindeki belediyeler plan revizyonlarına ivedilikle
başlamalıdır.
l
7269 Sayılı Afetler Yasası, 3194 sayılı
İmar Yasası başta olmak üzere yerleşimleri doğal
afetlere karşı güvenli kılacak çalışmalara altlık
oluşturan yasaların değiştirilmesi için başlatılan
ve 4 yıldır Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın
tozlu raflarında unutulan çalışmalara hız verilmelidir.
Bu yasalar akıl, bilim, mühendislik normlarını
temel olmak üzere ve meslek odalarının görüşleri
alınarak düzenlenmelidir.
l
Kentleşme politikaları üç beş vurguncuya
değil ülkenin bilim ve teknik adamlarına bırakılmalıdır.
Depremle ilgili meslek disiplinlerinin Yerel Yönetimlerde
görev alması zorunlu hale getirilmelidir.
l
Yapı Denetimi, Sigortacılık, serbest zemin
etüdü üretimi gibi denetlenemeyen rantçı mekanizmalar
terk edilmelidir. İller Bankası, Üniversiteler,
MTA, DSİ, Karayolları gibi kamu kurumları düzenli
kentleşmede görevlendirilmelidir,
l
Tüm yurtta Sivil Savunma örgütlülüğü, Kızılay
gibi kuruluşlar yeniden yapılandırılmalıdır,
l
Gelişmiş ülkelerdeki gibi ülkemizdeki fay
hatlarına sismik dinleme ağları kurulmalıdır,
l
İşsizliğe mahkum edilmiş teknik elemanlarımız
değerlendirilmelidir,
l
Kamu kurumları kentleşmede birebir görevli
olmalıdır,
l
Ülkenin hiçbir tarafında depreme ve doğal
afetlere hazırlık açısında ayırım yapılmamalıdır,
l
TMMOB Kamusal denetim süreci içinde yer
almalıdır,
l
Eğitim sistemi içerisinde doğal afetlere
yönelik eğitim programları konmalıdır,
l
İmar uygulamalarında görev alan mühendis
ve mimarlardan, çağın gerektirdiği bilimsel, teknik
ve etik normlara uymayanlar için meslek odalarının
yaptırım olanakları yasal güvenceye kavuşturulmalıdır.
l
Deprem haritası, Türkiye Diri Fay Haritası
ile birlikte güncelleştirilmelidir.
l
Yerel yönetimlerin başkan ve meclis üyeleri
doğal afetler konusunda eğitimden geçirilmelidir,
l
Depremzede vatandaşlarımızın talepleri
bir an önce dikkate alınmalıdır,
l
Kalıcı konutlardaki eksiklikler giderilmelidir,
l
Depremzedelerin kayıp yakınları araştırılmalıdır,
l
Sakat kalan deprem zedelere ücretsiz sağlık
hizmeti, iş verilmelidir,
l
Yurtiçi ve Yurtdışı yardımlar nasıl ve
nerede tüketildi açıklanmalıdır,
l
Kalıcı konutlardaki sosyal donatılar(okul,
hastane, yol vb. ) tamamlanmalıdır.
l
Medya daha sağ duyulu davranmalı ve reyting
uğruna boş konuşmalara pirim vermemeli, Ulusal
Deprem Konseyi bilime ve halka yararlı olmak için
“Deprem Riski” konusunda etik kuralları açıklamalı,
yöneticilere yol göstermelidir.
Gerek odamız gerekse yerbilimciler
sadece 1999 depremlerinden sonra değil, 60 yıldır
ülkenin afet ve özellikle deprem gerçeğinin altını
çizmişlerdir. Bu gün gelinen noktada ülkemizdeki
deprem tehlikesi için söylenecek çok fazla da
bir söz kalmamıştır. Hep söyledik, söylemeye de
devam edeceğiz. Doğal afetlere karşı ulusal ihtiyaçlara
yanıt verecek bir politikanın oluşturulması artık
ertelenemez. Bu ülkenin insanları kendi siyasal,
ekonomik gelecekleri kadar doğal afet tehlike
ve risk geleceğimizdeki gerçekleri bilme, kendi
geleceklerini kendileri belirleme hakkına sahip
olmalıdır. Faylar zemini kırmakla kalmıyor, siyaset
kurum ve anlayışlarını da kırıyor.
Şimdi, başta 58.inci hükümet olmak
üzere tüm toplum olarak artık “ders almaktan”
çıkıp adımları atmaya başlamalıyız. Deprem tehlikesinin
sadece İstanbul’un değil geniş bir coğrafyanın
ve nüfusun problemi olduğunu, doğal afet tehlikelerinin
depremle sınırlı kalmadığı heyelan, su baskını
vb olayların da önem kazandığını unutmamalıyız.
16.08.2003
DOĞA OLAYLARININ ACI SONUÇLARI
KADERİMİZ DEĞİLDİR.
TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ
ODASI
|